fire and blood • malik

By carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... More

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXIX| between fireflowers
XXX| dream syrup
XXXI| dead message
XXXII| dance of dragons
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXV| towards the tear river
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

VIII| little cabin in the woods

3.1K 264 79
By carmenfkahlo

ZAYN

Her geçen gün, her geçen dakika ve saniye Zayn Malik' in şiddeti büyüyordu. Rhoslyn Clifford' un gitmesinden bu yana tam olarak bir hafta geçmişti ve genç kızdan bugüne dek bir haber alınamamıştı. Bu, Zayn' i öyle çok çıldırtıyordu ki dün gece kendisine hiçbir bilgi olmadığını söyleyen muhafızı öldüresiye dövmüştü. Yaveri Dei, yere düşen kan damlalarını temizlemekle epey vakit harcamıştı.

Ama bugün, öğleden sonra, Sör Louis Tomlinson Zayn' in yanına gelmiş ve ormanda iki adam bulduklarını söylemişti. Zayn ilk önce bunu ciddiye almadı. Louis açıkladığında ise verdiği ilk emir adamların karşısına çıkarılması olmuştu.

Sör Louis Tomlinson' un dediğine göre, ormanda bulunan iki adamın ellerinde krallığa ait bir at ve yine krallıkta eritilen deriden yapılmış çantayı bulmuşlardı. Louis onları görür görmez birer hırsız olduklarını anlamış ve krallık adına onları tutuklamıştı.

Volkan camı tahtında otururken öfkesini gizlemeyi başardı. Dikkatini baş parmağına taktığı yüzüğü tahtın cam koluna yavaş bir ritimle vururken çıkan sese veriyordu. Sonunda bu bekleyiş sona erdiğinde taht odasının devasa kapıları açıldı ve içeri muhafızlar eşliğinde iki adam girdi. Onları görür görmez istemsizce gözlerini şüpheyle kıstı. Ahırdaki inekler bile bu iki piçten daha temiz olmalıydılar.

"Karşınızdaki, Güney Krallığı' nın koruyucu varisi, Yaser oğlu, Prens Zayn Malik."

İki adam dizlerinin üzerine çöktü. Başları eğik, korkudan titriyorlardı. Zayn Malik sakinliğini bozmadı ve tahtında biraz daha yayıldı.

"Kaldırın onları." Muhafızlar adamları ayağa kaldırdı.

"Prensim, söylediklerine göre isimleri Cain ve Randy. Ormandaki hırsız kabilelerden birinde yaşıyorlar. Krallığa ait çalıntı eşyalar ile onları yakaladık."

Eğer orman olmasaydı Anghrist ile o kabileleri yok ederdi. Bunu yıllardır yapmak istemişti zaten ama imkansızdı. Yapacağı doğa katliamından başka bir şey olmayacaktı çünkü. 

Sıska olan "Bağışlayın prensim, lütfen bağışlayın, hata yaptık. Yemin ederiz ki bir daha asla çalmayacağız. Her gece Işığın Tanrısı' na sizin için dua edeceğiz." dediğinde diğer adam dehşetle başını sallamıştı.

"Tüm karanlık zamanlarda ışık sizinle olsun prensim. Işık sizinle olsun, ışık sizinle olsun. Bağışlayın. Işık sizinle-"

"Kes sesini."

Taht odasını sessizlik kapladı.

"Çaldığın eşyaları kimden aldığını söyle."

"Sarışın bir kızdan çaldık prensim."

Hala yüzüğü ile ritim tuttuğu tahtın kolunu parmaklarıyla sertçe kavradı. İnce bir cam olsaydı, şu an o kol paramparça olurdu.

"O... İyi miydi?"

Sıska olan ağlamaya başladı ve titrek dudaklarından "Lütfen bağışlayın. Bir hata yaptık." sözleri yükseldi.

"Ne yaptınız ona?" dedi kendini sıkarak. Duyacağı cümlelerden korkuyordu. "Ne yaptınız ona?!"


"Prens bir soru sordu." Muhafız, kilolu olana tekme geçirince çığlık attı.

"Eşyalarını alacakken hançeri ile üzerimize geldi. Onu... Engelledik. Engellemek zorunda kaldık."

"Nasıl engellediniz? Konuşsana!'

"Onu iki kere hançerledik prensim."

"Lütfen bağışlayın! Bağışlayın bizi-"

Muhafız sıska olana yumruğunu geçirip "Konuşma." dediğinde Zayn donup kalmış bir halde olanları izliyordu.

Kalbini saran zehirli bir acı tüm vücudunu yakarak ilerledi. Yanıyordu, ateşi yükselmişti ve başı dönüyordu. Onu hançerlemişlerdi. Rhoslyn' i... Hassas, kırılgan beyaz tenini parçalamışlardı.

"Onu ölüme mi terk ettiniz?" diye fısıldadı hayretle. Odada mutlak bir sessizlik olduğu için sözleri kolayca duyuldu.

"Onu ölüme terk ettiniz."

Tahtın basamaklarının yanında olan Sör Liam Payne "Onları Anghrist' e mi vereceksiniz prensim?" diye sorduğunda adamlar tekrar af dilemeye başladı ve taparcasına diz çöküp yüzlerini yere bastırdılar.

"Onları ayağa kaldırın." Zayn' in sesindeki soğukluk taht odasındaki herkesi şaşkınlığa soktu. Bu Zayn Malik miydi? Bu sakin prens? Nasıl oluyor da taht odasında bedenlerden ayrı iki kafa yoktu? Nasıl oluyor da etraf kan gölüne dönmüyordu?

Muhafızlar hırsızları ayağa kaldırdı.

"Onu neresinden incittiniz?" diye sordu. Dışarıdan görünen sakinliği hala onu terk etmemişti ancak kanı alev içindeydi. Yanıyordu, Rhoslyn' in acısı bedenini sızlatıyordu.

"Karnından."

"Prensim, onlarla ne yapacağız?"

"Lütfen tanrının uğruna bize merhamet gösterin!"

"Size tüm merhametimi göstereceğim." diyen Zayn ayağa kalktı ve basamakları yavaşça indi.

"Birazdan kalemdeki en güzel zindana gideceğiz. Orada, tıpkı Rhoslyn' e yaptığınız gibi karnınızı parçalayacağım. Korkma, tedavinizi de yaptıracağım elbette. Ölmemeniz için tüm üstatlarım sizinle ilgilenecek. Böylece her gün bu oyunu oynayabileceğiz... Ama bilirsiniz, tanrı bizi aciz varlıklar olarak yarattı. Bir müddet sonra bedeniniz tedaviyi de kabul edemeyecek. Çürümüş et ve kan kokusu yüzünden kusmuklarınızda boğulacaksınız. Ardından ne olacak biliyor musunuz? Sizi Anghrist ile tanıştıracağım. Çok yavaş olacak. Önce ayaklarınızın küle dönüştüğünüzü izleyeceğiz. Ellerinizin... Her saniyesinde sizinle olacağım. Her saniyesinde bunun bedelini ödeyeceksiniz." Zayn' in nefesleri büyüdü. Kendini, bu iki piçi şimdi öldürmemek için çok zor tuttu.


Rhoslyn... Yaşıyor muydu? Yaşama ihtimali var mıydı? Zayn' in mantığı ona gerçeği bağırsa bile bunu kabul etmek istemiyordu. Yanmaya başlayan gözlerini Sör Liam Payne' ye çevirdi.

"Onu bul Liam." dedi yalvarırcasına. Ona ne oluyordu? Bir ejderha yalvarmazdı.


Kendisi gibi şaşkın olan Liam Payne ise düşünceli bir şekilde başını sallamakla yetindi.

SHAWN

Beklenen haber sonunda Buz Kalesi' nin duvarlarında yankılandı.

Kuzeyin Irwin Hanedanı' ndan Ashton Irwin ve Clifford Hanedanı' ndan Michael Clifford buradaydı. Genel bir reverans adına taht odasında olacaktı ilk karşılaşma. Shawn, asil bir prense yakışacak kadar şık giyindi ve ulu kurdu Snow ile beraber taht odasına gitti. Babası Kral Manuel demir tahtta oturmuş Kral Eli Lord Jeremy Bieber ile konuşuyordu. Babası için bir reverans yapıp Lord Jeremy' e de selam vererek yerine, demir tahtın hemen yanında kendisi için hazırlanan gösterişli koltuğa, oturdu. Snow ise koltuğunun yanına çöktü. Öylesine büyüktü ki, dört ayağının üzerine oturmasına rağmen Shawn' ın boyunu aşıyordu.

O sırada annesi Kraliçe Karen ve kız kardeşi Prenses Aaliyah da taht odasına girip tıpkı kendisi gibi onlar için hazırlanan koltuklara oturdular. Prenses Aaliyah, Shawn' ın yanındaki koltuğuna oturmadan önce ağabeyine dilini çıkarıp komik bir yüz ifadesi yaptığında Shawn, asil prensliğini kenara bırakıp güldü. Aynı şekilde o da kardeşine komik bir surat ifadesi gönderdiğinde prensesin küçük kıkırtısı odada yankılandı. Onu güldürmeyi seviyordu.

Kardeşi ile kendi koltuğu arasında kalan Snow' u sevdi Aaliyah. Kendi ulu kurdu, Ice, bugün yanında değildi.

Sonunda, uzun bir bekleyişin ardından taht odasının kapıları açılınca Shawn gerildiğini hissetti. Canavar Ashton Irwin güvenli kalelerinin içindeydi. Şimdi ise taht odalarında... Dik ve cesur duruşu, aynı zamanda tehditkar yeşil gözleri, hemen yanındaki Michael Clifford' u gölgede bırakıyordu. Michael Clifford' un ise oldukça sessiz, Ashton' un aksine daha çekingen olduğu öngörülemez değildi.

İki lord oğlu ve ardlarından gelen diğer muhafızlar, kuzeyin kralının önünde reverans yaptı.

Kuzeyin kralı buz gibi gözlerini onlara dikti. Hiçbir duygu belirtisi yoktu babasının yüzünde. Ne tuhaf.

"Sizleri burada görmek bizim için büyük bir sürpriz ve mutluluk oldu lordlarım. Onur duydum."

"O onur bize aittir majesteleri." dedi Michael Clifford.

"Sizler için kalenin en iyi odalarını hazırlattım. Yol yorgunusunuz. Dinlenin ve akşam yemeğinde derin bir tartışma yapalım."

Ashton Irwin bir adım öne çıktı.

"Zamanımız yok Majesteleri. Konuşmayı hemen şimdi, burada yapmayı talep ediyorum." Ashton Irwin delici gözlerini Shawn' a çevirdiğinde Shawn gözlerini hiç kaçırmadan ona baktı.

"Pekala, talep kabul edildi. Önemli bir mesele olmalı."

"Elbette önemli, duyduğunuzu da umuyorum. Ejderhalar çok yakında evlenecek olduğum ve aynı zamanda Clifford Hanesi' nin lordunun kızını, sevgili nişanlım Leydi Rhoslyn Clifford' a el koydular. Clifford Hanedanı' nın baş muhafızı Sör Yue barışçıl bir amaçla Güney Krallığı' na gittiğinde ise geriye sadece kafası döndü."

Kral Manuel hiçbir şey söylemedi.

"Bu, kuzeye yapılan bir aşağılamadır Majesteleri. Karşılığının verilmesini istiyorum."

Shawn babasının yerine cevap verdi. "Leydi Rhoslyn' i bırakmadıklarını söylüyorsunuz. Orada, düşündüğünüzün aksine kendi isteği ile bulunuyor olma ihtimali nedir? Leydi Rhoslyn neden evini terk etmek istedi?"

Ashton Irwin' in gözlerindeki öfke kıvılcımlarını görmüştü. Aynı öfkeyle karşılık verdi. Buradayken kendisine hiçbir şey yapamazdı ne de olsa. O veliaht prensti. Onu herkes korurdu.

"Saygısızlık etmek istemem prensim. Ama soylu bir leydinin yeri elbette ailesinin yanıdır. Üstelik nişanlım Leydi Rhoslyn' i tüm kalbimle seviyorum ve onun da beni sevdiğine eminim. Kendi isteği ile orada durmadığını da çok iyi biliyorum. Canavar Malikler sadece savaş istiyor."

"Kız kardeşim Rhoslyn her zaman bize karşı asiydi Majesteleri. Kendisinin evliliği için söz hakkı olduğunu savunuyordu. Ancak lord babam bu evlilik için hiçbir engel olmadığını belirttiğinde Rhoslyn gitti. Mantıklı düşünemiyordu." 

"Konu sadece bu da değil. Bir elçiye zarar vermek savaş demektir. Malikler kuzeyin gazabını hakettiler." diye sözlerini tamamladı Ashton.

Kral Manuel konuşmak için demir tahtta daha dik bir pozisyon aldı. "İlk olarak Kral Yaser' in tüm bu olaylar olurken Ejderha Kalesi' nde olmadığını belirtmek istiyorum. Zayn Malik düşüncesiz ve fevri bir prens. Kral Yaser gerekli özrü bizden dileyecektir. Oğluna da, sürgün gibi, gereken cezayı vereceğine eminim. Sadece sizden biraz daha beklemenizi istiyorum."

Ashton Irwin' in yüzü görülmeye değerdi. Shawn keyifli bakışlarla ona bakmaya devam ederken "Dinlensek çok iyi olacak." diyen Ashton kabaca bir reverans yaptı ve kralın ne diyeceğini beklemeyecek bir saygısızlık yaparak taht odasını terk etti.

RHOSLYN

Rhoslyn tekrar o çığlığı duydu. Tüm dünyayı titreten o ejderha çığlığını... Alevler içindeki toprakta koşmaya başladı. Ayakları ateşe değdiği halde yanmıyor ve bunun nasıl mümkün olduğunu anlamıyordu. Ateşlerin içine atlasa bile sanki küle dönüşmeyecek, denizde yüzüyormuş gibi alevlerin arasında yüzecekti.

Ancak şu an umursadığı tek şey acı çeken ejderhanın yanına ulaşmaktı. Bedenindeki tüm dürtüler onu buna itiyordu. Koştu, hiç durmadan hislerinin ona söylediği yönde koştu. En sonunda mavi siyah pullu bir ejderhayı gördü. Uzaktan onu Anghrist sanmıştı ama Anghrist kırmızı siyah pullu bir ejderhaydı. Üstelik bu mavi siyah ejderha, Anghrist' e göre oldukça küçüktü. Ejderha alevli toprağın üzerinde ayak basmış, uzun başını oradan oraya sallayarak çığlık atmaya devam ediyordu.

Bu ejderhanın sorunu neydi?

Acı mı çekiyordu? Yoksa uçamamaktan mı kaynaklıydı? Kanatlarını çırptığı halde hiç yükselememişti. Rhoslyn bir başka çığlık daha duydu. Gözlerini gökyüzüne kaldırdığında orada, Anghrist' i gördü. Ejderhanın Anghrist olup olmadığını göremeyecek kadar uzak olsa da onun Anghrist olduğunu biliyordu. Nereden biliyordu?

Mavi siyah pullu ejderha yine çığlık attığında Rhoslyn irkilerek ona döndü. Son çığlığı öncekileri gibi değildi. Ejderha çıldırıyordu. Başını alevli toprağa defalarca vurdu. Yer titriyor, topraklar etrafa saçılıyordu.

Ejderha son vuruşu yaptı.

Bedeni tamamen toprağa düşerken aralıklı ağzından alevli toprağa siyah kanı akıyordu. Rhoslyn dizlerinin üzerine çökerek akan kanı izledi.

Ejderha ölmüştü.

Rhoslyn Clifford gözlerini araladı. Ateşler içinde gibi hissediyor, yakan tenine yapışmış nemli saçları ise durumu daha da kötüleştiriyordu. Etrafına bakınırken küçücük, ahşap bir kulübenin odasında olduğunu fark etti. Buraya nasıl gelmişti? En son iki hırsız onu hançerle paramparça yapmış ve kaçmışlardı. Öleceğini bile düşünmüştü. Onu kim kurtardı?

Odasının kapısı açıldığında irkildi ve bu çok canını yaktı. İnleyerek ellerini karnının üzerine koyduğunda katlarca sarılmış bezleri anında hissetti ve üzerine serilmiş kürkü ittirerek bedenini gözler önüne serdi. Kendisine eski, çuval rengi bir kumaş giydirilmişti. Belki de çuvalın kendisini giymişti, emin değil.

İçeri giren orta yaşlı kadına baktı. Elinde bir tas su ve eski bir bez parçası daha vardı.

"Sonunda uyandın küçük kız." dedi kadın gülümseyerek.

Rhoslyn mesafesini koruyarak "Kimsin sen?" diye sordu.

"Adım Joanna. Lütfen endişelenme. Yaraların hala kötü durumda. Tekrar kanama gerçekleşebilir."

Joanna, Rhoslyn' in yattığı yatağın kenarına oturdu ve elindeki bez parçasını tasın içindeki suya daldırdı. Bezi, sertleşmiş parmakları arasında sıktıktan sonra Rhoslyn' in yüzünde gezdirdi. Bezin soğukluğu öyle iyi gelmişti ki Rhoslyn' e, gözlerini kapattı.

"Günlerdir ateşin düşmüyor."

Günler mi? Rhoslyn tekrar gözlerini açtı.

"Kaç gündür buradayım?"

"Bugün yedinci gün."

Dehşete düşmüştü. Yedin gün. Koskoca yedi gün! Yedi günde buralardan ne kadar çok uzaklaşabileceğini düşünmüştü önce. Sonra Zayn Malik' i... Ne yapıyordu acaba? Hala kendisini arıyor muydu?

"Oğlum Hank avlanmaya çıktığında seni kanlar içinde bulmuş. Buraya getirdiğinde neredeyse bir ölüydün, çok kan kaybetmiştin. Oğlum sürekli avda yaralandığı için seni tedavi etmek zor olmadı." Kadın gülümsedi. Kadın sürekli gülümsüyordu.

"Teşekkür ederim. Size bir hayat borcum var." dedi Rhoslyn kibarca.

"Kendini borçlu hissetme canım. Hayatını Işığın Tanrısı bağışladı. İnan bana orada ölmüş olman gerekirdi. Ama tanrı yaşamanı istiyor."

Tanrı neden yaşamasını istiyor?

Joanna bezi tekrar suya daldırdı ve sonra Rhoslyn' in kollarında gezdirdi.

"Altın sarısı saçlar, mavi gözler... Burada pek rastladığım bir görüntü değil."

"Kuzeyliyim." dedi Rhoslyn çekinerek. Joanna hiç şaşırmadı. Muhtemelen görünüşünden bunu fark etmiş olmalıydı zaten.

"İsterseniz hemen şimdi gidebilirim."

"Elbette hayır. Nereli olduğun beni ilgilendirmez. Sen yaralı bir insansın." Rhoslyn gülümsedi. Böyle insanların var olduğunu görmek onu mutlu ediyordu.

"Teşekkür ederim." dedi tekrar.

"Rhoslyn Clifford' sun değil mi?"

"Adım tüm krallığa yayılmış sanırım."

"Evet, seni tanımayan yok." dedi Joanna gülerek. "Kuzeye mi gidiyordun?"

"Evet, yarın sabah tekrar yola çıkacağım."

"Asla olmaz. Dikişlerin en küçük bir harekette tekrar açılabilir."

"Ama burada olmamam gerekiyor. Prens beni kolayca bulacak."

"Endişelenme, prense burada olduğunu söylemeyiz."

"Hayır, yalan söylediğiniz anlaşılırsa-"

"Rhoslyn, dinlenmen gerekiyor canım." Joanna sırıtarak ayağa kalktı. "Eliza lezzetli bir yahni hazırladı. Senin için bir tabak getireceğim. Günlerdir midene hiçbir şey girmedi çocuğum."

Joanna, Rhoslyn' in karşılık vermesini beklemeden odadan çıktığında Rhoslyn ne hissedeceğini bilmiyordu. Tek istediği bir an önce buradan çıkmak ve yola devam etmekti.

Kısa süre sonra odanın kapısı tekrar açıldı ve içeri iri, kol kasları oldukça gelişmiş uzun boylu bir çocuk girdi. En fazla yirmi beş yirmi altı yaşlarında olmalıydı. Rhoslyn onu görünce Joanna' nın oğlu Hank diye tahminde bulundu.

"İyi olup olmadığını görmek istedim sadece." Rhoslyn çocuğun bakışlarından hoşlanmadı. Kahverengi gözlerinde kalın duvarlar vardı ve hiçbir şekilde gerçek hislerini belli etmiyordu. Tuhaf bir şey vardı onda.

"Teşekkür ederim. Sizin yardımınızla yaşıyorum." Hank sessizce başını salladı ve gözlerini Rhoslyn' in üzerinde gezdirdi. Rhoslyn kötü düşünmek istemiyordu ama Hank' in bakışlarının masum olmadığını biliyordu. Buradan tekrar hemen şimdi gitmek istedi.

"Joanna dinlenmemi söyledi." dedi boğuk bir sesle.

"Doğru. Doğru, haklısın dinlen elbette." Hank son kez gözlerini onda gezdirdi ve odadan çıktı.

Yalnız kaldığı sırada sırtındaki ağrıları hissetti. Sadece sırtı da değil, tüm kasları, kemikleri sızlıyordu. Uzandığı yerde hafifçe doğrulmak istediğinde tekrar acı dolu bir inilti çıkardı ve pes etti. Kıpırdamadan yatacaktı... Gözlerini kapatıp bundan sonra ne yapacağını planlamaya çalıştı ancak aklı öyle karışıktı ki hiçbir şeyi bir araya getiremedi. Zayn' i düşündü. Kuzeyi... Kuzeyde neler oluyordu? Ashton Irwin Sör Yue' nin kafasını görünce ne yapmıştı? Ya babası? Annesi? Laurie? Laurie muhtemelen mutlu olmuştur. Ailesi için kötü olan her şey onu mutlu ederdi.

*

Kapısı tekrar açıldığında içeri dokuz ya da on yaşlarındaki bir kız çocuğu girdi. Kızın kısacık kesilmiş saçları ilk bakışta onu bir erkek çocuğu gibi gösterse de gözlerindeki ifade onun kız olduğunu ele veriyordu.

Elindeki bir tas yahniyi gören Rhoslyn aç olduğunu hissetti. Yemeğin kokusunun verdiği güç ile ellerini yatağa bastırdı ve acısına rağmen doğruldu.

"Çok teşekkür ederim." dedi yahniyi alırken. Eliza hiçbir tepki vermeden odadan çıktı. Bu çocukların nesi vardı böyle? İkisi de çok tuhaftılar... Bunun üzerinde fazla düşünemeden kendini lezzetli yahniye kaptırıp kısa sürede yemeğini bitirdi. Şimdi çok daha dinç hissediyordu. Utanmasaydı bir tas daha alabilirdi.

Joanna onu kontrol etmek için geri döndüğünde Rhoslyn tuvalet ihtiyacını belirtti. Joanna kızı Eliza' yı çağırdı ve ikisinin yardımı ile zar zor ayağa kalktı. Kulübenin dışındaki tuvalete kadar acıyla yürüdü. Ne kadar çok canı acısa da yürüdüğü ve temiz hava aldığı için mutluydu. Bir süre keyifle gözlerini gün batımında parıldayan ağaçlara dikmişti.

Tuvaletten geri döndüğünde Rhoslyn yeniden yatağına uzandı. Terlediği için yatak oldukça nemliydi. Saçlarını ensesinden uzaklaştırdı ve gözlerini yeniden kapattı. Kesik kesik uyumaktan nefret etse bile kendini engelleyemiyordu.

Güneş tamamen battıktan sonra Rhoslyn tekrar uyandığında uyanmasının sebebi sadece kendisine su vermeye gelen Eliza' ydı. Suyu içerken sarı saçlarına dik dik bakmıştı küçük kız.

"Saçların çok sevimli." dedi Rhoslyn. Kısacık saçlara baktığında bunu söyleme ihtiyacı hissetmişti nedense.

"Yalan söylüyorsun. Beni erkek sandın." dedi Eliza.

"Hayır, sanmadım."

"Tatlı sarı saçlarını kesmek isterdim." dedi soğuk bir sesle. "Ama bunu yapsam annem beni öldürürdü."

Rhoslyn birkaç saniye boyunca hiçbir şey söyleyemedi. Sonra ise "Saçlarını neden kestin?" diye sordu.

Eliza cevap vermediğinde Rhoslyn' in elindeki bardağı alarak odadan çıktı. Bu evde olanlar onu iyice ürkütmeye başlamıştı. Eliza' nın soğukluğu, Hank' in kötü bakışları ve Joanna' nın fazla abartılı sevecenliği... Kendini güvende hissetmiyordu. Buradan bir an önce gitmeliydi. Ama güçsüz ve silahsızken bunu nasıl yapacaktı?

*

Karnını tutarak, terinden iyice ıslanan yataktan kalktı. Tuvalete gitmesi gerekiyordu. Bunu yalnız başına ve sessiz bir şekilde yapmalıydı.

Kulübeden çıktı. Yavaş adımlarla tuvaletin olduğu küçük dolaba doğru giderken acı mırıltılar çıkarıyor, elini karnının üzerinde bir bebek severmiş gibi gezdiriyordu. Gökyüzündeki aya uzun bir süre baktı, sonra ise tuvalete girdi. İhtiyacını karşılayıp çıkmak için kapıyı açmıştı ki, karşısına koca cüssesi ile çıkan Hank' i görmek onu korkuttu.

"Hank?" dedi kendisine fazla derin bakan çocuğa.

"Annem sana dokunmamam için bana üç fahişeye yetecek kadar para verdi."

Rhoslyn tuvaletten çıkıp küçük adımlarla Hank' ten uzaklaştı. "Öyleyse gidip biraz eğlen."


"Ama hiçbirisi senin gibi bir leydi etmez."

"Tatlı anneni üzmek mi istiyorsun?" Rhoslyn etrafta işine yarayabilecek bir şey aradı. Keskin olan bir şey yoktu ancak yerde el kadar büyük taşlar vardı. Eğer ihtiyacı olursa onları almak sadece bir nefes alımı kadar sürerdi.

"Annemi dert etme. Beni öyle çok seviyor ki..."

Hank kendisine doğru bir adım attı.

"Yaklaşma." Karnı acıyor, hafif ateşinin yükseldiğini hissediyordu. En güçsüz zamanıydı ve birisi ona tecavüz etmek üzereydi.

"Üzgünüm Rhoslyn. Üzgünüm, kendimi engelleyemiyorum. Kuzuları sikmekten yoruldum ve ben artık gerçek bir kadını sikmek istiyorum. Buna ihtiyacım olduğunu görmüyor musun?" Rhoslyn eğilip taşı aldı ama artık çok geçti. Hank büyük elleriyle onun kollarını kavrayıp kolayca yere fırlattığında Rhoslyn' in acıdan nefesi kesildi. Hank onun ayağa kalkamayacağını düşündüğü için başka bir zahmete girmeden pantolonunun bağcıklarını çözmekle uğraştı. Fakat Rhoslyn güçlüydü. Eliyle karnına baskı yaparak hızla ayağa kalktı ve Hank' in beklemediği anda elindeki taşı tüm gücüyle yüzüne indirdi. Koca adam yere yıkıldı ama bayıltacak kadar sert vuramamıştı.

Koşmaya başladığında ellerinin altında olan kumaşın ıslandığını hissetti. Her yere bulaşan kan ay ışığı altında yıldızlar gibi ışıldıyordu. Muhtemelen kan kaybından bu gece ölecekti ama asla tecavüze uğrayarak ölmeyi kabul etmeyecekti. Kaçabildiği kadar uzaklaşacak ve tek başına ölümü bekleyecekti. Planı buydu.

Hank' in öfke dolu çığlıklarını duyabiliyordu. Uzakta olması büyük bir şanstı onun için. Tek yapması gereken saklanacak iyi bir alan bulmaktı. Ama daha fazla ilerleyemedi. Tüm gücünü tüketmişti birkaç metre koşarak. Büyük bir ağaca yaslanıp nefes nefese etrafına bakarken gözleri tüm elbisesine yayılmış kanına kaymıştı. Hızla titreyen ellerini kaldırıp kandan kendi teni görünmeyen parmaklarına baktı.

Ağlıyordu.

Dizlerinin üzerine çöküp sırtını ağaca yaslarken artık bunun bitmesini istiyor, bitmesine ihtiyacı vardı. Tanrı neden onu bu yollarla cezalandırıyordu? Sadece Ashton Irwin ile evlenmek istememişti. Sadece, bir kereliğine olsun kendi istediğini yapmak istemişti hayatında. Bir kadın bu dünyada kendi kararlarını veremez miydi? Cezaların nedeni sadece bu muydu?

Rhoslyn umutsuzluğun derin çukurunda kaybolmaya devam ederken bir ses duydu. At sesleri. Onlarca at sesi.

Zayn...

Krallığın askerleri olabilir miydi duyduğu sesler? Çünkü Zayn hala kendisini arıyorsa onların olma ihtimali çok yüksekti. Yeni bir umut ile çarpmaya başladı kalbi. Titreyen ellerini ağaca sabitleyip ayağa kalkmaya çalıştı ama yapamadı. Acıdan bacaklarını hissetmiyordu.


"Yardım edin." Sesi öylesine zayıftı ki, onu birinin duyması imkansızdı.

"Yardım edin!" Ağlaması hızlandı. Buradan kurtulmak istiyor, yeniden güneye, Zayn' in güvenli kalesine dönmeyi diliyordu. Aptalın tekiydi. Aptalın tekiydi!

Öne doğru uzandı ve kollarının yardımı ile kendini sürüklemeye çalıştı. Aynı zamanda yardım sözlerini çıkarmayı da unutmuyordu. Son gücüne, son nefesine kadar durmadı, hiç pes etmedi. Bu da sadece iki metre demekti. Rhoslyn kendini sadece iki metre sürükleyebildi. Sonunda nefessiz kaldı ve tüm bedeni toprak ile buluştu, bilinci tekrar kapandı.

Continue Reading

You'll Also Like

260K 17.2K 12
Tek başına bebeğiyle Seule taşınan omega jeon jungkook ve komşusu safkan alfa kim taehyung . Omegaverse! SafkanAlfatae! Omegakook! Text&Düzyazı!
15.9K 2.3K 51
Hep aynı yıldıza bakarsan yolunu asla kaybetmezsin...
1.6M 110K 29
Başkomiser Han Jisung ve seri katil Lee Minho
77K 3.3K 31
Her şey salak kardeşimin yalanıyla başladı.. Siz: Delikanlıysan konum atarsın...