Sen Gitmeden Önce.

By jensenology

8M 170K 11.3K

☆ ★ WATR 2013 En İyi Teen Fiction Hikayesi ★ ☆ Genç bir kızın yıllar sonra İstanbul'a dönüp geçmişiyle tekrar... More

-1- Bahşiş.
-2- ''Sana arkadaşlık etmek istiyormuş.''
-3- Anılar.
-4- Sahilde parti.
-5- ''Seninle aynı yatakta asla yatmam.''
-6- Kıyafetler.
-7- Fahişe ?
-8- Anılardan kaçamazsın.
-9- Çalışma.
-10- Kaza ?
-11- Yolculuk.
-12- Konfetiler..
-13- Tüm dileklerimde o vardı.
-14- Doğruluk-cesaretlik ve biraz da sarhoşluk..
-15- Düne dair anıları hatırlamak.
-16- Olmak istediğim yer.
-17- "Tutmam gereken bir sözüm var."
-18- Artık gerçeklerin vaktiydi.
-19- Yapılacaklar Listesi.
-20- ''Eğlence anlayışınız bu mu cidden ?''
-21- 4 peluş hayvan.
-22- ''Bu bir evlenme teklifi değildi.''
-23- Üniversite mevzuları.
-24- "Evinin önünde."
-25- Minik sır.
-26- "Acaba bu sebep Buğra olabilir mi ?"
-27- Bir bar sürprizi daha.
-28- Kız tavlama teknikleri.
-29- "Sana bu kadar yakından bakmak.."
-30- Siyah ve dantelli.
-31- "Lades yapalım mı ?"
-32- "Kampa mı gitsek ya ?"
-33- Davetsiz misafir.
-34- Küçük sürpriz.
-35- Kamp Kahkahaları.
Notumsu bir şey.
-36- İltifatlar.
-37- Uzun bir yürüyüş fikri.
Minik dünyamız.
-38- "Sleeping with sirens,"
-39- "Pasif kalan her zaman bendim, Buğra."
-41- İyileşme süreci.
-42- Yine bir kural listesi.
-43- İşkence zamanı.
-44- Hazan vakası.
-45- "Buraya kadardı."
-46- Karmaşık olaylar döngüsü.
-47- Mail saçmalığı.
-48- Karşılık vermeme durumu.
-49- ''Ve son bir şey,''
-50- Loser.
-51- Minik bir döngü.
Özel bölüm. ☆ Yıllardan kesitler. ☆
-52- Esmer çocuk.
-53- Koala mevzusu.
Final.
Veda Şeysi.
İkinci Kitap!

-40- Gerçeklerin acı versiyonu.

107K 2.2K 160
By jensenology

Arya'dan,

Oturduğum rahatsız hastane koltuklarından birinde kıpırdandım. Duvarlar üstüme üstüme geliyormuş gibi hissediyordum.

Biz buraya geleli 1 saat, Kaan ameliyata alınalı ise tam tamına 2,5 saat olmuştu. Ama hala ne gelen vardı ne giden. İçeriden alacağımız tek iyi haber ümitlenmeme yetecek olsa bile, sanki tüm her şey inadıma gerçekleşiyormuşçasına kimse bir ses bile çıkarmıyordu.

Kalan ufak tefek ümitlerim tepetaklak olmuşçasına yere çakılırken kollarımı bedenime sardım.

Ölüm sessizliğine bürünmüştü tüm koridor, herkes kendi köşesine çekilmişti.

İlk geldiğimizden beri yerinden bir an olsun ayrılmayan Buğra, yanındaki Hazal ile birlikte yerde oturuyordu. Gökçe, Bora, Selin, Berk ve Onur tam karşımdaki koltukları ; Tuğba, Doruk ve Ada ise benim yan taraflarımı kuşatmışlardı. Eğer ağlayacak veya krize girecek olursam yanımda bulunmalarının daha mantıklı olacağına karar vermişlerdi sanırım.

İşte bu konuda tamamen yanılıyorlardı.

Buğra'nın, Kaan'ın kaza geçirdiğini söylediği ilk zaman derin bir ağlama krizine girmiştim, evet. Ama hastaneye geldiğimiz ilk andan itibaren derin bir sessizliğe gömülmüştüm.

Ne ağzımı açıp bir şey söylemiştim, ne de bir damla gözyaşı akıtmıştım.

Hissizlik... ilk defa bu kadar çekici geliyordu.

Belki depresyon aşamalarındaydım, belki de 'Acı dayanılmaz hale gelince hissizleşirmiş insan.' sözünün canlı örneğiydim. İki seçenek de makul bir cevap gibi geliyordu gözüme.

Ama asıl cevap, ne tepki vereceğimi şaşırmamdı.

Ağlamak istiyordum.

Etraftaki tüm her şeyi yıkıp dökmek istiyordum.

Bağırıp çağırmak istiyordum.

Ama en önemlisi, bir şeyler yaparak acımı geçirmeye çalışmaktansa, Kaan'ı görmek istiyordum. İçimde birikmiş tüm o zehirli duyguları başka bir şekilde yok etmenin bir yolu yoktu çünkü, tek çıkış noktam Kaan'dı.

Ameliyathane kapısı açıldı ve içeriden bir hemşire çıktı hızlı adımlarıyla. Ben de dahil olmak üzere, hepimiz anında ayağa kalkıp etrafını kuşatmıştık.

Bizimkilerden çıkan "Nesi var ?" gibi cümleler birbirine karışırken, hemşire tüm bu sorulara alışıkmışçasına ifadesiz bir yüz şekliyle, belki de defalar tekrarlamasından dolayı ezberlediği sözcükleri söyleyip adımlarını yeniden hareketlendirdi. "Doktor birazdan gerekli açıklamayı yapar."

Bu kadardı.

"Bir şey söylesinler !" diye bağırdım bir anlık tereddütten sonra. Hastaneye geldiğimiz zamandan bu yana ilk defa açmıştım ağzımı ve bu hepsinin bakışlarının bana çevrilmesini sağlamıştı. O kadar kötü bir durumdaydım ki, bakışlarındaki anlamı bile çözemiyordum.

Tam da içerideki doktorlara ve biraz önce önümüzden geçen hemşireye saydırmaya başlayacaktım ki, ameliyathanenin kapısından çıkan adam sayesinde tüm sözcükleri geri yutmak zorunda kaldım.

Adımları, filmin heyecanlı taraflarındaki yavaşlatılmış sahnelerdeki gibi işliyordu, yavaş yavaş. Ya da o kadar heyecanlıydım ki sadece ben öyle hissediyordum.

Tam yanımıza ulaştığında durdu ve ellerini cebine soktu, bu hareketi yapmadan önce bakışları hepimizin üstünde gezinmişti.

Neye bakıyordu, ne kadar dağıldığımıza mı ?

"Hastanın nesi oluyorsunuz ?"

Bizimkilerin hepsi "Kardeşleri," derken ; ben sevgili olduğumuzu belirtme gereği duymamıştım, bu yüzden sessiz kalmayı tercih ettim.

Doktorun yüzündeki tebessüm bile halimizi anlamış gibiydi. "Peki o zaman, hastamızla gerçekten kan bağı bulunan bir yakın akrabası var mı içinizde ?"

Buğra güçsüzleşmiş sesiyle "İkiziyim," diye mırıldanırken bile doktorla göz teması kurmaktan kaçınıyor gibiydi, fazla yıpranmıştı.

"Hastayı acil ameliyata almamızın sebebi Epidural kanamanın olmasıydı." diye başladı doktor konuşmasına, kısa bir duraksamanın ardından ise "Yani anlayabileceğiniz şekilden konuşacak olursam... Beyin kanaması vardı." diye düzeltti cümlesini.

"Beyin kanaması vardı," cümlesi defalarca zihnimde yankı yaparken "Şimdi nasıl peki ?" diye sordum titreyen sesimle, durumunun kötü olduğunu söyleyecek diye ödüm kopuyordu.

"Şu anda ameliyat işlemleri bitti. Yoğun bakım ünitesine alacağız hastayı."

Beyin kanamaları, hastane koridorlarında beklemek, en yakınını kaybetme olasılığı... Şu ana kadar bana o kadar yabancı olan şeylerdi ki bunlar, şimdi bile tam farkına varamamış gibiydim.

"Görebilir miyiz peki ?"

Doruk'tan çıkan cümle, hepimizin dileğini yansıtıyordu. Şu anda onu görmek her birimize umut kaynağı olacaktı ve bu bile bizi uzun süre yatıştırmaya yeterdi.

"Normalde buna bile pek sık izin vermem ama..." Duraksadı. Gülümsedi. Ve ekledi : "Sadece bir kişiye müsaade edebilirim. Kısa süreliğine."

Bir anda hepsinin bakışları ben ve Buğra arasında gidip gelmişti, aramızdan kimin Kaan'ın yanına gideceğini nasıl seçeceğimizi düşünüyor gibiydiler.

Buğra'nın Kaan için ne denli önemli olduğunu biliyordum, hayatının odak noktasıydı Buğra. Onun için yapamayacağı şey yoktu ve buna yaşama tutunmak da dahildi.

Kısacası, o ikizi ve ben ise sevgilisiydim. Her halükarda Kaan'ın yanında bulunması gereken kişi Buğra'ydı, "Ben onun sevgilisiyim, onun yanına ben gitmeliyim," triplerine girmek saçmalığın daniskasıydı.

Buğra, onun yanına gidenin kendisi olması gerektiğine dair hiçbir şey bile söylememişti, tek yaptığı kendini sandalyelerden birine atıp derin bir nefes koyvermek olmuştu. Ameliyatın bitmesi içinin biraz da olsa rahatlamasını sağlamış gibiydi, dudak kıvrımları bile bunu açıkça belli ediyordu. Bu kadar hüznün üstüne tam olarak gülümseyemese bile ufak bir tebessümde bulunmuştu en azından.

Bizimkiler doktorla Kaan hakkında konuşurken ben, Buğra'nın yanına gittim. Kaan'ın aldığı hasarları onu görmeden başkalarından duymak istemiyordum.

Buğra'nın solundaki sandalyeye oturup ona doğru döndüm, "Kaan'ın yanına gitmesi gereken kişinin sen olduğunun farkındasın, değil mi ?"

Gözlerini açmadı, hareket etmedi, hatta konuşmadı bile.

Sadece boş boş durdu. Yüzündeki hafif tebessüm bile silinmişti.

"Buğra, bana bak."

"Ne var ?" diye mırıldandı gözlerini açtıktan hemen sonra.

"Kaan'ın yanına git."

"Hayır, gitmeyeceğim."

"Neden ?"

Yine cevap vermedi.

İkizler olarak ikisi de inatçıydı bunların, ama ben onlardan daha inatçıydım. Neden olduğunu açıklayacak ve o gidecekti.

Hiçbir şey demedim, sessiz kaldım. İnatçılığım da tam burada başlıyordu işte, çünkü ben hiçbir şey demeyince kendi kendine konuşmaya başlayacaktı. Yani en azından Kaan'da işe yarayan bir durumdu bu, Buğra'da da işe yarayacağını ümit ediyordum.

Ve tahmin ettiğim şey oldu. Soruma cevap verdi.

"Sence de kendini daha kötü hissetmesine sebep olmaz mıyım ?"

"Saçmalama," dedim gözlerimi kocaman açarak, "Onun iyi hissetmesini sağlayacak kişi sensin."

Alaycı bir ses çıkardı, hah gibisinden. Ve bu sefer "Saçmalama," diye uyaran kişi o olmuştu.

Kaza öncesinde Buğra ve Kaan bir yerlere gitmek için ayrılmışlardı yanımızdan, ne olduysa da oraya gittikten sonra olmuştu. Kaan'ın neden Buğra'nın yanından ayrıldığını bilmiyordum, nasıl ve neden kaza geçirdiğini de bilmiyordum zaten. Kavga mı etmişlerdi ? Buğra'nın ona kötü hissettireceğini düşünmesinin sebebi bu muydu ?

"Oraya gitmek zorundasın. Ne düşünürsen düşün, iste ya da isteme. Umurumda bile değil."

Buğra'dan,

Dışarısı buradan o kadar sıcaktı ki ; yoğun bakım ünitesinden içeri bir adım atmam bile vücudumun hafifçe titremesi için yeterli bir nedendi, Kaan'ı kablolara bağlı bir şekilde görmek ise şiddetli bir sarsılma geçirmeme sebep olmuştu.

Birbirinden biraz uzakta bulunan diğer 5 hastaya bakmaya cesaret bile edemeden, Kaan'ın yatağının bulunduğu yere yönlendirdim adımlarımı.

Gerçeklerin acı versiyonu önüme serilirken Kaan'ın yüzüne çevirdim bakışlarımı, oksijen maskesi takmışlardı. Diğer yerlerindeki kadar hasar yoktu yüzünde, yani en azından birkaç çizikten başka bir şey yoktu.

Doktorun söylediğine göre, köprücük kemiği kırılması vardı beyin kanamasına ek olarak. Gözlerim ister istemez omzuna, köprücük kemiğinin olduğu yere, doğru kaymıştı. Çok da önemli bir kırılma değilmiş, kendi kendine kaynarmış kemikler. Ama bunu görmek bile bana yeterince acı depolarken, Kaan'ın ne hissettiği konusunda düşünmekten alıkoyamıyordum kendimi.

Yatağın tam yanına geçtim.

Ciddi bir ameliyattı, demişti doktor, hastanın sizi duyup duyamayacağından tam emin değilim. Bilinci kapalı olabilir.

Diyeceklerimi duymasına ihtiyaç duymuyordum, beni duyamasa bile içimdekileri dökmek zorundaydım.

Bakışlarım, vücudunun üstüne bağlanmış kablolar ve şu saçma monitorlar arasında gezinip dururken, "Salağın tekisin," diye başladım konuşmaya.

Daha fazla kablo görmeye tahammül edemiyormuşçasına, yüzüne baktım.  Yüzünün somurtmasına bile razıydım ama böyle bir hiçlik ifadesiyle durmasına dayanamıyordum.

"Kendine dikkat edemeyecek kadar salaksın hatta. Söylesene, bu kadar asi davranacak ne vardı ? Böyle yaparak mı cezalandırıyorsun beni ?"

Yutkundum, normalde en ufak kelimeme bile ukala bir biçimde karşılık veren adam, şimdi sonsuzluğa karşı susmuş gibiydi.

"Ciddi bir ameliyat geçirmiş olabilirsin, bana cevap da veremiyor olabilirsin ama bilincinin kapalı olma ihtimaline rağmen beni duyacağına eminim."

Elimi saçlarımın arasından geçirdim; elimin temas ettiği her saç teli arkaya doğru savrulduktan sonra yeniden özgürlüğüne kavuşmuşçasına eski yerlerini almışlardı.

"Söz vermiştin, her daim yanımda olacağına dair. Şimdi sözünü bozma zamanı değil, Kaan. Herkes büyük bir umutla senin uyanmanı beklerken bunu bize yapamazsın. O yüzden şimdi her zamankinin aksi bir hareket yap ve inatçılığından vazgeçmeyi dene."

Şu aptal makinelerden çıkan bip bip sesleri beynimi delercesine zihnime hücum ederken gözlerimi kapattım.

"Ve bunun bir veda olduğunu düşünme sakın. Sadece yeni bir başlangıç seremonisi, o kadar."

Selin'den,

Berk'e sarılı olan kollarımı daha da sıkılaştırdım, tüm bu yüz ifadeleri içimin daha da korkuyla sarmalanmasına sebep oluyordu. Ve korkumun her artışında daha da sıkı sarılıyordum Berk'e, korkumu bu yolla halledebileceğimi düşünüyordum. Berk de bu durumun sebebini anlıyor gibiydi, çünkü "Şştt, sakin ol," diye tekrarlıyordu her iki dakikada bir. Ama ben ne sakin olabiliyor, ne korkumu yok edebiliyor, ne de gözyaşlarımı durdurabiliyordum.

Gözyaşlarımın arasından gelen hıçkırıklar bedenimi sarsarken, yoğun bakım ünitesinden çıkan Buğra'nın siluetine doğru kaydı bakışlarım. Berk'e sarılı olan kollarımı çözdüm ve elimin tersiyle hızlıca sildim gözyaşlarımı. Buğra içeri girerken bulunduğu ruh halinden az da olsa sıyrılmışa benziyordu, ağır adımlarını ilerletti ve Berk'in hemen yanına oturdu.

Tüm bakışlar onun üzerinde kitlenmişti, bunu fark ettiği an ellerini birbirine kenetledi ve karnının üzerinde birleştirdi.

"Hala uyanık değil." dedi sadece.

Şişen göz altları daha fazla soru sorarak üstüne gitmememizi ifade ediyor gibiydi, bu yüzden sessiz kaldım ve sırtımı sandalyenin sert arka yüzüyle buluşturdum.

Diğerleri de benimle aynı karara varmış olacaklar ki, hiçbirinden bir ses bile çıkmadı.

Derin sessizliği yaran cümle Ada'nın dudakları arasından dökülmüştü. "Semih amcaya haber veren var mı ?"

Kimseden bir ses bile çıkmadı.

"Aylin teyze ? Aslı abla ? Hiçbirinin haberi yok mu yani bu durumdan ?"

Sessizlik yine devam etti.

"Bu boktan haberi birilerine söylemenin kolay olduğunu mu sanıyorsun cidden ?" diye bir atak yaptı Tuğba, yüz ifadesi sertleşmişti. "Kusura bakma ama buradaki hiç kimse, her gün insanlara birilerinin kaza geçirdiğini söyleyen tipler değil. Bu kadar kolay olduğunu sanıyorsan git ve kendin ara."

Bu kaza olayında herkesin sinirlerinin gerildiği doğruydu, evet. Ama açıkçası böyle bir atak beklediğim son kişiydi Tuğba.

Ada konuyu daha fazla uzatma gereği duymamış olacak ki, Tuğba'ya kısa bir bakış attıktan hemen sonra Doruk'un yanındaki yerini aldı yeniden. Doruk da ikisi arasında kalmıştı, hem mecazi anlamda hem de gerçek anlamda.

Tüm bu saçmalıkların ardından yerinden kalkıp "Ben ararım," diyen kişi Hazal olmuştu.

♧♧♧

Hazal'ın Semih amcayı aramasından yarım saat sonra, saat akşamın 11 buçuğunu gösterirken koridorun başında göründü Semih amca, yanında ise Aylin teyze vardı. Hızlı adımlarla geliyorlardı yanımıza, Semih amca tüm soğukkanlılığıyla ilerlerken Aylin teyze her an bayılacakmış gibiydi.

Aylin teyze yaşadığı şoktan dolayı o kadar dağılmıştı ki ; ölüm sokağını andıran bu koridordaki cansız yüzleri, yani bizleri, bile görememiş gibiydi.

Ama Semih amca hepimizi fazlasıyla fark etmişti, hepimizi tek tek incelemişti hatta. O bizi incelerken ben de onu incelemekle meşguldüm; yüzü o kadar çökmüştü ki, neredeyse her gün gördüğüm o adamdan eser bile kalmamış gibiydi.

"Durumu nasıl ?" diye sordu, sesindeki çaresizlik kırıntıları kendini açıkça belli ediyordu.

"Uyanık değil, hala bilinci kapalı." Semih amcaya yanıt veren ilk kişi Berk'ti.

Hafifçe başını salladı, zaten beyin kanaması geçirdiğini söylemişti Hazal telefonda konuşurken. Sanki anlamamış gibi bir daha aynı konuların altını çizmek saçmalıktı.

Ne annesiyle ne de babasıyla bir kelime bile konuşdı Buğra, sessizlik hakkını kullanıyor gibiydi. Bunu fark eden Semih amca onun yanına doğru yönlendirdi adımlarını, ardından elini koydu Buğra'nın omzuna.

Buğra'nın tepkisi hiç de beklediğim türden bir tepki değildi. Sanki elini omzuna koyması tiksinç bir şeymişcesine omzunu silkeleyip çekmişti kendini ondan. Şaşırmıştım çünkü... Buğra'ydı yani bu, böyle bir hareket yapması için gerçekten de nefret etmesi gerekirdi o kişiden.

Kafasını yukarı kaldırıp bakışlarını babasının gözlerinde sabitledi. "Sakın. Bana. Dokunma." dedi her kelimeye ayrı ayrı vurgu yaparak, gözleri bile tehlike saçıyordu.

Sinirleri fazla mı gerilmişti ?

"Buğra, iyi misin oğlum ?" Semih amca dizleri üstünde hafifçe eğilerek Buğra'yla yüz yüze gelecek şekilde durdu.

"İyi miyim ?" deyip alaycı bir kahkaha attı Buğra, ben de dahil tüm herkes pür dikkat onları izliyordu. "Sence iyi gibi bir halim mi var ? Kaan orada senin aptal tavırların yüzünden can çekişiyor ve sen hala burada durmuş benimle konuşmaya mı çabalıyorsun ?"
Semih amcanın yüzü anında kasılmıştı, bizim gibi o da olayın onunla olan bağlantısını kavramaya çalışıyor gibiydi.

"Benim yüzümden mi ?" diye sordu büyük bir şaşkınlıkla.

Etrafta onların sesinden başka hiçbir ses yoktu, Aylin teyzenin hıçkırıkları ve iç çekişleri dışında.

"Kime ne anlatıyorum ki zaten," deyip sinirle soluduktan sonra ani bir hareketle, oturduğu sandalyeden kalktı Buğra.

Adımları, hıncını bir şeylerden çıkarmak istercesine sert bir şekilde basıyordu yere.

Buğra'nın ardından Semih amca da kalktı ayağa. Buğra'nın ilerlemesini durduran cümle yine ondan çıkmıştı. "Kaan kaza geçirmeden önce olan her şeyi anlat bana." Sesi sert ve  tereddütsüzdü.

Babasına doğru döndü Buğra, yüzündeki ifade o kadar karmaşıktı ki ne hissettiğini bile çözemiyordum.

"Yıllarca çektiği acıları da anlatmamı ister misin, baba ?"

Tamamiyle alaycı bir cümleydi dudaklarının arasından dökülen, babasının hiçbir şey anlamadığını açıkça belli eden ifadesini gördüğünde ise alaycılık maskesini bir kenara fırlatarak gayet ciddi bir şekilde konuşmaya başladı.

"Yanımdan ayrılmasının sebebi sendin. Sana olan karmakarışık duyguları. Onunla arama nasıl bir mesafe koymaya çalıştığın... Ama ne var, biliyor musun ?" Hafifçe gülümsedi, samimiyetten tamamen uzak bir gülümsemeydi. "Küçükken bile uzaklaştırmaya çalışmana rağmen, her şeyden ve herkesten daha yakınız birbirimize. Hatta senin insanlığınla olan mesafenden bile."

Heyecanlı bitirmedim -,-,-,- Nys arkdşlr size minnak bir spoiler : Kaan ölmeyecek. Onun salaklıkları olmadan rahat edemiyorum, diğer bölümde durumu düzelir büyük ihtimalle. Sevgiler, saygılar :d

Continue Reading

You'll Also Like

14.2K 1.1K 27
"Ben bu hayatı istemedim.." "Üzgünüm malysh, seni ben yanımda istedim.." "Sen katilsin.." "Bir tek senin olmayacağım.." "Senden nefret ediyorum!" "Se...
516K 37.7K 16
Çimlerin kralı, Fenerbahçe'nin göz bebeği Kuzey Karahanlı. Hayatını kariyerine adamış, tek amacı daha da başarılı olmak olan bir adam. Buz patenine...
4M 150K 85
Savaş ağa adlı hikayem ÇİLEM olarak değiştirilmiştir haberiniz olsun. Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyo...
47.9K 4.1K 34
Psikolojik hasta olan bir asker ve psikiyatristin hikayesi...