Thita - Yakut Hançer

De mssabelle

199K 12.4K 2.3K

Eliana'nın bilmediği en önemli şey, Archena Krallığı'nın kayıp varisi olmasıdır. Bir abisi, Bir prens arkadaş... Mais

Ben ve Onlar
BÖLÜM 1 ∞♦ Kehanetin Kaderi ♦∞
BÖLÜM 2 ∞♦ Swinyer ♦∞
BÖLÜM 4 ∞♦ Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 5 ∞♦ Yeni Hayatın İlk Renkleri ♦∞
BÖLÜM 6 ∞♦ Ekmek ♦∞
BÖLÜM 7 ∞♦ Teslimiyet ♦∞
BÖLÜM 8 ∞♦ Şişko ♦∞
BÖLÜM 9 ∞♦ Aramızda ♦∞
BÖLÜM 10 ∞♦ Obra Kadabro ♦∞
BÖLÜM 11 ∞♦ Kral Charles ♦∞
BÖLÜM 12 ∞♦ Ben Senim Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 13 ∞♦ Abi ve Küçük Kardeş ♦∞
BÖLÜM 14 ∞♦ Prens Taylor ♦∞
BÖLÜM 15 ∞♦ Gölge ♦∞
BÖLÜM 16 ∞♦ Birleşme ♦∞
BÖLÜM 17 ∞♦ Çıkış ♦∞
BÖLÜM 18 ∞♦ Tuhaf Bir Duygu ♦∞
BÖLÜM 19 ∞♦ Plan ♦∞
BÖLÜM 20 ∞♦ Teklif ♦∞
BÖLÜM 21 ∞♦ Destek ♦∞
BÖLÜM 22 ∞♦ Zayıf Nokta ♦∞
BÖLÜM 23 ∞♦ Kan ♦∞
BÖLÜM 24 ∞♦ Kükreyiş ♦∞
BÖLÜM 25 ∞♦ Kan ve Ölüm ♦∞
BÖLÜM 26 ∞♦ 10 Yıl Sonra ♦∞
BÖLÜM 27 ∞♦ Yalan ♦∞
BÖLÜM 28 ∞♦ Acı Gerçek ♦∞
BÖLÜM 29 ∞♦ Bağ ♦∞
BÖLÜM 30 ∞♦ Diş İzleri ♦∞
BÖLÜM 31 ∞♦ Dönüşüm ♦∞
BÖLÜM 32 ∞♦ İsyan ♦∞
BÖLÜM 33 ∞♦ Anahtar ♦∞
BÖLÜM 34 ∞♦ Aile ♦∞
BÖLÜM 35 ∞♦ Saldırı ♦∞
BÖLÜM 36 ∞♦ Duvar ♦∞
BÖLÜM 37 ∞♦ Barış ♦∞
BÖLÜM 38 ∞♦ Oda Cezası ♦∞
BÖLÜM 39 ∞♦ Yaratık ♦∞
BÖLÜM 40 ∞♦ Ölüm ♦∞
BÖLÜM 41 ∞♦ Çağırış ♦∞
BÖLÜM 42 ∞♦ Gelecek Yazgısı ♦∞
BÖLÜM 43 ∞♦ Hepimiz ♦∞
BÖLÜM 44 ∞♦ Sınır ♦∞
BÖLÜM 45 ∞♦ Sarhoş ♦∞
BÖLÜM 46 ∞♦ Saray Yolu ♦∞
BÖLÜM 47 ∞♦ Anne ♦∞
BÖLÜM 48 ∞♦ Kader ♦∞
BÖLÜM 49 ∞♦ Kral ve Kraliçe ♦∞
FİNAL 1: BÖLÜM 50 ∞♦ Fedakarlık ♦∞
FİNAL 2: BÖLÜM 51 ∞♦ Safir ♦∞
AÇIKLAMA
THİTA 2 - Safir Hançer

BÖLÜM 3 ∞♦ İnsan ♦∞

8.5K 524 51
De mssabelle

Kızımız, ilk kez bir insan görecek. İnsana olan tepkileri gerçekten de hiç sevecen değil.

|Bölüm 3: "İnsan"👤

🔥

Karanlığa hakim olan duvarlar, ışığıma alışacaklardı.

🔥

Yıldızlarla donanmış gecelerden birindeydim. Onlar o kadar çok ve parlaklardı ki gözlerimi asla çekemiyordum. Her gece yaptığım gibi onları izliyor, aklımda bugün yaptığım hiçbir şeyi bulundurmuyordum.

Beni sakin tutan onlardı. Düşüncelerimi silen, olaylardan uzaklaştıran yıldızlardı. Arkamdaki orman da şu an neler döndüğünü bile bilmiyordum. Sadece biz kalmıştık. Sadece beni büyülemişlerdi.

Yarısı gözüken ayın parlaklığı vücudumu kaplamışken kendimi özel hissetmiştim. Düşünsenize, gökyüzündeki ayın parlaklığı sizin üzerinize düşüyor, kendinizi ona ve asla gözünüzü kaçırmadan baktığınızı fark ediyorsunuz. O hissi her gece alıyordum; kusursuzluktu.

Derin bir nefes vererek ellerimi toprağın üzerine bastırdım ve ayaklarımı uçurumda sallandırmaya başladım. Bu ormanı seviyordum. Burası benim evim, canlıları ise arkadaşlarımdı.

Biyolojik ailem yoktu. Onların yerine ejderha babam vardı. Onun sayesinde bu zamana kadar gelmiştim. Bana baktığı için ona minnet duyuyordum. Çok iyi bir babaydı. Kızı olmaktan da gurur duyuyordum. Ejderham babam, Keegan.

Keegan'a göre ailem beni korumak için buraya bırakmış ve beni ona teslim etmişlerdi. Bu teslimiyet sonsuz mu yoksa birkaç yıllık mıydı? Beni neyden korumak için bırakmışlardı? Yaşıyorlar mıydı?

Bu soruların cevabını bilmiyordum. Ama babam biliyordu. Ona sorsam başka konular açıyor ya da susuyordu.

Benim için mi endişeleniyordu? Duyarsam kötü mü olurdum? Sorulardan kaçması ve susması beni korkutuyordu. Gelmeyecekler anlamı katan bir sessizlik aramızda oluşuyordu.

Peki ailem beni almaya geldiğinde burayı bırakabilecek miydim? Babamı ve dostum Swinyer'ı terk edebilecek miydim? Yapamazdım. Onlar benim ailem olmuşken gerçek ailemle nasıl gidebilirdim ki?

Onları tanımıyordum. Beni tanımıyorlardı. Neyi sevip sevmediğimi, tavırlarımı ve düşüncelerimi bilmiyorlardı. Yanlarında yabancı gibi duracaktım. İçtenlikle ve sevgimle anne ve baba da diyemeyecektim.

Bu düşüncelerimden başımı sağ ve sola sallayarak kurtuldum ve arkadaki çalılıkta duran Swinyer'ı hissettim. Başımı oraya çevirip gülümsedim. Gelip gelmemek arasında kararsız gözüküyordu.

"Buraya gelsene," Dedikten sonra yanıma ulaştı.

Ona dokunmak için kolumu uzattığımda ne yaptığımı anlamış gibi bana yaklaşmış ve başını eğmişti. Gür kürküne dokunduğumda içimdeki hüzünlü duygular bir anda mutluluğa dönüşüyordu. Swinyer, beni değiştiriyordu ve iyi geliyordu.

Swinyer'la ilk tanıştığım günden beri duyularım, duygularım ve vahşiliğim daha da artmıştı. Onun gibi kükrüyor, düşünüyor ve saldırıyordum. Swinyer benden, ben de ondan birkaç özellik almıştım.

Eskiden çok vahşiydi ve her canlıya saldırıp duruyor, kurallara uymalarını istiyordu. Bu tavırlarından dolayı onunla konuştuktan sonra değişmeye başlamıştı. Kurallara değer vermesi babamın gözünde harika bir canlı yapmıştı ama canlılarına saldırması beni yoruyor ve bana çok iş çıkartıyordu. Olması gereken disiplindi, olamamsı gereken ise şiddet. Bu uyarılardan sonra birbirimizin aynı özelliklerini görmüş, bu da bizi daha çok birleştirmişti.

Babam gibi büyü yapabiliyordum. Bana ormanı, canlıları, kuralları ve büyüleri öğretmişti. Sadece ormanda büyüler bana lazım olmuyordu. Babam tarafından sağlanan bir disiplin vardı, büyüler öğrenmem için varken canlıları dostum ve arkadaşım bilmiştim.

Ormanın dışında bir dünya vardı. Bunu bildiğim ilk andan beri merakım yükselmiş, babamdan izin istemeye başlamıştım lakin çıkmama müsaade vermiyordu. Tehlikeli diye kapatıyor, insanlara ve dış dünyanın kurallarına ayak uyduramayacağımı belirtiyordu.

Beni onlardan koruduğunu söylüyordu ama bence onları bizden koruyorduk.

Babam, insanlarla yaşadığı durumları bana anlattığında onların babama dediği kötü hakaretlere çok kızmıştım. Onu anlamamaları kabul edilemezdi. Mantık yürütemiyorlardı. O da bir canlıydı, bizler gibiydi ama farklıydı. Herkesin iyiliğini istediğinden emindim, onlar için savaşmıştı, onlar için uzaktı, onlar için yaptıkları fedakarlıktı, değil miydi?

İnsanlar kendilerine benzeyen birilerini istiyordu. Neden benzemesi gerekiyordu? Sizin gibi düşüncesiz ve dinlemeden aşağılamasını mı istiyordunuz?

Swinyer'ın beni anladığını belirten ifadesini gördüğümde yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Elimi biraz daha kürkünün arasında gezdirdim. "Bir yarışa var mısın?" diyerek ayağa kalktığımda ani duygu geçişimi anlamaya çalışıyordu. Benim yüzümden onu üzmek istemiyordum.

Cevap vermeden arkamı döndüm ve beklemeden koştum. Biliyorum çok adilce davranıyorum. Swinyer'ın hırladığını duyduğumda güldüm.

Adil davranmanı seviyorum.

Babamın kinayeli cümlesine daha çok gülmüştüm.

Bembeyaz saçlarım rüzgâr sayesinde arkamda uçuyordu. Üzerimde babamın dışarıdan getirdiği kıyafetlerle yaptığım bir içlik vardı. Eteğim ise diz kapağımın altına geliyordu. O kadar hızlı koşuyordum ki ağaçları net bile göremiyordum.

Arkama baktığımda Swinyer'ın çok da uzakta olmadığını gördüm. Havalı bir şekilde ağacın dalına tutunup döndüm ve zıplayıp dalına kondum. Biraz daha bana yaklaştığında sırıtarak daldan takla atıp yere indim. Tekrar koşmaya başladım ve kısa süre içerisinde mağarayı gördüm.

Babamla birlikte bu mağarada kalıyorduk. Babam rahatça girsin diye girişi de kocamandı. İçerisi de öyleydi ama diğer tarafı insan boyutundaydı ve orası benim odamdı. Swinyer yavaşlayarak yanıma geldiğinde bende yürüyordum.

"İyi bir yarıştı." Dedim kulağının arkasını okşayarak.

Mağaraya girdiğimde Swinyer evine doğru dönmüştü. Yarışları her yaptıktan sonra eve döndüğümde babamın ilk sırtına binişimi hatırlıyordum. Yüzümün hali komik gözüktüğünden Keegan yarım saatte anca kendisine geri gelmiş ve bana binmeyi öğretmişti.

Mağaranın içinde bir kıkırtı duyduğumda Keegan'ın yanına vardım. Ortaya attığı odunları yakmış, gözleri ve kıkırtısıyla beni karşılamıştı.

O günü asla unutmayacağım.

Gözlerimi devirdikten sonra alayla sırıttım, "Ah! Emin olabilirsin. Bende o halini unutmayacağım. Yabanilerin çamurda oynaması gibi yuvarlanıyordun." Diyerek yatağıma ilerledim.

Yabaniler, insan hayatında bulunan canlı varlıklarından domuza benziyordu. Ama daha büyük, vahşi ve açık kahve renkliydiler. Burunları değil, ağız kısımları uzundu. Domuzlar gibi çamurlara bayılırlardı.

Kıkırtısı durmuş, yüzüne ciddi bir ifade koymuştu. Burnundan nefesini bana üfledi. Ben ise hafif kıkırdayıp başımı yastığıma koydum. "Sıradaki krallık ne?" dediğimde yüzüne bakıyordum.

Ciddiliğini bozmadı ve oturuş pozisyonuna geçti. Başka öğrettiği şey ise dış dünyada bulunan krallıklardı. Onların kuralları, yasalarını, tarihsel dönemlerini ve kral ve kraliçelerini anlatıyordu. Bu sayede daha fazla dış dünyayı anlıyor ve merak ediyordum.

Archena Krallığı. Dediğinde gözleri odanın ortasında yanan ateşe çevirmişti.

Gözlerinde çok anlamlar vardı. Bu krallığın özelliği ise onu anlayan ve yardım eden tek krallık olmasıydı. Onun için bu krallık daha çok önemliydi. Bekledim. Konuşmasına başlaması dakikalar sonra gerçekleştirmişti.

Güveni ve dostluğu sembole eder. Bunlara önem veren bir krallıktı. İnsanlar, diğer krallıklara göre daha iyi yaşam sürerdi.

Krallıktı derken. Kaşlarımı çattığımda düşüncemi duyarak bana bakan babamı yakalamıştım.

Bir düşmanı oldu. Krallığın askerlerini manipüle ederek krallıkta isyan yarattı. Bazı insanlar öldürülürken diğer insanlar evlerine mahkûm edildi.

"Neden yaptılar?" diyerek elimi yastığımın altına götürdüm. "Kral ve kraliçeye ne oldu?" Umut bekliyordum. Belki onlar ortaya çıkarsa-

Onların nerede ve ne yaptıklarını kimse bilmiyor.

"Ama sen biliyorsun. Bir şey yapmadan durabilmen imkânsız!" dedim şaşkınca. Ciddi halini hiç bozmadan bana bakmayı sürdürdü.

Onların iyi olduklarını bilmen yeter.

Nasıl bir şey yapamadan durabiliyordu? Hiç mi bir şey yapmamıştı? Küçük bir dokunuş dâhi mi? Sinirle nefesimi verdim. "Şu an krallığın durumu ne?" diye sordum.

İsyanı başlatan kişiye ve diğerlerine ne olduğunu merak ediyordum. Krallığın hâlâ ayakta olduğunu düşünmüyordum.

İsyanı başlatan kişi krallıkta duruyor. Diğer krallıklar oradan çekilmiş durumda, herkes kendi krallığını koruyor ve devamlılığını sağlıyor.

Birgün buradan gidersem tüm krallıklara bakacaktım. Özellikle Archena'ya... Bir krallıkta yaşamak, kral ve kraliçeyi ziyaret etmek, halkla beraber sohbet etmek ve dövüş taktiklerini öğrenmek istiyordum. Dışarıyı merak ediyordum. 22 yıldır bu ormandaydım. Hayvanlarla koşuyordum. Onların savaşlarını izliyor, taktik öğreniyordum. Ama taktiklerimin çoğunu Keegan'dan almıştım. Ok, kılıç, mızrak, topuz gibi birçok silah türlerini öğrenmiştim.

"Archena Krallığı hakkında önemli bir bilgi var mı?"

Bilgeleri, sadece soydan gelen birine konuşabilir dedi. Onları nasıl bulacağımı bile bilmezken benimle konuşmaları imkânsızdı. En önemlisi ve ilk başarmam gereken şey ise buradan çıkmamdı.

"Soydan geldiğini nereden bilebilirler ki?" dedim kaşlarımı çatarak.

Soylularda bir özellik vardır. Dedi ve devamını getirmedi. Bende merak etmemiştim. Zaten bir soylu değildim. Gözlerimi kapatmadan önce Keegan'a gülümsedim.

"İyi geceler, baba."

İyi geceler prensesim. Dediğini işittikten kısa bir süre sonra da uyumuştum.

Her yer karanlık. Bir ışık yok, bir umut yok. Sesimi duyurmaya çalışıyor, bağırıyordum. Sakin olmalıydım.

Gözlerimi karanlıkta çevirirken birden karşıma parmaklıkların arasında duran bembeyaz saçlı ve yaşlı gözüken bir adam çıkmıştı. Yırtık ve kirli boydan bir elbise giymişti.

Etrafıma baktığımda yaşlı adamdan başka kimseyi görememiş, nerede olduğumu anlayamamıştım. Burası sessiz ve duvarları büyük taşlardan yapılmış bir yerdi.

Gözlerimi onun kapalı gözlerine çevirdim. Dudakları arasında bir şeyler mırıldanıyordu. Dudaklarımı açıp burada olduğumu söylemek istedim ama yapamamıştım.

Kendimi zorladım. Büyü sözcüklerimi kullanmak için ağzımı açmak istedim. Sanki iki dudağımın arasını dikmişlerdi. Açamadım. Yaşlı adam mırıldanmasını durdurduğunda tedirgin bir şekilde dikkat kesildim.

"Geldin." Sesi kısık olduğu halde duyabilmiştim.

Dudaklarımı aralarken, "Kimsin?" sorusu çıkmıştı. Konuşabilmiştim ama şimdi de hareket edemiyordum. Kafam karışık bir şekilde önümdeki insana baktım.

Sorumu es geçip gözlerini açtı ve bana baktı. Yüzü gittikçe ciddileşiyor ve soru işaretli gözleri ortaya çıkıyordu. Kaşlarını yukarı kaldırıp sırtını yasladığı duvardan doğruldu. Gözleri açık mavi renkliydi.

"Asıl sen kimsin?" Üzerimdeki kıyafetleri inceledi. "Köylü ve büyücü değilsin, yabancısın. Nasıl buraya gelebildin?"

Şaşırmış bir şekilde beni inceliyordu. "Ben bilmiyorum." Diye mırıldandım. Kim olduğumu tabii biliyordum ama bana insanlara güvenilmeyeceği öğretilmişti.

"Bana kim olduğunu söylersen yardımcı olacağım." Tepki vermeyince devam etti. "Burası bir zindan, gecelerden hilaldir. Bana öğretilen büyüleri kullanarak getirdiğim oğlum Dryden yerine karşımda sen varsın. Özelsin, büyülüsün ve yabancısın ama tanıdık geliyorsun. Anlat bana."

"Keegan'ı bilir misin?" diye sordum. Kaşlarını yukarı kaldırıp gözlerini büyüttü. Maviler biraz daha yüzümde ve saçımda gezinince nefesini tutmaya başlamıştı.

"Sen Eliana'sın." Başını eğip derin bir nefes verdi. "Oh, tanrım! Şükürler olsun."

"Beni tanıyor musun?" dediğimde yüzünde bir gülümseme oluşmuştu.

"Keegan'a iletmen gereken bir mesaj var, Thita." Thita mı? "Hançerlerden haberleri var, Tyrone'u bulmalısın. Zaman kavramı olmayan bir yer de hançerin yanında tutsağım."

Birden her yer karardığında boşlukta olduğumu sandım ama karanlık yok olup ışıklar gözümü alınca elimi gözüme siper ettim. Yardım isteyecek ya da büyü yapacaktım lakin ağzımı tekrar oynatamıyordum.

Karanlığın bunaltıcı boşluğu yerine aydınlığın göz alıcı ışıkları bedenimi sıkıyordu. Nefessiz kalıyordum. Nefes almalı ve uyanmalıydım.

"Keegan." Yüreğimde onu fısıldadım. Bu fısıltı aydınlığa karıştı, nefesim kayboluşum oldu.

Gözlerimi hızlıca açtığımda derin bir nefes çektim. Yatakta dikleşerek elimi kalbimin üzerine koydum. Ciğerlerim kesik kesik nefesler alıyordu. Rüya ya da kabus gerçekçiydi. Başka bir alemde bir insanın karşısına çıkmış ve konuşmuştum. Beni biliyordu, babamı tanıyordu ve buna rağmen kötü davranmamıştı.

İnsanların babama karşı kötü olduğunu biliyordum ama bu insan hiç de öyle gözükmemişti. İsteğini söylemiş ve yardım dilemişti.

Odaya göz attığımda Keegan'ı görememiştim. Ayaklarımı yataktan sarkıttım. Gözlerimi ovalayıp dışarıya adım attım.

Birilerini ararken Swinyer'a ulaşmayı denedim. Odaklanmak yeterliydi. Odaklanırsam Swinyer beni bulabilir ve buraya gelebilirdi.

"Swinyer." Fısıltım sadece rüzgâr uğultusuna karıştı. 

Çalılıklara bakarken bir yandan Keegan'ı merak ediyordum. Burada beni tek bırakması normaldi ama rüyayı gördükten sonra onu görmek ve onunla konuşmak iyi gelebilirdi. Çalılardan çıkan sesi duyduğumda gözlerimi o tarafa çevirdim. Bu Swinyer'dı.

"Buraya gel." dediğimde sesimin otorite çıkmasına izin verdim. Yürüyüşü dost gibi değildi. Bir kraliçenin yanına gidiyormuş gibiydi, gözlerime bakmıyordu. Yanıma gelip başını eğdi.

"Kaldır başını." dediğimde hemen başını kaldırdı. "Ava gidiyoruz." Cümlemin sonuna doğru yüzüme gülümseme yerleştirmiştim. Ona önemli bir şey diyecekmişim gibi ciddi halimden vazgeçmiştim. Kafasını yukarı kaldırdı ve gürültülü bir şekilde kükredi.

Hâlâ rüyanın etkisinde olmalıydım. Bu kadar sert davranmak ve emir vermek benim özelliğim değildi. Özellikle dostuma asla emir veremezdim.

Keegan'ı merak etsem de kendisine bakabileceğini biliyordum. Ne de olsa o efsanevi yaratıktı.

Arkamdaki düz taşın üzerinde duran silahlara göz gezdirdim. Bunları Keegan bana getirmişti. Oklarımı sırtıma astım ve yayımı sol elime aldım. Toprağa vurulan pençe sesleriyle iki dişi aslanın buraya geldiğini anlamıştım.

Gülümseyerek Swinyer'a döndüm. "Avımız başlasın." Aklımı dağıtmam gerekiyordu. Yaşlı adamı ve dediklerini sadece birkaç saat için unutmalıydım.

🔥

Her zaman bir kurtuluş vardır. Sadece mantıklı bir plan yapmalı ve gelecekte ne olacağını tahmin etmelisin, Derdi Keegan.

O yaşlının uzun zamandır orada olduğu belliydi. Ellerindeki kelepçe, bilekliğindeki kızarıklığa ve kanamasına sebep olmuştu. Vücudu ise bir şey yememesinden belli olarak zayıftı.

Neden o hapisten kaçmıyordu ya da beni gördüğü halde onu kurtarmam için yardım istememişti? Belki de kurtulmayı istemiyordu.

Düşüncelerimden kurtuldum ve avıma odaklandım. Swinyer yanımdaydı. Karşı çalıda duran dostları ise işaretimi bekliyordu. Tam ortamızda iki tane geyik vardı. Başlarını yere eğmiş, çimenliği yiyorlardı. Bu iki geyiği avlamak kuralları karşı geldiğimizi göstermiyordu, canlıların aç karnı doyacaktı ve onlar benim dostlarım değildi.

Okumu yavaşca elime aldım ve yayıma yerleştirdim. Derin bir nefes aldım. Yayımı gerdiğim zaman Swinyer'a bakış attım. Geyiklerin yerinde kımıldamaması şansımızın yaver gittiğinin kanıtıydı.

Şimdi. Dediğim zaman okumu yayımdan bırakmamla aslanların diğer geyiğe saldırması bir oldu. Kendi avıma baktığımda okun tam kalbinde durduğunu gördüm. Zaferle yüzüme gülümseme yerleştirdim.

Swinyer'a döndüğümde avını benden birkaç adım ötede yakaladığını gördüm. Geyiğin üzerinde duran okumu çıkardım ve sırtıma yerleştirdim. Geyiği alması için dostlarımdan birini çağıracaktım.

"Swinyer!" diye bağırdım. Bakışını bana çevirdi. "Geyiği taşımama yardım etmelisin." dediğimde karşısındaki aslana bakış attı.

Dişi aslan emrine uyarak yanıma doğru geldiğinde diğer aslan boynunu dikleştirdi. Burnuyla havayı kokladı ve hırlayıp arkasını döndü. Bunu neden yaptığını anlamamıştım.

"Ne yapıyor?" diye mırıldandım. Swinyer gittiği yöne doğru ilerlerken geyiğimi almaya gelen aslan da arkasını döndü ve onları takip etti.

"Hey, hadi ama!" diye bağırdım arkalarından. Birkaç saniye geçtikten sonra ufladım ve avıma baktım.

"Seni taşımayacağım." diyerek belinden tutup ağacın kenarına yerleştirdim. Ben gelene kadar burada durabilirdi. Aslanların hırlamasını duyduğumda kaşlarımı çattım. Özellikle Swinyer da işe karıştığında önemli bir şey muhakkak olurdu.

Ayaklarımı oraya doğru çevirdim ve okumu yayıma geçirdim. Temkinli adımlarım o yöne doğru ilerlerken ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum. Vahşi hayvan olabilirdi. Aslanların emrine karşı gelen bir düşman da çıkabilirdi.

"Swinyer," diye fısıldadım ve ağacın arkasına geçtim. Hırlamalar azalmaya başlamıştı. Derin bir nefes alıp ağacın arkasından çıktım ve okumu oraya doğru tutum.

Bir insan. Gözlerimi sonuna kadar açtım. Burada hiç insan görmemiştim. Babamın ormanda yakaladığı ve girip çıkmasına izin verdiği insanlar olurdu, kötü bir hareketinde ise cezasını sağlardı. Bunları görmeyen fakat insanları merak eden ben için babam beni onlardan uzak tutardı.

Bu insan bir adamdı. Benim yaşlarımda gibi gözüküyordu. Etrafındaki aslanlara baktım. Yerde uzanmış ve hareketsizlerdi. İçime bir korku işlediğinde direk Swinyer'ın yanına gittim.

"Swinyer!" dedim bağırarak. Duymuyor muydu beni? Elimdeki oku yanıma bıraktım. Nabzına baktığımda yavaş attığını farketmiştim.

Bakışımı insana çevirdim. Mavi gözleri beni şaşkınlıkla karşıladı. Aldırış etmeden ona öfkeyle baktım.

"Kimsin sen? Kimsin ki dostlarıma zarar verirsin!?" diye kükredim. Ayakta dimdik duruyordu. Kükrememle şaşkınlığından iz kalmamıştı. Yüzü sinirli bir ifadeye dönmüştü.

"Asıl sen kimsin? Bunlar beni yiyeceklerdi ve kendimi korumam lazımdı." Kaşlarını çattı. "Hem sen bir kızsın. Buraya nasıl geldin? Ne için girdin ormana?" dedi ve beni süzmeye başladı. Beni süzmesi yerimde kıpırdanmama sebep olmuştu.

"Beni boşversene. Öyle süzmeyi de bırak! Ne yaptın onlara?" dedim ve tekrar dostlarıma baktım.

"Büyü." dediğinde kaşlarımı çattım. Elimi yanımdaki oka uzatıp tuttum. Yayıma geçirmedim. İlk önce büyüyü öğrenmeliydim. Sonra dostlarıma yaptığı şeyi ödetecektim.

"Ne büyüsü?" dediğimde ağzından dökülen büyünün adı donmama sebep olmuştu.

"Soufly." Diyerek bakışımı süzdü. Güçlü bir büyüydü. Kuvvetli bir irade isterdi, gerisini kurtlarımın halletmesi gerekiyordu. Onların kayıp ruhları geri bedenlerine dönmesi gerekti, bu da benim onlara seslenişimle gerçekleşirdi. Bunu karşımdaki insan yapsaydı ona asla geri dönmez ve bedenlerine dönmek istemezlerdi ama bunu ben yapacaktım ve ben onlar için önemliydim. Onların da benim için önemli olduğu gibi. Kayıp ruhlarını bulmalıydılar. 

"Zor olacak." Derin bir nefes aldıktan sonra insana dönmeden tehditkâr bir şekilde konuştum. "Bunu sana sonra ödeteceğim." Gözlerimi kapatıp Swinyer'ın kürküne dokundum. Ruhunu karanlığında bulmasında yardım edecektim.

"İntrom sequar te Soufly." Fısıltılı sesim ile büyü bittiğinde altımdaki beden titremeye başlamıştı. Elimi çektim ve gözlerimi kırpıştırarak açtım. Sağ elimi yere basarak destek aldım ve düşmekten son anda kurtuldum.

Net görüntümü geri kazanmam birkaç saniyemi bulurdu. Onların ise ruhlarını bulması biraz zaman alırdı. Nefeslerimi düzene soktum ve başımı insana çevirdim. "Eğer bir daha onlara zarar verirsen seni öldürürüm." Teker teker söylediğim kelimeler anlaşılan onu etkilememişti.

"Eğer zarar vermeseydim bana saldıracaklardı." Yanıma gelmek için hareketlendiğinde elimi havaya kaldırdım ve durdurdum. "İyi misin?" diye sordu. Ayağa kalktığım da gözlerimi ona çevirip incelemeye başladım.

Sarı saçları, dolgun kırmızı dudakları ve mavi gözleri vardı. Bembeyaz teni ormanın arasında parlıyordu. Boyu benden uzundu. Giydiği elbiselere baktığımda üstündeki sarı bir kazak ve altındaki siyah pantolon onu yakışıklı göstermişti.

Belindeki tüplere baktığımda içindekilerin bitkiler olduğunu anlamıştım. Yanlarında iki hançer vardı. Bakışımı gözlerine sabitlediğimde sırıtmasını gördüm.

"Bana çok fazla baktığına göre oldukça yakışıklıyım." dediğinde okumu yayıma geçirdim ve atışımı sağ bacağına, dizinin altına, tutturdum. Acıyla bağırarak ayağını tutu. Yere düştüğünde acıyla tısladı.

"Ah! Ne yapıyorsun kızım?!" Dişlerini sıktığını gördüm ve hiçbir şey yapmadan Swinyer'a baktım. Nabzını ölçerken cevabını vermeyi ihmal etmemiştim.

"Dostlarıma zarar vermeyecektin, insan." Swinyer'ın ayağa kalkmaya çalışmasını durdurdum.

"Sakin ol dostum." dedim ve başını okşadım. "Diğerlerin durumuna bakacağım."

Diğer kurtlara baktım. Nefes alıyor ve kendilerine geliyorlardı. Bu beni rahatlatmıştı. Bakışımı insana çevirdim. Titrek ellerine iksir tüplerini almıştı lakin başını geri atarak tüpleri de yere atmıştı. Gözlerimi devirdim. Oku çıkarmadan yarası iyileşmezdi. 

"Yanlış yapıyorsun." dedim ve yanına gidip ayağındaki okumu tutum. Gözlerine baktım. Yakınlığımız beni endişelendirmişti.

İnsanlara güvenmeyen yapım varken bir insana karşı bu kadar rahat olmam kendimi sorgulattırıyordu. Onu çabucak iyileştirirsem ormandan çıkmasını sağlar ve kurtulurdum. İşime gelirdi.

"Şimdi üçe kadar sayacağım. Üç dediğim an çıkaracağım." Elimle oku daha iyi kavradım. Tek kaşını kaldırdı.

"Üçe kadar sayacaksın ama ikide çıkaracaksın. Yedim ben de..." dediğinde güldüm. Gerçekten bir insanın cümlesine güldüğüm için kendimden utandım.

"Aslında öyle yapacaktım. Ama ne yazık ki planımı öğrendin." dedikten sonra oku çıkardım ve yanıma attım.

Bağırışı ormanda yankılandığında yüzüm buruşmuş, kulaklarımı ellerimle kapatmıştım.

"Iyy, çığlık atma insan!" diyerek ayağa kaltım. "Büyülerinle yarayı iyileştirisin ya da ilksirlerinle..." Adımlarımı ayakta sendeleyen Swinyer'a çevirdim.

Koşarak ona sarıldım. "İyisin." dedim, kürkünü okşadım. Bakışlarımı ona çevirdiğimde dostlarına bakıyordu.

"Birazdan düzelirler merak etme." Ayağa kalkmamışlardı. Bakışları arkamdaki insanı bulduğunda hırlamaya başladı.

"Sakin ol. İntikamınızı aldım." Sırıtıp insana döndüm. Dirsekleri üzerinde geri yaslanmış, elindeki bitmiş tüpü yerine yerleştirmişti.

Yanına yaklaştığımda Swinyer da beni takip ediyordu. "Bir şey yapmayacağım." dediğimde göz devirdi.

"Daha ne yapabilirsin ki?" dediğinde bir şey demedim. Yarasına baktığımda kanamanın başladığını gördüm. Sağ elimi oraya koydum. Benim vücuduma göre sert bir yapısı vardı. Ona dokunmak bütün bedenimi titretirken, onun insan olduğu her saniye aklımdan çıkmıyordu.

Teşekkür ederim baba, beni insanlardan korurken, benim onlardan korkmamı sağladığın için.

"Vay be, güzel vurmuşum." dedim kaşlarımı kaldırarak. Ona baktığımda gözlerinin irileştiğini gördüm. "Neyse, iyileştirelim. Bu kadar ceza yeter."

"Qiuna." dedim ve elimi çektim. İyileşme büyüsü yapmıştım, yara hafiften iyileşse de bir şifacıya gitmesi ve tamamen iyileşmesi gerekiyordu. Yaptığım büyü yaraları tamamen iyileştirmezdi; acıyı, kanamayı durdurur ya da mikrobu engellerdi. Ayağa kalkmadan arkamdaki dostlarıma baktım.

"Swinyer durumları iyi mi?" dediğimde başını salladı. "Avımı alıp mağarama götürmeliyiz. Gücünüz var mı?" Swinyer onlara baktı, anlatıklarında dağılmalarını izledim.

"Sen onunla nasıl konuşabildin?" dediğinde sorusuna cevap vermedim.

"Ne işin var burada? Ne arıyorsun?" Ayağa kalkmaya çalıştığını gördüğümde onun yanına gidip kolunun altına girdim. Dokunmamla vücuduma bir ürperti geçti. İnsana dokunuyordum. Bu his kendi bedenime dokunmaktan çok özel ve farklı bir şeydi. İlk ve son olarak özeldi. İnsana dokunmak mı? Dün bana babam bunu söyleseydi bütün gün gülebilirdim.

"Az önce beni yaraladın. Şimdi de yardım mı ediyorsun?" diyerek alayla güldü.

Kaşlarımı çattım. "Alay etmeyi kes. Dostum çok konuşanları sevmez." dedim ve yanımdaki aslanı gösterdim. Swinyer hırladığında sırıttım.

"Aferin oğluma." Bakışımı geri insana çevirdiğimde bana baktığını gördüm. "Ne işin var burada?"

"Birini arıyorum." dediğinde gözlerimi kıstım ve ormanı inceleyen mavi gözlerini izledim.

"Buraya bir insan girdiğini görseydim veya duysaydım emin ol, onu buradan uzaklaştırırdım. İnsanlar pek sıcakkanlı değil, dostlarıma zarar veriyorlar."

"İnsanlar için üzgünüm ama aradığım bir insan değil, bir yaratık." dediğinde durdum. Sınıra doğru yürüyordum ama o bunu engelleyip geri dönmeye çalıştı.

"Yaratık mı?" Durduğumda onun durmaya niyetinin olmadığını gördüm, kolunu sıktım ve durup başını salladı.

"Ejderhayı arıyorum, Keegan." dediğinde şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım.

"Babamı ne yapacaksın?" dediğimde şaşkınlıkla kaşları havaya kalkan onun ki olmuştu.

🔥

Çok mu acımasızdın Eliana?

Tabi ben böyle yakışıklı bir insan görseydim okumu atmazdım. Ama bilemeyiz, yıllarca hayvanlarla yaşasaydım uzaylı gibi görürdüm.

Kendinize iyi bakın.

💜

Continue lendo

Você também vai gostar

1K 151 18
UYARI: Hikayemde olaylar ikinci bölümün yarısından itibaren başlamaktadır!!! Düşünsenize, bir anda iki gece önce okuduğunuz bir kitaba reenkarne o...
NEFES De N

Literatura Feminina

57K 3.6K 25
Toprağın hayat, yaşamın ölüm koktuğunun farkında mısın, küçük çocuk?
322K 4.3K 23
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
728 64 8
*** Kraliçe Lola'nın mantıklı sorusuyla herkes gözleri parlayarak Yaşlı Büyücü Omino'ya baktı. Omino kafasını olumsuz anlamda sallayarak, "İnanın, bi...