Emma

By ClassicsTR

45.8K 3.2K 779

Jane Austen, 1815'te, 39 yaşındayken tamamladığı Emma'nın en sevdiği romanı olduğu söyler. Aşk ve Gurur ve Ma... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm

23. Bölüm

582 51 6
By ClassicsTR


Arkadaş görmeye gitmek Harriet'in hiç de içinden gelmiyordu. Emma'nın onu almaya gelişinden hemen yarım saat önce kara bahtı onun karşısına kasabın arabasını çıkarmıştı ve tam o dakikada, üstünde Sn. Rahip Philip Elton, White Hart, Bath yazan, sandık biçimi bir bavul, posta arabalarının durağına götürülmek üzere kasabın arabasına yüklenilmekteydi. Böylece Harriet'in zihninde, bu bavulla bavulun gideceği yerden başka her şey silinmişti.

Emma onu her şeye karşın faytona bindirip çiftliğe götürdü. Geçen sonbahar o kadar mutlu günler geçirmiş olduğu bu yolların, bu elma ağaçlarının manzarası Harriet'e hemen dokunmuştu. O tatlı anıların gene canlandığı belliydi. Emma onun çevresine ne büyük bir kıvançla baktığını görünce, çeyrek saatten çok bırakmamalı, diye düşündü. Harriet'i çiftlikte indirdikten sonra kendisi de, evlenip Donwell'de yerleşmiş olan eski bir hizmetçiyi görmeye gitti.

Tam çeyrek saat sonra Emma çiftlik bahçesinin beyaz tahta kapısına döndü ve Harriet'e haber gönderdi. Harriet de hemen geldi. Neyse, yanında kavalye filan yoktu. Evin kızlarından biri onu nezaketle uğurladı, ama bahçe kapısına gelmedi.

Önceleri Harriet öyle heyecanlıydı ki sözleri birbirini tutmuyordu. Ama biraz sonra olup bitenleri güzelce anlattı. Mrs. Martin'le iki kızı onu biraz çekingen, hatta soğuk karşılamışlar, resmî bir dille hatır sorup konuşmuşlar. Derken bir aralık Mrs. Martin, Harriet'in çok büyüdüğünü söyleyince aralarındaki bütün soğukluk uçup gidivermiş. Hepsi de geçen yaz o odada nasıl boylarını ölçtüklerini anımsamışlar. Boylarının işaretleri hâlâ duvarda duruyormuş. "O" ölçmüşmüş onları. Bu anıyı tazeler tazelemez geçen yazki yakınlıkları da tazelenir gibi olmuş. Tam o sırada da Emma geri gelmiş.

Harriet'i Emma'nın getirmiş olması, ziyaretin kısalığı, Martinlerin dikkatinden kaçmış olamazdı. Daha dört beş ay önce birlikte tatlı ve mutlu altı hafta geçirdiği kimselere, Harriet şimdi yalnızca on dört dakika ayırmıştı. Emma kendini Martinlerin yerine koyuyor ve onların gücenip kızmakta yerden göğe haklı olduklarını kabul ediyordu. Ne kötü işti bu! Şu Martinler biraz daha yüksek tabakadan kimseler olsaydı ne iyi olurdu. Besbelli çok iyi, çok değerli kimselerdi. Azıcık daha düzeyli oluverseler yeterdi. Ne var ki bu durumda başka türlü davranmak olmazdı. Yufka yüreklilikte yarar yoktu. Harriet'i Martinlerden iyice uzaklaştırmak gerekti.

Üzücü bir şeydi bu. Hele Emma şu sırada o kadar üzgündü ki, avunmak ihtiyacındaydı. Bu yüzden önce Randalls Köşkü'ne uğramaya karar verdi.

Ama köşkün kapısına vardıkları zaman evde kimseyi bulamadılar. Hem hanım hem de efendi çıkalı epey oluyormuş; uşak onların Hartfield'e gitmiş olduklarını sanıyordu.

Yeniden faytona bindikleri zaman Emma, "Ne kötü," diye söylendi. "Biz gidene dek de tutup kalkarlar. Tüh, aksi şeytan! Ömrümde bu derece hayal kırıklığına uğradığımı bilmiyorum."

Sonra da köşeye çekilerek sıkıntılı düşünceleri dağıtacak iyi şeyler düşünmeye çalıştı. Biraz sonra araba durdu. Emma doğrulup pencereden bakınca arabayı Mr. ve Mrs. Weston'ın durdurmuş olduklarını gördü. Onları görmek genç kızı hemen sevindirdi. Hele sözlerini duymak içini daha da açtı, çünkü Mr. Weston onu görür görmez söze başlamıştı:

"Merhaba, nasılsınız? Babanızdan geliyoruz, onu çok iyi gördük, sevindik. Bizim Frank yarın geliyor. Bu sabah mektup aldık. Yarın çay saatinden önce geliyor. Bugün Oxford'daymış. Tam iki haftalığına geliyor. Ben zaten biliyordum. Noel'de gelseydi üç gün bile kalamayacaktı. İyi oldu. Şimdi tam havası. Güzel, kuru, güneşli günler. İyice tadını çıkarırız artık. Her şey tam gönlümüze göre oldu."

Böyle bir habere, böyle mutlu bir yüze can mı dayanır! Mrs. Weston, kocasından daha sakin duruyordu ama onun kadar sevinç ve güven doluydu. Onun inancı Emma'nın da içine güven, sevinç verdi. Genç kızın yorgun ruhu için ne tatlı şifaydı bu haber! Geleceğin taze havası geçmişin tozunu süpürüp dağıtmıştı. Emma'nın kafasından şimşek gibi bir düşünce geçti: Artık Mr. Elton'ın lafı bir süre anılmayacaktı.

Mr. Weston, Enscombe Konağı'nda olup biten ve oğlunun en sonunda iki haftalığına Highbury'ye gelmesine yol açan olayları, Frank'in hangi yoldan ve nasıl geleceğini uzun uzun anlattı. Sonunda da, "Artık onu ilk fırsatta Hartfield'e getiririm," dedi. Emma'ya, onun bu sözleri üzerine karısı hafifçe koluna dokunmuş gibi geldi. Mrs. Weston, "Hadi, artık yolumuza devam edelim, hayatım," dedi. "Kızları geç bırakıyoruz."

Mr. Weston, "Peki, ben hazırım," dedi. Sonra gene Emma'ya döndü. "Sakın oğlumu görünce hayal kırıklığına uğramayın. Herhalde ben onu olduğundan çok daha parlak görürüm. Belki aslında hiç öyle olağanüstü bir insan değildir."

Pırıl pırıl yanan gözleri bu sözlerine kendisinin de inanmadığını gösteriyordu.

Emma ise pek masum, hiçbir şey anlamamış gibi bir tutumla, terbiyenin gerektirdiği karşılığı verdi. Mrs. Weston da Emma'ya doğru eğilerek biraz kaygıyla ve sadece genç kız için, "Emmacığım, yarın öğleden sonra saat dörtte beni anımsa," diye mırıldandı.

Kocası hemen, "Saat dört mü?" diye atıldı. "Hiç korkma, oğlumuz dörtten çok önce gelmiş olacak." Böylece ayrıldılar. Ne güzel bir rastlantı olmuştu. Emma'nın keyfi yerine gelmişti. Hatta genç kız sevincinden uçar gibiydi. Her şey bambaşka görünüyordu şimdi gözüne. Arabacı James'le atları artık biraz önceki gibi miskin gelmiyordu ve Emma çevresine bakındığı zaman, ağaçların artık çok geçmeden tomurcuklanacağına inanıyordu.

Harriet'in, "Acaba Mr. Frank Oxford'dan buraya gelirken yolda Bath'tan geçecek mi?" diye tasalı tasalı mırıldanışı pek öyle cana can katan bir laf sayılmazdı, ne var ki ne coğrafya bilgisi ne de iç huzuru bir çırpıda elde edilebilirdi. Emma şu anda öylesine keyifliydi ki, arkadaşının zamanla bu iki noksanını da gidereceğine inanıyordu.

Beklenilen günün sabahı en sonunda geldi çattı. Mrs. Weston'ın eski öğrencisi, öğleden sonra saat dörtte onu anımsayacağını sabahın erken saatlerinden başlayarak kendi kendine anımsatıp durmaktan geri kalmadı. Kendi odasından çıkmış aşağı kata inerken saat on ikiyi vuruyordu.

Genç kız, "Sevgili dostum, kim bilir nasıl heyecan ve kaygı içindesin," diye içinden Mrs. Weston'a seslendi. "Dört saat sonra seni anımsamayı hiç unutmayacağım. Sonra da Frank'le kendi karşılaşmamı düşünmeye başlayacağım. Çünkü Mr. Weston onu buraya getirmekte gecikmeyecektir sanıyorum."

Salonun kapısını açtı, babasının yanında iki erkek gördü. Mr. Weston'la oğlu Frank. Daha birkaç dakika önce gelmişlerdi. Mr. Weston, Frank'in tasarladığından bir gün önce gelmeyi başardığını anlatıyor, Mr. Woodhouse da onları hoş geldinlere, kutlamalara boğuyordu. Bu sırada Emma içeri girdi, bu sevinçten o da payını aldı.

Bunca zamandır dillerinde dolaşan, düşüncelerini doldurup meraklarını kabartan Frank Churchill işte en sonunda karşısındaydı. Genç adamı övenler meğer hiç abartıya kaçmamışlar. Frank son derece yakışıklı bir gençti. Boyu bosu, havası, hali tavrı tepeden tırnağa kusursuzdu, yüzünden de babasının yaşam dolu ifadesi okunuyordu. Kıvrak, zeki bir erkeğe benzerdi. Emma ondan hoşlanacağını o saat sezmişti. Genç erkeğin üzerinde öyle kibar bir rahatlık, öyle gizliden gizliye bir kıvanç vardı, konuşması öyle akıcı ve oyalayıcıydı ki, genç kız onun da kendini yakından tanımak için sabırsızlandığını kestirdi.

Frank, Randalls'a bir akşam önce gelmiş. Onun bir an önce gelebilmek için böyle çırpınmış olması Emma'nın hoşuna gitti. Mr. Weston coşkuyla konuşuyordu:

"Ben demedim mi size, vaktinden önce çıkıp gelecektir, diye. Kendi gençliğimi hatırlıyorum da... İnsan sonunda hep acele eder, tasarladığından daha erken yola çıkar."

Genç adam, "Vaktinden önce gelmek büyük bir mutluluk ama her gittiği yere karşı bunu yapmaya insanın yüzü tutmaz ki," diye karşılık verdi. "İnsan ancak kendi evine giderken içinden geleni yapar."

Onun "kendi evine" demesiyle babasının ağzı kulaklarına varmıştı. Besbelli bu genç karşısındakinin gönlünü kazanmakta iyice ustaydı. Her sözü bunu gösteriyordu. Randalls'a bayılmıştı. Babasının, "biraz küçükçe" deyişine bile karşı çıkıyordu. Highbury kasabasını, Hartfield Konağı'nı, manzarayı, iklimi, her şeyi övüyordu. Bu yöreye karşı eskiden beri, insanın ancak "kendi memleketine" karşı besleyebileceği bir yakınlık duyar ve gelip görmek için can atarmış.

Emma, madem böylesine can atıyordu, neden şimdiye kadar gelip görmedi, diye şöyle bir düşünmekten kendini alamadı. Ne var ki genç erkeğin söyledikleri yalansa bile pek hoş bir yalandı ve tatlılıkla söylenmişti. Üzerinde, içinden pazarlıklı, ikiyüzlü, özentili bir hava yoktu. Gerçek bir mutluluk içindeymiş gibiydi.

Önceleri, yeni tanışan kimselerin konuştukları konular üzerinde durdular. Frank sorular sorup duruyordu: Emma ata biner miymiş? Biniciliğe elverişli yollar var mıymış buralarda? Yürüyüş yolları? Komşuları çok muymuş? Dolay köylere gidip geliyorlar mıymış? Yoksa Highbury onlara yetiyor muymuş? Nasıl vakit geçiriyorlar, ne gibi eğlencelerden hoşlanıyorlarmış?

Sonra yavaş yavaş kaynaşmaya başladılar. Frank bir aralık Emma'yı bir köşeye çekip Mrs. Weston'dan söz açmak fırsatını buldu. Mrs. Weston'ı çok beğenmiş. Babasını mutlu kıldığı için ona minnet duyuyormuş. Bu konuşma genç adamın gönül kazanmasını pek iyi bildiğine yeni bir kanıttı. Aynı zamanda Frank'in kendini Emma'ya sevdirmek istediğini de ortaya vurmuyor muydu?

"Onun zarif, hoş, iyi bir hanım olacağını kestirebiliyordum. Ama ne yalan söylemeli, babamın yeni karısının böylesine genç ve güzel bir kadın olacağını hiç bilmiyordum."

Emma, "Bana göre Mrs. Weston'ı ne kadar övseniz azdır," dedi. "Onun on sekizinde bir genç kızı andırdığını bile söyleseniz ben inanırım. Ama kendisi sizin kimi övgülerinize karşı çıkabilir. Kendisinden 'genç ve güzel bir kadın' diye söz ettiğinizi sakın duymasın."

"Yüzüne karşı böyle bir şey söylemeyeceğimden emin olabilirsiniz. Elbet onun da çok sevip beğendiği bir hanım vardır. Bu hanımı ne kadar övsem ona az gelir. Yeni annemle konuşurken işte bu kimseden söz etmeye özellikle dikkat edeceğim." Ve Frank, son derece zarif ve hafif bir reverans yaptı.

Onların tanışmasından babasının ve üvey annesinin nasıl bir sonuç umduklarını acaba Frank Churchill biliyor muydu? Emma şimdilik bunu anlamanın biraz güç olduğunu düşünüyordu. Şimdilik ortada olan tek şey Frank'in centilmenliği ve kibarlığıydı. Bu inceliğin ne gibi anlamlar gizlediği ancak zamanla ortaya çıkacaktı.

Mr. Weston'ın aklından ve gönlünden geçenleriyse Emma çok iyi seziyordu. Çünkü Mr. Weston durmadan, çok hoşnut bir bakışla iki genci süzmekteydi.

Beri yandan Mr. Woodhouse'un böyle düşünce ve kuşkulardan tamamen uzak olduğu bir gerçekti. Bu da genç kız için büyük bir iç rahatlığıydı. Babası zaten her kurulan yuvaya karşı çıkardı, ama daha önceden kuruntuya kapılıp varsayımlar yürüterek kendi kendine işkence yapmak huyu yoktu. Sanki karşısındaki kişilerden evlenmek gibi büyük bir budalalık beklemez, ancak budalalık işlendiği zaman şaşırıp kalırdı.

Emma babasının bu tasasızlığına içinden şükretti. Böylelikle Mr. Woodhouse gelecek için hiçbir kaygı duymaksızın, konuğunun onu arkadan vurabileceğini aklına bile getirmeksizin, Frank Churchill'e karşı yakınlık ve kibarlık göstermekte devam edecekti.

Baba oğul bir süre oturduktan sonra kalktılar. Mr. Weston bir saman konusu için hana uğrayacağını ve karısı için yapılacak bir sürü alışverişi olduğunu söylüyordu.

Frank de, "Babacığım, mademki senin işlerin var, ben de bu fırsattan yararlanayım bari," dedi. "Geçenlerde sizin komşularınızdan biriyle tanışmak şerefine erişmiştim. Fairfax adında bir genç hanım. Er ya da geç ziyaret etmem gerekecek. Evleri acaba ne yöndedir? Anladığıma göre bir akrabasının yanında kalıyormuş. Onların adı da Barnes ya da Bates'miş galiba. Bir gidip görmezsem olmaz. Hazır fırsat varken şimdi gideyim de aradan çıksın bari. Böyle birilerini tanıyor musunuz?"

Mr. Weston, "Elbette," diye yanıtladı. "Buraya gelirken evlerinin önünden geçtik. Öyle ya, sen Miss Fairfax'i Weymouth'ta görmüştün. Çok iyi kızdır. Git de onu bir yokla."

Genç adam, "İlle bu sabah olması şart değil," dedi. "Başka gün gitsem de olur. Ama Weymouth'ta ahbaplık ettiğimiz için..."

Babası, "Yok git, bugün git. Erteleme," dedi. "Bir iş yapılacaksa bir an önce yapılmalı. Hem zaten seni uyarayım, Frank, Miss Fairfax'e karşı terbiyeli olmak buralarda özellikle önemlidir. Sen onu Campbellların yanında, çevredeki herkese eşit durumdayken gördün, oysa burada zavallı, yoksul bir büyükannenin yanında. Gidip görmezsen alınacaktır."

Oğlu ikna olmuş görünüyordu.

Emma, "Onun sizlerden söz ettiğini duydum," dedi. "Miss Fairfax son derece zarif bir genç hanımdır."

Frank onun görüşüne katıldı ama öyle yavaş bir "evet"le ki Emma onun içtenliğinden şüphe etti. Eğer Jane Fairfax'in güzelliğiyle şıklığı böyle hafife alınabilirse yüksek sosyetenin zariflik ölçüleri bambaşka olsa gerekti, doğrusu!

"Eğer bundan önce onun zarafetinden çok etkilenmişseniz bile, görüşünüz sanırım bugün değişecektir," dedi. "Onu gördüğünüz zaman, dinlediğiniz zaman... ama hayır, ne yazık ki onu dinleyemeyeceksiniz çünkü bir teyzesi var, hiç dilini tutamaz."

Her lafa karışmakta sonuncu olan Mr. Woodhouse, "Demek Miss Fairfax'le tanışıyorsunuz, efendim, öyle mi?" diye sordu. "Öyleyse izninizle ifade edeyim ki onu çok beğeneceksiniz. Burada, büyükannesiyle teyzesinin yanında kalıyor, onlar da çok değerli kişilerdir. Çocukluğumdan beri tanırım kendilerini. Sizin gidişinize çok sevineceklerinden eminim. Adamlarımdan biri size evlerinin yolunu göstersin."

"Aman, efendim, dünyada olmaz! Babam bana yolu gösterir."

"Babanız oraya kadar gitmiyor ki! Yolun tam karşı tarafındaki Crown'a kadar gidiyor. Yönünüzü şaşırabilirsiniz; hem de çok çamurlu bir yoldur, patikadan yürümek gerekir. Oysa benim arabacı size nereden karşıya geçeceğinizi söyler."

Mr. Frank Churchill, elinden geldiği kadar ciddi durmaya çalışarak, bu önerileri de geri çevirdi. Babası da ona gönülden destek çıkarak, "Sevgili dostum, bunların hiç gereği yok," dedi. "Frank önüne çıkan su birikintilerini göremeyecek değil a! Zaten Bateslerin evi Crown'dan bilemedin üç adım ötede."

Sonunda iki konuğun yalnız gitmelerine izin verildi, onlar da, biri candan bir baş selamı, öbürü son derece kibar bir reveransla, oradan ayrıldılar.

Emma bu tanışlığın başlangıcından pek hoşnut kaldı. Şimdi artık Randalls'ta, her saatlerini konfor ve esenlik içinde geçirdiklerini bilerek, onları rahat rahat düşünebilirdi.

Continue Reading

You'll Also Like

33.4K 1K 9
Dilber Kafkasya'dan Türkiye'ye getirilmiş genç bir kızdır. Halayık olarak çalıştığı konaklarda çeşitli zorluklarla karşılaşır. Samipaşazâde Sezai Dil...
61.4K 1.7K 7
Gregor Samsa, bir sabah, huzursuz edici rüyalarından uyandığında, devasa bir böceğe dönüşmüş olarak kendini yatağında buldu. Bir zırh kadar sert sırt...
51.8K 4.3K 20
HATIRA KALMASI AÇISINDAN YAYINDA. ACEMİLİKLER VE MANTIK HATASI İÇEREBİLİR. jenmin Aynı kalpte aşk iki kere yaşanır mıydı? Acıların savurduğu bedenle...
21.6K 827 11
Şekilsel Batılılaşmayı temsil eden ve kimlik bunalımı yaşayan Felâtun Bey, günlerini gezip eğlenmekle geçirir. Râkım Efendi ise tam tersine ağırbaşlı...