Mahoutokoro Jōshō | 魔法所 上昇

By kaitamanik

8.9K 846 3.6K

Düşen karanlık, peşinde gölgelerini sürükledi 2017'nin kışına kadar. Modern hayatın sihri Mahoutokoro'nun kor... More

prolog ;
1 ;
2 ;
3 ;
4 ;
5 ;
6 ;
7 ;
8 ;
9 ;
10 ;
11 ;
12 ;
13 ;
14 ;
15 ;
16 ;
17 ;
18 ;
19 ;
20 ;
21 ;
22 ;
23 ;
24 ;
25 ;
26 ;
27 ;
28 ;
29 ;
31 ;
32 ;
33 ;
34 ;
35 ;
36 ;
37 ;
38 ;
39 ;
40 ;
41 ;
Guise (Mahoutokoro AU)
42 (SON)

30 ;

188 19 104
By kaitamanik

Kyoto'daki evin bahçesinde Sakura ağaçlarının dalları bomboştu. Bambuların arasından görünen ev birsürü farklı büyüyle korunuyordu. 25 gündür bu malikanede bazen uyku bile uyumadan çalışıyorlardı. Bu yer daha büyüktü sıkışık apartman dairesinden.

Ama Tokyo'daki evin eski ruhu yoktu ne yazık ki..

Depo yerine aynalar dolu bir odada çalışıyorlardı. Ama Jisoo eski evin ufak deposunu daha çok seviyordu.

"Bütün anılarımız..O evle yandı." dedi Jisoo derin bir nefes vererek. Volta attıkça postalları zeminde gıcırdıyordu.

"Çokta güzel günler değildi Jisoo. Savaştaydık." dedi Mina da köşede onu izlerken. Dışarıdan bakan gerçekten bir askeriyenin kadın komutanları sanabilirdi ikisini. Özensiz toplanmış saçları, siyah postalları ve her daim üzerlerinde taşıdıkları yedek asa askılıklarıyla post apokaliptik dönemde yaşayan savaşçılara benziyorlardı.

Tek farkı, gerçek silah yoktu.

"Silah kullanımında ok ve yay önermiş Seungyoon. Hala ateşli silah kullanmıyor oluşumuz saçmalık." dedi Jackson üst kattan depar atarak inerken.

"Avada kedavra varken ateşli silahı nerene sokacaksın animagus." dedi Jungyeon kendine has tavrıyla eşinin yanına gelirken. Elinde asa çeviriyordu. Oda mor atleti ve üzerine astığı asa askılığıyla aynı havayı taşıyordu.

"Ok ve yay çok lazım çünkü."

"Sessiz ve iz bırakmaz. Bence mantıklı." diyen Jinyoung olmuştu. Kendinden beklentidiği gibi yine mantıklı konuşuyordu.

"Ah siz iki zeka küpü sakın ağzımı açtırmayın." diye yaka silkti Jackson. Artık uzamış olan bıyık ve sakallarıyla cidden orta çaplı bir animagusa benziyordu.

"Dolunayda dönüşüyor mu bu?" diye sordu Jinyoung Jungyeon'a. Jackson'ı tiye alıyordu.

"Inan ki benden ondan korkuyorum. Bir gece haberim bile yokken dönüşecek diye." diyerek yanıtladı Jungyeon gülerek.

"Ya!" diye çıkışmasıyla hepsi Jackson'a güldüler. Sonra Lisa geldi yanlarına.

"Kyoto'yu niyeyse özlememişim." dedi sarışın kadın Jisoo'ya kahve uzatırken. Sabahları erken uyanıp direk işe başlamak için ihtiyaçları oluyordu.

"Uzun zamanda geçse de bir yere ait anılar hep kalıyor, dimi?" dedi Jisoo da ne yanıt vereceğini bilemeyerek. Lisa acıklı acıklı gülümsedi Lord Dragon'ın Kyoto'daki malikanesinde geçirdiği korkunç günlerin hatırasıyla.

"Ok ve yay kullanacakmışız." diyip elindeki ok ve yayı sallayarak üst kattan inen Yugyeom'du bukez.

"Seungyoon ne yapacağını biliyordur. Ona güvenelim." dedi Mino genç adamın getirdiği ok ve yayı yakalarken.

Bir tane oku yaya geçirdi. Gözünü sabitleyerek Yugyeom'a çevirdi oku.

"Atıp yılların öcünü mü alsam deve dikeninden?" diyince gülüştüler.

Nayeon Mino'nun hedeflediği okun ucunu yere ittirdi.

"Oynama şununla. Bide Yugyeom'un yarasıyla mı uğraşacağız bu kadar işin içinde?"

"Ya boz ayı..Kocamla uğraşma." dedi Lisa da kenardan.

"Sen sus sarışın." diye kızdı Mino da.

"Çok salakça ama..Özlemişim." dedi Mark hepsine tek tek bakarken.

"Mino ve Yugyeom'un saçma sapan atışmalarını bile.." diye ekledi onlarla birlikte gülerken.

"Kaynatıyor." dedi Yeri uzaktan izledikleri ekibi gözleriyle Jungkook'a göstererek. Yorulduklarından yere oturmuş soluklanıyorlardı.

"Harika değiller mi?" dedi Jungkook şakalaşmalarını izlerken.

"Bizde böyle olalım istiyorum. Kopmayalım yıllar da geçse.." dedi Yeri çocuğa dönüp gülümseyerek.

"Ya! Kızıl cadı ve çok bilmiş ukala! Beş tur daha düello yapıyorsunuz. Şimdi!" diye seslendi Mino ikisinin kaytardığını görünce.

Ofladı Jungkook ayağa kalkarken. Yeri ağlar gibi bir surat yaptı. Jungkook elini uzattı kıza kalksın diye.

"En az harikaları Mino sunbae ama." dedi mırıldanarak. Yeri çocuğun elini ittirip kendi kalktı ayağa.

"Deme öyle.." diyip Jungkook'u karşısına ittirdi Yeri de. Hala Mino'ya laf getirtmiyordu.

"Çok bilmiş ukala varya, Jeon Jungkook.." dedi Mino diğerlerine çocuğu gösterirken.

"Şuradakilerin en iyisi diyebilirim. Ailesinde bir köken olmaması şaşkınlık verici. Daha ne kadar üstüne çıkabilir, görebilmek için zorluyorum.." dediğinde hepsi çocuğa odaklanmıştı.

"Sadece biraz konsantrasyonu bozuk sanırım. Konsantre olması gereken eğitimlerde afallıyor." dedi Nayeon. Patronus, böcürtle savaşma, protego büyüleri gibi dersleri o verdi çocuklara. Hepsinin Patronus'u olsa da patronusla yapılabilecek daha çok şey vardı.

"Kızıl cadıdan sebep ya..Bir kere başkasıyla eşleştir bak farkı göreceksin." diye ekledi Mino gülerek. Zeki çocukları severdi. O yüzden aslında Jungkook'u ayrı bir sevmişti. Sadece her zaman yaptığı gibi şımartmak yerine daha sert eğitme yolunu seçmişti.

"Hepsi iyilikleri için ama..Muhtemelen senden nefret ediyorlar." dedi Jisoo gülerek.

"Ayrıca kızıl cadı bendim! Nasıl pabucum dama atılmış öyle.." diye ekledi Jisoo.

"Merlin..Karım diyorum, çiçeğim diyorum böceğim diyorum..Neden kızıl cadı değilim artık diyor." dedi Mino derin bir iç çekerken.

Güldüler ikisinin atışmalarına.









"Minatozaki! Nasıl buldun burayı?" diyerek ayağa zıpladı Seungyoon. Müdür üniforması yoktu. Onun yerine kazak ve pantolon vardı en basitinden.

"Seni en son Mahoutokoro'da okurken böyle görmüştüm." dedi Sana çocuğun kıyafetinin basitliğine atfen. Seungyoon ilkten üstüne başına baktı sonra koşup genç kadına sarıldı.

"Mark'la konuşmuştuk bu ev hakkında. Bir ay kadar önce.. Oradan hatırladım." dedi gülümseyerek.

"Ne zamandır gelmeyince..Gittin sandım." dedi Seungyoon hala orada olduğuna inanamayarak kadının.

"Norveç benim için bitti artık Yoon-san." dedi Sana orada kalan bir evi olmadığını hatırlayarak.

"Chaeyong ve Jennie'yi arıyordum." diye itiraf etti en son.

"Jennie'nin Bobby diye bir adamla ilişkisi varmış. Ama Bobby de Jennie de günlerdir görüşmüyormuş arkadaşlarıyla. Bana gösterdikleri evde Chaeyong'un  da yaşadığını anladım çünkü 35 numara ayakkabılar falan vardı girişinde. Eşyaların çoğuda toplanmış. Yarı yarıya boştu ev. Apar topar kaçmış olmalılar." dedi Sana içi rahatlayarak. Yakalanmadıklarına seviniyordu.

"Sevindim.." dedi Seungyoon.

"Haberci kuş.." diye devam edecekti ki Sana'nın yüz ifadesi neredeyse bi 50 60 tane yolladığının göstergesiydi.

"Neyse..Biri ulaşırsa bizimle iletişime geçerler." dedi Sana derin bir nefes vererek. Dünyanın herhangi bir yerinde olabilirlerdi. Karanlığa kurşun atmak gibiydi bu.

"Gel seni çaylakların yanına götüreyim. Biraz paniklesinler." diyip kıkırdadı Seungyoon kadının elini tutup ofisinden aşağı inen merdivenlere yönlendirirken.

"Çok kötüsün Yoon-san.."










Mahoutokoro her güne daha karanlık başlıyordu.

Kang Seungyoon'a kimse ulaşamayınca okula atanan müdür elbette Shi'lerden biri olmalıydı. Kim Doyeon'un annesi Kim Saeron geçici müdür olarak gelince bu durumdan en rahatsız kişi yine Doyeon olmuştu.

"Rahat bırakmıyor beni." diye isyan etti Joy'a.

"Wendy denen kız mı yetiştiriyor acaba ne yaptığını ona?" dedi Joy aklına gelen ilk fikirle.

"Hayır. Wendy'le arkadaşız, sanmıyorum. Gözü üzerimde ama bunaldım artık." diyip yaka silkti Doyeon.

Wendy okula Nekomata'nın temsili olarak atanan koruyucusuydu. Okuldaki düzen ve disiplinden sorumlu olan genç Mahou Shoujo geldiğinden beri Doyeon ve Seulgi'yle çok iyi geçinir olmuştu.

"Kıza bok atma. Kadının eli kolu heryerde." dedi Seulgi ayaklarını ortadaki geniş sehpaya uzatırken.

"Ne bileyim be.." diye omuz silkti Joy'da.

Giden Yoldaşlık üyeleri ve Müdür Kang'la birlikte okulun aurası tamamen kararmıştı. Müdür diye koyulan kadın; Kim Saeron okuldanda, bulanık ve melezlerdende nefret ediyordu.

"Karanlık Sanatlar da büyüleri kimler üzerinde deneyecekmişiz duydunuz mu?" dedi Yoongi ortak salona girerken.

"Bulanıklar mı?" diye sordu Hwasa umursamaz ifadesiyle.

Yoongi "Safkan olmayan birinci sınıflar." dediğinde Seulgi'nin yüzü öfkeli bir hale döndü.

"Birinci sınıflar mı?" diye sordu inanamayarak.

"Ya..Birinci sınıflar. Ne yapıyoruz artık ben bile kestiremiyorum. Merlin..Yıl 2017." dedi Yoongi derin bir nefes verirken.

Hepsi çocuklara büyü yapma konusunda tedirgin olmuşa benziyordu. Doyeon bile hoşlanmamıştı bu fikirden.









"Minatozaki Sana mı o?" diye sordu Moonbyul koluyla dürtüklediği Jimin'e.

"O gibi duruyor." dedi Jimin kalkıp üstünü başını silkelerken. Kendilerine doğru geliyordu.

"Senpai hoşgeldiniz." dedi kadına saygıyla. Japon kadını bu şekilde selamlaması gerektiğini biliyordu Jimin.

"Çok şekersin." diye mırıldandı Sana.

"Bende artık burada sizinle olacağım. O yüzden gelip sizi ayrıca bir tanıyayım dedim." dedi Sana kalkmakta olan Moonbyul'u geri oturtup. Kendide onlarla birlikte yere oturdu. Caou Mari'nin ve diğer büyük Yoldaşlık üyelerinin kendilerine samimi tavrı geldi aklına. O zamanlar onlar öğrenciydi.

"Nasıl gidiyor?" diye sordu ikisine bakıp.

"Iyi. Yani..iyi gidiyor eonnie." dedi Moonbyul kadının samimiyetinden güç alarak.

"Ailenizle iletişimde misiniz?" diye sordu Sana, Bakanlık'ta çalışan babalarını bildiğinden.

"Kaçabildiler saldırıdan. En son bir kaç gün önce baykuş yolladılar." dedi Moonbyul kadına gülümseyerek.

"Güzel..Bir sıkıntınız olursa ilk bana geliyorsunuz. Anlaştık mı?" dedi Sana gülümseyerek. Tabii ki kendi bölümüne ayrıca sempatisi vardı.

"Peki Sana nuna..Okula dönebilecek miyiz?" diye sordu Jimin bir cesaretle. Uzanıp gri saçlarına dokundu çocuğun abla şefkatiyle.

"Üzgünüm çocuklar. Ama bir süre daha buradayız. Mahoutokoro'ya atanan kadını tanıyorum. Kolay kolay pes etmeyecektir. İyi bir plana ihtiyacımız olacak." dedi bir Moonbyul'a bir Jimin'e bakarken.

Jimin'in içi sıkıldı. Çünkü Seulgi'den ne bir mektup ne haber hiçbirşey alamıyordu güvenlik önlemi olarak. Sadece şahsına haberci kuş gelirse diye gizlememişti izlerini. Ancak tek bir satır not bile gelmemişti.

"Peki sizce..Nekomata cidden Solar'a birşey yapabilir mi?" diye sordu Moonbyul kısık sesle. Göz ucuyla kıza baktılar. Oda bir köşede Himchan'ın omzuna yaslanmış oturuyordu.

"Şimdilik sanmıyorum. Benim korumam altındayken buna izin vermem." dedi Sana ciddiyetle. En nihayetinde köken bir büyücüydü. Her dolunayda çevredeki bütün büyü gücünü kendine toplayabilen bir kan bağı vardı. Pekala korurdu çocukları.

Gülümsediler kadına. Sonra Sana oturduğu yerden kalkıp siyah pantolonunu silkeledi. Kendine has desenli siyah-mor cübbesi yokken çok sıradan duruyordu.

Moonbyul "Yoon sunbae!" diye gelen adama seslendiğinde Jimin dünyanın sonu gelmiş gibi baktı kıza.

"Ne? Kendi istedi böyle seslenmemi." diye açıkladı kız fısıltıyla.

"Yoon-san gel. Çocuklar Mahoutokoro'ya dönmek istiyor." dedi Sana adamın beline kolunu dolarken. Seungyoon da kadını omzundan tuttu. Böyle sokaklarda karşılaşabileceğiniz çiftlere benziyorlardı.

"Oda olacak. Biraz daha zamana ihtiyaç var sadece." dedi Seungyoon. Müdürün gelmesiyle diğerleride etraflarına toplandı. Soracak çok şeyleri olmalıydı.

"Efend-..Yani Yoon sunbae, buradan ne zaman çıkabileceğiz?" diye soran Himchan olmuştu.

"Çıkabilirsiniz. Bununla ilgili bir sorun yok. Yalnızca dikkatli olun." dediğinde Himchan'ın gözleri direk Mino'ya döndü.

"Mino hyung bize asla izin vermiyor ama.." dedi şikayetini dile getirirken.

Mino dudak büküp omuz silkti.

"Serbest miymiş? Çıkın madem.." dedi çocukların ters ters bakışlarını görmezden gelerek.

"Ya Song Mino!" diye çıkışan Jisoo olmuştu.










"Yapsana şunu." dedi yaşlıca bir Shi. Karanlık Sanatlar dersine asistan gibi giriyor, Shi'ler için ortam kontrolü yapıyordu. Esas hocalar hala okulda olmalarına rağmen bütün söz hakkı bu gözetmen asistanlardaydı.

Karşısında ağlayan birinci sınıf Saru bir oğlan çocuğunu Jimin'e benzetmişti Seulgi. Kalın dudakları ve göz şeklini özellikle benzer bulmuştu. O yüzden eli titriyordu asayı kaldırırken.

"Tekrar et şimdi. Crucio!" diyerek asa hareketini gösterdi yaşlı kadın boşluğa doğru. Seulgi kadına bakıp gözlerini kaçırdı. Nasıl böyle vahşileşmiş olabilirlerdi?

"O daha çocuk." dedi Seulgi inanamayarak yaşlı kadına bakarken.

Yaşlı kadın Seulgi'ye yaklaştı. Kızın omuzlarına ellerini koydu. Arkadan kulağına eğilip fısıldadı.

"Bay ve Bayan Kang kızlarını böyle görseler, kahrolurlardı." dedi yaşlılıktan ötürü titreyen sesiyle. Bu kadının anne babasını tanıdığı aşikardı. Kalkıp inen göğsü kızın sinirlendiğine işaretti.

"Daha 11 yaşında bir çocuğa kan durumu yüzünden işkence etmeyeceğim!" dedi Seulgi asasını indirirken. Dişlerini sıka sıka söylediği bu sözler Yoongi'yi gülümsetmişti bir saniyeliğine.

Yaşlı kadın boğazını temizledi. Gülümseyerek baktı Seulgi'ye. Ürkütücü görünüyordu.

"Crucio." dedi en sakin sesiyle Saru çocuğu hedeflerken. Joy gözleri büyümüş manzarayı izliyordu. Seulgi gözlerini kapatıp başka tarafa baktı. Zavallı çocuk iki büklüm yere düştüğünde kemik kırılma sesleri geliyordu. Kemikleri kırılıp, tekrar iyileşip bir daha kırılıyordu.

"Yeter!" dedi Yoongi iki tarafında sıktığı yumruklarla.

"Yeter dedim!" diyip vazgeçmeyen kadının asasına uzandı. Min Yoongi'nin ailesi çok köklü Shi'lerdendi. Bu yüzden aslında o yaşlı kadından daha kıdemli sayılıyordu. Bunu kullanmaktan başka çaresi kalmamıştı.

"Sana durmanı emrettiğimde durman gerekiyor." dedi Yoongi kadının elinden asayı çekip alırken. Gözleri büyüyen kadın ne olduğunu anlamadı. Sonra gözlerinden neredeyse ateş çıkan çocuğun kim olduğunu farkedince boğazını temizledi.

"Asam, Bay Yoongi." dedi avucunu uzatıp. Yoongi burnundan soluyarak kadının buruşmuş avcuna bıraktı asayı. Herkesin içinde kadını rencide etmesi şimdilik durdurmaya yeterdi.

"Ders bitti. Dağılın!" diye bağırdı yaşlı kadın ince sesiyle. Dersliği hışımla terketti.

Seulgi hala yerde olan çocuğun yanına gitti. Diz çöktü. Çocuk terden sırılsıklam olmuştu ve ödü patladığı herhalinden belliydi.

"Korkma. Sana zarar vermeyeceğim." dedi Seulgi çocuğun yüzünü tutarken. Hala ürkek duran ufaklığın yüzünü sağa sola çevirip kontrol etti. Düşerken başını çarptığından kaşının kenarında kesik vardı.

"Acıyor değil mi?" dedi kahkülünü kaldırıp bakarken. Ufak Saru başını salladı olumlu anlamda. Üfledi Seulgi yaraya.

"Revire gitmen gerek." dedi çocuğa ayağa kalkarken. Kendine uzanan yardım eliyle mutlu olan çocuk gülümsedi.

"İsmin ne nuna?" dedi Jimin'e benzeyen gözleriyle. Seulgi ağlamaklı olduysada tuttu kendini.

"Seulgi. Senin ki ne?"

"Park Gongmin." dediğinde Seulgi gülümsedi. Adı bile benziyordu.

Yoongi uzaktan bakmakla yetindi. Seulgi çok değişmişti. Sene başından bu zamana bambaşka biri olmuş gibiydi. Yoongi de kızla beraber kendindeki değişimi farkediyordu. Bir noktada Seulgi'ye ayak uydurmuş olmalıydı.

"Başımıza iş açacaksın Kang Seulgi.." diye mırıldandı Yoongi kendi kendine. Çocuğun omzunu tutmuş revire giderken arkasından izledi kızı.









"Annen manyak bence. Kusura bakma ama bizim yaşımızdakilerle uğraşsak ya." dedi Joy Ryo ortak salona dönerlerken.

"Bana mı anlatıyorsun annemi? Muhtemelen sınırlarımızı zorluyorlar." dedi Doyeon ellerini cübbesinin cebine sokarken.

"Jongup nerede bu arada? Derse bile gelmedi?" diye sordu Doyeon beraber yürüdükleri Hwasa'ya.

"Keyfim yok uyuyacağım dedi." diye yanıtladı Hwasa.

"Köklü Shi aileden gelmek mükemmel birşey değil mi?" dedi Joy omuz silkerek. Okulu ele geçirdiklerinden beri kurallar kişilere göre şekilleniyordu nede olsa. Kimse çıkıp Jongup'a birşey diyemezdi. Yada Hwasa'ya, Joy'a, Seulgi'ye, Doyeon'a ve Yoongi'ye..

Zaten bu kadar bir arada olmalarının sebebi de aile bağlarıydı. Hepsi tanışan ve tanınan Shi ailelerin çocuklarıydılar.

"Sanki sen değilsin?" diyip omuz silkti Hwasa.

"Sonraki ders ne?" diye sordu Joy Doyeon'a dönüp.

"Bitki Bilim ama..Sanırım Kara Orman'da işleyeceğiz." dedi Doyeon derin bir nefes verirken.

"Unicorn avlatıp kanını toplamasalar bari." dedi Hwasa gülerek. Unicorn kanı insanı tedavi ederdi. Eğer sonsuza kadar unicorn kanı içebilecek durumdaysanız ölümsüz bile olabilirdiniz. Ancak dünya üzerinde ne o kadar unicorn vardı nede görülebilir yerdeydiler..

"Unicorn avlayan lanetlenir diyorlar. Umarım öyle birşey olmaz." dedi Joy korkuyla.

"Unicorn bulursan avlarsın şaşkın." diyip kızın omzuna kolunu attı Hwasa. Kendinden uzun olduğundan zorlandı. Doyeon ve Joy okula göre uzun kızlardı. Joy gülerek kızın kolunu ittirdi. Sonra ikisi birden Hwasa'yı ortaya alıp omuzlarına kollarını koydular.

"Bir ses mi geliyor ya?" dedi Doyeon etrafa sonra yere bakıp.

"Ya! Cadılar sizi!" diye cırlayıp ikisini kovalamaya başladı Hwasa boyuna atıf yapılınca.









"Gelen var mı?" diye bağırdı Seokjin oturma odasına. Montunun fermuarını çekiyordu. Kış bitiyor peşindende son soğukları sürüklüyordu.

"Mooni?" diye seslendi kıza özellikle.

"Sıkılmadınız mı bu hapishaneden?" diye sordu Himchan boynuna Tora atkısını dolarken.

"Gidelim mi?" dedi Moonbyul Jimin'e dönüp. Irene ve Youngjae gitmemeye karar vermişti. Dışarısı Irene tanındığı için tehlikeli olabilirdi.

"Peki." dedi Jimin de. Kyoto'yu pek bilmiyordu ama hava almak iyi gelebilirdi.

"Bizi de bekleyin!" diye geri seslenince gri saçlı kız, Seokjin gülümsedi.

"Accio!" diye havaya asasını salladı Moonbyul. Iki tane mont uçarak onlara geldi.

Yeri Jungkook'a baktığında ufak bir köpek yavrusuna benziyordu bakışları.

"Gidelim.." dedi Yeri dudak bükerek. Jungkook'un gitmek istemediğini biliyordu. Esasen çocuk Yeri için korkuyordu. Kehanetler bilmemneler havada uçuşurken doğru gelmiyordu öylece ortalık dolanmak.

"Tamam..Tamam gidelim." dedi Jungkook nefes verirken. Wheein ve Taehyung çoktan koltukta uyuyakaldıklarından onlara elleşmediler.

"Bu kadarız herhalde. Mino hyung'a söylersiniz. Dolaşmaya çıktığımızı.." dedi Himchan göz döndürerek.

Kyoto Tokyo'dan kat be kat sakin bir bölgeydi. Seul'den gelenler içinde burası tatil köyü gibi sayılırdı. Malikanenin gizlendiği patikadan çıkıp ana yolu bulduklarında birkaç mugglela karşılaştılar. Ufak bir market ve muggle'ların mektup yada paket göndermek için kullandıkları ilkel postanelerden biri vardı.

Derin bir nefes aldı Yeri. Kollarını açıp gerneşti. Kapşonunu kapattı Jungkook'ta üşüyüp.

"Normal hayatın devam ediyor olması garip geliyor bana." dedi Yeri köşede alışveriş yapan muggleları gösterip.

"Normal çocuklar olamayacağımızı söylemişlerdi zaten." diyip omuz silkti Jungkook.

"Normal doğmadık ki normal bir yaşam sürelim değil mi?" dedi Yeri de ona katılarak. Himchan ve Solar önden arkalarından Seokjin, Jimin ve Moonbyul yürüyordu.

"Sence de Seokjin oppanın Mooni eonnie'ye ilgisi var gibi durmuyor mu?" dedi kız Jungkook'a eğilip.

"Yani..Olabilir. Mooni nuna güzel biri. Cesurda.." dedi gülümseyerek. Cidden Moonbyul'u çok sever ve içten bulurlardı. Ayrıca hafif erkeksi tavrı Jungkook'un hoşuna giderdi. Çekici bulurdu bu sebepten.

"Nasıl denir..Zayıf bedenine rağmen kavgaya girse üç beş erkeği devirir gibi bir ruhu var. Ama umarım Mari üzülmez bu işin ucunda." diye ekledi Yeri de. Mari'nin davetten beri Seokjin'i dilinden düşürmemesi sevimli geliyordu ama bu tarz bir aşk üçgenine düşmeleri yıpratıcı olabilirdi.

"Yani..Hangi erkek hoşlanmaz böyle güçlü kadınlardan?" diye sordu Jungkook muzipçe.

"O kadar mı hoşlanıyorsun Mooni eonnieden?" diye Yeri sordu hafif bozulmuş gibi.

"Mooni nunayı seviyorum. Hoşlanmak ayrı birşey.." dedi omuz silkerken Jungkook. Yeri 'ya!' diye bağırıp omzuna geçirdiğinde sıçradı yerinden.

"Şahsını seviyorum, bize her daim ablalık edişini seviyorum ya ne vuruyorsun!" diye bağırdı Jungkook'ta omzunu tutup.

"Öteki türlü birtek seni seviyorum tosbağa." dedi sakince kızın gözlerine bakıp. Yeri aniden gelen bu itirafla afalladı. Gözlerini kırpıştırıp yutkundu bakışlarını kaçırırken. Kıpkırmızı olduğunu tahmin edebiliyordu.

"Sussana be.." diyebildi verilecek en saçma cevabı verip.

Jungkook "Sanırım asrın en kötü ilanı aşk cevabıydı.." diye mırıldanırken, Yeri ellerini montunun cebine koyup en önden giden Himchan ve Solar'ın yanına koşmaya başlamıştı bile.

"Merlin..Bu kız bana ya kafayı yedirtecek yada yedirtecek.." dedi peşinden koşup ona yetişirken.

"Mari de gelseydi keşke." diyip gülümsedi Moonbyul Seokjin'e.

"Sordum aslında ama..Korkunç babası izin vermedi tabii ki." dedi Seokjin ilkten Moonbyul'un ne yaptığını anlamayarak. Sonra dank etti.

"Niye söyledin öyle?" dedi yan yan Moonbyul'a bakıp.

"Sizi yakıştırıyor çünkü. Nasıl bende sizi yakıştırıyorsam öyle.." dedi Jimin kafasını uzatıp. Bir an güldü Seokjin sonra yüzü düştü. Ama kimse farketmeden Jimin'e döndü tekrar.

"Ya.. Mooni'yle arkadaşız Jimin-ah..Duymayayım." dedi Seokjin parmak sallayıp. Kırılmıştı esasen ama Moonbyul böyle düşünüyorsa yapacak pekte birşeyi kalmıyordu.

"Aman herkes birbiriyle arkadaş zaten." dedi Jimin ellerini açıp isyan ederken.

"Git burdan çirkin." diyip çocuğun poposuna tekme attı Moonbyul. Jimin de koşup Jungkook'un sırtına atladı gülerek. Jungkook hep fiziksel olarak en güçlüyüm diye geçindiğinden çocuğu böyle provoke ediyorlardı.

"Mari'yle ilgili..Öyle birşey yok. Hayal dünyası çok geniş bu veledin." dedi Moonbyul çenesiyle Jungkook'un sırtında debelenen Jimin'i göstererek.

"Sadece.. Seviyorum Mari'yi ama pek tanımıyorum. Vakit geçirsek iyi olurdu manasında dedim." diye açıkladı Moonbyul. Çocuğu boş yere utandırmak istemiyordu.

"Davetten beri herkes yakıştığımızı ima ediyor zaten." diyip omuz silkti Seokjin umursamamış gibi.

"Sorun değil yani." diye ekledi sonra. Moonbyul da gülümsedi ellerini cebine sokarken.

"Kafe birşey yok mu? Donduk.." diye seslendi Seokjin önden yürüyen ekibe.

"Vardır illaki ama..Çok sakin buralar. Nasıl bulacağız?" diye sordu Solar omuz silkip.

Moonbyul elini cebine atıp akıllı telefonunu çıkardı.

"Bununla.." dedi elinde sallarken. Solar da cebinden kendininkini çıkardı.

"Bu, yer bulabiliyor mu?" diye sordu önünü arkasını çeviririp incelerken.

"Merlin..Safkanlık çok zor. Navigasyon diye birşey duymadın mı?" diye sordu Moonbyul gülerek.

"O ne ya?" diye sordu Solar Himchan'a dönüp.

"Boşver be balkabağı." diye yanıtladı Himchan da kızın saflığına gülerek.

Moonbyul navigasyondan etraflarındaki kafeleri taradı.

"Takipleyin.." dedi önden önden giderken.










"Bu akşam dinleneceksin burada." dedi Seulgi çocuğu yatmaya zorlarken. Revire getirdiği Saru çocuğun tamamen iyi olduğundan emin olmadan bırakmadı.

"Nuna..Ben iyiyim." dedi çocuk başındaki bantla. İç çekti Seulgi böyle birşeyin parçası olduğu için kendinden utanarak.

"Özür dilerim Gongmin. Bunları yaşamak zorunda bırakıldığın için.." dedi Seulgi kaşları düşerken.

"Nuna onlar gibi değil. O yüzden özür dilemesine gerek yok." dedi çocuksu haliyle kızın üzülmesine dayanamayarak.

"Tanıdığım birine çok benziyorsun ufaklık.." derken gülümsedi kız zorla da olsa.

"Saru muydu oda? Benim gibi bulanık mıydı?" diye sordu yine çocuksu saflığıyla.

"Bulanık çok yanlış bir kelime. Kullanma onu. Ama evet..Saru ve muggle doğumluydu." diyerek gülümsedi Seulgi çocuğun başını severken.

"Park Jimin hyung'a mı? Gitti o ama..Bizi çok severdi. Bende onu çok severdim. Büyüyünce onun gibi olmak istiyordum.. Sadece artık okula gelmiyor. Galiba.." diyip oturduğu yataktan kızın oturduğu koltuğa eğildi.

"..Galiba kötü adamlardan kaçıyor." diye fısıldadı Seulgi'ye.

"Seni ona mı benzetiyorlar?" diye sordu Seulgi gözleri dolarak. Kafa sallayarak onayladı çocuk.

"Tanıyor musun Jimin hyungu?" diye sordu gözleri parlarken.

"Çok iyi tanıyorum ufaklık. Ama kötü adamlardan kaçmıyor. Daha güçlü geri dönüp, sizi kötü adamlardan korumak için gitti. Sende cesur olup okulu savunacaksın Gongmin. Çok cesur ol ki Jimin geldiğinde seninle gurur duysun." dedi Seulgi ayağa kalkarken. Ağlamaklı olduğundan daha fazla tutamayacaktı kendini.

"Şimdi nunanın gitmesi gerek. Dinlen..Tamam mı?" dedi çocuğa. Başıyla onayladı ufaklık. Gülümseyince yok olan gözleri iyice Jimin'e benzemesini sağlamıştı. Seulgi revirden çıktığında koşarak kızlar tuvaletine attı kendini. Hıçkırarak ağladığını kimsenin görmesini istemiyordu.

Jimin'i çok özlüyordu. Bazı geceler rüyasında görüyor oluşu özlemini sekize ona katlıyordu. Tuvaletin kapalı kapağına oturdu. Ayaklarını toplayıp dizlerini karnına çekti. Öylece ağladı sessiz sessiz. Yaptıkları şeyden de, ailesinin ve Shilerin sebep olduğu yıkımdanda hatta kendinden bile nefret ediyordu.

Çoğu kez birilerini 'bulanık' diye aşağılayıp lanetler sektirmişti üzerlerinden. Şuan elinde olsa hepsini tek tek bulup özür dilemek isterdi. Ama ondan beklenen soğuk kalpli bir Shi olmasıydı. Mecburen öyle davranıyordu ancak son olaya çocuklar karışınca tutamamıştı kendini. Yoongi bile tutamamıştı.

Bir süre sonra nefes alışının zorlaştığını hissetti Seulgi. Birbiri ardına hıçkırmak nefesini kesiyordu.

Sonra farketti ki aslında son bir aydır hep bu hissiyattaydı. Boğulacak gibiydi. Bir an önce Jimin'i görmezse ölecek gibi hissediyordu. Ama kimseye birşey diyemiyordu. Haberci kuş yollarsa Jimin taraf değiştirdiğini sanabilirdi. Çocuğa bu ümidi vermek istemiyordu. Çünkü ailesinin onu sonsuza kadar takip edeceğini ve giderse peşinden Shi ordusu yollayacaklarını biliyordu. Diğerlerini kendi pisliğinde boğmaktansa kendi kendini vicdanıyla boğmayı seçmişti. Sakinleşince tuvaletten çıktı. Uzanıp peçetelikten çektiği kağıt havluya yüzünü kuruladı.

Asasını aynadaki görüntüsüne sallayıp ağlamış gibi görünen yüzünü düzeltti. Saçlarını da toparlayıp ondan beklenen bir Shi gibi davranacağı Ryo yatakhanesinin yolunu tuttu.











"Ne sipariş vereceğiz?" diye sordu Jungkook şaşkın şaşkın. İlk defa muggle kafesine geliyordu.

"Sen bana güven." dedi Yeri çocuğun göğsüne eliyle patpatlarken.

"Biz iki amerikano alalım." dedi sinsi sinsi. En acı kahvelerden birini söylemişti ama Yeri kahve sevdiğinden pek umursamazdı acılığını.

Diğerleri de sipariş verip koltuklara oturduklarında Jungkook etraflarına baktı. Yeşil siyah renklerde düzenlenmiş bu kafe oldukça popüler olmalıydı.

"Starbucks'ta ne demek?" diye baktı bardağın üzerine Jungkook.

"Çok konuşmada iç bakalım. Beğenecek misin?" dedi Yeri bıyık altı gülerken. Jungkook aldığı ilk yudumda suratını ekşitti.

"KIM YERI BU NE?" dedi gözleri hala kapalı acı çekiyorken.

Gülmeye başladı Yeri.

"Tamam tamam ver şunu." dedi daha fazla kıyamayarak. Kalkıp ekstra süt, şeker, krema ne varsa ekletmeye gitti. Herkes Jungkook'a gülüyordu.

"Hiç mi kahve içmedin?" diye güldü Solar. Oda muggle yerlerine pek aşina değildi ama kahve içmişti.

"Kahve içtim nuna..Ama böyle çirkin birşey içmedim." dedi Jungkook hala ağzını siler gibi yapıp.

"Al koca bebek. Bol şekerli sütlü kahven." dedi Yeri gülerek. Birkere olsun böyle bir pislik yapmak istemişti.

"Sen beni mi küçümsedin şimdi?" diye kıza çıkışacağı sırada Seokjin'in gözü herkesin elinde olan koca ekranlı tabletlere takıldı.

"Şu dev gibi telefonlardan herkeste var sanırım." dedi Jungkook'la Yeri'nin tartışmasını bölerken.

"Tablet diyorlar ona. Ne telefon ne bilgisayar. Arası birşey." dedi Moonbyul çocuğa eğilip. Mochasından bir yudum aldı.

"Ha..Öyle mi? Ne bileyim karşı karşıya oturup bütün gün onlara mı bakıyorlar?" diye sordu Seokjin tekrardan anlamamış gibi.

"Acıklı ama öyle." dedi Jimin omuz silkerek. Muggle mahallelerinde zaman geçirdiklerinden biliyorlardı teknolojinin ne derece ilerlediğini.

"Robot gibi gözüküyorlar. Biraz ürktüm bile." diyerek katıldığını belirtti Solar da.

"Safkanlık zor safkanlık." diyince hepsi güldüler Moonbyul'a. Böyle bir dönemde yapılacak son espriydi belki ama güldüler yinede.

"Sizde duyuyor musunuz?" dedi Yeri konsantre olmuş gibi.

"Neyi?" diye sordu Jungkook.

"Çığlık seslerini.." dedi Yeri ayağa kalkarken. Hepsi kızın yürüdüğü camdan dışarı baktıklarında gördükleri şey karşısında şok oldular.

"O ne?" diye sordu Solar titreyen sesiyle. Yerde parlayan siyah taşı herkes artık çok iyi biliyordu. Genişlemeye başlamıştı bile azap tohumu. Birazdan bütün kafeyi de içine alacak halüsinasyonları oluşturmaya başlayacaktı, belliydi.

Jungkook koşup Yeri'yi camdan uzaklaştırmaya çalıştığında Yeri'nin yerdeki taşa bakmadığını farketti. Kız dümdüz ileri, azap tohumunun başında dikilen cübbeli kişiye bakıyordu.

"Yeri..Ne yapıyorsun? Gitmemiz gerek!" diye sabit duran kızı sarstı Jungkook. Sonra Yeri'nin cılız sesini duydu nihayet. Ama söylediği şey manasızdı.

"A-abla.."




















ps,

Continue Reading

You'll Also Like

362K 33.3K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
55.6K 2.9K 42
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
12M 586K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
35.1K 1.9K 32
Kızın sesini duyunca Alaz'ın omuzları gevşedi. "Öldüm, Asi." Gözlerini kızın yüzünde dolaştırdı. "Sensiz geçirdiğim her gün biraz daha öldüm." Asi al...