Sen Gitmeden Önce.

By jensenology

8M 170K 11.3K

☆ ★ WATR 2013 En İyi Teen Fiction Hikayesi ★ ☆ Genç bir kızın yıllar sonra İstanbul'a dönüp geçmişiyle tekrar... More

-1- Bahşiş.
-2- ''Sana arkadaşlık etmek istiyormuş.''
-3- Anılar.
-4- Sahilde parti.
-5- ''Seninle aynı yatakta asla yatmam.''
-6- Kıyafetler.
-7- Fahişe ?
-8- Anılardan kaçamazsın.
-9- Çalışma.
-10- Kaza ?
-11- Yolculuk.
-12- Konfetiler..
-13- Tüm dileklerimde o vardı.
-14- Doğruluk-cesaretlik ve biraz da sarhoşluk..
-15- Düne dair anıları hatırlamak.
-16- Olmak istediğim yer.
-17- "Tutmam gereken bir sözüm var."
-18- Artık gerçeklerin vaktiydi.
-19- Yapılacaklar Listesi.
-20- ''Eğlence anlayışınız bu mu cidden ?''
-21- 4 peluş hayvan.
-22- ''Bu bir evlenme teklifi değildi.''
-23- Üniversite mevzuları.
-24- "Evinin önünde."
-25- Minik sır.
-26- "Acaba bu sebep Buğra olabilir mi ?"
-27- Bir bar sürprizi daha.
-28- Kız tavlama teknikleri.
-29- "Sana bu kadar yakından bakmak.."
-30- Siyah ve dantelli.
-31- "Lades yapalım mı ?"
-32- "Kampa mı gitsek ya ?"
-33- Davetsiz misafir.
-34- Küçük sürpriz.
-35- Kamp Kahkahaları.
Notumsu bir şey.
-36- İltifatlar.
-37- Uzun bir yürüyüş fikri.
Minik dünyamız.
-38- "Sleeping with sirens,"
-39- "Pasif kalan her zaman bendim, Buğra."
-40- Gerçeklerin acı versiyonu.
-42- Yine bir kural listesi.
-43- İşkence zamanı.
-44- Hazan vakası.
-45- "Buraya kadardı."
-46- Karmaşık olaylar döngüsü.
-47- Mail saçmalığı.
-48- Karşılık vermeme durumu.
-49- ''Ve son bir şey,''
-50- Loser.
-51- Minik bir döngü.
Özel bölüm. ☆ Yıllardan kesitler. ☆
-52- Esmer çocuk.
-53- Koala mevzusu.
Final.
Veda Şeysi.
İkinci Kitap!

-41- İyileşme süreci.

106K 2.1K 166
By jensenology

41 kere maşallah deyip sizi yeni bölümle baş başa bırakıyorum. 41. bölümdeyiz ya hani :ddd Neyse, iyi okumalar ^.^

Hazal'dan, 

Buğra'nın babasına karşı sarf ettiği sözlerden daha şok edici olan olay, tüm bu tartışmanın üstünden tam olarak 1 gün sonra gerçekleşmişti. 

Kaan, riskli zamanı atlatmıştı. 

Doktorların tam 24 saat boyunca sık sık gerçekleştirdikleri kontroller, Kaan'ın durumunun iyiye gittiğini temsil ediyordu. Yani... iyileşiyordu. 4. günün sonunda artık yoğun bakımda da değildi, yoğun bakımlık bir şeyi de kalmamıştı zaten. Normal odaya almışlardı onu ve bu, hepimizin yüreğine su serpmişcesine rahatlatmıştı bizi.

Her geçen saat bize biraz daha umut, biraz daha coşku ve fazlasıyla Kaan katmaya başlıyordu. 

Kaan'ın odasına ilk ayak basışımız, Kaan'ın odaya alınmasının 2. günü gerçekleşmişti. Odaya bile sık sık girmemize izin vermiyorlardı doktorlar, gerekli birkaç şeyi hallettiklerinden emin olduktan saatler sonra ancak yanına gitmeye iznimiz olmuştu. Annesi, babası ve ablasıydı odaya ilk giren kişiler, Buğra onlarla birlikte gitmemişti Kaan'ın yanına. Çünkü o ufak çaplı tartışmadan ve tüm o alaycı sözlerden sonra ne Buğra babasına karşı tek bir kelime etmişti, ne de babası ona. İki taraf da sessizliğin derin çukuruna gömülmüş gibiydi. 

Ailesi odadan çıkar çıkmaz, grupça damlamıştık içeriye. Kaan'ın yüzünde her zamankinden daha farklı bir şeyler vardı... Alaycı ifadesi bulaşmamıştı yüz çizgilerine, sadece ve sadece şirin bir çocuğun gülümsemesiydi yüzündeki.

Odasına damladığımız ilk an, birisini gördüğüme en çok sevindiğim andı. Öyle bir duygu patlamasıydı ki bu ; onu gördüğümde kahkahalar atmam gerekirken birkaç damla gözyaşı atmıştı kendini, gözlerimden aşağı.

Sırtını arkasındaki yatağın başlığına dayamış, kollarını üstündeki beyaz yorgan tarzındaki örtünün üstünde birleştirmişti. Saçları fazlasıyla dağılmıştı, ki saçlarının görüntüsünü görseydi kesinlikle delirirdi, biliyorum. Gözlerinin altındaki halkalar, ne kadar yorgun olduğunu vurguluyordu. Yüzündeki ufak tefek çizgiler ise... Yaşadığı kazayı.

Sevinç çığlıklarımız ve birbirimize şakalarla dolu hakaretler edişimiz Kaan'ın ''Başım ağrıdı,'' diye sızlanmasına kadardı, bundan sonrasını Kaan'a yönelik ''İyi misin, bir şeyin var mı ?''  gibi sorular devralmıştı.

"Sussanız yeter,"

Öyle değişik bir kişiliğe sahipti ki Kaan, yattığı hasta yatağından bile bizi kontrol etme çabalarına girebiliyordu. Ve başarıyordu da. 

Tam da hepimizin sustuğu anda Berk, elindeki fotoğraf makinesini bize doğru sallayıp sinsi sırıtışlarla Kaan'ın başucuna ilerledi. Fotoğrafları gösterecekti sanırım. 

Ve tahmin ettiğim şey gerçekleşti, eski fotoğrafları gösterdi. Kaan'ın kahkaha atışı, hepimizin yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmasına yol açmıştı. Küçük çaplı kahkahasından sonra elini karnının üstüne koyup nefeslerini düzenlemeye çalışması bile bu durumu bozamamıştı hatta. 

Hepimiz Kaan'ın başına toplandık, bakışlarımızı sabitlediğimiz yer ise belliydi : Berk'in elindeki fotoğraf makinesi. 

Her resim, en salak anlarımızı yansıtıyordu. Benim doğum günümdeki fotoğraflarla başladık ilk önce ; konfetilerin patladığı andaki yüz ifadem - ki bu fotoğraf kesinlikle en salak fotoğrafımdı -, bizim meydanda oturmamız, bardaki fotoğraflar ve bar çıkışı çekilen fotoğraflar gözler önüne serilirken gülümsememi engelleyememiştim. 

Bunların ardından ise sahildeki parti, hayvan kostümlü hallerimiz, İzmir'deki bardaki hallerimiz, kamp maceralarımız falan gelmişti. 

Fotoğrafları gösterme aşamasının tamamlanmasının ardından sıra, en can alıcı kısıma gelmişti. Herkesin en merak ettiği konuya... Kazaya.

İlk konuşma hakkını Arya devraldı, Kaan'a sarılamamasının acısını sözleriyle çıkarıyordu. ''Kazayı hangi kafayla işlediğini sorabilir miyim acaba ?''

''Asıl sorun kazayı hangi kafayla işlediği değil aslında, beyinsizliğine rağmen beyin kanaması geçirmiş olması. Cidden bunu nasıl becerdin ?'' Berk'in yüzündeki ifade o kadar gerçekçiydi ki, cidden bu durumu sorguluyor gibi görünüyordu. Berk'ten beklenecek bir davranıştı bu, şaşırmamıştım.

Kaan, ''Bunları hastaneden çıktıktan sonra konuşsak olmaz mı ? Zaten burada yatmaktan bile nefret ediyorum.'' diye sızlanmaya başladığında hepimiz hastanenin ona iyi gelmediği konusunda hemfikirdik. Tamam, iyileşiyor olabilirdi ama burası onu iyice huysuz bir hale büründürmüştü. 

''Eee siz ne yapıyordunuz günlerdir ? 6 gün olmuş, annem dedi.''

''Yoğun bakımda olduğun süre boyunca, yani 4 gün boyunca, birimiz bile yerinden kıpırdamadı. Tüm aile üyelerinin itirazlarına rağmen. Odaya alındığında ise biz otele, diğerleri de evlerine gitti birkaç saatliğine. Daha sonra ise 'Tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanı,' diyerek soluğumuzu burada aldık yeniden. Dünden beri de buradayız işte, sandalyelerde uyumaktan belim çürüdü yemin ederim.'' 

Bir solukta, 6 günün özetini çıkarmama hepsi şaşırmış olacak ki, yüzlerinde aksi iddia edilemeyecek bir şaşırma ifadesi oluşmuştu. 

''Sakin ol şampiyon.'' dedi Bora gülerek, cidden Bora bile ayrılmamıştı hastaneden. Gitmemesi bir yana, hatta bu 6 gün boyunca her açıdan yanımızda olmuştu. Gerçekten mükemmel biriydi, ciddi anlamda. 

''İyileştiğimden falan değil de,'' deyip duraksadı Kaan, hepimizin yüzünü inceleyip söyleyeceklerinin bizde yaratacağı tepkiyi düşünmüştü sanırım birkaç saniye boyunca. ''Sizi yeniden gördüğüm için mutluyum.'' 

Kaan'dan beklenmeyen sözler hepimizin yüzündeki kocaman sırıtışa sebep olmuştu. Bir şeyi beğense bile sırf inadı yüzünden beğenmediğini söyleyip, her konuda huysuzluk çıkaran Kaan'dan böyle sözler duymak inanılmazdı. Burada olmamızdan ne kadar memnun olsa bile, bunu inkar edip ''Salak mısınız nesiniz, rahat bırakın beni.'' demesini beklerdim, ''Sizi yeniden gördüğüm için mutluyum.'' demesini değil.

Buna emindim ki, bu kaza onda birçok şeyi değiştirmişti.

Şimdi ise, hastaneye gelişimizin 8. günündeydik. Gözyaşları ve kahkahalarla harmanlanmış tam 8 gün. İlk 4 gün o kadar ağır bir tonda ilerlemişti ki, şu anda 8 gün değil de bir aydır burada olduğumuz izlenimine kapılıyordum.

Kaan'dan, 

Başımda durmuş, aptal aptal bir şeylere bakan - sanırım tahlilleri kontrol ediyordu- hemşireye attığım asabi bakışlar, hemşirenin daha da hızlanmasına neden olmuştu. Asabi davranıyordum çünkü hemşire yanımda durma süresini ne kadar uzatırsa, Arya'nın içeri girme zamanı o kadar erteleniyordu. 

Bir an önce Arya'nın yanıma gelmesine ihtiyacım vardı.

Hemşire işini bitirmiş olmalı ki, elindeki dosya parçasından gözünü ayırır ayırmaz ''O kadar şanslıymışsınız ki, beyniniz aşırı derece hasar almamış. Yani, beyin kanamaları sonucunda sık sık gerçekleşen konuşma merkezindeki sorunlar bile oluşmamış. Ucuz kurtulmuşsunuz.'' dedi samimi olduğuna inandığım bir gülümsemeyle, ardından ekledi : ''Tabii arkadaşlar konusundaki şansınızı da unutmamak gerek.''

Ve bir şey dememe bile olanak tanımayacak kadar hızlı bir biçimde elindeki dosyaları kavrayıp dışarı çıktı. Hemşirenin çıkışını fırsat bilen Arya ise anında girmişti içeriye.

Kenarda duran sandalyeyi yatağın yanına çektiği gibi oturdu ve oturmasıyla eş zamanlı olarak konuşmaya başladı. "9 gün oldu," dedi isyan edercesine, "Koskaca 9 gün."

Derin bir iç çekti, "İyisin değil mi ?"

Sorusunu yanıtlamadım, biraz ağrım vardı ama bunu söylesem iyice telaşlanacağını biliyordum. Benim için endişelenmesini istemiyordum. "Gel buraya," dedim elimi ona doğru uzatarak.

Elini elimin arasına bırakıp kalktı sandalyesinden, yatakta yana doğru kaymamdan sonra ise tamamen bırakmıştı kendini benim kollarıma.

Kolumun üstüne fazla baskı yapmamaya çalışarak başını yasladı kolumun üstüne.

Aynı hareketi sol kolumun üzerinde yapamazdı, çünkü kırık köprücük kemiğim çoğu hareketimi kısıtlıyordu. Doktorların günlerdir ismini tekrarlayıp benim bile hafızama kazıdıkları sekizli bandaj denilen şeyi takmışlardı omzuma, onunla kaynayacakmış kemikler falan filan. Onu takmak bile saçmaydı ama bizimkilerin tehditleri sayesinde kabul etmek zorunda kalmıştım.

Alnına kondurduğum minik öpücükten sonra bile "Sorumu cevaplamadın," diye mızmızlanmaya devam etmişti Arya.

"Benim ne zaman kötü olduğumu gördün ki ? Hala sağlamım." dedim şakayla karışık ; bu yıkılmaz güç gösterimden sonra, tüm bu kelimelerin geçersizliğini göstermek için can atan ağrılarım kendilerini belli etmek için "Biz buradayız !" dercesine daha da şiddetli bir hala bürünmüşlerdi, orası ayrı konu tabii. Ama ilk günlerden daha iyi olduğum kaçınılmaz bir gerçekti.

Dediklerime tam olarak inanmasa da uzatmadı, lafı değiştirdi. "Acıktın mı ?"

"Annemden önce bu soruyu sorman gerekirdi bebeğim, geç kaldın."

Ofladı. "Her neyse," Kolumun arasında huzursuzca kıpırdandığında aklına bir şeylerin takıldığı açıkça belliydi, onları bana söylediğinde vereceğim tepkiden çekiniyor gibiydi.

Sinirlendiğinde yüzüme karşı, umursamaz orospu çocuğunun teki olduğumu bile söyleyen kızın şimdi bir şeyi söylemek için böyle kıvrandığını görmek değişik bir şeydi.

Arya hiçbir şeyi demekten çekinmezdi, dediklerinin sinirlenmemi sağlayacağını bile bile söylerdi hatta her zaman. O yüzden şimdiki bu tepkisini anlayamıyordum.

"Kazanın ilk günü baban hastaneye geldiğinde... Buğra ile tartıştılar."

İşte bu cidden şaşılacak bir durumdu.

"Buğra bayağı ağır laflar etti."

"Taksit taksit mi anlatacaksın ?" diye homurdanmamın ardından, yeniden oflayıp anlatmaya devam etti.

"Buğra senin hakkında imalı laflar etti falan işte, son lafından sonra ise Semih amca diyecek bir şey bile bulamadı zaten."

"Ne dedi ?"

Güldü, "Bak tam olarak şöyle," dedikten hemen sonra öksürüp sesini Buğra'nınki gibi çıkarmaya çalışarak devam etti. "Küçükken bile uzaklaştırmaya çalışmana rağmen, her şeyden ve herkesten daha yakınız birbirimize. Hatta senin insanlığınla olan mesafenden bile."

Güldü, yeniden. "Sence de çok iyi dememiş mi ?"

Arya, sırıtmamı bekliyor olacak ki tek ifademin somurtma olduğunu görünce ister istemez şaşırmıştı.

"Hayır." dedim sesime bile yansıyan huysuzluğumla.

Bu sefer o da somurttu, "Böyle bir ifadeye büründüğün zaman huysuz şirine benzediğinin farkındasın, değil mi ?"

Dedikleri karşısında ifademi yumuşatmadan edememiştim, yüzündeki ifade tam olarak benim ifademe benziyordu. Birlikte geçirdiğimiz zamanlar çoğu açıdan bizi benzetmişti, veya sadece Arya'nın uğraşlarının sonuçlarıydı bunlar.

"Birincisi, ben mavi canavarlardan değilim," Yüzümü buruşturdum. "İkincisi, şirin falan da değilim ben."

Kollarından destek alıp başını kolumun üstünden kaldırdığında yüzünü tamamiyle bana çevirmişti. "Zaten ben de uslu değilim." Yüzünde muzip bir ifade vardı.

Dediklerindeki anlam, daha sonradan dank etmişti kafama.

Eğer siz de uslu bir çocuk olursanız, bir gün şirinleri görebilirsiniz.

O, konuyu kapatmış olabilirdi ama benim kapatmaya niyetim yoktu. "Ben Huysuz şirinsem eğer, sen de Süslü'sün."

"O erkekti !" diye bağırdı şok olmuş bir ifadeyle, "Şirine dururken neden Süslü olacakmışım, salak mısın sen ?"

"Umurumda değil," deyip, köprücük kemiğimin kırık olmadığı omzumu silktim hafifçe. "Herkes şirinlerin hepsinin Şirine ile birlikte olduğunu düşünüp öyle çoğaldıklarını düşünüyor. Sence buna rağmen sana Şirine diyecek kadar salak mıyım ben ?"

"Neleri düşünüyorsun sen öyle ya," deyip kahkaha attı ; uzun zamandır duymaya hasret kaldığım bir sesti bu, uğruna canımı bile verebileceğim.

"Ay, Buğra da konuşacaktı seninle. Benim çıkmamı bekliyor hala, unutmuşum." Acele hareketlerle ayaklarını yataktan sarkıtıp yerle buluşturduktan sonra bana doğru döndü yeniden, dudaklarını dudaklarıma değdirdiği an ile çekmesi aynı anda gerçekleşmişti.

"Öpücüğün devamı da hastaneden çıktıktan sonra artık, o yüzden hızlı iyileşmeye çalış derim ben."

Bugün herkesin yaptığı gibi bir şey dememe fırsat bırakmadı ve kendini attı kapıdan dışarı.

Neden herkes bu özelliği huy edinmişti ki ? Konuşmama bile fırsat bırakmıyorlardı.

Sıkıntıyla nefesimi verdim ve içeri girecek olan Buğra'yı beklemeye başladım büyük bir sıkıntıyla. Burada geçen her saniye daha da sıkılmama sebep oluyordu, günlerdir aynı yatakta yatmaktan aşırı derecede bunalmıştım artık.

Hızlı adımlarla içeri dalan Buğra sayesinde can sıkıntım kendini az da olsa imha etmeyi başarmıştı.

"Günaydın kertenkele yavrusu," dedim gülerek.

"Sence de günaydın denilecek zamanı çoktan geçmedik mi ?"

"Eh, insan günler boyunca aynı yerde yatınca zaman kavramını da yitiriyormuş demek ki."

Her zamanki gülümsemesi yüzüne yerleşirken adımlarını yanıma yönlendirdi, "Hayırdır ne iş ?" diye sordum kaş göz işaretlerimi kullanarak.

Cevabı basit bir homurdanma olmuştu. "Daha iyi göründüğün için gülmüştüm, bunu bile akıl edemedin ya helal sana. Tamam, bende de var biraz öküzlük falan ama sence de seninki fazla yük yapmıyor mu sana ?"

Yapmacık bir kahkaha attım, "O kadar üşendim ki seni dinlemedim bile."

Bu sefer kahkayı basan taraf oydu. "Devrelerinin yanmadığına emin misin ?"

Yine üşengeç tarafım ağır basmış olacak ki buna da cevap vermedim, aynı moronlukla yüzüne baktığımı fark ettiği an ise başka yönlere çekmişti konuyu zaten. Üşengeçlikten cevap vermemezlik yapamayacağım konulara.

"Ablam İstanbul'a taşınacakmış."

Ardından, iki avcunu da çenesine koydu ve dirseklerini de yatağımın üzerine yerleştirdi. Bastırdığı taraf verdiği ağırlık yüzünden hafifçe çökmüştü.

"Nedenmiş ?"

"Çünkü hepimiz fazla aptalca davranıyormuşuz. Burada olup bizi kontrol edecekmiş falan filan işte." Onaylamamazlık ifadesiyle başını iki yana doğru sallarken aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı. "Bu fikri aklına sokanın sen olduğunu sakın söyleme bana."

Sırıttım, gerçekçi olduğuna fazlasıyla inandığım bir sırıtmaydı ama sanırım Buğra yutmamıştı bunu. "Saçmalama, tabii ki de ben söylemedim. Sence böyle saçma bir şeyi -"

"Pisliğin tekisin." Lafımı, sırf bu saçma cümleyi kurmak için bölmüştü.

"Evet, ben çağırdım." Kollarımı göğsümün üstünde birleştirdim, ki bu bile kırık köprücük kemiğinin olduğu omzum yüzünden zor bir harekete dönüşmüştü, ardından başımı dikleştirdim ve kendinden emin bakışlarımı saldım üzerine. "Ne olmuş yani ?"

"İki günde çıldırtırız lan kızı,"

"Ben de onun için istiyorum ya zaten."

Bu sefer cevap vermeyen taraf Buğra olmuştu, "Aman ne halin varsa gör." diyerek ikinci homurdanmasını gerçekleştirdiğinde gülmemi bastırmak için dudaklarıma bastırıyordum dişlerimi. Bu halleri bende her zaman gülme isteği yaratırdı, ama her güldüğümde atarlanma işlemlerine geçiyordu her nedense.

"Onu bunu siktir et de, asıl konuya gel sen." Ses tonum bile aceleci tavrımı vurguluyordu, babam ile arasında geçen diyaloğu bir de Buğra'nın ağzından dinlemek istiyordum. "Babamla olan asıl konuyu."

Yüzündeki gülümseme kaybolurken yerini ifadesizliğe bırakmıştı. Çenesine yasladığı avcunu ve yatağa yasladığı kolunu geri çekerken bile bozmamıştı bu ifadesini, sandalyede arkasına doğru yaslandı. "Hangi asıl konu ?"

Yüzündeki ifadesizlik bile hangi konu olduğunu anladığını açıkça gün yüzüne çıkarırken o hala bilmemezlikten gelmeye çalışıyordu. Onun asıl sorunu şuydu : Asla yalan söyleyemezdi.

Bugün hemşireye karşı takındığım asabi bakışlarımı yeniden devreye soktuğumda o da bu bakışlardan etkilenmişe benziyordu, içinde milyonlarca bıkkınlık barındıran nefesini dışarı verdikten hemen sonra konuşmaya başladı.

"Babalık kavramından ne kadar uzakta olduğunu ima etmeye çalıştım sadece, başka bir şey yapmadım."

Konuşmaya başladığı andan itibaren ; ifadesizlikle gölgelenmiş olan suratı, bir ifadeye bürünmeye başlamıştı. Dudak kıvrımları alaycılık ifadesiyle birlikte yukarı doğru kıvrılmış, kaşları da birazcık havaya doğru kalkmıştı. Dudakları biraz önceki gibi düz bir çizgi halinde de durmuyordu artık.

"Ne bok yemeye çalışıyorsun bilmiyorum ama şu tavırlarından vazgeç. Sen asla babama karşı sesini bile yükseltmezsin Buğra." Ses tonum onunkinin aksiydi ; ne alaycı ifademin arkasına sığınmıştı kelimelerim, ne de sinirle bütünleşmişti. Düz bir tonda ve tüm duygulardan yoksun, ifadesiz bir cümleydi işte.

Ellerini birbirine kenetleyip karnının üstüne koydu ve arkasına yaslandı, "Emin misin ? O devirleri çoktan atlattığımızı sanıyordum."

"Sikerim devrini, sırf benim yüzümden kimseye karşı cephe almanı istemiyorum, nokta." Ses tonum beklediğimden de yüksek ve sinirli bir şekilde çıkmıştı, istemsiz bir davranıştı. Ses düzeyimi düşürmek istercesine derin bir nefes aldım. "Tartışma burada bitmiştir."

Başını hafifçe eğip hafif sesli bir gülüş sergiledi, itiraf etmek gerekirse bu hareketine Arya bile bayılıyordu. Çok çekici oluyormuş. Bir bana çekici gelmiyordu nedense. Aksine, sinirlerimi bozmaktan başka hiçbir işe yaramıyordu. Çünkü bu gülüşü, dediklerimin bir gramını bile umursamadığını gösterirdi. Gülüşüyle protesto ediyordu beni resmen.

"Senin yüzünden cephe almıyorum zaten, kendisi yüzünden cephe alıyorum. Bir oğlunu kurtarmaya çalışırken onu da kurtaramayıp ikisini de kaybetmenin nasıl bir duygu olduğunu anlasın diye. Bunu hala anlayamamış olabilirsin ama, kimse senden daha önemli değil Kaan. Her türlü benim kahramanım sendin, babam değil. Bana bulaşan çocuklara gününü gösteren de sendin, bana kavga etmeyi öğreten de. Başımın çaresine bakmamı bile sen öğrettin bana. O yüzden şimdi karşımda durup da bana, benim yüzümden kimseye karşı cephe almanı istemiyorum, diyemezsin. Anladın mı ? Asıl şimdi tartışma bitmiştir."

Hastane zamanlarını biraz hızlı atladım sanırım ama bunu yapmam gerekiyordu arkdşlr. Ayayayaya eski bölümlerdeki eğlencelerimize geri dönüyoruz yavaş yavaş.

Önemli dipnot : Diğer bölümler Hazal'ın ağzından olacak. Buğra ile olan atışmalarını özledim :d

Continue Reading

You'll Also Like

2.4M 38.1K 55
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
197K 10.7K 23
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...
857K 16.8K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
1.6M 56.6K 79
Arya: Neden? Arya: Neden yaptın bunu? Arya: Neden beni aldattın?!