CESUR/çürük koza(+18)

By yaseminabvaa

9.4M 172K 58.8K

O sırtımı dayadığım bir ağaç değildi sadece. Güven veren bakışları benim yarınlarımdı. Sıcacık eli hayatımdak... More

1. BÖLÜM "KAYIP PUSULA"
2. BÖLÜM "KAZA"
3. BÖLÜM " UYUMLU"
5. BÖLÜM "SENİN SOYADINA İHTİYACIM VAR"
6.BÖLÜM: "EVLİLİK"
7. BÖLÜM. "HATANIN BEDELİ"
8.BÖLÜM "YABANCI DUYGU"
9. BÖLÜM. "GÜZEL HABER"
10. BÖLÜM "BENDEN ÖNCE"
11. BÖLÜM. "KAVGA"
12. BÖLÜM "AİLE
13. BÖLÜM. "ZAYIF BAĞLAR"
14. BÖLÜM"BUNU SEN İSTEDİN"
15. BÖLÜM "ANILAR"
16. BÖLÜM" İLK GÜZEL ANIM"
17. BÖLÜM"İKİ ZIT DUYGU"
18. BÖLÜM "İHANET"
19. BÖLÜM "BOŞLUK"
20. BÖLÜM "ÖFKE"
21. BÖLÜM "HATA"
22. BÖLÜM" ÖPÜCÜK"
23. BÖLÜM "ACIDAN ÖTE"
24. BÖLÜM"KORKU "
25. BÖLÜM" DEĞİŞEN DENGELER"
26. BÖLÜM" BANA MECBURSUN"
27. BÖLÜM "BENİ KALBİNE SOR"
28. BÖLÜM "BİZ"
29. BÖLÜM "TAKINTILI"
30. BÖLÜM "YABANCI"
31. BÖLÜM" İZİMİ BIRAKTIĞIM KALP"
32. BÖLÜM "İKİNCİ KAREMİZ"
33. BÖLÜM "KIRIK KALP"

4.BÖLÜM. "İHTİYACIM OLAN BÖBREK SENDE"

200K 6.7K 2.5K
By yaseminabvaa

Yine upuzun bir bölümle geldim. Lütfen oy vermeyi yorum yapmayı unutmayın.

4. BÖLÜM: "İHTİYACIM OLAN BÖBREK SENDE"

Genç adamın yüzüne tokat atmak için elimi yukarı kaldırdığımda ne yapacağımı anladı, tokat suratına inmeden bileğimi havada yakaladı. “Senin gibilerin uslu durduğunu söyledi o itler, kendimi kandırılmış gibi hissediyorum, bugün yeterince aşağılandım ve konumunu unutan kadının tekiyle rahatça yatacağıma onunla dakikalardır uğraşıyorum.”

“Doğru konuş benimle.”

“Sinirlenince daha çekici görünüyorsun.” dedi tüm ciddiyetiyle ve ona el kaldırmam hoşuna gitmişti sanki. “Ne yapsam acaba?”

“Bırak bileğimi.” Dediğimi anında yaptı, garip adamdı, ruh hali sürekli değişiyordu kendini bir yere ait hissetmeyen insanlar gibiydi. İfadesinden geçen duygular karmakarışıktı onun ne düşündüğünü kestiremiyordum.

“İstediğini yaptım şimdi sıra sende.” dediğinde oynadığı oyunun sonuna geldiğimizi anladım. “Bana arkanı dön.”

Başımı iki yana salladım.

“Bana arkanı dön!” diye tekrar etti cümlesini ve yükselen sesiyle bana emretti.

“Buraya dün gece zorla getirildim, kandırıldım, her kadın gibi bu lanet genel evde para karşılığında senin gibi heriflere satılmak için kapatıldım. Kendini bir halt zanneden en yetkili kişi diğerleri gibi dayakla yola geleceğimi düşünüyor ve savurduğu tehditlerle beni küçük aklıyla korkutmaya çalışıyor." Ciğerlerim havasız kalınca nefes alıp sözüme devam ettim "İster inan ister inanma ben buraya ait değilim ve kimsenin yatağına girmeyeceğim.”

“Hayat hikayen bittiyse arkanı dön artık.” Söylediklerimden zerre etkilenmedi, geri çekilmedi, yardım elini uzatmadı. “Seninle saatlerce bakışacak vaktim yok benim, hadi.”

“Git kendini becer.”

“Sana haddini bildireceğim.” demesi gözlerinin büyümesi, beni kollarımdan tutup çevirmesi elbisemi arkadan vahşice yırtması bir oldu. Bastırdığım korku attığım çığlıkla zamanını doldurdu, genel evin her köşesine erişen sesim korktuğumu herkese bildirdi ve kimse kapıya gelmedi. Yetkili kişinin dediği gibi; bu tür şeylere alışmışlardı. Şuracıkta can versen kimsenin kılı kıpırdamaz.

“İşte bu kadarsın.” Genç adamın kulağıma gelen sesiyle alnımı duvara bastırdım, henüz kendimi toparlayamamıştım. O elbisemi yırtmıştı, kollarımı dirseğimin altından tutmuştu hareket etmeme izin vermiyordu ve tek teması elleriydi, bedeni, nefesi benden uzaktı. “Kaldığım yerden devam etmem için konuş.”

“Dokunma.” diye fısıldadım, yalvardım başka çarem kalmamıştı. “Lütfen bana dokunma.”

“Duymak istediğim kelimeler bunlar değildi.” dedi kısık sesle, sadece benim duyacağım şekilde konuşmuştu ve sebebini henüz bilmiyordum. “Bana yalvarma hiç hoşuma gitmez. Ben hırçın topuklarını cesurca yere vura vura yürüyen kadınları severim.”

Kollarımı bıraktı, arkadan yırttığı elbiseyle uğraştı parmakları tenime temas etmedi, sesimi çıkarmadım onun huyuna gittim. İşi elbiseyle bitince benden uzaklaştı. “Böyle işi sikeyim.” diye tısladı, sesinin ayarına dikkat etti. “Bu pislik yuvasından bir an önce gitmeliyim.”

“Bana yardım et.”

Güldü, sürekli değişen ruh haline ayak uyduramıyordum. “Senin yüzünden başımı belaya sokacak kadar aptal değilim güzelim.” Yatağa bakıp yüzünü buruşturdu. “Çarşaflar kirli, yatak eski, oda pis kokuyor.” Elini kısa saçından geçirdi, kendine küfretti. “Seninle burada birlikte olmayacağım.” Bakışları yine beni buldu. “Benim evime gidiyoruz.” İtiraz etmedim, genel evden çıkarsam kaçma ihtimalim yüksek olur, ayağıma gelen şansı tepmedim, başımı hızlıca aşağı yukarı salladım. “Anlaştığımıza göre gidebiliriz.” Yanıma geldi, bileğimi kavradı, kapıya doğru ilerlediğinde ona ayak uydurmaya çalıştım. Her şey çok hızlı gelişiyordu, henüz hiçbir şey bitmiş olmasa da karşıma çıkan adam benim düştüğüm genel evden tek kurtuluşum olabilirdi.

Kapı kulpuna tereddüt etmeden uzandı, korkmuyordu, beni onunla dışarı öylece salmayacaklarını biliyordu. Cesareti kalbinden mi yoksa kanındaki alkolden mi aldığını kestiremedim ve tek temennim onun kendi bildiğini okuması ve beni genel evden çıkarmasıydı. Kapıyı sonuna kadar açtı, odadan sakince çıktığımızda genel evden sorumlu, yetkili kişiyi kapının pervazında sırtını duvara dayamış kollarını göğsünde bağlamış buldum, genç adam onun varlığını görmezden gelmedi aynı hizada durup yüzüne baktı. “Fantezi dünyanın içine ettiğim kapı dinlemek genel evlerde adet midir yoksa sana özgü mü?” diye sordu, genel ev yetkilisinin neden kapı dinlediğini anlamıştı aslında, niyetinin ne olduğunu ağzından duymak istiyordu sadece.

“Kızımın ilk müşterisi sensin, sorun çıkmasın diye kalmak zorundayım.” dedi sırıtarak, kollarını çözdü, sırtını duvardan ayırdı ve gözlerini bana sonra da bileğimi kavrayan genç adamın eline dikti. “Görüyorum ki büyük bir sorunumuz var.”

“Uyduracak başka şey bulamadın mı?” Onu küçümser gibi tepeden baktı. “Yemedim.”

Yetkili utanmadan “Sıramı bekledim.” dedi, genç adam duyduklarıyla bileğimi daha sıkı kavradı. “Bizde işler böyle yürür efendim. Müşteri gittikten sonra payımıza düşeni alırız.”

Kusmama çok az kaldı.

“Ah üzgünüm bu gece yanımdaki kadından kimse payını alamayacak, nasıl desem...”Düşünüyormuş gibi davrandı. “Biraz bencilim, paylaşmayı sevmem.”

“Maalesef böyle bir hakkınız yok, daha önce tarafımızdan bilgilendirilmediğinizi görüyorum.”

“Açıklama istemiyorum, boş boş konuşuyorsun değerli vaktimi çalıyorsun.”

“İşim bu, müşterinin memnuniyetini sağlamak.”

“Peki, böcek gibi kapı pervazında saklanmaya devam et, ben gidiyorum.” Yetkili bakışlarını bana dokundurdu genç adam da gördü. “Güzel kafam yanlış kelime üretimine başladı yine, pardon birader ‘biz’ gidiyoruz demek istedim.” Biz kelimesini bastırarak söylemesi beni rahatlatmıştı ama yetkili için durum aksiydi, telaşa kapıldı, müşteriyi kaybetmekten korktu keza beni de öyle.

“Gidiyoruz.” dedi tekrar, hareket edince ona ayak uydurdum, yetkiliyi arkamızda bıraktık. Bakışlarını üstümde hissediyordum beni öyle kolay dışarı salmayacaktı ve genç adamın sarhoş olduğunu biliyordu.

“Bekleyin, kızı yanınızda götüremezsiniz.” Genç adam arkamızda seslenen yetkiliyi duymazdan geldi. Merdivenden inmeye başladık, aşırı tedirgindim ve bizi son basamakta karşılayan kısa kadını tanıdım, üstümdeki elbiseyi bana zorla giydiren oydu. İçkisinden yudum aldığında görüş açısına girmiştik ve genç bir adamın peşinden sürüklendiğimi görünce içki boğazında kalmıştı. “Kız.. g-gidiyor.” dedi öksürüğün arasında, salonda müşteri yoktu, sadece iki genç kadın koltuklara karşılıklı oturmuş sigara içiyordu, gerisinin nerede ne yaptıklarını biliyordum.

“Efendim onu evden çıkaramazsınız.” diyen yetkili peşimizden geliyordu. Ona orta parmağımı kaldırmamak için kendimi zor tuttum, şimdilik sessiz kalmak yararıma olacaktı. “Size diyorum!”

“Kızla bu evde birlikte olmayacağım.” diye karşılık verdi genç adam, salonu adımladı, kapıya varmamıza iki metre kala önümüze tahtası eksik adam çıktı, sadece söyleneni yapıyordu kendi düşüncesi fikri yoktu. “Yolumdan çekil.” diye emretti genç adam, parmaklarını bileğime kenetlemişti öyle sıkı tutmuştu ki farkında olmadan canımı yakıyordu. “Hemen!”

Adam emre itaat etti, sadece söyleneni yapıyordu, emri kimden duyduğunun pek önemi yoktu onun için ve hiç konuşmamıştı. Dilini kestiklerini düşündüm, genel evden sorumlu kişi acımasızdı, duygusuzdu, merhametten yoksundu tereddüt etmeden adamın dilini kökten kesebilecek biriydi.

Dışarı çıkmamıza çok az kala kapı açıldı, içeri yapılı, uzun boylarına kafamı kaldırarak baktığım iki adam girdi. Ceketlerinin eteğini arkaya atıp belindeki silahı genç adama gösterdiler ve açık kalan kapının önünü kapattılar.

Bu cehennemden çıkmak sandığım kadar kolay olmayacaktı.

“Bizim malımızı dışarı çıkaramazsın.” diye uyardı önümüzde aşılmaz dağ gibi duran adamlardan biri. Eli silahın kabzasına uzandı, karşı koyduğumuz anda silahı kullanmaktan  çekinmeyecekti. “Kurallar böyle ve kurallara uymayanların cezası kesilir bayım.” Kalın, boğuk sesinden çıkan sözcüklerden ne ben ne genç adam etkilenmedik. Silahları görmeye alışkın değildim, şiddet ortamında büyümüştüm ve bedenimi titreten korkunun kaynağı genel evdi, mal gibi çalıştırılmaktı, onların kızı olmaktı.

“Böcekleri kale almam arada önüme çıktıklarında ezmeyi severim.” dedi genç adam, kendinden emin bir şekilde konuşması beni biraz rahatlattı. “Siz benim dengim değilsiniz koca böcekler ve kurallarınız bana işlemez.” Sinirden dişlerini gıcırdatmaya başlayan iki adam bakıştı, aynı anda bize döndüler silahın kabzasını kavradıklarında yetkili araya girdi daha doğrusu önümüzde durdu desem daha doğru olur.

“Siz ikiniz dışarı çıkın emrim olmadan da sakın içeri girmeyin.” dedi yetkili, eliyle işaret verince iki görevli sessizce dışarı çıktılar. Bakışlarını bizden ayırmayan yetkili sinirliydi, böyle bir olayla ilk defa karşılaşıyor olamazdı kesin orta yolu bulacaktı. “Olay büyüsün istemiyorum, kızı bırakırsanız bu akşam yaşananları unutmaya hazırım.”

Genç adam güldü. Karşısında duran yetkili birden gülmesine şaşırdı, kafası güzeldi ifadesinden ona yormaya çalıştığını anladım fakat diğer taraftan olaya bakarsak karşısındaki kişiyi adam yerine koymadığından onu aşağılamak için gülmüş olabilirdi. Çünkü genç adam ilginç biriydi, bana yardım ettiğini düşündüğüm anda yaptığı hareketle veya söylediği sözcüklerle fikrimi değiştiriyordu. Ona hala güvenmiyordum.

“Pislik kokan evinde geçireceğim her saate harcadığım paradan haberin varmı senin!” Genç adam birden yetkiliye bağırınca merdivenin başında deli gibi içen kadın korkudan yine öksürmeye başladı. “Servet ödedim lan size karşıma geçip boş boş konuşamazsın, parasını önceden verdiğim kadınla istediğim yere gider keyfime bakarım!”

“Ama bu kurallarımıza aykırı.” dedi yetkili, sakince karşılık verdi, onun huyuna gidiyordu, sakinleşmesini istiyordu eğer olay büyürse sonuçlarına katlanacaktı. “Kızla başka odada sabahlayabilirsiniz hatta sonraki günün ücretini almaz dilediğiniz gibi onu-“

“Yeter!” Genç adam yetkilinin yakasını hızla kavradı, onu kendine çekti, yüzünü yüzüne yaklaştırdı, gözlerinin içine alev almış gözleriyle öyle bir baktı ki yetkili korkudan büyükçe yutkundu. “Senin lağım kokan evinde, kirli yatağında, toz içinde kalmış odanda kimseyle birlikte olmayacağım.” Yetkili ağzını açınca genç adam sakın konuşma dercesine başını iki yana salladı. “Yerinde olsam benim canımı sıkmam, sahibin olacak o köpek patronun kim olduğumu neler yapabileceğimi gayet iyi biliyor.” Yetkiliyi geriye itip yakasını bıraktı. “Elimi kirlettin.” Avucunu bacağına sürdü, bu adam gerçekten ya kaçık ya da aşırı titiz. “Şimdi uslu bir köpek gibi kenara çekil.”

“Kızı nereye götüreceksiniz?”

“Sana hesapmı vereceğim it!”

“Efendim lütfen, biraz anlayışlı olu-“

“Kes sesini!” diye bağırdı, dışarda bekleyen adamlar kapının önünde belirdi. Sahiplerini koruma güdüsüyle hareket ediyorlardı elleri silahın kabzasındaydı, yetkilinin emrini beklediler. “Oyun mu oynuyoruz lan ikide bir girip çıkıyorsunuz sizde, kaç canınız kaldı söyleyin bari ona göre hareket edelim.” İki koca adam bakıştı, aptal gibi hissettiklerine eminim, konunun birden değişmesiyle karşı taraf ne yapacağını bilmiyordu. Önünü kapattıkları genç adam sarhoştu, kanındaki alkol ruh halini değiştiriyordu.

Aklıma gelen düşünceyle fikrim değişti. Henüz adını bilmediğim yabancı rol mu yapıyor yoksa bilerek mi dengesiz davranıyordu?

“Ne bakıyorsunuz aptal gibi!” İşte yine yaptı, otuz saniye geçilmeden küpürdü. “Oyun oynayacak havada, kafada değilim, ikide bir belinize aldığınız silahları gözüme sokup reklam yapmayın!”

Yetkili genç adamın sinirden damarlarının belirginleştiğini fark edince omzunun üstünden arkasına bakındı. “Kaybolun.” dedi sertçe. “Ben çağırmadan da sakın gözüme gözükmeyin.” Adamlar başlarını salladı, geri çekildiler ve karanlıkta görebildiğim kadarıyla evden uzaklaştılar. Yetkili yüzünü yine bize döndü, burnundan bıkmış halde aldığı nefesi verdi. “Malın sahibi benim.” dediğinde bakışları üstümdeydi. “Patron geri döndüğünde yeni kızını görmek isteyecektir, eğer sizinle gelirse benim başım ağrır ve kız sizinle dışarı çıkmayı kabul ettiği için ceza alır.”

“Patronunu bir yerlerime taksaydım kızı yanımda götürmezdim.” Yetkili bakışlarını benden aldı, yumruğunu sıkarken genç adamın suratına baktı. “Dışarı çıkma fikrine gelecek olursak benden çıktığını biliyorsun boşuna mı kapı dinledin ne çabuk unuttun konuştuklarımızı.”

“Sadece görevimi yaptım.”

“Öf başlama yine, istediğini yap bana karışma yeter. Kızı evime götüreceğim, işim bitince de malını geri getiririm.” Yetkiliyle arasındaki iki adımlık mesafeyi kapattı, adım attığında ona sessizce uydum ve beni evden kolaylıkla çıkarmasını bekledim. “Beni durdurursan ölürsün.” Kanımı donduran söyleyiş tarzı genel evden sorumlu kişiye geri adım attırdı.

“Eğer kızı geri getirmezseniz başınıza neler gelecek biliyorsunuz değil mi efendim?” Aynı ses tonuyla aynı konuşma tarzıyla karşılık veren yetkilinin dudağının kenarı tehlikeli bir halde yukarı kıvrıldı. “Yerinizde olsam tekrar düşünürüm.”

“Benim yerime sen düşün, kıymetli zamanımı baya harcadın.”

Her şey bitti derken sürekli başa sarıyorlardı. Tekrar eden sözler, şeytanın suretini çalıp benden vazgeçmeyen bir adam, her şeyi göze almış bileğimi bırakmamakta inat eden yabancı ve içine düşmemem gereken imkansız bir durum.

“Sen...” dedi yetkili, biraz uzağında öylece durmuş bize bakan adama yoğunlaştı birden, kendince zaman kazanmaya çalışacaktı sanırım. “Benden başka kimsenin lafını dinlemek yok demedim mi!”

Genç adam ellerini çaresizce kaldırdı. “A be bae  ba a ba be...” Konuşmaya çalıştı ve ağzından sadece bu garip harfler çıktı. Aklı eksikti gördüğüm gibi anlamıştım, dilinide kökten kestiklerini ve kimin dilini kestiğini tahmin edebiliyorum.

“Sus! Başlama yine böğ böğ yapmaya.” Genç adam geriledi, ellerini önünde birleştirdi, duvara sinince bana alttan baktı. “Bir boka yaradığın yok sefil yaratık!” Haline acıdığım adamda kendimi gördüm, Faruk Akçalı'dan şiddet gören çaresizce kuytu köşelere saklanan çocukluğumu gördüm. Yetkilinin boğazına yapışmam an meselesiydi. Genç adam hislerime tercüman olmuş gibi bileğimi kavrayan parmaklarını gevşetti ve kendimi kaybetmeyeyim diye parmaklarını tekrar sıkılaştırdı. Dikkatimi zayıflatıp saniyesinde güçlenen temasına verdim, yetkiliye az kalsın istediğini verecektim, bilerek dilsiz adama kızdı, öne atılmamı, beni zapt etmenin zor olduğunu bahane ederek evden çıkmamı önleyecekti. Yüzeysel düşünürsek başına buyruk davranmam sorun yaratacağından genel evde kalmam herkes için daha sağlıklı olacaktı. Tamda ondan beklenilecek bir hareket.

“Küçük gösterin bittiyse çekil.” diye emretti genç adam, benden daha uyanıktı, az kalsın yetkilinin ortaya attığı oltaya takılacaktım. “Sabrım kalmadı artık.”

“Peki.” Hiç istemese de kenara çekildi. “Sen kazandın... şimdilik.” Genç adam sessiz kalmayı tercih etti. Başını dik tutup yanından geçerken yetkilinin bana öldürücü bakışlar attığını hissettim, karşılık vermedim onun biraz uzağında korkudan duvara sinmiş adama kaydı bakışlarım, konuşamıyordu, kim bilir başından neler geçti de bu hale geldi. Adamın haline acıdım, kapıdan çıkarken yabancıyla birlikte karanlığa karıştım, omzumun üstünden genel eve baktım, oraya düştüğüme şans eseri dışarı çıktığıma hala inanamıyorum.

Dünya kötü bir yerdi ve benim gibilere yer yoktu, hiç olmayacaktı.

Açık kapının pervazında beliren yetkili bakışlarıyla bizi takip etti, aşırı öfkeli görünüyordu, dudakları hareket etti sesini duymayacak kadar evden uzaklaşmış olsam da eli kolu bağlı gidişimi izlemek kendi kendine küfürler yağdırmasına en büyük sebepti. Kapıyı tuttu kırarcasına sertçe çarptı, sinirini genel evde çalışan kadınlardan ve o dilsiz adamdan alacaktı kesin.

“Arabaya bin.” Önüme döndüğümde kapıyı açık buldum, genç adam bileğimi bırakmıştı. “Acele et biraz.” Başımı salladım. Ön koltuğa bindim, kapımı kapattı, arabanın etrafında döndü peşimizden gelen varmı diye bakındı kimseyi bulamayınca direksiyon başına geçti ve zaman kaybetmeden motoru çalıştırdı. Farlar açılınca evin önünde park edilmiş onlarca araba gördüm, tamamı genel evde çalıştırılan kadınlar için gelen sapkın müşterilerindi. Genç adam arabasını diğer arabaların uzağında park ettiği için kolaylıkla yönünü değiştirdi, farlar ana yola çevrildi ve yavaşça ilerlemeye başladı. İçine düştüğüm lağım çukurundan uzaklaşırken kenar aynasından son kez eve baktım ve gözden kaybolduğu gibi sırt çantam aklıma geldi, hala çöp konteynırında olabilirdi.

“Bekle.” dediğimde genç adam durmadı, tarafıma dönmedi, yoluna sakince devam etti. “Durmalısın çantamı almalıyım.”

“Genel evden çıkana kadar canım çıktı. O pislik yuvasına geri dönersek ikinci bir şansın olmayabilir.”

“Çantamın içinde çok değer verdiğim yadigârım var. Lütfen arabayı durdur.” Yapmadı ve hala yüzüme bakmamıştı. “Çanta çöp konteynırında, eve girmeme gerek yok.”

“Çantanın hala çöp konteynırında olduğunu nereden biliyorsun?”

“Bilmiyorum.” diye fısıldadım, sadece umuyordum. “Kendini bir halt zanneden yetkilinin gözü sürekli üstümdeydi, çantadan kurtulacak zaman bulamamıştır. Yani...bakmaktan kimseye zarar gelmez.”

“Yapamam.” dedi kesin dille. “Kafam biraz güzel olabilir ama aklımı henüz kaybetmedim.”

“Anlamıyorsun çantadaki yadigâr benim için değerli, satıldığım genel eve geri dönmeyi göze alacak kadar çok...”

“Böyle işi sikeyim.” Sinirlendi ve sinirini elini direksiyona vurup aldı, arabayı yolun kenarına çekti, motoru kapatmadı, yüzünü tarafıma çevirdi. “Başımı öyle ağrıttınki genel eve gittiğime bin pişman oldum.” Sesimi çıkarmadım, haklıydı. Yetkilinin tehditlerini umursamadı, onların kurallarını çiğnedi ve beni geri götürmezse sonuçlarına katlanacaktı.

Beni gerçekten salmayı, tehlikeli adamlarla uğraşmayı göze almışmıydı emin değilim. Sude Yağız vakasından sonra kimseye güvenim kalmamıştı. Genç adam da kendi çıkarlarını düşünüyor olabilirdi.

“Öyle boynu bükük bakma bana.” diye tersledi, bakışlarımı kaçırdım, önüme döndüm. Genç adam derin bir nefes alıp verdi. “Bitmesini sabırsızca beklediğim geceninde içine edeyim geri dönüp çöp konteynırını karıştırmakla kimseye zarar gelmez.” Arabayı tekrar çevirdi, geldiğimiz yoldan gittik, genel evden çok uzaklaşmamıştık. Kimseye fark ettirmeden geri döndük, genç adam arabayı evin biraz uzağında durdurdu, motoru kapatınca farlar söndü. “Sen arabada kal ben kimseye görünmeden çöpe bakıp geleceğim.”

“Dikkat et.” dedim, başını salladı. Arabadan indi, kapıyı ses çıkarmadan kapattı. Karanlıkta evin olduğu tarafa doğru yürüdü. Onun hayatını tehlikeye atmaya hakkım yoktu. Bencil davranmıştım ve yadigârımı almakta ısrar ettiğime şimdiden pişman oldum.

Pencereden gözlerimi tek bir saniye ayırmadan genç adamın sağsağlim geri dönmesini bekledim.

Aradan on dakika geçti hala ortalıkta yoktu.

Genel evin giriş çıkışlarını kontrol eden, yetkiliden azar yiyen iki adama yakalanmasından korktum, peşinden gitmeyi düşündüm ve korku bu düşünceme engel oldu. Kadın tüccarlarına satılan her kadın gibi yaşadıklarımın tekrar etmesinden korkuyordum, tek bir şansım vardı kullandım zorlamaya gerek yoktu. İşleri rast giden insanlardan değildim atacağım ilk adımda başım yanacaktı.

Beklemek işkence gibi gelmeye başlayınca arabaya doğru gelen genç adamı gördüm, sürekli omzunun üstünden arkasına bakınıyordu tedirgindi ve geri dönmesiyle rahatlamıştım. Çantam elindeydi, sapkın yetkilinin eşyalarımdan kurtulmayı unutacağını biliyordum. İki gün boyunca sadece bana yoğunlaşmış gözü başka hiçbir şeyi görmemişti.

Arabanın penceresini indirdim, genç adam arabaya yaklaştı, soluklanırken yorgun görünüyordu." İşte çanta." İşaret ve baş parmağıyla tuttuğu çantayı yukarı kaldırdı. "Bu mu?" Evet dememe fırsat vermeden "Kötü kokuyor." dedi, çantaya bakarken yüzünü buruşturdu. "Arabadan in eşyalarını içinden çıkar çantayı at, ben bu pis şeyi arabama koymam." Onu dinlemedim, pencereden çantaya uzanıp elinden aldım, dizlerime koydum kötü kokuyu umursamadım hızla ön cebin fermuarını açtım yadigarımı yokladım karapusula elime gelince iki gündür kalbime çöken ağırlık yerini rahatlamaya bıraktı.

"Sen..." dedi genç adam, kolyeyi çantadan çıkarıp boynuma takarken yüzümü ona çevirdim, gözleri büyümüştü havaya kalkan eli çantamı hedef almıştı. "Sen o pis şeyi benim arabama nasıl koyarsın!" Kendini sıkıp konuşunca sesi boğuk çıktı, sandığımdan daha titizdi, bakışlarıyla adeta çantayı ateşe vermişti.

"Çantaya ihtiyacım var, atamam." Diğer fermuarı açtım defterim, cüzdanım, şarjı biten telefonum hala içindeydi. Eşyalarımı kaybetseydim daha zor günler için biriktirdiğim parayı harcamak zorunda kalırdım neyseki eksiğim yoktu. Çanta aşırı koktuğundan arka koltuğa attım, yüzümü genç adama tekrar çevirmemle sertçe yutkundum, ellerini iki yanında yumruk yapmış sıkıyordu, fal taşı gibi açılan gözleri yuvalarından fırlamıştı resmen ve burnundan ateş püskürüyordu. "Çok büyütmüyor musun?"

"O kokuşmuş çantayı nasıl arka koltuğa atarsın!" Dişlerini kırarcasına sıkarken tıslaması bir kaplanın gürlemesi gibi çıkmıştı. "Pis, iğrenç, kokuşmuş, mide bulandıran..." Sinirden devamını getiremedi, genel evden çok uzakta değildik, bir an önce gitmeliydik.

"Çanta krizine sonra devam etsen olmaz mı hala tehlikedeyim." Söylediklerime inanamıyormuş gibi afalladı. "Senin için temizlik her şeyden önce geliyor olabilir, anlamaya çalışıyorum, lütfen sende beni anla kendimi henüz güvende hissetmiyorum."

"Ben bu arabaya binmem." Siniri yavaşça yatıştı, yumruğunu sıkmaktan dişlerini gıcırdatmaktan vazgeçti. Yüzünü temiz eline gömdü kendi kendine mırıldandı sakinleşmeye çalıştı, ne dediğini anlamadım.

"Haline yakınmakla eline bir şey geçmeyecek bayım, olan oldu büyütme artık." Onun ardına bakındım, karanlıkta bir şey göremesem de genel evi gözetleyen adamların ilgisini çok geçmeden çekecektik, bu bölge onlarındı. "Beni neden duymazdan geliyorsun?"

"Götümün işine gelmiyor." dedi utanmadan, elini yüzünden çekti, kendi tarafına yürüdü kapıyı açınca "Hay sikeyim." dedi ağzı bozuk, iki lafından biri küfürdü. "Araba bok gibi kokuyor." İstemeye istemeye direksiyon başına geçti, arka koltuğa attığım çantama göz ucuyla baktı.  Ofladı, motoru çalıştırdı, yol aldığında surat astı üstüne gitmedim, sessizce genel evin olduğu bölgeden uzaklaştık.

İmkansızı genç adam sayesinde başarmış genel evden kurtulmuştum. Beni nereye götürdüğü hakkında en ufak fikrim yoktu, artık bana zarar vermeyeceğini biliyordum. Her iyiliğin karşılığının istendiği bir mahallede büyümüştüm, kimse hayrına yere düşenin elinden tutmaz yerden kaldırmazdı, çıkarını gözetlerdi, zamanı gelince onu zorlar istediğini alırdı. Öyle acımasız insanlardı İkikule yerlileri.

"Aklından neler geçiyor?" diye sordu yarım saattir süren sessizliği bozarak. "Beni etkisiz hale getirip kaçmak mı yoksa başıma daha fazla iş açmak mı?"

"İkisi de değil." Yan profiline baktım, gerekmedikçe yüzüme bakmıyor diğerleri gibi bakışlarıyla taciz etmiyordu. "İki gün içinde yaşadıklarımı düşünüyordum. Yaşadığım yeri, düştüğüm genel evi, sebebini, hayatımı zorlaştıran insanı, acımasızlığını, bana inanıp yardım eden adamı, nedenini, kısaca her şeyi."

"Sana neden yardım ettiğimi bende bilmiyorum.  Aslında..." Duraksadı, birkaç saniyeliğine gözünü yoldan aldı bakışlarıma karşılık verdi. "Çokta iyi biri değilim, kafam güzel diye kendi hayatımı tehlikeye attım kendini bir şey zanneden hamam böceğini paramla ezdim, yetmedi kurallarını çiğnedim seni yanımda götürdüm. Sabaha pişman olacağım, kafam yerine gelince sana yardım ettiğim için başımı ağrıtan itlerle uğraşacağım ve kaybettiğim, aslında bile isteyerek salacağım kızın fiyatını da ödeyeceğim. Devamı gelir mi bilmem eh canımı sıkmaya devam ederlerse soyadımı devreye sokarım yetmezse köklerini yardım alarak kuruturum."

"Odaya girdiğinde farklıydın şimdiyse başka biri gibi davranıyorsun, hangisi gerçek sen anlamadım."

"Her ikisiyim." dedi. Bir insan ya iyi ya kötüdür kimse bedeninde iki ruh barındırmaz. "Sarhoşken gerçek beni görebilirsin, sana göre iyiyim. Ayıkken şimdi gördüğün, konuştuğun adamın tam tersiyim, her önüne gelene yardım elini uzatmaz." Göğsünü yukarı çıkaran bir nefes aldı. "Değersiz biriyim, boşver beni."

"Bana göre değilsin." dediğimde başını çevirip tekrar yüzüme baktı. Kendi ruhuyla, fikriyle, aklıyla ve kalbiyle çelişen bir adam görüyordum, gerçek yüzünü saklıyor hislerini bastırıyordu.

"Beni etkilemeye mi çalışıyorsun." diye şakaya vurdu önüne dönünce, kendince böyle kaçıyorsa ona ayak uyduracaktım.

"Tipim değilsin." Verdiğim karşılıkla güldü, ama ben ciddiydim ona o gözle hiç bakmadım.

"Aynı duyguları paylaşıyoruz 'kızım'." Vurgusunu eksik etmediği kızım kelimesinden sonra böğürdüm resmen, aklıma genel ev yetkilisi, iğrenç bakışları iğrenç lafları geldi. "Hey arabama kusarsan seni yolun ortasında atarım bu sefer acımam."

"Arabanda pek kıymetliymiş."

"Arabadan ziyade olduğum yerin temiz olması önemli kızım."

"Bana bir daha kızım dersen olacaklardan ben mesul değilim." Ağzına fermuar çekti. Yirmi dakika daha yol aldık. Bana evimi, adımı, kim olduğumu sormadı, bende sorma gereği duymadım. Mahalleme çokta uzak olmayan durağın yukarısındaki bir marketin önünde durdu, motoru kapattı. Arkasına yaslanınca yüzünü tarafıma çevirdi.

"Git hadi, özgürsün."

"Sana geleceğimi borçluyum."

"Değilsin, ben gerekeni yaptım." Bence fazlasını yapmıştı. "Arkadaşlarıma uyarak ilk defa bir genel eve girdim, ister inan ister inanma doğrusu bu. Niyetim başta güzel bir kadının benimle konuşup teselli etmesiydi, zor geçen günün yorgunluğunu onun kollarında atmak cazip gelse de genel evde çalıştırılan kadınlar bana göre değil. Bugün bile isteyerek hata yaptım bana göre ailemi korumanın tek yolu buydu, yarın azar yiyeceğim için kendimi hazırlamam gerekti, verdiğim kararın doğurduğu sonuçtan kaçmanın tek yolu içmekti, yaptım yine de rahatlamadım." Fikrimi belirtmemi ister gibi baktı, sessiz kalmaya devam ettim. Ne yaşadığını tam olarak anlamadım, verdiği karardan pişmanlık duyuyor ve mecbur kaldığı için yapmış, iyi mi kötü mü yapmış kestiremiyor. "Hayatım epeydir tek düze halinde devam ediyordu, sayende aksiyonu bol heyecan dolu bir gece geçirdim ve işten, aileden, yoğunluktan hatta kendimden bile uzaklaşma şansı elde ettim."

"Başına iş açtım diye bana teşekkür etmediğin kaldı onu da yap tam olsun." Güldü, düştüğü durumdan gerçekten zevk alıyordu.

"Bana yaşattıklarını düşünürsek hak ediyorsun." dedi, gülüşü yavaşça soldu. "Seni zorla evime götürseydim ne yapardın? Sadece merak ediyorum yanlış anlama."

"Aslında başta niyetinin benimle yatmak olduğunu düşündüm, ruh halin sürekli değişti, soyunmamı istedin, zora başvurdun elbisemi yırttın, sonra odanın kirli olduğunu bahane ederek beni genel evden çıkardın, aklım karıştı, sana ayak uyduramakta zorlandım. Ama dışarı çıktığım için rahatladım ve beni evine zorla götürseydin elinden kaçardım, nasıl dersen erkeklerin en zayıf noktası, yani kasığına dizimi geçirirdim."

"Kafam yerinde olsaydı efendiliğimi bir kenara atar bel altı vurur yüzünü tomatese çevirirdim."

"Lütfen böyle kal, söyleyeceklerine kendimi henüz hazır hissetmiyorum." Aramıza giren kısa sessizlikten sonra önüne döndü, eve gitmem gerekti ve Faruk Akçalı'nın korkusundan arabadan inmek istemiyordum. Bana vereceği cezayı biliyordum, ona karşı çıkmıştım evden kaçmıştım, evliliği reddetmiştim ve tüm mahalleli yokluğumu fark etmiştir dedikodu kazanını kaynatırken Faruk Akçalı'nın kulağına gidenler canını iyice sıkmıştır. Eve gittiğim gibi tamamının hıncını benden alacaktır.

"Yetkilinin kapının diğer tarafında olduğunu biliyordum." dedi beni şaşırtarak, sandığımdan daha uyanıktı. "Bilerek sesimi yükselttim, bizi dinliyordu, sana yardım edeceğimi anlasaydı asla dışarı çıkmamıza izin vermezdi. Bilerek dengesiz davrandım, soyun dedim, elbiseni daha inandırıcı oldun diye arkadan yırttım işin ucunu fazla kaçırınca uçlarını birleştirip düğüm attım. Her adımımım her hareketimin bir anlamı vardı, genel evi yöneten kurnaz böceki kandırmam gerekti, son saniyelerde bile zorladı. Sana attığı iğrenç bakışlar midemi bulandırırken umurumda değilmişsin gibi davranmak benim için de zordu. Eh oyunculuğumun üstüne artık kimseyi tanımam." Son kez yüzünü bana çevirdi, gözlerime baktı. "Niyetim kafa dağıtmaktı kimseyle yatmak değildi, arkadaşlarıma uydum ilk ve sondu."

"Teşekkür ederim." Başını salladı, dudaklarında varla yok arası bir gülümseme belirdi. Hayatımı genel evle birleştiren ince bağı kökünden koparan adama dikkatlice baktım. Güzel yüzünü, siyah gözlerini, zihnime kazıdım. Önüme döndüm, kapıyı açtım. "Kokuşmuş çantanı unutma." dedi, iyi ki hatırlattı, çanta aklımdan tamamen çıkmıştı. Arka koltuktan çantamı aldım, arabadan inecekken genç adam ceketini çıkarıp bana uzattı. "Bunu da al, dışarısı soğuk."

"Gerek yok, soğuğa dayanabilirim."

"Soğuğu bahane ettim, elbiseni yırttım gece vakti bu halde dışarı çıkarsan serseriler seni rahat bırakmaz. Al hadi." Ceketi kabul ettim, arabadan indim, ceketi etrafa bakınırken giydim, çantamı omzuma attım. Karanlıkta bu geç saatte tek başıma yürümeye hazırdım, arabadan uzaklaşmadan önce son kez omzumun üstünden genç adama baktım, yine  teşekkür ettim beni başıyla onayladı. Yolun kenarından yokuş aşağı duraka doğru ilerledim.

Dünyada hala iyi insanlar vardı ve o iyi insanlardan birine denk gelmiştim. Bana yarınlarımı veren adamın yüzünü asla unutmayacaktım ve ona hep minnettar kalacaktım.

Saatten bihaberdim, huzursuzdum, yalnızdım, duraka varmama rağmen sürekli arkama bakındım, gecenin bir vakti tek başıma sokaklarda yürüyordum. Karşıma her an serserinin teki çıkabilirdi. Yorgundum, yaşadıklarımı henüz hazmedememişken kimseyle uğraşmak istemiyordum, kalan son gücümü Faruk Akçalı'nın karşısına dikilerek tüketmek istiyordum.

Mahalleme giriş yaptığımda takip edildiğimi hissettim, arkama bakınmadan adımlarımı hızlandırdım. Bana, hızıma uydu, onu göremesemde attığı adımları duyuyordum, sessizce aramızdaki mesafeyi kapatmaya çalışıyordu. Kimseyle uğraşacak halim kalmamıştı ve çareler tükenince zamanından önce koşman gerekirdi.

Var gücümle eve doğru koştum, nefret ettiğim gecekonduya geri dönmek ölümümü göze almak demekti. Gidecek yerimin olmaması bir gün önce başıma iç açmıştı ve yine gidecek kapımın olmamı birazdan dayak yememe sebep olacaktı.

Işıkları kapalı evleri ardımda bırakırken peşimden gelen serseri evime yaklaştığımı görünce beni takip etmeyi kesti, Faruk Akçalı delinin tekiydi tüm mahalleli ondan çekinirdi serseriler bile, canını sıkanı gözünü kırpmadan öldürebilecek cesarete sahipti. Kapıya vardığımda nefes nefese kalmıştım, geldiğim yola baktım kimseyi karanlıkta göremedim, gözlerimi yoldan ayırmadan rahatça soluklanmaya çalıştım. Kesin mahallenin serserilerinden biriydi, saatlerce içip harabeden farksız evlerin duvarlarında sızacak yer arıyordu.

Cesaret duvarımı yıkan korku gözlerini açtı, kapıya iyice yaklaştım, elimi yumruk yapıp yukarı kaldırdım, bekledim, öyle kolay değildi kapıyı çalmak sonra elimi kolumu sallayıp içeri girmek. 

Herkesin bu dünyada da bir cehennemi vardır. İnsandım ve diğer insanlara nazaran benim cehennemimin üç kapısı vardı. İlkini Faruk Akçalı yüzüme açmıştı, çocukluğumu benden almış ömrümün sonuna dek unutmayacağım acıları bedenime, zihnime ve kalbime kazımıştı. Cehennemin ikinci kapısını yüzüme açan diğer kişi Reşat Teke'ydi, küçük bir çocuğu bakışlarıyla yıllarca taciz ederek ufacık kalbine korkunun tohumunu düşüren acımasızın tekiydi. Yüzü her aklıma geldiğinde lanetler yağdırdığım kişiydi ve cehennemin üçüncü kapısını benim için aralayan kişiydi. Oğlunu bahane ederek evlilik teklifinde bulundu, onun yüzünden evden kaçtım, kadın tacirlerine satıldım. Nefretimi herkesten çok o hakediyordu.

Başıma gelecekleri bile bile kapıyı iki kez yumrukladım, kulağıma gelen adım sesleriyle elimi indirdim, çok geçmeden sürgü çekildi ve kapı açıldı. Annem beni görünce afalladı, göz bebekleri büyüdü, sessizce başını iki yana salladı. İçeri girmemem için göz ucuyla ardına bakındı Faruk Akçalı'nın salonda olduğunu bakışlarıyla  gösterdi. Gidecek yerim yoktu, çaresizdim ve annem gözlerimde beliren çaresizliği görünce kenara çekildi. Korkudan titremeye başlayan ellerimi yumruk yaparak adım attım, kapı eşini geçtim, salona ayak basmamla annem ardımdaki kapıyı kapattı. 

Karanlıktan kaçıp şeytana sığınan ilk insandım.

Faruk Akçalı'yla göz göze geldiğim an elindeki içki bardağı kayıp yere düştü, hiddetle koltuktan kalktı, bakışlarını üstümdeki kısacık elbisede, genç adamın verdiği cekette, açık saçlarımda ve bacaklarımda kısaca gezdirdi. Öfkelendi, içmekten kızaran gözleri büyükçe açıldı, eve geri döndüğüme inanmıyormuş gibi baktı.

Başıma gelecekleri göze alarak gecekondu yığınına geri döndüm, hissettiğim korkuyu bastıramadım bu gecenin kazananı ben değildim karşımdakiydi.

"Seni geberteceğim." diye kapalı dişlerinden tısladı çok nefret ettiğimden baba demekten çekindiğim adam. Onu ilk defa bu kadar öfkeli görüyordum, kendini kaybetmek üzereydi, üstüme gelince geriledim ve annem beklemediğim anda önüme atıldı kollarını iki yana açtı beni ilk defa korudu.

"Kızıma dokunma." dedi kısık sesiyle. "Bir hata yaptı kabul ediyorum. Sadece bir kereliğine affet onu, evlenmek istemiyor, yaşı küçük, okulu bitmedi." Faruk Akçalı söylenenleri duymuyordu ilgi odağında sadece ben vardım, annemle hiç göz teması kurmamıştı tüm öfkesini bana kusacaktı. "Allah rızası için yapma." Adam annemi kolundan tutup duvara savurdu, çarpılma sesiyle irkildiğimde geriledim anneme bakma fırsatı bulamadım, Faruk Akçalı tokatı suratıma indirdi, hafif bir yanmadan fazlasını hissetmedim, üşümekten uyuştuğumu yeni yeni fark ediyordum. Yanağıma yediğim ikinci tokatla tökezledim acı kendini gösterdi ve üçüncü tokatla yoğunlaştı, dördüncü tokatla acı tüm yüzüme yayıldı. Kollarımı yüzüme siper edemeden kafama en sertinden tokat attı, yere düştüğümde inleyişimi duydum, saçlarım yüzüme serilmiş görüşümü kapatmıştı. Hareket etmedim, yerde emeklediğim gibi etrafımda dolanan adama istediğini verecektim, çabalamak ona göre baş kaldırmaktı ve benim gücüm tükenmişti.

"Yemin ederim seni geberteceğim." diye burnundan soludu tekrar, sesi hırıltıya dönüşmüştü, aşırı öfkeliydi, kulağıma gelen adımları bile sinirle atıyor yerden güm güm sesi çıkarıyordu. "Bu sefer anan olacak kadın seni elimden alamayacak." Saçlarımı kavrayıp çekti, acıya direnç gösteremedim çekilen saçlarımla yerden kalktım, inleyişimi bastırdım ve gözlerimi yakan yaşları geri çevirdim. "Sen kim oluyorsun da başını alıp gidiyorsun ha!" diye hesap sordu, saçlarımdaki baskıyı artırdı, ona yanıt vermedim iyice kızdı yüzüme iki tokat attı. "Konuşsana kız!"

"Beni hırpalamayı bırak artık." Sesim güçlü çıkınca adamın zoruna gitti, çenemi vahşice avuçladı tırnakları yüzümdeki deriye saplandı, kafamı kendine zorla çevirdi gözlerimi içmekten kızaran gözlerine yine bakmaya zorladı. "Evden değil senden kaçtım ben." Nereden geldiğini bilmediğim cesaretle konuştum, adam çenemi sıkınca ağzımdan hırıltılı bir inleme çıktı. "Pişman değilim, anladın mı beni! O Reşat denen herifin de oğluyla asla evlenmem."

"Göreceğiz." dedi, kendinden emindi, ben yokken evlilik mevzusu tekrar gözden geçirilmiş gibiydi ve sanırım değişen hiçbir şey yoktu. "Dünden beri neredeydin?"

"Cehennemin dibindeydim." dememle çenemi bıraktı, parmakları saçlarımdan çekildi ve ona karşılık verdiğim için yüzüme öyle bir tokat attıki hissettiğim acıyla çığlık attım, dengemi sağlayamadım yine yere düştüm, ağzıma kan tadı geldi, dudağımı patlatmış olmalıydı, umursamadım canımı yakanın canını sıkacaktım her halükarda beni öldüreceğini söylemişti, inadına direnmek sessizce dayak yemekten iyiydi. Evuçlarımı yere bastırdım yerden kalkmak için emekledim, adam karnıma tekme atınca yerde yuvarlandım, salon etrafımda döndü haraket halim son buldu yan yattım. Zaman kaybetmeden dizlerimi karnıma gömdüm ve başımı ellerimin arasına aldım, kollarım yüzüme siper olurken Faruk Akçalı'nın yaklaşan hırıltısını duyuyordum.

"Bu üzerindeki açık elbisede ne!" diye bağırıp kendini yırttı, sesi salonda yankılandı, beni dövdüğü yetmezmiş gibi şimdi de aşağılayacaktı. "Rahat durmadın değil mi?" Annemi savurduğu duvara baktı, geriye kalan öfkesini ona kusacaktı. "Bak gördün mü kızın ne giymiş." Annemin yüzünü göremesemde hep yaptığı gibi başını eğdiğini biliyordum. "Bak dedim! Kızın yaptı yapacağını sonunda adımızı çıkardı. Kim ister artık kızını. Bunu öldürmeyeyim de ne yapayım lan dünden beri ortalıkta yok kim bilir kiminle kırıştırdıda ceketini giydi!"

"Benim kızım öyle şeyler yapmaz." dedi annem, yerden kalkmaya çalıştığını hissettim. "Sözünden de çıkmadı, herkes gibi hata yaptı, büyüklük gösterip affetmek bize düşmez mi?"

"Böyle mi?" Bacaklarıma tekme attı, annem yapma dese de dinlemedi, karnıma, kollarıma vurdu. "Kızını doğduğu günden beri terbiye etseydim şimdi bu halde olmaz başıma iş açmazdı." Terbiyeden kastı dayaksa bu yaşıma kadar görmüştüm ondan. "Güzelliği başımı sonunda yaktı, beni elaleme rezil etti. Ama ben ne yapacağımı biliyorum." Gözlerini annemden aldı bacaklarıma dikti. "Kemiklerini kırayımda gör bakalım Nisa hanım evden adımını atabiliyor musun." Adamın bacaklarıma yoğunlaşan bakışlarıyla sertçe yutkundum, tekmesini karnıma gömdüğüm dizlerime savurdu hissettiğim acıyla inledim ve inlemem canımı yakanın öyle hoşuna gittiki güldü. Ayak bileğime bastı, ezdi, ona aynı zevki yaşatmamak için dişlerimi sıktım, acıyı umursamadım ve bacaklarıma onlarca tekme daha yedim, adamın öfkesi dinmedi kollarımı hedef alınca annem yine araya girdi, kendini ezdirdi onun bacağına sarıldı. "Yalvarırım dur artık kızı öldüreceksin." Annem hayatımızı cehenneme çeviren adama ağlarken istediğini yine veriyordu. Aşina olduğum sahneye doğru yaklaşıyorduk. Ben sessizliğimi koruyarak ona boyun eğmediğimi her defasında belirtirken annem benim için Faruk Akçalı'nın ayaklarına kapanmaya hazırdı. Mehametten yoksun insandan medet umacaktı ve hep olduğu gibi aşağılanacaktı. "Cahillik etti, yaptı bir hata büyüklük göster bu seferlik affet."

"Mahallelinin yüzüne nasıl bakacağım." Annemi kolundan tuttu yüzüne iki tokat attı kendinden uzaklaştırdı. "Herkese kızını terbiye ettiğimi göstermezsem adamlığım mı kalır ha!" Annem bu gece de bitirsin diye konuşmadı. Adam aklına her ne geldiyse benden uzaklaştı, yerinde duramadı salonda volta attı. "Kulağını aç beni iyi dinle." dedi anneme, hareket hali devam ediyordu. "Eğer kızını evlendirmeden adı çıkarsa önce onu gözünün önünde öldürür sonra senin canını alırım." Sehpadan içki şişesini aldı, kafaya dikti yarısını içti, oh çekince koca göbeğini çizgili gömleğin üzerinden aşağı yukarı okşadı. "Dua et Reşat'lar sesini çıkarmadı, oğlu her şeye rağmen senin kızını kabul edeceğini söyledi." İçkisinden birkaç yudum daha aldı, şişeye bakıp sırıttı.

"Yine keyfimi yerine getirdin ulan." İçki şişesiyle konuştu ve geriye kalan alkolün tamamını tek nefeste içti, kafası güzel tarafa kayınca boş şişeyi sertçe salonun ortasında kırdı, sese tepki vermedim, biraz daha dayanabilirdim finale çok az kalmıştı. "Ben Reşat'lara gideyim, kız gelirse haber et demişti." Kapıya ilerledi, evden çıkmadan bu gecenin kazananı olarak son sözlerini söyledi. "Kızını hazırla yarın akşama sözü var."

Açık kalan kapıdan içeri süzülen soğuk havayla bedenimden kısacık bir titreme geçti. Hareket ettiğim gibi canım yandı ve dudaklarımdan kaçan inlemeyi bastıramadım, kulağıma gelen boğuk sesim canımı yakandan biraz daha nefret etmeme neden oldu. Çektiğim acı nefretimi körüklerken dişlerimi sıktım, böyle devam edemezdim, bitirmeliydim. Acıyı görmezden gelerek kollarımı yüzümden çektim, karnıma gömdüğüm dizlerimi yavaşça serbest bıraktım. Yaşadıklarım tazeliğini korurken yarını düşünmek şu an anlamsız geliyordu.

"Nisa." Annemin fısıltısını duymazdan geldim, yediğim dayaklar zihnimi yeterince meşgul ediyordu, konuşmak istemedim. Dişlerimi sıkarken doğrulmaya çalıştım ilk iki denememde başarısız oldum ve üçüncü denememde yerde oturur pozisyona geçebildim. Alıp verdiğim nefesler inlemelerime karışırken bedenimde hissettiğim acıyı her geçen saniye görmezden gelmek zorlaşıyordu. "Kızım..." Bana seslenen anneme başımı yerden kaldırarak baktım, önce onu sonra beni öldüreceğini söyleyen adama boyun eğmemesi beni etkilemişti, başımdan geçenleri merak ediyordur ve bilmeye hakkı vardı. Dolu gözlerinden taşan yaşları yanağından silerken aramızdaki mesafeyi kapatma gereği duymadı, benim gibi yerde oturuyordu tek farkımız benim sol avucumla yerden destek almamdı. "Seni kaçtığın mahalleye, gecekonduya, hayatını benim gibi mahveden adama getiren neydi?"

"Daha kötüsüydü." diye karşılık verdim inleyişimin arasından, elimde olmadan dudaklarımdan çıkıveriyorlardı. "Yıllar sonra bir arkadaş edindim, ona güvendim, bana yardım edeceğine inandım. Dünyanın kötü bir yer olduğunu biliyordum ama bu kadarını ilk kaçma girişimimde beklemiyordum." Başımdan geçenleri anlatırken dalıp gittim, o anları gözlerimi boşlukta bir noktaya diktiğimde tekrar yaşadım sanki ve korku açık kalan kapıdan süzülen rüzgara karışıp bedenimden ürperti gibi geçip gittiğinde titredim. "İnsan olma kavramını hak etmeyen o kız benden faydalandı, kandırdı, acımadan kadın tacirlerine sattı. Kendimi kısa sürede bir genel evde buldum, ilk defa şansım yaver gitti odaya gelen ilk müşteri bana yardım etti, hatta üşümeyeyim diye ceketinide verdi." Deli gibi güldüm, saniyeler sığan gülüşüm histerik çıkmıştı ve dalgınlığım uçup gitti birden. Sesim beni kendime getirmişti ama bedenimdeki acı hala yerli yerinde duruyordu, geçmiyordu, bu sefer saatler içinde geçecek gibi değildi. "Bana iyi biri olmadığını söyledi, oysa canını tehlikeye atarak hayatımı kurtarmıştı." O anları düşününce genç adamın deli cesaretine hayran kalmamak elde değildi doğrusu.

Annemin fal taşı gibi açılan gözleri duyduklarıyla hareketsiz kaldı, anlattıklarımdan çok dışardaki gerçek dünyadan korkup ürkmüştü, çünkü bu ev onun küçük yalancı dünyasıydı ve ağzımı tutamadığımdan bu gecekondu yığınında son nefesini vereceğini karantiledim.

"Kandırıldım." diye devam ettim ruhsuz konuşmama. "Ölümümü göze alarak kaçtığım eve gidecek yerim olmadığı için geri döndüm ve tahmin ettiğim gibi gerçekleşti her şey. O cani yine canımı yaktı."

"Baban seni neden öldürmedi sanıyorsun, acıdığı için mi?" Hayır, o cani bu duygudan yoksundu. " Her ikimizde evlilik için olduğunu biliyoruz. Eğer işin ucunda Reşat'ın oğluyla evlilik olmasaydı baban yüzünü dağıtmakla kalmaz tüm kemiklerini kırardı."

Buna sevinmeli miyim gerçekten? İçimden delice bir kahkaha daha atmak geldi. Genel evden kurtulduğuma sevinmemiyorum geri döndüğüm evde elinden kaçtığım kadın tacirlerini aratmayan, beni biraz önce dayaktan hastanelik eden adam vardı. Her iki taraf benzer düşünceyi paylaşıyordu ve insanlara olan güvenimi tamamen yitirdiğim için kimseden artık yardım da isteyemezdim ve ne yarınlarım için ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

"Evden yine kaçmayı mı düşünüyorsun?" diye soran anneme ters ters baktım, keyfimden yapmışım gibi davranması canımı sıkıyordu. "Yap, sen bilirsin ben artık karışmıyorum."

"Ne halin varsa gör diyorsun öyle mi Meral Hanım."

"Öyle." dediğinde sesi duygudan yoksundu, ama gözleri aksini gösteriyordu. Ona inanmadığımı gördü, gözlerinin onu ele verdiğide anladı. Bakışlarını benden kaçırdı ve başını yere eğdi. "Senin yüzünden her gün dayak yemekten bıktım usandım."

"Yalan söylüyorsun." Gözlerime bakacak cesareti olmadığından başını iki yana salladı, ona inanmam imkansızdı, bu güne kadar iyi kötü beni desteklemişti, eğitimime karışmamıştı, belki Faruk Akçalı'ya karşı gelmemişti, çekip gitmekten korkmuştu yine de yanımda olduğunu hep bir şekilde hissettirmişti. "Reşat'ın oğluyla evlenmemi gerçekten istiyor musun?"

"Evet." dedi kısık sesle, verdiği yanıtla hayallerime, geleceğime mürekkep gibi kir sıçrattı sanki ve yarınlarım annemden aldığım desteği kaybetmemle saniyeler içinde tamamı elimden kayıp gitti. "Benim gibi vazgeç her şeyden, babanın sana çizdiği kadere razı ol, pes et, bitsin."

"Beni kendi ellerinle öldürdüğünün farkında mısın anne?" Bekledim ve aldığım yanıt sessizlikti, sıkılan yumruklar oldu. "Senin tek evladınım, bana hiç mi acımıyorsun?" Yine sessizlik. "İsteğin tarafımca reddedildi nedenini duymak istiyorsan gözlerime bak." Dediğimi yaptı, gözlerimin içine bakınca annemin yıllardır bende gördüğü ama sürekli kaçıp saklandığı gerçeği yüzüne vurdum. "Benim özümde pes etmek yok mücadele etmek var."

Ölümümü göze aldığımı söyleyen bakışlarından kaçmadım, hayat oyundan ibaretse annem gibi pes edeceğime kuralları kendim koyar oynumu yalnız oynarım. "Faruk Akçalı'dan korktuğun halde inadına dik başını eğmiyorsun ve bu inat senin sonun olacak." dedi, kendi doğrusunu zorla bana dayatmaya çalışıyordu. "Kararını son kez gözden geçir."

"Yapmayacağım." Annem yerden kalktı, söylediğim son sözü duymuştu, kararlı duruşuma yenik düşmüştü. Beni ölüm korkusuyla, şiddeti öne sürerek ikna etmekten vazgeçti. Bana doğru adım attı, aramızdaki mesafeyi kapatmasını istemedim, elimi yukarı kaldırıp öne uzattım. "Yanıma sakın gelme." dememle durakladı, hiçbir zaman güçlü olmayan bağımız incelmişti ve bu gidişle incelediği yerden kopacaktı. "Yardımına ihtiyacım yok, kendi başıma yerden kalkabilirim. Hep yaptım." Annemin üzüntüden düşen suratını umursamadım, beni gözden çıkaran oydu, ifadesinden geçen çaresizliğe tutunmaya devam edebilir ama yalnız, ben onun gibi pes etmedim.

Annem başını ağır ağır salladı, konuşmadı, bana arkasını döndü omuzları öne çökmüş halde odasına yürüdü. Havada asılı kalan elimi indirmeden önce yumruk yapıp sıktım, öfke şu an ihtiyaç duyduğum son şeydi, yarardan çok bana zararı dokunuyor ve zaman kaybına sebep oluyordu. Salonun ortasında bir başıma kaldığımdan kendime acımadım, yalnızlık çekmedim ve verdiğim karardan pişmanlık duymadım.

Yerden kalkmaya çalıştım, ezilip hırpalanan bedenimi kontrol etmem zordu, acı yine her yerdeydi, yine de denedim, avuçlarımı yere bastırdım ayaklanmaya çalıştım ve ezilen bileğime çöken ağırlıkla inlemem dizlerimin üstüne çökmem bir oldu. Elimi sertçe yere vurasım geldi, burnumdan öfkeli nefesler verdim ve yerden kalkarken kendi kendime sürekli acıyı görmezden gelmemi söyledip durdum. Omuzlarımı dikleştirme çabasına girmeden eğri halimle toplallayıp odamın kapısına ilerledim, her adımda yeni bir acı dalgasıyla sarsıldım her adımda yediğim dayak zihnime biraz daha kazındı ve her adımda beni bu hale getiren adamdan biraz daha nefret ettim.

Yatağa yüzümü yıkadıktan sonra geçtim, genç adamın üşütmeyeyim diye bana verdiği ceketi elbiseyle birlikte çöpe attım. Faruk Akçalı para sakladığımı düşündüğünden arada odama girip eşyalarımı karıştırıyordu dolabımda ceketi görürse tekrar dayak yeme ihtimalim yüksekti, tamamından kurtularak iyi yapmıştım.

Yatağa hırpalanan bedenimin acısını dineceğini umarak uzandım, yastığa düşen karapusulamın yüzeyini okşadım, gözlerimi kapattım, yaşadıklarımı ve henüz yaşayacaklarımı düşündüm, seçenekler yoktu, önüme açılan tek kapıdan geçmemin yolu evlilikten geçiyordu. Kendi çabamla açtığım kapıyı Faruk Akçalı zorla kapatmaya çalışıyordu ve imkansız durumumdan beni kurtabilecek tek şey bir mucizenin gerçekleşmesiydi.

***

Gece boyunca ağrı sızıdan ve gördüğüm şiddetten dolayı sürekli uykumdan sıçrayarak uyandım. Faruk Akçalı rüyalarıma girip beni tokatlıyordu, buda yetmezmiş gibi Reşat Teke'nin iğrenç yüzü karanlıkta beliriyor birden kirli parmaklarıyla kolumu kavrıyor canımı yakıyordu. Hayatımda var olan şeyler bilinç altıma sızmış durumdaydı ve korku duygusu tarafından uyarılıyordum.

Sabahın ilk ışıklarıyla gözlerimi açtım tekrar uyumaya çalışmadım, ağrıyı görmezden gelerek yataktan indim, topallayarak lavaboya gittim elimi yüzümü yıkadım, musluğu kapattığımda aynadaki yansımamla göz göze geldim, saçlarım dağılmış çekilmekten yer yer düğünlenmişti, yüzümde ilk göze çarpan patlayan dudağım ve tokat yemekten şişen sol yanağımdı. Faruk Akçalı'nın tek eliyle yüzümü avuçladığında çenemin ve yanaklarımın kenarına batan tırnak izleri iyice belirginleşmişti. Çene altımda, sol kaşımda, elmacık kemiğimde çürükler vardı ve sağ gözümün altında her iki şakağımın etrafında morluklar bilye büyüklüğündeydi. Kötü görünüyordum ve genel olarak berbattım, uzaktan bakan her göz dayak yediğimi anlardı. Bedenimdeki morluklara göz gezdirmeden odaya geri döndüm, dolaptan siyah pantolon, aynı renkte ince badiyle siyah hırkamı çıkardım, çarçabuk giyindim, saçlarımı açık bıraktım, insanlar dağılmış yüzümü görmesinler diye kapüşonumu başıma geçirdim. Çöp kokan çantamı yıkamaya zaman bulamamıştım, içinden eşyalarımı çıkardım hırkanın cebine attım, yanıma ders kitaplarımı almadan sessizce evden çıktım, topallayarak sokakta yürüdüm, başımı eğdim, yanımdan biri geçti bakışlarını yüzümde gezdirdiğini hissettiğimde kapüşonumun kenarlarını tutup öne çektim, ellerimi hırkanın ceplerine koydum, ellerimdeki morluklar şimdilik böyle gizleyebildim.

Dayak yemiş halde fakülteye gitmemin tek nedeni Sude Yağız'a hesap sormaktı ve başka kızları kandırmasına engel olmaktı. Onun gerçek yüzünü herkese göstermeliydim aksi halde kadın tacirlerine kimsesiz, çaresiz, gidecek yeri olmayan genç kızları satmaya devam edecekti.

İki saat süren yolculuğum Göztepe yerleşkesinde son buldu, kapıdan geçtiğim gibi doğruca fakülteye ilerledim. Kampüste yanından geçtiklerim dönüp bana baktı, arkamdan konuşanda oldu, uzunca bakışlarını sırtımda ve topallayan ayağımda hissettirende öyle. Tamamını görmezden geldim şimdilik ilgi odağıma sadece Sude Yağız'ı almıştım ve onu bulduğumda canını okuyacaktım.

Fakültenin kantininde göz gezdirdim aradığım kadını bulamayınca merdivenden ağır adımlarla yukarı çıktım. Bileğimdeki ağrı hareket halinde olduğumdan şişmeye başlamıştı ve acıyı görmezden gelemiyordum. Dişlerimi sıkarken aklımdan çıkmayan genel evi düşündüm, yetkilinin sırasını bekleyişini, kötü bakışlarını, oyunlarını, korkumu, kaçışımı... Sude Yağız kesin derslikteydi ve canımı yakanın canını yakmama çok az kalmıştı.

Koridora ayak bastığımda durakladım, burnumdan sert bir nefes verdim, yorulmuştum, uykusuzluk ve yetersiz beslenme beni bitkin düşürmüştü. Duvardan destek alarak birkaç saniye dinlendim. Kısa sürede toparlandım, her şey gibi bunlarına görmezden geldim, alnımda biriken teri kolumla sildim. Nefes alışım düzene girince başımı yerden kaldırdım ve üç adım atamadan nereden geldiğini göremediğim Burak Aksoy karşıma dikiliverdi.

"Bu ne hal, yüzüne ne oldu?" Büyüyen gözlerinde endişenin damarlarını gördüm. Bakışlarını dağılan yüzümde gezdirdi, elini kaldırdı yüzüme dokunmaya çalışınca geri adım attım. "Sana ne oldu böyle?"

"Seni ilgilendirmez, çekil önümden." Başını hızla iki yana salladı, bakışlarını deli gibi yüzümün her karşında gezdirip tekrar başa sarıyordu. "Seninle oyun oynayacak zamanım yok." Sağa sola sola doğru ikişer hamle yaptım tamamını yedi ve son hamlemde istemeden sağ ayağının ucuna bastım, panikle geriledim sadece canımı yakanın canını yakmak istiyordum, karşımdaki adamın bana zararı dokunmamıştı kasten yapmamış olsam da canı yanmıştı kesin ve bana kendimi kötü hissettirdiği için tüm öfkemi yüzüne kusasım geldi.

"Ayağım acımadı, inan bana canımı yaksanda şu an umurumda olmaz çünkü hiç iyi görünmüyorsun." Elini bu sefer koluma uzattı tekrar geriledim. "Senin hastaneye gitmen gerek."

"İstemiyorum. Yolumdan çekil zamanımı çalıyorsun. Hesap sormam gereken kişinin ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyorsun."

Kaşları çatıldı. "Seni anlamıyorum." Anlamasını bekleniyordum zaten. Sağa hamle yaptım yine önümde durdu, sola doğru hareket ettim hamle yapmama bile izin vermedi. Verdiğim çabanın bir karşılığı yoktu işte, hayatta bana böyle davranıyordu, yoruyordu, açık kapı bırakmıyordu, her şeyden soğutuyor sonra da bitiriyordu ve benden geriye kalan tek şey ya çaresizlik ya da öfke oluyordu.

Burak'ı atlatamadığımdan öfkeme yenildim, yanımızdan geçenleri umursamadım canımı sıkan adamın yüzüne artık bastıramadığım öfkemi kustum. "Yeter artık ya yeter!" diye sesimi yükselttim Burak'a." Daha kaç kez önümden çekil demem gerek? Senden yardım isteyen oldu mu? Hayır! Sana hiçbir şey için hesap vermek zorunda değilim! Hepiniz aynısınız!" Tek nefeste kendimi ifade edemedim, Burak söylediklerimi kale almadı, hiç olmadığı kadar ciddiydi, endişeliydi ve yakınlığını istemiyordum.

"Bittiyse benimle gel." dedi, elini uzattı. "Doktora gidelim, hiç iyi görünmüyorsun." Havada asılı kalan eline baktığımda yutkundum, artık kimseye güvenemezdim, bana uzatılan eli tutarsam kim bilir başıma bu sefer neler gelecekti, yapamadım. Başımı hızla iki yana salladım. "Nisa lütfen." Bakışlarımı Burak'ın elinden yukarı çıkardım endişeli gözlerinin içine baktım. "Her an yere yığılacakmışsın gibi duruyorsun." Sesine yansıyan korkuyu hissettim, ricasını geri çevirdim. O eli tutmayacaktım ve Sude Yağız'la yüzleşmeden hiçbir yere gitmeyecektim.

"Ne seni ne yardımını istemiyorum."

"Seni bu halde bırakamam." diye diretti, elini indirdi. Dudaklarımı sinirden birbirine bastırdım. Burak'ı atlatmanın yolunu aradım, tüm dersliklere tek tek bakmam için önümdeki engeli aşmam gerekti. Benim boylarımda sarışın güzel bir kız Burak'ın arkasından bize doğru ilerledi, onu arkadan süzüyordu, yüzünü merak ettiğine emindim ve aklıma gelen fikirle ona istediğini vermeye karar verdim. Sessizce bekledim, karşımdaki adama hissettirmeden bakışlarımı arkasından gelen kadına arada dokundurdum, genç kız yanımızdan ağır adımlarla geçmek üzereyken Burak'ın yüzüne ona çaktırmadan yandan bir bakış attı, dudağının kenarı yukarı kıvrıldı, yüzü hoşuna gitmiş gibiydi, ondan karşılık alamasa da bakışını sürdürmeye devam etti. "Beni bağışla." dedim genç kıza, gözlerim hala Burak'taydı. Kızı kolundan tuttum aramıza çektim sonra Burak'ın kollarına ittim, kız neye uğradığını şaşırdı, itildiği kollar tarafından tutuldu, ona istediğini vermiştim ve beş saniyeye sığdırdıklarım önümü açtı. Burak'ı arkamda bırakıp koridorda ilerledim, arkamdan seslendi durmadım, küfür savurdu takmadım.

Dersliklere sırayla bakarken aradığım kadını bulamadım. Son iki derslikte olmasını umdum, sınıftan çıktım koridorda ilerleyeceğim sırada Sude son derslikten yanında yeni kurbanıyla çıktı, bana nazaran oldukça iyi görünüyordu ve giydiği mavi kısa elbise ben pahalıyım, senden kazandığım parayla satın alındım diye avaz avaz bağırıyordu.

"Sude Yağız!" Geleceğimi benden çalmaya çalışan kadın sesimi duyduğunda yanındaki arkadaşla konuşmayı bıraktı, yüzünü bana çevirdi. Göz göze geldiğimiz an donup kaldı, kirpikleri hareketsiz kaldı, sanki gerçek olmadığıma kendini inandırmak ister gibi baktı. "Beni gördüğüne pek sevinmedin sanırım." Yürüdüm, aramızdaki mesafeyi kapatırken  büyükçe yutkunduğunu gördüm. "Biraz hasar görsem de tek parçayım." Bakışlarını topallayan ayağıma düşürdü. "Ve sandığından daha güçlüyümdür." Mesafeleri ortadan kaldırdım, karşısına geçtiğim. Kadın şaşkınlığını üstünden attı, bana yalanlarıyla meydan okumaya hazırlanan bir hâli vardı. Dudağının kenarı sinsice yukarı kalktı ve karşılığım başımı yana eğmek oldu. "Sen insan değilsin." dediğimde kalabalık etrafımızda toplanmaya başladı. "İhtiyaç duyduğum anda benden nasıl faydalanırsın?"

Sude bakışlarını etrafımızda toplanan kalabalıkta gezdirdi, beni haksız çıkarmanın yolunu ararken tek kaşı havalandı ve kendinden emin, kimseden korkmayan Sude Yağız kalıbına  bürününce küçük gözlerini tekrar gözlerimle buluşturdu. "Ne saçmalıyorsun." diye beni tersledi. "Seni doğru dürüst tanımıyorum bile." Rahat görünmek için kollarını göğsünde kavuşturdu. Çenesini dikleştirdi. Bana üstten bakan gözlerini oymamak için kendimi zor tuttum. Önce yediği haltları ona söyletmeliydim herkes gerçek yüzünü görmeliydi sonra canını okuyacaktım.

Ağzımı açtığımda aklımdan geçeni okumuş gibi benden önce davranıp konuştu. "Neyse, seni affediyorum. Gördüğüm kadarıyla darp edilmişsin ve kafan hala güzel gibi. Ama..." Yüzünü yüzüme uzattı utanmadan. "Yanlış kişiye çattın kızım, seni bu hale getiren kişiye git bence." Karşılık vermedim, ne yapacağını görmek istedim. Kollarını çözdü bana, kalabalığa arkasını döndü, kaçacaktı, ondan beklenilecek bir hareket. Gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalan her acımasız insan gibi kolaya başvurmuştu.

"Geceden kalma olduğumu da söyleseydin bari, o kadar uydurdun hikayen eksik kalmasın." Sude bana arkası dönükken omuz silkti. Gideceğini anladığımda adım atmasına izin vermedim, kolundan tuttuğum gibi bedenini kendime çevirdim ve onun canımı yaktığı gibi sırtını sertçe kapı pervazının bitişindeki duvara sertçe geçirdim, canı yanmış olacak ki dudaklarından acı dolu bir inleme çıktı. Nefes almasına müsaade etmeden tek elimle boğazını sıktım. Yaşadıklarım aklımdan tek bir saniye çıkmazken boğazına sarıldığım kadının canını almak istedim. Şiddetten nefret eden ben elimde kalan çaresizlik yüzünden şiddete başvurmuştum, ya da kendimi böyle kandırıyordum, aklımdan geçenler kalbimdeki duygularla çelişirken umursadığım sadece kalbimi nefretle dolduran kadının parmaklarıma gelen boğazı sıkmaktı, nefesini kesmekti, onu vahşice öldürmekti.

"Şimdi hatırladın mı beni?" diye sordum, başını iki yana sallamaya çalıştı boğazını biraz daha sıktım. Ona üstten bakma sırası bendeydi artık. "Sana iki gün önce geldiğim geceyi kendi yöntemimle hatırlatma mı ister misin?" Bu sefer elimin altında çırpınmadı, masum rolüne büründü. "Seni öldürmemi istemiyorsan her şeyi anlatacaksın." Bileğimi tutup aşağı çekiştirmeye çalıştı, öfke bana güç veriyordu, onu öldürme isteği beni ayakta tutuyordu ve canını gözümü kırpmadan alabileceğim kadın hala boş oyunların peşinden koşuyordu. Etraftan kısık sesiyle yardım isteyince var gücümle boğazını sıktım, göz bebekleri büyüdü, işte ona gerçek korkunun ne demek olduğunu hissettirmiştim ve bu saniyeden sonra beni ciddiye alacaktı.  "Bana istediğimi vermeden elimi boğazından çekmeyeceğim." Yüzümü Sude'nin yüzüne yaklaştırdım, fal taşı gibi açılan gözleri bakıp fısıldadım. "Gerekirse seni boğarak öldürürüm."

"B-boğuluyorum." dedi, ellerini koluma vurup çırpındı, bedenim dün gece o kadar çok hırpalanmıştı ki onun darbeleri fiske gibi geliyor etkilenmiyordum. "Y-yardım edin!" Kimse aramıza girmedi, Sude'nin rengi değişmeye başlayınca tatmin olmadım, fazlasını istiyordum. Etrafımda toplanan kalabalık onu öldürebileceğime ihtimal vermemişti başta ama şimdi kulağıma gelen fısıltılarından fikirlerinin değiştiğini biliyordum. "C-canım yanıyor, lütfen...Boğuluy..."

"Bana yalvarmayı kes!" diye çıkmıştım ona, böyle davranınca öfkemi körüklüyordu. "Boğularak değil Sude Yağız acı içinde gebermeni istiyorum!"

"A-anlatacağım, yemin ederim."

"Artık çok geç, can çekişmek nasıl bir hismiş sana tattıracağım!" Sıktığım dişlerimden tıslarken kendimi kaybettiğimin farkında değildim. Sude'nin çırpınışları zayıfladı, elimin altında can çekişirken rol yaptığını düşündüm. Bu konuda ustaydı ve beni tekrar kandırabilecek kadar kurnazdı.

"Nisa!" Kulağıma gelen tanıdık sesle parmaklarım kendiliğinden gevşedi, tüm duyularım onun gelişine odaklanınca kalabalığı hızla yardığını hissettim. Bana doğru geliyordu, aceleci adımlar, kesik nefesler, görmekten kaçındığım bakışlar ve varlığı... Cesur hocanın bileğimi kavrayan parmakları gücümü benden aldı, elim Sude'nin boğazından hızla çekildi, yarım kalan işimi tamamlamak için diğer elimle Sude'nin boğazına atıldım, parmaklarım onun sınırlarına giremeden Cesur hoca kolunu belime sardı ve ayaklarımı yerden kesip beni canını almak istediğim kadından uzaklaştırdı. Sude duvara tutunup nefes almaya çalıştı, çok geçmeden düzensiz solukları öksürüğe dönüştü.

"Beni hemen bırak onu öldüreceğim!" Cesur hocanın kollarından kurtulmak için çırpındım, görmek istediğim manzara bu değildi, boğazını tutmuş ciğerleri ağzından çıkacakmış gibi öksüren, şeytanlaşan kadından henüz hıncımı alamamıştım. "Yaptıkları yanına kalmayacak."

"Kendine gel Nisa, ne dediği bilmiyor ne yaptığının farkında değilsin."

"Yanılıyorsun." Ayaklarım yere bastığı gibi kendini toparlamaya çalışan Sude'ye tekrar atıldım ve Cesur hocanın belime sarılı kolu beni yine geri çekip durdurdu. "Bu kız ölmeyi hak ediyor!"

"Belki öyledir ama önce kendini biraz düşün." Kısık sesini sadece ben duydum ve söyledikleri kararımı değiştirmedi. Zamanım kısıtlıydı, onu elimden kaçırırsam başkalarının canını yakacaktı, başkalarının hayatını mahvedecekti, buna göz yumamazdım.

"Be-beni öldürmeye çalıştı." diye mırıldandı Sude öksürük krizini atlattığında, beni hedef almıştı ve aldığı nefesler henüz düzene girmemişti. "Gördünüz değil mi? Bu kız kafayı yemiş."

"Bana yaptıklarını yanına bırakmadığım için mi?" Öne vahşice atıldım ve belimi saran güç beni yine engelledi. Sude karşımdaydı, aramızda sadece üç adım vardı, hala kibirliydi, hala tek parçaydı en çokta canımı sıkan şey benimle yüzleşirken çok iyi bir oyunculuk sergiliyor olması ve etrafımızda toplanan kalabalığı hala kendine inandırmasıydı. "Yoksa iğrenç işine son vereceğim için mi?"

"Delirmişsin sen." dedi sinirden mi yoksa korkudan mı bilinmez elleri titremeye başladı. "Şu haline bakınca hareketlerinden-"

"Konuyu değiştirip durma, yeni kurbanının güvenini kazanıp kıvama nasıl getireceğini anlat bana, onuda takip ettin mi? Açığını buldun mu? Genç kızın güvenini kazanmışsındır kesin, alacağın paranın hesabını da yapmışsındır, teslimatı ne zaman yapacaksın?" İnsanlardan malmış gibi bahsetmek hoşuma gitmese de buna mecbur kaldım. Sude anlattıklarımla gelen yeni panik dalgasıyla sarsılıyordu, büyükçe açılmış gözleriyle kalabalığı tarıyor insanların tepkisini ölçüyordu. Kimisi sessizce bizi izlerken kimisi aralarında konuşuyordu ama kimse bize müdahale etmiyordu Cesur hoca hariç.

"Sen şizofrensin kendi kafanda kurduklarını bana dayatmaya çalışıyorsun ve kalabalığa bunlar gerçekmiş gibi anlatıyor beni kötülüyorsun. Belli ki hastasın, sağlıklı düşünemiyorsun, tüm bunları göz önünde bulundurarak seni affediyorum benden uzak durman karşılığında."

"Ben hasta değilim ve sürekli dibimde biten sendin, beni tanımıyormuşsun gibi davranmayı kes." Kalabalığa baktım.  "Dersliğimizdeki arkadaşlardan bir ricada bulunacağım sürekli peşimde dolanan, ısrarla arkadaş olmak isteyen bu kızı sizlerde görmediniz mi?" Bizim sınıftaki arkadaşları çoğu evet dedi ve geçenlerde arkadamda Cesur hocanın fiziği hakkında konuşan iki genç kız onun yalan söylediğini doğruladılar. "İşte kimin yalan söylediğini artık biliyorsunuz." Sude kapana kısılmış halde etrafına bakıp sertçe yutkundu, sessiz kalarak zaman kazanmaya çalışıyordu ve aklından geçen şeytani fikirlere tutunup gerçeği inkar etmenin yolunu arıyor gibiydi.

"Derdiniz ne sizin?" diye sordu Cesur hoca, ikimizden de ses çıkmadı, Sude kaçmanın yolunu ararken ben onu öldürmenin derdindeydim. "İkinizden biri bana doğru dürüst yaşanan olayı anlatsın."

"Bana iftira atıyor." dedi Sude kısık sesiyle, boğazını sıktığımdan sesini artık yükseltemiyordu. "Elinde kanıtta yok."

"Seni parçalarım." dedim sıktığım dişlerimden tıslarken, hıncımı ondan alamadığımdan kendimden alıyordum. Sude'ye iki elimle atılmaya çalıştım Cesur hoca kıpırdamama izin vermedi. "Kanıta ihtiyacım yok benim."

"Yeter artık!" Cesur hocanın yükselen sesi aramıza girince öfkemi bastırdım, enerjim tükeniyor terliyordum ve umursadığım tek şey gözlerimi yüzünden ayıramadığım Sude Yağız'dı. "Nisa seni bırakmamı istiyorsan rahat duracaksın." Başımı salladım. "Sana güveniyorum." dedi kısık sesle, kurduğu cümleyi sadece ben duydum ve dediğini yaptı, belime sarılı kolu gevşedi, temasımız kesilince etrafımda döndü Sude'yle benim arama girdi onu tekrar boğazlama ihtimalini bu hareketiyle tamamen ortadan kaldırdı. Yüzünü tarafıma döndü, bakışlarını dağılmış yüzümde kısaca gezdirdi, yediğim dayak hoşuna gitmemiş olacak ki dudakları gergince tek çizgi halini aldı. "Seni dinliyorum, anlat."

"Önceliği ona veremezsiniz." diye itiraz etti Sude. "Yalan söylemeyeceğini nereden biliyo-" Cesur hoca bakışlarını yüzümden ayırmadan elini yukarı kaldırıp Sude'yi susturdu. "Sana henüz konuşma hakkı vermedim sıranı bekleyeceksin." dedi, elini indirdi. "Ve kimin yalan söylediğini birazdan anlayacağız." Beni başıyla uyarıp konuşmamı istedi.

"İki gün önce bazı sebeplerden dolayı evden ayrıldım, gidecek yerim yoktu, kalacak yerimde ve o an yardım isteyebileceğim tek kişi henüz yeni tanıştığım, güvendiğim Sude Yağız'dı." Cesur hocanın bakışları neden benden yardım istemedin der gibi baktı, aklıma ilk gelen oydu aslında adresini telefonunu bilmediğim için yanına gidememiştim. "Sude bana yardım edeceğini söyledi, ailesine yalan söylediğini ve beni ailesinin eskiden oturduğu eve götüreceğini söyleyerek kandırdı."

"Yalan söylüyorsun." diye karşı çıktı Sude, Cesur  hoca ona yandan öldürücü  bir bakış fırlatınca çenesini kapattı. Üzerime kilitlenmiş tüm gözlerle birlikte Cesur hocanın bakışlarını gözlerimle tekrar buluşturunca anlatmaya kaldığım yerden devam ettim.

"Beni karmaşık ara sokaklardan geçirdikten sonra bir depoya götürdü ve para karşılığında kadın tacirlerine sattı." dememle kalabalık buz kesti, neler hissettiğimi neler yaşadığımı artık herkes biliyordu. "O iki adam beni zorla arabaya bindirdi ve şehrin biraz uzağında kadınları çalıştırdıkları genel eve götürdüler. Orada bir gece kaldım ve ikinci gece bir adamın yardımıyla genel evden kaçmayı başardım."

Sude'nin eli ayağı birbirine dolaşırken "Y-yalan söylüyor." dedi tekrar, elleriyle birlikte seside titremeye başlamıştı. "O bataklığa giren asla çıkamaz, senin genel eve düştükten sonra kaçman imkansız."

"Genel eve düşenlerin oradan asla kaçamayacağını nereden biliyorsun Sude?" Sorduğum soruyla donup kaldı. Pot kırmıştı ve kalabalığın bana inanmasına yardımcı oldu. Tüm bakışlar ona çevrilince burnundan sert bir nefes verdi, duvardan ayrıldı kaçacaktı ve kaçağını anladığımı hissettiğinde Cesur hocayı sırtından itti hocanın koca bedeni birden bana doğru itilmesiyle dengesini kaybetti üzerime düşecekti. Gözlerim büyüdü, kaçmak için artık çok geçti ve Cesur hoca da bunun farkındaydı. Üstüme düşüp beni ezeceğini düşündüğümde aksi oldu, Cesur hoca panik yapmadı, dengesini sağlayamayacağını artık biliyordu. Koca bedeni bedenimi ezmesin diye kollarını omuzlarıma sardı, yere devrildiğimizde beni üstte tutmaya çalıştı ve başarılı oldu. Onun göğsüne çekildiğimde sol omzunun üstüne sertçe düştü, kalabalıktan çığlıklar yükseldi, yere çarptığımız anda canım yanmıştı dudaklarımdan kaçan inleme kalabalığın çığlıklarına karışmıştı. Tüm bunlar yaşanırken eminim ki ki Sude Yağız fırsattan istifade edip kalabalığı yarmış bizden koşar adım çoktan uzaklaşmıştı. Onu elimden kaçırmıştım, insanlara gerçek yüzünü göstermiş olsam da hala dışardaydı, dört duvar arasında değildi ve hak ettiği yere kapatılmadan peşini asla bırakmayacaktım.

"Nisa iyi misin!?" Cesur hocanın telaşlı sesi düşüncelerimi dağıttı. Gözlerimi onun göğsünde açtım, kollarını gevşetti geri çekildim. "İncindin mi?"

 Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. "Hayır, ben... iyiyim." diyebildim güçlükle, aslında hiç iyi hissetmiyordum, boğazım kurumuştu, bileğim eskisinden daha çok ağrıyordu ve başım biraz dönüyordu.

"Emin misin?" diye sordu onun kollarında doğrulduğumda, başımı aşağı yukarı salladım. Cesur hoca dirseğiyle yerden destek alarak oturdu, sağ omzu incinmiş olacak ki avuçladı, kolunu ileri geri hareket ettirince yüzü buruştu. Kesinlikle incinmişti, beni kollarıyla korumaya çalışırken bedeni savunmasız kaldı ve sertçe koridorun fayanslarına çarptı. "Herkes dağılsın." dedi kalabalığa bakmadan bakışları hala üstümdeydi. "Korkmanıza gerek yok gördüğünüz gibi iyiyiz ve Sude Yağız hakkında suç duyurusunda bulunacağız." Öğrenciler gruplar halinde bizden uzaklaştı merdivene doğru ilerlediler, kalabalıktan geriye sadece Burak kaldı ve birkaç kişi merdivenin başında durup bizi izlemeye devam ettiler. "Hastaneye gidiyoruz." diye mırıldandı Cesur hoca, ağzımı açtığımda konuşmama fırsat vermeden "İtiraz istemiyorum." dedi, ayaklandı. Varlığını yeni hissettiği Burak'a kaydı bakışları, ondan karşılık buldu, neden gitmediğini sormadı, sebebini az çok tahmin etmişti sanırım.

Burak beklemediğim anda "Nisa'yla ben ilgilenirim." dedi buz gibi bir sesle, ona bu hakkı vermemiştim ve böyle davrandığı için canımı her geçen gün daha çok sıkıyordu.

"Ben buradayken sana düşmez." Ve beklemediğim bir hamle de Cesur hocadan gelmişti. Elini bana uzattı, parmakları gördüğüm ilginç rüyayı bana hatırlattı. Havada uçuşan kitap sayfaları etrafımı sarmışken kozadan kalan açıklıkta elime uzanan parmaklara dokunmamla sayfalar rüzgarın ruhuna gömülmüş kül rengini alıp toza dönüşmeden öylece kalmıştı ve çürüyen kozada yalnız olmadığımı, umut edebileceğimi gösteren parmaklarıma kenetlenen parmaklardı. Elin sahibi Cesur Cerrahoğlu olabilir miydi? Şimdi yaptığı gibi ilerde de hayatımda önemli bir yeri olacak mıydı?

"Terliyorsun Nisa, ayakta duracak halin kalmadı, sana yardım etmeme izin ver." Başımı hafifçe salladım. Yardımını kabul ettim, eline uzanıp tuttum, sıcacık parmakları parmaklarımı sardı, yerden kalktığımda Burak'ın bakışlarını temasımızda hissettim. "Yürüyebilecek misin?" Kendimi zorlarsam yapabilirdim fakat ters giden bir şey vardı, gözlerim aniden karardı, koridor etrafımda döndü ve Cesur hocanın parmakları elimden çekildi sanki. "Nisa." Kulağıma gelen boğuk sesiyle bacaklarımdaki güç çekildi, geriye doğru düşeceğimi anlasam da bedenimin kontrolünü sağlayamadım. "Nisa!" Bileğimde hissettiğim sıcaklıkla öne çekilmem iki adamın aynı anda adımı seslenmesiyle Cesur hocanın kollarına yığıldım. Her şey çok hızlı geliştiğinden tamamına yetişemedim. İki soluk alma süresine sığdırdıklarımın üzerine karanlık serildi, bedenimdeki acı son buldu ve aklımdan geçen tek şey Sude Yağız'ın hala dışarda olmasıydı.

Bide Cesur hocanın sesine yansıyan korkuydu, galiba beni önemsiyordu.

***

Kendime geldiğimde burnuma gelen ilaç kokusundan, kolumdaki iğnenin acısını bana hissettiren kelebekten ve bedenimdeki ağrının kaybolmasından yine hastanede olduğumu anladım. Gözlerimi yorgunluğumu üstümden atmış halde araladım, beni karşılayan odanın tavanı oldu yine ve ne kadar baygın yattığım hakkında en ufak fikrim yine yoktu.

Oda hala aydınlıktı, günün sonuna yaklaşmamayı umdum çünkü aksi halde başım yine belada demektir. İki saat yol gitmem gerekti, devamını aklımdan geçirmeme gerek kalmadan zihnime son birkaç gün içinde yaşadıklarımın tamamı süzüldü, yanlış bir arkadaş edinmiştim ve sonuçları ağır olmuştu. Kadın tacirleri, genel ev, Faruk Akçalı'dan yediğim son dayaklar, düşünmeye zaman ayıramadığım istemediğim evlilik ve darp edilmemden geriye kalan yoğun acı yerli yerinde duruyordu. Tüm bunlar bir tarafa erkenden evde olmalıydım.

Tamamını görmezden gel.
Korkunu yen.
Kimseye boyun eğme.
Kimseyi umursama.
Hayat gayen ilerlemek olsun.

İç sesime kulak verdim, bana arada güçlü olduğumu hatırlatması hoşuma gidiyordu. Fakat gözden kaçırdığı önemli bir detay vardı zamanım artık kısıtlıydı ve akşama sözüm vardı. Evlilik belasından kurtulmam imkansızdı bir an önce ev bakmalıydım, iş bulmalıydım ve evden temelli ayrılmalıydım. Faruk Akçalı'ya izimi kaybettirmemin tek yoluysa sürekli ev değiştirmemden geçecekti, eh eninde sonunda peşimi bırakacaktır.

Ya bırakmazsa beni takıntı haline getirirse diye beynimi yakmaktan kaçındım. Yerimde kıpırdandığımda odanın diğer ucundan derin bir soluğun alıp verilişini duydum, yanlız değildim ve bayıldığıma göre beni hastaneye getiren kişi Cesur hocadan başkası olmazdı. Yüzümü pencerenin ardında duran adama çevirdim, sırtı bana dönüktü, elleri ceplerindeydi, hareketsiz halinden dalgın olduğu çıkarımını yaptığım anda konuşarak beni yanılttı. "Kendini nasıl hissediyorsun?"

"Dinlenmiş."

"Ağrın varmı? Bileğin çok kötü durumdaydı."

"Şimdilik yok." Ayağımı göremiyordum, dirseğimi yatağa bastırdım doğrulup oturmaya çalıştım. "Yapma." diye uyardı beni Cesur hoca, sanırım pencerenin camından beni izliyordu. "Canın yanacak." Kimin umrundaydı. Hava kararmadan eve gitmeliydim, Faruk Akçalı halime acımaz yaralarımın iyileşmesini morluklarımın geçmesini beklemezdi ve canımı yakmaktan asla çekinmezdi. "Beni neden duymazdan geliyorsun Nisa?"

"Mecburumda ondan." Sesim öyle kısık çıktı ki ben bile güçlükle duydum. İki denemeden sonra yatakta doğrulabildim. Cesur hoca yatağa doğru ilerledi tarafına bakmadım, attığı seri adımları duyuyordum ve yardımını istemiyordum yeterince başını ağrıtmıştım.

"Öyle durma sırtın ağrıyacak." Sesimi çıkarmadım, konuşayım diye ısrar da etmedi. "İzin ver." dedi, eğildi göz göze geldiğimizde elleri havada asılı kaldı. "Arkana yaslanman gerek." Benden onay almadan bedenime dokunmayacaktı. "Bu pozisyonda rahat değilsin, sadece yardım etmek istiyorum." Başımı salladım. Yastığımı düzeltti. Tek elimle bedenimi geriye doğru çektiğimde Cesur hoca ellerini belimin iki yanına yerleştirdi ve onun sayesinde sırtımı yastığa rahatça dayadım. "Eşyalarınla hırkan arabamda." Omuzlarını dikleştirdi, yatağın ayak ucuna gitti, sargılı bileğim açıkta kalmıştı, çarşafı ayağımın üzerine çekti. "Neden bayıldığını sormayacak mısın?" Konuyu muhteşem bir hızla değiştirince yüzüne baktım, ifadesine oturan merakı gidermemi istiyordu ve ben sadece başımı iki yana sallamakla yetindim. "Yetersiz beslenmeden dolayı tansiyonun düşmüş. Kaç gündür yemek yemedin?"

"İki gün." Sebebini açıklamamı bekledi, ona istediğini verdim. "Genel eve kapatıldığımda önüme gelen yemeği yemekten korktum, beni uyku ilacıyla uyutacaklarını düşündüm, bir parça ekmek hariç ne yedim ne içtim. Eve geri döndüğümdeyse..." Devamını getirmedim, Faruk Akçalı'dan şiddet gördüğümü bilmiyordu. Gerçi... kaşlarım çatıldı, Cesur hocanın evimi geceleri uzaktan gözlediğini unutmuştum, beni bu hale getirenin kadın tacirleri olduğunu düşünüyordur çünkü dün gece arabasını görememiştim. "Devamını şimdilik anlatmak zorunda değilsin, yaşadıkların kolay şeyler değil, zihinen ve bedenen yıprandın, incindin son soruma yemeğini yedikten sonra cevap verirsin." Odanın köşesinde gözüme başta ilişmeleyen beyaz hasta önü yemek masasını yanıma getirdi, masanın üstünde iki hamburger, bir şişe su, küçük çikolata kutusu vardı. "Doktordan iyi olduğunu, hemen uyanmayacağını öğrendikten sonra hastaneden ayrıldım sana yemek aldım, şekerinin düşme ihtimalini de göz önünde bulundurarak çikolata da aldım."

"Çok severim." dedim çikolata kutusuna bakarken, dudaklarımın kenarı yukarı kıvrıldı. Onun ne amaçla bana çikolata aldığını merak etsem de önemli olan düşünmesiydi ve şekerimin düşmesinden çok beni mutlu etmek için bu küçük hediyeyi almıştı bence.

"Teşekküre gerek yok." Yine kabalık etmiştim,  gözlerimi şeker kutusundan aldım Cesur hocaya baktığımda gülümsüyordu ve bu gülümseme nedense bana güven veriyordu. "Ağzını balık gibi açıp kapamayı bırakta yemeğini ye." Öyle mi yapıyordum. "Bir arkadaşıma telefona etmem gerek, geri döndüğümde yemeğini yemiş ol." Konuşmama fırsat vermeden odadan çıktı. Herkese mi böyle iyi davranıyordu acaba yoksa ilgisi sadece bana mıydı? Kendime sorduğum sorunun cevabını düşünürken Hamburgerden birini aldım ambalaj kağıdını yırttım, hamburgeri  yemeye başladığımda aklımdan karanlıkta onu kapıma getiren bilmediğim sebep geçti, tahminlerim vardı, bu saatten sonra kendime saklamanında anlamı yoktu. Kesin ailesinde hasta biri vardı, kanser olabilir ve benim iliğim hastaya uyuyordur.

Hamburgeri zar zor bitirdim, suyu açıp yarısını içtim, şeker kutusunu kucağıma aldım, kutuya bakınca bile mutlu oluyordum, aldığım ilk hediyeydi. Kutuyu açtım kare şeklini verdikleri çikolatadan bir tanesini yedim, tadı hoşuma gitti, gülümsedim ve ilk defa mutluyken çikolatanın tadını çıkardım. Tüm düşüncelerimden sıyrıldım, gülümseyerek çikolatalardan altı tane yedim, geriye kalan suyumu içtiğimde Cesur hoca odaya geri döndü. Odayı adımlayıp karşıma geçerken hızlıca yanımdaki masanın üzerinde kalan hamburgerde, kucağımda kapağı açık kutunun içindeki çikolatalarda göz gezdirdi, getirdiklerini yediğimi görünce rahatladı. "Şimdi nasılsın."

"Sayenizde daha iyiyim." dedim, çikolata kutusunun kapağını kapattım, kutuyu masaya koymadım eve dönünce kalan çikolataları yanımda götürecektim. Yatağın bir metre uzağında duran ellerini alışkanlık haline getirdiği için ceplerine koyan Cesur hocayla tekrar göz teması kurdum, yarım kalan konuşmamıza devam etmeliydik sadece onun değil benim de sormak istediğim sorular vardı. Aklımdan geçeni okumuş gibi "Önce sen." dedi beni şaşırtarak. Bileğindeki saatte baktı, zaman konusunda sıkıntı çektiğimi biliyordu sanki. "Henüz öğlen olmadı, rahatça konuşabiliriz." Bakışlarını yüzümdeki çürüklerde, ellerimin yüzeyindeki morluklarda ve çarşafın altında görünmeyen ezilmiş bileğimde gezdirdi. "Bu halde toplu taşımayla eve dönmene izin veremem, çıkışın yapıldıktan sonra seni evine ben bırakırım." Henüz önemli konuları konuşmamış olsakta kabul ettim.

"Sude Yağız ne olacak? Hala dışarıda ve elimde kanıt yok. O ara sokaklar çok karmaşıktı, o tarafları hiç görmediğim için deponun yerini tarif etmem imkansız gibi, genel evin bulunduğu yeri de öyle." Kucağımdaki ellerimi yumruk yapıp sıktım. " Sude Yağız genç kızları kandırıp kadın tacirlerine para karşılığında satmaya devam edecek. Onu durdurmanın yolu olmalı."

"Öncelikle karakola gidip şikayette bulunacağız. Şimdilik elimizden bu kadarı geliyor. Kendini kötü hissetme diye söylüyorum bahsettiğin adamlar işleri senin gördüğün depoda artık yürütmezler, kandırılan genç kızları da başka eve götürürler kesin." Cesur hoca haklıydı. Genel ev yetkilisi uyanık birine benziyordu, geri dönmeyeceğimi anladığı an mekandan ayrılmışlardır. Sonuç itibariyle polis kanıt bulamayacaktı ve Sude Yağız ona iftira attığımı söyleyerek işten kolayca sıyrılacaktı.

"Kötü insanlar için hayat bu kadar kolay olmamalıydı. Hep bir adım öndeler. Bize haksızlık yapıldığını düşünüyorum."

"Ben zamanında uğradığım haksızlıkla kavga etmeyi kestim, kazanan taraf değişmeyince boşuna çaba harcamanın da anlamı kalmıyor."

"Savaşmadan pes edenlerden misiniz?" diye sordum merakıma yenilerek, öyle birine benzemiyordu ve hayata bakış açısı yaşantısıyla çelişiyordu.

"Aksine zamanında çok savaştığımdan yorgun düştüm ve yenilgiyi kabul ettim. Aslında..." Devamını getirmesini bekledim, nefes almakla yetindi ve cümlesini yarım bırakmayı tercih etti ama ben ne söyleyeceğini biliyordum. Hayat bana zorla kabul ettirdi diyecekti. Onu anlıyordum, kendini bana daha fazla açmak istemediğinden sustu. "Bedenindeki morluklar..." deyince gözlerimi kaçırdım, oysa kendimi hazırlamıştım, sorma sırası ona geçtiğinde kaçmayacaktım. "Seni bu hale kim getirdi?"

"Geceleri evimi uzaktan gözetleyen sizsiniz. Gördüğünüzü düşünmüştüm." Yüzüne bakmadığımdan ifdesinden geçenleri göremiyordum. Aramıza sessizlik girdi ve kendini konuşmaya hazırladığını anladığımdan ona istediği kadar zaman tanıdım.

"Görmedim." dedi aramıza giren garip sessizliği bozarak. "Ama amacım sakladığın gerçeği öğrenip seni korumaktı."

"Neden?"

"Ben insanım ve insanlığımı yitirmedim."

Dediklerinden etkilensem de pek inandırıcı gelmedi, bence başka çıkarı vardı.

"Sadece bu kadar mı? Dahası yokmu? Uyumlu gibi."

"Bir hataydı." dedi düşünmeden ve ağzından çıkanı geri almak istermiş gibi baktı. "Önemsiz." diye devam etti. "Seni rahatsız ettiysem beni bağışla, sadece yardım etmek istedim ve neyle karşı karşıya olduğumu öğrenmek işimi kolaylaştıracaktı ve senin durumun biraz farklı olsa da yardım ettiğim ilk öğrenci değilsin."

"Size inandım. Birazda pişmanlığınızdan bahsedin yada sizi sürükleyen şeyden mi demeliyim." Elimden kurtulamazdı, güvenliğim için evimi uzaktan gözetlediği doğru, öncelik bendim ve kendine sakladıklarını benimle paylaşırsa rahatlayacaktım.

"Yapmamam gereken bir şeydi, zayıf davrandım."

"Nedir?"

"İyileştiğinde konuşuruz."

Ertelemenin bir anlamı yoktu. "Sizi dinliyorum." Gözlerine baktım, iyi görünmüyordu, keyifsizdi, pişmandı ve sebebi bendim.

"Kendini toparladığında-"

"Şimdi tam zamanı." diye lafını kestim inat ederek. Yutkundu, bakışları değişti. Gözlerinde beni incitmekten korkan bir adam gördüm, iki çıkmazın arasında kalmış ne yapacağını bilmeyen bir adam ve onu çıkmazlarından kurtaracak tek kişi olduğumu anladığımda merakımı gizleyemedim. "Çekinmenize gerek yok, sizi anlamaya çalışırım."

"Sanmıyorum." dedi. "Çünkü senden..."Başını iki yana salladı. "Böyle bir hakkım yok. Nasıl yaptım...hala inanmıyorum!" Kendine kızarken benden isteyemediği şey insanlık dışıymış gibi davrandı.

"Şu 'uyumluyla' ilişiğimi saklamakla elinize bir şey geçmeyecek, hadi söyleyin ikimizde rahatlayalım artık."

"Beni diğerlerinden ayırmayacak yine de duymak istiyor musun?" Kendini hayatımda olan kötü insanlarla aynı kefeye koymamalı. Zor durumda olmasa asla yapmam dediği şeyi yapmazdı. Bazen herkesin kaçındığı son çarelerin kapısına sürükleniriz, benim yeni tanıdığım kadına güvenmem gibi, gidecek yerim olsaydı bu adımı asla atmazdım. Cesur hocanında demek ki çalacak kapısı kalmamıştı.

Başımı sallayarak evet dediğimde tüm dikkatimi ona verdim. Bakışlarım gözleri ve balık gibi açılıp kapanan ağzı arasında gidip gelirken mırıldandı. "Nereden başlasam..." Hazırlıksız yakalanmışsın gibi davranmayı bıraksana be adam. Ellerini ceplerinden çıkardı, kendine yediremediğini, biri kafasına silah dayamış gibi zorlanarak söyledi.  "İhtiyacım olan... böbrek sende."
***

Lütfen oy vermeyi yorum yapmayı unutmayın.

Bölüm nasıldı?

Continue Reading

You'll Also Like

15.3M 402K 143
Genel Kurgu #1 Bir adam düşünün, hayatının tüm dönemlerini karanlık işlerle geçiren ve geçmişinin izlerini hâlâ üzerinde taşıyan... Bir de kadın düşü...
3.9M 239K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
Kayıp Parça By Rabikce

General Fiction

84.9K 6.5K 13
Balım. Kalabalık bir ailenin en küçük üyesiydi. Babasının göz bebeği, abilerinin prensesi. Ancak annesinin hataları yüzünden hayatı bir anda değişti...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.2M 80K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...