GEÇMİŞİN PENÇELERİ

By AslnurKaynar

93.1K 7.4K 15.1K

Zamanın katledildiği bir gece yarısı kanın sirayet ettiği ay, fecr'in kaybolduğu gökyüzüne sığındı. Tanrı, bi... More

GEÇMİŞİN PENÇELERİ
GP -1-
GP -2-
GP -3-
GP -4-
GP -5-
GP -6-
GP -7-
GP -8-
GP -9-
GP -10-
GP -11-
GP -12-
GP -13-
GP -14-
GP -15-
GP -16-
GP -17-
GP -18-
GP -19-
GP -20-
GP -21-
GP -22-
GP -23-
GP -24-
Duyuru
GP -25-
GP -26-
GP -27-
GP -28-
GP -29-
GP -30-
GP -31-
GP -32-
GP -33-
GP -34-
GP -35-
GP -36-
GP -38-
GP -39-
GP -40-
GP -41-
GP -42-
GP -43-
GP -44-
GP -45-
GP -46-
GP -47-
GP -48-
Kısa Bir Duyuru
GP -49-
GP -50-
GP -51-
GP -52-
GP -53-
GP -54-
GP -55-
GP -56-
GP -57-

GP -37-

845 90 265
By AslnurKaynar

Multimedya; Bölüm şarkısı Çağan Şengül-Seni Kaybettim.

İyi okumalar dilerimm, yorumlarda buluşalım sizinle💜💜

------

Suladığınız çiçek nerede yetişirse yetişsin açardı ve ruhumdaki bataklıklarda yetişen o tohumcuklar, şimdi açıldıkları yerde cesetleştiriyordu yapraklarını.

Ya da cesetleşen bendim.

Bilmiyordum.

Zihnimdeki bütün kelimelere prangalar geçirilmiş gibiydi, konuşamıyor ve tepki veremiyordum. Sanki bütün kelimeleri onun için döküyor, sırf o dinlesin diye konuşuyormuşum da onun bana ihanet etme düşüncesi bile beni bir harabeye çevirmişti.

"Bir şey demeyecek misin?" Diye sordu Yaz ama boşluğa daldığım için onu anlamamış, sesi bir girdap gibi kulaklarıma dolar dolmaz etrafında savurmaya başlamıştı bedenimi. Ablam yerden kalkarak önce bana daha sonra bir iki adım arkamda durduğunu düşündüğüm Murat'a baktı. "Hadi özür diler gibi bakacağına anlatsana Murat, sizin ne bok yediklerinizi bilsin o da. Aylardır yakın davrandığınız kişiyi nasıl kumpasın kucağına çektiğinizi anlat."

Gözlerim kısıldı ve bakış açım bir miktar daralırken omuzumun üstünden Murat'a bakmak istedim ama bunu yapamadım. Hareket edemiyordum, neden hareket edemiyordum ki? Neden Yaz'ı omuzlarından sarsıp buradan defolup gitmesini söyleyemiyordum? Murat'ın o bakışlarını gördüğüm andan itibaren donmuş kalmıştım.

"Yaz, evine git artık." Murat'ın kurduğu dört kelimelik bu cümle beni tarumara uğratarak hayretler içerisine düşürürken bakışlarımı en sonunda omuzumun üstünden ona çevirdim. Dağılmış, yanaklarında bir iki damla süzülen göz yaşın emareleri gözüküyordu çehresinde. Bana bakmıyordu, sanki ben bir cesettim ve bana baktığı anda çürümeye başlayacaktı bedeni.

Çenem kaskatı kesildi ve hiçbir şey söylemeden yerden destek alarak ayağa kalktım. Biraz yürümeli, ciğerlerimi yakıp geçen bu hissi yutmalıydım. Portmantodan ceketimi alarak onlara arkamı döndüm ve sessiz bir şekilde evden çıktım. Pimi çekilmiş bir bomba yutmuş gibi hissediyordum. Sanki ani bir hareketimde bomba içimde patlayıp yaralarıma yapılan yamaların dikişlerini bir bir atacaktı.

"Almina nereye gidiyorsun?"

Başımı öne eğerek ablamı duymazdan geldim. Kutay'ın yuvarladığı çığın altında kalmış, bir hışımla feragat ettiğim evin yıkılışını izliyordum. "Almina, dur bir!"

"Siktirin gidin hepiniz!" Adeta çığlık atarak dizlerimin üstüne düştüğümde gözlerimden bir yağmur fırtınası gibi akan yaşlar, bütün yamaların yerinden kalktığının göstergesiydi.

Eskisinden daha yaralı bir hâle gelmiştim.

"Ben senin ablanım, bana sığın. Yalvarırım, ben seni incitmem ki güzelim." O da aynısını söylemişti. Lâkin şimdi avuç içlerimden kayıp giden ölü hücreler bedenime aitti.

Acı içerisinde inledim, sol tarafımda keskin bir ağrı vardı. Yutkunamıyor, hıçkıramıyordum. Sanki hıçkırsam sırtımı delip kaburgalarıma geçen o keskin bıçak dilime tırmanacaktı. "Sen de incittin, kimseyi istemiyorum. Lütfen rahat bırak, asıl ben sana yalvarıyorum abla. Ne olur rahat bırakın beni." Avuç içlerimi toprağa koyarak alnımı elimin sırtına yasladım ve kesik kesik hıçkırmaya devam ettim. Gökyüzünün üstüne örtülen karanlık çarşaf, yıldızların sönerek ruhumun üstüne örtülmesine neden olurken Yaz'ın avuç içinin sırtımı sıvazladığını hissettim.

"Seni incitmedim Almina, sana yemin ederim seni isteyerek incitmedim. Rüzgâr ile öpüşme nedenim bile seni tehlikeden kurtarmak içindi. Telefonuma bilinmeye-"

"Yeter," diye bağırdım sığındığım ellerimden kalkarak onun harelerine bakarken. Afallamış, ormanları bir yangına kurban gitmiş gibi kızıl damarları etrafına kuşatmıştı. "Sikimde değil tamam mı? Sana ne olduğu, senin Rüzgâr'ı niye öptüğün umrumda değil! Tek umurumda olan Kutay." Ve sırtımı okşadığın elinin altında olan tek bıçağın üstünde yansıması olan kişi de Kutay.

"Ama Almina..."

Onunla olan temasımı keserek yerimden kalktım ve az önce çıktığım eve doğru ilerledim. Göz yaşlarım hâlâ akıyordu ve bu, gözlerimdeki okyanusun derinliğini bana sorgulatıyordu. Okyanuslar kuruyunca ve uçurumlar parçalanarak göğü yaran keskin kayalıklara dönüştüğünde ağlamayı bırakacağım.

"Almina?"

Bakışlarım salona düştüğünde gözleri kıpkırmızı olan Murat'ı gördüm. Bir harabe oluşumu paylaşıyorduk gözlerimizle fakat şimdiye kadar bana olan davranışlarının sahte olduğunu öğrendikten sonra gördüğüm harelerinde bile ihaneti soluyordum.

"Na-nasıl?" Diye sordum titreyen bacaklarım bana oturmam için yalvarırken.

Bakışlarını kaçırdı ve parmaklarıyla oynarken çatlak bir sesle konuştu. "Bunu Kutay anlatsa daha iyi o-"

"Nasıl?"

"Almina lütfen..."

"Nasıl?" Dedim ikna olmaz bir ses tonuyla. Öğrenip siktir olup gitmek istiyordum sadece dakikalar öncesinde evim olarak adlandırdığım bu yerden. Murat bana kısa bir bakış attıktan sonra gözlerini kapattı ve derin bir nefes almaya çalıştı, başaramadı. Çünkü bir kumpasın içinde, beni bu hâle getirenlerden biri olmanın yükünü taşıyamıyordu. Kesilen nefeslerim için kesiliyordu nefesi.

Murat en sonunda yorgunlukla bir nefes aldı ve sararmış sayfaya dökse sayfanın kül olmasına neden olacak kadar yangını içinde barındıran kelimeleri dökmeye başladı. "18 Ekim 2015, senin babanın vefat ettiği tarih ile Aylin'in vefat ettiği tarih. Osman Amca ve baban uzun süre birbirleriyle uğraşıyorlardı o zamanlar. Baban, Osman Amca'nın uyuşturucu ticaretini ortaya çıkarmak ve onu hapise attırmak için uzun süre uğraştı fakat Osman Amca oldukça karanlık şeylerle uğraşıyordu ve bunların ortaya çıkmasını istemiyordu."

Kalbime gömülen ve üstüne toprak dahi atmaya kıyamadığım babamın bana bıraktığı anılar zihnimde cirit atarken dudaklarım hissettiğim şaşkınlığın yoğunluyla aralanmıştı. Murat kısa bir sessizlik yaşadıktan sona eliyle yanağını silip cılız bir sesle konuşmaya devam etti. "O gün, biz başka bir uyuşturucu ticaretini durduktan sonra baban ve sen bir arabayla bu evin önüne gelmişsiniz. Arabanın içinden dosyalar bulunmuştu, muhtemelen baban Osman Amca ile konuşmaya gelmişti. Lâkin Osman Amca'nın gözü karaydı ve hapise girmemek için adam dahi öldürecek kadar cehennemlik biriydi."

Zihnimin virane sokaklarını, eskitilmiş takvim sayfalarını ve geçmişimi sorguladım ve parmaklarımın süzgeç olduğu bir zamanda elimde kalan tek şey; kısa süreli hafıza kaybım oldu. Hafıza kaybımın nedenini doktorlar fazla acıyı kaldıramayan bedenim yüzünden beynimin bazı anıları sildiğini söylemişti ve şimdi başka birinden silinen anılarımı dinliyordum.

Murat bazı şeyleri sindirmem için bana zaman tanısa da zaman benim için beş harfli kelimeden başka bir şey değildi. Yelkovan şu anın acımasızlığıyla kendini bileyip akrebe saplanmıştı ve zamanın koynundan akan zehir dilimde acı bir tat bırakmıştı. Şayet kusmaya kalksam, söylenmemiş bir sürü kelime düşerdi ikimizin arasında kurduğumuz köprüye.

"Devam et." Diye konuştum en sonunda bakışlarımı yerden çekerek ona sabitlerken. Daha fazla yıkılamazdım sanıyordum, en dipte olduğumu düşünmüştüm ama Murat'ın tedirginlikle attığı bakıştan yanılmıştım. Yakılacak, yıkılacak ve küllerinden yeniden doğamayacak kadar bitmiş olacaktım. Hâlbuki Kutay beni kanatlarının altına aldığından beri harabe kelimesinin ruhum için ne anlam ifade ettiğini unutmuştum.

"Sizin o zamanlar bir çalışanınız mı ne varmış, buraları biz daha sonra öğrendik tabi. Osman Amca, babanın bunu bırakması için yediği yemeğe kalp krizi geçirtecek bir ilaç katmış ve sen babanla buraya geldiğinizde babanın krizi başlamıştı."

Acıdan delirmek mümkün müydü?

Bunu anlayamazdım lâkin hissediyordum. Deliriyor, zihnimin içindeki çığlıkları susturamıyordum.

Kutay'ın babası, babamı toprağın altına vermeme neden olmuştu.

Kutay'ın kendisi, ruhumu uçurumlardan iterek ölmeme neden olmuştu.

Bunu nasıl aşabilirdim ya da bununla nasıl yaşayabilirdim?

Her adımımda bu gerçekle yüzleşecek olacak olsam, ayaklarımı yerinden keser miydim? Öyle bir acı, öyle bir yangındı bu.

"Babam, uğrunda koştuğu bir amaç için öldürüldü yani?" Kekelemiş ve kelimelerim binlerce kılıç darbesi yiyerek parçalanmıştı. Murat yerinden hışımla kalkarak yanıma geldi ve sarılmak için kaldırdığı kollarına karşı geriye doğru sarsak bir adım attım. Düşmek, dizlerim parçalanana kadar kendimi oradan oraya atmak istiyordum.

"Almina sana yemin ederim, bak yemin ediyorum bilmiyorduk. Başka bir kötülüğü durdurmaya çalışıyorduk o gün, daha saatler önce anlattım biliyorsun."

Hiçbir tepki veremedim. Konuşamadım ya da çığlık atıp ağlayamadım. Titremeye ve gözlerim kararmaya başlamıştı. "Almina titriyorsun, gel otur ne olur." Kollarımı saran ellerini, bir hışımla ittirerek geriye savurdum ama düşen ben oldum. Ayaklarım birbirine takılarak kalçamın üstüne düşmeme neden oldu ama o kadar hissizleşmiştim ki düştüğümü görmesem anlamazdım.

"Yalvarırım inan bana, bunu o olay geçtikten aylar sonra anladık biz de neler olduğunu. Kutay, Aylin'in ölümüyle dağılmıştı onu kendine getirdik ve Kutay defalarca bunun üstüne babasını hapise attırmaya çalıştı. Babanın bulduğu dosyaları polise gönderip durdu, babasını defalarca çökertmeye çalıştı." Gözlerimi kapattım ve dişlerim birbirine çarparak ses çıkartırken olduğum yerde küçülmeye çalıştım. Burada un ufak olup kaybolmak istiyordum.

"Titriyorsun Almina, ne olur yardım etmeme izin ver."

Gözlerimin önünden geçip giden kar taneleri, Temmuz ayında olmamıza rağmen bana oldukça gerçekçi gelirken kar tanelerinin saçlarıma tutunduğunu ve orayı kendilerine mezar yaptıklarını hissedebiliyordum. Sert esen rüzgâr saçlarımın savrulmasına neden olurken üstümde sadece bir tişört olduğunu fark etmiştim. Buna rağmen üşümüyor, bedenimde bir kıvılcım gibi sönen kar taneleri buranın gerçekliğini sorgulatıyordu.

Cayır cayır yandığını hissettiğim avuç içimi havaya kaldırarak bir adım attım ve ayağımın ucundaki karlar uçurumun ağzından denize süzüldü. Gök alacalı bir beyaza bulanmış, ona baktığım andan itibaren sanki gökten düşen kar değil de kan rengine bürünmüş acıların düştüğünü gördüm.

Avuç içime düşen kan renkli kar taneleri avucumda sığ bir kan gölü oluşturmaya başlarken bakışlarım tekrar onu buldu. Temizdi, okyanuslar kana bulanırken ve bastığımız toprak kanla sulanırken bile o temizdi.

Birini katlettiğinizde ölen siz olmazdınız sonuçta.

Gözlerimi göz kapaklarımın altında hareket ettirirken üstüme örtülen battaniyenin verdiği hararet, boynumun ve birçok yerimin nemlenmesine neden olmuştu. "Oğuzhan senin anlatmanı beklemeden Yaz'a anlatmış. Yaz da soluğu burada almış işte." Birkaç uğultu kulaklarımdan sızarak uykumu biraz daha dağıtırken başımdaki şiddetli ağrı zihnimdeki son sayfalara göz atma isteğimi tetikliyordu.

"Zaten öğrenecekti abi, ha senden ha ondan. Ne fark eder?"

"Ulan orospu çocuğu ben anlatsaydım yıkıldığında onu tutardım. Şimdi gözlerini açar açmaz buradan gitmek isteyecek, söyleyeceğim hiçbir cümle onu durdurmayacak üstelik." Kutay'ın sesini duyar duymaz zihnimde binlerce şimşek aynı anda çaktı ve gözlerim nihayetinde aralandı. Salondaki koltukların üstündeydim, muhtemelen titrediğim anlarda bayılmıştım.

"Her şeyi biliyor mu Murat?"

"Osman Amca'nın babasının ölümüne neden olduğunu biliyor, bir de babasının kalp krizini arabada geçirdiğini. Kriz geçirirken kaza yapıp Aylin'e ve sana çarptıklarını bilmiyor."

Başka bir zehiri tattım. Açıp içime baksam, bütün organlarımın çürüdüğünü ve bütün kemiklerimin toza dönüştüğünü görebilirdim. Aylin'in katili bizdik. Osman Arslan yaptığı planının bedelini kızını kaybederek ödemişti.

"Beni yalnız bırakınsana biraz." Kutay'ın kısık ve çatlak sesi kulaklarıma daha yüksek sesle dolduğunda salona yöneldiğini anlamıştım. Murat ve Burak evden çıktıklarında Kutay içeri girmiş ve ben yerimden kalkmıştım. Baş ağrım, gözlerime inerek sancıyı yayarken Kutay ile göz göze gelmiş ve asıl devrimi burada başlatmıştık.

Hiçbir şey söylemedim, söylenecek bir şey var mıydı onu da bilmiyordum zaten.

Bakışlarımı kaçırarak yapılan devrime teslim oldum ve onu gördüğüm andan itibaren dolan gözlerimi kırpıştırarak salonun çıkışına yöneldim. Onu görmek istemiyordum, onunla aynı ortamda bulunmak cehennemin kapısında durmaktan farksızdı ve ben küle dönüşmüş bir cesettim. Daha fazla yanamazdım bedenim.

"Gidecek misin?" Sesi mahvolmuşluğu bir sakız gibi çiğniyor, daha sonra ruhunun üzerine tükürüyordu.

Kapının eşiğinde atacağım adım, sesini duymamla duraksarken ona bakmak istedim ama puslu bakışlarım çoktan kilitlenmişti kapıya. Sustum, konuşacak kelimelerim vardı biliyordum. Belki onu sarsmalı nabzı olduğumu söylediği kalbi göğsünü tekmelerken onu yumruklamalıydım. Bağırmam gerekiyordu, çığlıklarım soluk borumda çocuklarını acılardan peydahlarken dilimin prangalarını çözmeliydim.

"Susmak vazgeçmektir, benden vaz mı geçiyorsun?"

Omuzumun üstünden ona baktım. Yansımam gibiydi, ölü toprakları çamurlaşmıştı ve dağılmış ifadesi onun depremini tamamlıyordu. "Seni affedemem." Diye konuştum sallandığım uçurumda ona kırgın bakışlar atarken. "Seni affetmemi sakın benden isteme, çünkü onlarca şeytanın arasından beni koruduğunu zannederken asıl cehennem senmişsin Kutay."

Ve ismi dilimi yaktı.

Bu artık aramızda bir sınırdı.

Biz bu andan itibaren birbirine yabancı iki insandan farksızdık.

Kutay yutkundu ve dağılmış gece rengi saçlarını dağıtarak başını hafif öne eğmek istedi lâkin beni son kez gördüğünü hatırlar gibi ihtişamlı bakışları beni tekrar buldu.

"Hiçbir zaman mı affetmeyeceksin Almina?" Bir an karşımda kalbi kırık bir erkek çocuğu görür gibi oldum. O kadar umutsuz ve yorgun duruyordu ki elinden tutup ona doğru yolu göstermek istemiştim bir an lâkin bunu yaptığım an ruhuma aldığım en büyük darbe Kutay'dan değil benden gelmis olurdu.

Dilimin ucunda biriken kelimeler, urganı ikimizin arasındaki anılara geçirerek ipi tavana değil gökyüzüne asarken ifadesiz bir sesle konuştum. "Hiçbir zaman. Sen kapıma gelip binlerce kez özür dilesen bile seni affetmeyeceğim Kutay. Biz bu saatten sonra bir değil hiç oluruz."

Sustu, bir dakika ya da iki dakika bilmiyorum. Harelerimizin arasında kurulan ıssız yolda onu izlerken Kutay'ın içindeki okyanustan bir damlası sağ gözünden süzülmüş ve ben kendimi yere çivilemek zorunda kalmıştım. Parmaklarımı kesmek istiyordum uzanıp göz yaşını silmek istedikleri için.

Kutay titrek bir nefes aldıktan sonra bakışlarını kaçırarak konuştu. "Sana cehennem olduğumu söylemiştim lâkin cehennemimde sana cenneti sunmak için elimden geleni yaptım."

Ona boş bir bakış atarak dudaklarımı birbirine diktim ve onunla şu an yüzleşmek istemediğim için ona tam anlamıyla arkamı döndükten sonra evin çıkışına doğru ilerlemeye başladım. Gitme demedi, çünkü gideceğimi biliyordu. Kapıdan çıkmadan önce durdum ve bakışlarımı saate çevirdikten sonra ona bakmadan konuştum. "Hayatımda aldığım en güzel doğum günü hediyesiydi, teşekkür ederim."

Evden çıktım ve attığım her adımda biraz daha yerin dibine girerek kendime mezar hazırlarken ardımda bıraktığım enkazda yüksek sesler işittim. Etrafı dağıtıyor olmalıydı ya da kendini, bilmiyordum.

Güvenliği geçerek sokağa ulaştığımda saat gece yarısına vurmuş ve birkaç kişi bakış açıma girmişti. Kimse göğün altında soluklanıp acısını dinlemiyordu ruhunun. Birkaç adım atarak tamamen ıssız bir yere geldiğimde dizlerimin üstüne çökerek avuç içlerime baktım. Canım o kadar acıyordu ki, içimden fışkıracak olan katran kader çizgilerimden dökülecekti sanki.

Kutay Arslan beni öyle bir kırmıştı ki parmaklarımı kalbime uzatsam parmak uçlarına değen şey hayal kırıklığı değil kan olurdu.

Çünkü bu sefer kelimelerini değil elindeki silahı kullanmıştı.

🔥

Teslimiyetin ortasında kalmış ruh, cesetleşmeye mahkûmdur.

Cehennemi onun için de yaşamıştım, cennetin tadına araftayken bakmıştım ve şimdi öyle bir çıkmazdaydım ki soyut binalar ortadan kalkarak çıkmazı yok ettiğinde bile içinde hareket dahi edemediğim bir kafeste hissediyordum.

Hissettiğim şey buydu; içim içime sığmıyordu.

Heyecandan ya da mutluluktan değil, acılarıma ev sahipliği yapamayacak kadar ufalanmış, sanki sadece onun kalbinde nefes alıyormuşum da bu saatten sonra yok olmuştum.

Bedenimde başka bir elin varlığını hissettiğimde bilinçaltımdaki karanlık dağılmış ve ağlayarak kendime sarıldığım yerden sıçrayarak uyanmıştı. "Almina, uyuyor musun?" Yaz'ın sorduğu saçma soruyla gözlerimi devirerek ona doğru döndüm ve karanlıkta zar zor seçebildiğim suretine uyku mahmurluğuyla baktım. "Senin sevdiğin yemekleri hazırladım ne zamandır yemek yemiyorsun, gel hadi."

Ağrıyan gözlerimi devirerek ona arkamı döndüm ve gökyüzünü izlemeye başladım. Kendi odamda, günlerdir aynı şekilde yatıyordum ve hâlâ kendime gelebildiğimi sanmıyordum. "Bilmiyorum, tok hissediyorum yine de." Diye mırıldanarak onu odadan göndermek istesem de günlerdir yaptığı şeyi yaparak parmaklarını saçlarımın arasına geçirdi, kısık bir sesle konuşmaya devam etti.

"Bana küs değilsin değil mi Almina?"

Konuşmak istemediğim için sadece başımı iki yana salladım. Gece yarısına geliyor olmalıydı saat, ay hilal şeklinde gökyüzüne uzanmıştı ve birkaç yıldız ona eşlik ediyordu. "Sana neden küs olayım abla?" Yaz'ın saçlarımı okşayan eli birkaç saniye durdu ardından saçlarımda çekildi. "Bilmiyorum, eskiden yakındık seninle. Yani biz yan yanaydık ve geri kalan herkes birdi bize karşı. Şimdi nasıl olduğunu sormaya bile çekiniyorum. Aramıza giren kişi Rüzgâr mıydı Almina?"

Gözlerimi kapattım ve göz kapaklarıma Rüzgâr ile iyi anılarım çizilirken ruhumdan dolup taşan acılarım gözlerimden döküldü. Kutay'ı bir türlü aklımdan çıkaramıyor, onu gördüğüm rüyalar kâbus olup ciğerlerimin üstüne binaları deviriyordu. Onu özlemekten nefret etsem bile bu hareketimi kamçılayamıyordum. Kendimi kamçılıyordum, kan içinde kalıyordum ama yine de onu özlüyordum.

Bu cehennemin yedi katı arasında seçim yapmam demekti.

Yaz cevap vermeyeceğimi anlayarak benim yapamadığımı yapıp derince soluklandı. "Kutay atlatılmayacak bir adam değil, sen Rüzgâr'ı atlattın Kutay kim ki?" Öfke damarlarımın içerisinde bir yılan gibi süzülerek bütün bedenimi sirayet ettiğinde hızla yerimden doğrularak onun ormanlarına rast geldim. Gözleri bu hâlde olduğum için buğuluydu ama umurumda değildi, ruhumda sürekli Kutay'ı gösteren pusula artık merhametsizliği gösteriyordu.

"Rüzgâr kim ki onu Kutay ile karşılaştırıyorsun sen? Onca yıl beni peşinde koşturduktan sonra bir gün seni seviyorum dedi ikinci gün kimseyi umursamadan canına kıymadı mı abla? Kutay ile aynı ortamda bulunmuş olman onu tanıdığını göstermez, beni delirtmeden önce odadan çıkarsan sevinirim." Ona tekrar arkamı dönerek üstümdeki battaniyeye sarıldım ve gözlerimi kapatarak her gün yaptığım gibi uyumaya çalıştım. Gözlerim sürekli ağlıyor olduğum ve zihnim sürekli bir sebep aradığı için ağrıyordu ve tam olarak her şeyi öğrenmeden bu şekilde devam edeceğini biliyordum.

"Ne kadar ayıp söylediklerin, Rüzgâr öldü Almina ve sen bunları sarf edecek kadar vicdansızsın." Diye konuştu Yaz hayretler içerisinde, sanki duyduğu şeyler doğrular değildi. "Sen onun yüzünden kaç hafta kendine gelememiştin farkında mısın?"

Yaşadığın her anın yalan olduğunu ve bir tiyatro piyesini etrafındaki herkes senaryoyu ezberleyip oynarken, kendinin sonradan oyuna dahil edildiğini sen de öğrensen sen de vicdansız olurdun.

Dudaklarım bir an ince bi sızıyla kendini hissettirirken alt dudağımı dişlerimin esareti altına alarak yutkundum. Boğazıma batan kelimeler çıkmak istiyordu lâkin daha kendimle bile konuşmamıştım ki. "Neyse ne abla," dedim onu geçiştirmeye çalışarak.

"Annem birazdan eve gelirmiş, onunla konuşup öğrenirsin artık ne öğrenmek istiyorsan." İfadesiz sesi odanın içindeki yeisle katledilirken Yaz yataktan kalkmıştı. Omuzumun üstünden ona kısa bir bakış attığımda onun zaten kapının eşiğinden acıyan gözlerle bana baktığını gördüm. Ben de enkaz altında kalmış birini görsem, ben de böyle bakardım. "Kutay bana oyun oynamış olabilir, evet." Dedim yerimden hafif doğrularak ona bakarken. "Unutma ki Kutay'ı hayatımıza getiren kişi ile sürekli hepimizi bir arada tutmaya çalışan kişi aynı; Oğuzhan." En başta, kumpas sadece bir kumar masasının üstünde durduğu sıralarda Oğuzhan, Kutay'ın mekanına gitmeyi teklif ederek kumpası başlatmış ve sürekli planlar yaparak Kutay ile beni bir arada tutmaya çalışmıştı.

Şeytana yardım edenin şeytandan ne farkı olurdu ki?

Kutay sayesinde tanıdığım bütün insanlar öyleydi; en baştan beri benden nefret eden Burak, her an yakınımda duran Murat ve abisi Savaş. Boğazımın kuruduğunu hissederek komodinimdeki suya uzanırken Yaz'ın hâlâ dikkatli bir şekilde bana baktığını gördüm. Suyu bardağı doldurup ona sorgular gibi ifadeyle baktım.

"Dibinde olduğun bataklıkta, senden üstte olan kişilerin bataklıkta olmadığını düşünüyorsun Almina." Önüne döndü ve ben ona anlamsız ifadeler atarken gözlerini kırpıştırdı. "Oğuzhan ile kavga ediyorduk ve bana bunları anlattığında zaten anladım çevirilen kumpası. Ondan ayrılıp senin yanına geldim, kalbimin yarısını Oğuzhan'da yarısını sende bırakmıştım. İkinizde parçalayın önüme bıraktınız kalbimi." Ne diyeceğimi bilemez hâlde ona bakarken Yaz arkasını dönerek odadan çıktı ve saniyeler içerisinde oda tekrar sessizliğe gömüldü.

Yaz'ın söylediği söz zihnimde defalarca kendime uyarlanarak yankılandı ve bu yankı ben banyoyu girip kendimi suyun içine gömene kadar devam etti.

Kalbimi onun avuçlarına bıraktım ve o, kalbimi eskimiş bir roman sayfası gibi buruşturup bir kenara attı.

Kafamı suyun içerisinden çıkararak küvet taşına koydum ve nefes nefese buz gibi suyun varlığını yok saymaya çalıştım. Bedenim üşüyordu, ruhum değil. İstediğim şey ruhumun üşümesiydi, artık ona yanmak istemiyordum. İçimdeki yangını dindirecek kadar su içmeye kalksam okyanuslar kurur gibi yanıyordum. Göz yaşlarımı durdurmaya çalışarak omuzlarıma değen, onun kestiği açık kumral saçlarımı minik bir at kuyruğu yapıp hızlı bir şekilde vücudumu yıkadım. Annem birazdan gelecekti ve bir an önce onunla konuşmak istiyordum.

Buz gibi tenime kıymık gibi batan sudan çıkarak bornozuma sarılırken bakışlarım yansımama düşmüştü. Yemek yemediğim için zayıflamış ve sürekli ağladığım için göz altlarım morarmıştı. Çatlak dudaklarıma, solmuş çakır mavilerime bakmayı bırakmak istedim ama onun arkasında kalan bir harabe olduğum sanki yansımamdan zihnime arada kurulan görünmez bir köprüden düşüyordu.

Halbuki o köprüden düşsem ve beni iten ellerin sahibi o olsaydı ben yine de onun aşağıda bir yerlerde beni tutacağına inanıyordum.

Yorgun bakışlarımı aynadan ayırarak banyodan çıktım ve hazırladığım kıyafetlerimi hızlı bir şekilde üzerime geçirdim. Hava sıcaktı, bu yüzden üstüme kısa bir şortla kısa kollu bir tişört giyinmiştim. Islak saçlarımın suyunu saç havlumla aldıktan sonra saçlarımı salık bırakarak odadan çıktım ve merdivenlerin başında aşağıdan yükselen seslerle duraksadım. "Çık önümden Yaz, sana hiçbir şey anlatmayacağım. Geçmişi açmanın sırası değil."

Yaz'ın bıkkınlıkla aldığı nefesi işittim, ardından sitem dolu yüksek sesi merdivenleri adeta tırmanarak kulaklarıma doldu. "Ne zaman sırası anne? Allah aşkına sana anne derken bile durup garipseyecek hale geldim, sen hala sırası değil diyorsun!"

"Hiçbir zaman sırası olmayacak! Sırf size zarar gelmesin diye, geçmişimiz size gölge düşürmesin diye ben katil olurken siz köşede oturup kendi hayatlarınızı yaşayamıyor musunuz?" Kendi hayatlarınız. Annem bizi kendinden, hayatlarımızı ondan ayrı tutacak kadar soyutlamıştı. Merdivenleri tırabzanlardan tutunarak indiğimde bakış açıma düşen ilk şey annemin bana dönük olan sırtı oldu. Şaşırmamıştım, aile kavramı bana on yedi yaşına kadar tanıtılan bir kelimeydi ve ben yirmi yaşına girmiştim.

Kollarımı göğsümde toplayarak merdivenin son basamağında duraksayıp "Bizden nefret ediyorsun, anladım ama senden gerçekleri öğrenene kadar hiçbir yere gitmiyorsun." Dedim katı bir sesle. Sanki sesime çığ gibi betonlar düşmüştü.

Annem bıkkın bir nefes alsa da ablamda bana destek çıkmış ve salonun koltuklarına hepimiz aramızdaki bağın inceliği kadar birbirimizden uzağa oturmuştuk. Annem takvim sayfalarını bir kış günü yüzüne esen rüzgâr ile sert bir şekilde çevirdi ve dolan gözlerini kırpıştırarak bize ördüğü duvarları birer birer kırdı.

"18 ağustos 2015, baban ölmeden iki ay önce yani. Babanın en yakın arkadaşının bir oğlu vardı, bilmem hatırlar mısınız. Kerem o aralar zor bir dönemden geçiyordu ve bir şekilde uyuşturucu bağımlısı olmuştu." Annem bir süre duraksadı, dudağının kenarına asılı kalmış bir tebessümle bize baktı. Kerem'i biliyordum, o zamanlar şehir dışında yaşıyorlardı ve senede birkaç kez bizi ziyarete geliyorlardı.

"Ailesi onu rehabilitasyon merkesine yatırmış ama oradan çıktıktan sonra yine uyuşturucuya devam etmişti. Biz ise gerçekten şaşırmıştık, Kerem hayata tutunmayı seçmişti çünkü."

Yerimde doğrularak başka bir cesedin zihnime usul usul sallanacağını hissederken annemin gözlerinden düşen damlalar kalbimin ritmini kaybederek göğsüme bir veba gibi ağrı bulaştırmasını sağladı. "Yurt dışında eğitim aldığını söylemiştiniz bana?" Diye sordum çatlak bir sesle.

Annem bakışlarını kaçırarak gözlerini kapattı ve bir hıçkırığı tutarak, sanki evladıymış gibi onu göğsüne bastırdı. "19 Eylül'de cesedi bir çöplükte bulundu, size bunu yansıtmak istemediler ve baban ile arkadaşı uzun bir araştırmaya başladılar." Dehşet içerisinde anneme bakarken ellerimin titremeye başladığını hissedebiliyordum. Gerçekler acı ve sancıdan başka bir şey değildi. Yutkunamıyor, titreşen sokak lambası altında üşüyen bir kız çocuğu gibi hissediyordum. Kimsesiz.

"Beklemeden anlat anne şunu, adam öldürecek kadar vicdansızsan geçmişi göz yaşlarını dökerek anlatma bize." Ablam dakikalardır avını izleyen bir avcı gibi yerinden hırladığında onun da pençelerini annemin ruhuna geçirmek istediğini anlamıştım.

Anlatamadıkların yüzünden içim kanıyor anne şu an,

Şimdi sen söyle, hanginiz benim katilim?

"Saygını koru." Annemin sesi sert olsa da ablam omuz silkmişti. "Neyse ne."

Birkaç dakika sessizlik hepimizi kuşatarak duyduklarımızı sindirmeye yardımcı olurken annem konuşmaya devam etti. "Araştırmalar sonucu ona uyuşturucu satan kişinin Kutay'ın babası Osman Arslan olduğunu öğrendiler. Meğerse Kerem uyuşturucuya ikinci kez başlar başlamaz bırakmak istemiş ama Osman Arslan onu, Kerem'i uyuşturucu satıcısı yapmaya çalışmış. Kerem bunu tabiki de kabul etmemiş. Yani öldürüleceğini anlayarak geride bıraktığı videolarda bunu diyordu, ertesi gün zaten yüksek doz olarak adlandırılan bir ölümle toprağa verdik."

Dilinden dökülen her kelime, roman sayfasının sardığı bir ceset oldu ve omuzlarıma gökten düşen binlerce yağmur tanesi gibi döküldü. Kaburgalarımın altında ezilen kalbim bir yana, kaburgalarımın kırılarak defalarca kalbime girip çıktığını hissedebiliyordum. İçim kanıyordu ve bu gerçekti. İçimdeki katran renkli kanı kusabilir, göğsümü beşikte ölü bir şekilde uzanan beden gibi ağrıtacak olan bu kötü histen kurtulabilirdim. Bu bir vebaydı. Kötülükten değil kötülükten kurtulamamak bir vebaydı.

"Peki ya sonra?" Diye sordum ölümün üstümüze açılan kanatlarını geri kapatarak ortamdaki yeisi sesimle dağıtırken.

Annem eliyle gözlerinden akan yaşları sildikten sonra tekrar konuşmaya devam etti. "Baban ile arkadaşı, bunu Osman'ın yanına elbette bırakmadı. Ne kadar tehlikeli bir işe girdiklerinin farkındaydılar ama ikisi de oğlunu kaybetmişti ve Osman'ı hak ettiği yere, hapise tıkmak istiyorlardı." Annem başını iki yana salladı ve o zaman ki fikrini bize şimdi tekrar gösterdi. "Bir sürü delil topladılar, onlarca video, Osman'ı müebbet hapis verdirtecek dosyalar hepsi bizim elimizdeydi. Lâkin adalet her yerde bulunan bir kavram değildi, Kerem toprağın altına girdiğiyle kalıyor gibiydi."

Bütün bedenimin titrediğini hissederek kendime sıkıca sarılırken hangi ara aktığından emin olamadığım göz yaşlarımı sildim. Annem hıçkırdıkça benim ruhumdaki serzenişler katmerleniyor, anneme ördüğüm bütün duvarlar birer birer dökülüyordu. "1 Ekim'de babanızın arkadaşının ölüm haberi geldiğinde ise babanız tamamen yıkılmıştı ve bunu dışa vurmamak için elinden geleni yapıyordu, Almina zaten o aralar pek bizimle ilgili değildi. Yaz sen de o sene yurtdışındaydın. Neyse işte babanız epey bir yıkılmıştı ama yıkıldığı kadar öfkeyle dolmuştu aynı zamanda. Geceleri asla uyumuyor, etraftaki arkadaşlarından yardım alarak tekrar yok edilen dosyaları toplamaya çalışıyordu."

Kısa bir an zihnime onu son gördüğüm gece geldi ve annemin mavilikleri yerini ölü topraklara bıraktı. Saçları dağınıktı ama bu onda asla kusur olarak gördüğüm bir ayrıntı değildi, zihnindeki dağınıklığın saçlarına sirayet ettiğini düşünürdüm her ona bakmamda. Yutkundum ve başımı iki yana sallayarak zihnimdeki görüntüden kurtulmak istedim ama bu imkansızdı. Bedenim, ruhum, onlarca düşüncem onunla dolup taşmıştı, ondan kurtulmak için kendimden kurtulmam gerekiyordu.

"Daha sonra Osman, babanızın vazgeçmeyeceğini anladı ve babanızı ortadan kaldırmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Önce yıllardır aşkla yaptığı mesleği elinden aldı ardından yediği yemeğe ilaç koydurtarak ölümüne kalp krizi süsü vermek istedi fakat gözünü bürünen intikam yüzünden kızı Aylin'i kaybetti." Bedeni toprağın altında çürüyen birinden ne kadar nefret edilirse o kadar nefret ettim. Zihnim çatlayacak ve çatlayan yerlerden nefret duygusu dökülecek kadar duyguyla dolmuş, babamın gözünden süzülen bir damla yaş düşüncesi bile beni çıldırtmaya yetmişti.

Yaptığım tek şey boşluğa dalmak oldu.

Ölü şehrimdeki bütün binalar yıkıldı ve ben sadece durup boşluğu izledim. Gerisini biliyordum, Aylin'in ölümü bizim ellerimizden olmuştu ve bu oyunu başlatan kişinin kanı annemin parmaklarındaydı. Annem dünyadaki katil sayısını azaltmak istemişti ama sonuç değişmemişti. Benim gözümde artık katil olmasa da bu bakış açısıyla konulacak bir ad değildi. Mesela Kutay'ın parmaklarında benim kanım yoktu ama katilim oydu. Beni yavaş yavaş öldüren zehri tanıştığımız anda zerk etmişti ve zehir kumpasın bitmesiyle etkisini göstermişti.

"Neden daha önce anlatmadın anne?" Bir robot gibi hareket etmeden sadece bakışlarımı ablama çevirdim ve onun da benim kadar dağıldığını gördüm. Göğsümüze devrilen tabutun kapağı açılmıştı, olan buydu.

"Babanız gibi sizi de mi Osman'ın peşine taksaydım? Bak Almina'ya, kardeşin babanın nasıl öldüğünü ve neler yaşandığını unuttu. Rüyasında gördüğü şeye inandı, babanızın Oğuzhan'ın babası tarafından bir dava yüzünden öldürüldüğünü gördü ve doktorlar sırf zihni sarsaklamasın diye bu gerçeği anlatmama izin vermediler. Onun öğrenmemesi için elimden geleni yaptım, nedenini anlıyor musun?" Diyen annemle ablamın bakışları beni buldu. Ona bakmadım, yerimden kalkarak merdivenlere yönelirken ablam ile annemin hâlâ benim hakkımda konuştuklarını duyabiliyordum. Odadan içeri girerek kendimi yatağa bırakırken dehliz sokaklarımda yankılanan tek bir isim vardı; Kutay.

Yorgun ve bitkindim. Gerçekler ağır gelmeye başlamıştı ayrıca hâlâ yüzleşemediğim bir kişi daha vardı. Onu istemiyordum, onu özlüyordum. Onunla hiç ruhlarımızın sevişmemiş olmasını istiyordum, onu bundan sonraki görüşümde yakmak, yıkmak istiyordum.

Yine de buna rağmen, bunca harabeye tanıklık etmeme rağmen Kutay Arslan'ı tanımadan önceki hayatıma dönmeyi isteyemiyordum.

Çünkü Kutay, beni uçurumdan itmeden önce bana gökyüzünün ne kadar güzel gözüktüğü gösterdi.

🌙

Kalbime sırtımdaki hançerlerden birini alıp saplasam ölen sen olurdun hâlbuki, sırtımdaki hançer de sana ait olurken üstelik.

Bir keresinde Kutay'a, gökten süzülen bir kar tanesini yanan avuçlarıyla tutamayacağını söylemiştim ama yanılmışım. Zemheri olan oydu, yanan bendim. Ona cehennem diyordum ama cehennemin zemheri kısmını unutuyordum sürekli.

O karakıştı, ben ise ufak bir kıvılcım.

Sönerdim, doğru yere konulsam ormanları yakardım ama sararmış roman sayfalarında rastgele bir yerlere düşmüştüm ve yaktığım tek şey kendim olmuştum.

Onu ve diğer tüm gerçekleri aklımdan çıkaramadığım bilmem kaçıncı günde ablamın zoruyla birkaç şey yiyerek uyuduğum yerden şafak sökmeye yakın uyanmıştım. Hâlâ uykum vardı ama gök o kadar güzel gözüküyordu ki uyumak istemiyordum. Göğün kanıyla yıkanan zaman, dakikaları akıtarak göğü temizlerken gök kendini ressamın paletine bastırmış ve ona boyanan mavi ile beyazı kendinde bir oraya bir buraya dağıtmıştı.

Gökteki mavi bulutlar, bir kesik gibi uzanırken kuşlar o kesiğe yama olmaya çalışıyormuş gibi ötmeye başlamışlardı. Yerimden kalktım ve biraz sarsakladıktan sonra dolaptan tutunarak lavabodan içeri girdim. Aynanın üstüne bir örtü asmıştım, yansımalarıma bakmak sanki çakır mavilerimden zihnime açılan bir yoldu da her aynaya baktığımda sadece dikenleri kalmış gülleri görüyordum. Rutin işlerimi uyku sersemliğiyle hallettikten sonra lavabodan çıktım. Sabahın erken saatleri olduğu için içerisi biraz serindi, bu yüzden üstüme ince bir hırka alarak odadan çıkmıştım.

Evde yalnızca ablamla ben vardık. Annemi o günden sonra bir daha görmemiştim ve ablamın söylediğine göre acil bir iş için şehir dışına çıkmıştı. Açıkçası annemin, sakladığı bunca şeyden sonra nerede olduğunu düşünmek istememiştim. Ona o kadar kırgın ve kızgındım ki onu merak etme hakkını kendime tanımıyordum bile. Merdivenleri bitirerek mutfağa ilerledim ve bir süre etrafa bakındım. Aç olduğumu günler sonrasında hissedebiliyordum, canım bir şeyler yemek istiyordu.

Belki de Kutay sandığım kadar önemli biri değildi benim için.

Onu üç haftada atlatmıştım.

Bu düşünce bir an kendime kaşlarımı çatmama neden oldu. İçimde, sol tarafıma yakın bir yerde duran ve günlerdir ağrıdan beni uyutmayan kalbim bu fikirden hoşlanmamıştı. Dişlerimi birbirine bastırıp dolaptan aldığım malzemelerle küçük bir sandviç yaparak mutfaktan çıktım. Evin içerisi her zaman ki gibi sessizdi, bu aşina olduğum bir durumdu. Televizyonun karşısındaki koltuğa geçtikten sonra kanallardan rastgele bir kanal açıp üşüyen parmaklarım arasında tuttuğum sandviçi, iştahım kapanmadan bitirebilmek için hızlı hızlı yedim. Zayıflamıştım ve bu hoşuma gitmiyordu.

"Şunun sesini az daha aç, iki mahalle aşağıda işe giden adam uyanmamıştır onu uyandıralım." Duyduğum sesle irkilerek omuzumun üstünden ablama döndüğümda gözleri kısık, saçı başı dağılmış hâlde bana baktığını gördüm. İstemsizce gülerek ona bakarken Yaz bu tepkiyi vermemi beklemiyormuş gibi hafif güldü ve kaşlarını çattı.

"Adamın karşısına bu şekilde dikilmen daha iyi olur, hiç uykusu kalmaz."

Yaz gözlerini devirerek yanıma geldi ve ikimizi de sağır edecek kadar yüksek sesle çalışan televizyonu kapatıp kendini yanıma attı. "Gülümsemeni günlerdir görmüyorum," diye konuştuğunda aslında bunun bir yakarış olduğunun farkındaydım. "Eğer güleceksen senin için her gün bu şekilde dolanabilirim." Gülümsemem, hissettiğim duygu yoğunluyla bir çiçek gibi soldu. Solan yerleri budayabilir tekrar çiçek açmasını sağlayabilirdim ama ben öyle biri değildim. Sabah kalkıp pencereyi açarak gülümsemezdim, gülümseme nedenin aylardır yanında uyandığım kişi olursu çünkü.

"Abla, ben bunu atlatamayacağım."

"O, onu atlatmaya çalışmana bile değmeyecek biriymiş ki sen burada bu hâldesin."

Titreşen kirpiklerim, havayı küçük şeritler hâlinde yardığında harelerimin ucunda minik bir damla birikmişti. Kutay'ı kimseyle konuşmak istemiyordum, birinin durup bana onu kötülemesini istemiyordum. Zihnimin içinde bana yaptığıyla baş başa kalmak ve onunla sürekli saklambaç oynamak istiyordum. Hiçbir şekilde onu bulamamak ve onun çürüyerek gitmesini bekleyecektim.

"Sen git yat abla, birazdan yatacağım ben de. Zaten sandviçi yerken canım sıkılmasın diye açmıştım televizyonu." Sesimin gölgesinde şeytanın çocukları cirit atarken yerden yükselen günahlar zihnime nüksetmişti. Yalan söylüyordum, dağılmamı görmesini istemiyordum.

Ablam tereddüt içerisinde bana baktığında gülümsemeye çalıştım ve bu onu ikna etti. Uykusuna yeterince düşkün olmasaydı burada benimle birlikte kalacağını biliyordum, sorun yoktu. Yaz saçlarımın üstüne minik bir buse kondurduktan sonra yerinden kalktı ve saniyeler içerisinde ortadan kayboldu. Dudaklarımı birbirine yaslayıp bakışlarımı evin tavanına sabitledim. Göz yaşlarım iri damlalar hâlinde şakaklarımdan saç tellerine süzülüyordu. Sanki yaslandığım yerden hiç kalkmasam saçlarıma emare bırakan göz yaşları bulundukları yerden sığ göller oluşturacaktı.

Hıçkırarak evin içerisinde sessizliği bozduğumda bana eşlik eden bir başka ses zil sesiydi. Parmaklarımla göz yaşının geçtiği yolları sildim ve yerimden kalkarak ağır adımlarla kapıya doğru ilerledim. Muhtemelen gelen annem ya da Cem'di. Aramızda olan onlarca soruna rağmen bu hafta birkaç kez buraya gelmiş ve Yaz ile bana eskiden olduğu gibi bir abi olarak yardımcı olmaya çalışmıştı. Parmaklarım kapının kulpuna asılarak kapıyı açtığında bakış açıma giren kişi, düşündüklerim arasında değildi.

Düşüneceklerim arasında da değildi.

Anlamsız bakışlarım onun harelerindeyken gözlerim birkaç kez kıpraştı. "Bir delirmediğim kalmıştı, iyi oldu böyle." Homurdanarak geri çekildim ve kapıyı sertçe çarpıp birkaç saniye durdum. Acıdan delirmiş olabilir miydim? Kapıyı bir kez daha açtığımda bu sefer sadece Rüzgâr'ı değil aynı zaman da delirdiğimi düşündürtecek kadar acıtan kişiyi de görmüştüm. Bacaklarım titrerken gözlerimin karardığını ve ikisininde aynı anda bana doğru hareketlendiğini gördüm. Lâkin beni tutan kişi Kutay olmuştu.

"Almina?"

Gözlerimi son kez açıp kapadım ve gördüğüm son şey, oldukça canlı mavilikler iken ismimin döküldüğü dudaklarından çıkan ses kulaklarıma dolmuştu.

Rüzgâr, artık bir fırtınaya dönüşmüş onu izleyen herkesi okyanuslara savurmuştu.

Okyanusta, dibinde binlerce ceset bulunan kayalıkların arasındayım.
Kestiğin nefeslerim tarafından katlediliyor ciğerlerim.
Prangalar ölüm ile yaşam arasında uzanan o urganmış.
Tanrı göğü, ruhumuzun apseleriyle boyamış.

------

Merhabalarrr!!

Nasılsınız, umarım iyisinizdir diyeceğim ama böyle duygu yoğunluklu bir bölümden sonra bunu demem ne kadar doğru bilmem :')

Sizce bölüm nasıldı?

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, sizleri seviyorumm!!💜💜💜

Continue Reading

You'll Also Like

ASYA By Su

ChickLit

288K 16.1K 32
Abi kitapları kıtlığı çekiyorsanız doğru yerdesiniz. Bölümleri yazdıkça atacağım. "Onu istemiyorum." Nefret dolu bakışları bendeyken babamdan uzakla...
147K 582 11
Her bölümde farklı bir seks hikayesi olacaktır. ona göre okuyunuz
1.5M 35.1K 44
Tam sınıftan çıkıcaktım ki gelen sesle dikildim kaldım."sen kal ada yapamadığın son soruya bakalım" OLUR OLUR HOCAM BAKALIM. Dırırııırıırıfırı Canı...
687K 30.7K 20
Yasmîn, annesiyle birlikte Zemheroğlu konağında çalışmaktadır. Zemheroğlu Mardin'in en köklü aşiretidir. Yasmîn'in babası bir gece ansızın annesini...