Genç Werther'in Acıları

By WattpadClassicsTR

75.7K 2.7K 516

Evrensel boyutlara ulaşmış ünüyle bugün dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri sayılan Goethe, henüz... More

Genç Werther'in Acıları Üzerine Birkaç Düşünce
Goethe'den
Birinci Kitap: 1. Bölüm
Birinci Kitap: 2. Bölüm
Birinci Kitap: 3. Bölüm
Birinci Kitap: 4. Bölüm
Birinci Kitap: 5. Bölüm
Birinci Kitap: 6. Bölüm
Birinci Kitap: 7. Bölüm
Birinci Kitap: 8. Bölüm
İkinci Kitap: 1. Bölüm
İkinci Kitap: 2. Bölüm
İkinci Kitap: 3. Bölüm
İkinci Kitap: 4. Bölüm
Yayına Hazırlayandan Okura: 1. Bölüm
Yayına Hazırlayandan Okura: 2. Bölüm
Yayına Hazırlayandan Okura: 4. Bölüm

Yayına Hazırlayandan Okura:3. Bölüm

757 53 8
By WattpadClassicsTR

Lotte yalnız oturuyordu, kardeşlerinden hiçbiri çevresinde yoktu, ilişkilerinin etrafında sessiz süzülüp duran düşüncelere daldı. Sevgi ve sadakatini bildiği, kalpten bağlandığı, iffetli bir kadının yaşam mutluluğunu üzerine bina edeceği Tanrı lûtfu görünen huzur ve güveni bulduğu adamla ebedi birleşmiş olduğunu gördü; onun kendisi ve çocukları için her zaman önemli olacağını hissetti. Öte yandan, Werther onun için öylesine değerli biri olmuş, karşılaştıkları ilk andan itibaren gönülleri öylesine uyumlu görünmüş ve onunla uzun süren ilişkisi, birlikte yaşanmış bazı durumlar kalbinde silinmez bir etki bırakmıştı. Duyup düşündüğü her ilginç şeyi onunla paylaşmaya alışmış, onun uzaklaşması, bütün varlığında bir daha doldurulması mümkün olmayan bir boşluk açacakmış duygusuna kapılıyordu. Ah, onu anında bir kardeşe dönüştürebilseydi! ne kadar mutlu olurdu! - onu kız arkadaşlarından biriyle evlendirebilseydi, onun Albert ile ilişkisinin de düzeleceğini umabilirdi!

Kız arkadaşlarını bir bir aklından geçirdi, her birinde bir kusur saptayıp, ona layık birini bulamadı.

Bütün bu seyrütemaşa sırasında, kalpten gizli arzusunun, onu kendisi için tutmak olduğunu, açıkça belli etmeden, işte o zaman derinden hissetti, ama aynı zamanda, onu tutmasının mümkün olmadığını, tutamayacağını içinden söylendi; o temiz, güzel, aslında öylesine hafif ve kolay onan gönlünde, mutluluk kapısı kapalı karasevdanın ağırlığını duyumsadı. Kalbi sıkıştı, gözüne koyu bir bulut çöktü.

Werther'in adımlarını ve merdivenlerden yukarıya geldiğini işittiğinde, kendisini soran sesini tanıdığında, saat böylece altı buçuk olmuştu. Kalbi nasıl çarpmaya başladı, diyebiliriz ki, onun gelişi üzerine ilk defa böylesine. Kendisini yok dedirtmeyi çok isterdi, ama o içeriye girdiğinde, bir çeşit şaşkın bir tutkuyla ona karşıdan seslendi: Sözünüzü tutmadınız. - Ben bir şeye söz vermedim, oldu cevabı. - O zaman hiç olmazsa benim ricamı yerine getirebilirdiniz, diye karşılık verdi, ikimizin huzuru için ricada bulunmuştum.

Ne dediğini bilmiyordu, ne yaptığını da, Werther ile yalnız kalmamak için, kız arkadaşlarını çağırttığında. Werther, getirdiği birkaç kitabı koydu, diğerlerini sordu, Lotte i.e. kız arkadaşları hem gelsinler istiyordu, hem de gelmesinler. Hizmetçi kız dönüp, her ikisinin de özür bildirdiğini, söyledi.

Kızı işiyle yan odaya göndermek istedi; sonra yine bu düşünceden vazgeçti. Werther, odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolanmaya başladı, o piyanonun başına geçip, bir menuettoya başladı, ama akıp gitmiyordu. Kendini toparlayıp, istifini bozmadan, kanepedeki alışılmış yerine yerleşen Werther'in yanına oturdu.

Okuyacak bir şeyiniz yok mu? diye sordu. - Werther'in bir şeyi yoktu. - Orada çekmecemde, diye başladı, Ossian'dan yaptığınız çeviriler duruyor; hep sizin ağzınızdan dinlemeyi umduğum için, henüz okumadım; ama o zamandan beri bir türlü olmadı, fırsat çıkmadı. - Werther gülümsedi, şarkıları çıkardı, eline aldığında bir ürperti geldi, onlara bakınca gözlerine yaş doldu. Oturup, okumaya başladı:

Ağaran gecenin yıldızı, ne güzel titriyorsun batıda, ışıyan başını bulutundan çıkarıyorsun, tepeye doğru ağırdan geziniyorsun. Fundalıkta nereye bakıyorsun? Fırtınalı rüzgârlar dindi; uzaktan derenin mırıltısı geliyor; çağıldayan dalgalar kayalarla oynuyor uzakta; akşam sineklerinin vızıltısı sürüyle uçuşuyor tarlanın üstünde. Nereye bakıyorsun, güzel ışık? Ama gülümseyip gidiyorsun, dalgalar sevinçle sarıp seni, şirin saçını yuğuyor. Elveda, huzurlu ışın. Doğ, Ossian'ın ruhundan ey görkemli ışık!

Ve görünüyor gücüyle. Ayrılan arkadaşlarımı görüyorum, Lora'da toplanıyorlar, geçmiş günlerdeki gibi. - Fingal geliyor nemli bir sis sütunu gibi; çevresinde yiğitleri, ve, bak! şarkının ozanları: Kırçıl Ullin! yakışıklı Ryno! Alpin, sevimli şarkıcı! ve sen, uysal yakınan Minona! - Bahar havalarının tepeye doğru hafiften hışıldayan otları bir oraya bir buraya eğmesi gibi, şarkının şanı için yarıştığımız Selma'daki o şenlikli günlerden beri nasıl da değişmişsiniz, dostlarım.

O zaman Minona bütün güzelliğiyle göründü, bakışı yerde ve yaşlı gözle, tepeden vuran kararsız rüzgârda saçı ağır akışıyordu. - tatlı sesi yükselmeye başlayınca, yiğitlerin ruhu karardı; zira Salgar'ın mezarını sıkça görmüşlerdi, sıkça beyaz Colma'nın karanlık evini. Colma, tepede terk edilmiş, uyumlu sesiyle; Salgar, gelmeye söz verdi; ama gece çevreye yayıldı. Tepede yalnız oturan Colma'nın sesini dinleyin:

Colma:

Gece! - yalnızım, fırtınalı tepede yitmişim. Rüzgâr dağlarda vınlıyor. Irmak kayalıklardan aşağıya uğulduyor. Beni, fırtınalı tepede terk edilmiş beni, yağmurdan koruyan bir kulübe yok.

Çık, ey ay, bulutlarından! görünün, gecenin yıldızları! Yayını yanına koymuş, çevresinde köpekleri soluk soluğa, aşkımın av meşakkatlerinden dinlendiği yere herhangi bir şavk beni götürse! Ama burada ırmağın dolandığı kayanın üstünde tek başıma oturmak zorundayım. Irmak ve fırtına vınılıyor, sevdiğimin sesini işitmiyorum.

Niçin gelmiyor benim Salgar'ım? Verdiği sözü unuttu mu? - İşte kaya, işte ağaç ve burada çağlayan ırmak! Gece inerken burada olmayı söz verdin; ah! yolunu nereye şaşırdı benim Salgar'ım? Seninle kaçmak istedim, babamı, kardeşimi terk etmek! o gururluları! Çoktandır soylarımız birbirine düşman, ama biz düşman değiliz, ey Salgar!

Sus bir süre, ey rüzgâr! dur bir an , ey ırmak! vadide sesim çınlasın diye, yolcum beni işitsin diye. Salgar! benim, seslenen! Burada ağaçla kaya! Salgar! sevdiğim! buradayım; niçin gelmeye gecikiyorsun?

Bak, ay şavkıyor, sel vadide ışıyor, kayalar boz duruyor tepenin üstünde, ama onu görmüyorum yüksekte, önünden koşan köpekleri onun gelişini haber vermiyor. Burada yalnız oturmak zorundayım.

Ama kim onlar, orada aşağıda fundalıkta uzananlar? - Sevdiğim mi? - Kardeşim mi? - Konuşun, ey dostlarım! Yanıt vermiyorlar. Nasıl da ürkmüş ruhum! - Ah, ölü onlar! Kılıçları kızıl döğüşten. Ey, kardeşim, kardeşim benim! niçin Salgarımı vurdun? Ey benim Salgarım! niçin kardeşimi vurdun? İkinizi de öyle seviyordum! Ey, sen tepede güzeldin binlercesinin arasında! O, savaşta korkunçtu. Yanıt verin bana! işitin sesimi, sevgililerim! Ama ah! onlar dilsiz! ebediyen dilsiz! soğuk, toprak gibi, göğüsleri!

Ey, tepenin kayalığından, fırtınalı dağın doruğundan, konuşun, ölülerin ruhları! konuşun! Ürkütmez bu beni! - Nereye gittiniz dinlenmeye? dağın hangi kabrinde bulayım sizi! - Cılız sesi almıyorum rüzgârda, tepenin fırtınasında esen yanıtı almıyorum. Feryadımla oturuyor, gözyaşlarımla sabahı bekliyorum. Eşin mezarı, ey ölülerin dostları, ama kapatmayın ben gelinceye dek. Yaşamım yitiyor bir düş gibi, nasıl geride kalırım. Burada yerleşmek istiyorum dostlarımla çınlayan kayalığın nehrinde - Gece olunca tepede ve fundalıktan esince rüzgâr, ruhum rüzgârda durup, yas tutsun dostlarımın ölümüne. Avcı çardağında işitip beni, ürker sesimden ve sever onu; zira tatlı olmalı sesim dostlarım için, onların ikisi de sevgiliydi benim için!

Bu senin şarkındı, ey Minona, Torman'ın hafiften al basan kızı. Gözyaşlarımız Colma için aktı ve ruhumuz karardı.

Ullin kalktı elinde harp ve Alpin'in şarkısını sundu bize - Alpin'in sesi içtendi, Ryno'nun ruhu bir alev huzmesi. Ama hemen uyudular dar yuvada, sesleriyse yavaş yavaş söndü Selma'da. Bir zamanlar, yiğitler düşmeden önce, Ullin avdan döndü. Onların tepedeki şarkı yarışmalarını işitti. Türküleri yumuşak, ama acıklıydı. Yiğitlerin ilki Morar'ın ölümünden yakınıyordu. Onun ruhu da Fingal'ın ruhu gibiydi, kılıcı, Oskar'ın kılıcı gibi - Ama düştü ve babası feryat etti, kızkardeşinin gözleri yaşla doldu, görkemli Morar'ın kızkardeşi Minona'nın gözleri yaşla doldu. Fırtınalı yağmurun gelişini önceden görüp, güzel başını bir bulutun ardında saklayan batıdaki ay gibi, o da Ullin'in şarkısından önce geri çekildi. - Harpa vurdum Ullin ile feryadın şarkısı için.

Ryno:

Geçti rüzgâr ve yağmur, öğle vakti dupduru, bulutlar parçalanıyor. Çekine çekine ışıtıyor tepeyi sebatsız güneş. Kızıl akıp gidiyor dağın ırmağı vadide. Mırıltın tatlı, ırmak; ama işittiğim ses daha da tatlı. Alpin'in sesi, ölülere yakınıyor. Başı eğik yaşlılıktan, yaşlı gözü kırmızı. Alpin! görkemli şarkıcı! niçin yalnızsın suskun tepede? niçin feryat ediyorsun bir bora gibi ormanda, bir dalga gibi uzak sahilde?

Alpin:

Gözyaşlarım, Ryno, ölüler için, sesim mezar sakinleri için. Narinsin tepede, güzelsin fundalığın oğulları arasında. Ama sen de düşeceksin Morar gibi ve oturacak mezarında yas tutan. Tepeler unutacak seni, yayın yerde kalacak gerilmeden.

Hızlıydın sen, ey Morar, tepede bir karaca gibi, korkunç gökyüzünde gece ateşi gibi. Öfken bir fırtınaydı, dövüşte kılıcın fundalıkta çakan şimşek gibi. Sesin yağmurdan sonra orman ırmağına benziyordu, uzak tepelerdeki gök gürlemesine. Kimileri düştü kolunun gücü karşısında, öfkenin yalımı yeyip bitirdi onları. Ama savaştan döndüğün zaman, ne denli barışçıldı alnın! fırtınadan sonra güneşe benziyordu çehren, suskun gecede aya eş, göl gibi sakin göğsün, rüzgârın uğultusu dinince.

Daracık şimdi evin! kapkaranlık yerin! üç adımda ölçüyorum mezarını, ey sen! sen ki öyle yüceydin! yosun başlı dört taş tek belleğin, yaprağı dökülmüş bir ağaç, rüzgârda fısıldaşan uzun otlar, avcıya güçlü Morar'ın mezarını işaret ediyor. Sana ağlayacak bir ana, sevginin gözyaşlarıyla bir kız yok. Seni doğuran ölü, Morglan'ın kızı düştü.

Asasında kim bu? Kim, gözleri yaştan kızaran, bu ak başlı yaşlı? O senin baban, ey Morar! senden başka oğlu olmayan baba. Savaşta ününü işitti, darmadağın olan düşmanları duydu; Morar'ın şanını işitti! Ah! yarasından hiçbir şey? Ağla, Morar'ın babası! ağla! ama oğlun seni işitmiyor. Derindir ölülerin uykusu, alçaktır tozdan yastıkları. Hiçbir zaman kulak vermez artık sese, hiç uyanmaz senin çağrınla. Ey, ne zaman sabah olacak mezarda, uyuyana seslenmek için: Uyan!

Elveda! insanların en soylusu, meydan savaşı fatihi! Ama meydan seni hiç görmeyecek artık! Hiçbir zaman ışımayacak karanlık orman senin çeliğinle. Bir oğul bırakmadın ardında, ama şarkılar adını yaşatacak, gelecek zamanlar senin adını dinleyecek, düşen Morar'ın öyküsünü dinleyecek.

Yiğitlerin yası sesliydi, en sesli Armin'in patlayan ahı. Bu ona kendi oğlunun ölümünü anımsattı, gençlik günlerinde düştü o. Carmor kahramanın yakınında oturuyordu, inleyen Galmal'ın Prensi. Niçin hıçkırıyor Armin'in ahı? diye konuştu, ne var burada ağlayacak? Şarkı ve türkü, ruhu tatlı tatlı eritmek ve eğlendirmek için, tınlamıyor mu? gölden vadiye yükselirken püsküren hoş sis gibiler, ve açan çiçeklere doluyor nem; ama güneş yine gelir bütün gücüyle ve sis gitmiştir. Niçin böyle yürekler acısı haldesin, Armin, gölle çevrili Gorma'nın hükümdarı?

Yürekler acısı! Hoş, öyleyim, elemimin illeti de az değil. - Carmor, sen oğul yitirmedin, çiçek gibi açan bir kız evlât yitirmedin; Colgar, o yiğit yaşıyor, kızların en güzeli Annira da. Evinin dalları çiçekleniyor, ey Carmor; ama Armin soyunun sonuncusu. Karanlık yatağın, ey Daura! kördür uykun mezarda - Ne zaman uyanacaksın şarkılarınla, o uyumlu sesinle? Haydi! ey güz rüzgârları! haydi! esin fırtınayla karanlık fundalığın üstünden! Orman ırmakları, çağıldayın! uluyun fırtınalar, meşelerin ucunda! Dolan kopuk bulutlar arasında, ey ay, göster arada soluk benzini! Anımsat bana, çocuklarımın öldüğü, Arindal'ın, o kudretlinin düştüğü, Daura'nın, o aşkın bittiği, o ürkünç geceyi.

Daura, kızım benim, güzeldin sen! Fura tepelerindeki ay gibi güzel, beyaz yağan kar gibi, soluyan hava gibi tatlı! Arindal, yayın güçlüydü senin, çevikti ciritin savaş alanında, bakışın sis gibiydi dalgada, kalkanın hücumda bir ateş bulutu!

Armar, savaşta ünlü, gelip talip oldu Daura'nın sevgisine; kız fazla direnmedi. Güzeldi umutları arkadaşlarının.

Erath, Odgal'ın oğlu, kızgındı, zira uzanmış yatıyordu Armar'ın vurduğu kardeşi. Sandalcı kılığında geldi. Güzeldi sandal dalgalarda, lüleleri ak yaşlılıktan, ciddi yüzü sakin. Kızların en güzeli, dedi, Armin'in sevimli kızı, orada kayalıkta, gölde, pek uzak değil, kızıl meyvanın ağaçtan parıldadığı yerde, Armar orada bekliyor Daura'yı; geliyorum, onun sevgisine dalgaları yuvarlanan denizde yol göstermeye.

Onu izledi ve Armar'a seslendi; kayalığın sesinden başka yanıt veren olmadı. Armar! benim sevdiğim! sevdiğim! niçin beni böyle korkuttun! Dinle, Arnath'ın oğlu! dinle! Daura, seni çağıran!

Erath, o hain, gülerek kaçtı karaya. Kız sesini yükseltti, babasına, kardeşine ünledi: Arindal! Armin! Daurasını kurtaracak kimse yok mu?

Sesi denizden geldi. Arindal, benim oğlum, tepeden aşağıya indi, avdan haşin, okları yanda şakırdadı, yayı elindeydi, beş karaboz köpeği etrafındaydı. Gözüpek Erath'ı kıyıda gördü, yakalayıp onu meşe ağacına bağladı, kalçalarından sımsıkı sardı, ipe vurulanının iniltisi rüzgârları doldurdu.

Arindal, kayığıyla dalgalara açılır, Daura'yı alıp getirmek için. Armar hiddetiyle gelip, boz tüylü okunu fırlattı, tınlayıp kalbine saplandı, ey Arindal, oğlum benim! Erath'ın, o satılmışın yerine sen öldün, kayık kayalığa ulaştı, orada yığılıp öldü. Ayaklarının dibinde kardeşinin kanı aktı, neydi o feryadın, ey Daura! Dalgalar kayığı parçaladı. Armar kendini denize attı, Daurasını kurtarmak, ya da ölmek için. Tepeden hemen esen şiddetli bir darbe dalgalara vurdu, o battı ve bir daha çıkmadı.

Denizin yıkadığı kayalıkta yalnız kızımın yakınılarını işittim. Çok ve tizdi bağrışı, ama babası onu kurtaramadı. Bütün gece kıyıda durdum, cılız ay ışığında onu görüyordum, bütün gece bağrışını dinledim, gürültülüydü rüzgâr ve yağmur dağın yamacını sertçe kamçılıyordu. Sesi, sabah çıkmadan, zayıfladı, kayaların otları arasındaki akşam havası gibi ölüp gitti. Feryatla yüklü ölerek, Armin'i yalnız bıraktı. Savaştaki gücüm yok oldu, kızların arasındaki gururum yerle bir.

Dağın fırtınaları çıkınca, yıldız yeli dalgaları kabartınca, çınlayan kıyıda oturup, ürkünç kayalığa bakıyorum. Çoğun batan ayda çocuklarımın ruhlarını görüyorum, yarı alaca birlikte hüzünlü bir dirlikle yürüyorlar. - -

Lotte'nin gözlerinden bir yaş seli koptu ve sıkışan yüreği ferahladı, Werther'in söyleyişi aksadı. Kâğıdı atıp, ellerine sarıldı ve en acı gözyaşlarıyla ağladı. Lotte, ona yaslanıp, mendiliyle gözlerini gizledi. İkisinin de devinimleri ürkünçtü. Soyluların yazgısında kendi sefaletlerini duyumsadılar, birlikte duyumsadılar ve gözyaşları onları birleştirdi. Werther'in dudakları ve gözleri, Lotte'nin kollarında yandı; bir ürpertiyle sarsıldılar; Lotte uzaklaşmak istediyse de, acı ve şefkat, baygınlık veren kurşun gibi üstüne çöktü. Kendine gelmek için soluk aldı ve hıçkırarak ondan gitmesini rica etti, bütün tanrısal sesiyle yakardı! Werther titredi, kalbi çatlayacak gibi oldu, kâğıdı yerden alıp, yarı kırık okudu:

Niçin uyandırıyorsun beni, bahar havası? Ruhumu okşayıp konuşuyorsun: Göğün damlalarıyla çiğ düşerim! Ama solma zamanım yakın, yapraklarımı koparacak fırtına yakın! Yarın o yolcu gelecek, beni güzelliğimle gören gelecek, gözü tarlada çepçevre beni arayacak ve bulamayacak. -

Bu sözlerin bütün kudreti zavallının üstüne abandı. Tam bir çaresizlik içinde kendini Lotte'nin ayaklarına attı, ellerine sarılıp, onları gözlerine bastırdı, alnına götürdü ve ürkünç niyetinin sezgisi Lotte'nin ruhunda süzülür gibi oldu. Duyuları karmaşıklaştı, Werther'in ellerini alıp, göğsüne bastırdı, mahzun bir hareketle ona eğildi ve kızgın yanakları birbirine değdi. Dünyayı unuttular. Werther kollarını dolayıp, onu bağrına bastı ve Lotte'nin titreyen, kekeleyen dudaklarını azgın öpüşlerle örttü. - Werther! diye bağırdı boğuk, geri çekilerek, Werther! - ve takatsız eliyle göğsünden itti; Werther! diye seslendi en soylu duygunun ölçülü sesiyle. - Werther direnmedi, onu kollarından saldı ve kendini anlamsız biçimde onun önüne attı. Lotte, kuvvetle kendini çekti ve ürkek bir telaşla, aşkla öfke arasında sarsılarak konuştu: Bu son! Werther! Beni artık hiç görmeyeceksiniz. - Ve aşk dolu bakışı bedbahtın üstünde, yan odaya koşup, ardından kapattı. Werther, arkasından kollarını uzattı, tutmaya cesaret edemedi. Başı kanepede, yerde uzanıyordu, ve bir sesle kendine gelinceye kadar, yarım saatten fazla bu durumda kaldı. Bu, sofrayı hazırlamak isteyen hizmetçi kızdı. Werther, odanın içinde bir oraya bir buraya yürüdü, yine yalnız olduğunu fark edince, küçük odanın kapısına yaklaşıp alçak sesle çağırdı: Lotte! Lotte! bir tek söz daha! bir elveda! - Lotte susuyordu. Bekledi, yalvardı, bekledi; sonra kopup seslendi: Elveda, Lotte, ebediyen elveda!

Continue Reading

You'll Also Like

37.5K 1.4K 9
Olağanüstü Bir Gece, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deney...
15K 1.3K 19
Louisa May Alcott'ın 1868'de yayımlanan ölümsüz yapıtı Küçük Kadınlar'ın kuşaklar boyu her yaştan okuru büyülemesinde, aile hayatını idealleştirmesin...
3.4K 201 15
Tanzimat Edebiyatı'nın belki de en önemli ismi olan Namık Kemal, günümüzde "Vatan Şairi" lakabıyla hatırlanır. Bu lakabın sebebi, Namık Kemal'in eser...
380K 7.7K 25
William Shakespear'in kaleme aldığı Romeo ve Juliet, iki düşman ailenin birbirini seven çocuklarının ölümle sonuçlanan mutsuz aşklarını konu alıyor.