MIH

By _Mehsa_

7.3M 325K 182K

İntikamın kıyafetini hiç merak ettiniz mi? Peki ya bedenini? İntikam,nefretle kararmış lacivert gözlerdi. İn... More

TANITIM VE PROLOG
1-*Canavar(Canver)*
2-*Ceylan*
3-*Kuyunun Hikayesi*
5-*Gazap*
6-*Ezinç*
7-*Cefa-Pişe*
8-*Gönülçelen*
9-*Kaçak*
10-*Nikah*
11-*Lahza*
12-*Charlie*
13-*Kale*
14-*Şiraze*
15-*Müge*
16-*Zar*
17-*Tutulma*
18-*Figan*
19-*Hükümdar*
20- *Mecruh*
21-*Kral Payı*
22-*Billur*
23-*Hançer*
24-*Sanrı*
25 -* Raks*
26-*Dildâde*
27-*Kor*
28-*Sevda*
29-*İhtilal*
30-*Bahar*
31-*Meftun*
32-*Ateşpare*
* SİRAÇ VUSLAT 19.04*
33-*Fedakar*
34-*İrade*
35-*Oda*
36-*Cambaz*
37-*Vurgun*
38-*Asil*
39-*Kırmızı*
40-*Azap*
41-*Uçurum
42-Veda
43-*Güz*
44-*Acı*
45-*Katran*
46-*Safderun*
47-*Devran*
*19.04 & Doğum Günü Özel*
48-*Anne*
49-*Baba*
50- *Bedel*
51-*Kader*
52-*Masal*
53-*Şakayık*
*Özel Bölüm*
*54- Toprak*
*21.21*- DUYURU

4-*Azrail'in Evi*

131K 7.1K 1.2K
By _Mehsa_

MÜZİK KUTUSU

Stephen-Crossfire part 2

🥀🌙Instagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

🥀🌙 Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_
🥀🌙 Twitter: mehsahikayeleri

🥀🌙Takip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺


⚜🔱⚜

۩"Asıl avcı onun için bir ninni fısıldadı;

Bu tutmuş,bu kesmiş,bu hazırlamış, bu pişirmiş. Kimse de hani bana dememiş..."۩

🔱⚜🔱

Elif'ten;

"Tebessüm etmek sadakadır."

Babamdan bu hadisi ilk duyduğumda 5 yaşındaydım. Allah'ın beni çok sevmesini istediğim için o gün herkese gülmekten yüz kaslarım ağrımıştı.

Annem, "Tebessüm etmek mutluluğun ifadesidir. Kalbin güzelliğinin gösterilmesidir." demişti yine o gün.

Sırf annem hiç üzülmesin diye, babam öldükten sonra bile hep güldüm ben. Sevap olduğunu bilerek, acısa da canım gülümsemeye devam ettim.

Her ne olursa olsun gülmek, benim için bir süreden sonra kolaylaştı. Alışkanlığım, mizacım haline geldi. İnsan gülerken on yedi somurturken kırk üç kası hareket edermiş yüzünde. Kolay olanla hem kendimi mutlu etmeyi, hem de karşımdaki insana neşe vermeyi tercih etmiştim ben.

Bu gün ilk defa, annem geldiğinde bile o on yedi kasımı hareket ettiremedim ben.

O sessizdi, bende ölüm kadar sessizdim. Zor olan acısıyla benimleydi.

Öyle bir şeyin içine girmiş gibi hissediyordum ki, sanki aldığım nefes bana yaşam vermiyordu. Nefes aldıkça, hislerimle boğuluyordum.

Televizyon açıktı. Konya'ya ait yerel bir kanal bir deponun önünde yayın yapıyordu. O depoyu tanıyordum, o depoda ölmeyi istemiştim ben.

İki tane cesedin morga götürülmek için asıldıkları yerden indirildiğini anlatıyordu spiker. Gecenin karanlığı onları örtmeye yetmemiş olacak ki çekilen fotoğrafta üstleri karartılmıştı.

Spiker, cesetler yanından geçerken aldığı kokudan sebep canlı yayında yemyeşil oldu. Yayını kesmek durumunda kaldılar.

Cesetlerin ilk halinin fotoğrafı kenarda duruyordu. Onları tanıyordum. Bakışların da ki kötülüğü biliyordum. Nefretle kararmış kalplerini görmüştüm. Ve şimdiki halleri...

Adamların üstü karartılmışken, sadece boyunlarına asılmış büyük karton gösterildi bu sefer. Bu başka bir fotoğraftı. Bize kendini Siraç 'ın kuzeni olarak tanıtan Eylül, ben, annem sadece o yazıya bakıyorduk.

"Vuslat'a kavuşmak isteyen, ölümü göze almış demektir."

Beni bu yola o bulaştırmıştı. Kapana kısıldığımın yegane sözleriydi bunlar. Sarsıldığımı hissettim, mütemadiyen bir depremin içerisinde kapana kısılmış gibiydim. Bütün bildiklerim, hayallerim bir bir yıkıma uğruyordu sanki.

Titrediğimi fark etmesinler diye ellerimi üzerimdeki örtünün içerisine sakladım.

Eylül bana baktı. Acımı gördü, açıklama yapmak istediğini görebiliyordum. Daha birbirimizi tanımıyorduk ama bir şeyleri anlatmak, belki de kuzenini savunmak istiyordu.

Ama sadece, "Ona Azrail, diyorlar." dedi acı bir sesle. Bu lakap sanki onu seven herkesin canını yakıyordu. Sahi, bu adamın sevenleri de kimdi ki?

Canımı yakmaya bu kadar razıyken onu neden seviyorlardı ki? Göğsüm acıdı, elimi kalbimin üstüne bastırdım istemsizce.

"Niye?" dedim öfkeyle. "Bir cani olduğu için mi?"

Eylül kızmadı, aksine acı tebessümü genişledi ve anlayışla başını salladı. "Keşke öyle olsaydı." dedi.

Sonra elindeki telefona kısa bir bakış atıp devam etti. "Biliyorum, çok korkunç bir olay yaşadın. Sana zulmettiler, üstelik sebebi de bariz bir şekilde benim kuzenim." Elindeki telefonu sımsıkı sardı. Sanki o da bu gerçeğe tahammül edemiyordu.

"Ama o böyle biri değil. Bir şeyler dönüyor Elif. Onunla senin karşılaştığın gün de normal bir gün değildi. Siraç hiçbir zaman plansız hareket etmez." Sitem edercesine söylediği sözler karşısında ne söyleyeceğimi bilmiyordum çünkü ben bu adamı tanımıyordum, tercih hakkım olsaydı tanımakta istemezdim.

"Ama onun yüzünden." dedim Eylül'e kırıklarımla birlikte bakarken. Onda da aynı kırıklar mevcuttu.

Gördü, gördüğüne sinirlendi. Muhtemelen hesap sormak istedi. Tam o sırada telefonu çaldı, sinirli bir şekilde telefonu kulağına götürüp dışarı çıktı. O dışarı çıkarken, bakışlarım onu algılıyor ama ne yapmaya çalıştığını kavrayamıyordu. Boğazıma oturan yumruyu hissettiğimde dişlerimi birbirine bastırdım.

Ağlamamalıydım. Annemin yanında ağlamamalıydım. Babam öldükten sonra annemin yanında hiç ağlamamıştım. Acı çeksem de ,babamı özlesem de, ağlamamıştım.

O zamanlar bana ihanet etmeyen göz yaşlarım, korkudan, belki de hayatımda ilk defa bulaştığım karanlıkla gözlerimi ziyaret ettiler. Onları yok etmek istercesine sımsıkı gözlerimi kapattım.

O adam, lakabı Azrail olan o adam beni darmaduman eden cümleleri kurduktan sonra uzun bir süre bana bakmıştı.

Sessizliğim, gerçekliğine inanamadığım cümlelere karşıydı. Kelimelerim çekip gitmişti sanki. O da bunu hissetmiş gibi "Biraz düşün, konuşalım." dedikten kısa bir süre sonra yanımdan ayrıldı.

Gerçekten de ne kuracak cümlem ne de itiraz edecek sitemlerim vardı o an öylece donup kalmıştım. Çünkü gerçekliğini kavrayamamıştım.

Onu tanımıyordum ama kelimeleri o kapıyı çekip odadan çıktıktan sonra uzun bir süre benimle oturmuşlardı. Yüreğimi acıtmış bana bu adamın canımı yakacağını söylemişlerdi.

Gerçek değildi, gerçek olamazdı ne evliliğiydi? Yaşım küçüktü bir kere. Olmasa bile evlenmek istemiyordum. İstesem bile böyle bir adamı istemiyordum.

İnanmayı reddettim o an. O kimdi ki sadece annemin şefkatine boyun eğen yüreğime acı çektirecekti. O kimdi ki babam öldükten sonra bile ayağa kalkmış yüreğime kor ekecekti?

O konuşmadan kısa bir süre sonra Annem, Eylül'le birlikte içeri girdiğinde ona koşmak her şeyi anlatmak istedim bu yüzden.

Ama yüzüne baktım ve yine donup kaldım. Çünkü yüzünde öyle bir ifade vardı ki sanki yalnız benim zararıma değil, teslim oluşuna da yas tutuyordu. Neye teslim oluyordu, kime teslim oluyordu? Anlayamıyordum.

Oradaki hüznü görüp susuşum o konuşsun diyeydi. Öyle bir sessizlik çökmüştü ki dilime sanki yüzünde saklananları yüreğim hissetmişti de ben çözememiştim.

Eylül gelip kendini tanıttıktan sonra gelen telefon haberiyle televizyona baktık ve işte uyandığım andan itibaren ikinci defa ruhsal olarak büyük bir darbe almış gibi hissediyorum.

Gözlerimi tekrar açıp reklamların oynatıldığı televizyona boş gözlerle bakan anneme baktım. Beni hissetmedi uzun bir süre. O hissetmedikçe içim yandı. Bir terslik olduğuna dair hissim o bana bakmadıkça, ağırlaşan bir hastalık gibi gittikçe nüksediyordu.

En sonunda pes ettim, dayanamadım. Kurumuş dudaklarımın arasından hıçkırıklarım firar edemeyince sorularımı gönderdiler.

"Neler oluyor anne?"

Annem basit bir tebessümle bana bakıp yavaşça gülümsedi. O gülüşte sığındığım şefkati yerine korku vardı. Bunu fark etmek, korkmamak için verdiğim savaşa karşı mağlubiyetimin sebebiydi.

"Seni korumak istiyor bitanem." Sahte gülümseyişi tamamen yok oldu. Sözler bile yetmişti bunu yapmaya.

"Sen bana anlatmadın ama tanışmışsınız Siraç Bey'le. Kötülük, dostunu da düşmanını da beraberinde getirir. Senin temiz ruhuna, düşmanlarının kirli ellerinin değmesine sebep olmuş. Şimdi seni sadece kendisi kurtarabileceğini iddia ediyor." dedi. Sesinde ki inançsızlık, kaşlarımın çatılmasına sebep oldu.

O da inanmıyordu işte, bu işte başka bir iş olmalıydı. Annem nasıl bu kadar kolay kabul edebilirdi bu tuzağı?

"Ona dedemin, amcamların polis olduğunu söyleyebilirdin. Onlar beni koruyabilirler anne. Bunu sen benden daha iyi biliyorsun." dedim. Kaşlarım çatılmıştı.

Annem 'in de bana benzer şekilde kaşlarının çatıldığını görünce yüreğim yine aynı hissiyata kapıldı. Bir şeyler saklıyordu.

"Hayır, onları bulaştırmayacağız." Bana karşı çok nadir kullandığı sert bir üslupla. "Sadece uzaktan korunacaksın. Bunun sözünü bana verdi."

Sonra gözleri yumuşadı. "Bana öyle bakma, annem!" dedi gözleri tekrar dolarken. Benim de gözlerim doldu. Nasıl baktığımı bilmiyordum ama tüm dayanaklarım elimden alınmış gibi hissediyordum.

Annem itiraz etmiyordu. Annem o adamın istediklerine boyun eğecekti. Annem susuyorken ben nasıl direnecektim?

Şefkat yine onun kucağına yerleşti ve kalkıp bana sarıldı. "Sadece kısa bir süreç olacak, buna bütün kalbimle inanıyorum. Korunacaksın. Sana kimsenin zarar vermesine izin verilmeyecek."

Bu sözlerinin ardında yatan bir başka sır olmalıydı, olması gerekiyordu çünkü benim annemin hemen teslim olan bir fıtratı yoktu.

"Emin misin?" diye fısıldadım korkuyla. Eğildi ve başını omzuma gömdü. İkimizde babamdan kalan son yadigarlardık.

"Eminim annecim. Bana güven." dedi. İşte o an onun tarafından da gönülsüz de olsa bir ikna girişimi olduğunu anladım bu durumun. İstemiyordu, bu yüz ifadesinden bile belliydi ama itiraz da etmeyecekti.

Bu gerçekle birlikte sarsıldım.

Anne kucağına özgü adlandırılamayan bir duygu vardır. Sanki onun karnındayken de hep onun kucağındaymışız gibi her an ağlayarak istediklerimizin gerçekleştirebileceğimize inandırır bizi.

O an annemin kokusu buram buram burnumu doldururken küçük bir kız çocuğu gibi "İstemiyorum." diyerek ağlamak istedim ama yine tuttum kendimi.

Bu adam benimle evleneceğini söylemişti. Annem uzaktan korunacağımı mı zannediyor acaba diye, düşündüm.

Sesim titrerken, "O adama nasıl güvenebilirsin, anne?" dedim. "Suçlu bile olsalar o adamlara, insanların mideleri kaldırmayacak şekilde işkence etmiş. Nasıl güvenebilirsin, kötü olduğunu sende biliyorsun?" dedim.

Sustu.

Sustum. Haklıydım da ama bu dünyada hak her zaman doğru görülmüyordu.

Nitekim sessizlik, adaleti acımasızlığıyla birleştiren adamla kenara çekilince haksızlığın soğuk duvarları kaldı geriye. "Bana susmak yerine sorularını sorsaydın, cevaplarını da alırdın." dedi sebebim olan adam.

Hissettirmeden odaya girmişti.

Yüzümü küçükken korktuğum zaman yaptığım gibi annemin koynuna gömmek istedim ama bu sefer gerilen vücudunda korkuyu ve öfkeyi tamamen hissedince büyümek zorunda kaldım.

Anneme sarılan kollarımı gevşetip geri çekildim. Tepemde beni hapsetmek için gardiyan gibi bekleyen adamı görmezden geldim. Anneme gülümsedim.

"Müsaade eder misin anne? Biraz konuşmak istiyorum beyefendiyle." Hoş beyefendilik bir tarafı da yoktu, o benim nezaket sahibi olmamdan kaynaklıydı.

İsmini de kullanmak istemiyordum. Adı Siraç'tı çünkü.

Aynı zaman da ismi Peygamber Efendimizin sıfatlarından biriydi. Nur saçan demekti. Sıfatı bu kadar aydınlıkken, kendisi niye bu kadar karanlık, yüreğime acımasızdı?

Annem bana endişeyle baktı. "Elif..." diye başlayan cümlesini tekrar gülümseyerek kestim. "Endişelenecek bir şey yok. Lütfen!" dedim ellerini tutarken. Annem pes ederek kafasını sallayıp, ellerini benden çekerken yoksunmuş gibi hissettim.

Bu yüzden kollarımı kendime doladım.

Annemin bakışlarını bana sırtını döndüğü için göremedim ama anneme saygılı şekilde başıyla selam verirken yüreğimdeki garip ağırlıkla onları izledim.

Hayatıma giriyordu, kapıyı çalmadan hayatımın içerisine dalıyordu.

Annem kapıyı hafif aralık bırakıp gitti. Gitti ve odanın kokusu bile gecenin laciverti kadar parlak ama kışı kadar soğuğa büründü. O gözler bana döndü ve yüzümde yavaşça dolanırken ruhumun o kış soğuğunda bir evsize döndüğünü hissettim.

"Sana kim adaletin terazisini verdi?" dedim sert bir sesle. Beklemiyor olacak ki bir an duraksadı, kaşları havalandı ve lacivertler daha keskin gözüktü gözüme.

Sonra soruyu hiç duymamış gibi üzerindeki siyah paltoyu çıkardı ve kısa bir süre önce oturduğu koltuğun sırtına düzgün bir şekilde koydu. Adımları, hareketleri vahşi bir zarafete sahipti. Siyah paltosunda beyazlığıyla göze çarpan uzun parmaklı elleri dikkatimi çekti. Tırnakları çok güzeldi.

Bu eller mi vahşice katletmişti?

Oturdu ve lacivert gözlerini üzerime dikti. "Adaletsizliği görünce onu kendim için çaldım." dedi aynı sakinlikle. Bir katilin susturulmuş sakinliğiyle.

Gözlerim hafif kısıldı. Hayır, ondan korkmuyordum. Bir şeyler beni kışkırtıyordu aksine. Soğuk bakışları... Soğuk ama çok zeki olduğunu hissettiğim bakışları beni kışkırtıyor ama korkutmuyordu. Ölüm gibi olsa da.

Ben babamı kaybettiğimden beri ölümden korkmuyordum zaten.

"Senin ellerinde adalete mi ulaştı şimdi? Acımasızca katletmek ne zamandan beri adalet oldu?" Dilimdeki kelimeler zehirliyken onları susturmak için hiçbir şey yapmayacaktım. Daha evlilik mevzusuna gelmemiştik bile üstelik. Onun o depoda yaptıklarını konuşuyorduk.

Hafifçe öne doğru eğildi. Geniş omuzlarının, sert yüz ifadesine rağmen yakışıklı oluşunun farkında olmamayı diledim o an.

Özellikle lacivert gözlerinin.

Hissettirdiklerini fark etmiş gibi yüzünde gazabın ev sahipliği yaptığı alaycı bir gülümseyiş belirdi. İşte o an daha fazla yanılmak istedim çünkü gazabın suretindeki adamın normalde onu masum göstermesi gerekirken, bu gazaba eşlik eden iki gamzesi vardı.

Artık emindim. İki kusur onda bir vurgundu.

"Ha o mesele!" dedi alaycı bir sesle. Öfkeyi duydum, öfkesini hissettim ama bende öfkeliydim.

"Sana tecavüz etme isteğiyle yanıp tutuşan o iki adamın, bu yaptıkları ilk vukuatları mı sanıyorsun?" Cümlelerin üstüne basa basa vurguladı. Hakaretmişçesine telaffuz ediyordu.

"Sana dokunmadıkları için başka kadınlara da zorla dokunmadıklarını hatta acımasızca katletmediklerini mi düşünüyorsun?"

Başını hafifçe yana eğerken yüzündeki tatsız gülüşte yok oldu. Sesi kılıç kadar keskindi. "Yaptılar. Hatta daha fazlasını yaptılar!" Bir an duraksadı, söylediği sözlerin kendini de sinirlendirdiğini görebiliyordum. Sakinleştirmeye çalışıyordu kendini.

Sonra devam etti zapt etmeye çalıştığı öfkesiyle. "Adalet diye bahsettiğin sistem onların patronu; adı eski kimliğimde baba sıfatının altına yazılmış adam tarafından ele geçirilmiş durumda." Bu gerçeği dile getirirken sanki her zerresiyle nefret etti. Yüzündeki tiksinti ifadesinin farkında değildi muhtemelen.

Üvey babası mı? Üvey babası mı düşmanıydı?

Gerçek değil miydi babası? Hiçbir gerçeği bir yere oturtamıyordum.

O düşüncelerimin karmaşıklığını hissetmedi o an. Kendi gerçeklerini vurmaya devam etti. "İki gün sonra oradan çıkınca ne yapacaklarını sanıyordun? Tövbe edip doğruya yöneleceklerini mi?"

Tüm vücudumun titrediğini hissettim. Haklıydı bu konuda ama benim de haklılıklarım vardı.

Yine de bedenim sözlerinin soğukluğuyla buz kesmişti. "Uyan küçük hanım! Burası cehennem çukuru." dedi, sanki yıllardır o çukur da yaşıyormuş gibi.

Gözlerine baktım, o cehennemi gördüm ama beni de oraya çekmek istiyordu en çok bundan korkuyordum.

"Sen bu çukurda nereye aitsin? "derken yüreğime oturan ağırlığın buzdan olduğunu fark ettim. Sanki bu ağırlıkla kaderim yön değiştiriyor gibiydi ve bu hissiyat hiç iyi hissettirmiyordu.

Hiç düşünmedi cevap verirken çünkü kimliğini biliyordu. "Azrail'i!" dedi, tıpkı kuzeninin bahsettiği gibi.

O an gözlerinden lacivert alevler çıksaydı, inanırdım. Tıpkı bu sözüne inandığım gibi. Yüz ifadesinde, duruşunda, siyahla bütünleşmiş vücudunda öyle bir şey vardı ki, o acımasızlığı can alışını niye Azrail olarak adlandırıldığını hissederdiniz.

Bu acımasızlığa isyan ettim ben.

"Ve benim o Azrail'le evlenmemi istiyorsun. Tek suçum sana kalemlik atmak mı?" dedim tüm öfkemle. "Bu mu temiz hayallerimden koparılıp Cehenneme götürülmemin sebebi? Hani sizin adaletiniz suçlulara karşıydı?"

Ben bu tuzaktan kurtulmak istiyordum. Onu konuşarak inandırmaktan başka çarem yoktu şu an. Eğer ikna olmazsa hemen kaçamazdım, kaçsam bile işin içine annemi katmam lazımdı. Tek ben tehlikede olmayacaktım.

Araf'ta kalmıştım. Sıkışmış gibi hissediyordum.

Kollarını benim gibi göğsünde kavuşturup uzun bir süre bana baktı. Ya verecek bir cevabı yoktu ya da beni sindirmeye çalışıyordu.

"Bana bir cevap ver! Ben neyi hak ediyorum bana söyler misin?" dedim. Sert ve öfkeli sesim sanki duvara çarptı ve bana geri döndü. Öyle etkisizdi onun için.

Hiç tanımadığım adamın gözlerine sırf meydan okumak için bakmaya çalışıyordum. Yoksa kaçardım. Allah biliyor ya bu kadar öfkeliyken bile yanaklarım kızarıyordu ona bakarken, alışkın değildim çünkü.

Sonunda lütfedip konuştu. Göğsünde kavuşturduğu kollarını açtı ve bir kez daha bana doğru eğildi.

"Azrail'in karşısına çıktıysan bu sebepsiz olmaz. Şanslısın çünkü bunun sebebi ölüm değil. Sen masumsun." dedi korkutmak istercesine. Sesi bir fısıltı, sözü ise bileklerime takılan prangaydı.

Kanmadım, bu metaforlu konuşmalarına da beni korkutmaya çalışmasına da kanmadım. Kışkırtmaya çalışıyordu resmen. Korkutarak sindirmeye çalışıyordu. İzin vermeyecektim, annem yanımda olsa da izin vermeyecektim.

Tahammülüm tükendi, "Siz delirdiniz mi Allah aşkına? Daha 19 yaşındayım. Hayallerim var, evlenmek istemiyorum!" Elimi yattığım örtünün üstüne vurdum.

" Yirmi birinci yüzyıldayız. Ne zorla evlenmesi, ne kaçırılması? Beni neyin içine sokuyorsun sen!" dedim. Sesim titriyordu. Tüm ruhum bedenimi zorlarcasına sarsılıyordu.

Yüzünde herhangi bir mimik oynamadı. Sadece baktı. Çileden çıkışımı izledi çünkü verecek cevabı yoktu ya da bana söyleyecek gerçekleri... Çünkü anlamıştım. Beni başta kendisiyle korkutmaya çalışıyordu.

"Sen benimle oyun oynuyorsun!" dedim başımı sallarken. "Sen benimle öyle büyük bir oyun oynuyorsun ki!" dedim hınçla. "Ama ben bunu çözeceğim, ben seninle evlenmem!"

Ayağa kalktı, yüzümü izledi zaten yaptığı başka bir şey de yoktu. Bakışlarıyla öfkemi hafızasına kaydediyordu sanki.

Siyah paltosunu alırken, "Dinlen şimdi." dedi benim aksime oldukça sakin bir sesle. Beni çileden çıkartmıştı çünkü emeline ulaşmıştı.

"Bir yolunu bulacağım!" dedim hırsla. "Anneme de ne yaptın bilmiyorum ama benim ailem var arkamda, bu kadar kolay değil!" Yatağımda yatar pozisyondayken ona seslenebilmek için oturdum. "Senin boyunduruğunun altına girmem ben. Evlilik çocuk oyuncağı değil!"

Bağırışımı duydu ama umursamadı.

Arkasında sinir krizi eşiğine gelmiş olan bir ben bıraktı. Bağırmak istedim, bağıramadım. Ağlamak istedim, tıkandı kaldı sanki.

Sonra başımı geriye doğru attım. "Korkum hiçbir zaman ölmek olmadı." diye fısıldadım beyaz tavana bakarken." Ama sana bakınca kalbim ve ruhumun tehlikede olduğunu hissediyor ve korkuyorum."

Gözlerimi sımsıkı yumdum ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Bir yolunu bulacaktım ve bulaştığım bu belada sıyrılacak ve o adamı bir daha görmeyecektim.

Kısa bir süre sonra kapı tekrar açılınca, gözlerimi zorla açtım. Sanki üzerime beş günlük uykusuzluğun yorgunluğu çökmüştü.

Başımı zorla çevirdim ve Eylül'le karşı karşıya geldim. Muhtemelen onu arayan kişiyle telefon konuşmasını bitirmişti. Çok güzel bir kızdı. Onu daha önce tramvay durağında esmer bir adamın yanında gördüğümü hatırlıyorum.

Bal rengi saçları beline uzanıyordu, siyah örgü bir elbise giymişti. Bal rengi gözleri o kadar samimi bakıyordu ki onu uyanınca ilk gördüğümde sakinleştiğimi hissetmiştim.

Güzel gülümsüyor, güzel bakıyordu ama şimdi yüzünde zoraki bir tebessüm vardı.

"Demir'le konuştum." dedi, sonra açıklamak için ekledi. "Bir diğer kuzenimiz."

Ailelerinde hiç normal kişi yoktu sanırım. Herkes Siraç Vuslat'ın karanlığına bulaşmış görünüyordu.

Derin bir nefes alıp konuşmaya devam ederken çok sıkıntılı görünüyordu. "Ne kadar kızsam da bir diğer yanım, iyi yapmış Siraç, diyor Elif. O adamlar onlarca insanın canını yaktı. Ben bile haberdarım bu durumdan. Üvey babası denen o adamın adamlarıydı bu adamlar."

Bir an çok yorgun göründü gözüme. "Nefret ediyorum o adamdan. "derken bu cümlenin altında yatan büyük bir hikaye olduğunu hissettim. Belki büyük olduğu kadar acılıydı da.

"Bana anlatabileceğin bir durum mu?" dedim ona bakıp. Bana baktı, sıkıntıyla iç çekti. Önüne düşen bir parça saç tutamını kulağının arkasına iterken de sıkıntılı gözüküyordu zaten.

"Bilmiyorum önce olayları çözmem lazım. Benim senden hiçbir şekilde haberim yoktu. Gerçi hala yok." Tebessüm etti samimi bir şekilde.

"Sana şu an pek hayırlı gelmiyordur ama ben hayatımıza girdiğin o günden beri kendimi oldukça mutlu hissediyorum." Gözlerindeki umut bana hiç tanıdık gelmiyordu. Neyin umudu olduğumu bilmiyordum çünkü.

Ben hiç mutlu da hissetmiyordum ama bunu onun yüzüne direkt söyleyemezdim çünkü bu umudundan dolayı kırılgan gözüküyordu.

Bu yüzden sorularım da dilimin ardında tuttuğum gerçekler de bende saklı kaldı. Yataktan kalkmak için hareket ederken, "Eylül, bana yardım eder misin ?"dedim.

Bir an şaşırsa da beni onayladı. "Tabi ki ne yapmak istiyorsun?"

"Namaz kılacağım. Yanımdaki sehpada telefonum var, onu bana verirsen. Birde Annem Kuran'ının üstüne seccade koymuş. Onu benim için serersen çok müteşekkir kalırım. Bu sıra da abdest alacağım bende." dedim. Uyandığımda Yatsı çoktan olmuştu. Gecemin hüznüyle birlikte gelen Yatsı namazı beni bekliyordu.

"Ama rahatsızsın. Sonra kılsan, olmaz mı?" dedi. Kafamı olumsuz anlamda salladım.

"Şu anki çaresizliğime bir tek Rabbim çare olabilir." dediğimde gözlerinde garip bir duygu belirip kayboldu. Bunun bilmemek olduğunu fark ettim.

Bazen davranışlar sözlerden daha öğreticiydi. Bu yüzden sesimi çıkarmadım ve abdest almaya giderken bana yardım ettiği için de tekrar tekrar teşekkür ettim.

Annemin getirdiği eşyaların içerisinde kabanımı bulup giyindikten sonra telefonumdaki kıble programına göre Eylül seccademi serdi. Bende namaza durdum. Ağrım vardı, yüzümde birkaç morluk taşıyordum.

Dudağım da patlaktı. Yine de hiçbir şey şu anki gönül yükümden daha sancılı hissettirmiyordu bana.

Hani bazen ailemizdeki en yakın insanın bile sizden kilometrelerce uzakta olduğunu hissederken Rabbimizin bize yine şah damarından daha yakın olduğunu fark ederiz ya, şu an tam olarak böyle hissediyordum.

Ayetler dudaklarımdan döküldü, ben yüreğimin çocuk olduğunu bilerek ağladım. Yanımda bir başkası varmış, aciz görünüyormuşum umursamadan, O' nun huzurunda olduğumu bilerek sessiz sessiz gözyaşlarımı döktüm çünkü ağır gelmişti. Çocuk yüreğime bu sıkıntı birden binince güçsüz düşmüştüm. Beni benden daha iyi bilen Rabbimden başkasını da yanımda bulamamıştım.

Annem gitmişti, aileme haber veremiyordum. Babamın yokluğunu o kadar çok hissettim ki boynum büküldü.

Selam verip ellerimi dua etmek için açtığımda, yutkunamadım ilk başta. Dudaklarımdan sessiz duam dökülürken, içimin acıdığını hissediyordum. "Allah'ım her türlü musibetin şerrinden sana sığınırım. Beni bu beladan hayırlısıyla kurtar..."

Elimi yüzüme sürerken gözyaşlarımı kuruladım. İç çekip Eylül'e baktığımda, onun da ben ağlayınca ağladığını fark ettim.

Eliyle göz yaşlarını kuruladı. Sonra bana geniş bir şekilde gülümsedi. "Bu, bu çok farklıydı." Büyük bir şaşkınlığa düşmüştü. "Annenin yanında bile ağlamadın." dedi.

Gülümsedim. Ne demek istediğini anlamıştım. "Çünkü annem de benim gibi aciz ama Rabbim her şeye hükmedendir. Ona her koşulda sığınabilirim." dedim.

Bu tek gerçeğimdi, şu an sığınabileceğim kimsem yoktu çünkü.

Eylül bir şey demedi. Uzun uzun baktı bana. Sonra yanımda diz çöktü, elini uzatıp ellerimi tuttu. "Arkadaş, hatta dost olalım olur mu?"

Ellerimi sıktı, bana bakarken aradığını bulmuş birisi gibi gözüküyordu. Neyin muhtaçlığıydı bu?

"Ben samimiyet arıyorum. Sende de fazlasıyla var, hissediyorum." dedi sanki zihnimdeki soruyu duymuş gibi.

Bu ihtiyacı bilmiyordum ama kim bilir nasıl bir ortamda yaşıyordu, yaşıyorlardı. Onun çevresinden birisiyle iletişimde olmak istemiyordum. Yine de Eylül baştan itibaren yanımda olmak istediğini hissettirmişti.

Kıyamadım bakışlarına, isteğine kıyamadım. Gülüşünün ardına saklamış olduğu yalnızlığı hissettim belki de.

Bu yüzden kafamı salladım. "Kalbimde her zaman güzel insanlara yer vardır." dedim.

Eğildi, sanki yeni tanışmamışız gibi yanaklarımdan öptü ve sımsıkı sarıldı. O ana kadar buna ihtiyacım olduğunu bilmiyordum, ben de bir gönül kazandığımı bilerek ona sımsıkı sarıldım.

"İyi geleceksin, iyi." dedi. Bir şey demedim. Ben yalnızca ailemle iyi olmak istiyordum çünkü.

Eylül kısa bir süre sonra yarın geleceğini söyleyerek yanımdan ayrıldı. Onun yerini annem aldığında sessizlik ikimiz arasında gittikçe büyüyen bir uçuruma sebep oldu. Ben uyuyormuş gibi yaparken onun ağladığına şahit oldum.

Bir şey yapamadım çünkü bana derdini anlatmaya yanaşmıyordu. Denedim, birkaç kere ona her şeyi anlatabileceğini, bizim birbirimizden başka kimsemizin olmadığını söyledim ama hiç yanaşmadı.

Her şeyin çok iyi olacağını, korunacağımı söylüyor başka bir söz etmiyordu.

Kabuslarla sabahı ettim ama kabusum bir türlü bitmedi.

Sabah kalktıktan sonra taburcu olmak isterken herkese karşı cephe almışçasına savaştım. O adam olmadığı için savaşmak benim için kolay olmuştu ve bu yüzden kazanan taraf bendim. Ya da öyle olduğuna kendimi inandırdım.

İşin aslına bakılırsa ondan onay çıkmadan parmağımın ucunu bile kıpırdatabileceğimi sanmıyordum ama insafa gelip izin verdi.

Niye kendimi kandırıyordum ki? Bu bildiğin tutsaklıktı.

Boyumun kapısına bile yetmediği büyük, siyah arabalara bindirilirken annem ses çıkarmadı. O sesini çıkarmadıkça bende sustum.

Her şey değişti, çevrem korumalarla doldu. Ona dair her şey etrafımdaydı. Evimizin içine kadar incelemelerde bulundular. Yerleştikleri çevrem değil bizzat hayatımdı.

Bütün bu olanlar yüzünden annemle suskun halimiz, iki gün boyunca devam etti. Gerginlik bizimle birlikte bu eve giriş yapmış gibiydi.

Sonra umursamamaya başladık çünkü bu yuva bize babamdan yadigardı ve o bize sorunları kapının ardında bırakmayı öğretmişti.

Kısa bir süre içerisinde iyileştim. Morluklarım acıtmamaya başladığı an da kapatıcıyla kapatmak ve okuluma gitmek istediğimi söyledim. Ben anneme, annem ise o malum kişiye iletti. Sanki tepemize dikilmişti de hiç yoktan gölgesini hissediyor gibiydik.

O izin verdi, bende bugün okuluma başlayabildim ama onun koşullarıyla, onun yaşantısıyla. Okuluma yine o kocaman siyah arabalardan birinde dönerken sırf normal hayatımı biraz olsun yaşayabileceğim umuduyla mutluydum.

Şoför amcaya bir sokak öncesinde durmasını istediğimi söylesem de beni dinlemedi. Çok tatlı, zamanında öğretmenlik yapan yaşlı bir amcaydı. Bu yüzden, "İşimden olurum kızım." dediğinde sözüne inandım, mecburen pes etmek zorunda kaldım.

Allah'tan erken gelmiştik. Gelen öğrenciler tek tüktü. Onlar da garip garip bakmaktan başka hiçbir şey yapmadılar. Bende kafamı eğip hızla sınıfımın olduğu bloğa ilerlemeye başladım.

Son sınıf olduğumuz için daha bakımlı olan blokta sadece biz ve idare vardı. Bu yüzden orayı ayrı bir seviyordum. Çalışabilmek için sessizliğe oldukça ihtiyaç duyuyorduk çünkü.

Tam kapıdan içeri girecekken blok kapısı benim için açıldı ve yolumu gözleyen iki can dostumun sımsıkı sarılışına maruz kaldım.

Zeynep'in gözyaşlarıyla sıkı bir bağı olmalı ki gözlerim dolduğunda saklamak için onlara daha sıkı sarıldım. Özlemiştim, yalnız hissetmemeyi çok özlemiştim.

Zeynep geri çekilip "Neredeydin sen ha?" derken omzuma hafifçe vurdu ama vücudumdaki morluklardan birine denk geldiği için acıdan dolayı dişlerimi birbirine bastırdım. Sonra güldüm.

Onlar için güldüm. Çünkü can dostlarımdı. Yağmur hafif çekik gözlü olan, Zeynep ise esmer ve kısa boylu olan güzeller güzeli arkadaşlarımdı.

Yağmur onun sözünü devam ettirdi. "Meraktan öldük, öldük!" Yağmur cidden ölürdü, çok meraklı bir yapısı vardı çünkü. Bu sözlerine sırıttım bu yüzden.

O da benimle güldü ama devam etti.

"İki gündür telefonunda en az 150 çağrı vardır. Annen de aramalara cevap vermedi. En son evine geldik. Bizi dev gibi adamlar karşıladı, korumalardı üstelik. İçeri gelmemize izin vermediler. Senin rahatsız olduğunu söylediler." Bunları söylerken ciddileşti çünkü ikisi de bir sıkıntı olduğunu sezmişlerdi.

Onların geldiğinden haberdar değildim, bilseydim böyle bir muameleye maruz bırakmazdım.

Telefonumda birkaç gündür, o adamların elindeydi. Güvenlik için aldıklarını söylediklerinde arkadaşlarımla ilgili olan resimleri silmiştim. Kısacası tam bir tutsak hayatı yaşıyordum.

Yağmur asıl soruyu sordu. "Neler oluyor Elif?"

Onları anlayışlı ama buruk bir tebessümle karşıladım.

"Bahçedeki yerimize gidelim. Orada anlatayım. "dedim. Beni dinlediler ve bahçenin en köşesinde ama tüm kurumuş ağaçları gösteren bankımıza kurulduk her zaman ki gibi.

Onlara her şeyi anlattım. Gizlisi saklısı olmadan, tehlikeye düşmeyeceklerine inandığım her şeyi anlattım.

Ölümden döndüğümü idrak ettiklerinde ikisi de ağlamaya başladılar. Onları teselli eden yine bendim çünkü aynı korkuları bende hissetmiştim.

Yağmur, "Şimdi ne olacak? O adamla evlenecek misin?" dediğinde kafamı olumsuz anlamda salladım. Çekik gözleri zeytin gibiydi. Üzerimde dolaşırken oldukça endişelilerdi.

"Bir yolunu bulacağım." dedim. Başka çarem yoktu, annemi ikna edip amcamlara ulaşmalıydım. Yoksa babamın arkadaşlarına gidecektim. Mantıksız hareket edersem annemin zarar görmesinden korkuyordum.

Zeynep beni düzeltti "Bulacağız." derken ikisi de elimi tutuyordu. Bu yolda yalnızdım ama desteklerini hissetmek bile büyük bir lütuftu.

Bu yüzden, "İyiki varsınız." derken, onlara ömrüm boyunca minnettar kalacağımı biliyordum. Tekrar birbirimize sarıldık ve ben günler sonra ilk defa daha umutlu hissettim kendimi.

Zil çalınca hepimiz ayağa kalktık, sınıflarımıza girdik.

Ders başlamadan önce teneffüsler de, bütün 12'ler birbirimizi tanıdığımız için nerede olduğumu soruyorlardı. Hatta Sevde bile beni sınıfımda ziyaret etmişti. Onlara yalan söylemeden cevap vermeye çalıştım.

Kimseye en ufak bir açık verip de bu belaya bulaştırmak istemiyordum. Özellikle Sevde 'ye gülümserken tüm benliğimle iyi olduğuma inandırmaya çalıştım onu. En son giderken gülümseyince bende rahatladım.

Öğle tatiline girdikten sonra tekrar aşağıya indik kızlarla.

Kış olmasına rağmen okulumun bahçesi cıvıl cıvıldı. Bu sefer içten bir şekilde gülümsedim. İki gün içinde özlüyorsam, kim bilir bitince ne yapacaktım.

Belki İlahiyatta okurken, burada Arapça dersi vermeye gelirdim.

Yüzüm asıldı geleceğin korkutucu belirsizliğini hissederken. Yarın ne olacağını bilemezdim. O yüzden şimdiden uzun vadeli plan yapmaya da gerek yoktu.

Düşüncelerime dalmış yavaşça yürürken herkes durunca Yağmur'un sırtına çarptım. "Burnum kırılacaktı." deyip güldüm.

Zeynep'te hafifçe güldü ama o da duran herkes gibi okulumuzun tarihi giriş kapısına bakıyordu. Bende baktım, ben de onlar gibi donup kaldım.

Beni getiren siyah, büyük Jeep'lerden daha büyük 5 tane araba, okulumuzun kapısının önündeydi. Askeri tank gibi duran arabalardan korumalar çıktığında sesli bir şekilde yutkundum.

Sonra o indi arabadan. Etrafına baktı yavaşça, sanki fethetmek istermiş gibi inceledi. Kısa bir süre sonra ona baktığımı hissetmiş gibi bana doğru döndü lacivert gözleri. Resmen aradığı hedefi bulmuş gibiydi.

Yutkunamadım bile.

Bu, bu durum, o ve varlığı oldukça fazlaydı benim için. Hayatımın tamamına dahil olacağını bir kez daha hissederken o seri adımlarla okulumun kapısından içeri girdi.

Continue Reading

You'll Also Like

Haz By 🍀

Romance

290K 4K 18
Çocukluktan beri Karan Avcıoğlu'na karşı hisleri olan Efsun Alakurt'un hikayesidir. Sevdiği adamla birlikte olduklarından sonra her şeyin farklı ola...
3.3M 122K 68
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...
271K 1.1K 39
seks hayatın bir parçası...
2M 87.6K 23
Yetişkin okurlar için uygundur! Bir Mahalle Hikâyesi... Çok daha fazlası... ✨ "Bak bana," diye fısıldadı. Dudaklarının arasından çıkan sıcak nefesi b...