Arıza tespit

By BookGanstas

1M 54.6K 6.2K

Gümüş rengindeki gözleri beni ilgiyle süzerken, "Neden tamircilik?" diye bir soru yöneltti. Birkaç saniye öl... More

👉1. Akü
👉2. Tamirci Kız🔧
👉3. Yüzleşme
👉4. Sözleşme📃
👉5. Yavuz
👉6. Yeni iş
👉7. Baskın
👉8. Tamirhane🛠
👉9. İş tulumu
👉10. Le petit palais🍽
👉11. Arkanlar
👉12. Arabaya bin🚘
👉13. Yangın🔥
👉14. Kısır
👉15. Tapu📄
👉16. Garaj
👉17. İmza✍
👉18. Game over☠
👉20. Emre
👉21. Bar🔮
👉22. Küçük oyun🤝
👉23. Tanışma🙋
👉24. Benimlesin
👉25. Sırılsıklam âşık💕
👉26. Gece ve gündüz
👉27. Aşk mı illüzyon mu❓
👉28. Kutu kutu pense💃
👉29. Ne hissetmeliyim❓
👉30. Söz
👉31. Sarışın kaplan🐯
👉32. Saf mısın❓
👉33. Kaç kaç🏃
👉34. Merak ediyorum
👉35. Paintball🔴
👉36. Paintpall🔵
👉37. Tabu
👉38. Belçıka çikolatası🍫
👉39. Aylin nerede❓
👉40. Çok güzelsin
👉41. Psycho🔫
👉42. Bırakma beni
👉43. Zıt kutuplar
👉44. Günaydın prenses👸
👉45. Çiçek💐
👉46. Uyuyalım💤
Yeni hikaye!
👉47. Korkak
👉48. Origami
👉49. Kaslı prenses
👉50. Şekerli mısır
👉51. Küçük prens
👉52. Sen kimsin❓
👉53. Sana aşığım💗
👉54. Sıyah gerbera
👉55. Masal🏰
👉56. Saat 12🕛
👉57. Korkuyorum sevmekten
👉58. Teslim ol
👉59. Biberli buluşma
👉60. Krep🥞
👉61. Seni seviyorum🖤
👉62. Kavga
👉63. Umut
👉64. Sevimsiz
👉65. Aile
👉66. Bana aşık mısın❓
👉67. Güzel bir gün🎀
👉68. Gelecekten bir gün - SON
Özel bölüm

👉19. Açıklama

19.4K 884 55
By BookGanstas

"Sinirden çarptığını nereden biliyorsun?"

"Ne?!" gözlerimi kırpıştırdıktan sonra, "Ne saçmalıyorsun sen?" dedim çatık kaşlarla. Sorduğu soru bir an afallamama neden oldu. Sonra hemen toparlayıp tekrar kurtulmaya çalıştım. Ne kadar da sıkı tutuyordu. Sanki bir şeylere tutunuyormuş gibi. Artık diğer elimi de devreye sokmak zorunda kalmıştım. Ellerimiz üst üste ve ben öfkeden nefes nefese kalmışken o hala hiçbir şey olmamış gibi yerinden kıpırdamıyordu.

Konuşmaması daha da sinirimi bozuyordu. "Ya bıraksana! Bırak dedim!" "Sana bağırma dedim." "Bu haldeyken nasıl bağırmamamı beklersin?" Artık çekiştirmeyi bırakıp yorulmuştum. Elleri hafif gevşerken fırsattan istifade bir hışımla çekeyim derken bu seferde iki elimi de birleştirip elinin içinde hapsetti.

Elim avucunda kaybolurken sanki elinde kuş tutuyormuş gibi dikkatliydi. Beni bu şekilde sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama şu an beni sakinleştirebilmesi imkânsızdı. Daha çok şaşırmama ve afallamama neden oluyordu. Böyle olmaması lazımdı. Karşısında her zaman kararlı olup duruşumdan ödün vermemem lazımdı.

"Ayrıca..." ellerini çekmeden beni kendine daha da yaklaştırmaya başladı. Sonra birden beni kendine çekti ve kollarına hapsetti. Bana sıkıca sarılırken bende refleks olarak kollarımı büküp ellerimi göğsüne koymak zorunda kaldım. Kafamda sol omzunun üzerindeydi. Bu vaziyette kendimi kurtarmam imkânsız gibi bir şeydi. Resmen tek beden olmuştuk ve aramızdaki tek şey göğsündeki kollarımdı.

"İnsanlar şaşırınca ya da beklenmedik bir şey olunca da kalpleri hızlı atar değil mi?" Kıpırdamaya başlayınca daha fazla sıktı beni "Şu an olduğu gibi"

"Benim kalbimin hızlı attığı falan yok!" Eğer kollarımı bir milim kullanabilseydim.

"Öyle mi?" dedikten sonra kafasını eğip çenesini omzuma koydu. Bu yaptığıyla vücudum daha da kaskatı kesildi. Kafasını kaldırmadan beni daha da sıkmaya başladı. "Canımı yakıyorsun!" diye tısladım. "O zaman söyle..." Benim sesimde ne kadar bıkkınlık varsa onda da tam tersiydi. Sanki sabaha kadar vakti varmış gibi. Sabırlı bir şekilde hareketlerimi takip ediyordu.

"Öyle bir şey yok! Şimdi bırak beni yoksa çok kötü olacak." Böyle yaptıkça beni daha da sinirlendirdiğinin farkında değil miydi acaba?

"Peki." dedikten sonra çenesini hafifçe çekti omzumdan. Tam rahatladım derken hiç beklemediğim bir şey yaptı ve omzumu öptü. Yani buna öpücük denmezdi, daha çok dudaklarını bastırıyordu. Dudağının sıcaklığını hissetmem içimde bir ürpertinin olmasına sebep oldu. Yine dikkatimi dağıtmayı başarmıştı. Konuşamıyordum. Beni böyle esir almasını istemiyordum. Karşısında bir şey yapamamak sinir bozucuydu.

Vücudumu oynatamasam da kafamı oynatabilirdim. Ama eğer böyle yaparsam yüzlerimiz haddinden fazla birbirine yakın olurdu ve ben bu riski göze alamazdım. Son çare ayaklarımı kullanarak kaval kemiğine tekmeyi geçirdim.

Onu uyarmadan bu hamleyi yaptığım için biraz şaşırdı. Benden uzaklaşırken hafifçe acıyla inledi. Birbirimize çok yakın olduğumuz için iyice gücümü alamadan vurmuştum oysaki. Ne kadar da bana belki on saniyeden az sarılmış ve dudağını değdirip çekmiş olsa da sanki saatlerdir bu halde kalmışız gibi gelmişti.

"S-sen, ne yaptığını sanıyorsun?" Her ne kadar kekelemek istemesem de böyle olmuştu. "Her zaman işe yarar," dedi aynı sakin tavırla. "Ne?" "Biri sinirliyken ona sarılmak." derken elinin tersiyle de ağzını sildi.

Yüzümü buruşurken "İşe yaramış gibi mi görünüyor oradan? Oradan sakinleşmişim gibi mi görünüyor. Oradan seni burada gebertmeyecekmişim gibi mi görünüyor. Seni bir kere uyaracağım. Bana. Bir daha. Sakın. Dokunma. Ve sakın ama sakın bir daha beni öpme!"

Gözlerimden resmen ateş fışkırıyordu. Bu sefer dikkatimi dağıtmasına lafı göndermesine izin vermeyecektim. Hem daha neden geldiğini bile söylememişti. Yüzündeki çarpık gülümsemesi silinirken daha ciddi bir tavır aldı. "Alya neden her şeyi bu kadar büyütüyorsun? Buraya da bunu konuşmak için gelmiştim zaten. Bu sabah tamirhaneye geldiğimde aslında beraber kaldığımızı söylemeyecektim ama bir an ne tepki verirler diye merak ettim ve ağzımdan çıkıverdi işte. Hem sen neden bir şey söylemeden öylece çıkıp gittin? Neden hiç tepki vermedin?"

Bunları söylerken eliyle koluyla sanki bir öğretmen edasıyla konuşuyordu. Arada duraksıyor tepkimi ölçüyor ve devam ediyordu. Diğer sorularını es geçerek, "Sen tepki-ölçer misin? Ya sen ruh hastası mısın?" dedim alaycı bir tavırla. "Neden her zaman her şeyi merak ediyorsun? Bilerek yapmadın yani?" Yine istemsizce gülmeye başladım. Oysa kesinlikle bilerek söylemişti. Bundan o kadar eminim ki.

"Küçük şeyleri büyütüyorsun Alya. Ben yattık demedim ki sadece geceyi beraber geçirdik dedim ne var bunda?" Dişlerimi birbirine bastırdım. "Ne mi var? Ne var? Ben hatırlatayım ne var. 'Çalışanlarına bir açıklama yapmayacak mısın? Yoksa alışkınlar mı böyle şeylere.' Bak bunlar senin sözlerin. Ağzından çıkarken bir an düşündün mü acaba ne kadar çirkin bir itham olduğunu? Bu yaptığın saygısızlık. Böyle bir şey söylemeye hakkın yok senin."

Başını yana yatırdı hafifçe. Dikkatle beni incelerken yüzü ifadesizdi. Düşünür gibi gözüküyordu ama gerçekten düşündüğünü sanmıyordum. Dikkatli bakışları benimkileri buldu. "Peki, özür dilerim." Kaşlarımı kaldırdım. Sözleri o kadar samimiyetsiz geliyordu ki kulağa. Zerre özürlenmeden özür dilemek kolay tabi. Beni geçiştirmeye çalışıyordu. Sesinde pişmanlık var mı diye baktım. Yoktu. Bas baya yoktu. Pişman falan değildi. Yine aynı kendinden emin tavrı vardı.

"Yanlış anlayacaklarını bile bile söyledin o sözleri," diye dişlerimi sıka sıka konuştum. Son söylediğimle biraz duraksar ve düşünür gibi oldu yine. Kendi kendime başımı iki yana salladım. "Yok hayır bile bile değil, yanlış anlasınlar diye söyledin. Ama istediğin olmadı." Elimi göğsüme bağladım. "Senin sandığın gibi yanlış anlamadılar. Amacına ulaşamadın yani."

"Sana amacımın bu olmadığını söylemiştim!" sabrı tükenmişti. Benimde öyle. "Senin ne söylediğin umurumda bile değil. Ne tür bir pislik olduğunu sen gayet net bir şekilde sundun bu sabah zaten." "Sadece seni provoke etmek istemiştim. Sadece merak ettim. Fazla abartıyorsun. Şimdi de aynı şeyi yapıyorsun. Ne olmuş yani sana sarıldıysam. Beni öpme diyorsun. Seni öpmedim bile." Provoke etmek istemiş. Devam et. Hadi beni provoke et. Sonra ağlama ama. Geri zekâlı. "Ne yani önüme gelenin bana sarılmasına izin mi veriyim? Kusura bakma ben senin gibi geniş değilim! Olamam."

Tamam söylediklerim biraz can yakıcıydı ama bana, değerlerime saygı göstermiyordu ve bundan nefret ediyorum. Saygısız insanlardan nefret ediyorum. Habire sınırlarımı zorluyordu. Beni provoke etmek istemiş. Sen kimsin be. "Sen benim değerlerimi nereden bilebilirsin ki?" Aynı benim gibi dişlerinin arasında konuşmuştu. Bir an durakladım. Gözlerim hafif ellerine kayınca yumruk yaptığını gördüm. Bu da benim kadar sinirlendiğini gösteriyordu. Sonra kastığı bedeni birden gevşedi ve beni baştan aşağıya süzmeye başladı.

"Biliyor musun, sen bu kafayla sittin sene evlenemezsin!" gözleri kısılmıştı.

Pardon?

Evlenemez miyim? Yüzümde beliren bilmiş sırıtışı engellemedim bile. Evlenemezmişim. Aptal Arkan.

Komik. Oldukça komik.

"Böyle öfkeli, sinir hastası biriyle kim evlenmek ister gerçekten çok merak ediyorum." Tekrar alaycı bakışları üzerimdeydi. Kaşlarımı kaldırdım. Etkilenmiyorum Arkan. Anla artık. "Hakaretlerin bitti mi?" diye sordum ifadesizce. "Hayır," diye yapıştırdı. "Hazır cevap, huysuz, soğuk, sert birinin tekisin." Normal de kırılmam gerekirken daha da zıvanadan çıkmama neden oluyordu.

"Demek evlenemem öyle mi?" diye tekrarladım gülmek ve kızmak arasında bir yerlerdeydim. "Öyle." Başımı eğdim hafifçe. "Demek öyle? Çok yakında görürsün. Bak bakalım nasıl evleniyorum!" Elleri tekrar yanına düşerken bana şaşkın şaşkın baktı.

"Ne saçmalıyorsun sen?" Cevap vermeden arkamı döndüm ve merdivenleri çıkmaya başladım. Arkamdan seslense de dönüp bakmadan kapıyı açtım ve son kez "Yakında görürsün," dedim. Şimdi sırıtma sırası bendeydi.

Hem de çok yakında...

*****

"Günaydın." Bakım tablasını kaydırarak arabanın altından çıktım. Selim elinde bir poşetle başımda dikiliyordu. "Sana da günaydın, erkencisin," dedim kaşlarımı kaldırıp. "Sana ne demeli, ne zamandır orda çalışıyorsun." "Oldu biraz," dedim belli belirsiz. Galiba gece yarısından beri. Arabalarla uğraşırken düşünmek zorunda kalmıyorum, bu aralar fazla düşünmemem işime geliyor.

"Korkunç görünüyorsun," dediğinde gülümsedim. "Sağ ol ya, yine ağzından bal damlıyor," diyerek kalktım. "Kahvaltı yaptın mı?" sorduğu soruya başımı olumsuz anlamda salladım ve elimi yıkamak için lavaboya yöneldim. "Bende öyle düşünmüştüm. Poğaça var gel." Ellerimi iyice sabunladıktan sonra yanına koltuğa oturdum. "Ee nerden esti böyle?" diye sordum merakla. "Kendine fazla yükleneceğini tahmin ettim," deyip delip geçen gözlerini bana dikti. Hiç sevmem dikkatli bakışları. Kaşlarımı kaldırdım. "Diyosun?" "Korkunç göründüğünü söylemiş miydim?" Gözlerimi devirdim. "Biraz önce," dedim alayla.

"Dün..." diye başladı. "Hih, bence de konuya gir artık. Direksin diye seni göndermediler mi?" dedim. "Hi, sence bizde birini görevlendirecek ve gönderecek organizasyon var mı. Bende duymak istiyorum diye kavga çıkar öyle bir durumda. Ben öyle bakmaya geldim." İstemsizce gülümsedim. Evet mantıklı. "Her neyse, biz neyin ne olduğunu biliyoruz, orada sıkıntı yok."

Nedense bu söylediğiyle aklıma dostluğumuzun temelini atan o olay geldi. 'Naaptın sen delirdin mi?' diye sorarken ben sanki çok normal bir şeymiş gibi, 'Sen demedin mi kavga edersem okuldan atılırım diye' deyişini hatırladım. Hiç yoktan sırf ben laf arasında öyle bir şey söyledim diye benim için yaptığı şey.

"Biliyor musun, sen bana 'Ben arkandayım. İhtiyacın olduğunda yanında, karşına biri çıktığında ise önünde,' dediğinde aslında pes etmek üzereydim. Pes etmeme az kalmıştı." Tek kaşını kaldırdı. Yüzünde çok bir şeyler değişmese de şaşırdığını biliyordum. Çünkü bu bilmediği sayılı şeylerden biriydi. Selim'e bir şeyler anlatma gereği duymazdım hiç, çünkü o hep anlardı. Ama bunu bilmiyordu ve ben nedensizce birden bunu bilmesini istemiştim. Aslında bir çeşit teşekkür ediyor da sayılabilirdim. Sadece onun anlayacağı türden bir teşekkür.

"Tabi bu intikam almayacağım anlamına gelmiyordu ama sen bana tam tersini yaptırdın." "İyi de oldu değil mi," dediğinde gülümsedim. "Hatta bence en güzel intikam oldu ne dersin? Sonuçta kendi elleriyle verdi diplomayı sana müdur." Başımı salladım onaylarcasına. Elimle saçlarımı karıştırdım hafifçe. "Beni asıl rahatsız eden o gün söylenenler bile değildi aslında. Ne düşündüm biliyor musun? Birilerinin yanından geçerken, ya da göz göze geldiğimde, ya da her neyse işte tam o an insanların aklından tam olarak ne geçiyor. Mesela o gün o laflar söylenirken tam olarak ne düşünüyorlardı. İşte bu? Hala soruyorum bunu bazen kendime."

Dürüstlükten öleceğim bu gün. Nereden girdim ben bu konulara. Bir süre hiçbir şey söylemedi. Düşünceli bir hali vardı. "Sana o gün neler düşündüklerini söyleyemem. Ama şunu söyleyebilirim ki, yanından geçtiğin herkes, ya da göz göze geldiğin herkes öyle bir şey düşünmüyor. Aslında bunu bilmen gerekiyordu." Derin bir nefes aldım. Yanağımı ısırdım. Doğru söylüyordu, belki de bilmem gerekiyordu. "Bir şey daha," dediğinde ona baktım merakla. "Bu belki çok garip gelecek ama Zeyd Arkan'da öyle şeyler düşünmüyor." Kaşlarım çatıldı. Evet bu söylediği çok garipti. Neden böyle bir şey söylemişti şimdi? Neden olacak dünkü söyledikleri yüzünden tabi ki. "Nereden biliyorsun?" "Biliyorum."

Çok açıklayıcı gerçekten. En sevdiğim cevap tipi. Gel de göz devirme.

"Sen söyle asıl, garip davrandığında biliyor musun?" Başımı salladım. "Kafamı kurcalayan bazı şeyler var," dedim açıklarcasına. "Fark ettim, peki bunların Zeyd Arkan'la bir alakası var mı?" dediğinde düşündüm. Aslında tam olarak Zeyd'le alakalı değildi, tamirhaneyle alakalıydı. "Kısmen," dedim gerçeğe en yakın şekliyle. "Bakma ya öyle, anlatcam bir ara, biraz zamana ihtiyacım var. Yoluna koymam gereken şeyler var. Cumaya gelince, bu salak sen tut garaj kapısını indir, sonra bir daha açama. Öyle bir şey yani. Bil diye söylüyorum," dedim kısaca. "Öyle olsun," diyerek elime bir poğaça tutuşturdu.

*****

Arabanın içinde oturuyordum. "Hay ben böyle... Zıplasana ya," telefonun ekranına kötü kötü baktım. Tam sona yaklaşmıştım ama. Hayat iyi alıştı bana game overlar sunmaya. Mesela bu telefondaki level. Tam bir haftadır takılı kalmıştım bir türlü geçemiyordum. Habire game over. Başımı birkaç kez direksiyona vurduktan sonra bu defa olacak dedim kendi kendime ve oyunu yeniden başlattım. Geçeceğim işte. Bugün bu levele geçeceğim. Görürsün dercesine gözlerimi kısıp baktım telefona. Sıkıyorsa geçirme. Parçalarım seni.

"Bak ya, ne kadar çok çalışıyor kız," deyince biri sıçradım ve tam o an tepetaklak uçurumdan düştüm. "Ya hayııır! Kahretsin ya. Tam oluyordu. Ya niye bostan korkuluğu gibi dikiliyorsun başımda, senin yüzünüzden öldüm." Sitem edercesine baktım kapının üzerinden bana bakan Emre'ye. Omuz silkti. "Çok çalışıyorsun," diye dalga geçti. "Ne var ya, deşarj oluyordum sadece," dedim üste çıkarak. "Son iki saattir oyun oynuyor olmasan sadece deşarj olduğuna inanabilirdim. Sen baya baya kaytarıyorsun." "Mıy mıy mıy," diye mırıldandım arkasından. Hayır kaytarıyorsam sana ne. Herkes bir ukala olmuş.

Tam bir kez daha denemeyi düşünüyordum ki Yavuz beliriverdi kapıda. "Aha, sonum yaklaşıyor," dedim yapay bir dehşetle Emre'ye. "Hakkınızı helal edin dostlar." Yavuz'un yavaş yavaş yaklaşmasını izlerken birbirinden orijinal fikirler geldi aklıma. Kaçabileyim yeter. "Emre ya," diye seslendiğimde omzunun üzerinden baktı bana. "Şuraya bir arka kapı mı açsak?" diye sorarken elimle duvarlardan birini gösterdim. "Benim sık sık kaçış planları yapmam gerekiyor. Pratik bir çözüm olabileceğini düşünüyorum." "Sarı kafa senin pratik çözümlere ihtiyacın yok, sen bu kafayla her işin içinden sıyrılırsın zaten," deyip beni Yavuz'un merhametine bırakırcasına uzaklaşmaya başladı. Gitme. Bak bu defa kesin harcayacak beni. Gitmeee. Ben daha yaptıklarıma bir kılıf bile uydurmadım ki.

Keşke son iki saati oyun oynamaya harcamak yerine iyi bir bahane bulsaydım...

İşte yine dönüp dolaşıp hesap sorulan noktaya gelmiştim. Dün çok güzel isyan edip başım dik bir şekilde terk etmiştim olay yerini. En cool halimle diyeceğim ama her halim bir ayrı cool zaten. Ama işte öyle elini kolunu sallaya sallaya çıkınca çözülmüyor bir şeyler. Yapmam gereken o kadar çok açıklama var ki onlar biriktikçe ben daha da çok ertelemeye meyilli bir hal alıyorum. Çünkü hayatta üç şeyden nefret ederim, açıklama yapmak ve ... Her neyse. Dünyanın en tatlı bitter çikolatası dikildi karşıma. Yerim seni. Ponçik. "Düş önüme."

Vov. Çok da tatlı değil galiba. Ponçik hiç değil. Azıcık tırstım. Akşamı zor ettiği belliydi. İşte en sevmediğim kısım. Anlatsan bir türlü, anlatmasan bin türlü. İşten çıkar çıkmaz soluğu burada almıştı. Gerçi ben kesin arar diye beklemiştim. Göz devirdim ve oflayarak beni iteklediği ofise doğru girdim. İteklenmekten de nefret ederim. Hayır çok şükür kendim yürüyebiliyorum, ne diye itiyorsun? Posta koyuyor aklı sıra. Boşuna uğraşma Gargamel, sen bana kızamazsın. Aksi takdirde arka kapının olmamasını falan dinlemeyip çoktan tüymüştüm zaten. "Of Yavuz," diye söylenmeyi ihmal etmedim tabi ki.

"İtmesene ya. Bak valla isyan çıkarırım." Bir kez daha itti. "Bir isyan çıkarmadığın kalmıştı zaten. Başıma bir isyan çıkarmadığın kaldı. Çıkar bari de başın göğe ersin. Sen niye rahat duramıyorsun acaba?" "Bu kabak niye hep benim başıma patlıyor acaba?" Güzel noktaya değindim. Kendimi takdir edeyim bari. Hadi sıkıyorsa gidip Zeyd'den hesap sor derdim ama ciddiye falan alır sonra neme lazım.

Zaten ben ona haddini bildirmiştim. Ama diğer yandan içimde acayip bir tekme atma isteği var. Gelse de dövsem mi ki. Tövbe. Geri aldım. Dövmek için bile gelmesin istemiyorum. Çıktığı her yerden bela getiriyor zaten beraberinde. Resmi olarak hayatta nefret ettiğim üç şey listesine aldım onu. Vatana millete hayırlı uğurlu olsun.

"'Tapulu malıma geldim' de ne demek?" Gözlerim irileşirken ona baktım. Onu duymuş muydu ya? Bu kötü oldu işte. Ben anlatacaktım onu. Valla anlatacaktım ya. Derin bir nefes alıp bir süre içimde tuttum, sonra yavaşça bırakarak oturdum. "Ne anlıyorsan o demek işte." Zeyd Arkan'ın tapulu malı. Bunu düşünmek hiç hoşuma gitmiyordu. Onun benim en değerlilerimden birine sahip olması hiç hoşuma gitmiyordu. Bu tamirhane benimdi. Onun olmasından nefret ediyordum.

Yavuz'un beklenti dolu bakışlarına karşılık verdim. Artık mecburen bir ucundan anlatmaya başlamak gerek. Ertele ertele nereye kadar, zaten her bir yanından patlak veriyor. Keşke o lanet olası tapuyu hiç görmeseydim. "Şimdi geçenlerde Mehmet amca çağırmıştı beni..." diye başladım bende.

Sus pus oturmuştuk karışlıklı. Yavuz'un düşünceli halini izliyordum sessiz sessiz. Anlatırken fark etmiştim, baya da bir şeyler olmuş. "Bu Cuma gecesi hiç hoşuma gitmedi söyleyeyim," dediğinde ona ters ters baktım. Takıla takıla buna mı takıldı gerçekten. "Hadi ya? Benim çok hoşuma gitti çünkü. O kadar hoşuma gitti ki, tekrarlamayı düşünüyorum," diye dalga geçtim.

Sanki ben keyfimden kalmıştım orada.

"Bunların hiçbiri dünkü tavırlarını açıklamıyor." Evet aynen. Açıklamaz. Onun açıklaması bambaşka. "Bak bir daha ileri geri konuşursa ilk hamleni falan tanımam bunu bir açıklığa kavuşturalım." Galiba buna peki abiciğim falan dememi bekliyordu. Tipsiz. "Kavuşturmayalım bence. Ben dururken sana düşmez çünkü o." Gözlerini kıstığında iki elimi de saçlarıma daldırdım. Bu ifade uzayacaktı belli. "Senin hamleni gördük dün." Daha hiçbir şey görmedin ki sen Gargamel. "Belki de ben dururken sana düşmediğinden böyle oluyordur ne dersin Şirine?"

Kaşlarımı çattım. "O ne be." Gözlerini devirdi. Devir devir. Daha çok devirirsin bu kafayla. "Onu bunu bırak ve beni iyi dinle. Çok ciddiyim." "Ciddiyet sevmem bilirsin." Gözlerini biraz daha kıstı ve hiçbir şey söylemeden bitter çikolata bakışlarını benimkilere dikti. Evet çok ciddiydi. "Ne?" diye sordum bıkkın bir tavırla. "Ne? Hadi söyle içinde kalmasın."

"Bir daha onunla görüşmeni istemiyorum."

Pardon?

"Ya sen deli misin? Benim de yapmaya çalıştığım o değil mi zaten?" Şeytan görsün yüzünü. "Bundan pek emin olamıyorum doğrusu. Neden gittin oraya?" Çünkü ona bir can borcum vardı ve bunu göz ardı edemiyorum. Kahretsin ki ona bir can borcum vardı.

Acaba dün onu öldürmeyerek bu borcu ödemiş sayılır mıydım? Bence sayılırdım. Sayılmalıydım. Çünkü sabah ayrı akşam ayrı iki kez hak etmişti ama ben yaşamasına izin vermiştim. Vermez olaydım. "Çözmeye çalışıyorum," dedim sonunda Yavuz'a. Çözmeye çalışıyorum. Hiç belli olmuyor mu? Bir şekilde ondan kurtulmaya çalışıyorum ama her defasında daha da çok bulaşıyorum sanki. "Ama çözemiyorsun. Bence yeterince fırsatın oldu. Bırak ben halledeyim." Şiddetle kafamı iki yana salladım. İşin rengi belli olmaya başlamıştı. "Hayır. Sen karışmayacaksın. Katiyen öyle bir şey olmayacak. Unut onu." Bakışlarını çekmeyince, "Forget it," diye tekrarladım.

"Alya..." "Bak sakın." İşaret parmağımı kaldırmıştım ne kadar ciddi olduğumu vurgulamak ister gibi. Bıkkın bir nefes verdi. "Söz ver bana, karışmayacaksın." Yine dik dik bakıyorduk birimize. "Yok öyle bir söz, bundan sonrasında bende varım." Bir kez daha başımı salladım. Onu ikna etmeliydim. Bu işe karışamazdı. Ben hallediyordum. Tamam halledemiyordum. Ama Zeyd Arkanla başa çıkabilirdim. Zaten yakında bıkacaktı. Onun gibiler her türlü kendine meşgale bulurdu zaten. "Hayır hayır hayır, işini kaybetmeni göze alamam." "Ben alırım." Gözlerimi yumdum. Alırsın biliyorum. O yüzden eteklerim tutuştu zaten.

"Bak buna gerek yok tamam mı. Zaten daha fazla ne yapabilir ki?" Alaycı bir şekilde dudakları yukarı doğru kıvrıldı. "En fazla ne yapabilir ki den daha fazla ne yapabilir ki ye geçişin komik doğrusu." İç geçirdim. "Komikliğini boş ver de doğruluğunu odaklan. Zaten bıkmasına az kaldı. Bir hafta sonra unutup gidecek eminim." Başını hafifçe yana doğru eğdi ve ilgiyle süzdü beni. "Sen nasıl bir etki bırakabildiğinin farkında olmuyorsun bazen. Diyorum ki acaba..." derken düşünceli düşünceli hemen sözünü kestim. "Deme. Öyle bir şey deme."

"Söz ver bana. Karışmayacaksın." Kollarını göğsüne bağladı kararlı kalmak istercesine. Hadi ama Gargamel, asla benim kadar inat edemezsin. Zorlama beni. Bütün duruşumu daha kararlı olmaya zorladım. Şu an ödün veremezdim. Zeyd'e daha fazla koz da veremezdim. Kaybettiklerimi geri almaya gücüm yetmezdi belki ama en azından daha fazlasını kaybetmememizi sağlayabilirdim. "Söz ver dedim." Ses tonumda ki ısrar, kararlılık ve inadı doğru dozda tutmaya özen gösterdim.

Ona istediğimi yaptırmaya alışkındım ama karalılığı beni biraz uğraştıracaktı. Bir kez daha dün ki gidişimi sorguladım. Baş edemeyeceğimi düşünüyordu ama gidişimin baş edip edemememle bir alakası yoktu. Sessizlik uzayıp giderken kararlı bakışlarımda bir eksilme olmadan bakışıyorduk. Hadi pes et artık. Gözlerim yoruldu kararlı bakmaktan. "Iyi peki," dedi bir ömür sonra.

Ben tam rahat bir nefes alacaktım ki konuşmaya devam etti, "Bir hafta. Madem bir haftada bıkacağını düşünüyorsun bir hafta veriyorum sana ama bir hafta sonra bu saçmalık sona ermezse ben erdiririm." Bu beni düşündürdü. Bir haftada hiçbir şey garantileyemem ki ben. Hele de Zeyd bu kadar dengesiz davranırken. Ofladım. İçimdeki karbondioksitleri dışarı verirken ozon tabakasını delmeye bile yetebileceğini düşündüm. Bir doğayı kirletmediğim kalmıştı zaten.

Çok fazla onaylayıcı algılanmayacak bir şeyler mırıldandım. Bu şu anlama geliyordu. Şimdilik kabul ama bir hafta sonra bu saçmalık bitmemiş olursa o kabulü geri çekecektim. Asla Yavuz'un Zeyd'le muhatap olmasına izin veremezdim. Bu çok riskliydi. Risk almayı severim ama böyle bir riskin sonuçları beni değil onu etkiliyordu ve bu beni korkutan cinsten bir şeydi. Konuyu bu şekilde kapatmıştık ama içim hiç rahat değildi. Zeyd'i kontrol atlında tutmak artık şart olmuştu.

Ve hala söylemem gereken bir şey vardı. Bunu ben söylemeliydim, başkasından duymamalı. Ben ne yaptım ya? "Yavuz." Bitter çikolata gözleri yine beni buldu. "Ben bir şey yaptım." "Her ne yaptıysan dün mü yaptın?" diye sorduğunda dudaklarım hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. Nasıl da biliyor tipsiz. "Zaten o gidişin hiç hayra alamet değildi." Aynen, hiç değildi. Bir bilsen be dostum. Ben gaza geldiğimde bırakmayın beni ortalara. Bak daha biri bitmeden başka işler açtım başıma. "Anlat yine ne haltlar yedin?"

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 54.3K 46
~TAMAMLANDI~ 0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kate...
116K 2.4K 35
"Sen haklısın. Yani geri çekilmekte, kaçmakta ... Biz olmayız, olamayız. Bu , o gün ima ettiklerimin yanlış veya yalan olduğu anlamına gelmez. Ama be...
Buz By gece__

Teen Fiction

323K 11.2K 43
Amerika'da araba hırsızlığı yapan bir kız. Türkiye'ye döner ve düşmanıyla karşılaşırsa; Neler mi olur? " Buz " gibi bir kızın hikâyesi.
PALYAÇO By cihangir79

Mystery / Thriller

2.7K 609 31
Geçmiş insanı bir gölge gibi takip eder; kimi zaman bir palyaçoya çevirdiği de olur. Kara bir palyaço...