ANA DİLİM AŞK 1-2 (TAMAMLANDI)

By tubux2

2.9M 119K 12.4K

© Tüm Hakları Saklıdır. Hayat, herkese eşit davranmaz. Tıpkı kaderin şansı dağıtırken adil olmaması gibi... *... More

Ana Dilim Aşk 1 ❤ 1
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 2
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 3
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 4
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 5
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 6
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 7
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 8
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 9
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 10
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 11
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 12
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 13
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 14
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 15
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 16
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 17
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 18
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 19
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 20
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 21
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 22
Ana Dilim Aşk 1 ❤ 23
SON
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 1
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 2
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 3
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 4
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 5
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 6
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 7
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 8
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 9
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 10
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 11
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 12
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 13
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 14
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 15
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 16
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 17
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 18
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 19
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 20
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 22
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 23
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 24
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 25
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 26
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 27
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 28
Ana Dilim Aşk 2 ❤ 29
SON 2
Kitap olduk ♥️
3. Kitap için Yoklama listesi

Ana Dilim Aşk 2 ❤ 21

6.6K 436 37
By tubux2

EFSA
İnsanların çift yaratıldığı ile ilgili bir çok hikâye duymuştum ama çevremdeki iki kişinin birbirine bu kadar benzediğine daha önce hiç şahitlik etmemiştim. Sanki Eflal'i klonlayıp, bir zaman makinesine koymuşlardı ve neredeyse 20 yıl sonrasına götürmüşlerdi. Ölmediğini bilsem, babamın anlattıklarından, annem olduğu çıkarımını bile yapacak bir benzerlikti bu. Eflal bunun farkında değil miydi? Belki de farkında olduğu için bu kadar rahattı. Acaba annemin tarafından bir akrabası mıydı?

Aurası ve yaydığı enerji, tanıdığım herkesten farklı olan kadın, aniden bana doğru yürümeye başladı. Kalbim anlam veremediğim bir heyecanla ritimsizleşti. Bana doğru yaklaştıkça artan enerji, sanki ruhumu ısıtıyordu. Boyu, posu, orantılı vücudu, saçı, gözü, burnu, dudakları, teni... Her ayrıntısı tablo gibi olan kusursuz bir güzelliğe sahipti. Dikkat çekici giyim tarzıyla imrenilecek bir görüntüsü vardı. Kendini geliştirmiş, eğitimli birine benzeyen duruşu rol model alınacak cinstendi. Ayaklarını yere basan biri olduğu attığı adımlardan bile belli oluyordu. Kendinden emin, öz güvenli bakışları bana kaydı. O muazzam kahverengi kaşları belli belirsiz çatıldı. Sanki düşüncelerimi yakalamıştı ve ben saklambaç oynayan acemi bir çocuğun sobelenmesi gibi donakalmıştım. Az önce ısıtan elektrik, yakıcı bir hal almaya başladı. Yanımdan geçip gidene kadar gözlerini benden ayırmadı. Bende ondan...

Görüş alanımdan çıktığındaysa gördüğüm ilk gözler, aynısının 20 yıl genç haliydi. Eflal, bana garip bir karmaşa arasında öfke barındırıyor gibi bakıyordu. Ben de ne düşündüğünü anlamaya çalışan bir sorguyla... Bir anda göz temasını kesti. Duruşunu meyan okuma tarzında dikleştirdi ve yoğun bakımın olduğu kısma doğru yürümeye başladı. Ardından bakarken düşündüğüm tek şey, karakterinin de anneme benzeyip benzemediğiydi. Eğer benziyorsa, babam gerçekten anneme âşık olmalıydı. Yoksa bu evlilik başlamadan biterdi.

Hiçliğin içinde dalgalanan düşüncelerime daha fazla esir olmamak için kafeterya kısmına doğru yürüdüm. Birkaç kişiden oluşan kuyruğun en arkasına geçtim. 'Ortamı ısıtmak için çay mı almalıydım yoksa sinirleri yatıştırmak için kahve mi?' diye düşünürken yanımda bir hareketlilik hissettim. Ne olduğuna bakmak için başımı çevirdiğimde gördüğüm kişi, küçük bir kız çocuğuymuşçasına utanmama ve önüme dönmeme neden oldu. Önümüzdeki sıradan bir kişi eksildi ve bir adım ilerledik.

"Selam."

Yanaklarımın kızarmadığını umarak tekrar Eren'e baktım ve gülümsedim. "Selam." Üzerimde masum bir etki bırakan adamın yerleri belli olan gamzeleri belirginleşmemişti. Nerede ve neden burada olduğumuzu hatırlatan bu küçük ayrıntı, benimde gülümsememin yüzümden yavaşça silinmesine neden oldu. "Nasılsın?" diye sorduğumda derin bir iç çekti. "Hayal için endişeliyim." Tekrar ileri doğru bir adım atarken "Sahi o nasıl? Nasıl karşıladı bu durumu?" diye sordum.

"Umurunda değilmiş gibi davranmaya çalışıyor ama çok kırgın ve bir o kadar da kızgın."

Anladığımı belli edercesine başımı salladım. "Sanki annesine duyduğu kırgınlık, derinleşerek kızgınlığa dönüşmüş," dedikten sonra tekrar bir iç çekti. "Sen nasılsın?" Bu sorunun doğru cevabı ne olmalıydı emin değildim. Nagehan'la aramız oldum olası iyi değildi. Sadece aynı evde yaşayan, birbirine katlanmak zorunda kalan iki kişiydik. Beraber vakit geçirdiğimiz pek fazla güzel anı biriktirmemiştik ama şu an, ölümle ve yaşam arasındaki hali, hatıraları zihnimde yer değiştiriyor, yok denecek kadar az olan güzel zamanları, gün yüzüne çıkarıyordu. "Yani sonuçta senelerdir sana annelik yapa-"

"Nagehan bana hiçbir zaman annelik yapmadı."

Eren'in konuşmasını yarıda kesmek istemesem de yanlış bir kanıya kapılmasını istemezdim. "Kötü biri değildi ama annelik olarak eksiklerini telafi edecek bir beceriye sahipte değildi. Yaptığı şey, belki ablalık olabilir ama annelik asla." Eren'in dudakları ince bir çizgi halini almadan önce anlıyorum demekle yetindi. "İyi olduğumu söyleyemem ama kötü de değilim. Üzülüyorum sadece. Nasıl biri olursa olsun, kimse zamansız bir ölümü hak etmiyor bence."

"Hanımefendi!"

Önümdeki sıranın bittiğini ve bize geldiğini kafeteryadaki adamın seslenişiyle fark ettim. "Ne istemiştiniz?" Kalan adımlarımı da atarak, adamla aramdaki mesafeyi azaltırken "Çay. Kahve. Aslında ikisi de," dedim. "Kaç çay, kaç kahve?" Adamın sorusu, daha önce hesaplamadığım insanları aklıma getirdi. Orada kaç kişiydik? Kaçı çay isterdi ya da kahve? "Biz 15 çay, 15 kahve alalım şimdilik." Eren lafa karışarak aramızdaki küçük boşluğu doldurdu. Adamın bakışları üzerimden çekildi. "Yetmezse gelir tekrar alırız nasılsa," diye eklemesiyle minnet dolu bir gülümseme yüzüme yerleşti. Eren bakışlarını bana çevirdiğinde şaşkın bir ifadeyle kaşlarını çattı. "Ne oldu?" diye sorarken gamzelerinin hafifçe belirginleştiği dikkatimden kaçmadı.

"Ne olmuş?"

"Gülüyorsun."

"Sende öyle."

Adam iki ayrı tepsi çıkardı ve tek tek çayları ve kahveleri doldurmaya başladı. Sıraya engel olmamak için kenara geçerken, aramıza cana yakın bir sessizlik girdi. Şu ortamda bile iyi hissettirecek bir şeyler bulunabiliyordu işte.

"Hazır."

Tepsilerden birini ben, diğerini Eren aldı ve yoğun bakımın olduğu yere doğru yürümeye başladık. O an aklıma gelen düşünceyle olduğum yerde durdum. "Ee sen?" Birkaç adım öne geçen Eren arkasını döndü. "Sen ne almak için gelmiştin?" Bakışlarıyla beni işaret etti. Donakaldım. Bu sadece birkaç saniyelik, şokun verdiği bir tepkiydi. Kalbim arsız ve amansız bir hızla çarparken "Anla-anlamadım?" diye sordum. Teklememle belli belirsiz gülümseyen adam "Kahve için gelmiştim," dedi. "Bana da bir tane ayırırsın herhalde?" Gözlerimi elimdeki tepsiye kaydırdım. Salak Efsa! Seni isteyeceğini nasıl düşünürsün?!

"Tabi ki."

Tekrar yürümeye devam ettik. Koridoru geçerken rahatsız bir uğultunun yükseldiğini hissettim. Eren'le birbirimize baktık. Tüm hareketlerimi ve düşüncelerimi bir anda donduran, dehşet veren gür bir ses "İntihar mı etti?!Nasıl böyle bir şey yapabilir? Neden?!" diye yükseldi. Babamdı bu. Nagehan mı intihar etmişti?

Panikle adımlarımı hızlandırdım. Koridorun ucundaki kalabalığa ulaşmamla olduğum yere çakılmam bir oldu. Babam, içi boşalmış bir kovan gibiydi. Sanki tüm barutumu az önce Eflal'in üzerine sıkmıştı ve hala sıcaktı. Çok sıcak! Bunu cansız bir heykel gibi kalakalmış kıza bakışlarından anlayabiliyordum. İçinde zapt edilmez bir kırma isteği varmışçasına, dizginlerini koparan bir at misali soluk soluğa volta atıyordu kızın önünde.

"Baba?"

Alçak sesle seslenmeme rağmen, sanki ona bağırmışım gibi sertçe bana döndü. Bir türlü patlamayan, patlasa bile bir sonuca varamayan ve onu güçsüzleştiren öfkesi, karabulut misali gözlerini esir almıştı. Onu ilk defa bu kadar kontrolsüz görüyordum. "Baba iyi misin?" Ona doğru birkaç adım atmamla, başını hayır anlamında salladı ve tek bir kelime daha etmeme izin vermeden arkasını dönüp gitti. Kalabalığın içinde, yapayalnız kalmış gibi hissettim. Her şey, herkes, tüm yaşananlar alaca bulaca bir hale dönmek üzereydi. İntihar eden Nagehan değildi. O zaman...

"Ben onu alayım."

İsmini hatırlayamadığım çocuk, elimdeki tepsiyi alana kadar kahveleri dökecek kadar ellerimin titrediğini bile fark etmemiştim. Gayri ihtiyari Eren'e baktım. Sanki güçlü kalabileceğim, tanıdığım bir tek o vardı. En yakın arkadaşının kolundan tutmuş bir şeyler fısıldayan adam, beni işaret etti. Ardından ikisi de bana doğru döndü. Üzerimde hissettiğim baskı tarifsizdi. Babam ve Eflal arasında ne yaşandıysa, beni suçlamıyorlardı değil mi?

"Efsa."

Eren bana doğru sokuldu ve kulağıma "Kardeşinin yanında olmak için iyi bir fırsat," diye fısıldadı. Ürperdim ve bakışlarımı hipnotize olmuş gibi yere bakan kıza çevirdim. Küçük bir adım, belki de olağanüstü bir yolculuğun başlangıcıydı. Peki, doğru zaman şu an mıydı? "Hadi," diyerek cesaret vermek istercesine elini belime yerleştiren Eren, beni ileri doğru itti. Titreyen bacaklarının izin verdiği çabuklukla Eflal'e doğru yürüdüm. Bakışların üzerimizde olduğunu hissetmek, yeterince gergin olan ortamı daha da boğuyordu. Eflal'in bedenen burada olsa da zihnen bambaşka diyarlarda olduğunu yanına geldiğimde daha net bir şekilde gördüm. Hoş beş etmeden konuya girmek mi gerekirdi yoksa kendine gelmesini beklemek mi?

Dikkatli ve yavaş bir şekilde yanına oturdum. Başını yerden, bana doğru çevirdi. Ağlayamamaktan kan çanağına dönmüş gözleri, yüzümü tararken "Neden böyle bir şey yaptı bilmiyorum," dedi. Babamdan bahsettiğini düşündüğüm anda ise "Hayatındaki tek suçsuz insan olduğumu söyledikten sonra bir daha konuşmadı," diye eklemesi, bana baksa da görmediğinin kanıtı şeklindeydi.

"Kim?" diye sormamla derin bir nefes aldı ve önüne döndü. "Dönme dolaptaydık. Altıncı dönüşümüzdü. Çok yorulduğumu anımsıyorum. Üşümüştüm. Annemin kucağındaki sıcaklıkla uyku için yalvaran bedenime karşı koyamamıştım. Ara ara içim geçiyordu. Gözümü her araladığımdaysa annemin tatlı bir tebessümle bana baktığını görüyordum. Yaşantımın aynasına ondan yansıyan son görüntü bu diyebilirim."

Nutkum tutulmuş bir haldeydim. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Her atışı acı veriyordu. Varlığımın her santimini kaplayan acıya teslim olmamak için son gücümle savaşıyordum. İçim intihar eden kişinin annem olduğu korkusu ile dolarken, zihnim beni gerçeklikten koparmak için var gücüyle uğraşıyordu. Babamın durumu algıladığında sakinliğini kaybettiğini şu an daha iyi anlıyordum.

* *

EFLAL
Gözlerimi akmak için ısrar eden yaşları engelleyebilecekmişim gibi sıkıca yumdum. Işık süzmeleri yerini derin bir karanlığa bıraktı. Karanlık bir girdaptı ve kendimi git gide daha dibe, geçmiş uçurumunun derinliklerine çekiliyor gibi hissediyordum. Birkaç dakika önce hatırlamak istediğim anıların içinde boğuluyordum. O günkü gibi yorgundum. O an ki kadar üşüyordum. Yükseklere çıktıkça soğuyan havayı, rüzgârın saçlarımı yalayıp geçmesini hissediyordum. Uykunun o tatlı anlarını, annemin sıcaklığını, ısınmam için sıvazladığı kollarımı...
Fakat annemi hatırlayamıyordum. Yüzünü, sesini, kokusunu...
İşkence altındaki bilinçaltım dizlerinin üzerinde kendime gelmem için yalvarıyordu. Beni dünyanın sınırlarının dışına fırlatan bu anılardan, annemin sesini duymadan, yüzünü görmeden, kokusunu anımsamadan kurtulmak istemiyordum. Gerekirse bu sonsuzda kaybolurdum ama onu hatırlamadan uyanmayacaktım. Kalan son gücümle bana bakan gözleri, gülüşü, yüzü anımsamaya çalıştım. Dönme dolabın ucundayken rüzgârın burnuma taşıdığı kokusunu, son sözlerini söylediği tonu, anılarımdan çıkarmak için çabaladım ama nafileydi. Sanki bir taşkın vardı yüreğimde, toparlanmıyordu. Her şey pusluydu ve annem kendini silüyet halinde boşluğa bıraktı.
"Eflal!"
Uzun süre soluksuz kalmış bir dalışın ardından büyük bir oksijen lokması yutuyormuş gibi derin bir nefes aldım. Vurgun yemiş gibi uyuşuk bedenimi hareket ettirmekte zorluk çekiyordum. Gözlerimi yavaşça araladım. Gözümü alan, beyaz florasandan kaçmak için başımı eğdim. O an gördüğüm, zihnimin hala benimle oyun oynadığını düşündürecek manzara, yaşadığım yıkımı unutturacak güçteydi. Bu kız hangi ara yanıma gelmişti? Ne olmuştu da bana bu kadar sıkı sarılıyordu? Başucumda dikilen Mert'e bir cevap bulmak istercesine baktım. Şu andaki halimizi yabancılamamıştı. Ne o, Ne Eren... Bana sarılan kişinin kim olduğunun farkında değil miydi bunlar?

Efsa'nın yavaşça benden ayrıldı ama hala elleri üzerimdeydi. Mavi gözleri kan çanağına dönmüş, kırmızı göz pınarları suya hasret bir kuruluktaydı. Sanki biraz daha sarılsak, kendini sonsuz bir gözyaşı çağlayanına bırakacaktı.

"İyi misin?"

Şefkatle okşadığı koluma bakmadan edemedim. Benim Efsa sandığım kız, ona çok benzeyen biri olabilir miydi? Şans eseri bu hastaneye gelmiş, yoğun bakımın önünden geçerken beni görmüş ve acınası halime destek olmak için bana sarılmış... Bu olayların imkânsızlığı kadar saçma bir durumun içerisindeydik. Sessizliğimi neye yoracağından emin olmayan bir halde, bir kez daha konuşarak "Biraz hava almak ister misin?" diye sordu. Aha! Her koşulda aşağılamayı, iğnelemeyi ve fırsatçılığı hayat standardı haline getirmiş kızın, şu an bana böyle davranmasının altında ne bit yeniği vardı acaba?

"Olur tabi."

Yalnız kalacağımız bir yerde nasılsa ne derdi olduğunu öğrenirdim. "İleride büyük bir teras var." Dikkatli bir şekilde ayağa kalkarken gelen öneri, çatık kaşlarla Eren'e dönmeme neden oldu. O ise umut dolu olduğunu düşündüğüm bir beklentiyle, montunu Efsa'ya uzatıyordu. Bu kıza ne zamandan beri yandakçılık yapmaya başlamıştı? "Biliyorum. Yine de teşekkür ederim." Mert'e çaresizce baktım. Düşünceli olduğu her halinden belliydi ama beni durdurmuyordu. O da mı bu işin içindeydi? Ne karıştırıyorlardı bunlar?!

"Hadi gidelim."

Kalabalığın arasından sıyrılıp yürümeye başladık. Efsa ne önden giderek üstünlük taslıyor, ne de arkamdan gelerek beni zor durumda bırakmaya çalışıyordu. Tam yanımda yürüyordu ve aramızdaki bu durumu gittikçe karmaşıklaştırıyordu. Gözlerimi kapattığım sırada kafasına darbe falan mı almıştı bu kız?

"Biraz daha iyi misin?"

Hırıltılı bir sesle "Evet," dedim ve gırtlağımı temizledim. "Evet." Bu evet daha kendinden emin çıkmıştı. "Sen iyi misin asıl?" Şaşkın bir gülümsemeyle bakarken "Neden böyle sordun?" diye sordu. Dalga mı geçiyordu benimle?

"Garip davrandığının farkında değil misin?"

Yüzündeki şaşkınlık azalırken "Farkındayım," dedi. Hah! Şimdi ağzındaki baklayı çıkarma sırası gelmişti işte. "Bazen anlamak, yaşamaktan daha ağır geliyor sanırım. Sadece anlattıklarını kaldırmaya-" derken önüme geçip terasın kapısını açtı. "Ve sana destek olmaya çalışıyorum." Yüzüme çarpan serin hava da gösteriyordu ki, şu an yaşananlar zihnimin uydurduğu bir hayal değildi. Efsa'nın cevaplarının bir kısmı sanki aklında gizli bir plan varmışçasına şifreliydi. Çözülmesi gerekiyordu ama terasa çıktığımızda anladım ki, şu an sırası değildi. Öncelikle ciğerine doldurduğu öfkeli soluğu, sigarasının dumanıyla birlikte havaya bırakan adamdan özür dilemeliydim. Yaraların belleği vardı. O kadar naif birini bir anda deliye döndürdüysem, bilmeden, bir yarasına dokunmuş olmalıydım.

"Ertan Bey."

Yıkık ruhuna rağmen dik durmaya çalışan adam, başını bana doğru çevirdi. Sanki beni, hatta bizi görmeyi o da beklemiyordu. Benden Efsa'ya, Efsa'dan bana, seken bakışları şaşkınlık doluydu. "Kızım." Elindeki sigarayı aşağı atıp bize doğru döndü. "Eflal." Ses tonu, alışılagelmiş bir sakinlikteydi. Neredeyse teskin edici bir tonda konuşuyordu. Öfkesi sigara dumanıyla birlikte uçup gitmişti sanki ve geriye bıraktığı tek şey pişmanlıktı. Bunu gözleri öyle güzel ele veriyordu ki.

"Konuşabilir miyiz?"

Düşüncelerimi süzgeçten geçirerek söylemem gerektiğini birkaç dakika önce, acı bir şekilde tecrübe etmiştim. Bu nedenle konuşmaya başlamadan önce, cümlelerimi kafamda toparlamak için sustum. Aramızda yaşanan kısa sessizliği, ikimizde aynı cümleyi, tek bir ağızdan söyleyerek bozduk.

"Özür dilerim."

Afallamıştım. "Ama siz-" derken ilk konuşmak isteyen o olduğunu belli eden bir bakış attı. "Öyle bir tepki vermek istemezdim. Sadece çok sinirlendim. Bir insan, hele de bir anne, ne yaşarsa yaşasın, evladını kimsesiz bırakamaz. Böyle bir hakkı yok-"

"Kimsesiz misin gerçekten?"

Efsa'nın lafa karışmasıyla, odağım ona kaydı. Yetimhaneden geldiğimi, kimsemin olmadığını daha kaç kez duyması gerekiyordu? En az benim kadar şaşkın olan babası kızını kibar bir dille uyardı ama bu onun zerre kadar umurunda değildi. Sanki merak ettiği bir şey herkesin üstündeydi. "Yani ben seni az önce biriyle gördüm. Çok benzediğinizi fark ettim. Akraban olabileceğini düşündüm. O yüzden sordum."

Yarım saattir o kadar allak bullaktım ki bir an kimden bahsettiğini hatırlayamadım. Efsa, yardımcı olmak istercesine gördüğü kadını harfiyen tarif etmeye başladı. Ertan Bey'in kuşkulu bakışları, çatık kaşlarıyla birleşti. Sanki kızının kimden bahsettiğini anlamaya çalışıyordu. "Ha..." Detayların verdiği aydınlanmayla rahat bir nefes alırken "Yok akrabam değil o," diye ekledim. "Bizim üniversitedeki hukuk fakültesinde hoca, aynı zamanda da Serkan Hoca'nın nişanlısı. Ebru Hoca." Son kelimeyi duydukları an bana bakan iki yüz, çarpılmış gibi donakaldı. Tüm hareketlerini ve düşüncelerini bir anda donduran büyülü bir kelime söylemişim gibi bana bakıyorlardı. Tıpkı Ebru Hoca gibi...

"Tanıyor musunuz?"

Nutku tutulmuş gibi duran ikili, ağır çekimde birbirlerine baktı. Gözleriyle konuşuyorlardı sanki. Kendimi fazlalık gibi hissetmeme neden olan, baba kız arasında olan özel bir bağ gibiydi. O an için varlığımı bile unutmuş ikiliye, kendimi hatırlatmak istercesine "O da sizi söylediğimde benzer bir tepki verdi de," diye ekledim. Ertan Bey bir hışımla bana döndü. Kaşları çatık, gözleri hala kuşkuluydu ama o derinlerde gördüğüm parıltı, umut olabilir miydi? "Nasıl benzer bir tepki?" Merak sesini öyle bir vurgulamıştı ki, çıkan kelimeleri titretmişti. Ebru Hoca'yla neden bu kadar ilgilendiklerini düşünmeden edemiyordum. Acaba onlar mı akrabaydı?

"Soyadınız aynıymış sanırım."

Ertan Bey, bacaklarının bağı çözülmüş gibi geriye doğru sendeledi. Can havliyle kolundan yakaladım. "İyi misiniz?" Beti benzi atan adam, başını evet anlamında salladı ama bu hareketi içimi hiç rahatlatmamıştı.

"Eflal, sen annenin nereye gömüldüğünü söylemiştin?"

Ebru Hoca'dan anneme neden dönmüştük ki şimdi? 'Şimdi konuşmamız gereken konu bu mu?!' der gibi Efsa'ya bir bakış attım. Karmaşık duygularla bana bakıyordu ama görüyor muydu tam emin değildim. Gözleri, hayat göz bebeklerinde toplanmış gibi canlı bir acıyla doluydu. Sanki yüzü burada gözleri bilinmez bir diyardaydı. Allah aşkına, bugün herkesin nesi vardı?!

"Efsa!"

Silkeleyici seslenişim, karşımda duran kızın gözlerine can gelmesini sağladı. "Baban iyi değil farkında mısın?" diye bağırmamla, titrek göz bebekleri babasına çevrildi. Nihayet bizi görüyordu. "Baba." Ayakta durmasına yardım etmek için kolunun altına girdi. "İyi misin?" Başını onaylarcasına hareket ettirirken "İyiyim ben kızlar. Sakin olun," dedi. "Şekerim düşmüş olmalı. Biraz dinleneyim geçer." Dengesinden geri kalanı toplamaya zorlayarak ilerideki banklara doğru yürüdü. Sanki iyiliğini kanıtlamak ister gibi de yardım etmemize izin vermedi. Kendini ağır bir çuvalmış gibi banka bıraktı. Dermansız, bitap haldeydi. Sanki kafasını taşıyamıyordu. Öne doğru eğilip başını elleri arasına aldı. Alıp verdiği solukları endişelenmemiz için bile yeterliydi.

"Doktor çağırmamızı ister misiniz?" diye sorduğumda derin bir nefes aldı oksijene aç gibi. Ardından da geriye doğru yaslandı. Gözünün kenarından akan yaş ve yüzündeki buruk tebessüm, umut kokuyordu ve bu fazlasıyla kafa karıştırıcıydı. Efsa babasının yanına oturdu ve kolunun altına girdi. Korkmuş, saklanmak isteyen küçük bir kız çocuğu gibi babasına sığınmıştı. Ertan Bey ise, şefkat dolu bir öpücüğü kızının alnına koyarak yanında olduğunu hissettiriyordu. Uzun zamandır, bu derece bir eksiklik hissetmediğimi anımsamak, içimin burulmasına neden oldu. İnce dalların ateşte yanışına benzer bir duygu keşmekeşliği, iç sesimi besliyordu. Mutsuzdum. Benim eksikliğim, onların fazlalığıydı ve bu ortamda daha fazla kalmamam gerektiğini hissettiriyordu.

"Sizin için yapabileceğim bir şey yoksa benim artık içeri dönmem gerekiyor."

Ertan Bey, bakışlarını bana çevirmesinin ardından babacan bir ifadeyle gülümsedi ve kafa sesimi duymuş gibi boştaki kolunu havaya kaldırdı. Benim de kızı gibi ona sarılmamı mı istiyordu? "Ama-" İtiraz edecek gibi olduğum an "Lütfen," diye rica etti. Ne kadar ters gelse de şu an buna ihtiyacı olduğunu görebiliyordum. Ürkek bir ceylan gibi yanına oturdum. Tek koluyla beni saran adam, kızı gibi göğsüne yaslanmamı sağladı. Küçük bir çocuğun yokuş aşağı koşması gibi bir duyguyla kaplanmıştı ruhum. Biraz heyecan, biraz da düşecekmiş korkusu barındırıyordu. Ya şu kısacık zamanda, bu sıcaklığa alışırsam...

"İyi ki varsınız kızlar."

Saçlarımın arasına ufak bir buse bıraktı. O an sanki damarlarımda dolaşan kan değil de, heyecandı. Ne tepki vermem gerektiğini, elimi, kolumu nereye koyacağımı şaşırmıştım. Bir babaya sahip olmak, böyle mi hissettiriyordu gerçekten?

"Eflal"

Adım, güçsüz bir şekilde dökülmüştü dudaklarından. Burnumun dibinde duran kıza bakmak için başımı kaldırdım. Gözleri yüzümü taramaya başladı. Dışarıdan bakan biri bizi iki heykel zannedebilirdi. Aklından ne geçiyordu bilmiyordum ama merakla ne söyleyeceğini bekliyordum.

"Annenin mezarı nerede?"

Yine aynı soruyu sormuştu. Neden konu sürekli dönüp dolaşıp anneme geliyordu? Amacı neydi? Yaralarını değiştiğim, babasını bu hale getirdiğim için intikam almak mı? Alçak sesle sormasına rağmen, sanki bana bağırmış gibi aramıza mesafe koyarak "Bilmiyorum," dedim. "Neden soruyorsun?"

"Annenin mezarına hiç gitmedin mi?"

Bu sefer lafa karışan adamın yüzünü görmek için duruşumu tamamen değiştirdim. Gözlerinde serinkanlı bir ifadeyle kaşlarını kaldırdı. Pek hoşnut gözükmüyordu. Peki, bundan ona neydi? "Hayır gitmedim," diyerek kestirip attım. Bu durum daha da can sıkıcı bir hale dönüşmeden, bizimkilerin yanına dönsem iyi olacaktı.

"Neden?"

Baba kız arasında, sorguya mı çekiyordum? Fakat burada iyi polis, kötü polis yoktu. İkisi de aynı amaca hizmet veriyordu. Kabuk bağlayan geçmişimin bana bir yararı dokunmamışken, onlara ne fayda sağlayabilirdi ki? "Çünkü bildiğim bir mezar yok." Konunun benim için kapandığını belli eden sitemli bir kalkışın ardından "İzninizle arkadaşlarımın da bana ihtiyacı olduğuna eminim," dedim ve tek bir kelime daha söylemelerine fırsat vermeden, arkamı döndüm. Hızlı bir şekilde yürürken birkaç küfür mırıldandım. Özelimin bu kadar deşifre olmasının tek nedeni bendim. Neden anlatmıştım ki annemi... 'Nasıl öldüğünden, nereye gömüldüğünden onlara neydi?' düşünürken ilk kez bir eksikliği, kalbimin derinlerinde hissetmeye başladım. Gerçekten annemin mezarı neredeydi?

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 91K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
5.8M 323K 45
❤ Esnaf İşi Aşk'ın ilk kitabı "Ay Çarpması" ve ikinci kitabı "Güneş Tutulması" Artemis Milenyum aracılığıyla raflarda! ❤ Üçüncü kitap çok yakında Wat...
39.6K 3.6K 40
Aycadısı...Masumiyetin Altın Çağı'dır... Karşılaşmadır... Çünkü;kendi kendileriyle savaşan ve aşkı inkar eden,hayatta bambaşka yerlerde olmayı hed...
11.2K 1K 23
Kurgu, 3 Şubat 2017'den başlayıp gelecek ve geçmiş arasında köprü kuran bir dizi olaylar serisidir; Hera bir cuma günü okul çıkışı bitik düşen vücudu...