Thita - Yakut Hançer

By mssabelle

199K 12.4K 2.3K

Eliana'nın bilmediği en önemli şey, Archena Krallığı'nın kayıp varisi olmasıdır. Bir abisi, Bir prens arkadaş... More

Ben ve Onlar
BÖLÜM 1 ∞♦ Kehanetin Kaderi ♦∞
BÖLÜM 2 ∞♦ Swinyer ♦∞
BÖLÜM 3 ∞♦ İnsan ♦∞
BÖLÜM 4 ∞♦ Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 5 ∞♦ Yeni Hayatın İlk Renkleri ♦∞
BÖLÜM 6 ∞♦ Ekmek ♦∞
BÖLÜM 7 ∞♦ Teslimiyet ♦∞
BÖLÜM 8 ∞♦ Şişko ♦∞
BÖLÜM 9 ∞♦ Aramızda ♦∞
BÖLÜM 10 ∞♦ Obra Kadabro ♦∞
BÖLÜM 11 ∞♦ Kral Charles ♦∞
BÖLÜM 13 ∞♦ Abi ve Küçük Kardeş ♦∞
BÖLÜM 14 ∞♦ Prens Taylor ♦∞
BÖLÜM 15 ∞♦ Gölge ♦∞
BÖLÜM 16 ∞♦ Birleşme ♦∞
BÖLÜM 17 ∞♦ Çıkış ♦∞
BÖLÜM 18 ∞♦ Tuhaf Bir Duygu ♦∞
BÖLÜM 19 ∞♦ Plan ♦∞
BÖLÜM 20 ∞♦ Teklif ♦∞
BÖLÜM 21 ∞♦ Destek ♦∞
BÖLÜM 22 ∞♦ Zayıf Nokta ♦∞
BÖLÜM 23 ∞♦ Kan ♦∞
BÖLÜM 24 ∞♦ Kükreyiş ♦∞
BÖLÜM 25 ∞♦ Kan ve Ölüm ♦∞
BÖLÜM 26 ∞♦ 10 Yıl Sonra ♦∞
BÖLÜM 27 ∞♦ Yalan ♦∞
BÖLÜM 28 ∞♦ Acı Gerçek ♦∞
BÖLÜM 29 ∞♦ Bağ ♦∞
BÖLÜM 30 ∞♦ Diş İzleri ♦∞
BÖLÜM 31 ∞♦ Dönüşüm ♦∞
BÖLÜM 32 ∞♦ İsyan ♦∞
BÖLÜM 33 ∞♦ Anahtar ♦∞
BÖLÜM 34 ∞♦ Aile ♦∞
BÖLÜM 35 ∞♦ Saldırı ♦∞
BÖLÜM 36 ∞♦ Duvar ♦∞
BÖLÜM 37 ∞♦ Barış ♦∞
BÖLÜM 38 ∞♦ Oda Cezası ♦∞
BÖLÜM 39 ∞♦ Yaratık ♦∞
BÖLÜM 40 ∞♦ Ölüm ♦∞
BÖLÜM 41 ∞♦ Çağırış ♦∞
BÖLÜM 42 ∞♦ Gelecek Yazgısı ♦∞
BÖLÜM 43 ∞♦ Hepimiz ♦∞
BÖLÜM 44 ∞♦ Sınır ♦∞
BÖLÜM 45 ∞♦ Sarhoş ♦∞
BÖLÜM 46 ∞♦ Saray Yolu ♦∞
BÖLÜM 47 ∞♦ Anne ♦∞
BÖLÜM 48 ∞♦ Kader ♦∞
BÖLÜM 49 ∞♦ Kral ve Kraliçe ♦∞
FİNAL 1: BÖLÜM 50 ∞♦ Fedakarlık ♦∞
FİNAL 2: BÖLÜM 51 ∞♦ Safir ♦∞
AÇIKLAMA
THİTA 2 - Safir Hançer

BÖLÜM 12 ∞♦ Ben Senim Kraliçe ♦∞

5.4K 321 16
By mssabelle

|Bölüm 12: "Ben Senim Kraliçe"🌕

🔥🔥🔥

Çığlığım karanlığıma mahsur, kulaklarımı ok gibi delmekte.

🔥🔥🔥

Kral ile konuşma sonucunda bize müsaade verilmiş ve akşam yemeğinde kararımızı sorgulayacağını söylemişti. Bize yan yana olan iki oda ayarlamıştı. Ama Marcus beni tek bırakmayıp yanımda durmuştu.

Odamıza çekildikten sonra sessizlik aramızda oluşmuş, birkaç dakika kendi kararımızı sonuçlandırmıştık. Marcus, pencerenin önündeki çift koltukta otururken ben yatak başlığına dayamış başımla Marcus'a bakıyordum. Benim kararım gitmekten yanaydı, Marcus'un bunun zıttını düşündüğünden emindim.

Odamda bir yatak, büyük iki kapılı dolap ve iki koltuk bulunuyordu. Beyaz renkli duvarlar aramızdaki sessizliği bozma yemini gibi geliyordu.

Nefesimi sesli bir şekilde verdikten sonra Marcus bana baktı. "İstemiyorsun," dedim. Başını sallayıp yaslı olan sırtını dikleştirdi.

"Orası kötü bir yer Eliana. Gidersek çıkmamız zor olacaktır çünkü kalkan bunu zorlaştırır. Ayrıca oradakiler burayla iletişimi bozdular. Biz kaleye girsek bile çıkmamız için bir büyücü, büyücünün de kısa bir zaman diliminde o kalkanı kaldırması gerekir. Yoksa orada mahsur kalırız." dediğinde bunun benim için sorun olmayacağını hissettim. Kalkanı kaldırabilirdim. Ama Marcus olmadan yapamazdım.

"Orada kimler var?"

"Düelloyu kazanmıştık ve kaybedenin neden yuhlandığını bana sormuştun." dediğinde hatırlamam için süre vermişti. Başımı salladım.

"Kızıl Kale'ye giderek hizmetçi veya asker haline geliyorlar. Dövüş ya da düello orada asla yapılmaz. Hizmetçi olup krala hizmet için gönderilirsin ya da bir asker olup savaşırsın. Büyücü sayesinde oraya kalkan yapıldı." Nefesini verdi. "Ayrıca kalede büyücüler, askerlerden ve himetçilerden ayrı bir şekilde yetişiyor."

"Kalkan olduğunu söylüyorsun. Nasıl içeri girebilirler?" dedim anlamayarak.

"Tek yönlü kalkan. Girebilirsin ama çıkamazsın."

"Kral neden oraya giremiyor? Hizmetçiler ve askerler oradan çıkıyor sonuçta. Kendisi hançeri alamaz mı?"

Başını sağa sola salladı. "Büyücü, kalesini oluştururken diyar krallarından izin istedi. Buranın bir büyücülük için kullanılması istenmişti ama krallar buna karşı çıktı. Büyücü ise toplantı yapılmasını sağladı. Günün sonunda sözleşme yaptılar. Krallar güvenli hizmetçi ve sadakatli askerler istedi. Büyücü ise öğrenci. Bunun sonunda büyü gücü olanlar büyü dersi alırken, olmayanlar güvenli bir hizmetçi veya asker haline gelip krala sunulması kararlaştırıldı. Yani kalenin yarısı büyücü öğrencilerle donanırken diğer yarısı hizmetçi ve asker oldu. Ama büyücü bir şart koydu. Oraya krallar giremeyecekti. Sadece kendisi girip çıkacaktı."

Ortak bir çözüm bulmalarına sevinmiştim. Ama büyücünün bu isteği sebepsizce miydi?

"Krallar bu şarta ne dediler?"

"Onlarda şart koydular. Değerli eşyaların orada korunmasını istediler. Büyücüler tarafından eşyalar korundu. Krallar girmedi." dedi.

"Peki hançerin gücü ne?" dedim.

"Büyülü olduğunu söylenir. Her şeyden keskin bir hançerdir. Başka güçleri olduğu da söyleniyor. Bizden bunu niçin istediğini anlamadım. Gizli bir şey planlıyor olmalı." dediğinde sırtını geri yaslayarak sıkıntılı nefesini dışarıya verdi.

"Büyülü bir hançerse bizim istediğim küçük kalır. Şartımızı güclendirmeliyiz."

"Eliana," dedi bıkınca. "Bize bir büyücü ve kalenin planları lazım. En çokta büyücülerle karşılaştığımızda nasıl yeneceğiz? Bizden güçlüler, beş dakikada nefessiz bırakırlar."

"Büyücü kolay, planlar kralda bulunmaz mı?" dedim kaşlarımı yukarı kaldırarak.

"Büyük ihtimalle vardır," dediğinde ayağa kalktım.

"Gidelim. Kolay olmayacak ama artık halkın bu saçma sebepler yüzünden ölmesini istemiyorum."

"Anlamıyorsun," dedi mırıldanarak. "Onları yenemeyiz. Büyücümüz yok. Kolaylıkla girip çıkamayız."

Kaşlarımı çattım. "Çok karamsarsın."

"Sadece düşünüyorum." dedi omuz silkerken.

Gözlerimi pencereye çevirip dudağımı yaladım.

Keegan.

Eliana.

Ne diyorsun?

Kim olduğunu söyle ve kendine iyi bak.

Başımı sallayıp Marcus'a döndüm. Kollarını çaprazlamıştı.

"Marcus," dedim mırıltıyla. Yanına gitmek için adımlarımla kendime destek veriyordum. Güzel geçecek, çok güzel...

Moralimi kendime verdikten sonra yanına oturdum. "Büyücü elimizde var." dediğimde gözlerini bana sabitledi.

"Kim? Tanıdığın biri mi var?" dediğinde başımı salladım.

"O kişi..." dedim gözlerimi yana çevirerek. "Benim." Alt dudağımı ısırarak ona geri döndüm. Bana bakıyor ama dediğimi kavramaya çalışıyordu. Gözlerini kırpıştırıp nefesini içine çekti.

"Sen büyücü müsün?" dediğinde sesinde şaşırdığına dair bir ritim beklerken sakinlikle söylemesini beklemiyordum. Normal bakıyordu.

Başımı salladım. "Büyü biliyorum. Ormandaki o kişi bana öğretmişti." dedim. "Pek şaşırmadın." diyerek kaşlarımı çattım.

"Çünkü kardeşim de bir büyücü." Gözlerimi irice açıp dik dik baktım.

"Peki sen?" Başını sağa sola salladı.

"Büyücü ailemizde pek nadir görülür. Kardeşimde ve annemde varken büyükannem de yoktu. Bende çıkmadığı için sevinmiştim." dediğinde tuhafça ona baktım.

"Neden? Büyü güzel bir şeydir. Bunu istememeni anlamıyorum."

"Büyücüleri pek sevmezler." dedi başını sağa yatırırken. Başımı anladım anlamında sallarken kapı çaldı.

Marcus, "Gel." dediğinde içeriye orta yaşlarda bir kadın girmişti. Bize gülen yüzle bakarak, "Kralım sizi yemek için çağırıyor." dediğinde Marcus başını salladı.

Kadın çıkarken gözlerimi Marcus'a çevirdim. "Gidecek miyiz?" diye sordum.

Marcus, gözlerini odada gezdirip düşündü. Gitmemekten yanaydı lakin beni tek başına oraya gönderecek birisi değildi. Gözlerini bana çevirerek başını yukarıdan aşağıya doğru bir kere salladı. Kabul etmişti.

"Ama şartımızı geliştirmeliyiz." dediğinde gözlerimi iki kere kırptım.

"Kralın size yapılan zararların ödenmesini isteyebiliriz ya da bazı kurallarda değişiklik yapmasını..." dediğimde ayağa kalktı. Bende onun arkasından ayağa kalkarak takip ettim.

"Gidelim." dediğinde kapıyı açtı. Beraber çıkarken koridorda ilerledik.

Bazı duvarlarda manzara tablosu asılırken meşalelerle aydınlatılmaya çalışılmıştı. Sessiz yürüşümüz kralın odasında son bulurken kapıyı tıklamadan açtım.

Karşımızda üstü yemeklerle donatılmış, enine uzun bir masa vardı. Tam başında kral oturuyordu. Marcus eğilerek selam verip kralın sağına oturdu. Bende selamımı verdikten sonra Marcus'un yanına oturmuştum.

"Acıkmışsınızdır umarım," diye konuşan krala döndüm. Elleriyle masayı gösterirken sakinlikle bize bakıyordu. "İstediğinizi yiyin."

Marcus gözlerini bana dikerken ben de bakışlarımı ona çevirdim. Kralın güldüğünü duyuyordum. "Endişelenmeyin, elimdeki fırsatları öldürmem." dedi ve yan tarafında duran tahta kaşığı alıp yemeğe batırdı. Bende arkasından onu takip ederken Marcus da bardağa uzanmıştı.

Bu değişik yemekler de neydi böyle? Babam her gün bana et yedirirse olacağı buydu!

Ağzındaki lokmayı bitirip boğazını temizleyen krala baktım. "Kararınız nedir?" dediğinde bende lokmamı yutup konuşmak için ağzımı aralamıştım. Marcus benden önce davranmıştı.

"Şartımızı değiştirip kabul etmek isteriz. Bilirsiniz ki hançer çok zor yoldan edileceğimiz bir yerde. Hayatımızı etkileyebilir." dedikten sonra bardağı kenara koydu.

"Söyleyin." dedi rahat bir tavırla.

"Halkdan uzak durmanızı isteyeceğim. Ellerinde bulunan bir miktar şeylerini onlara zor yeterken sizin de almanız onlar için zor olacaktır. Demem o dur ki; halka karışmayın. Bizde hançeri sağlam bir şekilde getirelim."

Marcus gözlerini kraldan çekmezken ben nefesimi tutmuş cevabını bekliyordum. Açlığım bir kenara atılmış, gözlerimle kralı yiyordum resmen. Kral, sırtını geriye atarken elini çenesinin altında topladı.

"Vergi almamı ve kendi halkıma karışmamı yasaklıyorsunuz." diyerek gözlerini Marcus'a çevirdi. "Pekala, kabul ediyorum. Ama silahlanmanız gerekli. Oraya gitmeden önce planları veririm. Büyücü de sağlayacağım." dediğinde Marcus soğuk tavırlarıyla başını iki yana salladı.

"Büyücümüz var. Sadece planları ve silahları almamız yeterli." dediğinde kral birkaç saniye durdu. Sonra tahtın yanında duran askeri çağırıp gerekli olan şeyleri getirmesini istedi.

Yemeklerimizi yavaşça yerken kapı açılmış içeriye Alaric girmişti.

Selam verdikten sonra "Kralım, beni çağırmışsınız." dediğinde gözleri kraldan sonra bize döndü. Ben gözlerimi ondan alamazken Marcus, krala hitaben konuştu.

"Komutan bizimle mi geliyor? Neden ölmedi?" dediğinde bende direk gözlerimi Marcus'a çevirdim. Böyle soru mu sorulurdu?

"Kralını sorguladığının farkında ol." dedi Alaric yandan sırıtarak. "Hem beni çok istediğini duydum. Sizinle yolculuk edeceğim."

Marcus kaşlarını çatıp dudaklarının arasından homurdandı. Kral olmasaydı kesinlikle altta kalmazdı. Ona neler söyleyeceği hakkında birçok cümle aklımda kurmuştum ve bu krala göstermeden sırıtmamı sağlamıştı.

Mesela: "Çok konuşan teyze ağzını elimle kapatıp ölmeni sağlamam için gereklisin." ya da "Aman aman, hiç ayrılma benden! Beni yakışıklı bulduğunu biliyordum." veyahut "Senin yapacak şu komutan işlerin yok mu? Git onları yap, kış kış."

Keşke kral yanımızda olmasaydı...

Kral bu konuşmaya dâhil olmadan Alaric'e masaya oturmasını gösterdi. Marcus'un karşısına geçerek sandalye oturdu.

Kral ikimizi göstererek, "Bu kişilerle Kızıl Kale'ye gidip hançeri getireceksin." dediğinde gözlerimi Marcus'a çevirdim.

"Bizimle geliyor." diye kendi kendine mırıldandı.

Alaric dudaklarını kıvırıp Marcus'a doğru eğildi. "Beni sevdiğini bilmiyordum." dedi kısık bir sesle.

Marcus tek kaşını kaldırıp ona baktı. "Bende," dediğinde dudaklarını kıvırdı ve yemeğine geri döndü.

Bu değişik konuşma kapının tekrar tıklanmasıyla dağıldı. Birkaç asker ellerinde bulunan silahlarla geri dönmüş, birinin elinde bulunan kağıt kralın yanında son bulmuştu.

"Bunlar planlar," derken kağıdı Alaric'e uzatmıştı. Elleriyle öndeki silahları gösterdi. "Bunlardan istediğinizi seçin." dediğinde gözlerim yay ve oklara gitmişti. Ama arkamda bulunan yayım ve okumu satamazdım.

Ayağa kalkıp kılıçlara göz gezdirerek içinde ağır olmayan ve hafif taşla donatılmış bir kılıç beğenmiştim. Elimde döndürerek tartmıştım. Marcus, benim yanımda bir kılıç ve üç küçük hançer seçerken, Alaric belindeki kılıcı yok sayıp bir kılıç daha seçmişti. Bir küçük hançer de alıp beline yerleştirdi.

Marcus'a dönüp, "Yay ve ok almayacak mısın?" dediğimde gözlerini o tarafa çevirdi. İçlerinden bir kırmızı renge sahip yay ve okları alıp sırtına attı. Hazır olduğumu belli edercesine başımı sallayıp krala döndüm.

Marcus ve Alaric işini tamamlayıp benimle birlikte döndükten sonra kral hepimize göz gezdirdi. Ayağa kalktıktan sonra Alaric'in karşısına dikildi.

"Sizi sağlam veya sakat bir şekilde burada bekliyorum." dediğinde Alaric başını salladı. Marcus, gözlerini Alaric'den çekmezken kral gözlerini bana çevirdi.

"Kız olduğun halde iyi dövüşüyormuşsun. Gene de kendine dikkat etmeni öneririm." dedi.

Marcus yanımda homurdanırken, "Saçların doğal mı?" dediğinde kalbimin atışının değiştiğini duyuyordum.

Marcus homurdanmayı kesmiş, bana bakıyordu. Cevabım yokken Alaric araya girdi. Bunu neden yaptığını bile bilmiyordum.

"Kralım gitmemiz lazım. Gece olmadan ormandan geçmeliyiz." dediğinde kral gözlerini birkaç saniye bende dolandırdıktan sonra başını salladı.

Selamımızı verip odadan çıktık. Rahat bir nefes verdiğimde Marcus, Alaric'e bakıyordu.

"Neden yaptın bunu?" dediğinde Marcus, Alaric gözlerini benden çekmişti.

"Beni meydanda öldürebilirdiniz. Ama yakalayıp buraya getirdiniz. Ha tâbi, burada idama giderdim ama siz kaleye gitmeyi seçtiğiniz için o iş yattı. Borcumu ödemiş oldum." dedi ve sakinlikle koridorda yürümeye başladı.

Marcus, ona değişik bir şekilde bakarken bende arkasından yürüdüm. "Kralın adını nerden biliyordun?" dedi Marcus, arkamdaki yerini es geçip yanıma gelirken. "Sana adını söylediğimi hatırlamıyorum."

"Şey," dedim sesimin titremesine müsaade ederken. "Ormandaki kişi bana krallıklar hakkında bir şeyler anlatırdı. Ama Kızıl Kale hakkında bir şey bilmiyordum."

"O kişiyi merak ettim doğrusu." dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Marcus'un onun karşısında dili tutulmuş görme düşüncesi beni kıkırdatmışken, ikisi bana delice bakıyordu. Alaric, gözlerini üzerimden çekip sarayın kapısını açtı.

Karşımızda üç tane at dururken Alaric, kahverengi atın yanına gitmişti. Marcus, siyahın yanına doğru ilerlerken bir an arkasına baktı.

"At sürmeyi biliyor musun?" dediğinde ona baktım. Ormanda atlar yoktu. Onların yerine atların tarzlarına yakın yaratıklar bulunurdu. Onlara bindiğim olurdu. Ama ben her zaman Swinyer'ın üzerinde seyahat ederdim.

"Biliyorum," dedim omuz silkerken. "Ne kadar zor olabilir ki?" diye mırıldanmıştım.

Beyaz ve siyah renk karışımına sahip atın yanına giderken kişnemesi beni ürkmüştü. Durmaktan vazgeçmemiştim. Biraz daha ilerleyip önünde durdum. Elimi uzatıp çenesinin altına yerleştirecektim ki at başını sağa sola salladı.

"Şşt," dedim gözlerini bakarak. "Zarar vermeyeceğim." dediğimde gözlerini üzerime dikerek çenesine dokunmama yardım etmiş, başını bana uzatmıştı. Çenesini okşarken gülümsedim.

"Aferin benim kızıma," dediğimde beni anlamış gibi sağ ayağını toprağa sürttü. Diğerlerine baktığımda atlarına çoktan binmiş olduğunu gördüm. Elimi çenesinden başlayıp sırtına doğru ilerlettim. Sırtını okşadıktan sonra dizgininden tutundum. Kendimi yukarı çekip ileri bıraktıktan sonra at birkaç adım geri gitmişti.

Diğerlerine bakıp başımla onayladım. Onlar dizginlerini elini alıp ilerlerken bende arkalarından onu takip etmiştim. Sarayın önünden değil, arka tarafından çıktığımız için halka gözükmemiştik. Kapılar açılırken rüzgarın saçlarımın arasından geçişini özlemiştim. Gözlerimi kapatıp huzurlu bir nefes alırken atın boynunu okşadım.

At kişnerken gülümsedim ve gözlerimi açtım. Aşağıya indikçe kumsala yaklaşıyorduk. Alaric önde, arkasından Marcus ve onun arkasında da ben vardım. Marcus, benden pek uzakta olmasa da arada arkasına bakıp beni kontrol ediyordu.

Kumsala ulaştığımızda üçümüz çok iyi bir manzara sergilemiştik. Yıldızların karanlığımızda yol göstermesi ve ayın dolunay olması işimizi kolaylaştırmıştı.

Ay dolunaydı!

Dolunay! Swinyer ve diğer aslanlar bu özel günde ilk defa bensiz kükreyecek ve ormandaki canlıları ziyaret edecekti. Bugün Keegan mağarada durur, aslanların ormana yaptığı ziyareti beklerdi. Sonra Swinyer mağaraya gelir, Keegan'la bağ kurarak iletişim halinde olurdu. O gün kimse evden çıkmazdı. Ormandaki canlılar en güzel yiyeceklerini Swinyer'a sunar, Swinyer gittikten sonra ormanı turlarlardı. Gözlerimi dolunaydan çekmezken, kalbimin atışını hissediyordum.

Yanlarında olmak isterdim. Onlarla birlikte koşup, kükremek ve uçurumun dibinde gösterişli kükreyişlerini görmek isterdim. İlk defa bunu kaçıracağıma üzülmüştüm. İlk defa ormandaki vahşi kişiliğimi bırakmıştım.

"Eliana!" diye bağırıp yanıma gelen Marcus'la gözlerimi kırpıştırıp ona baktım. Atım ne ara durmuş ve onlardan uzakta dolunaya dönmüştü?

"Ben, şey..." dedim gözlerimi dolunaydan almazken.

"İyi misin? Kaç kere seslendim?" diyerek yanımda atıyla bitmiş Marcus'a baktıktan sonra Alaric'e baktım. O da kaşlarını çatıp olayı kavrama peşindeydi.

"Dalmışım, sorun yok." Kestirerek cevapladım. Atımı ilerletip Alaric'in yanına sürdüm. Marcus, bir şey demeden benimle birlikte atını sürdü.

"Dolunay," dedi gözlerini yukarı çevirerek. "Gecemizi aydınlatmaya yetiyor. Ama dolunayla ilgili sorunun var. Öyle değil mi?"

"Hayır, sorun yok." dedim. Onu geçerek dolunaya bakmadım. Nefesimi verirken aslanların sanki toprağı ezercesine koşmalarını hisseder gibi olmuştum. Bir kükreyiş havayı kaplayacak hissine kavuştuğum için ürpermiştim.

Sanki bir an Swinyer, karşıma geçecek, uçurumun ucunda başını yukarı kaldırıp gökyüzünü inleten kükremeyi yapacak gibiydi. O kükreyişi izlemek, muazzam manzarasını görmek her zaman içime ışık gibi doğardı.

Onlar için ay, geçmiş ataların olduğu yerdi. Her dolunayda, geçmiş ataları biraz daha yakın olurmuş yeryüzüne. Keegan, bunu söylediğinde bende ayda Keegan'ın geçmiş ataları olduğunu düşünmüş ve hayranlıkla bakmıştım. Heyecandan bende kükremek istemiştim ama benim biricik ejderham bunu duyarak kahkaha atmıştı.

Başımı sağa sola sallayıp düşüncemden kurtuldum. Atımın dizginini elime alıp atın hızlı olmasını sağladım.

"Koş kızım, koş!"

🔥

Güneşin ışıkları yolumuzu aydınlatırken gözlerim uykunun peşine düşecek hâle bürünmüş, kapanmaya yüz tutmuştu. Göğsümün gerildiğini hissediyordum ama uykusuzluktan dik duramıyordum. Nefesimi dışarı verip gözlerimi kırpıştırdım. 

"Marcus," Sesimin uykulu çıkması ve esnemeye başladığım için de çok hafif çıkmıştı. Atım normal bir hızla ilerliyordu ve Marcus tam yanımda yer edinmişti. Mahrum mahrum gözlerimi ona çevirdim.

"Mola istiyorum. Bir saat uyusam yeter." dediğimde Marcus ilk önce yüzümü süzmüş, sonra duruşuma dikkat ederek başını sallamıştı. 

Atımı durdurduktan sonra yere ayak bastım. Ayaklarımın titremesiyle yavaş bir şekilde bir ağacın köküne oturdum. Sırtımı geri verirken Alaric ve Marcus'un da atlarından indiğin görmüştüm. 

"Sen uyu." dediğinde Marcus'a gülümsemiştim. 

"Tek istediğim bu," diyerek kollarımı bağlayıp gözlerimi kapattım. 

Karanlık. Gözlerimi kırpıştırırken kulaklarıma rüzgar uğultusu gelmiş ama saçlarımın arasında rüzgar geçmemişti. İlerlemek istediğimde ayaklarım toprağı bulmuş ve gözlerim toprağa çarpmıştı. Gözlerimi yukarı çekerken uçurumda olduğumu farkedince geri adımladım.

Arkamı dönmek isteyince gözlerim buraya tanıdık gelmişti. Burası Swinyer'la buluştuğumuz uçurum kenarıydı. Gözlerimi gökyüzüne doğru tuttuğumda ayın dolunay hali vardı. 

"Kimse var mı?" diyerek uçurumda yankı yapan sesimin geri gelmesiyle tedbirli adımlar atmış, uçuruma doğru ilerlemiştim. 

Arkamdan gelen hışırtıyla uçurumdan uzaklaşmış arkamı dönmüştüm. Gözlerimi kısarak oralara bakınca bir çift göz görmüştüm. "Swinyer," diye mırıldanmıştım ama oraya adımımı atamamıştım. 

Aslansa ilerlememiş, öylece durmuştu. Belki Swinyer değildi. Gözlerini üzerimden çekmeyerek adım adım gelen aslana baktım.

Bembeyaz ve mavi gözlere sahip kurt, gözlerini benden çekmezken yanıma kadar gelmiş ve karşımda dikilip boynuma ulaşmıştı. Aslanların boyu bu kadar değildi. Sadece Swinyer diğerlerinden farklı ve büyük bir boya sahipti. Gözlerini birkaç saniye bende tuttuktan sonra dolunaya çevirdi ve başını göğe uzatarak kükremeye başladı. Bir adım geri giderken gözlerimi ondan çekmedim. 

"Sen kimsin böyle?" dediğimde kükremeyei durdurmuş, gözlerini tekrar üzerime çekmişti.

"Ben senim kraliçe, sen ise ben." Sesin ondan geldiğini duyduğumda sesindeki sakinliği ve duruşu tam bir lideri anımsattırıyordu. Gözlerinde kırmızı ateş kıvılcımları, maviliklerinin üzerinde dans ediyordu. Derin bir nefes alırken göğsüm sıkışmıştı. 

"Ben senim kraliçe."

"Ben senim kraliçe."

Hep bu cümleyi tekrarlarken kulaklarımı kapattım. Dizlerim toprağa değdiğinde aslanın önünde diz çökmüştüm.

"Sus!" Bağırışımla gözlerimi açarak göz göze gelmeyi istedim. Aslan benim gibi önümde diz çökmüştü.

"Ben senim kraliçe." Her söyleyişi kulaklarımda çığlık oluşturuyor, vücudumu sararak her hücrelerimde yer edinmesini sağlıyordu. 

"SUS!" Bu çığlığım sesini delmek istercesine etrafımda yankılanırken aslanın nefesi yüzüme çarpıyordu. 

"Ben senim kraliçe!" Bağırışımı yok sayıyordu. Sakinliğini koruyordu.

Kurdun susmasını isterken o daha çok söyleniyor, karanlığa yaklaşmamı olanak sağlıyordu. 

Ve hapsolmuş hücrelerimde yer edinen çığlıkla karanlığa düşmüştüm.

"Ben senim kraliçe, sen ise ben."

🔥

VE... ÇOK GÜZEL BÖLÜMÜN SONUNU GELDİK! 

SİZCE ASLAN NE YAPIYOR?

ALARİC'E GÜVENMELİ MİYİZ?

"BEN SENİM KRALİÇE, SEN İSE BEN..." DERKEN NE DEMEK İSTEMİŞ OLABİLİR?

BEĞENMENİZ DİLEĞİYLE...

Sonra ki bölümde görüşmek üzere...

Kendinize iyi bakın.

💜

Continue Reading

You'll Also Like

3.8M 309K 85
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
483 60 6
Bir Cinayet Bürosu amiri Selay Karatay geçirdiği bir kaza sonucu kendini 1990 yılındaki en büyük katliamın içinde bulur. Tarihe kazınmış bu katliam...
7.6M 424K 79
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
277 55 17
Kadere inanır mısınız? Yapmam dedikleriniz, asla diyerek reddettikleriniz... Ben inanmazdım. Artık inanıyorum. İstanbul asilzadesi dedem, dehşetle bü...