BATAKLIK

By gizemoslu

517K 23.1K 2.6K

Kişinin kalbinde duyguya dair hiçbir şey kalmamışsa bedenin varlığı anlamsızdı. Önce kalbe dokunmadan direk t... More

BATAKLIK - Kiralık Katil Serisi
1. Bölüm ''Sessizliğe İlk Adım''
2. Bölüm ''Siyah''
3. Bölüm ''Yalnız''
4. Bölüm ''İlk''
5. Bölüm ''Silah''
6. Bölüm ''Gözyaşı ''
7. Bölüm ''Korku''
8. Bölüm ''Tek''
9. Bölüm ''Ölüm''
10. Bölüm ''Vur''
11. Bölüm ''İpucu''
12. Bölüm ''Zirve''
13. Bölüm ''Emir''
14. Bölüm ''Gerçekler''
Çok çok önemli duyuru.
15. Bölüm ''Araf''
Duyuru
16. Bölüm ''Veda Busesi''
17. Bölüm ''Boşluk''
18. Bölüm - ALINTI
18. Bölüm ''Teklif''
19. Bölüm ''Karar''
20. Bölüm ''Güven''
Minnoş Bir İmza Günü Duyurusu
21. Bölüm ''Savaş''
YENİ İSİM - BATAKLIK
22. Bölüm ''Huzur''
23. Bölüm ''Ten''
24. Bölüm ''Tutsak''
26. Bölüm ''Kan''
27. Bölüm ''Kuşatma''
28. Bölüm ''Katran''
29. Bölüm ''Bataklık''

25. Bölüm ''Yangın''

5.3K 218 20
By gizemoslu

Kurguda birazcık bir değişme olduğu için oturmayan yerler olabilir. Zamanla ilk bölümleri düzeltmeye başlayacağım o şekilde oturur diye düşünüyorum. 29. Bölüm final bölümü olacak. Çok yoğunum genelde. Hem çalışıyorum hem okuyorum ve uğraştığım başka şeyler de var. Bölümlerin ayda bir gelme ihtimali yüksek. Yanlışlarım varsa affedin.

Sizleri seviyorum.

İki yıldır neredeydin diye soracak olursanız da... açıkçası ben de bilmiyorum. bir yerlerde takılı kalmıştım. 

25. Bölüm ''Yangın''

Dünya adaletsiz bir yerdi. Bunu anlamak için insanın kafasını kaldırıp etrafını bir süreliğine incelemesi yeterli olabilirdi. Kişi etrafında olup biteni göremeyecek kadar kör olsa bile dünyanın adaletsiz yönüyle karşılaşacağı vazgeçilmez bir sondu. Ben adaletsiz olduğunu ilk kez 15 yaşımda keşfetmiştim. İlk kez o zaman bazı şeyleri sorgulamaya, yargılamaya başlamıştım. Karnı aç olduğu için çaldığı simit yüzünden dayak yiyen bir çocuk gördüğümde, bir insanın cebimden telefonumu soğukkanlılıkla alıp gidebildiğini ve bunun için cezalandırılmadığını deneyimlediğimde dünyanın sandığım kadar renkli olmadığını fark etmiştim. Sonrasında çorap söküğü gibi gelen olaylar dahilinde güvenini kaybetmiş, renklerden arınmış biri haline gelmiştim, belki de gelmek istemiştim, belki de o hale getirmişlerdi.

Ben tek bir renk olmayı tercih etmemiştim. Kişiliğimi parçalara bölmüş, kendimden bir renk cümbüşü yaratmıştım fakat solmaya mahkum kaderlerde renkler yaşamazdı. Bir süre sonra siyah-beyaza boyanırdı, büyürken keşfetmiştim. Ben kırmızıyı can, turuncuyu ten, sarıyı güneş, yeşili doğa, maviyi deniz, laciverti tutku, moru ruh bellemiştim kendime. Hislerimi bölmüş, dokunduğum yerlerde iz bırakmayı dilemiştim. Dokunduğum yerlerde kalan tek iz beyazın üstüne bir toz bulutu gibi düşen siyah olmuştu.

Aren, maalesef ki, beni renkli anımda bulmamıştı. Ben bataklığın en dibinde yuttuğum çamurlar yüzünden ölmeyi beklerken karşıma çıkmıştı. Şeffaf bir insan, renklerle ya da hiçbir şeyle birleşemezdi. Ruhunu delip geçerdi her darbe, her duygu, her hıçkırık. Ben ona dokunmuştum ama renklerim şeffaf ruhundan soluk bir halde ayak uçlarına akıyordu. Silemiyordum, çünkü dokunamıyordum. Dokunmaya korkuyordum. Direksiyonun etrafındaki ellerinin, sıkı tutunmaktan beyaz renge çalmış hali dahi benden daha çok onun ruhunda yer ediyordu. Onun şeffaf hali ise her şeyden daha çok beni yansıtıyordu. Birbirimiz üzerinde aynı etkilere sahip değildik, o sadece öyle sanıyordu.

''Hepsi benim suçum,'' diye söylenmeye başladığı andan itibaren içimdeki her şey kararmaya başlamıştı. Buraya gelmemiz ondan önce benim suçumdu, kendine itiraf etmiyordu ya da bildiği halde bana söylemiyordu. Burada olmamız hangimiz suçuydu? Ruhundan et koparılmış bir insanı iyi hissettirmek için bilmediği yerlere götürmek akıl karı mıydı? İyileşmiyordum, işe yaramıyordu. Ben iyi hissedeyim diye uğraşırken onun için önemli olan iki insanı ihmal etmişti. Sorumlusu yüzde yüz ben değildim, kontrol edemediğim şımarıklığım da devreye giriyordu.

''Kendimden başka bir şey düşünmediğim için...'' diye söze başlamışken onun tepkisiyle tüm cümlelerimi yuttum.

''Bu sefer her şey senin hakkında değil, Kayra. Yorum yapman için iyi bir zaman değil.''

Beni susturup arabanın kapısına yedeklediği sulardan birini açtığında yüzünü inceliyordum. Gergindi ve kendimi yüzüne yansıyan kötü bir sebep olarak görmekten hoşlanmamıştım. Ona zarar verdiğim gibi bir gerçek mi saklıydı yoksa çattığı alnında?

Suyun kapağını kapatmadan ön camdaki boşluğa yerleştirdi ve eliyle dudaklarının kenarından damlayan suyu sildi. Pet şişe yavaş yavaş yana devrilirken kıpırdamaya korkuyordum. Bir an için suyu düzeltmek istedim ama göz ucuyla beni süzdüğünde bundan vazgeçtim. Onu ilk defa bu kadar gergin ve benden bir haber görüyordum. Pet şişe yana devrilip içindeki suyun neredeyse tamamını huzmesinden atarken dahi kıpırmadım. Suyun bir kısmı üstüme doğru süzülürken tüm tepkilerimi bastırdım, gözlerimdeki yaşları kuruttum ve koltuğuma sıkıca tutundum.

Ani şerit geçişleri yaptıkça suyun geri kalan kısmı da dökülmeye devam ediyordu lakin ikimizde umursamıyor gibi duruyorduk. Tüm yolun böyle geçmeyeceğini düşünerek camı açmak istedim ama cesaret edemedim. Daha ne kadar olmuştu? Yarım saat mi? Yerimde huzursuzca kıpırdadım.

''Ne istiyorsun Kayra?'' dedi.

''Hiç,'' dedim.

Daha fazla sorgulamadı. İnce ince kendine söverken gaza basmaya devam etti. İçimden beni suçlamamasını diliyordum ve bir yandan da bunun benle ilgili olmadığını kendime telkin ediyordum. Doğru değillerdi. Doğru olan şeyler insanın içinde eğreti hisler barındırmazdı. O ve ben birbirimiz için asla doğru değildik.

Kot pantolonumdaki ıslaklığa dokundum. Hava soğuktu, klima çalışmıyordu, üşüyordum ve gözlerim nedensizce doluyordu.

''Seni iyi hissettiremem değil mi?'' diye mırıldandım. ''Hiçbir zaman hissettiremedim.''

Aren bir süre anlamsızca önüne baktı. Ellerini tekrar sıktı ve derin bir nefes eşliğinde, ''Yapma, Kayra,'' dedi. ''Bugün, bir kez olsun kendinle ilgili düşünmeyi bırak.''

Ona hak vererek sustum ama kendim hakkında düşünmeyi bırakamadım. Adamın annesi tehlikedeydi ve ben ne istiyordum? Onun beni iyi hissettirmesini mi? İyi hissettirmek istediği tek kişi annesiydi şu an. Biliyordum, anlıyordum.

''En başında beni rahat bırakman gerekirdi,'' diye devam ettim arsız bir tavırla. İflah olmuyordum, asla olmayacaktım.

Cevap vermedi, daha çok gaza bastı.

''Hayatını daha da kötü-''

Cümlemi tamamlayamadan ani frenle sarsıldım. Önümüzde araba yoktu, trafik ışıkları yoktu, hiçbir şey yoktu. Beklemediğim bir an da hıçkırırken bir şeyler söyleyeceğini sanmıştım ama söylemedi. Hislerimin tamamını bastırmaya çalıştıkça içimde bir şeyler çağlıyordu. Her şey de beraberiz, demiştim. Bundan sonraki her şeyde. Hiçbir şey ifade etmiyor muydu? Çok mu geçti?

Birkaç dakika yolun ortasında bekledik. Bir şey söylemeyeceğini, benim ağlamam yavaşladığında tekrar arabayı hareket ettirmesinden anlamıştım. Konuşmamı istemiyordu. Daha fazla zorlamadım. Bilmem ne kadar zaman geçmişti ama beni evin önüne getirdiğinde dudakları ilk kez kıpırdamıştı.

''Şimdi dikkatlice eve çıkmanı istiyorum,'' dedi. Samimi gelmiyordu ve sebebini çözemiyordum. Neden bunu yapıyordu? İtiraz etmeden kafamı salladım. ''Kapıyı kilitle ve benim gelmemi bekle. Kimseye kapıyı açma.'' Bir çocukla konuşuyormuş edasıyla beni uyardı. ''Annemi alıp öyle geleceğim. Günlerce beni görmezsen merak etme. İhtiyacın olan her şey evde var.''

''Ya haftalarca gelmezsen?'' diye sordum yine bencillik ederek.

''Geleceğim, Kayra,'' dedi bıkkın bir ifadeyle. ''Gelmezsem ölmüşümdür.'' Cevap vermek için nefes aldığımda avcuyla ağzımı kapatıp beni susturdu. ''Dolabımın altında, kıyafetlerim sayesinde kamufle olmuş bir çanta var. İçinde makul miktarda para var. Onu alır, kendine bir hayat kurarsın. Bu yaşadıklarını da silersin hafızandan.''

Sanki mümkünmüş gibi gözlerinin içine baktım. Hiçbir şeyi unutmazdım. Ben o değildim. Hayatı anlık yaşamıyordum. Geçmişten kalanları günüme taşıyıp, içimi çürütmekten anlıyordum. Yine de sesimi çıkarmadım. Hiç samimi gelmese de, önce alnımı, sonra boynumu, en sonda dudaklarımı öpmesine izin verdim. Bu son olabilirdi, öyle planlıyordu.

''Git,'' dedi bir saniye daha beklemeden. Dudaklarımda dudaklarının tadı yatarken kendimi sokağa attım. Hiç içten öpmemişti ama yine de sevmiştim. Öpmek istediği için değil de, öpmesi gerektiği için öpmüş gibiydi. Bana ait değillerdi belki de hiçbir zaman olmamışlardı.

Gitmesini izleyemedim. Gözlerime bir şeyler batarken titrek ellerle apartmanın kapsını açtım ve hızlı adımlarla eve çıktım. Bir yandan ağlarken bir yandan anahtarlar arasından doğru olanı seçmeye çalışıyordum.

''Yapma kendine bunu, Kayra,'' diye mırıldandım. Fakat yapıyordum. Kendimi durdurmam için makul bir yol göremiyordum. Nasıl yapacağımı, ne yapacağımı, ne yapmamam gerektiğini bilmiyordum.

Evin önüne geldiğimde kapının açık olması dolayısıyla duraksadım. Yüzümü ellerimle silip tedirginlikle etrafıma baktım. İçeriye girmek yanlış bir hareket olacaktı, doğru hareketin ne olduğunu bilmeden merdivenlere yöneldim. Apartmanda yankılanan sesle ilk basamaktan ileriye gidememiştim. Evin kapısı hızla çarpılırken kafamı o yöne çevirdim. Elinde silahla arkamda duran adama anlamsızca bakıyordum. Kaçmak için öne doğru bir hamle yapmaya çalıştım ama önüme çıkan başka bir adam tarafından durdurulmuştum.

''Sesini çıkartma,'' dedi içlerinden birini. Hiç niyetim olmayarak kafamı salladım. ''Öndeki adamı takip et. Arabaya bin. Zorluk çıkarmak istemiyorsun bence. Doğru muyum?''

Kafamı salladım. Yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Yutkundum ve bir adım attım. Aynı hızda arkamdaki adam da ilerledi. Sesimi çıkartmadan basamakları teker teker indim. Arkamdaki adamı artık göremiyordum, önümdeki adam ise silahlı değildi. En azından elinde tutmuyordu.

Modelini bilmediğim iyi bir arabaya yaklaştığımızda önümdeki adam yanıma geldi ve beni arka koltuğa oturttuktan sonra yanıma yerleşti. Arkamdaki adam ise şoför koltuğuna geçmiş, ben ne olduğunu kavrayamayana kadar arabayı çalıştırmıştı.

Donuk gözlerle etrafıma baktım. Yerinden kıpırdamayan dudaklarıma rağmen vücudum şiddetli bir sarsılmanın kucağına esir düşmüştü. Ayakta olsam asla tutmayacağını bildiğim bacaklarım bana ihanet ediyorlardı. Daha önce bu kadar titrediğimi hatırlamıyordum. Daha önce hiçbir şey beni hissiyat olarak ölümün kıyısına bu kadar yaklaştırmamıştı. Kan kokusunu burnumda hissedebiliyordum. Olmaması gereken şeyler silsilesine tutulup gidecektik ve Aren ilk defa bizi içinden çekip alabilecek kadar güçlü değildi. Kişilerin rengi, hislerin rengi değiştikten sonra şimdi de sıra olayların rengindeydi. Evrilmesi gereken şeyler vardı. Ya soluk ama pastel bir tonda birleşecektik ya da her şey ölecekti.

Bilinçsizce bacaklarıma tutundum. Titremeyi bırakın diye isyan etmek istiyor fakat soğukkanlı olmak adına hiçbir şey yapamıyordum. İstemeden hıçkırdım. Bu sefer ağlamak bambaşka bir boyutta can bulmuştu. Göğsümden sökmek istediği hisler vardı. Göğsümden sökmek istediği kesik pis kanla bulanmış et parçaları vardı. Göğsümü parçalama isteği vardı. Damarlarımdan akan kanı pıhtılaştırmak, tüm varlığımı katılaştırmak, nefesimi kesmek istediği vardı.

Oksijene susamış bir halde tüm havayı ciğerlerime doldurdum. Görüntüm saydamlaşmıştı. Bayılıyor olamazdım ama iyi de değildim. Korkuyordum. Görmem geçirmem gerektiğini düşündüğüm tüm anlar beynimden çamurlu bir kanalizasyona akarken kendime kızdığımı fark etmiştim. Yaşamak istiyordum ve uzun sürenin ardından bunun lütfunu ilk kez ölümle karşılaşınca anlamıştım.

Etrafımda bir takım sesler yükselirken son kez daha ciğerimi zorladım. Başım birinin avuçlarına dayanmıştı. Suratıma su boca ediyorlardı. Yaşadığımı hissetmek için ellerimle kot pantolonumun ıslanmış sınırlarını aradım. Bu dünyada olduğuma dair edinebileceğim tek işaret bendeki izlerdi. Bendeki izler ise zihinsel olarak yok olmuş, hissiyat olarak karışmış, bedenen ise buz tutmuştu. Dudaklarımı açıp bağırmak istedim ama yapamadım. Geçmişim boğazımı sıkıyordu. İlk defa ondan kurtulmak istememe rağmen beni bırakmayacağını yeni anlıyordum. Derin derin nefesler alırken bulanık görüntümün biraz da olsa netleştiğini hissettim.

''Sakinleşiyor,'' dedi biri katı sesiyle.

Yüreğimde korkunun tekrar tekrar çağlamasıyla adamın elinden kurtulmak için bir hamlede bulundum. Elleri vücudumu kavrayıp beni göğsüne doğru yasladı. Boğazımın tutulduğunu hissettim. Gözlerimi sımsıkı kapamıştım ama siyah bir ekranda sahneler dönüyordu. Siyah bir ekranda ben ölüyordum.

''Sakin ol.''

Aynı ses kulağıma fısıldadı. Tek eliyle kollarımı arkada birleştirmiş, diğerini boğazımdan sararak beni kendisine yaslamıştı. Kabusları beynimden yok etmek istiyordum ama ben çabaladıkça daha net görüntüler beni yakalıyordu. Bırakmasını söylemek istiyordum. Ama kime? Kabuslarıma mı? Beni tutan adama mı? Esiri olduğum duygularıma mı?

Dudaklarımı araladıkça boşluklar oluşuyordu. Bir harf kadar bile ileri gidemiyordum. Direnmek bir işe yaramayacaktı biliyordum ama bazı insanlar araya hisler girdiğinde bazı şeyleri düşünemezlerdi. Her zaman zararını gördüklerini de bilirdim ama o duygu yoğunluğunun içinde olduğunuzda umursamadığınızı şimdi deneyimliyordum.

Kollarımın etrafındaki eller genişlediğinde durdum. ''Geldik,'' dedi başka bir ses. Apar topar arabadan dışarıya atıldığımda hiç almadığım kadar nefes aldım. Kafamı havaya kaldırdım ve gökyüzünün simsiyah rengiyle gözlerimi kutsadım. Hayatımın rengarenk olduğunu sanarken karşılaştığım manzara hep siyah renklerden ibaret oluyordu. Hayatım bataklığın en dibinde, en son katmanda yaşayan bir bakteriye benziyordu. Yaşıyordu ama ekolojik sisteme katkısı olması dışında kendisi için herhangi bir anlam ifade etmiyordu. Kendisinden haberi bile yoktu.

Saçlarımdan geriye doğru çekildiğimde bağırmadım. Gözlerim sakince ellerin sahibini aradı ve tam o noktada durdu. Eyüp denen adamın gözleri gözlerime değdiğinde bir süre nefessiz kaldığımı hissettim. Sonrasında beni ileriye doğru itmesi, ciğerlerimdeki baskıyı saniyeliğine arttırmış ve sonrasında serbest kalmasını sağlamıştı. Durduralamaz bir şekilde art arda öksürdüm. Aren'i merak ediyordum. Annesini merak ediyordum. Her ne kadar sevmesem de Veda'yı merak ediyordum. Sormak istiyordum ama imkansızlıkar dışında cesaretim de yoktu. Buradan sonraki senaryo iki yola ayrılıyordu. Ya direkt olarak öldürülecektim ya da Aren'e bir oyun oynayacaklardı. Sanırım her halükarda sonum gerçek anlamda toprağın altında bitecekti.

İstediğin şey bu değil miydi, diye geçirdim içimden. Koşarak gitsene ölüme. Birinin seni öldürmesini bekliyordun, bunu istiyordun. Hadi korkmasana! Ne değişti?

Sahiden ne değişmişti saatler içinde? Yaşamı sevmeye ne ara başlamıştım? Belki de hala sevmiyordum. Belki de bu durum elindekini kaybettiğinde kıymetini bilme durumuyla eş değerdi. Ağlıyor olmam gülmeme engel değildi. Hayatın ironi fırçasıyla yaptığı tablo dudaklarıma acı bir tebessüm olarak yansımıştı.

''Kıza zarar gelmeyecek.''

Dikkatimi Eyüp'e verdim.

''Aren'e de zarar gelmeyecek.''

Kafamı ona doğru çevirdim ve suratına endişeyle baktım.

''Kayra'yı içeriye götürün. Düzeneği kurun. Aren'i depoya yönlendirin.''

Ne yapıyorlardı? Yutkundum. Başıma yaslanan silah dolayısıyla kıpırdamayı kesmiştim. İki adam kolumdan tutup beni sürüklerken itiraz etmedim. Aren iyi olacaktı, ben iyi olacaktım. Peki ya annesi? Peki ya bir zamanlar aşık olduğu kadın?

Büyük kapıdan içeriye geçirilirken gözlerim Aren'i aradı. Ondan yana hiçbir iz görmemiştim. Bu alanda birbirinden çok uzağa yerleştirilmiş üç sandalyeden ve silik bir tebeşirle belirlenmiş olan sınırlardan başka hiçbir şey yoktu. Adamlar kolumdan tutup beni hızlıca ayağa kaldırıp, en ortadaki sandalyeye oturttuklarında sesimi çıkarmadım. Artık itiraz edecek halim kalmadığını biliyordum. Önüme konulan her şeyi kabul etmeye konumlamıştım kendimi. Kimseye zarar gelsin istemiyordum ama elimde herhangi bir güç yoktu.

Korkaktım.

Kırılgandım.

Cesaretsizdim.

Karşı gelmeden ellerimi arkadan bağlamalarına izin verdim. Hiç tepki vermemiş olmama şaşırmış olacak ki, bir tanesi bir süre beni süzüp elleriyle çenemi yukarıya kaldırdı. Gözlerini gözlerime kilitlediğinde bir yalan aradığını biliyordum. Emin olmadığını biliyordum, yine de bir süre sonra ellerini üzerimden çekmişti. Sonrasında ellerimi bağlamakla uğraşan adama dönüp, ''Eyüp abi Adnan'la Kenan'ı da getirmemizi söyledi,'' dedi. Diğer adamın suratını göremesem de sesinden sinirli olduğunu kavrayabilmiştim. Burnumu çektim ve gözlerimi kapayıp bir an önce ne olacaksa olsun istedim.

''Sikerim bu adamın yapacağı işi ha!'' diye isyan etti arkamdaki adam. ''Resmen oyun sahnesi kurdu. Siktiri boktan bir iş için haftalardır uğraşıyoruz.''

Kaşlarımı çattım. Planlanan bir şey olduğu kesindi ama haftalarca sürdüğü gerçeği garip gelmişti.

''Söylenme, Ahmet,'' dedi diğer adam suratıma bakarken. ''Ne söylenirse yapmak zorundayız. Bitirdiysen işini gidelim.''

''Bitti.''

İkisi de bir daha suratıma bakmadan yanımdan geçip giderken ben arkalarından bakıyordum. Gözlerim resmen acı içindeydi fakat sebebinin ağlamaktan mı yoksa uykusuzluktan mı olduğunu bilmiyordum. Etrafımdaki birçok şeyi algılamakta zorlandığımı söyleyebilirdim. Beyin fonksiyonlarım yavaşlamıştı ve ben sadece Aren'i görmek istiyordum.

Adamların çıkmasıyla Eyüp'ün kapıdan içeriye girmesi bir olurken gözlerim açıldı, ona odaklandı ve o yanıma yaklaşana kadar asla ondan ayrılmadılar. Bu, meydan okumak için çok pasif ve tamamen etkisiz bir hareketti fakat yine de kendimi durdurmamıştım. O da bakışlarını benden ayırmamıştı. Tam karşıma geçip ellerini cebine geçirirken kaşlarının çatılmasını izledim.

''Bir an da ortaya çıktın sen,'' dedi düşünceli bir tavırla. ''Bu aleme ait değilsin. Nereden ortaya çıktığını bilmek istiyorum.'' Sıkıntıyla iç geçirdi. ''Ama öğrenemiyorum. Sen konuşamıyorsun diğerleri de konuşmayı tercih etmiyor.''

Sadece bunun için mi buradayım diye düşünerek gözlerinin içine baktım. Konuşmak, bir şeyler sormak istiyordum ama en yakın hissettiğim insanla dahi konuşmakta sıkıntı çekiyordum. O yüzden çaba bile sarf etmedim ve kafamı başka bir yöne çevirerek yerde herhangi bir noktaya gözlerimi diktim.

''Neyse ki bu sorunun cevabı başka bir zamana kaldı,'' dedi Eyüp birden. Öne doğru bir adım attığında kapıdan Adnan ve Kenan'ı soktuklarını görmüştüm. ''Neden burada olduğunuzu merak ediyorsunuzdur.'' Ona bakmamaya devam ettim. ''Verilmesi gereken bir hesap var. Ve sen bu hesabın ödenmesinde büyük rol oynuyorsun.''

Adnan ve Kenan'ı binanın neredeyse en sonuna götürürlerken bir süre onlara baktım. Gerçekten fiziken hiçbir zarar görmemişlerdi. Adnan da Kenan da her zamanki gibi takım elbisenin içinde ve temiz gözüküyorlardı. İkisinin de elleri arkadan bağlıydı ve ağızlarında bir bez parçası vardı.

''Onlar oyunun bir kısmını biliyorlar.''

Dikkatimi onlardan çekip Eyüp'e döndüm.

''Sen ise tamamını bileceksin. Sesini sakın çıkarma, konuşma ama tamam mı?''

Birden nefesimin kesildiğini hissettim. Dinlemek istemiyordum. Hiçbir detay bilmek istemiyordum. Bile bile Aren'e yardım edemezsem kendimi asla affetmezdim, affedemezdim. Korkuyla kafamı salladım ve yalvarırcasına gözlerinin içine baktım. Her şey için çok geç olduğunu ima eden bir kahkahayla birlikte kafamı tuttu ve dudaklarını kulağıma yaklaştırdı.

''Şimdi içeriye Aren'in annesini sokacaklar,'' dedi. Bu sırada gözlerim yaşlarla dolmaya başlamıştı. Hıçkırdım ve geri çekilmek için uğraştım. Elleri bana daha çok tutundu ve görebilmem için kafamı binanın kapısına çevirdi. Tam o esnada Aren'in annesini getirmişlerdi. Benden çok uzakta olan diğer sandalyelerden birine onu oturtmalarını ve bağlamalarını izledim. Aren'in annesi bembeyaz olmuştu ama asla ağlamıyordu.

''Sırada Veda var.''

Başka biri tarafından Veda'nın içeriye getirilmesini izledim. O, Aren'in annesinin aksine çığlık atıyordu. Onu bırakmaları için yalvarıyorken gözleri önce beni sonra Aren'in annesini süzdü. Neden burada olduğumuzu sorgulamaktan ziyade neden sessizce olan biteni izlediğimizi anlamlandıramadığına emindim. Eyüp'ün çenemi kavramasıyla kafamı Veda'dan aksi tarafa çevirdim ve sessizliğimi korudum. ''Veda, Kenan'dan intikam alabilmem için burada,'' dedi Eyüp keyifli bir tavırla. ''Tam senin önüne bir düzenek kurdurdum, ki bu düzenek için haftalardır uğraştığımızı belirtmek isterim. Aren, o düzeneğe ayak bastığı anda üç sandalyeden ikisi patlayacak. Tahmin et hangileri?''

Yutkundum ve içlerinden birisinin ben olmasını diledim. Eyüp ise suratıma beni haksız çıkaracak bir ifadeyle bakıyordu. ''Doğru tahmin ettin,'' dedi gülerek. ''Sağ çıkan kişi sen olacaksın.'' Kafamı elinden kurtarmak isteğiyle direnmeye çalıştım. ''Hayır, hayır, hayır,'' dedi Eyüp sakin bir tonla. ''Kesin olan bir şey yok ki ortada. Her şey Aren'in elinde. Eğer isterse önce annesini, sonra Veda'yı en son da seni kurtarabilir. Ama bence, önce annesini kurtarsa da sonra seni kurtarır. Veda'nın kurtulma ihtimali pek yok.'' Üzülür gibi kafasını iki yana sallayıp, ''Tüh be,'' dedi. ''İyi kızdı. Oğlumla da yakışıyorlardı da... Gelin olacak vasıf yok onda biliyor musun? Hoppa bir tip, ben sevmem pek.''

Sonunda ellerini suratımdan çektiğinde nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. Beynime çok ağır bir ağrı saplanmıştı. Ömür boyu geçeceğini düşünmüyordum. ''Neyse, Kayracığım,'' dedi Eyüp benden uzaklaşarak. ''Birazdan buraya sevgili Aren gelecek. Size iyi eğlenceler demek isterdim ama kısa süren oyunlardan zevk alınmaz. Aren'in koşma hızına bakılırsa da bir on dakika sonra manzaran isli olacak gibi duruyor.''

Birkaç dakika içinde binayı terk edişini izledim. Ne Aren'in annesine dönüp bakabiliyordum, ne Veda'ya ne de Adnan'lara doğru. Adnan ve Kenan tüm sahneyi izlemek için getirilmişlerdi, ben hedef şaşırtacak kişi seçilmiştim. Tüm oyun aslında Aren'in annesinin ve Veda'nın etrafına dönüyordu. Sonunda ölü çıkacak üç isim biliyordum. Bunlardan biri ben değildim. Zannettiğimden daha uzun süredir sahnede baş rol değilmişim, şimdi görebiliyordum.

Dışarıdan silah sesleri yükseldiğinde ise gözlerimi kapatmaktan başka bir şey yapamadım. İşte yan rol oyuncusunun büyük bir trajedi oynanan sahnede devleşeceği ana gelmişti sıra. Kendisi açısından hiçbir değeri yok ama bütün oyunun gidişatını değiştirecek güce sahip.

Kapının girişinde bir gölge gördüm. Aren'in gölgesi o bu tarafa doğru koştukça büyüyordu. Onun gölgesi büyüdükçe ben daha çok ağlıyordum. Veda sadece çığlık atıyordu, diğerlerinden ise haberim yoktu. Aren kapıda görüldüğünde ise her şey için ne kadar geç olduğunu düşündüm. Belki ilk bana gelmezdi, belki ilk annesine giderdi...

İçeriye kocaman gözbebekleriyle baktı. Önce Adnan'ları inceledi, sonra annesine baktı, sonra beni gördüğünde her şeyin bittiğini anladım. Veda'dan tarafa bakmamıştı bile. Beni gördüğü anda gözlerindeki ifade değişmiş kararlı adımlarla üstüme yürümesiyle korkunç bir hal almıştı.

Kafamı iki yana salladım. Gelme diyebilmek için her şeyi feda etmeye hazır olduğumu biliyordum ama edemiyordum. Ben kendi içimde, kendimle kavga ederken o olabildiğince çabuk bir şekilde bana doğru koşuyordu. Yapma, Kayra diye içimden geçirdim. Bir kere olsun sahnenin senin üzerinden dönmesine izin verme. Tek bir hamleye bakacaktı. Bir kere bağıracaktım ve her şey bitecekti. Gözlerimi sımsıkı kapattım ve içimde verdiğim bütün savaşlardan en güçlüsünün aynı zamanda da en vicdani olanının bu olduğuna karar verdim.

''Aren, gelme!'' diye olağan gücümle bağırdığımda ise kendimi kutlamam için uygun bir zaman değildi. Hatta kendimi kutlayacak hiçbir şey elde etmediğimi gözlerimi açtığımda fark ettim. Aren beni dinlemedi, beni tekrar dinlemesi için konuşmayı deneyene kadar ise benden birkaç adım uzakta olan yerdeki düzeneğe bastı.

Ne olduğunu ne o, ne ben, ne de diğerleri anlayamamıştı. Önce kulakları sağır eden bir ses üzerimize çöktü, sonra ise ben yere devrildim. Birkaç saniye içinde görüş alanımda canlı bir kırmızı belirdi ve sadece nesneleri değil hepimizi yaktı. Sonrasında ise dumanlar etrafımızı kaplayarak usul usul kırmızıyı söndürdü. Usul usul hepimizi söndürdü.

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 91K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
55.2K 3.7K 46
Wattys 2020 Romantizm kategorisi kazananı! Wattys "Dram" kategorisi listesi seçilmiş kitabı! Sayfalarla buluştu❤ 🌸 Bir günlük düşünün onun ruhunu...
620K 30.4K 103
Rüzgâr aynı keskinliğiyle esmeye devam ediyordu ve gecenin de daha fazla karardığı yoktu. Her şey bir an önce nasılsa şimdi de öyleymiş gibiydi ama o...
371K 24K 24
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...