HİDDARUN *Düzenlenecek*

By Hidden_Assassin

89.7K 10.2K 15.8K

Wattys 2018 "Dünya Kuranlar" kazananı! Bir evren hayal edin: İçerisinde düzinelerce galaksinin bulunduğu, re... More

Hiddarun Düzenlenmiş Hali İle Sizlerle Olacak!
🌛Herraden - Hiddarun Rehberi🌜
🐾Canlılar Rehberi
🌠Evren ve Gezegen Rehberi
0- Herraden ve Hiddarun Nedir? Neden Ayrıdır?
1- Yeni Bir Gün
2- Hiddum'da Bir Kale
3- Şölen Hazırlığı ve Sırlar
4- Prenssoy'un Talimi
5- En Güzel Gün
6- Seyahat ve İftiralar
7- Korkular, Cesaret ve Karar
8- Karanlık Gece
9- Elveda Alabanos
10- Üç Gecelik Yolculuk
12- Mavi, Yeşil ve Pembe
13. Gelenler ve Tepkiler
14. Mavi İzler (part -1-)
14. Mavi İzler (part -2-)
15. Harfler ve Yıldızlar
16. İlklerin Töreni ~Part-1~
16. İlklerin Töreni ~Part-2~
16. İlklerin Töreni ~Part-3~
17. Yeni Arfa Yolculuk -part 1-
17. Yeni Arfa Yolculuk -part 2-
18. Şah Saray
19- Ruhların Işığı
- Alabanos'ta Yeni arf -
20. Gerçek Güç part-1-
20. Gerçek Güç part-2-
20. Gerçek Güç part -3-
21- Ona Güven
22- Doğru
23. Birlikte
24. Kanat, Üçen ve Göz -part 1-
24. Kanat, Üçgen ve Göz -part 2-
25. Rafların Arasında -part 1-
25. Rafların Arasında -part 2-
26. Zafere Götürecek Plan
27. Alışmak
28. Kanatların Dansı
29. Önemli Bir Sır
30. Kanat Kanada -part 1-
30. Kanat Kanada -part 2-
31. Grinin Fısıltısı
32. Dövüş Yolunda
33. Yumruk Yumruğa
34. Kabusların Efendisi
35. Birleşen Parçalar
36. Yanılmak
37. Yıldız Işığının Altında
38. Küre Efsanesi
39. Tera'nın Gözyaşları
40. Plan -part 1-
40. Plan -part 2-
41. Kabullenmek
42. Ödeşme
43. Mavinin Esiri
44. Panzehir Olmak
45. Kadere Kanat Çırpmak -part 1-
45. Kadere Kanat Çırpmak -part 2-
46. Bedel Ödemek -part 1-
46. Bedel Ödemek -part 2-
47. Kurtarıcı -part 1-
47. Kurtarıcı -part 2-
48. Kader -part 1-
48. Kader -part 2-
48. Kader -part 3-
49. Dönüşü Olmayan Yol
Yankılanan Ağıtlar
50. Final -part 1-
50. Final -part 2-

11- Gidenler ve Beklenmeyenler

1.3K 166 350
By Hidden_Assassin

Medyadaki video; "Lunar Revel 2018| Login Screen- League of Legends"

Y.Ö. 124 Hiddum, Andarun Kalesi

Nebulio, ulu dağların ardından usul usul göğe yükseliyor, kızıl ışınlarıyla Andarun Kalesi'nin pürüzsüz duvarlarını sarıya bürüyordu. Mavi yıldızın ışınları her sabah dar açıda gezegenin atmosferinden geçerken kızıl-sarı renginde görünürdü. Hatta Nebulio, yağmur yağacağı günlerin sabahı gökyüzünü mora boyardı. Doğudaki kızıllık bu günün yağmursuz ve sıcak geçeceğinin habercisiydi.

Şimdiden kuzey ormanındaki canlılar uyanmaya başlamışlardı. Zagzoslar; farklı ötüşler, tiz çığlıklar ve notasız haykırışlarla ormandaki bütün canlılara güzel günler diliyorlardı. Yağmursuz geçen günler sonunda kurumaya başlayan yaprak ve dallarla kahvaltı yapmaya gelen bir ateşkan sürüsü de kuzey ormanındaydı bugün. Ormanın sükunetini dizginleyecek aslanların siyah yeleleri rüzgarlarla sallanıyor, bir aslan "Buraların hakimi benim!" der gibi kükrüyordu. Hayvanlar dışında ormandaki yeşil, mavi, kırmızı ve hatta mor renkli bütün bitkiler ışık enerjisiyle besin üretmek için yapraklarını kaldırıp Nebulio'yu selamlıyorlardı.

Eran'ın adını temize çıkaran geceden beri tam üç gün geride bırakılmıştı. O günün sabahı adına bir özür töreni düzenlenmişti. Üç gün; Andarundaki güvenliği arttırmakla ve Bakhu'nun intiharını araştırmakla geçmişti. Seferdarlar olayın kıskançlık yüzünden işlendiğini söyleseler de ne Eran ne de Gar'hun buna ikna olmuştu. Olo'nun öldürülüşü, Bakhu'nun intiharı ve Gar'hun'un zehirlenmesi basit bir kıskançlık yüzünden olamazdı. Her şey göründüğü gibi olmamalıydı. Eran'ın, Gar'hun'dan öğrendikleri arasında bu da vardı.

Kurallar gereği hainlerin bedenleri ibret olsun diye üç gün boyunca kulelerden sallandırılır sonra da kuzey ormanına atılırdı. Üstelik hainlerin bir duacısı olmasın diye mezarları da olmazdı. Bugün; Bakhu'nun cesedinin boynundan paslı zincir geçirilerek kuzey kulesinden sallandırılmasının ikinci günüydü. Rüzgar kuzeyden estikçe çürük et kokusu ve yalpalayarak uçuşan leş sinekleri odalara hücum ediyorlardı.

Henüz yatağında uyumakta olan Eran burnunu sızlatan bu tiksindirici kokuya daha fazla dayanamadı. Üzerindeki örtüyü kafasının tepesine kadar çekip burnunu kokudan korumaya çalıştı. Ne battaniye ne de nefesini tutmak bu leş kokusunun ona ulaşmasını engelliyordu. Her nefes alışında koku ona daha iğrenç geliyor, burnu kalkıp pencereyi kapatması için beynine işkence çektiriyordu.

Kuzey Kulesi'nin dibinde olduğu için koku ilk önce onun odasına hücum ediyordu. Zamanında bu odaya yerleşmek için Gar'hun'a az dil dökmemişti. Belki de, hatta belkisi yok bundan emindi, Andarun'un en güzel manzaralı odasına sahipti. Cesedin yarın bu saatlerde ormana atılacağını düşünerek kokuyu duymazdan gelmeye çalıştı. Buna bir gün daha tahammül etmesi gerekiyordu. Daha fazla dayanamadı. Uykusunu kaçıran korkunç kokuya söylenerek yatağından kalktı. Ölülerin bu kadar kötü kokması şart mıydı?

Yatağından kalkar kalkmaz yaptığı ilk iş pencereleri kapatmak olmuştu. Pencereler kapanınca korkunç koku hızla azalmıştı. Kanatları hala sırtında, kapattığı pencereden dışarıyı izliyordu. İki gün önce burada günlüğünü yazarken aklından geçenleri düşündü.

Yatarken birbirine dolanan saçlarını elleriyle düzeltip dışarıya bakmaya devam etti. Şimdiden bir kaç Seferdar uçuş antrenmanlarına başlamış, "V" düzeninde kalenin tepesinde turlamaktaydılar. Kulelerdeki nöbetçilerin sesleri duyulmasa da dudaklarını okuyunca kokudan şikayet ettikleri hemen anlaşılıyordu.

Ama Eran'ın dikkatini çeken şey Seferdarlar ya da Nöbetçiler değildi. Dışarıda bir tane bile Gama yoktu. Normalde bu saatlerde uçuş antrenmanı yapıyor olurlardı. Sadece bugün değil, geçen iki günden beri Eran, hiç bir Gama'nın dışarıya çıktığını görmemişti. Üstelik geçen gün de talim alanında ve yemekhanede Gamaları görememek onu iyice şüphelendirmişti. Gamaların bu davranışı fırtına öncesi sessizliği andırıyordu. Kesin haince bir planları var diye içinden geçirdi. Sonra pencere kenarından ayrılıp giyinmek için eşyalarının yanına ilerledi.

Zırh ve kıyafetlerinin yanına varınca İro'nun tüneğine baktı. Zagzosun hala uyuduğunu görünce sessizce kırmızı pelerinli siyah zırhına uzandı. Giysilerini üzerine geçirirken bir yandan da kadim dostuna bakıyordu. Üç gün yaralarının iyileşmesi için kısa ama enerjisini geri toplaması için yeterliydi. Biraz uzun uyumuş, daha az uçmuştu. Bugün daha iyi olmasını umuyordu.

Aynanın karşısında hazırlanıyordu. Saçlarını toplayıp kısa sakallarını eliyle düzelttirdi. Zırhının keskin eklem yerlerini ayarlarken İro'nun esneyişini duydu. Zagzosunun tüneğine bakınca kanatlarını genleştirerek uyandığını gördü.

"Bu ne korkunç bir koku! Makton tezeğinden beter kokuyor!" İro uyanır uyanmaz karşılaştığı kokuyla söylenmeye başlamıştı.

"Bak sen Nebulio'nun kızıllığında uyanan dostuma! Günün aydın olsun İro efendi," diyerek gülümsedi.

"Buzdan nefesler aşkına Eran, sanki hep geç kalkıyormuşum gibi dediğin şeye bak, kırıldım ama!" İro sitem ederek Eran'a arkasını döndü. Hala kokudan dolayı gagasını açmış ağzıyla nefes almaya çalışıyordu.

"Olur mu hiç? Nebulio'nun maviliğinde kalkmana alışmıştım. Ondan şaşırdım dostum. Hiç tembel der miyim sana?" Eran gülmeye devam ediyordu.

"Sabah sabah gel hadi yemeğe gidiyoruz dedin de uyumaya devam mı ettim?" diye homurdanarak cevap vermişti İro.

"Bu kokuya rağmen yemek düşünüyorsun ya İro, hayran kaldım sana!" Eran katıla katıla gülünce çok geçmeden iki dost da kahkahalarla konuşmaya daldı.

İro tüneğinden kalkıp Eran'ın karşısına konmuştu. Konu konuyu açmış yine muhabbet Bakhu'nun şüpheli intiharına varmıştı. Ardından İro, bu konuyu açtığına açacağına pişman olmuştu. Yine Eran'ın neşesi kaçmış, elindeki koyu kırmızı pelerinini sırtına geçirmeden evvel durup derin bir iç çekmişti.

Eran ile gagası arasında bir karış ya var ya yoktu. Günün kızıllığı pencereden yansıyarak Eran'ın yüzüne çarpıyor gözlerini parlatıyordu. Yeşil ile kahverengi arasında bir renkteydi gözleri. İro arfların tecrübesiyle bu rengin neyi ifade ettiğini hemen analiz etmişti. Aklını kemiren bir soru olunca gözleri hep bu rengi alırdı. Gözlerine bakmasa bile bunu anlayabilirdi aslında. Beden dili de bunu onaylıyordu.

"Bazen gereksiz yere aklını yoruyorsun Eran. Bak işte Seferdarlar olayı çözdü. Daha çok düşünüp aklını karıştırmaktan başka yaptığın bir şey yok. Düşünme bunu..."

"Her şey göründüğü gibi değildir İro. Düşünsene, ya Olo'nun tüyünü pencerenin arasına kasten başka biri koyduysa ve bu olayı başka biri ayarladıysa?" Duraksayıp İro'nun gözlerinin içine baktı. İro kafasını sağa sola sallayıp tam söze başlayacakken devam etti. "Bakhu yine de ölü mü olacaktı? Bence bu bir intihar değil İro. Bakhu zehiri hazırlayıp veren kişi olsa bile onun her şeyi tek başına hazırladığını sanmıyorum."

"Kendi gözlerimizle gördük Eran! Bakhu kendini asmıştı. Olo'nun kanıyla duvara yazılar yazan da oydu! Biz odaya girdiğimizde ellerinden hala kan damlıyordu. Bunu ona birinin yapmış ya da yaptırmış olabileceğini mi düşünüyorsun?"

"Öyle olmalı..."

Sözüne devam edeceği sırada odasının kapısı serçe çalmaya başladı. Nöbetçi olduğunu sandığı birisinin boğuk sesi duyulunca ikili konuşmaya ara verdi. Eran kanatlarını sırtındaki keseden çıkartarak serbest bıraktı. Pelerini de omuzlarına geçirince "Gir," emrini verdi. Eran ne zaman bu yerleri süpüren koyu kırmızı pelerinini giyse İro ona "Kan Şelalesi" diyordu. Kapı açılırken fısıldayarak söylemeyi ihmal etmemişti.

Kanatları pelerinin altında, sırtı dimdik, sol omzumda İro ile nöbetçiyi karşılamak için ayakta bekliyordu. Beş metrelik çift kanatlı kapı sessizce dışarıya doğru açıldı. Çelik zırhının önünde zagzoz arması parlayan biri içeriye gelince gelenin bir Seferdar olduğunu anlamıştı.

"Gününüz aydın olsun Prenssoy Eran," diyerek karşısında saygıyla eğildi.

"Günün aydın olsun," diyerek karşılık verdi Eran." Buyur bakalım Seferdar, günün kızıllığında odama gelmene neden olacak mühim mesele nedir?" Eran'ın imalı ses tonundan da anlaşıldığı kadarıyla bu erken ziyaretten pek hoşnut olmamıştı.

"Rahatsız ettiğim için beni bağışlayın efendim. Ama acilen Batı Koridoru'na çağrılıyorsunuz," diyerek Eran'a bakıyordu Seferdar. Miğferinin gölgede bıraktığı yüzü gözükmüyor, sesi boğuk geliyordu. Bordo renkli kanatları ve buğday tenli elleri hariç bedeni zırhıyla gizlenmişti.

"Yemek bile yemeden neyin çağrısı ki bu?" Bu sefer konuşan İro idi.

"Tamam Seferdar, birazdan orada olacağımı ilet. Şimdi çıkabilirsin."

"Efendim, acilen gitmeliyiz. Bu konuyu burada size söylemem doğru değil ama," duraksayınca Eran'a bir adım daha yaklaştı, "Herradenler," fısıldayarak devam etti, "galiba bugün gidiyorlar!"

Seferdarın gözleri zümrüt renginde parlıyordu. Miğferin gölgede bıraktığı yüzünde belli olan tek şey gözleriydi. Eran tek bir kelime daha etmedi. Sırtındaki pelerinini düzelttirip Seferdara baktı. Odasından çıkmadan evvel kılıcını ve bıçaklarını alıp belindeki kemere yerleştirdi. Sonra kapıdan dışarıya çıkıp batı koridorlarına kadar sessizce yürüdüler.

Eran, batı kapısına açılan koridorlara vardığında gördüğü manzarayla şaşkına döndü. Gönüllü Gamalar, Gama komutanlar kısaca Andarun'daki bütün Herradenler eşyalarını sırtlanmış koridorda ikişerli sıra halinde dizilmişlerdi. Neler oluyordu? Üstelik sadece Herradenler değil, Andarundaki herkes neler olup bittiğini görmek için buraya gelmişti. Merakla etrafa bakınan Eran, Gar'hun'u görünce kalabalığın arasına daldı. Kanatlardan oluşan bariyeri bedeniyle yarıp karşıya, Gar'hun'un yanına vardı.

"Neler oluyor burada?" diye seslendi Gar'hun'a.

"Herradenler, gidiyorlar!" diyerek öğrencisinin gözlerinin içine baktı. Gar'hun; koyu gri kanatlarıyla sıraya katılmamış bir Gama gibi duruyordu. Altın sarısı gözleri ve yaralı yüzündeki sakal onu gri kanatlı diğerlerinden ayırıyordu. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Çatık kaşları anlını kırıştırmış, sağ eli burnu ve sakalları arasında mekik dokuyordu.

"Ne? Nasıl olur?" Eran şaşkınlıkla İro ve Gar'hun'un duyabileceği kısık bir seste konuşuyordu. "Daha yeni arfa yedi gün var!"

Y.ö. 124 Hiddum - Geçit mağarası

Günün aynı saatlerinde, aynı gezegenin uzak bir mağarasında Hiddum'a ilk kez gelen Herradenler heyecanla başlarındaki Gama komutanlarını dinliyorlardı. Sayıları neredeyse yüzü bulan Herradenler arasında Alba hariç bütün ırklar (Gama çoğunlukta olmak üzere Piera, Purpura, Lutha, Eria ve Yosa) vardı.

Amenia, geçitten yeni geçmenin etkisiyle yalpalayarak ayağa kalkmaya çalışıyordu. Komutan Desan'ın yardımıyla ayağa kalkıp geçitin önünden uzaklaştırılmıştı. Kendi etrafında dakikalarca dönmüş gibi hissediyordu. Başı dönüyor, midesi bulanıyor, gözleri kararıyordu. Bunların geçitten yeni geçmenin yan etkileri olduğunu düşüyordu.

Gawan ve Tamh'ın kahkahalar atarak güldüğünü duyabiliyordu. O da onlara katılıp kahkahalar atmak, ciğerlerinde hava kalmayana kadar gülmek, haykırarak şarkılar söylemek istiyordu. Geçit bedenini enerjiyle doldurmuştu. Baş dönmesi giderek artıyordu. Etrafındaki sesler birbirine karışıyor, gördüğü renkler, yüzler birer birer değişmeye başlıyordu. Bedeninin ağırlaştığını hissedince daha fazla ayakta kalamadı. Pudra pembesi kanatlarını açıp narince yere süzüldü. Dizlerinin üzerine yığıldı.

Uğultular eşliğinde başını kaldırınca şaşkınlıktan dili tutuldu. Bedeni donmuştu, hareket edemiyordu. Komutan Desan'ın sert suratında babasının gülümseyen yüzünü görüyordu. Hatta kocaman gri kanatları ona sarı renk görünüyor, hemen arkasında sarsıla sarsıla ağlayan annesini duyabiliyordu. Annesinin arkasında da Çaim ve Liena vardı.  Bedenini hareket ettirip annesinin yanına gitmek istedi. Ama nafile, kanat tüyleri bile kıpırdamamıştı.

"Amenia," duyduğu sesler anlam kazanıyordu.

"Amenia!" Her seste bir kişi silikleşip yok oluyordu. Önce Liena toz olup gitmiş, ardından Çaim de onun gibi yok olmuştu.

"Amenia, kendine gel!" Bu sefer omuzlarındaki ellerin şiddetli sarsıntısıyla bütün siluetler kaybolmuştu. Karşısında duran, az önce babası olarak gördüğü, kişinin Komutan Desan olduğunu anlayınca halüsinasyon gördüğünün farkına varmıştı.

Desan, Amenia'yı kendine getirmek için biraz sertçe sarsmak zorunda kalmıştı. Kendine geldiğini fark edince "İyi misin?" diye sormuş, iyi olduğununun yanıtını alınca da grup üyelerine açıklama yapmaya karar vermişti.

"Korkulacak ya da çekinilecek bir şey yok Amenia. Geçit çarpması yaşadın. Bu sıkça görülen bir durum. Bakma sen Gawan ve Tamh'ın kahkahalar attığına, çarpmanın başka bir etkisi de bu." Gönüllüler pür'dikkat Desan'ı dinliyorlardı. Açıklamadan sonra Amenia kendisini daha iyi hissetmiş, tebessüm ederek komutana bakıyordu.

"Şimdi biraz otur ve dinlen. Siz de oturun. Bir yere kaybolmayın. Bütün gönüllüler buraya gelince yolculuk devam edecek. Bir sorunuz olursa bana seslenin. Diğer komutanların yanında olacağım," diyerek konuşmasını sonlandırdı.

Amenia oturunca daha iyi hissetmişti. Sessizce bedenine bakıyor, dağılan saçlarını eliyle yatıştırıyordu. Neyse ki geçitten geçerken hiç bir yeri kopmamış, su müslümü saldırısına uğramamıştı. Kızıl saçları biraz kabarmış, dudakları çatlamıştı. Bunların dışında bedeninin sağlam olduğuna emin olunca etrafına bakınmaya başladı.

Gawan ve Tamh kahkahalarla gülmeyi bırakmışlardı. Mağaranın içine bakınca burasının sandığından daha da kalabalık olduğunu görmüştü. Sayamayacağı kadar çok Gama, bir Lutha, birkaç Yosa ve hatta bir de şarkı söyleyen Purpura vardı. Hala  geçit portalından gelenlerin olduğunu görünce mağaranın daha da kalabalıklaştığını fark etti.

Tıpkı Herrumdaki mağaraya benziyordu burası. Hatta iki mağara da ışıklı taşlardan sarkıt ve dikitlere kadar birbirleriyle aynıydı. Bütün bu yolculuğun bir şaka olduğunu, geçit diye bir şey olmadığını, birinin "Hadi yeter artık evlerinize gidin!" demesini bekledi. Bu düşünceleriyle kendisini bile kandıramamıştı. Hayal kırıklığıyla gözleri yaşardı, yaşadığı her şey gerçekti.

"Biraz su iç, iyi gelir." Parus'un elindeki matarayı ona uzattığını görünce teşekkür edip bir kaç yudum su içti. Bunun üzerine soğuk su iyi gelmişti.

"Hiddumdayız," diyerek yanına oturdu. Parus'un durgun sesi bir yanıt bekliyordu.

"Evet, üç gece dört gün sonunda," aynı durgunlukta konuşuyordu Amenia, "nihayet."

Konuşmaları Gawan ve Tamh'ın yanlarına oturmasıyla bölündü. Öyle güzel bir sessizlik oluştu ki; kimse konuşup bu ortamı bozmak istemedi. Aslında herkes sessizliği özleyeceklerinin farkındaydı.

Amenia, bir süre önündeki taşlara, pudra pembesi kanatlarına, solgun renkli pantolon eteğine baktı. Aklı fikri ailesindeydi. Gördüğü halüsinasyonun da etkisiyle zihnindeki düşüncelere engel olamıyordu. Başını öne eğip göz yaşlarını gizlemeye çalışınca da yer çekimi olgunlaşan meyveler gibi damlaları teker teker topluyordu.

Gün kavramını şaşırmıştı artık. Şu an gece miydi yoksa gündüz mü? Acaba geçitten geçerken günler de geçip gitmiş miydi? Aslında bunların bir önemi yoktu artık. Her halükarda zaman ne olursa olsun, kaç gün geçerse geçsin, ailesiyle arasında bir gezegen fark vardı. Yeni bir gezegene geldiğine sevinemiyordu. Ailesini düşündükçe kalbi daha hızlı çarpıyordu.

Acaba annesi hala ağlıyor muydu? Babasının annesinin yanında olmasını isterdi. Tera'yı ancak biricik sevgilisi Hern sakinleştirebilirdi. Babasını düşününce duraksadı. Babası ilk kez Hiddum'a geldiğinde neler hissetmişti? Mektup yazacağı zaman ilk soracağı bu olacaktı.

Amenia'nın grubu son derece sessizdi. Diğer gruplarda ise pudra pembeli kanatlı kızın burada olması hakkında konuşmalar yapılıyordu. Amenia gibi gelen ilk ırklar (Yosa, Piera, Purpura ve Lutha) için konseyin temsilcisinin kızının da gönüllü olması takdire şayandı. Amenia'nın narin ya da kız olmasına aldırış etmemişlerdi.

Ama Gamalar için bu duruma birden fazla bakış açısı vardı. Kimileri için güzel bir Herradenin her daim yanlarında olması kadar harika bir şey olamazdı. Böyle düşünenler Amenia'nın grubundakilere şimdiden gıpta etmeye başlamışlardı. Onun elleriyle iyileşmek için kendilerini yaralama planları yapmaya başlayanlar bile vardı.

Bir de Amenia'yı burada istemeyenler vardı. Onun gibi narin birinin Andarun Kalesi'nde değil annesinin kanatlarının dibinde olması gerektiğini söylüyorlardı. Ona acıyan gözlerle bakıp yüksek seste alay etmekten çekinmiyorlardı.

"Zırhlarınızı kuşanın, eşyalarını sırtlayın! Gidiyoruz!" Komutan Desan'ın emriyle gönüllüler ayağa kalkıp hazırlanmaya başladılar.

Amenia etrafındaki herkesin zırh giydiğini görüp duraksadı. Niçin zırh giyiyorlardı ki? Üstelik onun bir zırhı yoktu. Sessizce çantasını kurcalıyor, olmayan zırhını arıyormuş gibi yapıyordu.

Annesinin sıkış tepiş doldurduğu çantasını kurcaladığı sırada Komutan Desan yanına geldi. Kafasını kaldırırken elinde şıngırdayan bir şey olduğunu fark etti.

"Al bunu Hern'in kızı," diyerek elindeki çelik zırhı uzatıyordu. "Biraz ağırdır ama seni siyah aslanlardan, maktonlardan, ok ve kılıçtan korur." Zırhın iç içe geçmiş metal halkaları elinde sallanırken şıngırdıyordu. "Bedenine göre bir zırh yaptırana kadar bununla idare et."

Desan, zırhı Amenia'nın beyaz ellerine teslim etmişti. Teşekkür etmesine fırsat vermeden arkasını dönüp diğer gönüllülere acele etmelerini emretti. Sonra da bir köşeye geçip göz ucuyla Amenia'ya baktı. Nasıl bir Herraden savaş eğitimi verilen bir kaleye yanında zırhı ve kılıcı olmadan gelirdi ki? Neyse ki Desan yedek zırhını yanında getirmişti.

Amenia elindeki zırhı giyebilmek için evirip çeviriyor, baş kısmını önünü arkasını anlamaya çalışıyordu. Daha önce hiç zırh giymemişti. İçinde bulunduğu durumu hiçe sayıp haline katıla katıla gülmek istemişti. Üstelik bu ağır çelik halkalar yüzünden zırhı kaldırmak da oldukça zordu.

Sonunda Gawan dayanamayıp zırhı nasıl giyeceğini anlatmıştı. Aslında kibarlıktan ya da yardımcı olmak istediğinden bunu yaptığı söylenemezdi. Amenia'nın beceriksizliğine daha fazla dayanamamıştı.

"Anladın değil mi? Burası kafa ve boyun, burası kanat ve burası da bel yeri." Üçüncü kez anlatıyordu. Hızlıca anlattığı için Amenia'nın kafası karışmıştı. Sonunda anlayıp teşekkür etmiş, çelik zırhı giymeyi başarabilmişti.

Bu haliyle zırhı giymekten çok zırh onu yutmuş gibi duruyordu. Normalde diz kapaklarında olması gereken yer, neredeyse ayak bileklerine ulaşıyordu. Omuzda biten zırhın üst kısmı kısa kollu koruma sağlıyordu. Ama en kötüsü; kanatlarının üzerine yığılan zincir halkaları sırtındaki yüke ek ağırlık oluşturmuştu. Şimdiden sırtında ve kanatlarında sancılar hissetmeye başlamıştı.

Amenia da zırhını giyince Komutan Desan eşliğinde yürümeye başlamışlardı. Diğer gruplarla birlikte mağaranın çıkışına doğru ilerliyorlardı. Yolculuk kaldığı yerden devam ediyordu.

Amenia yürürken heyecandan ailesini bile unutmuştu. Mağaranın loş geçitinden ilerlerken zamanı gece gibi hissediyordu. Duvarlardaki ışığın ilerledikçe arttığını görünce yanıldığını anladı.

y.ö. 124 Hiddum, Andarun Kalesi

Herradenlerin gidişiyle Andarun Kalesi'nde sevinç nidaları yankılanıyordu. Son zamanlarda olan tuhaf olaylara bir yenisi eklenmişti. Batı kapısında Gama Komutanın yaptığı açıklama herkesi şaşkınlık içinde bırakmıştı. Konsey kurulunun acil çağrısı üzerine geri dönme tarihlerini bir hafta öncesine almışlardı. Gamaların panik içindeki davranışları bunun asılsız olduğunu düşündürmüştü. Sonuç olarak her ne olduysa Herradenler erkenden gitmiştiler.

Eran, diğer prenssoyların yanında Herradenlerin gidişini izlemişti. Çabasız kazanılmış zafer gibi hissetmiş, gülümsemesini zorlukla bastırmıştı. Arflardır bir çok gönüllü Gamaların Andarun'a geliş ve gidişlerine şahit olmuştu. Ama bu seferki gidiş bambaşkaydı. Sanki Gamalar bir şeyden kaçıyordu. Acaba Gar'hun'un zehirlenme olayından mı korkmuşlardı? Yoksa bu bir saldırı taktiği miydi? Hiç bir şeyi net olarak bilememek canını sıkmıştı. Aklından geçen tek şey Herradenlerin gidişini acilen Vaknas'a iletmek olmuştu.

Merasimden sonra vakit kaybetmeden odasına gitmek için yola koyuldu. Omzunda İro ve yerlere uzanan kırmızı peleriniyle çoktan kuzey koridorlarına varmıştı bile. Artan leş kokusu eşliğinde merdivenleri çıkıyordu. Kokudan uzun süre uzak kalınca etkisi şiddetlenmişti. Söylenerek ilerlemeye devam etti.

Odasına girer girmez çalışma masasına yöneldi. Günlüğünü sakladığı özel şifreli çekmecesini açtı. Çekmecenin gizli bölmesinden özel mürekkepli bir tüy çıkartıp sandalyesinde doğruldu. Sonra da İro'ya seslenip hazırlanmasını söyledi.

"Nereye gidiyoruz Eran, neler oluyor?" İro olan bitenden habersiz Eran'a bakıyordu. Kafası karışmıştı.

"Biz değil kadim dostum, sen gideceksin."

"Nereye gideceğim Eran? Açık açık söylesene, beni çatlatmak mı istiyorsun!" İro iyice meraklanmıştı.

"Herradenlerin erken gittiğini Vaknas'a iletmelisin İro," diyerek cevapladı. Bunun üzerine İro tek laf dâhil etmeden hazırlanmaya başladı.

Eran mektupta kısa ve anlaşılır bir dilde Herradenlerin erken gittiklerini ve Gama komutanın neden olarak ileri sürdüğü açıklamayı yazmıştı. Sonra da parşömene birkaç damla mühür damlatıp kanadından kopardığı tüyü yapıştırmıştı.

Mektubu hazırlayınca çalışma masasının üstünü boşaltıp İro'ya baktı. İro özel bir zırh giymişti. Pençelerine bıçak gibi sivri silahlar geçirmiş, tanınmamak için kanat tüyleri arasına siyah, kırmızı, gri tüyler eklemişti. Eran, hazırlanırken İro'yu görmeseydi, bu haliyle onu tanıyamazdı.

İro yol boyunca son sürat uçacaktı. Her zamanki gibi gitmeden evvel su içiyordu. İçtiği iki yudum su kursağından geçiyordu. Bir kaç damlası altın renkli gagasında kalmış, elmas taneleri gibi parlıyordu.

Eran, elindeki mektubu İro'nun pençesindeki metal hazneye yerleştirdi. Tecrübeli zagzos son derece sakindi.

"Haydi dostum, kanadına kuvvet. Bu mektubu en kısa sürede Vaknas'a ilet," diyerek İro'yu kolunun üstüne aldı. Pencereyi açınca uçmaya hazırlanan zagsosun başını okşadı. Eran, İro'ya sahip olduğu için ne kadar şanslı olduğunu bir kez daha anlamıştı.

"Yel gibi esip gideceğim. Göz açıp kapayıncaya kadar döneceğim," diyerek açık pencereden dışarıya atladı. Tam tepedeki Nebulio'nun sıcacık mavi ışınları altında kanat çırparak ormana doğru ilerledi. Eran gururla İro'nun gidişini izliyordu. Uzun ağaçlara yakın uçarak gözden kayboldu.

y.ö. 124 Hiddum, Fısıldayan Orman

Amenia ve Herradenler mağaradan çıktıklarından beri uçmuşlardı. Grubu bölmemek adına yavaş tempoda ağaçlara yakın mesafede ilerlemişlerdi. Rüzgara karşı birkaç saatlik hızlı uçuş gönüllüleri yormuştu. İlk mola alanına varınca hemen hemen herkes konduğu yerde nefes nefese soluklanmaya başlamıştı.

Amenia çok yorulmuştu. Ama yeni bir gezegende uçmanın etkisiyle kendinden geçmişti. Sanki ilk kez  ormana gelmiş gibi heyecan ve mutlulukla etrafına bakınıyordu. Yol boyunca yavaş uçmak ona yaramıştı. Gördüğü her ağaca, yerdeki her çiçeğe uzun uzun bakmıştı.

Ne kadar yeşildi çimenler! Çiçekler ne kadar da mutluydu! Hele ağaçlardaki şarkı söyleyen kuşlar! Ailesinden uzakta olduğunu bile unutmuştu. Uçarken gruptan ayrılıp ağaçların etrafında turlar atmak, gördüğü her dereden, ırmaktan, pınardan kana kana su içmek istemişti.

  Küçükken babasına Hiddum ormanlarını sorardı. Hern ona; yeşilin en güzel tonunda ağaçların, kırmızının en parlak renklerinde çiçeklerin, en güzel sesli kuşların Hiddum ormanlarında olduğunu anlatırdı. Bu orman hayalinden çok daha güzel ve yeşildi. Sıcak ve huzurluydu. Alabanos'un ormanlarıyla kıyaslanmayacak kadar muazzamdı. Mola zamanında dinlenmek yerine etrafta dolaşmaya karar verdi.

"Fazla uzaklaşma Hern'in kızı. Unutma ki burası Herrum ormanlarına benzemez. Ağaçların ve çalıların arkasında neyle karşılaşacağını bilemezsin." Komutan Desan, Amenia'nın yol boyunca merakla etrafına bakındığını fark etmişti. Onu kollamak için biraz korkutmayı denemişti.

"Peki efendim," diyerek ilerlemeye devam etti Amenia. Pek de korkmuşa benzemiyordu. Aksine her çalının ardında yeni bir şeyle karşılaşma ihtimalini düşünüyordu.

Birkaç adım sonra uzun yapraklı söğüt ağacının yanına vardı. Nebulio tam tepede olduğu için havanın sıcaklığı artmıştı. Bütün bitkiler dallarını göğe uzatmış, dua eder gibi sallanıyorlardı.

Etrafındaki çoğu bitkiyi daha önce hiç görmemişti. Yeşil, kırmızı hatta mor ve mavi yapraklı ağaçlar vardı. Kimi ağacın tepesinde küçük kuşlar yuva yapmış ötüyor, kimi ağaçlarda ise olgun meyveleri yiyen pukkalar daldan dala zıplıyordu.

Pukkaları görünce  Liena'nın sırrını öğrendiği günü hatırlamıştı. O gün ne kadar çok korkmuştu. Ama şu an Hiddum hakkında ön yargı yaptığı için kendisine kızıyordu. Yargıda bulunmak için fazlasıyla erken bir zamandı aslında. Hiddum'a geleli bir gün bile geçmemişti. Üstelik henüz hiç Hiddarun görmemişti. Acaba neye benziyorlardı?

Üzerindeki zırhın ağırlığı da yorgunluğuna eklenince oturmaya karar verdi. Çantasını yanına koyup diğer gönüllülere bakındı. Herkes etrafındakilerle kaynaşmaya başlamıştı bile. Hatta Tamh, eski bir arkadaşıyla Gawan'ı tanıştırıyordu. Sohbet ediyor gülüyorlardı. Parus ise kendi başına oturmuş özgün silahıyla ilgileniyordu.

Oturunca bir fısıltı sesi duymuştu. Etrafına bakınmış ama sesin kaynağını bulamamıştı. Rüzgar tatlı tatlı esmeye başlayınca fısıltı sesini yeniden duymuştu. Sanki başka bir dilde birisi ona "Hoş geldin," diyordu. Rüzgar durunca sesler de kesiliyordu.

"Duyduğun şey, rüzgarın yapraklara çarpınca çıkarttığı ses. Buraya ilk geldiğimde bir ruhun bana fısıldadığını sanmıştım. Hatta o zamanlarda gönüllü olduğum için çıldırdığımı düşünmesin diye komutanıma bunu söyleyememiştim," Desan gülerek Amenia'nın karşısına oturmuştu. Amenia'nın ayağa kalkmaya çalıştığını görünce eliyle oturmasını işaret ederek konuşmaya devam etti. "Hatta Hiddarunlar buraya Fısıldayan Orman derler. Her ne kadar barbar bir ırk olsalar da isim vermek konusunda gerçekten iyiler."

"Bir çok konuda gerçekten iyiler efendim." Amenia'nın aklına bir soru takılmıştı. "Komutan Desan, size bir soru sorabilir miyim?"

"Söyle bakalım Hern'in kızı?"

"Hiddarunlar gerçekten bahsettiğiniz kadar barbar ve korkunç mu?"

Amenia'nın bunu soracağını beklemediği her halinden belliydi. Bu, küçüklüğünden beri Hiddarunlardan nefret ederek büyümüş birine sorulacak bir soru değildi. Hatta Amenia'nın bu sorusu Desan'ı kızdırmıştı. Nasıl bir Herraden bunu sorardı ki?

"Yarın akşama Andarun Kalesine varmış olacağız. O zaman görür, soruna cevap alırsın," diyerek ayağa kalktı. Sonra da biraz daha dinlenmesini söyleyerek yanından ayrılıp diğer komutanların yanına gitti.

Amenia yalnız başına kalınca düşüncelere dalmıştı. Yerdeki pembe çiçekler ona annesini çağrıştırmıştı. Uzanıp birini koparacağı sırada ağaç dallarından gelen sesle durdu. Kafasını kaldırıp tam tepesindeki dallara baktı. Yeşilli mavili sık yaprakların kapattığı dallarda biri vardı. Kalın dalı aşağıya eğebilecek canlının iri bir kuş olabileceğini düşündü. Ayağa kalkıp daldaki canlıya bakmaya çalıştı.

Daldaki canlı kıpırdayınca parlak metal kaplı iki pençe görmüştü. Birkaç adım daha ilerleyince bu iri kuşun göğsündeki parlayan zırhı fark etmişti. Yaprakların arasına öyle güzel saklanmıştı ki Amenia hariç kimse onu görememişti. Durduğu yerden sessizce Herradenleri izliyordu. Henüz Amenia'yı fark edememişti.

Amenia ağacın dalları arasındaki iri kuşu daha yakından görmek istiyordu. Yavaş hareketlerle doğru açıdan bakmak için güzel bir yer arıyordu. Gölgede kalan canlının altın renkli gagası ve parlak gözlerine hayran kalmıştı. Gagasından anladığı kadarıyla bir kartal olmalıydı. Ağaca bakarak yürümeye devam etti. Amenia'nın gözlemi kuru bir dal parçasına basmasıyla son buldu. Kartalla göz göze geldiler.

Kartal Amenia'dan daha çok şaşırmışa benziyordu. Paniklemiş gibi dallara çarpa çarpa uçmaya çalıştı. Amenia kartalı izlemeye çalışırken çıkan rüzgarla gözlerini kırpıştırdı. Gözlerini açtığında kartal fısıltılar eşliğinde gitmişti.

y.ö. 124 Hiddum Andarun Kalesi

Eran mektubu yazdıktan sonra Gar'hun'un yanına gitmiş, uzun uzadıya konuşmuşlardı. Önce Bakhu'nun intiharı hakkında yürüttüğü komplo teorilerini anlatmıştı. Gar'hun bunu konuşma esnasında uzun uzun düşünmüş bir sonuca varamamıştı. Diyebildiği tek şey "Artık daha çok dikkat etmelisin," olmuştu.

Sonra Nebulio batana kadar Gar'hun'un odasında Herradenlerin erken gidişleri hakkında konuşmuşlardı. Walen dumandan bedenini değiştirerek onları dinliyordu. Gar'hun İro'nun yokluğunu fark edince nerede olduğunu sormuş, Eran ava gittiğini söylemişti. İçinde bulundukları karmaşa yüzünden bu konuda durulmamıştı. Gar'hun, Eran'ın eğitiminin bu aralar çok aksadığını dile getirmişti.

"Aslan saldırısı, senin suçlanman, Herradenlerin gidişi derken diğer Prenssoylar eğitimde sana yaklaştı Eran. Artık eskinden daha hızlı bir şekilde eğitimine devam edeceğiz. İçindeki cevheri herkes görecek! Gar'hun'un öğrencisi nasıl olurmuş herkes bilecek!"

"Dediğin gibi Gar'hun; sadece bana yaklaşabilirler. İleride kral olduğumda bu senin sayende olacak!" İçtenlikle gülerek konuşuyordu. Gözleri kızıl renkte parlıyor, gülümsemesi karizmatikliğini arttırıyordu.

"O zaman yarın sabah ilk iş, derslere devam etmek olsun," Gar'hun'un altın renkli gözleri parlıyordu. "Şimdi doğru odana Eran. İyice dinlen. Sabah güzel bir kahvaltı et sonra da yazılı talim alanına gel. Bakalım kalemin de kılıcın kadar keskin mi?" Elini Eran'ın omzuna koymuş gülümsüyordu.

"Kalemimin keskinliğinden şüphen olmasın Gar'hun efendi," ayağa kalktı, gülerek devam etti. "Hocamın emri üzerine odama gideyim. Mâlum, yarın uzun bir gün olacak!"

"Hayret, Eran! Lafımı ikilettirmeden kabul ettin. Gamaların gidişi seni pek memnun etmiş demek ki. Bak şu işe. Herradenler olmasa Eran melek olurmuş." Gar'hun esprileriyle kapıya kadar öğrencisine eşlik etti.

"Düşünsene Gar'hun, Herradensiz bir hayat... Ne güzel olurdu!"

"Unutma ki Eran var olanın yokluğu geçmişi aratır."

Son sözüyle Gar'hun, Eran'ı aklını karıştırmıştı. Gar'hun'un son cümlesi zihninde dolaşırken loş koridorda ilerliyordu. Motivasyonu yerine gelmiş hava kararınca odasına gitmişti.

Odasına gelince ilk işi bütün mumları yakmak olmuştu. Ardından erken vakitte günlüğünü yazmaya koyuldu. Günlüğünü yazdıktan sonra zırhını çıkartıp rahat kıyafetlerini giydi. Saçlarını bağını çözüp serbest bıraktı. Gecenin serinliğinden ve leş kokusundan korunmak için pencereleri açmamıştı. Eline Hiddarun tarihini anlatan bir kitap alıp cam kenarındaki ahşap sandalyesine kuruldu, krallık dönemini okumaya başladı. Bir yandan da İro'yu bekliyordu.

Bir düzine sayfa okuduktan sonra nihayet İro gelmişti. Soluk soluğa gagasıyla pencereye vuruyordu. Eran kitabı bırakıp hızla pencereyi açtı. İro içeri girdiğinde nefes nefese biraz su istemişti.

"Sakin ol dostum, al biraz su iç." Eran, İro'yu yatıştırmaya çalışıyordu. "İyi misin İro? Neler oldu, yoksa bir saldırıya mı uğradın?"

İro dikkat çekmemek için avladığı yavru sülini yere bırakıp konuşmaya başladı.

"Hayır, saldırıya uğramadım. Mektubu Vaknas'a ilettim," hâlâ nefesi düzensizdi. Gagası aralık kanatları kabarıktı.

"Ne oldu o zaman İro? Anlat bana. Makton görmüş gibisin!"

"Mektubu Vaknas'a verdikten sonra gidişim dikkat çekmesin diye sülin avlamaya karar verdim. Fısıltı ormanında durup uygun bir av ararken sesler duydum. Önce yaprakların fısıltısıdır dedim. Ama sesler yaprak sesi değildi."

"Neydi o sesler İro! Ne gördün, Ne duydun?"

"Eran, Herradenler! Düzinelerce Herraden vardı!"

"Ne diyorsun İro!"

"Sözümü bölme Eran, daha söyleyeceklerim bitmedi. Bu sefer gelenler arasında sadece gri kanatlı Gamalar yok. Diğer ırklar da vardı! Tıpkı Vaknas'ın dediği gibi. Yarın akşama Andarun'a geleceklerini duydum."

"Bu hiç iyi değil, demek ki bu yüzden erkenden gitti Herradenler!"

"Eran! Herradenler arasında bir de kız vardı. Pudra pembesi kanatlı bir kız! Ve o kız, beni fark etti!"

☆☆☆☆

Continue Reading

You'll Also Like

64K 3.1K 28
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
3.5M 296K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
1.7M 93.7K 44
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
691K 16.2K 55
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...