HİDDARUN *Düzenlenecek*

By Hidden_Assassin

89.7K 10.2K 15.8K

Wattys 2018 "Dünya Kuranlar" kazananı! Bir evren hayal edin: İçerisinde düzinelerce galaksinin bulunduğu, re... More

Hiddarun Düzenlenmiş Hali İle Sizlerle Olacak!
🌛Herraden - Hiddarun Rehberi🌜
🐾Canlılar Rehberi
🌠Evren ve Gezegen Rehberi
0- Herraden ve Hiddarun Nedir? Neden Ayrıdır?
1- Yeni Bir Gün
2- Hiddum'da Bir Kale
3- Şölen Hazırlığı ve Sırlar
4- Prenssoy'un Talimi
5- En Güzel Gün
6- Seyahat ve İftiralar
7- Korkular, Cesaret ve Karar
8- Karanlık Gece
9- Elveda Alabanos
10- Üç Gecelik Yolculuk
11- Gidenler ve Beklenmeyenler
13. Gelenler ve Tepkiler
14. Mavi İzler (part -1-)
14. Mavi İzler (part -2-)
15. Harfler ve Yıldızlar
16. İlklerin Töreni ~Part-1~
16. İlklerin Töreni ~Part-2~
16. İlklerin Töreni ~Part-3~
17. Yeni Arfa Yolculuk -part 1-
17. Yeni Arfa Yolculuk -part 2-
18. Şah Saray
19- Ruhların Işığı
- Alabanos'ta Yeni arf -
20. Gerçek Güç part-1-
20. Gerçek Güç part-2-
20. Gerçek Güç part -3-
21- Ona Güven
22- Doğru
23. Birlikte
24. Kanat, Üçen ve Göz -part 1-
24. Kanat, Üçgen ve Göz -part 2-
25. Rafların Arasında -part 1-
25. Rafların Arasında -part 2-
26. Zafere Götürecek Plan
27. Alışmak
28. Kanatların Dansı
29. Önemli Bir Sır
30. Kanat Kanada -part 1-
30. Kanat Kanada -part 2-
31. Grinin Fısıltısı
32. Dövüş Yolunda
33. Yumruk Yumruğa
34. Kabusların Efendisi
35. Birleşen Parçalar
36. Yanılmak
37. Yıldız Işığının Altında
38. Küre Efsanesi
39. Tera'nın Gözyaşları
40. Plan -part 1-
40. Plan -part 2-
41. Kabullenmek
42. Ödeşme
43. Mavinin Esiri
44. Panzehir Olmak
45. Kadere Kanat Çırpmak -part 1-
45. Kadere Kanat Çırpmak -part 2-
46. Bedel Ödemek -part 1-
46. Bedel Ödemek -part 2-
47. Kurtarıcı -part 1-
47. Kurtarıcı -part 2-
48. Kader -part 1-
48. Kader -part 2-
48. Kader -part 3-
49. Dönüşü Olmayan Yol
Yankılanan Ağıtlar
50. Final -part 1-
50. Final -part 2-

12- Mavi, Yeşil ve Pembe

1.3K 148 205
By Hidden_Assassin

Medya: "Epic Battle Music VI"

4467 kelimeyle aradan önce uzun bir bölüm yazmış oldum sizlere. Umarım sizleri sıkmam. Bu kitabın en uzun bölümü oldu, bölümleri daha fazla bölüp sizleri merak içinde bırakmak istemedim. iyi okumalar...

Y.Ö. 124 Hiddum Andarun Kalesi

"Eran! Herradenler arasında bir de kız vardı. Pudra pembesi kanatlı bir kız! Ve o kız, beni fark etti!"

İro'nun söylediklerini idrak edememişti Eran. Bir kaç saniye zagzosunun altın sarısı gözlerine, tanımlamak için farklı renkli tüylerin kahverengi arasına serpildiği kanatlarına baktı. Şayet İro bu kadar telaşlı olmasaydı ona asla inanmaz, şaka yaptığını düşünürdü. Ama şu an İro'nun gözleri yalan söylemiyor, Eran'ın vereceği herhangi bir tepkiyi bekliyordu.

"Ne!" Eran'ın verdiği tepki bir sorudan çok şaşkınlık belirtmişti. İro'nun dedikleri beyninde tekrar tekrar yankılanıyordu. Az önce bir kız mı demişti? Hem de pudra pembesi kanatlı bir kız!

"Herradenler geliyor Eran! Ve bu gelenler arasında bir kız var!" İro söylediği her bir kelimeyi vurgulayarak konuşuyordu. Tane tane kelimelere gagasını açıp kapatırken çıkardığı tak tuk sesler de eşlik ediyordu. "Ama daha kötüsü," dediğinde bundan daha kötü ne olabilir diye düşündü Eran, "beni gördü, ne kadar süre bana baktı bilmiyorum ama göz göze geldik o kızla!"

"Endişelenmene gerek yok İro," diyerek İro'nun başına sıkıştırılmış kırmızılı yeşilli tüyleri ayıklamaya başladı. Zagzosu yatıştırmak için gagasını okşayarak konuşmaya devam etti. "Seni bu halde gören kimse tanıyamaz. İçin rahat olsun dostum."

İro biraz sakinleşince Eran rahatlatıcı ses tonuyla sorular sormaya başladı.

"Neler gördüğünü detaylı bir şekilde anlat bana İro; yaşlarını, kanat renklerini, görünüşlerini, aklında kalan her şeyi söyle bana," diyerek sağ elindeki su dolu kadehi İro'ya uzattı.

İro suyu reddederek başını salladı, açtı gagasını yumdu gözünü. Başladı konuşmaya.

"Sayısı on düzineyi bulan Herraden vardı. Bunların çoğu gri kanatlı Gamalar, geri kalanları iki pençemin tırnağını geçmeyen sarı, yeşil, mavi ve mor kanatlı genç erkeklerdi. Bir de beni gören pudra pembesi kanatlı kız, taş çatlasa otuz beş arflıktı (Dünya yılına yöre yirmili yaşlarında) o kız. Bir de sekiz, dokuz komutan vardı. Herkes oturmuş halinden yakınıyordu, sanırım orada mola vermişlerdi."

Kılık değiştirmek için kullandığı sahte renkli tüyleri ve göğsündeki metal armayı çıkartırken söylemişti bunları.

"Ne haltlar karışıyor bilmiyorum ama bunu hemen Gar'hun'a söylemeliyiz Eran!"

Eran, İro'nun son sözleri üzerine ellerini çekip kaşlarını çatmıştı. Ciddi ve tok bir "Hayır, " çıkmıştı ince dudaklarından. Gözlerinin yeşil rengi yerini sarıya devretmiş, kahverengi kanatları kasılarak bedenine yaklaşmıştı.

"Ne demek hayır Eran! Senin ağzından çıkanı kulağın işitiyor mu? Bunu acilen Gar'hun'a bildirmeliyiz!" İro gözlerini kocaman açmış Prenssoya karşı çıkıyordu.

"Gar'hun'a ne diyeceğiz İro? Sen bana gizli örgütlere güvenmediğini söylediğin halde Vaknas'a İro ile Gamaların gidişini bildirdim, dönüşte de Fısıltı Ormanı'nda düzinelerce Herraden görmüş, mü diyelim İro? Hatta pudra pembesi kanatlı bir kız varmış diye eklememi de ister misin?"

Bal rengi gözleri bir anda alev alev maviye dönmüştü. Eran'ın öfkeyle söyledikleri İro'nun bakışlarını ahşap zemine kaydırarak başını öne eğmesine yetmişti. Eran haklıydı, bunu Gar'hun'a söyleseler başları derde girecekti. Bulundukları yerden yarım gün uzaktaki Fısıltı Ormanında avlanmasının mantıklı bir açıklaması da yoktu.

"Haklısın," diyerek gagasından soludu. "Ama Eran," son bir savunma kursağına takıldı, "yarına neler olacağını bilmiyorsun, ya bir saldırı planıysa bu? Ya Herradenler sinsice bir oyun kurmuşlarsa?"diyerek başını kaldırıp Eran'a baktı.

"Herradenlerin sinsice bir planı olduğu aşikar, ama bu planın kılıçlı kalkanlı bir savaş planı olduğunu sanmıyorum. Az evvel bana anlattıklarına bakılırsa bunlar yeni arfta buraya gelecek olan Herradenler. O kadar genç ve tecrübesiz gönüllülerle Andarun'a saldırmak akıl kârı değil. On düzine Herradenle düşecek bir yer değil Andarun. Hadi diyelim buradan giden Gamalar da onlara katıldı, Neredeyse beş bin seferdar, dört prenssoy, sayısız zagzos ve düzinelerce ejderha süvarisine karşı ne yapabilirler ki? Herradenlerin bile bile ölüme gelip yoktan yere bir savaş başlatacaklarını sanmıyorum dostum," diyerek sözünü bitirdi.

Bu açıklamadan sonra İro ısrarından vazgeçmiş "Haklısın," demişti. Bu duydukları yüreğine su serpmiş onu sakinleştirmişti. Eran'ın göz rengi maviden sarıya dönerken kısa sakalları arasından yüzüne belli belirsiz tebessüm yerleşti.

"O zaman bu anlattıklarından kimseye bahsetme İro. Yarın Andarun karışacak gibi duruyor, bir de bunu Gar'hun'a söyleyerek kendi başımızı yakmayalım."

Kumardan farksızdı Eran'ın kararı. İro'ya belli etmese de çoktan yarın olabilecek kötü durum senaryolarını zihninde bir bir sıralıyordu. Yine de Gar'hun'un emrine karşı gelip Vaknas'a mektup uçurduğunu kimseye söylemeye niyeti yoktu. Şayet bunu birine söylemek ya örgütten atılmasına ya da Gar'hun'un öğretmenliğini bırakmasına neden olabilirdi.

Bu konu hakkında düşündükçe ensesinde ve şakaklarında ter damlaları oluşuyordu. Bunalarak iki eliyle uzun saçlarını yüzünün önünden çekti. Kararını çoktan vermişti. Bu kararın ne kadar doğru ya da yanlış olduğunu düşünmeyi bırakıp İro'ya yeni bir soru sordu.

"Mektubu Vaknas'a ilettiğinde neler oldu peki?"

"Aslında..." diyerek bir iki saniye duraksadı, "...mektubu Vaknas'a vermem biraz uzun sürdü. Göğsümdeki metal armayı görene kadar beni tanıyamadı. Neyse ki Vaknas'ın sağ kolu Mu, beni tanıdı. Mektubu alıp okudular, başka bir odaya geçip konuştular. Beş dakika kadar orada dinlendim sonra Vaknas'ın dostu bilgilendirme için teşekkürlerini sunup gidebileceğimi söyledi."

"Peki ya onlara Herradenler hakkında bir şey söyledin mi?"

"Fısıltı Ormanı'na mektubu ilettikten sonra uçmuştum. İki saatlik uçuşun üstüne bir de Herradenleri görünce çok şaşırdım," diyerek utana sıkıla başını eğdi. " Üstelik pudra pembesi kanatlı kız da beni fark edince telaşlandım, bu haberi hemen sana iletmeyi düşünebildim o an. Affet, telaşa kapıldım." Sesi titremişti İro'nun. Telaşa kapıldığı için utanmış, hata yaptığını düşünerek Eran'dan af diliyordu.

"Başını eğme dostum, kötü bir niyetin yoktu. Bunu gelip ilk bana söyleyerek en doğrusunu yaptın," diyerek İro'nun başını okşadı. "Yorgunsun; biraz uyu, dinlenmeye çalış. Yarın sabah erkenden kalkacağız."

İro, Eran'ın çıkışmamasına sevinerek rahatladı. Ayağa kalkan prenssoyun ardından kanatlarını gerip tüneğine uçtu. Eran'ın onu sakinleştirmesine sevinse de bunu Gar'hun'a söylememek kötü hissetmesine neden olmuştu. Tüneğine varınca ilk işi, buzullar yaratan soğuk nefesiyle etrafındaki mumları söndürmek olmuştu.

Eran ise İro'yu beklerken okuduğu tarih kitabını eline almış sayfalarında göz gezdiriyordu. Kafasındaki sorular yüzünden okuduğunu anlamıyordu, beyni paydosu verince kitabı rafa kaldırıp kahverengi kanatlarını sırtındaki keselere sakladı. Şömineye bir odun atıp İro'nun soğuk nefesinden uzakta kalan meşale ve mumları söndürdü. Yavaş adımlarla yatağına yöneldi.

Kafasını sert yastığa koyar koymaz milyonlarca düşünce nöronlarına hücum etmişti. Yarın neler olacaktı? Doğru kararı vermiş miydi? Bir kız neden Andarun'a gelirdi ki? Üstelik Hiddarunlar kızların Seferdar olmasına izin vermezken Andarun'a bir Herraden kızının gönüllü olmasını aklı almıyordu. Bir de Gama değildi bu kız; pudra pembesi kanatlıydı. Bir Eria idi; aldığı dersler ve Vaknas'ın toplantılarında öğrenmişti şifa gücüne sahip olduklarını. Herradenlerin aptal tanrıları Alaban'ın şefkatli kızı Eroya'dan geliyordu bu isim.

Yatağında dönüp dururken bunları düşünmüştü. Uykuya daldığında gece yarısı anca olmuştu.

y.ö 124 Hiddum Ak Vadi

Gecenin lacivertine gökteki yıldızlar ışık tutarken Amenia ve gönüllü Herradenler, geceyi geçirecekleri Ak Vadiye gelmişlerdi. Burada yalnız değillerdi, onları Andarundan dönen Gamalar karşılamıştı. Yeni gönüllüler ve eski gönüllüler çoktan birbirlerine bakarak grupları arasında fısıldaşmaya başlamışlardı. Komutanların emri üzerine her grup kendilerine ayrılan çakıl zeminlerde oturup dinlenmeye başlamıştı bile.

Gidenler de gelenler de çok yorgundu. Hele Amenia; fısıltı ormanında yeterince dinlenmediği için yorgunluktan bitap düşmüştü. Üzerindeki, ona en az üç beden büyük gelen, zırhın metal halkaları her kanat çırpışında tüylerini kanata kanata yolmuştu. Kanatlarının sırtındaki keseyle birleşen yerdeki yara kabukları bu şekilde oluşmuştu. Üstelik zayıf kolları çantasının ağırlığı yüzünden ezilerek çürümüştü. Yere konmaya yakın birkaç dakikalığına omuzlarındaki yükü narin beyaz ellerine devredince parmaklarının ucu pembe pembe olup su toplamıştı.

Yorgunluk ve can acısı yüzünden etrafına bakamamıştı bile, alabildiğince düz vadiye konar konmaz çakılların üzerine oturup soluklanmıştı. Gecenin renkleri arasında baskın gelen pudra pembesi kanatlarına aldırmadan gözlerini yumup bu acıya son vermek istemişti. Eria gücünü kullanmak sadece on saniyesini almıştı. Pembe gözlerini yummuş, tüylerinin arasından toz pembe ışık sızan kanatlarını göğü kucaklar gibi havaya kaldırmıştı.

Eria gücü; ağrılarını, kanat kramplarını, parmak uçlarındaki su toplayan taze yaralarını suyun tuzu çözmesi gibi bedeninden ayırmış yerine huzurlu bir yorgunluk kalıntısı bırakmıştı. Bu küçük ve parlak seremoni bütün gönüllülerin bakışlarını Amenia'ya çevirmelerine yetmişti.

Gözlerini açtığında bütün bakışların üzerine çevrildiğini fark etmişti. Utancın etkisiyle kar beyaz yanakları kanatları gibi pembe pembe olmuştu. Parus, Gawan ve Tamh da yorgunluktan tek kelime bile etmeden yanına oturup Amenia'yı izlemeyi tercih etmişlerdi.

İlgiyi ve dikkati üzerlerine çekmeye çalışan tecrübeli gönüllüler neredeyse bir arftır yaşadıkları anıları yüksek sesle anlatmaya başlamışlardı. Kimi yakınında dinlenen yeni gönüllülere gururla bedenindeki ve yüzündeki yara izlerini gösterip nasihat ediyor, kimi ise yaşanmayan olayları gerçekleşmiş gibi anlatarak gözlerini korkutmaya çalışıyordu. Amenia da dahil herkes sessizce anlatılanları dinliyordu. Hiddarunların hiç yıkanmadıklarından, yemekte çürümüş et yediklerinden, hatta ihanet edenleri kokana kadar paslı zincirlerle kulelerden sallandırdıklarını anlatıyorlardı. Dediklerinin üçünden biri anca doğru oluyordu.

Bu çoğu uydurma hikayeler devam ederken komutanlar vadinin merkezine bir ateş yakmış yanına da orta büyüklükte bir çadır kurmakla uğraşıyorlardı. Desan ve diğer komutanlar bir arada önce çadırın iskeletini oluşturacak tahta sopları ve kalın sırıkları birbirine kenetlemişlerdi. Ardından rengi kanatları gibi gri olan kumaş parçalarını üst üste yığıp bir saatten kısa sürede çadırı tamamen oluşturmuşlardı. Çalışırlarken ateşi harlamayı da ihmal etmemişlerdi.

Birazdan yapılacak olan toplantıda küçük bir ziyafet verilecekti. Harlayan ateşin üzerine, daha yeni avlandığı deşilen karnından damlayan al renkli kandan anlaşılan iki sülin koyulmuştu. Taze et ateşin üzerinde pişmeye başladıkça çıkan cızırtılara leziz kokular da eşlik etmişti. Gönüllüler özellikle de Tamh bu leziz kokuyu duyunca ağzını şapırdatmıştı. Nar gibi kızaran etten ateşin üzerine süzülen yağ damlaları tecrübeli gönüllüleri susturmaya yetmişti. Sabırları sınanan gönüllüler bu ziyafetten bir kıymık bile alamayacaklarını öğrendiklerinde hüsran ve öfkeyle homurdanmışlardı.

Bu işkence, elinde iki şişe makton birası olan komutanın eti ateşten alıp çadıra götürmesiyle son bulmuştu. Ateş sönüp is kokusu leziz kokuyu bastırınca gönüllüler açlığı unutup uydurma hikayelerine devam etmişlerdi. Uğultular eşliğinde komutanlar da birer birer çadıra girince toplantı başlamış oldu.

Öncelikle Andarun'dan gelen başkomutan konuşmaya başladı. Neredeyse bir arftır olanı biteni anlatıyorlardı görevi devralacak tecrübeli komutanlara. Son günlerde Andarunda yaşanan havadisleri anlatırken herkes pür dikkat onu dinliyordu.

Elindeki ahşap kadehten birasını yudumlayıp konuşmaya devam etti. Bu sefer prenssoylar hakkında bilgi veriyordu. Eran ismi geçince sesini gürleştirip kaşlarını çatarak devam etmişti söze.

"Komutanlar, prenssoylar arasında en çok dikkat etmeniz gereken kişidir Eran. Size anlattığım aslan saldırısın yaşandığı gün; Yüce Alaban'ın kanından kadim Feuro Albaura'nın elleriyle yazılmış mektubu okuyordum komutanlara. Bir hafta içinde Andarundan çıkmamız isteniyordu, çünkü elimizdeki bilgiler mektupla ulaştırılamayacak kadar mühimdi. Tam bu konuda konuşurken kapının kilidi gürültüyle kırıldı. Eran kollarında bir cesetle içeriye giriverdi. Kollarındaki cesedi planlarımızın üstünde bulunduğu masaya bıraktığında bir an için işlerin karışacağını, Eran'ın her şeyi fark edeceğini sandık. Silahlarımızı çekerken Eran bağırarak konuşmaya başladı. Neyse ki bu bağırış çağırışın nedeni aslan tarafından öldürülen Seferdar idi. İçindeki öfke selini boşaltınca odadan çıktı gitti. Şayet ki öfkesi gözünü kör etmese bu gün korkunç bir yıkımın içinde savaşıyor olabilirdik," diyerek anlatmıştı olanları.

Desan bu duyduklarını diğer komutanlar gibi garipsememişti aslında. Bu Andarun'a üçüncü gelişiydi. Son gelişinin üstünden on arf geçmişti ama Gar'hun'un tek öğrencisi Eran'ı unutmamıştı. O zamanlar Eran; bıyıkları yeni terleyen, diğer prenssoylardan yaşça küçük ama çok zeki ve hırslı bir Hiddarun idi. Çok küçük yaşlarda Andarun'a terk edildiğini biliyordu. İlk komutanlığında, bir arf boyunca, Eran'ın diğer prenssoylardan daha zeki ve güçlü biri olduğunu anlamıştı Desan. Demek Eran tavrından taviz vermeden büyümüştü. On arf içinde daha çok güçlenip hırslanmış olmalıydı. İçinden, Gar'hun gibi birisine böyle bir öğrenci yakışırdı diye düşündü. Gar'hun deyince bir kaç dakika duraksayıp çarpık tebessüm yerleştirdi yüzüne. Geçmişteki büyük küçük anılar canlanmıştı gözlerinin önünde.

Gelen komutanların konuşmaya başlamasıyla düşüncelerinden arınıp toplantıyı dinlemeye devam etti. Konuşma sırası ona gelince kadehlerdeki biralar çoktan bitmiş, komutanlar kemiklerdeki etleri sıyırıyorlardı.

Desan'ı dinleyen komutanların akıllarından geçenler hemen hemen aynıydı. Gelen ilk kızın bir Eria olmasına herkes şaşırmıştı. Bundan daha şaşırtıcı olan ise kimse bu kızı istemezken Desan kendi grubunda olmasını teklif etmesiydi. Desan'ı tanıyanlar onun gibi birinden böyle bir davranış beklemezdiler. Bunu neden yaptığını kimseler anlamamış, komutanlık arflarını (yıllarını) ve şu anki grubunu anlatmasını dinlemişlerdi.

Toplantı sona erince komutanlar birer birer çadırdan ayrılıp gruplarının başına geçmişlerdi. Tecrübeli gönüllüler masallarına son verip çakıl zemine serdikleri pelerinlerinin üzerinde uyumaya çalışıyorlardı. Yeni gönüllüler ise kendi grupları arasında konuşmaktaydılar.

Gawan ve Tamh birbiri arasında kurduğu muhabbeti derinleştirmekle meşguldüler. Tamh'ın yanında iyice cılız gözüken Gawan, aklına gelen en lezzetli yemekleri sayarak yanındaki iri cüsseli Gama'nın açlığına çomak sokuyordu. Amenia ise sessizce yıldızları izleyerek ailesini düşünüyordu. Buraya geldiklerinden beri Parus'un sesi soluğu çıkmamıştı. Kaçamak bakışlarla yıldızları seyreden Amenia'yı gözlüyordu. İç dünyasında kaybolmuş, gözleriyle pudra pembesi kanatlara dalıp gitmişti.

Yorgunluktan ya da dalğınlıktanmıdır bilinmez kimse Desan'ın yanlarına geldiğini fark edememişti. Desan gri gözlerini sırayla sorumlu olduğu gönüllülerin üzerinde gezdirmişti. Bakışlarında bir kaygı vardı. Toplantıdan sonra öğrendikleri yüzünden yarın neler olacağını kestiremiyordu. Hiddarunların bu sürpriz gelmelerini nasıl karşılayacaklarını düşünüyordu. En çok da Amenia için endişeleniyordu.

Derin bir nefes alıp endişesini yüzünden silmeyi denedi. Nefes işe yaramasa da gecenin karanlığı yüzünü gölgede bırakmış, ifadesini gizlemişti.

"Anlaşılan herkes uyuyacağı yeri seçmiş, yeterince yorgun ve mutlu. Gün doğana kadar uyumaya çalışın derim, yarın uzun bir gün olacak," diyerek yüzündeki ketum ifadesini bir anlığına tebessüme çevirmişti.

"Komutan Desan!" Konuşan Gawan idi, heyecanla sesini yükselterek, "Bir çadır ya da barınakta uyumayacak mıyız? Geceyi çakıl zeminde geçirmeyeceğiz değil mi?" demişti.

Komutan Desan cevap vermeden önce sessiz bir gülümseme yerleştirmişti yüzüne.

"İstersen çantanı yastık olarak kullanabilirsin, yerdeki taşları ve böcekleri güzel yüzünden uzak tutar. Battaniye olarak çalı ya da sarmaşık kullanma derim, zehirli olabilir. Sabaha kadar kaşınmaktan uyuyamazsın."

Gawan cevap vermek yerine gizlice kaşlarını çatmıştı. Komutan Desan herkese alaylı bir iyi geceler dileyerek etrafına bakındı. Kendisinin ilk kez gönüllü olduğu an geldi aklına. Komutanlarının onları Dehlü Denizi'nde uyumalarını emrettiği gün de Gawan'daki yüz ifadesi kendisinde vardı.

"Buraya tatil için gelmedin genç Gama. Hiddum'a ayak bastığın anda gönüllülük görevin başladı. Burasının akademiye benzemeyeceği sizlere söylendi. Sizler de buraya gönüllü olarak geldiniz. Şimdi başka kimsenin bir sorusu yoksa merkezdeki çadırda olacağım, uyumaya çalışın derim."

Desan'ın dediklerinden sonda kimse çıt çıkarmadan çantalarına yönelmişti. Amenia da diğerlerini izleyerek çakılların az olduğu bir yere geçip beceriksizce uyumak için bir yer yapmıştı. Annesinin sıkış tepiş doldurduğu çantasında pembe bir yastık bulunca dünyalar onun olmuştu. Zırhını çıkartacağı sırada Parus'un "Ne yapıyorsun aklını mı kaçırdın? Burası Hiddum, o zırhı çıkarmayı aklından bile geçirme," demesiyle şaşırmıştı. Mecburen zincirleri şıngırdayan, yorgun bedenine yük olan zırhla uyuyacaktı. Kanatlarını sırtına çekip çantasında bulduğu gri pelerini bedenine doladı. Uzun zaman sonra ilk kez yıldızların altında uyuyacaktı.

y.ö 124 Hiddum Andarun Kalesi

Eran sabaha kadar yatağında dönüp durmuş, beynini kemiren düşünceler yüzünden uyuyamamıştı. Kırık beyaz yatak örtüsü; sağa sola ani manevraları yüzünden yerinden çıkarak bedenine dolanmıştı. Henüz şafak sökmeden yatağını terk edip zırhını kuşanmış odasının pencerelerini açmıştı.

Kahverengi kanatları ile siyah zırhı uyum içindeydi bu sabah. Hala kulede asılı duran cesedin kokusunu taşıyan serin esintiyle uzun saçları dalgalanıyordu. Gunagola derisi zırhı talimde parçalandığı için şu an elinde bulunan en sağlam zırhını kuşanmıştı. Her bir zincirin üzeri tüy motifi kaplı bu zırhın bel, kol ve bacak yerinde gizli bıçakları vardı. Boynunda bir tam turunu tamamlayan soluk siyah kumaş parçası incelerek karnına uzanıyordu. Savaş olabilir diye bu zırhı seçmişti.

Yıldızların silinip yerini kızıllığa bırakan yeni günde rüzgara eşlik eden leş kokusu daha çok artmıştı. Bu koku İro'yu da uyandırmıştı. Bir önceki günün tekrarından ziyade, leş kokusuna eşlik eden fırtına öncesi sessizlik vardı bugün. Prenssoy camı kapatıp odasındaki kitaplığın yanına geçtiğinde tedirginliği bal rengi gözlerinden okunuyordu. Her zamanki gibi saçlarını toplayıp keskin kılıcını belindeki kabzaya yerleştirdi. Yatağını düzeltip çalışma masasına baktı. Günlüğü ve yıldız defterleri kilitli çekmecede, notları, dün gece koparttığı kanat tüyü... Her şey olması gerektiği gibi düzen içindeydi. Elinde kitaplar, omzunda İro ile odasından ayrıldı.

Beş kat aşağıdaki yemekhaneye inmişlerdi. Bu gün İro'nun bile iştahı yoktu. Herradenlerin geleceğinden haberi olmayan nöbetçiler neşe içinde Eran'a güzel sabahlar diliyorlardı. Hatta ejderhalara bile ziyafet verilmişti bugün. Daha Nebulio doğmasa da uyanan Hiddarunların neşeli şarkıları koridorlarda yankılanıyor yemekhaneden bile duyuluyordu.

İro isteksizce Eran'ın omzunu terk edip zagzosların yemek yediği bölüme gitmişti. Erken saat yüzünden yemekhane sakindi. Tek başına kalan Eran her zamanki yerine geçip kahverengi kanatlarını gerdi. Bu gün miğfer takmamıştı, saçlarını toplasada inatçı kahverengi tutamlar adım attıkça tokadan firar edip serbest kalmıştı. Çatık kaşlarının ardından yeşilden sarıya sonra tekrar sarıdan yeşile renk değiştiren gözleri parlıyordu. Bir yandan meraklanıyor bir yandan da hata yaptığını düşünerek kaygılanıyordu. Düşüncelerine dalıp gitmiş açlığını bile hissetmiyordu. Ellerini kenetleyip dirseklerini masaya dayadı. Başını da ellerinin üstüne koyunca dua ediyormuş gibi göründü.

Gar'hun'un zehirlenmesi ardından sıkı denetimden geçen aşçılardan biri neşe içinde Eran'ın masasına yönelmişti. Siyah ve beyazın satranç tahtası gibi damalar oluşturduğu kanatlarına kızarmış et kokusu sinmişti. Orta havza şivesiyle "R" harfini bastırarak ve uzatarak " Prenssoyum, Nebulio'nun nuru üzerinize olsun," demiş ve masayı yiyeceklerle donatmıştı. Saçları kazıtılan kafası mum ışığını yansıtacak kadar parlaktı. Bütün yemekleri kendi elleriyle hazırladığını ve yabancı kimseyi mutfağa sokmadığını belirterek kendini övmeyi ihmal etmemişti.

Eran aşçıya teşekkür edip görselliğe bakmadan bir iki lokma anca yiyebildi. Tatlı şurupla marinelenmiş etin tadı bile yavan geldi. Soğuk suyu kadeh kadeh midesine gönderip masadan kalktı. Elinde tarih notları sayfaların arasına sıkıştırılmış iki kitap ve omzunda İro ile talim alanına gitmek için yemekhaneden ayrıldı.

Daha düne kadar Herradenlerin cirit attığı koridorun sessizliği tüyler ürpertici gelmişti. Kapıları ardına kadar açık odalarda kimsecikler yoktu. Saatler sonra yeni Herradenlerin gelip bu odalara yerleşeceğini bilmek canını sıkmıştı. Koridor boyunca karşılıklı dizilmiş nöbetçilere selam verip merdivenlerden aşağı indi.

İro tek kelime etmemiş, aralık kalan gagasından derin derin solumuştu. Gergin olduğu gözlerinden okunuyordu. Eran ona göre daha sakindi. Kahverengi kaşlarının altındaki gözleri istem dışı yeşile bürünmüş bir ormanı anımsatıyordu. Gün geçtikçe milim milim uzayan sakallarına götürdü ellerini. Açık kumral teni ve toy görüntüsünü gizleyen sakallarını düzeltirken yazılı talim alanına vardı.

Tavanı yüksek kütüphaneye benzer bu alanda ilerledi. Kaç kat olduğunu sayarken baş döndüren kitaplıklar ve içleri tıklım tıklım kalın ince ciltli el yazmalarıyla dolu kitaplar. Oval pencerenin önüne yerleştirilmiş bakır renkli devasa bir teleskop, sonu perspektif noktasına dek uzanan ahşap bir masa ve sayısı yüzleri bulan karşılıklı dizilmiş sandalyeler. Biraz daha ileride, buraya adını veren, tek kişilik sıralardan oluşan talim alanı...

Eran'ın kütüphane ve yetenek talim alanından sonra en çok vakit geçirdiği yerdi burası. Otuz sekiz arflık (Dünya yılında 23-25 yaşlarında) ömrünün neredeyse dörtte birini kitaplar arasında geçirmişti. Diğer prenssoylardan daha iyi olmasının nedenini sadece kılıç kullanışından, özel gücünden ya da yönetim stratejilerinden ziyade; astronomi, tarih, bilim, fen ve matematik çalışmasından kaynaklandığını düşünüyordu.

Ailesini, nerede doğduğunu ya da nereden geldiğini hiç bir zaman öğrenememişti. Andarun'daki ilk gününde, lacivert kanatlı prenssoy onu kuleden atıp sağ kaldığında Gar'hun'un tek öğrencisi o olmuştu. Uzun zaman; eğer her şeyi öğrenirse bir gün ailesini de bulabileceğine inanmıştı. Ama büyüdükçe aile özlemi zamanla tükenmiş içindeki sevgi eksikliği onu hırslı birine dönüştürmüştü. Arflarca kimse onu merak etmemiş, bir mektup bile yazmamıştı. Zamanla ailesinin öldüğüne inandırmıştı kendini. Artık öğrendiklerini kendisini geliştirmek için kullanıyordu sadece.

"Bakıyorum da bu gün erkencisin Eran," Gar'hun'un sesiyle tebessüm ederek arkasına döndü.

"Seni şaşırtmak istemiştim Gar'hun. Belli ki işe yaramış," yüzündeki tebessümün altında tedirgin ifadesini gizlemeyi başarsa da gözlerinin rengi hislerini ele veriyordu.

"Açıkçası şaşırdım. Şaşırdım da ama sen benden daha çok şaşırmışsın." Eran'ın çimen rengi gözlerinden anlamıştı şaşırdığını. "Ne oldu yine neler geçiyor aklından?"

Eran gözlerini kaçırıp elindeki kitaba bakınca aklına gelen ilk cevabı söyledi.

"Dünden beri tarihimizi okuyorum Gar'hun. Bundan daha şaşırtıcı ne olabilir ki?"

"Çok doğru söyledin," bu cevaba inanmıştı Gar'hun. Bir sandalye çekerek devam etti sözüne," Hadi otur karşıma. Madem seni bu kadar şaşırtan bilgilerle doldu kafan, e hadi sınayalım şu aklı," diyerek oturdu.

Eran sol omzunda İro'yla karşısına oturunca Gar'hun başladı sorular sormaya. Öğrencisinin yorgunluğunu fazla çalışmaktan sanmıştı. Eran bütün sorulara saniyesinde doğru cevap veriyordu. Mola vermeden saatlerce tarih konuştular. İlk kraldan şimdiki krala gelene kadar neredeyse beş saat geçmişti.

y.ö. 124 Hiddum- Batı Sahili Yolu

Dört saatlik kısa bir uyku ardından Herradenler yolculuklarına kaldıkları yerden devam etmişlerdi. Şafak sökerken uyudukları vadiye adını veren ak çakıllar ala renginde parlamış, komutanlar boğazlarını yırtarcasına bağırarak herkesi uyandırmışlardı. Herradenler gelenler ve gidenler olarak tekrar ikiye ayrılmışlardı. Amenia'nın da içinde bulunduğu gelenler uyanır uyanmaz Andarun yolunda uçmaya koyulmuşlardı.

Batı Sahili Yolu'na varana kadar uçmuşlardı. Yolculuk komutanları bile yormuştu. Kanatlarında derman kalmayınca yolun devamını yürüme kararı almışlardı. Batıdan esen tuz kokulu deniz rüzgarları biraz ferahlatsa da tam tepedeki Nebulio herkesi zırhlarının içinde pişiriyordu. Amenia gibi zincir zırh giyenler daha şanslı sayılırdı. Amenia'nın yanında yürümekte olan Gawan, Tamh, Parus ve Komutan Desan Nebulio yetmezmiş gibi bir de zırhından parlayan ışıklara katlanıyorlardı.

Dört saatlik kısa uyku Amenia'ya iyi gelmişti. Yerdeki çakıllar ve küçük böcekler uykusunu ara ara bölse de dinlenebilmişti. Küçükken babasıyla gece ormanda kaldığı günü anımsatmıştı bu olay. Pamuk beyaz elleriyle kızıl saçlarını düzelttirip düşünmeye başladı. Acaba ailesine ne zaman mektup yazacaktı? Peki ya mektubu nerede yazacaktı? Grubundakilerle aynı odada kalacaktı, en azından Amenia öyle düşünüyordu. Komutan Desan'a sorması gereken bir çok soru vardı.

"Komutan Desan?" Geç kalmıştı. Gawan gür sayılabilecek sesiyle Desan'a sesleniyordu.

"Söyle Gawan."

"Andarun hakkında soracaklarımızı Hiddum'a saklayın demiştiniz. Size sormak istediğim bir kaç soru var."

"Sor bakalım sorularını," diye onayladı. "Ama," sorulara şart ekleyecekti belli ki, "mantık dışı, sinir bozucu ya da aptalca bir şey sorarsan bir daha soru hakkı tanımam onu bil." Komutan Desan'ın bu şartı Amenia için koyduğunu herkes fark edip kıkırdamıştı. Ardından Gawan heyecanla konuşmaya başladı.

"Hayır, hayır efendim. Bu sorular tamamen Andarun ve bizimle ilgili." Gawan'ın soracaklarını herkes merakla bekliyordu. "Andarun'a gittiğimizde kalacağımız odalar nasıl ve kaç kişilik olacak? Orada yıkanabilecek miyiz? Bir önceki grupların dediklerine göre Hiddarunlar hiç yıkanmıyorlarmış. Herkes haftada bir dereye gidip temizleniyormuş. Andarun'da ham ham yok mu?"

Gawan'ın soruları üzerine Desan istem dışı sesli olarak gülmüştü. Elini şakaklarına götürüp konuşmadan önce ciddiyetine geri döndü.

"Anlaşılan tecrübeli gönüllüler sizinle iyice eğlenmiş. Yüce Alaban'ın ak kanatları aşkına; dediklerini sormadan önce düşündün mü? Gawan inan bana bu tarz soruları Amenia'dan beklerdim ama senden duymak kadar komik olmazdı," kendisini tutamayıp yine gülmeye başladı. Derin bir nefes alıp devam etti, "Andarun kalesinden bahsediyoruz; orası savaş eğitimi konusunda olduğu gibi bilimde ve araştırmalarda ileri bir kale. Ama illa nasıl bir yerde bir arf geçireceğini merak ediyorsan söyleyeyim; buradaki grup sistemi gibi her odada belli gruplar kalacak. Her odada temizlenmeniz için birer mermer küvet olacak. Hatırlarsanız sizlere daha yolculuğun en başında yanınızdakilerle İyi geçinmeye bakın demiştim..."

"Ne yani Amenia da mı bizimle birlikte kalacak?" Gawan şaşkınlıkla sitem ederek Desan'ın sözünü bölmüştü. Amenia da şaşırmış, biraz da utanarak komutanın ne diyeceğini merak etmişti.

"Andarun'a tatile gideceğini mi sandım genç Gama!" Haddini bil, hepiniz buraya gönüllü olarak geldiniz. Hiç biriniz diğerinden üstün değil," diyerek çıkışmıştı Desan.

"Özür dilerim komutan Desan," demişti Gawan öfkesini sindirmek istercesine yutkunarak. Yapmacık bir hüznü mimiklerinde gezdirdi. Elini yanları kazıtılmış saçlarına götürdü. Dişlerini sıktığı belli olmasın diye ağzını sıkı sıkı kapattı. Gözlerinin grisi parlarken Amenia'ya bir bakışı vardı ki genç kız ürpermişti.

"Oraya varınca Amenia'ya bir oda ayarlamaya çalışacağım, o zamana kadar herkes duysun ki Amenia sizinle birlikte kalacak. Herkes birbirine göz kulak olacak." Sakince söylemeye çalışmıştı bunları. Gerginliği yüzünden Gawan'a bağırıp kızmıştı. Cümlesini bitirip adım hızını arttırdığında tiz bir ses işitti.

"Komutan Desan?" Bu sefer de Amenia konuşuyordu. Parus ve Tamh'ın gri gözleri saçma bir soru sormaması için yalvarıyordu adeta.

"Akıl kârı bir sorun varsa konuş Hern'in kızı, yoksa cinnet geçireceğim."

"Ailelerimize nasıl mektup göndereceğiz?"

Desan dahil herkes saçma bir soru beklerken Amenia herkesi şaşırtmıştı.

"Güzel soru," diyerek destekledi Parus. Çünkü o da bunu merak ediyordu.

"Haftanın belli zamanında tüccar Yosalar Hiddum'a gelirler. Eskiden mektupları onlar alıp Alabanos'a kadar iletirdi. Belli bir gün ya da zamanı olmazdı, çünkü mektubu alan tüccardan tüccara değişirdi bu gönderme işi. Kimi iki haftada iletir kimi yolculuk sırasında bunu kaybederdi. Geçen iki arftır yeni bir sistem uygulanıyormuş. Mektuplar artık kutsal kuşlarla geçitlere gönderiliyormuş. Bu daha güvenli ve daha hızlı oluyormuş."

Dünkü toplantıda öğrenmişti bunu Desan'da. Bu bilgiyi grubuyla paylaşınca başka soru duymamıştı. Amenia bu cevaba şaşırmıştı. Pudra pembesi kanatlarını bedenine yaklaştırıp yürümeye devam etti. Ne kadar farklı çözüm yolları buluyordu Herradenler. Kim bilir Hiddarunlar neler yapıyordu.

İki saatlik yürüyüşün ardından sahil yolu sona ermişti. Zemini özenle dizilen taşların oluşturduğu yolda yürüyordu Amenia. Andarun Kalesi'ne varmak üzerelerdi. Ufuktaki dağların ardında devasa kuleler boy gösterince nefesi kesilmişti. Ömründe böyle güzel bir yapıt görmemişti. Bu kadar uzaktan devasa gözüken kalenin üç kulesinde de sancaklar dalgalanıyordu. Pürüzsüz duvarların ilerledikçe renk değiştirdiğini fark etmişti hemen! Kulelerin üzerinde uçanlar, onlar Hiddarunlar mıydı yoksa? Buradan bakınca ne kanat renkleri ne de yüzleri anlaşılıyordu. Uçuşları, duruşları tıpkı kendilerine, Herradenlere, benziyordu.

"Herkes birbirine yakın dursun. Gruplar bir araya gelin! Andarun'a geldik!"

y.ö 124 Hiddum Andarun Kalesi

Batı Kulesindeki çan silindirler ritmsizce çalmaya başlamıştı. Her kulenin kendine has çanları olurdu, daha pes ve derin sesin batı kulesinden geldiği anlaşılıyordu. Çan seslerine borazan sesleri de eşlik edince yüzlerce Hiddarun koridorlara akın etti. Bu sesler talim alanlarından da rahatlıkla duyuluyordu.

Gar'hun sesleri duyar duymaz ayağa kalkmış, kaşlarını çatarak Eran'a bakıyordu. Neler olduğunu anlamamış hiddetle öğrencisine yukarıya çıkmasını emretmişti. Eran ise öfkeden mavileşen gözleriyle İro'ya bakıyor, içinden "İşte geldiler," diye söyleniyordu.

"Batı çanları Eran! Beklenmedik misafirlerimiz var, hazırlıklı ol bu bir saldırı olabilir!" Gar'hun gri kanatlarını açmış koridorda uçarak ilerliyordu. Öğretmeninin ardından uçmaya başladı Eran. Koridorların kubbe tavanları yüksek ve geniş olduğu için iki iri Hiddarun rahatlıkla uçabiliyordu.

Gar'hun'un ona odasına gitme emrini vermeyişine şaşırmıştı aslında. Ne zaman bir olay çıksa Eran'ı korumaya çalışır odasına gönderirdi. Ya Gar'hun çok telaşlanmıştı ya da artık Eran gücünü öğretmenine ispatlamıştı. Her iki durumda da kanada kuvvet dakikalar içinde seferdarların üstünden uçarak ilerlediler. Batı koridorlarına varmak üzereydiler.

Eran hala daha Herradenlerin gelişini söylemediği için kendisini kötü hissediyordu. Belki de yanılmıştı bu bir saldırıydı. Arkalarında kanatlarıyla havayı okşayarak gelen İro'ya baktı. Zagzos'un altın renkli gözleri Eran'ın mavi gözlerine kenetlenmişti. Her ikisinde de öfke duygusu tedirginliklerinden baskın gelmişti.

Batı kapısına gelindiklerinde Nöbetçilerin dedikleri Gar'hun'u ve diğer herkesi şaşkınlık içinde bırakmıştı. Herradenlerin geldiğini duyan herkes kılıçlarını çekmeye hazırlanırken yeni bir sürpriz daha duyarak afallamıştı. Bu sefer gelenler sadece Gama ya da erkek değillerdi. Eran ve İro'da sanki bunu ilk kez duşmuş gibi karşılamıştı.

Tam tersi istikamette gelmekte olanlar da duymuştu bu çan seslerini. Temkinli komutanlar gönüllüleri arkalarına alarak ilerlemeye devam etmişlerdi. Amenia bu çan ve borazan seslerini duyunca ürpermişti. Kaleye hayranlıkla bakarken rüzgarın peşinde sürüklediği leş kokusunu duymuştu. Üstelik bu kokuyu alan sadece o değildi.

Kafasını kaldırıp rengi kızıllaşan göğe baktığında ellerinde mızraklarla onlara yaklaşanları görmüştü. İlk kez bir Hiddarun görmek mi yoksa onlara saldıracaklarını sanmak mı heyecanlandırmıştı onu, karar veremedi.

"Derhal durun! Buraya gelemezseniz! Durmazsanız bunu bir saldırı olarak değerlendireceğiz!" Nebulio yüzünden gölgede kalan Seferdar kılıcını çekerek başlamıştı söze.

"Esas siz durun! Buraya Feuro Albauro'nun emriyle geldik. Kılıçlarınızı kınına sokun, niyetimiz saldırmak değil, buraya yeni arfın gönüllüleri olarak geldik," başkomutan cevap vermişti. Elini zırhının cebine götürüp bir parşömen uzatınca Seferdar'ın sesi kesilmişti. Bir cevap vermek yerine yürüyerek onlara eşlik etmeye başlamıştı.

Seferdar yere konunca gerginlik azalmıştı. Andarun'dakiler bunun bir saldırı olmadığını anlasalar da habersiz gelişe bir anlam verememişlerdi. Batı kapısının önüne dizilen herkes öfkeyle Herradenlere bakıyordu. Herradenler de nefret ve aşağılayıcı bakışlarını sergileyerek Batı Kapısı'na vardılar.

Eran bu bakışları, alaycı gülüşleri ezberlemişti artık. Öfkeden maviye dönen gözlerini gönüllülerin üzerinde gezdirdi. Tam da İro'nun anlattığı gibi Gamaların yanında sayıları bir elin parmağını geçmeyen diğer ırklar da vardı.

O sırada Amenia kısa boyu yüzünden parmak ucunda durarak Hiddarunlara bakmaya çalışıyordu. Etrafındaki herkes yüzünü buruştururken o merakla pembe gözlerini kocaman açarak kapıya bakıyordu. Pudra pembesi kanatlarını bedenine yaklaştırıp sağ omzundaki ağır çantayı sıkıca kavradı. Heyecandan alt dudağını kemiriyordu. Ne olacağını bilmemek onu hayli germiş,kızıl saçları stresten tel tel olmuştu. Beyaz yüzü daha da soluklaşmıştı. Derin bir nefes alıp bir adım daha ilerledi. Artık Hiddarunlar bakış açısındaydı.

Kısacık sürede fısıltılar başlamıştı. İro fark ettiği bir şeyi Eran'a söylemek için gagasını kulağına yaklaştırdı.

"Eran bak! İşte o kız," gagasıyla solu işaret edip, "orada," dedi. Eran'ın kaşları çatıldı, gözleri gri kanatlar arasında pembe rengini aramaya başladı.

İro'nun altın sarısı gagasıyla işaret ettiği yere baktı, afalladı. Daha çok sinirleneceğini, öfkeden deliye döneceğini bekliyordu oysa ki. Ama sandığı gibi olmadı. Gördüğü pembe gözlerle tüyleri diken diken oldu, kahverengi kanatları gerildi. Üstelik pembe gözlü kız Eran'dan önce bakmaya başlamıştı gözlerinin içine. Diğerleri gibi iğrenerek bakmıyordu bu gözler; hayranlık, korku, masumiyet doluydu. Eran'ın çatılan kaşları gevşedi, şaşkınlık bütün bedenini esir aldı. Gözlerinin mavisi yerini yeşile devrederken ince dudakları aralandı, sanki bir göz kırpmama yarışı başlamıştı.

Continue Reading

You'll Also Like

204K 18.3K 53
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...
3.6M 298K 83
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
194K 12.6K 61
Kitap en baştan düzenleniyordur bu yüzden bölümlerde karışıklık olabilir. Dünya baştan koymuştu kuralı. Vampirle Elf yan yana bile gelemezdi. Olmazdı...
1.1M 71.9K 52
Müzede başlayan lanet, Antik Mısır'da devam ediyor. Entrikalarla çevrili bir sarayda Firavun kim olacak? Günümüzden Antik devre uzanan dram ve romant...