Asperatus Nevm ✓

By mensemortuis

302K 23.7K 4.4K

2020 WATTY SCIENCE FICTION KAZANANI! Sıcak onu kanatları arasına alana kadar, ölüm hep soğuktu. Aldığımız der... More

c a s t
p l a c e s
❄p r o l o g ❄
❄ 1. BÖLÜM ❄
❄ 2. BÖLÜM ❄
❄ 3. BÖLÜM ❄
❄ 4. BÖLÜM ❄
❄ 5. BÖLÜM ❄
❄ 6. BÖLÜM ❄
❄ 7. BÖLÜM ❄
❄ 8. BÖLÜM ❄
❄ 9. BÖLÜM ❄
❄ 10. BÖLÜM ❄
❄ 11. BÖLÜM ❄
❄ 12. BÖLÜM ❄
❄ 13. BÖLÜM ❄
❄ 14. BÖLÜM ❄
❄ 15. BÖLÜM ❄
❄ 16. BÖLÜM ❄
❄ 17. BÖLÜM ❄
❄ 18. BÖLÜM ❄
❄ 19. BÖLÜM ❄
❄ 20. BÖLÜM ❄
❄ 21. BÖLÜM ❄
❄ 22. BÖLÜM ❄
❄ 23. BÖLÜM ❄
❄ 24. BÖLÜM ❄
❄ 25. BÖLÜM ❄
❄ 26. BÖLÜM ❄
❄ 27. BÖLÜM ❄
❄ 28. BÖLÜM ❄
❄ 29. BÖLÜM ❄
❄ 30. BÖLÜM ❄
❄ 31. BÖLÜM ❄
❄ 32. BÖLÜM ❄
❄ 33. BÖLÜM ❄
❄ 34. BÖLÜM ❄
❄ 35. BÖLÜM ❄
❄ 36. BÖLÜM ❄
❄ 37. BÖLÜM ❄
❄ 38. BÖLÜM ❄
❄ 39. BÖLÜM ❄
❄ 40. BÖLÜM ❄
❄ 41. BÖLÜM ❄
❄ 42. BÖLÜM ❄
❄ 43. BÖLÜM ❄
❄ 44. BÖLÜM ❄
❄ 45. BÖLÜM ❄
❄ 46. BÖLÜM ❄
❄ 47. BÖLÜM ❄
❄ 48. BÖLÜM ❄
❄ 49. BÖLÜM ❄
❄ 50. BÖLÜM ❄
❄ 51. BÖLÜM ❄
❄ 52. BÖLÜM ❄
❄ 53. BÖLÜM ❄
❄ 54. BÖLÜM ❄
❄ 55. BÖLÜM ❄
❄ 56. BÖLÜM ❄
❄ 57. BÖLÜM ❄
❄ 58. BÖLÜM ❄
❄ 59. BÖLÜM ❄
❄ 60. BÖLÜM ❄
❄ 61. BÖLÜM ❄
❄ 62. BÖLÜM ❄
❄ 63. BÖLÜM ❄
❄ 64. BÖLÜM ❄
❄ 65. BÖLÜM ❄
❄ 66. BÖLÜM ❄
❄ 67. BÖLÜM ❄
❄ 68. BÖLÜM ❄
❄ 69. BÖLÜM ❄
❄ 70. BÖLÜM ❄
❄ 71. BÖLÜM ❄
❄ 72. BÖLÜM ❄
❄ 73. BÖLÜM ❄
❄ 74. BÖLÜM ❄
❄ 75. BÖLÜM ❄
❄ 76. BÖLÜM ❄
❄ 77. BÖLÜM ❄
❄ 78. BÖLÜM ❄
❄ 79. BÖLÜM ❄
❄ 80. BÖLÜM ❄
❄ FİNAL PART I ❄
❄ FİNAL PART II ❄
❄ FİNAL PART III ❄
❄ ö z e l b ö l ü m ❄
2. Hikaye Duyurusu

❄ 81. BÖLÜM ❄

1.6K 160 16
By mensemortuis

Asperatus'un bir toz bulutu haline gelmesi ile savaş alanında korkutucu bir uğultu başlamıştı. Herephia'ın heybetli soğuğu her saniye biraz daha kırılıyor ve rüzgar, tüm çığlıkları ile boyutun her bir karışını turluyordu. Vanslar köşeye çekilmiş, tıpkı aç sırtlanlar gibi avlarını heyecanla bekliyordu. Mavris'in önderliğindeki askeri birlik, yüzer kişilik onlarca sıra ordusu ile akademinin geniş açıklığında akıl almaz bir düzende tetikte duruyordu. Her birinin elinde kullanımı yasaklanan binlerce tehlikeli silah vardı ve bu silahların kabzalarının etrafını ürkütücü bir duman çevrelemişti. Sanki büyü ve teknoloji, yıllar sonra yeniden ittifak yapmıştı. Bu yenilmez ordu, tahmin edilenden çok daha iyi hazırlanmış bir şekilde karşılarına çıkmıştı isyankarların.

Akademinin en üst katında beklemekte olan gençler için de işler çok daha farklıydı. Onlar ne kadar iyi eğitilmiş olsalar da, böylesi bir ordu ile savaşacak kadar yeterli değillerdi. Elbette her biri kendi yetenekleri çerçevesinde cesurdu. Ancak cesaret savaşın önüne geçemiyordu. Gururla ölmek ise işin bahanesi olup çıkıyor, isyan tarihe sadece adını kazıyordu.

İşin iyi bir tarafı olmadığı doğruydu. Ancak şu açıdan bakılacak olursa da, karşılarında duran heybetli ordunun, onları hafife almadığı büyük bir gerçekti.

Yarım ay şeklindeki buzdan pencerenin gümüşi işlemeli camından aşağı bakmakta olan Zack, gözgöze geldiği vans ile birlikte panikleyerek geriye doğru kaçtı ve sendeleyerek yere düştü. Elleri ile zeminden destek alırken ağzından sert bir küfür kaçmış, yanındaki arkadaşlarının da dikkatini pencereye vermesini sağlamıştı.

"Tanrılar aşkına!" Dedi Enis, iri mavi gözlerini bir kez olsun aşağıdaki ordudan ayıramayarak. "Ben yine gelecekten imgeler mi görüyorum, yoksa aşağıdaki bu inanılmaz şey Asperatus mu?"

"Ta kendisi," dedi Nolan.

"O çok, çok," Zack yutkunmakta güçlük çekiyordu.

"İlahi mi?"

Bee'nin ten rengi her heyecanlandığında olduğu gibi maviye dönüşürken oldukça tiz sesi, bozuk plaklar gibi cızırdamıştı.

Nolan'ın yanında bulunan İsimsiz'in bakışları ise babası Mavris'te ve yalancı asperatusun üzerinde bulunan üvey kardeşi Amanda'daydı.

Amanda'nın beyaz saçlarının arasında bulunan altın işlemeler can yakıcı bir güzellikte parlıyordu. Bir papatyayı andıran ten rengi soluk ve dikkat çekiciydi. Küçük burnu, altından kirpikleri ve ince bedeni ile asilce duruyordu. Beyaz teninin üzerini kapatan dolgun kırmızı dudakları, gözlerinden sonra, vücudunda bulunan tek lekeydi. Genç kadının kırmızı gözleri karşısındaki tabloya nefretle bakıyordu. Onu ne üzerine giymiş olduğu beyaz elbisesi, ne de tenine işlemiş aydınlık barışçıl kılıyordu.

Kız kardeşinin tek isteğinin intikam olduğunu çoktan anlamıştı İsimsiz. Şüphesiz buradaki ilk hedefi de kendisiydi.

İsimsiz'in bakışları yeniden babasına kaydı. Amanda'yı buraya getirerek neyi amaçladığını çözmüştü. Kız kardeşinin arkasında bulunan galanodel ordusunun hedefi farklılardı. Onları yenemeyeceklerini fark etmişler ve kendi gezegenlerini de tehlikeye atmışlardı. Bir zamanlar düşman olan halklarının melez çocuklarını buraya toplayarak daha fazla can almayı amaçlıyorlardı.

Nolan'ın omzuna dokunduğunu hissettiğinde geçmişinden sıyrılan İsimsiz, zoraki dik duruşunu sergileyerek başını iyiyim der gibi salladı. Aslında içerideki herkes gibi o da iyi değildi. En yakın arkadaşını kaybetmişti. Öğrencileri ardı ardına yaşadıkları durumdan dolayı kendi dünyalarına çekilmişti ve eğer dik durmazsa, en azından öyle görünmezse, her şeyin daha kötüye gideceğini düşünerek ayakta görünmeye çalışıyordu.

"Mavris'in yanındaki ordu da neyin nesi?" diyen Selen, başını arkadaşlarına çevirmişti. Fakat onlar da kendisi gibi hiçbir şey bilmiyordu.

İsimsiz gözlerini babasından çekti ve farklılara baktı. "O gördüğünüz ordunun komutanı babam. Yanındaki de kız kardeşim Amanda. Ve onun arkasında duran o koca ordu benim gezegenimde bulunan tutsak galanodeller."

"Tutsak ne dedin?" Konuşan Zack'ti.

İsimsiz derin bir nefes aldı ancak anlatmadı. Onun yerine Nolan konuşmayı devralmıştı.

"Mehir'in bedenine giren yılanı hatırladınız mı? Ya da o efsaneyi?"

Bee hayretle öne çıktı. "Sakın bana Euryale'in soyu deme!"

Nolan başını tutarlı olmaya çalışır bir şekilde salladı. "Kısmen."

"Yani?" dedi Enis ellerini devam et der gibi abartı ile oynatırken.

"Yani Amanda, kehaneti başlatan kadının kızı."

"Anlamıyorum," diyen Zack, İsimsiz'e bakmıştı. İsimsiz ellerini cebinden çekti ve yönünü gençlere döndü.

"Galanlar ve odeller, kehanetin gerçekleştiği gün düşman iki ırka dönüşmüştü. Ancak bir zamanlar dost oldukları gerçeği yüzünden birbirleri ile evleniyorlar ve çocuk sahibi oluyorlardı. Böylece melez bebekler doğmuştu. Fakat sonra Euryale yakıldı ve iki ırk sonsuz bir düşmanlıkla yollarını ayırdı. Bebekler de karantinaya alınmıştı. Esirdiler ancak her biri Amanda'nın gözetiminde nefes alabiliyorlardı. Görünüşe göre kız kardeşim onlardan koca bir ordu yaratmış."

Başlarını sallayan gençlerden Bee, yeni bir soru daha yöneltti İsimsiz'e.

"Peki onlar ne? Yani ne özellikleri var?"

İsimsiz yüzünü elleri arasına aldı ve başını sıkıntı içerisinde salladı. "Onlar birer yılan."

"Mehir gibi mi?" dedi Zack.

İsimsiz başını olumsuzca salladı. "Tek bir nefeste, ruhundaki tüm canlılığın yok oluyor." Başını kaldırıp Zack'in gözlerinin içine baktı ve korkutucu bir tonda, her bir kelimenin üzerine vurgu yaparak konuştu. "Tek bir nefes."

Farklıların gözlerinin içi büyümüştü. İçlerinden bir çoğu titriyor. Diğerleri ise hala olayın şokunun etkisinde öylece bekliyordu.

En nihayetinde birisi konuştu. Fakat söyledikleri pek de iç açıcı değildi.

"Burada öleceğiz. Kendi kuyumuzu kendimiz kazdık."

Olumsuz fikirleri öne atan Nick'in yanına giden Zack başını hayır dercesine salladı.

"Bunun zaten olacağını biliyorduk Nick."

Nick soğuk duvara başını yasladı ve ağırca yere kaydı. Şok yaşıyordu. "Mehir'i dinlemeliydik."

"Nick kendine gel," dedi Nolan, Doris'in hırçın sesini duymadan evvel.

"Mehir'i dinleyecekmişiz. Bunların hepsi Mehir'in yüzünden değil mi zaten?"

Nolan uyardı. "Birilerini suçlamaktan vazgeç artık. Kira ve Hannah bunları duymuş olsaydı, senden utanırdı."

"Mehir'i ilk suçlayan da Kira değil miydi! Neden? Arden'i öldürdüğü için. Tıpkı dışarıdaki galanodel ordusu gibi emdi onun ruhunu. Utanacak tek kişi Mehir."

"Doris!" Bu uyarı Zack'ten gelmişti.

"Gözlerinizi açın ve etrafa bakın." Genç kız çılgınca kollarını sallamıştı. "Öleceğiz! Hepimiz!"

İsimsiz sertçe araya girdi. "O lanet çeneni kapayacak mısın yoksa ben mi kapatayım?"

Tartışma devam ederken tam o esnada aşağıda yüksek bir ses duyuldu. Ortamdaki gerilim yerini meraka bıraktı ve herkes tetikte beklemeye koyuldu. Oyuncu ve Mehir kapıyı açmış olmalıydı diye düşündüler. Zira aşağıdaki ordu kıpırdamadan yerlerinde duruyordu.

Zack kimsenin düşünmesine fırsat bırakmadan hızla öne çıktı ve acele ederek konuşmaya başladı. "Pekala," dedi ellerini çırparken. "Peyton, ben ve Bee gözcü kulesine, Nolan, İsimsiz ve Selen cephaneye, Enis, Ed, Gav, Anabelle, Lee, Noah ve Rick ise arka kapıya gidiyor. Fazla vaktimiz yok."

Bir yandan silahını kemerine sabitliyor, diğer yandan hızlı adımlarla sağ tarafında bulunan dolaba doğru ilerliyordu. "Eğer ana kapıyı geçemez iseler-"

Zack henüz konuşabilmişti ki aşağıdan büyük bir kükreme sesi duyuldu. Genç adam panikle hareketlerini hızlandırdı. "Lanet olsun," derken bir yandan da dolaptan çıkardığı pelerinleri arkadaşlarına fırlatıyordu. "Acele etmezsek birazdan o kükreyişin hedefi biz olacağız. Hemen giyin şunları."

Doris hiddetle öne çıktı.

"Bekle. Şimdi bizi burada mı bırakıyorsunuz? Bu da ne demek oluyor?"

"Aşağıda bir grup çocuk var Doris. Onları koruyacak kişiler lazım."

"Altair ve Müdire zaten yanlarında!" diyerek isyan etti genç kız. "Ben de sizinle geliyorum."

Pelerini üzerine geçirmekte olan Ceyhun, Doris'e bıkkınlık dolu bir bakış attı.

"Sus da giy şunu," dediğinde Doris, bir göğsünün hemen altına bastırılan pelerine bir de sesin nereden geldiğine hayret ediyordu.

Zack'e dehşetle baktı. O sırada gruplar çoktan dağılıyordu. Zack kapıdan çıkar çıkmaz yutkunan Doris "Ceyhun?" dedi. Odada kimseyi göremiyordu ve bu onu ürkütüyordu.

"Pelerini giy." Dedi sesin sahibi. Doris ikiletmeden gümüş rengi örtüyü üzerine geçirip önünü iliklediğinde, önce bir baş dönmesi, ardından görüş bulanıklığı ile karşılaştı. Kalp atışı korkudan yükselirken elleri titremişti. Birkaç saniyelik denge kaybının ardından her şey yeniden netlik kazandı. Az önceki gençleri gördü ve derin bir nefes aldı. Ceyhun ona bakıyordu.

"Bu da ne böyle?" dediğinde, üzerindeki pelerine tuhaf bakışlar atıyordu.

Genç adam omuzunu silkti ve öne doğru ilerledi. "Acil durum şeysi işte."

"Neden yalnızca biz? Diğerlerinin giymesi de gerekmiyor muydu?"

"Çok konuşuyorsun."

"Yalnızca öğrenmek istiyorum."

"Hangimizin daha savunmasız olduğunu düşün ve şu çeneni kapa. Her an içeri biri girebilir."

Doris aldığı yanıt karşısında önce şüphe içerisinde diğerlerine baktı. Farklıların arasındaki tek insandı ve bu elinde olsun veya olmasın onu inanılmaz derecede korkutuyordu. Fakat heyecanını gizledi ve yalnızca gözlerini devirmekle yetindi. Kimse korktuğunu anlamamalıydı.

Tüm gençler bu konuşmanın ardından odanın belirli köşelerine belirli ve zekice bir nizam ile konumlandılar. Farklılar yeteneklerini kötüye kullanacak oldukları için tedirginken Doris'in elinde yalnızca bir silah ve orta boylarda bir bıçak vardı. Düşman askerleri içeri girdikleri anda saldırmayı hedefliyorlardı.

Kasvetli odanın içerisinde bunaltıcı bir hava hüküm sürerken, buzdan merdivenlerde tok ve hızlı adım sesleri duyulmaya başladı. Herkes tetikte bekliyordu. Adım sesleri hızlandı, hızlandı ve hızlandı. Bu kaba seslerle bir araya gelen nefes sesleri kapıya her saniye biraz daha yaklaşırken Rose ellerini kapıya doğru uzattı. Genç kızın ellerinden yükselen alevler hedefini ararken Ceyhun kısık sesle Rose'u uyardı.

"Bekle." Sesi fısıltıdan ibaretti.

Rose itiraz eder gibi kaşlarını çattı fakat Ceyhun'u dinlemek zorunda kaldı. O sırada adım sesleri neredeyse kapının ucuna yanaşmıştı. Hepsi korku ve panikle yeteneklerine sarılıyordu. Birazdan içeri gireceklerdi. Ya onlar düşmanlarını, ya da düşmanlar onları lime lime edecek ve buradan kimsenin çıkmamasına neden olacaklardı.

"İçeri girelim! Çabuk!"

Ses artarken yerini panik dolu çığlıklara bıraktı. "Çabuk!"

Gençler dehşetle sesin sahiplerine bakarken Oyuncu bir süre gözlerini boş odada şüphe içerisinde gezdirmişti. "Lanet olsun burada değiller."

Oyuncu, Mehir tarafından hızla sürüklenmeye başladığında içeridekiler yutkunmuş ve hazır olmanın verdiği güçle yeteneklerine sarıldılar.

Ceyhun "Şimdi," diyerek kollarını öne uzattığında hep bir elden ateş açan gençler kapının yanından hızla hücum eden askerleri bir bir düşürmeye başladılar. Tabii içlerinden kurtulanlar da oluyordu. Onların da tek isteği şüphesiz kurt ve kızı yakalayıp müttefiklerine iade etmekti.

Arkalarına bakmadan koşan Oyuncu ve Mehir nefes nefese uzun koridorlarda koşmaya devam ederken arkalarından iki el ateş sesi duyuldu. Mehir hızını kesmeden başını geriye attı ve ona ateş eden adamı bacağından vurdu. Fakat silah sesleri artmış ve neredeyse köşeye sıkışmışlardı.

"Kaçmak pek de iyi bir fikir değilmiş ha!"

Mehir'in alay ve öfke dolu sesine karşılık iki askeri daha indiren Oyuncu da tıpkı onun gibi bağırdı.

"Daha iyi bir fikrin var mı?"

Mehir rastgele arkaya ateş açtı. Fakat kimseyi vuramamış, aksine askerleri epey bir öfkelendirmişti.

"Ne biçim efsanesin sen. Kullansana şu güçlerini. Yoksa burada ölmeyi mi istiyorsun? Seni bilmem ama benim Asperatus'un yemi olmaya hiç niyetim yok."

Oyuncu, Mehir'e bakmadan koşmaya devam etti. Bir yandan kurşunlardan kaçmak, diğer yandan da konuşmak onu oldukça zorluyordu.

"Her şeyin yeri ve zamanı vardır derler."

Mehir öfke ile arkasına ateş etti. "Dua et de, zaman ve mekan ararken alnımızın ortasından bir kurşun yemeyelim."

"Ölmeyeceğimi biliyorsun."

Gümüş şamdanlığı yere deviren Mehir hızla üzerinden atladı ve onları kovalayan askerlere üç el ateş daha açtı. Kurşunlardan birisi devasa avizeyi koridorun ortasına düşürürken yüksek bir gürültü kopmuştu. Avizenin parçalarından gözlerini alan Mehir tekrardan önüne döndü ve o sırada yolun sonu ile karşılaştı.

"Lanet olsun," dedi Mehir.

"İşte aşağıda tam da bundan söz ediyordum. Köşeye sıkıştığın anda tek yapman gereken kaçman. Yoksa burada-"

"O halde kaçalım."

Oyuncu askerlerin devasa avizeden geçmeye çalışmasını izlemeyi bırakıp Mehir'e baktı. Genç kız ellerini buzdan duvara yaslamış bir şeyler yapıyordu.

"Kenara çekil," dedi Oyuncu'ya.

Oyuncu ne olduğunu anlamasa da hızla kenara kayarken Mehir çoktan alev almaya başlamıştı. Koca bir alev topu haline gelen kıza yaklaşmaya çalıştı ancak kıvılcımlar yüzünden geri çekilmek zorunda kaldı.

"Delirdin mi sen? O duvarı mı eriteceğini düşünüyorsun?"

Mehir konuşmadı ve işine odaklandı. Zira saniyeler aleyhine işlemekteydi. Tüm gücü ile alevlerin duvarı sarmasını sağlıyor ve iterek başka bir yöne çıkmaya çalışıyordu. Yerde biriken su göleti ayak bileklerine kadar ulaşmıştı. Genç kız yanındaki adamın tüm itirazlarına rağmen işine son vermedi. Nihayetinde sönen genç kız arkasına döndüğünde, avizeyi aşmakta olan askerlerle karşılaştı. Çıkanları yere seren Oyuncu'ya bakmadan "Duvara yüklen," dediğinde genç adam ne dediğini başta anlamamıştı.

"Çıkmamıza az kaldı. Duvara yüklenmemiz lazım."

İkisi de aynı anda kollarını duvara sabitlemiş ve sanki karşılarındaki bir dolapmış bir itelemeye devam etmişti. Fakat bu, güneşi kenara çekmek kadar zor bir şeydi.

"Bu böyle olmayacak," diyen Oyuncu arkasına döndü ve üç askeri daha yere serdi. Bir yandan ateş ediyor, diğer yandan Mehir'e bakıyordu. İkisi de kan ter içinde kalmışlardı. Avizenin arkasındaki kalabalık tıpkı bir karınca sürüsü gibi çoğalıyordu ve onlarla baş etmek her geçen dakika daha zor hale geliyordu.

"Mehir bırak şu aptal duvarı!"

"Hayır! Elim kolum bağlı bir şekilde ölmeye niyetim yok benim. Senin zamanını bekleyecek kadar da sabırlı değilim!"

"Mehir!"

Oyuncu ateş ederken elindeki silahın şarjörünün bitmesi ile panikle etrafına bakındı. Artık askerleri önleyecek bir aracı da kalmamıştı. Öfke içerinde elini saçlarına atarken Mehir'e yeniden bağırdı.

"Ya ateş et ya da o lanet duvarı kendi kaderine bırak! İşe yaramayacak diyorum. İnadın yüzünden ikimiz de öleceğiz."

"Kapa çeneni," diyen Mehir kemerindeki silahı öfke içerinde Oyuncu'ya fırlattı. "İşe yaramak zorunda."

Oyuncu yeniden askerlere ateş etmeye başlamıştı. Bu silahında dayanmayacağını fark eden adam panikle Mehir'e baktı. Sanki dışarıda olanlar umurunda değilmiş gibi davranıyor ve duvardan ellerini çekmiyordu.

Zaman geriye doğru saymaya başladığında panik arttı ve tam o sırada Mehir'in silahının da şarjörü bitti. Oyuncu gözlerini bariyer olarak kullandıkları geniş avizeden alamıyordu. Zira üzerilerine yürümekte olan onlarca asker vardı.

"Mehir?"

"Pekala," dedi genç kız duvardan ellerini çekip öfke ile erimekte olan buza bakarken. "Senin dilinden konuşalım."

Oyuncu genç kızın ne yapacağını anladığında "Hayır," diyerek onu kenara fırlattı ve duvara oldukça güçlü bir tekme geçirdi. Eğer dönüşürse onu ayıltmak oldukça güç olacaktı.

Duvar korkunç bir gürültü eşliğinde tuzla buz oldu ve içeriye hırçın bir rüzgar girdi. Kar ve toz fırtınasının birleştiği keskin hava iki gencinde ciğerlerine dolarken Mehir gözleri irice açılmış şekilde Oyuncu'ya bakıyordu. Oyuncu ise dışarıdaki dondurucu soğuğa. Tam o esnada genç kızın gözleri askerlere kaydı. Ellerindeki silahın hedefi ise oldukça açıktı.

Mehir az önceki olayın şokunu üzerinden çabucak attı ve hızla ayağa kalkarak Oyuncu'ya doğru adım attı. Henüz genç adam arkasını dönmemişti ki, omuzlarını kavradığı adamı, kendisi ile birlikte onlarca metre yükseklikten aşağı bıraktı.

Sonu hissetmişti. Uzun bir şiirin son dizelerinde olduklarını biliyordu.

Amacına ulaşmıştı ulaşmasına ama yaptığı hesaba, kendilerine doğru uçmakta olan Asperatus'u katmamıştı. Asperatus ise bu kez Mehir'i elinden kaçırmaya hiç mi hiç niyetli değildi.

***

Vans: Yalancı Asperatus'lar gibiler. Kurt görünümlü devasa yaratıklar. Onlar da bir zamanlar Consol'a çalışıyordu.

Galanodel: Galan ve Odel halkının melezleri. Hikayenin sonundaki kehanette onlara değiniyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

A0023 By ruhperver

Science Fiction

844K 71.2K 58
On altı yaşındaki Reena zamanda donduruldu. Yıllar sonra gözlerini yeni bir dünyaya açtı. Ait olduğu medeniyet yok olmuş ve geriye yalnızca bir ülke...
453K 13.8K 51
işten eve dönerken ıssız bir ormanda duyduğu sesin peşine gitti ve bu bulunduğu yer onun hayatının değişim noktasıydı. * * * * * İLK KİTABIM OLDUĞU İ...
1.2K 77 4
Selamlar! Yararlı olduğunu düşündüğüm Kitap Tasarım İpuçları kitabımı seri hale getirmeyi planlıyordum ve sonunda ikinci kitabım! Hoşgeldiniz efendim...
236K 13.6K 59
Tamamlandı;) Her şey Eski sevgilisi diye yazdığı adam Yüzbaşı çıkınca başladı 🤭