BATAKLIK

By gizemoslu

517K 23.1K 2.6K

Kişinin kalbinde duyguya dair hiçbir şey kalmamışsa bedenin varlığı anlamsızdı. Önce kalbe dokunmadan direk t... More

BATAKLIK - Kiralık Katil Serisi
1. Bölüm ''Sessizliğe İlk Adım''
2. Bölüm ''Siyah''
3. Bölüm ''Yalnız''
4. Bölüm ''İlk''
5. Bölüm ''Silah''
6. Bölüm ''Gözyaşı ''
7. Bölüm ''Korku''
8. Bölüm ''Tek''
9. Bölüm ''Ölüm''
10. Bölüm ''Vur''
11. Bölüm ''İpucu''
12. Bölüm ''Zirve''
13. Bölüm ''Emir''
14. Bölüm ''Gerçekler''
Çok çok önemli duyuru.
15. Bölüm ''Araf''
Duyuru
16. Bölüm ''Veda Busesi''
17. Bölüm ''Boşluk''
18. Bölüm - ALINTI
18. Bölüm ''Teklif''
19. Bölüm ''Karar''
20. Bölüm ''Güven''
Minnoş Bir İmza Günü Duyurusu
21. Bölüm ''Savaş''
YENİ İSİM - BATAKLIK
22. Bölüm ''Huzur''
23. Bölüm ''Ten''
24. Bölüm ''Tutsak''
25. Bölüm ''Yangın''
26. Bölüm ''Kan''
27. Bölüm ''Kuşatma''
29. Bölüm ''Bataklık''

28. Bölüm ''Katran''

4.2K 213 77
By gizemoslu

28. Bölüm ''Katran''

Günlerdir tavanın ortasından odanın yerine doğru boşalan katran şiddetini arttırdı. Bir sürüngeni taklit ederek yavaş yavaş tüm evi dolaştı, tüm renkleri siyaha boyadıktan sonra ayaklarımın dibine evini inşa etti. Kurtulmak için basit bir hamle yaptım, düşünmedim. Evinin üstüne basıp onu yok edeceğimi zannediyordum ki bana aksini kanıtlayarak bacaklarımdan yakaladı, boğazıma bir kazık saplayıp susturdu ve sonra yavaşça iliklerime kadar içime doldu. Litrelerce içtim onu. Kanımın rengini değiştirmesine izin verecek kadar içtim. Kırmızı, kuşandığım renklerimden geriye kalan iki renkten biriydi, onu da yok etmesine izin verdim. Katran damarlarımda dolaşırken önce kırmızıyı yuttu, sonra damarlarımı kömür siyahına hapsetti ve canımı oracıkta alırken bana gülümsedi. Kulaklarımdan içeriye doğru akmaya devam ederken fısıltısı ninni söylüyormuşcasına beynimin içinde yankılandı.

''Solacaksın.''

Uyandım. Tüm vücudumu ve zihnimi esir almış his geceden beri varlığını daha da yoğunlaştırmıştı. Gözlerimi kapatırken hissetmekte olduğum ne varsa, gözlerimi açtığım andan itibaren sadece ara vermiş gibi içimde yankılanmaya devam ediyordu. Ondan kurtulmak istedim ama göğüs kafesime sığınan acı bunun için daha erken olduğunu belirtmek istermişcesine sıklaştı ve kaburgamı yarıp geçerek uzandığım yerden etrafa saçıldı. Hacmini daha da büyüttü. Durduramadım.

Bir kanser hücresi gibi önce uzuvlarımdan birisine tutundu, büyüdü, büyüdü. Bir süre sonra benden beslenemeyeceğini anladığında yönünü değiştirmeye karar verdi. Geri gelecekti, şimdilik başka yerlerden farklı zehirler topluyordu. Bu, acıyla aramızda var olan, kimsenin bilmediği bir döngüydü. Beni birkaç saatliğine kendi halime bırakır, sonra her şeyi baştan hatırlatıp yaralarımı derinleştirerek köklerini güçlendirirdi.

Acıdan benimle iletişimini kesmesini istemek haksızlık sayılırdı. Yıllardır birlikte yaşıyorduk. Kötü giden her şeyin sonunda beni büyüttüğünü dile getirmek için başucumda olduğunu bilirdim. Çünkü beni gerçekten büyütürdü. Önce keskin bir şekilde derime saplanırdı, oraya yerleşir hissine alıştırırdı, sonra yavaş yavaş kopardı vücudumdan. Terk etmezdi ama asla tamamen iyileşmezdi. Kabuk bağlar ve ben onu kaşımadığım sürece gün yüzüne çıkmazdı. Eğer olur da kaşırsam bir süre için tekrar kanar sonra yine iyileşirdi.

Ama hep orada olurdu; yaranın neden oluştuğunu hatırlamam için, kanattığımda ne olduğunu bilmem için, bir yaranın bir insana ne kadar fazla tutunacağını gösterebilmek için asla gitmezdi. Her yeni oluşan yarada bir öncekini hatırlar ve bir daha tekrar etmemek için direnirdim.

Onu silemezdim. Silersem hatalarımı unuturdum, unutursam tekrar ederdim.

Ama bu yarayı silmek istiyordum. Kabuk bağlamaktan ziyade daha kanamaya başlayalı çok olmamış bu yarayı tutunduğu yüzeyden kazıyıp çöplüğün en çürük yerine terk etmek istiyordum. Görüp geçirdiğim her acıyı bir yerden sonra benliğime kabul ederken bununla nasıl başa çıkacağımı bilememek anlamsız geliyordu ama başa çıkamazdım. Her geçen saniyede ruhumdaki tüm dikenler tekrar tekrar içime işlerken çok zordu. Beni yiyecekti, hissediyordum.

Sonsuz gibi gelen baş ağrımı göz ardı etmeye çalışarak yerimden doğruldum. Bu odadan çıkmak istemiyordum, kimseyi görmek istemiyordum ama bir yere kadar saklanabileceğimi biliyordum. Su içme ihtiyacıyla mutfağa ilerlerken evde olmamalarını diledim. Bir yerde, bir sokağın en ücra köşesinde ölmüş olabilirlerdi, şu an asla üzülmezdim.

Ağlama isteğimi bastırmaya çalışırken tezgaha tutundum. Her an yere doğru sürünecekmişim gibi hissetmekten kendimi alamıyordum. Sürahiden gözümün önüne iliştirdiğim ilk bardağa su koyarken gözlerimde buna paralel olarak doldu. Ben suyu içerken, göz pınarlarımdaki yaşlar dışarıya doğru taştı ve yanaklarımı işgal etti. İçimin daha önce bu kadar acıdığını hissetmemiştim. Sebebini biliyordum ve kendime kızıyordum. Zamanında ona yeterince tutunmadığım için, onu kendimden uzaklaştırmamı sağlayan tüm hareketlerim için kendimi suçluyordum.

Midem bulanmaya başlarken sırtımı tezgaha yasladım. Her şey buğulu, her şey paslıydı. Beni bataklıktan çıkaracağını umduğum kişi bataklığın kendisi haline gelirken hıçkırdım. Durdurulamaz bir şekilde ağlıyordum, hıçkırıklarım boğazımda toplanıyordu.

Dünkü sahne gözümün önüne düşerken büyük bir boşluğun içine saplandığımı hissettim. Mide bulantım gittikçe şiddetlenirken yüzümün alev aldığını zannettim. Bir insanın kalbi hasta olabilirdi ama bunun fiziksel olarak dışa yansıması korkutucu geliyordu. Daha fazla dayanamayacağımı düşünerek banyoya koştum.

Dünden beri hiçbir şey yememiş olmama rağmen kusma isteğimin şiddetlenmesi sinir bozucuydu. Sıvıdan başka hiçbir şey vücudumu terk etmiyorken gövdemi küvete dayadım ve fiziksel olarak acıya karşı verdiğim reaksiyonun durulmasını bekledim. Bir yandan küvetin musluğunu çevirmeye çalışırken hıçkırmaya devam ediyordum. Sonunda suyu açmayı başarırken bir süre daha ağladım. Kusmakla ilgili tüm isteğim yok olana kadar küvetin başında durmaya devam ettim. Bulantı her ne kadar sistemimden uzaklaşsa da acı olduğu yerdeydi. Acı her yerdeydi.

Ellerimdeki his algısı tamamen yok olmuştu. Nereye dokunsam boşluktan başka bir şey hissetmiyordum. Suyu kapatmak için bile musluğu sıkamadığımı fark ettiğimde pes ederek yerimden kalktım. Yüzümü olabildiğince yıkamaya çalışmıştım ama havluyla kurulayacak kadar beni kendime getirmemişti. Ellerimle yüzümü silerek banyodan çıktım. Adımlarım bir taşa bağlıymış kadar ağır ilerliyordu. Sonra onu gördüm. Elinde bir fincan kahvesiyle mutfaktaki sandalyelerden birinde oturuyordu. Kaybettiğim renklerimden biri onun saçından etrafa yayılırken ona zarar vermek istediğimi fark ettim.

Tek bir kelime etse üstüne atlayacağımı zannetmem, tek bir kelime etmesiyle ve benim hiçbir tepki veremememle birlikte çarpışmıştı. Bana, ''Merhaba,'' derken ona sadece çatmış olduğum kaşlarımla baktım. Saniyeler öncesinde karşıma çıksa onu öldüreceğimi düşünürken şimdi gözlerinin içine bakıyor olmaktan nefret etmiştim. Hiçbir şey yapamıyor olmaktan nefret etmiştim.

Sakince kafamla onu onayladım ve salona doğru bir adım attım.

''Dursana,'' dedi oturduğu yerde pozisyonunu değiştirirken. Durmadım. Adımlarımı ona doğru çevirdim ve mutfağa gittim. Tam onun karşısında duran buzdolabına sırtımı yaslarken gözlerimi gözlerinden bir saniye için dahi ayırmıyordum. O da bana bakıyordu. Kahvesinden bir yudum alırken, ''Adın ne?'' diye sordu. Aren'in ona benden hiç bahsetmemesi mi yoksa en başından beri burada olduğu gerçeği mi hareketlenmişti bilmiyordum ama tekrar büyük bir acı huzmesi kalbime yağmıştı. Olabildiğince sakin kalmaya çalışarak, ''Kayra,'' dedim.

Onun adını sormayacaktım. Zaten biliyordum ama bilmesem dahi sormazdım. Onunla ilgili detay bilirsem daha çok acıtacağını biliyordum ki o da hakkında saklayacak hiçbir şeyi olmadığını göstermek istermişcesine karşımda oturuyordu.

Masanın üstündeki sigara paketinden bir sigara çıkartırken gözleri bana kitlendi. ''İyi misin?'' diye sordu sigarayı yakarken. Başımı sallamakla yetindim. İçeriye gidip bir köşeye saklanmak verebileceğim en aciz tepki olurdu bu yüzden yerimden kıpırdamamam gerektiğini düşünerek kendimi zapt ettim. Çektiği dumanı üflemesini izledim. Güzeldi, çekiciydi, bakımlıydı. Korkusuzca Aren'e istediği şeyi verebiliyordu. Benden fazlasıydı. Bunu düşünürken içim acıdı ama üstesinden gelmeyi başardım. En azından o an için.

''Neler yapıyorsun?''

Sorularına devam edeceğini fark ettiğimde bir an için duraksadım. Bu sahneden beni ne kurtarabilirdi? Çalan bir telefon ya da kapı zili mi? Öyle olmasını diledim ama öyle olmayacağını biliyordum. En kısa sürede ilgisini benden çekmesini isteyerek, ''Okuyorum,'' dedim. ''İngiliz Dili ve Edebiyatı.''

''Güzelmiş,'' dedi ve sigarasından bir duman daha üfledi. ''Ben de şarkı söylüyorum, sahne alıyorum bir yerde.''

Kafamı salladım. Tüm artılarını gözümün önüne sererken özgüveninin oldukça yüksek olduğunu anlamak zor değildi. Ben Aren'i yorardım, o yorgunluğunu alırdı. Aramızdaki bariz farklardan biri de buydu. Ağlamamak için başka bir yere bakmak zorunda kaldım. Birkaç kere gözlerimi kırptığımda yaşlar geriye düşerken yüzüme sahici bir gülümseme yerleştirmeyi başardığımı düşünüyordum. Daha fazla burada durursam bir şeyler ters gidecekti. Biriktirdiğim şeylerin dağılmasını engellemek için yapabileceğim en iyi rol buydu. Fazlasıyla başa çıkamayacağımı bilerek, ''Ben içeriye gideyim,'' dedim yaslandığım yerden doğrulurken. O arkamdan, ''Görüşürüz sonra,'' derken asla ondan yana bakmayarak salona döndüm. Bir süre etrafıma baktım.

Buraya ait değildim.

Buraya ait değilim.

Buraya ait olmayacağım.

Aren ve benimle ilgili en başından beri çözemediğim o his yine buradaydı. En doğrusu oydu ama bu halde bile her şey çok yanlıştı. Bunun zamanlama ile alakalı olduğunu sanmıyordum. Ben kadere inanırdım ve eğer biri bir insanın hayatına yanlış zamanda giriyorsa, kadere göre o zaman, çok büyük ihtimalle doğru bir zamandı.

Aren yanlış zamanda yaşadığım doğru insandı sadece. Fazlası yoktu, fazlasını aramak delirtirdi, fazlasını dilemek yok ederdi.

Duvarlar bir bir üstüme yıkılarak beni enkazın altına hapsederken aşmak için bir yol bulamadım. O sırada Aren'in sesini duymam alternatif olarak seçtiğim yolları da aşılmaz hale getirmişti. Kızla bir şeyler konuştu, duymadım. Dinlemekte istemedim. Nasıl yapıp buradan kendi başımın çaresine bakacak şekilde çıkardım onu düşünmeye başlamıştım.

Kapının sesini duymamla yerimden kalkmam bir olmuştu. Hangisi gitti ya da ikisi birlikte mi gitti görmek için koridora doğru ilerledim. Aren mutfaktaydı. Kız gitmişti.

''Kayra,'' dedi Aren arkasına bakmadan. Tezgahta kendisine kahve hazırlıyordu. Cevap vermedim. Ben cevap vermeyince bir süre o da bir şey söylemedi. Kahvesi hazır olduğunda sandalyelerden birine oturdu ve bir sigara yaktı. Birbirlerine ne kadar uyuyorlardı. Ben ne kahve severdim, ne de sigara. İçim acıyarak ona baktım. ''Selin gitti,'' dedi çekinmeden. Hapsettiğim öfkem demir parmaklıklara direnmeye başlarken anlamsız gözlerle ona baktım.

''Bana ne ondan,'' dedim ani bir sinirle. ''Bilmek istiyor gibi mi duruyorum?'' Elindeki sigaraya odaklanırken bana bakması için elimi masaya geçirdim. Öfkem hapishanesinden kaçmıştı. Onu evcilleştirmek için ise yeterli vaktim yoktu. Her şeyin dışarıya dökülmesine izin vermek zorundaydım yoksa içimde biriktikçe beni yiyeceklerdi, içimde biriktikçe beni çürüteceklerdi. Dudaklarıma ket vurmaktan kendimi alı koydum ve bağırdım. ''Neden yaptın?''

Hiçbir şey söylemedi. ''Bana cevap ver! Aren, bana cevap ver! Neden yaptın?'' Ellerim titremeye başladığında kontrolümü kaybettiğimi yeni fark ediyordum. Onu yok etmek istiyordum. Tırnaklarımla yüzünü parçalamak, bana birlikte dokunduğu her hücreyi cehennemde yakmak, beni kırdığı kadar onu kırmak istiyordum. Ama sonra bana sarılmasını istiyordum. Bunların hiçbir anlamı olmadığını söyleyip beni saatlerce öpsün, açtığı yaralara tonlarca tuz bassın.

''Neden?'' diye üsteledim cevap vermediğinde. ''Seni seviyorum demiştin. Şimdi, neden?'' Kızın kahve içtiği bardak masanın üstünden gözüme çarptığında içimdeki yangının körüklendiğini hissettim. O sırada Aren cevap vermek için dudaklarını aralamıştı. ''Cevap verme bana!'' dedim delirmiş bir ifadeyle. Bunun üzerine dudaklarını kenetledi ve benden uzağa baktı. Sonrasında ne istediğini bilmeyen bir çocuk gibi ağlayarak, ''Cevap ver!'' dedim. ''Bana cevap ver!''

''Öyle olması gerekti,'' dedi hala bana bakmıyorken. ''Özür dilerim.''

Bunun üzerine daha çok çıldırdım. Dakikalardır gözüme çarpan kupayı elime alıp duvara doğru fırlatırken içindeki kahvenin üzerime sıçramasını umursamadım. Aren'in gözleri mahcubiyetten yerini şaşkınlığa bırakırken bu yönümü ilk defa gördüğünü biliyordum. Bu yönümü ben de ilk defa görüyordum. Dün geceden beri içimde büyüyen hissin devasa boyuttaki haliyle yeni tanışıyordum.

''Kayra, ne yapıyorsun?'' Aren yerinden ani bir hareketle kalkınca birkaç adım geriye gittim. ''Sinirden titriyorsun,'' dedi bana garip bir ifadeyle bakarken. ''Senin yüzünden!'' diye daha çok bağırdım. ''İğrenç birisin şu an gözümde. Neden bunu yaptın?''

''Psikopatlaşmaya başladın,'' dedi acımasız bir tavırla. ''Fanatik davranıyorsun.''

''Ne diyorsun, Allah aşkına?''

Sinirden ağlamaya devam ederken gülünç bir ifadeyle sordum.

''İnsan seviyor gibi değil, tuttuğun takım yenilmiş gibi davranıyorsun şu an,'' dediğinde üstüne atlamak istiyordum.

''Aren, ne diyorsun?'' diye sordum yorgun bir ifadeyle. Beni anlamıyordu, asla anlamayacaktı, asla bilmeyecekti, asla kabul etmeyecekti. ''Ben kırıldım, farkında mısın?'' Yaşlar süzülmeye devam etti, silmeye tenezzül etmedim. Karanlık beni yakamdan tutmuş, sonra kendi göğsüne saklamıştı. Aren'in yüzüne bir umutla bakmaya devam etsem de, karanlığa çoktan sığınmıştım. Bıçak halinde şekillenen sözleri karanlıkta beni bulamazlardı, sıyırıp geçerlerdi.

''Uzaklaşmaya ihtiyacım vardı,'' dedi bana doğru bir adım atarken. ''Özür dilerim, Kayra. Bencil olmak zorunda olduğum için özür dilerim.''

''Ne olacak peki şimdi?'' diye sordum. Sinirimi yeterince alamamış olmalıydım ki aynı an da başka bir bardağı daha duvara karşı paramparça hale getirmiştim. ''Ne olacak?''

''Bilmiyorum.''

''Her şeyin içine sıçtın,'' dedim içimdeki zehir kaynamaya devam ederken. ''Her şeyi mahvettin.''

''Kayra, yeter!'' Bu sefer bağırma sırası Aren'deydi. ''Yeter! Üstüme gelme. Beynimin içini bilmiyorsun. Ben ne yaşıyorum, bilmiyorsun!''

''Anlat o zaman!'' diye direndim. ''Neden böyle yaptığını açıkla!''

''Kayra, sen beni dönüştürdüğün kişiyi seviyorsun beni değil. Benim gibi hayatı çalkantılı bir insana kalbini adama. Zarara uğruyorsun.''

''O kişi mi olmak istiyorsun?'' diye sordum diğer her şeyi es geçip. ''Benim yanımda olmadığın kişi?''

''Hayır.''

''O zaman?'' Bir okyanusun içinde boşuna çırpınıyormuş gibi hissetmeme rağmen ondan ümidi kesmedim. Gözlerinin içine bakarken bir his aradım. Varlığını bana adamak istediğine dair ufak bir kıvılcım görmek istedim ama yüzünü benden kaçırdığında net bir cevabı olmadığını anladım. Ne istediğini bilmiyordu. Hala uzay boşluğundaydı, hala savrulmaya devam ediyordu. Beni olduğum yerden ayırıp boşluğa attığında sonrasını düşünmediğini tüm açıklığıyla önüme yatırmıştı sonunda, bense görmemekte direniyordum. Eğreti duran her şeye rağmen düz bir çizgi bulacağımı zannedip duvarları yıkıyor, çamurları kazıyor, evreni dolaşıyor, beynine girebilmek için kendimi küçültüyor, ruhumu parçalara bölüyordum ama yetmiyordu. Karşındaki insan yetmesini istemediğindeyse her şey anlamını yitirip hiçliğe mahkum oluyor, seni de beraberinde sürüklemeyi ihmal etmiyordu.

Ellerimi saçlarıma geçirirken iyi hissetmediğim için kendime kızdım. Yaşadığım diğer kötülüklerin üstesinden tek başıma gelmişken şu an bu noktada tıkanmam adil gelmiyordu. Bazı şeyler berraklığıyla görmem gerekiyordu ve bunu o etrafımdayken yapmam imkansızdı. Ama gidecekti, biliyordum. En başından beri bir gün kendi yoluna bakmak isteyeceğinin bilincindeydim. O yüzden ona git demedim ya da ben gitmedim. Beni haklı çıkarması için ona izin vermeyi tercih ettim. Gitmesini istemediğimi zaten biliyordu. Hatırlatmama gerek yoktu.

''Almam gereken iki intikam var,'' dedi. O bunu söylerken banyoda açık bırakmış olduğum musluk yüzünden küvete dolan su taşmış, arkasında dev bir su tufanı kopartarak onu dalgasına katmıştı. O hissetmememişti ama ben görmüştüm. Boğulmasına çok az kalmıştı. ''Bunlarla uğraşamam,'' diye devam etti. Konuştuğunda suları bastırmıştı ama yine her şeyden bir haberdi. Üzerinde hakimiyet kurduğu her şey yıkıldığında arkasına dönüp bakmak aklına gelirdi belki yine de geç kalmışlıklardan kurtulamazdı.

Onun ruh halinden sıyrılmaya çalıştım. İntikam almak istediği kişilerden biri Eyüp'tü. ''Diğeri kim?'' diye sordum.

Bir şey söylemedi. Her zamanki gibi beni yanıtsız bırakıp yanımdan geçtiğinde arkasından bakmadım. O sırada kapı açılmış, içeriye Ege ve Berk girmişti. ''Kenan abiyle Adnan abi yoldalar,'' dedi Berk içeriye girer girmez. ''Emre'nin nerede olduğunu öğrendik ama tek değil.''

Aren başını salladı. ''Halledeceğiz,'' dedi salona doğru geçerken. Sadece birkaç dakika içinde Adnan abiyle Kenan abi de eve gelmiş, ortamdaki tüm havayı olduğundan daha da katılaştırmışlardı. Bir mecliste toplanıyorlarmış gibi hepsi tek tek koltuklara oturdu. Adnan abi hepsine hakim olmak adına salonun ortasına yerleştirdiği sandalyedeydi. Bense hiçbir yere oturmadan her zamanki gibi kapının kenarına yaslandım ve onları dinleyeme odaklandım.

''Plan şu,'' dedi Adnan abi herkesin yerleştiğini fark edince. ''Emre'yi olduğu yerden almamız lazım. Burada bize Kayra'nın yardımı gerekiyor.'' Adımı duyduğumda otomatikman duruşumu dikleştirmiş tüm dikkatimi onlara vermiştim. ''Küçük bir rolü olacak.'' Adnan abi cümleyi tamamladığı an da bakışlarım Aren'e kaydı. Söyleyeceği şeyi merak ediyordum.

''O neden?'' diye sorarken asla bana bakmamıştı. Tüm dikkati Adnan abinin üzerindeydi.

''Emre'yi kaçırırken dikkat dağıtacak birine ihtiyacımız var,'' dedi Adnan abi bunun üzerine.

''Olmaz.''

Aren'in tepkisi keskindi. Yüzü benim gözümün sınırlarına ulaşmasa bile sinirli bir hal aldığını hissetmiştim. Onunla alakalı şeyleri garip bir şekilde hissedebiliyordum.

Bu sefer lafa giren Ege olmuştu. ''Ona ihtiyacımız var, Aren,'' dedi üstüne basarak. Sonra Aren bana döndü. Kırmızıya çalan gözlerine baktığımda ruhumu delip geçmelerine izin verdim. Sonra boynundaki izlere erişti gözüm ve bu sefer onun ruhunu delen ben olmak isterken hislerimi bir nebze olsun uysallaştırmaya çalışmadım. Ona olan sinirim suratına baktıkça katlanıyordu. ''Aren'e yardım etmek istediğimi sanmıyorum,'' dedim hırsla ona bakarken. Bunun üzerine alaycı bir ifadeyle gülüp, ''Kim sana yardımcı ol diyor ki zaten,'' dedi. Aramızda soğuk bir savaş baş göstemeye başlamıştı ve ikimizde bu soğuğun kesiciliğine alet olmak için istekliymişiz gibi davranıyorduk.

''Ben dedim.'' Ege tekrar araya girerken bakışlarımı Aren'den kaçırdım. Bilmek istemediğim tüm detayları gözümün içine sokarken kızdığım şeyin ne olduğunu düşündüm. Cevabını bulamadan Ege tekrar konuşmaya başlamıştı. ''Adnan diyor.''

''Kayra beceremez öyle şeyleri,'' dedi Aren ayağa kalkarken. ''Her şeyi berbat edecek bir de onunla uğraşamam.''

Ege, Aren'i dinlemeyip ayağa kalktığında bir an için dalaşacaklarını zannettim fakat benim yanıma gelmişti. ''Kayra, sen gel benimle,'' dedi kolumdan tutup içeriye götürürken. Mutfağa geçtiğimizde Ege bir süre için karışık bir ifadeyle bana baktı. Yüzümeye bakmaya devam ederek anlam çıkaramayacağını fark etmiş olmalıydı ki ''Buranın hali ne öyle?'' diye sordu. Omuzlarımı silktim ve cevap vermedim. ''Kavga mı ettiniz?'' diye sordu bunun üzerine.

''Yeğenine sor yediği boku,'' dedim her şey tekrar beynimde canlanmaya başlarken. Verdiğim tepkiyle birlikte yüzündeki ifade donarken birden gülmeye başlamasıyla bu sefer ben donmuştum. ''Senden böyle bir cümle duyacağımı asla düşünmezdim,'' dedi hala gülerken. Bense onun aksine hala ifadesiz bir şekilde ona bakıyordum. ''Sen benim yeğenimi siktir et,'' dedi Ege beni kolunun altına alırken. ''Dayısına çekmiş eşekliği.'' Kollarını etrafıma sardığından rahatsız olduğumu nazikçe belirtmenin bir yolu yoktu, o yüzden bir şey söylemeden ellerinin altından sıyrılıp karşısına geçmiştim.

Aren'in kötülüğünü istemediğim halde bir yandan da canının yanmasını bu kadar çok istediğim için kendime kızdım. Sonra zaten canının çok yandığını hatırladım. Büyük ihtimalle hak ettiğinden çok daha fazla.

''Bak, Kayra,'' dedi Ege bir şey söylemeyeceğimi anladığında. Onunla temas halinde olmaktan hoşlanmadığımı hala anlamamış olacak ki elleriyle iki koluma tutundu ve beni hafifçe sarstı. ''Aren'le ne olduğunu bilmiyorum ama kızmışsan bir sebebi vardır.'' Kafamı salladım. ''Ben oralarını bilemem, karışamam ama bu intikam olayının Aren'le alakası olmadığını biliyorsun bence.'' Tekrar kafamı salladım. ''Aysel için, Veda için gel. Bize yardım et.''

Gözlerinin içine baktım. Tam olarak ne yapmam gerektiğini soracaktım ki benden önce davranarak, ''Yapacağın şey çok basit,'' demişti. ''Kesinlikle sana zarar gelmesine izin vermeyeceğim.''

''Nasıl olacak peki?,'' diye sordum.

''Emre kendi işlettiği barda şu anda,'' dedi. ''Adamlarımızdan birkaçı orada, attığı her adımdan haberimiz var.'' Kafamla onaylamaya devam ettim. ''Gideceksin, bir şeyler içiyormuş gibi yapacaksın. Sonra onu arka kapıdan çıkartmanın bir yolunu bulacaksın. Baştan çıkart, bir şey yap.''

Baştan çıkartma kısmı büyük bir sorun olacaktı. Bana dokunmasına izin vermek isteyeceğimi zannetmiyordum. Buna katlanabileceğim bir yöntem yoktu ve başa çıkmak adına kendimi zorlamakta istemeyecektim büyük ihtimalle.

Tedirginlikle Ege'ye baktım. Yapamayacağımı söyleyecektim ki yine benden önce davranmıştı. ''Ağır kızı oynarsın biraz,'' dedi gözlerimin içine bakarken. ''Burada olmaz falan de dışarıya çıkar. Gözümüz senin üstünde olacak zaten sürekli.''

''Bana zarar gelmeyeceğine eminsin değil mi?'' diye sordum.

Ege duraksamadan, ''Evet,'' dedi. ''Dediğim gibi içeride adamlarımız var. İşler kontrolden çıkarsa devreye gireceğiz.''

Tam olarak emin olmayıp arada kalmış olsam da, ''Tamam,'' dedim üzerinde daha fazla düşünmeden. Düşünürsem işin içinden çıkamayacağımı, kendime çözülmesi imkansız sorular soracağımı biliyordum.

Ege benden onayı aldığı an da salona geri dönerken onu takip ettim. ''Kayra kabul etti,'' dedi keyifli bir sesle. ''Geriye kalan tüm iş ise bize düşüyor.''

Kabul ettiğimi duyunca Aren aniden dönüp bana baktı. ''Manyak mısın kızım sen?'' diye sinirle sorarken gülmek istedim. Canını sıktığımı bilmek çok kötü bir şekilde beni rahatlatmıştı. Ona cevap vermedim, Adnan abilere döndüm.

''Üzerimi değiştireyim mi?'' diye sordum sakin bir tavırla. Aren'in yüzü kasılırken hiç oralı olmamayı tercih etmiştim.

''Son bir şey daha var,'' dedi Adnan abi Aren'e dönüp. Cebinden bir zarf çıkartıp elinde tuttuğunda ne olduğunu anlamıştım. Babasıyla ilgiliydi, onun kim olduğuyla ilgiliydi. ''Aren,'' dedi Adnan abi olabildiğince düz bir sesle. ''Babanla ilgili hiç soru sormadın şu zamana kadar. Neden?''

''Ne önemi var abi şimdi bunun?''

Aren'in yüzünü pek bir şey anlamadığını belirten bir ifade kaplarken salondakilere tek tek baktı. Hepsinden cevap bekler gibiydi ama en sonunda gözleri yine de Adnan abiye kilitlenmişti.

''Eyüp'le ilgili her şey oraya dayanıyor,'' dedi Adnan abi. Arada kaldığını, söylemek istemediğini biliyordum ama çözülmesi gereken olaylar dahilinde bu durumun düğüm olarak kalması imkansızdı.

Aren kafasını soru sorarcasına salladı. ''Neler oluyor?'' diye sordu.

''Eyüp'ün derdini merak ettiğini biliyorum, Aren,'' dedi derin bir nefes eşliğinde Adnan abi. ''Normal şartlarda Eyüp onun için çalışan bir kadının hamileliğini onaylamazdı. Babanın kim olduğunu asla bilmemen şartıyla bir de araya ben girince...''

''Doğmamam gerekiyordu yani,'' dedi Aren. Ses tonunda hayal kırıklığı görmüştüm ama tepki vermedim. Hepimiz tam yanı başlarındaydık ama onları uzaktan izliyormuşuz gibi hissetmiştim.

''Öyle deme,'' dedi Adnan abi üzgün olan ifadesini korumaya çalışırken. ''Önemli olan,'' elindeki zarfı Aren'e uzatıp, ''babanla ilgili tüm bilginin burada olması. Önemli olan yıllardır sakladığımız bu gerçeğin artık sırtımızda bir kambur olmaktan çıkması.''

Aren bir süre hiç konuşmadı. Uzun uzun elindeki zarfa baktı. Ne yapacağını bilemez bir hali vardı ve tüm kafa karışıklığı içinde bir şeyleri algılayamadığını biliyordum. Bir süre sonra konuşmayı tercih edip ''Artık önemli değil,'' dediğinde içinde biten yaşam sevincini gördüm. ''Çaresine sonra bakarım.'' Sonra dönüp Adnan abiye baktı. ''Bunca yıl,'' derken gülmüştü. ''Başarılı.''

Herkes sesini çıkartmamaya devam ederken Aren bunu fırsat bilerek devam etti. ''Bu son,'' dedi kararlı bir tavırla. ''Eyüp'ten intikamımı alayım bir daha hiçbirinizle işim olmaz.''

Sinirle odayı terk ederken peşinden gitmek istedim ama yapamadım. Herkes susmaktan ve belirli bir boşluğa bakmaktan başka bir şey yapamıyordu. ''Kayra sen üstünü değiştir,'' dedi Adnan abi bir süre sonra. Aren'e karşı olan yenilgiyi kabul etmiş gibi duruyordu herkes. Tepki vermeden Aren'in odasına ilerledim. Zarfı çekmecesine koyuyordu.

''Bakmayacak mısın?'' diye sordum.

''Üstünü değiştir, Kayra,'' dedi ve başka bir şey söylemeden odadan çıktı.

Kenarda duran valizimi açıp elime geçen ilk şeyi üzerime geçirirken tedirgindim. Aren'in annesi vefat ettiği günden beri hepimizin üstüne çöken o karanlık biraz olsun azalmıyordu aksine gittikçe güçleniyor ve birbirimizi görmemizi engellemek için zifiri bir hal alıyordu. Bir şeylerin nasıl düzeleceğini düşündüm ve sonra düzelmeyeceği gerçeğini kabul etmem gerektiğine kanaat getirdim.

Bir süre aynanın karşısında vücudumda oluşan yanık izlerini inceledim. Yüzümde, tam gözümün altında, sol bacağımın üst kısmında, sağ kolumun bilek kısmında izler vardı. Bacağımdaki iz gerçekten büyüktü, bacağımı yakmış olsa da gördükçe içimi soğutuyordu.

Vakit kaybetmek istemeyerek bakışlarımı vücudumdan ayırdım ve giyinme faslımı sona erdirdim. İçimde hiç olmasa da salona gitmek zorunda olduğumu biliyordum. İçeriye adım attığımda hala hiçbiri konuşmadığını fark ettim. Beni gördüklerinde ayağa kalkıp kapının önüne geçmişlerdi.

İlk konuşmayı yapacak kadar cesaretli olan tek kişi Adnan abiydi. ''Kayra sen Berk ve benimle birlikte olacaksın,'' dedikten sonra Aren'lerle ilgili herhangi bir detay vermedi. Sırasıyla evden çıkıp arabalara dağılırken kusmamak için sürekli olarak yutkunmak zorunda kaldım. Düşünmemek için dirensem de sürekli olarak aklımın bir köşesine olabilecek ihtimaller düşüyordu.

Kısa süren bir araba yolculuğu sonrasında artık ihtimallerden birinin gerçekleşmek üzere olduğunu anladım. Sadece bir süre dayanacaktım, sonrası kolay olacaktı.

''Biz arka çıkışta olacağız,'' dedi Adnan abi arabayı durdururken. ''Emre'nin kafası yerinde değilmiş. Girdiğinde barın solunda göreceğin takım elbiseli adam o. Beş dakikan var. Olabildiğince çabuk ve etkili olmaya çalış.''

Kafamı salladım. Kendimce söyleyeceğim tüm cümleleri içeriye sakladım ve tek kelime etmeden arabadan çıktım. Normal şartlarda alkol geçmişimin olması şu an işime yarayabilirdi ama şimdi içeceğim herhangi bir içki beni sarhoş ederek her şeyi mahvederdi.

Düşünmekten kaçarak birkaç binanın önünden yürüp bardan içeriye girdim. Gözüm direkt ona takılmıştı. Yanında birkaç kızla birlikte elinde viski olduğunu tahmin ettiğim bir içecekle barın önünde oturuyordu. Olabildiğince emin adımlarla o tarafa ilerledim. Aren'lerin adamlarının kim olduğunu bilmiyordum ama burada olan birileri olduğu için biraz da olsun rahatlamıştım.

Onun yanındaki boş bar taburesine otururken, ''Dolu değil, değil mi?'' diye sordum. Çok fazla sesten anlamamış olacak ki oturduğu yerden bana doğru eğildiğinde sarhoş olduğunu anlamıştım. Her hareketi biraz sersem bir şekilde tamamlıyordu. Bunun üzerine iyice rahatlayarak bana doğru eğildiğinde gömleğinin yakalarından tuttum ve onu iyice kendime yaklaştırdım.

''Burası diyorum,'' diye bağırdım. ''Dolu mu?''

Rahatsız olmadığını güldüğünde anladım. ''Hayır,'' dedi kendinden emin bir hareketle. ''Tam olman gereken yerdesin.''

Gülmeye çalıştım ama başaramayacağımı anladığımda kafamı başka yere çevirmem gerekmişti. Bir sonraki hamleyi onun yapmasını bekledim ve tam da beklediğim gibi barmeni yanına çağırıp, ''Hanımefendiye bugün içeceği her şey benden,'' dedi.

''Hiç gerek yoktu aslında,'' dedim olabildiğince sempatik gözükmeye çalışarak.

Baştan çıkartmam gerekiyordu. Baştan çıkartmak dediğin nasıl olurdu? Önce yanındaki diğer kadınları göndermem gerekirdi. ''Sadece sen ve ben olsak yeterdi,'' demeyi akıl edebildim. Ağzımdan çıkan her cümle midemi bulandırırken bir an önce bitsin istedim. Cümlem ona cüretkar gelmiş olacak ki tek kaşını kaldırıp alayla güldü. ''Hoşlandım senden,'' dedi. Bu sırada yanındakilerden birinin kulağına eğilmiş diğeriyle ellerini kenetleyerek hafifçe kalabalığa doğru yönlendirmişti. Kadınlar gözümüzden kaybolurken bir sonraki hamlemi yapmam gerektiğini düşündüm. Bir an önce bu işi bitirmem lazımdı yoksa devamını getiremeyecek ve buradan kaçacaktım.

Oturduğum yerden ayağa kalkarken elini tuttum ve onu tekrar kendime doğru çektim. ''Gel benimle,'' diye bağırdım. Sarhoş olmanın da etkisiyle söylediğim şeye itiraz etmedi ve yerinden kalkıp beni takip etmeye başladı. Olabildiğince hızlı bir şekilde kalabalığın arasından sıyrıldım ve onu arka kapıya getirdim. Geldiğimiz yeri fark ettiğinde kaşlarını çatarak yüzüme baktı. ''Arabam,'' dedim aklıma gelen ilk yalanla. ''Buraya bir yere park etmiştim.''

Anladığını belirten bir şekilde kafasını salladı ve beni kenara alıp centilmenlik yaptığını düşünerek kapıyı açtı. ''Önden bayanlar,'' diyip belimden kavradığında ani bir hareketle eline sarıldım ve ona doğru döndüm. Şaşırmıştı ama anlam veremediği için bir şey söyleyemedi. Kavramış olduğum elini hafifçe serbest bıraksam da tamamen bırakmadım. Kapıdan dışarıya çıkarken onu da kendimle beraber çektim. Adımımı dışarıya attığım an da gözlerim Adnan abiyle Berk'i aramıştı. Etrafıma bakmama vakit olmadan arkadan sert bir ses duymamla, Emre'nin elinin elimden kayması bir olmuştu.

Hızla oraya döndüm. Berk elinde bir sopayla bana bakıyordu. O sırada Adnan abi de geldi ve hiç vakit kaybetmeden ikisi birlikte Emre'yi arabaya bindirdiler. ''Kayra, atla arkaya,'' dedi Adnan abi ön koltuğa doğru koşarken. Hemen arkaya bindim ve Berk'in bana doğru uzattığı bezi tutup anlamsızca ona baktım.

''Ben ellerini bağlayacağım,'' dedi bakışlarımı görünce. ''Sen de ağzını bağla. Zaten biz oraya gidene kadar uyanacağını sanmıyorum.''

Başımı sallayıp dediğini yaptım. Kalbim evden çıktığımız andan itibaren şiddetle atmaya devam ederken sakinleşmek için neden aradım ama bulamadım. Gittikçe batıyordum, gittikçe batıyorduk.

Ne yaptığımın farkına yeni yeni varırken pişman bir ifadeyle ellerimle yüzümü kapadım. ''İyi misin?'' diye sordu Berk. Tekrar sadece kafamı sallamakla yetindim.

''Berk,'' dedi Adnan abi arabayı sürmeye devam ederken. ''Güvenlik kameralarını hallettin mi?''

''Hepsi devre dışı abi, hallettim.''

Emre'ye baktım. Kendisinde değildi ve dağılmış duruyordu. Vicdan yapmak için artık çok geç olduğunu bildiğimden başka bir yere baktım. Çoktan gelmiş olduğumuzu fark ettiğimde ise boğazıma oturan hissi yok etmek için uğraşmamıştım. Bir süre daha benim misafirim olacaktı, hissediyordum.

Adnan abi arabayı park ederken telefonunu çıkartıp birini aradı. Görmedim ama tahmin ettim. Büyük ihtimalle Aren'di. ''Dalıyoruz,'' dedi Adnan abi kısa bir ifadeyle. Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra, ''Tamam,'' dedi. Sonra telefonu kapatıp bize baktı.

''Kayra,'' dedi. ''İçerde asla yanımızdan ayrılma.''

''Tamam,'' dedim ve arabanın kapısını açıp kendimi dışarıya attım. Adnan abi de indikten sonra Berk'in kapısını açtı ve birlikte Emre'yi dışarıya çıkardılar. Berk, arabanın kapısında bulduğu sulardan birini açıp Emre'nin suratına döktü ve kendisine gelmesi için birkaç kez yüzüne vurdu. Emre direnmeye başladığında Adnan abi belindeki silahı çıkartıp havaya bir el ateş açtı ve sonra silahını Emre'nin alnına dayadı. ''Yanlış bir şey yapma,'' dedi direkt gözlerinin içine bakarken. Emre korkuyla kafasını sallarken bir kenara çekilip ağlamak istediğimi fark etmiştim. Neyin içine düştüğümü son birkaç aydır düzenli olarak sorgulayıp cevap bulamıyor, üstüne bir de sıyrılmak için hiçbir şey yapmıyordum.

Adnan abi korkusuzca içeriye doğru ilerlemeye başlarken Berk yanında Emre'yle onu takip etmeye başlamış, ben de Berk'i takip etmeye başlamıştım. Adnan abi müstakil evin bahçesinden içeriye girerken, ''Kayra sen arkama geç,'' dediğinde hemen dediğini yaptım ve Berk'i ardımda bıraktım.

Aren'i Kenan abinin yanında gördüğümde rahatlamam gerekirdi biliyordum ama öyle olmadı. Aksine daha çok gerilmiştim. Eyüp ellerindeydi. Başında Ege duruyordu. Garip bir şekilde ellerini ya da ayaklarını bağlamamışlardı. Başında silahla, dayak yediği belli olan yüzünde korkuyla öylece önüne bakıyordu. İçeriye girdiğimizi fark ettiğinde bakışları bize dönerken, ''Oğlum,'' dedi. O kadar kısık söylemişti ki dudaklarını okuyarak anlamıştım söylediği şeyi.

Aren'e baktı. ''Yapma,'' dedi. ''Aren, yapma.''

Aren dinlememişti. Berk'e tek bir el hareketiyle Emre'yi yanına getirmesini söylerken gözlerini bir saniyeliğine de olsa Eyüp'ten ayırmıyordu. Ona bakmaya devam ederken yanında duran Emre'nin arkasına geçti ve etti omuzlarından baskı uygulayarak diz çökmesini sağladı. Bunun üzerine Eyüp'de diz çöktü. Gözlerini kapatıp yavaşça yutkunurken etrafa yaydığı korkuyu buram buram hissediyordum. Yenilmişti ve bunu beklediğini hiç sanmıyordum.

''Gözlerini aç,'' dedi Aren soğuk kanlı bir ses tonuyla.

Eyüp gözlerini açtı. Bir anlığına yardım istercesine etrafına baktı. Ben kafamı başka bir yere çevirmek zorunda kalmıştım, diğerleri ona bakmaya devam ediyordu.

''İzleyeceksin,'' dedi Aren.

''Hayır, hayır, Aren yapma.''

Eyüp'ün sonunda direndiğini görünce ağlamak istedim. Her şeyi önüne koyulduğu gibi kabul ediyor olması göreceğimi bildiğim sahneleri daha kolay kılardı ama kolay olmayacaktı. Gözlerimi kapatarak etrafımı yok saymayı denedim. Sesler kulağımda büyük bir çınlamayla yer buluyordu ama en azından görmeyecektim.

Bu sırada Aren'in yanı başımda silahının şarjörünü doldurduğunu duydum. Daha fazla dayanamayacağımı bilerek çimenlerin üstüne yığıldım ve kusma refleksiyle birlikte yere tutundum. Ellerim yerdeki toprağı avuç içlerine alırken tırnaklarım derimi zorlamaya başlamıştı.

Aren beni görmedi, beni duymadı. Her şeyi arkasında bırakmış bir şekilde, ''Yapacağım,'' dedi ve bunun üzerine bir kurşun sesi kulaklarımda yansıdı. Bir saniye dahi beklememişti. Gözlerimi hala açmamıştım ama ortalığa yayılan feryadın bana ulaşmasını engelleyemedim. Eyüp bağırdı, çığlık attı hatta bir ara silahını çıkarttı. Fakat hamle yapamadı.

''O, Veda'yı bizden aldığın içindi,'' dedi Aren katı bir ifadeyle. ''Bu da ailemi benden aldığın için.''

Ve sıktı.

Patlayan silahla birlikte kuşlar tekrar uçmaya başlarken Aren yanıma çöktü.

Sonrasında kimse görmedi ama ben gördüm. Sabah def ettiği su tufanı Aren'in arkasında büyüdü ve onu boğmak için harekete geçti.

Ruhu kurtuldu.

Bedeni kurtuldu.

Ama kalbi suların arasında kayboldu. 

Continue Reading

You'll Also Like

112K 11.4K 39
053*: Senin kedin mi bu? Doğuhan: Evet, rica etsem atacağım konuma getirebilir misin? Ya da sen at ben geleyim. 053*: İşte o imkansız. Doğuhan: Ne...
EHVENİŞER By S. Nur Unat

Mystery / Thriller

4.2K 487 54
"Ehvenişer ne demek biliyor musun?" Diye sordum sesimi ifadesiz tutmaya çalışarak. Elleri ceplerinde camdan dışarıyı seyrediyordu. Gri gömleği, geri...
211K 8.9K 59
Köyde geçen bir aşk hikayesi... O bir inci tanesiydi; Dışı dillere destan bir güzel... Naîf kırılgan ve nârin... Köy kurgusu ve abimin arkadasşı konu...
101K 450 43
Uzun bir maraton en iyiler 🎃