Thita - Yakut Hançer

By mssabelle

199K 12.4K 2.3K

Eliana'nın bilmediği en önemli şey, Archena Krallığı'nın kayıp varisi olmasıdır. Bir abisi, Bir prens arkadaş... More

Ben ve Onlar
BÖLÜM 1 ∞♦ Kehanetin Kaderi ♦∞
BÖLÜM 2 ∞♦ Swinyer ♦∞
BÖLÜM 3 ∞♦ İnsan ♦∞
BÖLÜM 4 ∞♦ Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 5 ∞♦ Yeni Hayatın İlk Renkleri ♦∞
BÖLÜM 6 ∞♦ Ekmek ♦∞
BÖLÜM 7 ∞♦ Teslimiyet ♦∞
BÖLÜM 8 ∞♦ Şişko ♦∞
BÖLÜM 10 ∞♦ Obra Kadabro ♦∞
BÖLÜM 11 ∞♦ Kral Charles ♦∞
BÖLÜM 12 ∞♦ Ben Senim Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 13 ∞♦ Abi ve Küçük Kardeş ♦∞
BÖLÜM 14 ∞♦ Prens Taylor ♦∞
BÖLÜM 15 ∞♦ Gölge ♦∞
BÖLÜM 16 ∞♦ Birleşme ♦∞
BÖLÜM 17 ∞♦ Çıkış ♦∞
BÖLÜM 18 ∞♦ Tuhaf Bir Duygu ♦∞
BÖLÜM 19 ∞♦ Plan ♦∞
BÖLÜM 20 ∞♦ Teklif ♦∞
BÖLÜM 21 ∞♦ Destek ♦∞
BÖLÜM 22 ∞♦ Zayıf Nokta ♦∞
BÖLÜM 23 ∞♦ Kan ♦∞
BÖLÜM 24 ∞♦ Kükreyiş ♦∞
BÖLÜM 25 ∞♦ Kan ve Ölüm ♦∞
BÖLÜM 26 ∞♦ 10 Yıl Sonra ♦∞
BÖLÜM 27 ∞♦ Yalan ♦∞
BÖLÜM 28 ∞♦ Acı Gerçek ♦∞
BÖLÜM 29 ∞♦ Bağ ♦∞
BÖLÜM 30 ∞♦ Diş İzleri ♦∞
BÖLÜM 31 ∞♦ Dönüşüm ♦∞
BÖLÜM 32 ∞♦ İsyan ♦∞
BÖLÜM 33 ∞♦ Anahtar ♦∞
BÖLÜM 34 ∞♦ Aile ♦∞
BÖLÜM 35 ∞♦ Saldırı ♦∞
BÖLÜM 36 ∞♦ Duvar ♦∞
BÖLÜM 37 ∞♦ Barış ♦∞
BÖLÜM 38 ∞♦ Oda Cezası ♦∞
BÖLÜM 39 ∞♦ Yaratık ♦∞
BÖLÜM 40 ∞♦ Ölüm ♦∞
BÖLÜM 41 ∞♦ Çağırış ♦∞
BÖLÜM 42 ∞♦ Gelecek Yazgısı ♦∞
BÖLÜM 43 ∞♦ Hepimiz ♦∞
BÖLÜM 44 ∞♦ Sınır ♦∞
BÖLÜM 45 ∞♦ Sarhoş ♦∞
BÖLÜM 46 ∞♦ Saray Yolu ♦∞
BÖLÜM 47 ∞♦ Anne ♦∞
BÖLÜM 48 ∞♦ Kader ♦∞
BÖLÜM 49 ∞♦ Kral ve Kraliçe ♦∞
FİNAL 1: BÖLÜM 50 ∞♦ Fedakarlık ♦∞
FİNAL 2: BÖLÜM 51 ∞♦ Safir ♦∞
AÇIKLAMA
THİTA 2 - Safir Hançer

BÖLÜM 9 ∞♦ Aramızda ♦∞

5.3K 347 18
By mssabelle

|Bölüm 9: "Aramızda" 🍴

🔥

Bir kişi ördüğün tüm duvarları yıkabilir.

🔥

Siyah deri koltuğa yanlamasına oturarak ayaklarımı kendime doğru çekmiştim. Başımı koltuğun kenarına yaslayıp perdesi olmayan pencereden bana göz kırpan yıldızlara bakıyordum.

Üzerimdeki pelerinin içine girmek istercesine daha çok sokuldum. Ellerim dizlerimin üzerinde birleşikti. Kapüşonumu çıkardığımdan beri bir şey dememiştim. İçimde kötü bir his oluşmuştu. Sadece nefes alış-verişlerim odada duyulan tek sesdi.

Kapının açılma sesini duyduğumda o tarafa doğru döndüm. Marcus gözlerini bana dikerek elindeki orta boy tepsi ile yanıma doğru adımlıyordu.

Yemek kokusu burnuma geldiğinde midem guruldamaya başlamıştı. Tanıdık bir koku alıyordum ama tuhaf olan bir şey vardı. Doğrularak ayaklarımı bağdaş yapıp onun karşıma oturmasını bekledim.

Midemin guruldadığını duymuş ve gülmüştü. "İsyan bayrakları çekilmiş." dediğinde bir dizini kırıp koltuğa oturdu ve geriye yaslandı.

"İki gündür yemek yemiyorum." diye sessizliğimi bozdum.

"O zaman iyi ki varım." dedi egolu halini göstererek.

Göz devirdiğimde eline bir çelik parçası almıştı. Üç tane sivri ucu olan çeliği yemeğine batırıp ağzına götürdü. Kaşlarımı çattım. Gerçekten insanlar hakkında daha çok bilgiye ihtiyacım vardı.

Keegan'ın bana gösterdiği görüntüler sayesinde insanlar hakkında bilgi öğrenmiştim. Öğrendiğim bilgilerin çoğunu gerçekten lazım olursa diye almıştım. Galiba benim dışarı çıkmamı tahmin edemiyordu. Öğrenmem lazımdı ama nasıl yapacağımı bilemiyordum.

"Hadi yemeğini ye." diyerek gözleri ile yemeği işaret etti. "Yoksa senin tarafından parçalara bölünüp miden de olmak, istediğim son şey." Tepsinin üzerinde duran diğer demiri elime aldım.

Bakışlarımı onun eline götürüp nasıl tuttuğunu incelemeye başladım. Tutuşunu gördükten sonra bende öyle tutmaya çalıştım ve yemeğe daldırdım. Ağzıma atarken gözlerinin bende olduğunu gördüm. Yemeğimin tam ağzıma atarken durdurdum.

Tek gözümü kısıp sağ tarafa başımı eğdim. O ise gözlerini saçlarıma götürdü. Yemeğimi ağzıma götürüp çiğnemeye başladım. Sıcaktı, hem de çok sıcak!

Ellerimi ağzıma götürüp rüzgar oluşturacak şekilde salladım. "Çok sıcak! Bu ne böyle?" dediğimde halime bakıp gülmeye başladı. Yavaş bir şekilde ağzımdakini çiğnedim.

"Patates." dediğinde gene bir bilinmezlikte kayboldum. Bu hiç adil değildi! Bunlar gereksiz değildi. Yemek yiyorlardı. Nasıl yenilmesini öğrenememek çok kötüydü!

Aklımda Keegan'ın anlattıkları vardı. Başka bir şey bilmiyordum. Yemeye devam ettim. Sessizlik içinde süren yemeğimiz birkaç dakika sonra bitmişti.

Marcus tepsiyle odadan çıktıktan sonra ayağa kalktım. Peşinden gidip evi gezecektim. Hep oturmak canımı sıkmıştı.

Dışarı çıktığımda önümde uzun bir koridor vardı. Sağ yanımda iki kapı, sol yanımda ise bir tane kapı vardı. İlerledim. İkinci kapıdan geçtiğimde içeride tıkırtı sesleri duymuştum. Yani Marcus içerideydi. Koridorun sonuna doğru gittim.

Tam karşımdaki kapının ne olduğunu bilmek istiyordum. Kapıyı açtığımda yukarı doğru çıkan merdivenleri gördüm. Merdivenleri teker teker çıktığımda karşıma iki kapı çıkarmıştı. Biri tam yanımda dururken diğeri biraz uzaktı.

Adımlarım ilerledikçe uzak olan kapıya doğru gidiyordum. Işık yoktu. Kapının kulpunu tutup aşağıya indirdim. Yüzüme ilk bir rüzgar esintisi çarptı. Sonra da gözüme denk gelen açık beyaz bir kapı oldu. Dışarıya bakıyordu.

Adımlarım oraya doğru ilerlerken odaya göz atıyordum. Pelerinim, açık olan kapıdan giren rüzgar ile uçuşuyordu. Sağ yanımda duvara bitişik çift yatak vardı. Yanında siyah iki kapaklı dolap, diğer tarafında küçük bir sehpa vardı. Üstündeki kitabın arasında bir kağıt sıkıştırılmış rüzgâra karşı gelmeden çırpınıyordu.

Diğer yanımda ise uzun bir çerçeve vardı. Çerçevede yeşillikler ile donanmış ve tam ortasında tuğladan kale vardı. Gökyüzü kırmızıya boyanmıştı ve bulut belirtisi yoktu.

Beyaz kapıdan geçince dışarı çıktım. Burası açık bir alandı. İkinci katta olmamız çok iyiydi. Tüm manzarayı önüne alıyordu. Karşımda geldiğim yönü görüyordum. Dağlar paralel şeklindeydi, gecenin karanlığında boğuluyordu.

Yüzümü arkaya doğru çevirdim ve biraz yukarı kaldırdım. Çatıya tırmanabilirdim. Yıldızlara uzanmak istiyordum. Swinyer'la yarış yaptığım gece gibi... Onu beklerken yıldızlara bakmıştım. Şimdi de bakabilirdim.

Zıplayıp çatının ucundan tutundum. Kendimi yukarı çekip bir ayağımı çatıya uzattıktan sonra kendimi ileri ittirdim. Çatının üstüne çıktığımda arkamı döndüm. Geriye doğru ilerlerken bu mükemmel manzarayı seyrediyordum.

Durdum ve avucumu açıp bir büyü fısıldadım. Avucumun içinde beyaz bir ışık belirdi, elimi yukarı doğru uzattım. Işık talimatıma uyarak gökyüzüne doğru gitti ve havaya karışarak dağıldı. Bu büyü benim için özeldi.

Küçükken Swinyer, beş gündür yanıma uğramamıştı. Çok üzülmüş, hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. Keegan benim bu durumum görüp gülümsemem için öğretmişti. İşe yaramıştı. Işığa gülüp bakmıştım.

Şimdi ise durgundum. Swinyer beni beş gün için bırakmıştı ama ben onu sanki sonsuz bir şekilde bırakmış gibiydim. Üzülüyordum. Pişmanlık mıydı içimdeki?

Gözlerimin titrediğini hissettim. Ağlayacak hale gelmiştim. Pişman değildim. Bu hayatı öğrenmek ve krallıkları görmek için sabırsızdım. Gitmemi istemesiydi belki bana yardım etmezdi ya da içinde kavga ediyordu.

Taşların üzerinde oturdum. Ellerimi yanlarıma koyarak biraz uzanmış gibi yaptım. Başımı yukarı kaldırıp yıldızları seyrettim.

Dostlarım, hiçbir zaman beni yalnız bırakmazlardı. Her gece buluşurdum. Onlar beni bırakmazken ben onları nasıl bırakabildim? Nefesimi üfledim ve gözlerimi kapattım.

Swinyer'a ulaşmak istiyordum. Onu çok özlemiştim.

Swinyer.

Ses yoktu. Hırlama yoktu.

Beni duyuyor musun?

Duyman gerekiyor. Özledim, özledin, özledik...

Beynimde hırlama sesi yankılandı. Gülümsedim, beni duymuştu.

Yakında görüşeceğiz. Bekle beni. Dedikten sonra oturduğum yerde bir titreşim hissettim. Swinyer beni duymaktan çok hislerimi anlamak isterdi.

Gözlerimi açtım. Marcus yukarıya doğru tırmanmaya çalışıyordu. Sıkıntılı bir nefes alıp seslice verdi. "Gücüm bu kadar zayıf değildir, kilo almış olmalıyım." dediğinde dudaklarımın arasından bir kıkırdama çıktı.

Bakışları bana döndüğünde somurtarak, "Sonunda gülebildin." demişti. "Kaç dakikadır üzgün suratla duruyordun haberin var mı?"

Tam karşımdaydı ve bana doğru geliyordu. Bakışımı yukarı çevirdiğimde ışıltılarının hâlâ orada olduğunu gördüm. Onlara doğru üfleyip gitmelerini istedim.

"Niye bu kadar durgunsun?" dediğinde çoktan yanımda oturmuştu. "Daha sabah bir kavga kazandık, kutlama yapmalıyız." dediğinde bu kadar sıcak olmasına şaşırmıştım.

"Senin bu yakınlığın gözüme batıyor, insan. ilk karşılaştığımızda soğuk davranışların vardı." dediğimde bakışlarını bana çevirdi.

"O zaman 24 saniyeyi bilmiyordum." dediğinde sesli bir şekilde güldüm. Çok normal söylemişti ama komiğime gelmişti.

"Ters bir şeyini görmezsem 24 saniyeyi unutabilirsin."

Güzel bir geceye başlangıç yapmıştık. Arkadaş olma yolunda ilk adım attığımızdan emindim. Bu beni mutlu etmişti. Fark ettim de tüm arkadaşlarım erkekti ve orman canlılarıydı. Yanımdaki ise bir insandı. İmkânsızı gerçekleştiriyordum.

"Saçların ve gözlerin neden farklı? İnsanlarda mavi göz vardır ama seninki mavi değil. Bu renk mavi adını alamaz." dedikten sonra bakışları gözlerimin içinde geziniyordu.

"Doğduğumdan beri böyleyim." dedim. Aslında kendimi bildim bileli böyleydim. Belki bebekken saçlarım siyah, kahverengi veya sarıydı. Ama bu rengi seviyordum.

"Neden buraya geldin?" dediğindeyse nefesimi verdim. Soru sormak için zamanını bulmuşken kaçırmıyordu. Doğru olanı yapıyordu, yabancı birisini evine almıştı. Onu anlıyordum.

"Çok soru soracaksın değil mi?"

"Eğer evimde kalacaksan bunu bilmeye hakkım var." derken kaşlarını kaldırmıştı.

"Mythan krallığı öğrendiğim gibi değil." dediğimde ellerini arkasına atıp geriye doğru yaslandı.

"Sen hangi yıldasın? Burası eski krallığını kaybedeli çok oldu. İnsanlar da ardından değişerek buraya yeni bir krallık haline getirdi." dediğinde kaşlarımı çattım.

"Sadece bu krallık mı?" dediğimde başını sağa sola salladı.

"Archena krallığı da öyle ama o daha farklı yürüyor." dediğinde ise oraya gitmek için can atan isteğim susmuştu. Orası da burası gibi olabilirdi; kötü ve zalim.

"Eirenin krallığı?"

"Orası aynı, bir değişiklik göstermedi. Diğer krallıklara benzememek için kendi krallığının üstüne koruma kalkanı yaptı. Kimse iletişime geçemiyor." Gözlerini kısarak benim gözlerime baktı. "Sen nereden geliyorsun?" dediğinde yuktundum.

Ne söyleyecektim peki? Keegan bana güvenmemi söylemişti. Ona güveniyor değildim. Çünkü yeni tanışmıştık. İnsanlara bu kadar çok güvenemezdim.

"Ben..." dedim sesimin kısık çıkmasına engel olmayarak.

Benden cevap bekleyen Marcus'un bakışlarından kaçınıp yıldızlara baktım.

Dudaklarım benden itaatsiz şekilde aralandı. "Kadim Ormanı'ndan." Kendi isteğimle değil, Keegan'ın isteği ile dudaklarım aralanmıştı.

Kahkaha atmaya başlayarak, "Şaka mı yapıyorsun?" dediğinde ciddi tavrımı koruyup ona bakmayı sürdürdüm. Kapalı gözlerini açıp bana baktığında kahkahası durmaya başladı. Gözlerini ovaladıktan sonra sonuna kadar açmıştı.

"Kadim Ormanı'ndan mı geliyorsun?" dediğinde kafamı salladım. "Ciddi misin?!" Dudakları aralanıp işaret parmağı ile beni gösterdi. "Orası tehlikeli bir yerdir, tek başına gitmek de yaşamak da riskli olur. Sen nasıl...?" dediğinde anlatmaya başladım. Keegan, güvenmekte yanılmazsın umarım.

"Bebekliğimden beri orada yaşadım," dedim gözlerimi ellerime sabitleyerek. "Tüm canlılarla iletişime girdim, dostum oldular." dedikten sonra bakışım ona döndü. "Dövüş tekniklerini onlardan öğrendim. Onlar nasıl hareket ediyorlarsa ben de öyle hareket ettim, nasıl düşünüyorlarsa ben de öyle düşündüm."

Beni dinlediğini biliyordum. Yüz ifadesi ciddileşmişti. Benim hakkımda bir şey öğrenecekti sonuçta. Kimseye bu hak verilmezdi. Şanslı insan.

"Kendine nasıl bakabildin?"

Keegan ve Swinyer sayesinde. Sadece Keegan'ın yeri ayrıydı.

"Biri bana baktı. Bebekliğimden beri benimle ilgileniyordu." dediğimde gülümsedim. Onlar olmasaydı yapamazdım. İçtenlikle teşekkürlerimi yolladım.

"Biri daha mı var orada?" dedi şaşkınlığını vurgulayarak. Gülümsemem yüzümden gitmedi.

"Evet, biri daha var. Beni kızı gibi büyüten biri..." dedim, Keegan'ı hissetmeye çalıştım.

Buradayım prenses. Her zaman oradasın Keegan.

Bir şey değil, kızım. Bir baba olarak bu benim görevim. Dediğinde nefesimi verdim.

"Orası nasıl bir yer?" Meraklı sesiyle ona dönüp sırıttım.

"Benden bu kadar." dediğimde kaşlarını çattı.

"Çok tuhafsın. Sana inanıp inanmamak arasındayım." dediğinde önemsemedim. İstediğini düşünebilirdi. İleride ona gösterecektim ve bana inanacaktı.

"Sıra sende." Bana baktıkdan sonra, "Anlat bakalım." dedim ama ayağa kalkmıştı.

"Belki yarın," dedi elini bana uzatırken. Onun hakkında bilgi edinmek istesem de ısrar etmedim.

Eline uzanıp ayağa kalktım. "Uyuyalım," dediğinde başımı salladım. Yavaş adımlarla ilerleyerek aşağıya zıpladık.

Odadan çıktığımızda arkamdan geliyordu. Koridordan geçerken Marcus, bir kapıdan girdi. Ben ise koltuğa doğru yol aldım. Koltuğa oturup Marcus'u bekledim. Birkaç saniye sonra elinde yastık ve battaniye ile yanıma doğru adımladı.

Elindekilerini yanıma bıraktı. "İyi uykular." dediğinde ben de karşılık verdim.

Kapıdan çıkmadan önce arkasını döndü ve bana baktı. Ben de bir şey diyecekdir diye bekledim.

"İnsanlar hakkında bir şey bilmiyorsun değil mi?" dediğinde haklı olduğunu bilmiş gibi sırıttı.

Daha sorusunu cevaplamadan kendisi cevabı bulmuştu. "Öğretiriz, merak etme." diyerek kapıdan çıktı. Bense bu tepkisine kaşlarımı çattım.

Esnemeye başladığımda yastığı koltuğun köşesine koydum. Başım yastıkla buluşunca gözlerim hemen kapanmayı beklermiş gibi çöktü. Koltuk, yastık ve battaniye çok rahattı. Bu yüzden aniden uykum gelmişti. Uyumak yorgunluğumu atacaktı.

🔥

Gözlerimi kırpıştırarak uykumdan uyandım. Kulağıma uğultular geliyordu ama sersemliği üzerimden atamamıştım. Birkaç saniye koltukta geçirerek algılamaya çalıştım.

Oturur hale gelerek ellerimi gerip esnedim. Rahat bir uyku çekmiştim. Ama ormanımla asla karşılaştıramazdım. Uğultular yerlerine oturup sesler gelmeye başladı. Ayağa kalkıp çarşafı üzerimden çektim. Elbisemin kırışıklarını düzelttim ve kapıya doğru gidip açtım.

Enfes bir koku koridoru sarmış, burnuma gelmişti. Burnumu çekerek kokuyu algılamaya çalışmıştım ama yumurta kokusu gibiydi. Mutfağa doğru ilerleyip aralık olan kapıyı iterek içeri girdim. Gözlerim direk masayı bulmuş, üzerindeki harika görüntü sergileyen yiyeceklerden alamamıştım. Gözlerimle onları yerken masaya doğru adımlayıp sandalyeye oturdum.

"Hepsini yiyebilirim..." diye mırıldandığımda bir öksürük sesi büyümü bozmuştu. Omzumu çökerttim. Yanımda sandalyeye oturan Marcus'a döndüm. Tek kaşını havaya kaldırarak bana alayla bakıyordu.

"Ne var?" diyerek tersledim ve geri bakışımı yumurta kokusunu içeren çelikten bir nesneye çevirdim.

"Yumurta yaptım. Bilmiyorum sever misin ama..." Son kelimesini uzatarak söylemişti çünkü ben ellerimi durduramayarak çelik çubuğu yumurtaya batırmıştım.

"Seviyormuşsun." diyerek cümlesini tamamladı. "Çay istersin misin?" diyerek bana soru yöneltiğinde ona döndüm.

"O nedir?" dediğimde birkaç saniye bana bakıp kaşlarını yukarıya kaldırdı. "Tadını seveceğinden eminim." diyerek ayağa kalkıp tezgâha ilerledi.

"Bugün ne yapmak istersin?" diyerek benimle konuşuyordu. Çatalımı başka yiyeceklere döndürerek hepsini ağzıma atmaya çalışıyordum.

Her sabah açlıkla uyanırdım. Midem uyandığımda isyan ederdi. Bir masayı bitirebilirdim. Swinyer'dan aldığım bu huyu Keegan'a alay konusu olmuştu. Hatta 'Sonunda ormanda yiyecek kalmayacak aç aslanlar sizi!' demişti. Bu hali yüzümde canlanırken gülümsemiştim.

"Bolmoyorom. Sonon oklondoko no?" diyerek dolu ağzımla konuştum.
(Bilmiyorum. Senin aklındaki ne?)

Yüzünü buruşturarak yanıma oturdu ve önümdeki bardağı doldurdu. İçindeki kırmızı renk mi desem, kahverengimsi ya da turuncumsu mu desem bilemediğim çayı dökmüştü.

Kaşlarımı çattım ve elimle bardağı havaya kaldırdım. Yukarı kaldırıp döndürerek inceledim.

"Çay bu mu?" diyerek sorduğumda bu hareketlerime gülüp başını salladı.

"Tadına bak," diyerek çayı gösterdiğinde ona nasıl tadına bakacağımı soramadım. Bakışlarımı çayımdan çekmediğimi görünce onun önündeki nesneye uzanıp nasıl içileceğini gösterdi. Bende ona uyarak yavaşça bardağı ağzıma götürdüm.

Bir yudum çektiğim sırada, "Dikkat et sıcaktır." diye uyarmasına rağmen dilim yanmış, nesneyi yerine koyarak ağzıma ellerimle rüzgar yapmıştım.

"Şimdi mi söylenir?" dediğimde sırıttı. "Tadı nasıl?" diye sorduğunda kaşlarımı çattım.

"Sıcak," diyebilmiştim. Çünkü dilim yanmış, konuşmama pek müsaade etmemişti.

"Kahvaltını et. Çayın da birazdan soğur ve rahatça içersin." dedi. Bense yemeğime devam ettim.

Hızlıca yiyecekleri ağzıma atışıma bakıp gülmüştü lakin bu olay sırtını sandalyeye verip boğazını temizleyene kadar sürmüştü.

"Eliana, gece yapılan konuşmamız için sana bir şey diyecektim." diyerek ciddileşmesini izledim. Gözleri beni bulduğunda ben de sırtımı dikleştirdim ve devam etmesi için başımı salladım.

"Merak etmemen için söylüyorum. Yani senin hakkındaki şeyler bizim aramızda kalacak." dediğinde güven verircesine gözlerime bakmıştı.

"Beraber takılacağımıza eminim. Sen bana kendini tanıtırsan bende kendimi sana tanıtmak istiyorum." dediğinde çok mutluydum, bir insan arkadaşım olacaktı. Burayı bana öğretebilirdi.

"Beni merak mı ediyorsun?" diyerek sordum.

Başını sallayarak, "Sen beni merak etmiyor musun?" dediğinde kabul ettim. Evet, onu merak ediyordum. Benden çok bilgiye sahipti, insanlar hakkında. Ama ona her şeyimi paylaşamazdım. Yani o da biliyordu ki arkadaşlığımıza ilk adımını atmıştık. Ona güvenmem için tanımam gerekiyordu.

"Evet." dediğimde yüzünde bir sırıtış oluştu.

"Bugün sana hayat hikâyemi anlatsam iyi olacak. Dün sana söz vermiştim." dediğinde derince çektiği nefesini verdi.

Onun sıkıntılı bir hayat geçirdiğini gözlerinden, yüz mimiklerinden ve duruşundan anlamamak aptallık olurdu.

Yüzüme içten bir gülümseme sunarak, "Aramızda." dediğimde başını kaldırdı, yüzümdeki gülümsemeye baktı.

"Aramızda." Sonra ayağa kalktı, oturma odasına doğru yol almadan önce bana döndü.

"Mythan Krallığı'nın en ünlü kişisinin hayatını öğreneceksin, seni orman kaçağı!" dedi şakaya vurarak. Bu hali beni gülümsetmişti.

"Öğrenmek için can atıyorum, Mythan Krallığı'nın en ünlü kişisi." dedim ve odaya gidişini izledim.

İyi kalpli, şakacı, korumacı ve cesaretli yapısı beni ona bağlıyordu.

İçimdeki huzur ve Marcus'tan gelen güven duygusu beni gülümsettirmişti. İlk insan arkadaşımın benim sırrımı saklaması ve bana iyi gelmesi beni mutlu etmişti. Ya daha kötü biriyle karşılaşsaydım diye düşünmeden edemiyordum. Ama iyi ki yanına almıştı. İyi ki onu tanıma fırsatım oluyordu.

Sen güvendiğim tek insansın, demek istesem de ağzım susmak için yeminli duruyordu. Birgün onun karşısına çıkıp demek istiyordum ve o günün uzak olmasını istemiyordum.

Derin bir nefes verip geri masaya döndükten sonra açlıkla yemeklere baktım. Galiba bu evde hiç yemek bırakmayacaktım.

🔥

Yeni bölümü nasıl buldunuz?

Komik şeyler yapmak istedim. Sizi bir nebze de güldürdüysem ne mutlu bana!

Marcus'un hayatını öğrenmek isteyen var mı?

Marcus'a lakap bulmalı mıyız?

Kendinize iyi bakın.
💜

Continue Reading

You'll Also Like

4.2K 470 17
《-Çocukluğundan beri beraber olan iki arkadaşın, bir kaza sonucu en sevdikleri fantastik romanın içinde hayatta kalma mücadeleleri...》 *** ~Kurgu ve...
9.8K 908 37
Devasa bir şekilde büyük olan taşın yanına ilerlerken kalbim çok hızlı atıyordu. Taşın yanına gittiğimde yavaşça taşa dokundum. Gözlerim kendiliğinde...
1K 151 18
UYARI: Hikayemde olaylar ikinci bölümün yarısından itibaren başlamaktadır!!! Düşünsenize, bir anda iki gece önce okuduğunuz bir kitaba reenkarne o...
2.1K 115 40
Çağla, okuluna giderken bir dahaki seneye orada okuyamayacağından ve arkadaşından ayrılacağı için üzgündür. Okula gittiğinde tek arkadaşı Ayça'nın ge...