CESUR/çürük koza(+18)

Von yaseminabvaa

9.4M 172K 58.8K

O sırtımı dayadığım bir ağaç değildi sadece. Güven veren bakışları benim yarınlarımdı. Sıcacık eli hayatımdak... Mehr

1. BÖLÜM "KAYIP PUSULA"
3. BÖLÜM " UYUMLU"
4.BÖLÜM. "İHTİYACIM OLAN BÖBREK SENDE"
5. BÖLÜM "SENİN SOYADINA İHTİYACIM VAR"
6.BÖLÜM: "EVLİLİK"
7. BÖLÜM. "HATANIN BEDELİ"
8.BÖLÜM "YABANCI DUYGU"
9. BÖLÜM. "GÜZEL HABER"
10. BÖLÜM "BENDEN ÖNCE"
11. BÖLÜM. "KAVGA"
12. BÖLÜM "AİLE
13. BÖLÜM. "ZAYIF BAĞLAR"
14. BÖLÜM"BUNU SEN İSTEDİN"
15. BÖLÜM "ANILAR"
16. BÖLÜM" İLK GÜZEL ANIM"
17. BÖLÜM"İKİ ZIT DUYGU"
18. BÖLÜM "İHANET"
19. BÖLÜM "BOŞLUK"
20. BÖLÜM "ÖFKE"
21. BÖLÜM "HATA"
22. BÖLÜM" ÖPÜCÜK"
23. BÖLÜM "ACIDAN ÖTE"
24. BÖLÜM"KORKU "
25. BÖLÜM" DEĞİŞEN DENGELER"
26. BÖLÜM" BANA MECBURSUN"
27. BÖLÜM "BENİ KALBİNE SOR"
28. BÖLÜM "BİZ"
29. BÖLÜM "TAKINTILI"
30. BÖLÜM "YABANCI"
31. BÖLÜM" İZİMİ BIRAKTIĞIM KALP"
32. BÖLÜM "İKİNCİ KAREMİZ"
33. BÖLÜM "KIRIK KALP"

2. BÖLÜM "KAZA"

279K 7.1K 4K
Von yaseminabvaa

Lütfen oy vermeyi yorum yapmayı unutmayın.

Önemli not. Kitap öğretmen öğrenci ilişkisi değildir.

2. BÖLÜM "KAZA"

Bitik halde mahalleme giriş yaptığımda takip edildiğimi hissettim ve yol boyunca durup arkama bakındım kimseyi bulamadım. Boş kuruntu ettiğimi söyleyen iç sesime kulak verdim, uzaktan gecekondu evlerinden bir yığın gibi görünen ve bu yığını ikiye bölen geniş yolda ilerledim. Kaybettiğim kolyemi aramaktan bitap düşmüştüm, hızlı yürüyemiyor, günün sona ermesini karanlığın çökmesini umursamıyordum.

Yalnızlıktan kırılıyordum ve hissettiğim katıksız acının tarifi yoktu.

Görünmeyen bir el kalbimi avuçlamış parçalamak ister gibi sürekli sıkıyordu sanki.

Eve vardığımda ilk işim kapının önüne bakmak oldu, Faruk Akçalı'nın ayakkabıları yoktu, içerden ses gelmiyordu buda demektir ki henüz eve dönmemişti. Üzüntüm derin olmasaydı sevinirdim, dudaklarımdan uzun zamandır silinip giden bir gülümseme bile peyda olurdu.

Yeri döve döve bana doğru ilerleyen adım seslerini duymamla omzumun üstünden arkama bakınmamla Faruk Akçalı arkamda belirdi ve kolumu vahşice tutması hiddetle tekmesini kapıya geçirmesi beni salona savurması bir oldu. Saniyeler içinde olup biten hareket halime ayak uyduramadım, dengemi sağladığımda sırt çantası kolumdan kayıp yere düştü. Faruk Akçalı kapıyı kırarcasına çarpınca irkildim, üzerime geldiğini hissediyordum. Ona yüzümü döndüm, burnundan soluyordu, öfkesinden kumar oynadığını kaybettiğini anladım. Hıncını benden alacaktı. Kaçacak yer aradım yoktu, korkudan sadece geriye doğru adımladım ve tek bir gün baba demediğim adam bana yetiştiği gibi tokatı suratımda patlattı.

“Yine nereye gittin kız!” diye kendini yırtıp bağırdı, korkudan avuçladığım yediğim tokatla yanan yanağımın acısını hissetmedim. “Sana diyorum!”

“Fakülteye gittim.”

“Bu okulunda bitmez oldu lan!” dediğinde ikinci tokatı suratıma indirdi, ellerimi yüzüme siper ettim ve Faruk Akçalı beni bu halde tokatlamaya devam etti. Ona karşı koyamıyordum, güçlüydü, heybetliydi, şişmandı, yanında küçücük görünüyordum. Tanıdığım herkesten daha kötü olan adam beni bir saat boyunca yorulmadan tokatladı, yetmedi sırtımı iki kere sertçe duvara geçirdi, hakaret etti. Elinden kurtulmaya çalıştım bileğimi kavrayıp beni kendine hızla çevirdi ve koca eliyle tokatı şakağıma indirmesiyle yere yığıldım, eğer yerden kalkmazsam beni bu sefer tekmeleyecekti.

Yerden kalkmaya çalıştım yapamadım, şakağıma vurmasıyla dengemi sarsmıştı, yerde debelendim yine başaramadım. Görüşüm bulanıklaştı salon etrafımda dönüyordu sanki, yerde acıdan kıvranırken kesik kesik aldığım iç çekişlere karışan inleyişimi duyuyordum.

Acı bedenimdeydi. Acı kalbimdeydi. Acı ruhumdaydı. Acı gözlerimi yakan yaşlardaydı. Açı her yerdeydi.

“Sana okula gitmek yok demedim mi? Adımızımı çıkartacaksın!” Etrafımda dönüyordu, her an karnıma tekme yiyebilirdim. “Her boku yedin şimdide bana cevap mı vermiyorsun!” Beni saçlarımdan tutup yerden kaldırdı, ona direnemiyordum kafam arkaya yattı, toplu saçımı öyle bir çektiki çığlık atmaya başladım.

“Konuşsana lan konuş!” Elini yüzüme kaldırdı. Kendimi koruyacak gücüm kalmamıştı, canım çok yanmasın diye saçlarımı çekiştiren koluna bile asılamıyordum. “Sözümden bir daha çıkacak mısın?”

“Ne olur yüzüme vurma, yalvarırım yapma, fakülteye nasıl gideceğim.”

“Hala okul diyor! Hala okul diyor! Seni öldürmeyeyim de ne yapayım!”

Ağlıyordum, yanaklarımdan akıp giden yaşlarıma acımadı yüzüme vurdu, dudağımın patladığını hissettim, ellerimi kalan son gücümle yüzüme siper ettim, beni yere savurdu o sırada açılan kapı sesi duydum, gelen kişi annemden başkası olamazdı. “Kendi bildiğini okursun ha.” Karnıma tekme attı, yerdeki bedenim iki büklüm oldu. Faruk Akçalı acımasızdı, insafsızdı, merhametten yoksundu, vahşice karnımı tekmeledi, öksürmeye başladım.

“Nisa!” Bana seslenen annem, kendini kaybetmiş adamı itip benden bir süre uzaklaştırdı. “Yeter, kızı öldüreceksin!”

“Laf dinlesin lan o zaman!” Bitmeyen öfkesini bu sefer anneme kustu. Yüzüne iki tokat attı, yere yığılmayınca bedenini sertçe geriye doğru itti annem dengesini sağlayamadı sırtı duvara geçince dudaklarından acı dolu bir inleme çıktı, bedeni duvardan kaydı yere yığıldı. Annemin bana kazandırdığı birkaç saniyeyi değerlendirdim dizlerimi karnıma gömdüm, başımı ellerimin arasına aldım, kollarımı yüzüme siper ettim, salonun ortasında küçücük kaldığımda Faruk Akçalı yüzümü hedef aldı yine kollarımı, bileklerimi tekmeledi, aldığım her tekmeyle inledim ve onun yorulmasını bekledim.

Canımı yakarken aldığı sığ nefesleri duyuyordum, annemin yerde emekleyip bana doğru geldiğini de duyuyordum.

Faruk Akçalı durmadı, bacaklarıma, dizlerime, ellerime, kollarıma tekme atmaya devam etti ve nasıl olduysa karın boşluğuma isabet eden tekmeyle yine öksürdüm, annem onun bacaklarını itti bedenini bedenime siper etti, bana sıkıca sarıldı ve karşılığında karnına, omuzuna, bacaklarına tekme yedi.

“Uzak dur bizden Allah’ın cezası!” Annem ilk defa ona karşı gelip bağırdı, beni dövmekten bitap düşen Faruk Akçalı eminim ki şoka girmiştir ve annemin bağırmasıyla geri çekildi. Kollarımı gevşettim salonda deli gibi yine volta atınca gevşeyen kollarımın arasından onu görüyordum, nefesi hırıltıya dönüşmüştü ve gözleri büyümüştü, parmağını anneme bilmiş bilmiş salladı.

“Yediğin boku henüz unutmadım benim canımı sıkma karakola gider kardeşimi öldürdün diye seni şikayet ederim kadın, bıçak hala sakladığım yerde polise versem senden şikayetçi olsam anında hapse atarlar seni.”

“Bıktım artık bu tehditten, her seferinde yüzüme vurma, keyfimden o şerefsizi öldürmedim namusumu korudum ben.”

“Sen kuyruk sallamışsındır ulan.”

Annem “İkinizinde Allah belasını versin.” dedi tüm nefretini ilk defa ona kusarak. “Seninle kaçtığım güne her gün lanet okuyorum, ailemi sana tercih ettiğim için kendimden nefret ediyorum! Yetersizim diye kendimden nefret ediyorum! Namussuz kardeşini öldürdüğüm gün seni sağ bıraktığım için kendimden nefret ediyorum! Çocuğumun canını yaktığın için senden nefret ediyorum!”

Faruk Akçalı duydukları hoşuna gitmemiş olacak ki kapıya yöneldi, evden çıkarken söylenmeyi de ihmal etmedi. “Bir boka yaradığınız yok, varsa yoksa okul. Ulan eve kim para getirecek, ben mi?”

Evet, utanmazın teki babam olduğu için bende kendimden nefret ediyorum.

Faruk Akçalı evden uzaklaştığı gibi annem sessizce ağlamaya başladı, ona eşlik ettim sessizce değil, acımı bastırarak değil, korkarak hiç değil sesimi duvarlarda aksettirerek, hıçkırarak yaptım.

Bir süre böyle kaldık, annem kendini toparladı, yaşlarını sildi, beni kolumdan tuttu yerden güçlükle kaldırdı, ayakta duracak halim yoktu bedenim iki büklümdü. Annem “Hadi kızım.” dedi bedenimi küçük bedenine dayadı, ağırlığımı yüklendi, biraz uzağımdaki koltuklara yönlendirildim, attığım her adımda canım biraz daha yandı ve Faruk Akçalı'dan biraz daha nefret ettim. Annem beni yavaşça koltuğa oturttu, koşar adım mutfağa gidip elinde bir bardak suyla geri döndü, titreyen eliyle suyu bana uzattı elimin tersiyle bardağı ittim annemin elinden kayıp yere düştü, su etrafa saçılırken bardan kırıldı.

“Ben bunları hak edecek hiçbir şey yapmadım.” dedim, ağlamayı kesmedim, yaş dökerken zayıf hissediyor olsam da bana acıyan yabancı gözler etrafta yoktu. “Çok mu şey istiyorum bu hayattan?” Dizlerimin dibinde yere yığılan annemin yaşlı gözlerine baktım. “Her insanın sahip olduğu basit şeyler benim için neden bu kadar zor.” İçimi çektim, canım öyle böyle değil çok yanıyordu. “Fakülteye gidipte suç mu işliyorum. Korkumdan insanlarla konuşmadan eve dönüyorum.”

“Beni affet.” diye fısıldadı annem, ona göre bana vereceği en iyi teselli yolu bu sözlerden geçiyordu.

“İstemiyorum.” dedim, affetmek can yakıyordu, geleceğimi elimden alıyordu. “Her gün dayak yemekten bıktım.” Elimi kaldırıp boğazıma dayadım. “Burama kadar geldi, dayanamıyorum artık.” İnsandım, ama babam tarafından hayvan muamelesi görüyordum. “Kendimi bildim bileli hayattan tek bir şey istedim, okumak...” Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım, konuşmak git gide zorlaşıyordu. “Asla kabul etmeyeceğim adamdan kurtulmayı da istedim. Bu evden, mahalleden gitmeyi istedim. Bazen canım o kadar çok acıyor ki senden bile kurtulmak istiyorum.”

“Keşke sana yardım edebilseydim.” Yapamazdı, Faruk Akçalı elini kolunu tehditle bağlamıştı, yüreğine öyle bir korku salmıştı ki bu yıkık dökük gecekonduda öleceğini bilse çekip gidecek cesareti kendinde asla bulamayacaktı.

“O sana çektirdiklerini şimdi de bana yaşatıyor.”

“Asi davrandığın için.” demesiyle yutkunamadım, ona boyun eğmemi, hayallerimden vazgcememi nasıl ister.

“Ben senin gibi olmayacağım!” diye bağırdım ağlamaklı sesimle, koltuktan kalktım acı her yerdeydi ve zamanla acıya katlanacak gücü kendinizde buluyordunuz, bazen nefret körükler bazense öfke. “Şeref yoksunu o adamın canı cehenneme istediğini yapsın!” Anneme arkamı dönüp ayaklarımı yerde sürüyerek, elimi karnıma bastırarak odama ilerledim.

“Gidecek yerin yok Nisa. Fakülteye giderek babanı kızdırmaya devam edersen seni öldürür, ben bile elinden alamam.”

“Keşke öldürsede kurtulsam.” Beni sinirlendiren anneme bedenimi dönmemle canım yandı, dudaklarımdan kaçan inlemeyi bastıramadım. “Keşke beni doğurmasaydın.” Gözlerinin içine bakıp konuşmak daha çok can yakardı ve ortadaki suçu karşındakine atmak dünyanın en kolay işiydi. “Keşke hayatımın bir parçası olmasaydın, ondan ziyade sen yanımda durmayarak canımı daha çok yakıyorsun.”

“Sürekli tehdit ediyor, hapse girmek istemiyorum.”

“Bu ev hapisten beter!” Kollarımı öne uzattım. “Bedenimdeki morluklara bak, bunlar iyileşmeden yerine yenileri geliyor! Ne için Meral Hanım ne için söyle bana!” Konuşmadı, haksız olan taraftaydı çünkü, ağzını açtığı anda karşılık vereceğimi iyi biliyordu. “Faruk Akçalı’nın her hakaretine şimdilik verecek bir cevabım olmasa da bana uygulanan her harekete en sert şekilde karşılık vereceğim gün elbet gelecektir.” Kollarımı indirdim, sırtımı anneme döndüm odama girmeden önce son sözümü söyledim. “Şimdilik gidecek yerim olmadığı için tüm bunlara katlanıyorum yoksa tek bir dakika bu evde durmazdım.”

Kendimi kandırıyordum. Beni hayattan soğutan adamdan korkuyordum, gideceğim her yerde gelip beni bulacağını peşimi asla bırakmayacağını biliyordum ve ondan kurtulmanın yollarını deli gibi arıyordum.

Yatağa girmeden elimi yüzümü yıkadım, bir ağrı kesici aldım. Hırpalanan bedenimin verdiği acı bir tarafa kaybettiğim kolyem aklıma gelince tekrar hıçkırarak ağladım. “Pusulamı kaybettim.” diye mırıldandım çocukça, cenin pozisyonunu aldım, ellerimi başımın altına koydum, sulu bir iç çektim. “Şimdi ne yapacağım.”

Kendimi ilk defa yetersiz hissediyordum.

Odayı dolduran sesim bir süre sonra kısıldı, sessizce yılların birikimiyle saatlerce ağladım. Aklıma gelen çocukluğuma üzüldüm, sevgi görmeden büyüyen gençliğime sıkıca sarıldım, baskı gören kadınıma acıdım, yaş dökmekten nefret eden iki gözümün gördüklerine çare bulamadım. Unutmaya çalıştım başaramadım, anılarıma tutunmak için döndüm yüzümü ve görüp görebileceğim tek şey sadece şiddetti, baskıydı.

Öyle kimsesizdim ki kendime acıdım.

Gece uzadı, gün doğmak bilmedi ve ağlamayı kesemedim.

Gözyaşının dili olsaydı eğer, özü kalbimin derinlerine işleyen acının köklerinde gözünü açar avazı çıktığı kadar bağırırdı.

Aldığım ağrı kesicinin etkisini göstermesini sabahlayarak bekledim, ağrıdan sızıdan gözüme uyku girmemişti. Bu haldeyken fakülteye gidemedim ve tüm gün yataktan çıkmadım, rahatsız eden de olmadı. Kimseye bu konuda minnetar değildim, dayaktan hastanelik olmuştum ve odamdan çıkamadığımı Faruk Akçalı biliyordu. Ondan kurtulmanın yollarını ararken aklıma her şey geldi, asla yapmam dediğim şeyler bile.

Hayatın bir parçasıydım ve gençliğimin, hayallerimin, umutlarımın acımasızca benden alınmasına göz yumamazdım.

Haftayı evde geçirerek bitirdim. Yüzümdeki morluklar, patlayan dudağımın şişkinliği geçmişti ve dudağımdaki yara, bedenimdeki morlukların tamamı duruyordu.

Faruk Akçalı'ya aldırmadan pazartesi günü sabah erkenden kalkıp giyindim, çantamı alarak fakülteye doğru yola koyuldum, saatler süren yorucu yolculuğum Anadolu Yakasında yer alan Göztepe Yerleşkesinde son buldu. Dersliğe birkaç arkadaşla birlikte girdim. Aşırı keyifsizdim, yorgundum, bedenimdeki morluklar her hareketimle ağrıyordu ve bana dayak yediğim günü hatırlatıyordu.

Sude her zaman ki havalı haliyle yanımdaki sırada oturuyordu. Bakımlıydı, şık giyiniyordu, istediğini yapıyor istediği yere gidiyordu ve arada insan gibi eğleniyordu. Yanından dahi geçemediklerime gıbta etmiyordum Faruk Akçalı'dan kurtulmak zaten tamamına kapı açacaktı. O lanet, büyük, aşılmaz engeli parçalamam gerekti ama nasıl?

“İyi görünmüyorsun.” dedi, sadece benim duyacağım şekilde konuştu. “Göz altı morlukların korkunç görünüyor, tenin solgun, rengin sararmış çatlayan dudağını hiç söylemiyorum. Hastasın sanki.”

“Değilim.” dedim aynı kısık sesle, Sude konuşmak istemediğimi anladı, zorlamadı. Önüme döndüğümde geçen gün koridorda çarptığım adam dersliğin kapısından girdi, kalabalık onun gelişiyle sustu. Sınıfta göz gezdirdi ve bakışları birkaç saniye üzerimde durdu, oda beni hatırlamıştı.

Dersi anlatmaya başlayınca yeni edebiyat hocamızın genç adam olduğunu anladım. Bir saat boyunca kesintisiz akıcı diliyle ve naif sesiyle dersi anlattı. Giydiği siyah gömleğin yakasını boğuluyormuş gibi arada çekiştirmesi sınıftan bir öğrencinin dikkatini çekti ve hocadan izin almadan dersi bölüp konuştu.

“Sizde mi kalp krizi geçireceksiniz yoksa?” diye dalgasını geçti sırıtarak. “Bahaneniz yoksa söyleyin önceden kendimizi hazırlayalım.” Bir hafta önce kaybettiğimiz Vedat hocadan bahsediyordu. Adını henüz bilmediğim yeni hocamız benim gibi keyifsizdi. O gün koridorda karşılaştığım adam gitmiş yerine yorgun, uykusuz, gözlerindeki acıyı karşısındakine bakışlarıyla hissettiren ve sert görünen biri gelmişti.

Yeni hoca çenesini dikleştirdi, öğrencisine öyle bir bakış attı ki genç adamın korkudan büyükçe yutkunduğuna eminim. “Mesleğine yıllarını vermiş değerli bir hocamızı kaybettik ve saygıyı herkesten çok hakediyor.” dedi, başını hafif sağa eğdi. “Onun yerinde sen olabilirdin, sınıftan herhangi biri aynı cümleyi senin için kursa hoşuna gider mi?”

Genç adam kendini ölen öğretim görevlisinin yerine koyunca rengi attı, dudaklarını diliyle ıslattı, ne diyeceğini bilemeyen insanların ifadesini onda gördüm ve ölülere saygısızlık etmişti. “Ah ben...”

“Çık dışarı!”

Genç adam hocanın kesin dille onu sınıftan kovmasına şaşırdı, etrafa bakındı, tüm gözler ona ve hocaya çevrilmişti. Otoritesini korumaya çalışan hocanın dediğini yapmazsa öfkesinden nasibini alacaktı ve yerinde kalmayı tercih etti.

“Hocam ben özür-“

“Sana çık dışarı dedim!” Yeni hoca birden bağırınca tüm sınıfla birlikte irkildim, otoriter sesine genç adam karşı koyamadı, başını sertçe aşağı yukarı salladı, hocanın öldürücü bakışlarını görmezden gelemedi yerinde doğruldu çantasını sinirlendiğini sessizce ifade eden kaba kavrayışıyla alıp sınıftan çıktı.

Kimseden çıt çıkmadı. Hoca kaldığımız yerden yirmi dakika sonra devam edelim dedi. Herkes bunu bekliyormuş gibi doğruldu, aralarında konuşmaya başlayan arkadaşların fısıltılarını duyuyordum hocanın kulağına da gidiyordu ve konu ortadaydı diye umursamıyordu.

“Nisa?” Başımda dikilen Sude’ye baktım, çenesiyle kapıyı işaret etti. “Hadi gelmiyor musun?” diye sorunca elindeki notların üstünden hocanın bana baktığını hissettim, ona  karşılık verdiğimde gözlerini kaçırmadı, kaşlarım çatıldı, ifadesinden okuduğum kadarıyla kalmamı istiyordu. “Ağaç oldum ya, sen...” Hocaya baktığımı fark edince sırıttı ve yeni hoca erkenden davranıp gözlerini kaçırmış tekrar notlarına yoğunlaşmıştı. Sude yüzüme eğildi ve sadece benim duyacağım şekilde fısıldadı. “Cesur hocanın çok yakışıklı olduğunu biliyorum arkadaşım ve seni onunla başbaşa bırakıyorum.” Yanlış anlamıştı, ben sadece üstümde hissettiğim bakışların sebebini öğrenmek istemiştim. Ağzımı açamadan Sude bana göz kırptı, derslikten çıktı. Adını yeni öğrendiğim Cesur hoca elindeki kağıtları siyah sırt çantasına buruşturmadan yerleştiriyordu, onunla yalnız kalmamın bir anlamı yoktu. Ellerimi sıraya koyup doğruldum dayak yediğimden oturup kalkmak benim için tam bir işkenceydi. Olabildiğince hareket etmekten kaçınmama rağmen ağrı kendini sürekli hissettiriyordu. Arkadaşımın peşinden gitmeye karar verdiğimi anlayan Cesur hoca “Bekle.” dedi beni şaşırmayarak. “Buraya gel, lütfen.” İtiraz etmedim, ona doğru yavaş adımlarla ilerlediğim sırada Cesur hoca çantasını eline almış kolundaki saate bakıyordu.

Aramızda üç adımlık mesafe bırakarak durdum. Cesur hocayla göz göze geldiğimde bedenini bana döndü. “Sanırım...” Elini cebine attı, bakışlarım gözlerinden cebinden çıkardığı bir hafta önce kaybettiğim kolyeme kaydı. “Bu senin.” Avucundaki kolyeyi bana uzattı. Kaybettiğimi düşündüğüm, beni saatlerce ağlatan kolyeyi onun elinde görmemle biraz şaşırmış çokta mutlu olmuştum. Dudağımın kenarı hafif yukarı kıvrıldı ve epeydir dudaklarım bu kıvrılmanın sınırından geçmemişti.

“Saatlerce aramıştım.” diye kendi kendime fısıldadım. Kolyeyi aldım, zinciri parmağıma doladım ve avucuma düşen pusulanın yüzeyini okşadım. Kuzeyi gösteren kolu çatlamıştı, gerisi sağlamdı. “Nerede buldunuz?”

“Koridorda buldum.” dedi Cesur hoca, elini cebine koydu. “Doğrusu bastım desem daha doğru olur. O gün değerli hocalarımızdan birini kaybetmiştik, herkes telaşlıydı ve emaneti sahibine geri vermek için derslere girmesini bekledim.”

Sessizce başımı salladım. Elimde kaybettiğim dostumun kolyesini tuttuğuma hala inanamıyordum. O gün bakmadığım yer kalmamıştı ve koridorda çarpıştığım adamın almış olma ihtimali hiç aklımdan geçmemişti.

“Teşekküre gerek yok.” dedi, dalgınlığımı üstümden attım, gözlerimi kolyeden ayırdım ve insana, eşyalarına değer veren Cesur hocanın gözlerine baktım.

“Afedersiniz, kolyeyi bir anda görünce sizi unuttum. Aslında kaba biri değilimdir.”

“Önemli değil.” Gülümsedi ve gülüşü sıcacıktı. “Hayatın kolyeye bağlıymış gibi bakıyorsun.”

“Kaybettiğim dostumdan geriye kalan tek hatıra.”

“Yakından tanıdığım bir duygu.” dedi, bakışlarını kolları yukarı çekilen kazağımın ortaya çıkardığı morarmış bileklerime düşürdü. “Nasıl oldu?” diye sordu, ifadesinden dayak yediğimi anladığını gördüm, aşırı dikkatliydi ve gözünden bir şey kaçmıyordu.

“Küçük bir kaza geçirdim.” Kollarımı çekiştirdim, tenimdeki morlukları gizlediğim an patlayan dudağımdan geriye kalan yaraya baktı ve en nefret ettiğim şeyi yaparak bana acıdı. “Merdivenden düşünce oldu.” dedim yalan söyleyerek, kimsenin acılı bakışlarına ihtiyacım yoktu. Cesur hoca rahatsız olduğumu anlayınca bakışlarını yüzümden çekti, tekrar kol saatine baktı ve söylediklerime inanmadı.

“Yardıma ihtiyacın olursa bana gelebilirsin, elimden geleni yaparım.” dedi, yıllar sonra ilk defa biri benden karşılığında bir şey istemeden yardım teklifinde bulunmuştu ve bu kişi iyi birine benziyordu. Ona adım atmayı, bedenimdeki morlukların sebebi olan kişiyi, cehennemden farksız olmayan hayatımı, gördüğüm baskıyı anlatmak istedim ama korku bana yine geri adım attırdı. Zihnim zor geçen çocukluğumdan kapı açtı, Yedinci sınıfa geçmiştim, okula gidiyordum diye Faruk Akçalı beni yine benzetmişti, öğretmenim yüzümde, ellerimdeki morlukların görmüş yardım elini uzatmıştı, ona her şeyi anlatmıştım ve birlikte karakola gitmiştik babamdan şikayetçi olmuş çocuk aklımla hapislerde çürüyeceğine inanmıştım. Faruk Akçalı hapse girdi ve üç ayı dolmadan hapisten çıktı, eve döndüğünde aylarca biriktirdiği öfkesini bana kustu, iki parmağımı kırmış dövmekten hastanelik etmişti, buda yetmezmiş gibi öğretmenime saldırmış onuda darp etmek istemişti neyseki diğer öğretmen arkadaşları onu korumuştu. O günden sonra kimseden yardım istemedim, korktum, sustum ve kimsenin benim yüzümden zarar görmesinide istemedim.

“Gerek yok.” diyebildim sonunda, bu seferde kaba davranmıştım. Cesur hoca yine de başını salladı. Kapıya yürüdü, parmaklarımı avucumdaki kolyeye kapattım. Ona baktığımda kapıdan çıkmak üzereydi. Ardından “Cesur hoca.”diye seslendiğimde durdu, bana yüzünü dönmedi, başını çevirdi, yan profiliyle cümlenin devamını getirmemi bekledi. “Teşekkür ederim.”

Beni başıyla onayladı sonra sınıftan çıktı. Koridora düşen adımları hızla benden uzaklaşmaya başlayınca kolyemi boynuma takmaya çalıştım kollarıma ağrılar girdi ve aceleci davrandığımdan bir türlü beceremedim. Sinirden çığlık atmama ramak kala ensemde soğuk bir dokunuş hissettim, bu soğuk dokunuş parmak uçlarından enseme yayıldı ve bedenimi koruma güdüsünü hareket geçirdi, korktuğumu saklamaya çalışırken irkilmem, zincirin elimden kayıp gitmesi kolyenin yere düşmesi, hızla arkamda beliren kişiden uzaklaşmam, ona dönmem bir oldu.

Genç adamı tanımıyordum, bizim sınıftan değildi. "Seni korkutmak istemedim." dedi, gözleri öyle demiyordu. "Sadece yardımcı olmaya çalıştım." Yalancı, yüzüne taktığı sahte maske birazdan düşecekti. "Bana donmuş ekran gibi bakma yazılımını güncelle." Ona uyup zihnimde kendimi canlandırıp gözlerimi deviresim geldi, ne bayat cümle.

"Bana sakın bir daha dokunma." diye uyardım genç adamı sertçe, hiç oralı olmadı. Ayaklarına düşen kolyeme baktı. "Dokunmadan geri çekil." Beni duymazdan geldi, kolyeyi yerden aldı, yukarı kaldırdı pusula sağa sola doğru sallanınca hareket halini bakışlarıyla takip etti.

"Siyah bir pusula." Diliyle ince dudaklarını ıslattı. "Kuzeyi gösteren okun ucu çatlamış olsa da güzel, ilgi çekici, asil duruyor." Bana baktı. "Senin gibi."

"Kes boş konuşmayı." Kalbimdeki korku yerini öfkeye bıraktı, genç adamın üstüne yürüdüm elimi kolyeye atınca yukarı kaldırdı. "Ver şunu."

"Çok istiyorsan al." Birkaç girişimde daha bulundum, her defasında kolyeyi yukarı kaldırdı, boyu benden uzundu, sürekli sırıtması canımı sıkmıştı ve kasığına dizimi geçirmeme az kalmıştı. "Bence daha fazlasısın güzelim." Öyleydim, canım yanmasaydı ona haddini bildirmiştim.

"Ver artık şunu lanet olasıca."

"Aşırı hoşuma gitmeye başladın." dedi, eh sıkmıştı artık, ona iyice yaklaştım ve dizimi kasığına geçirdim, genç adam bacak arasına aldığı darbeyle inledi, bedenini dik tutmaya çalıştı ve başarısız oldu. İki büklüm olmuş haliyle elini bacağına bastırınca kolyemi diğer elinden kaptım cebime attım.

"Ee küçük oyunun hala hoşuna gidiyor mu?"

"Pek değil." diye mırıldandı, dişlerini sıkarken arkadaki sırama yürüdüm, genç adamı şiddete başvurarak durdurmak canımı sıkmıştı yıllardır gördüğüm muameleyle başkasını damgalamış gibi hissettim. Faruk Akçalı'dan farkımın kalmadığını söyleyen iç sesimi haklı buldum eğer değer verdiğim kolyemi elinde sallandırmasaydı panik olmaz canını da yakmazdım.

Cebimdeki kolyeyi çıkardım boynuma takmak yerine sırt çantamın ön cebine koydum. Rahatlıkla nefesimi verdim, yadigârım emin ellerdeydi artık. Genç adam yanımdaki sıranın diğer tarafına geçti, ağrısı geçmiş gibiydi ellerini ceplerine bırakırken sıranın üstündeki çantama bakıyordu.

"Fakiriz galiba." Çenesini dikleştirdi, yüzüme üstten bakınca yanaklarımın içini ısırdım, kendini ne zannediyordu bu serseri. "Baya eskimiş, üstündekilere bakacak olursak-"

"Sadede gel." diyerek lafını kestim, yoksul bir ailede büyümem, eskimiş eşyalarım beni ilgilendirir ve kurduğu cümleyi ona güzelce yedirmeyi isterdim ne yazık ki giyiminden, taktığı saatten, ayakkabılarından tutarsak zengindi, onda etki yaratmaz diye yapmadım.

"Önce sakin ol güzelim. Fakir olman işime gelir. Senin gibi kızlar benim gibi zengin varislerin etrafında pervane oluyor eh benimde işime geliyor." Söylediklerinden kendimce anlamlar çıkaramadım, boş konuşuyordu, ders arası bitmek üzereydi, dinlenememiştim. "Seni bugün fark ettim, güzel kızsın. Eh bende bu aralar yalnızım, benim evimde bir akşam yemeğine ne dersin?" Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı, bu serseri kendini ne zannediyordu, parası var diye her güzel kadının ona yüz vereceğini düşünüyorsa yanılıyor.

Biz kadınlar sevgiye değer veririz paraya değil.

"Sözlerine dikkat et bayım." Kelimelerin üstüne basa basa ezerek konuştum. "Lanet olasıca paranla ilgili değilim, seninle de öyle. Benden uzak dur."

Kahkaha attı, bu tepkiyi vereceğini düşünmemiştim. "Reddedilmek hiç bu kadar hoşuma gitmemişti." Bedenimi baştan aşağı süzdü, aç bakışları midemi bulandırdı ve bana verdiği hissiyat çok tanıdıktı. Kalbimde gözlerini açan korkuya yenildim, iki adım geriledim. Yıllarca babam yaşındaki karşı komşumuz Reşat Teke'nin tacizine maruz kalmıştım, genç adamın bakışlarında onun izlerini gördüm, karşımda o varmış gibi yüzüne nefretle baktım. Alıcı değişen ifademe kaşlarını çattı, beni anlamaya çalıştı kendince çabalamaya çalıştı ve başarısız oldu.

"Sen..." dedi yutkunarak, kollarımı bedenime doladım, bakışlarından rahatsız olduğumu sonunda anladı gözlerini kaçırdı, elini cebinden çıkardı ensesini kaşıdı. "Teklifimi reddeden ilk kadınsın." diye devam etti, sınıftaki gergin havayı dağıtmak istedi ve değişen ruh halimi sorgulamadı. "Zoru severim." Gözlerime baktı. "Seni başka yollarla elde edebilirim."

"Kendine fazla güveniyorsun."

"Öyle." dedi iç çekerek, tavan yapmış egosunu ayaklarımın altına alıp saatlerce üstünde tepinmek istedim. "Sıra sende gibi."

"Ne ben ne hemcinslerim sana sıra olmayacak kadar zekiyiz, serseri."

Her lafım hoşuna gidiyordu, yine sırıttı. Üzerime gelmeye niyetlendi aramızdaki sıralar ona engel oldu ve beni korudu. Derslikte yalnızlık, genç adamın bakışları, arada değişen ifadesi beni korkutuyordu, gizlemeye çalışıyordum her hareketimi dikkatle izliyordu.

"Benden korkma Nisa, güzel gözlerin seni ele veriyor. Ben utangaç, korkak kızlardan hiç hoşlanmam. Asi, hırçın, cesur ve güzel kadınları çekici bulurum, senin gibi." Tek kelimesinden etkilenmedim. Adımı biliyordu, sadece iki gün fakülteye gelmiştim ve onu ilk defa gördüğüme eminim.

"Adımı nereden biliyorsun?" diye sordum, korkumu saklamaya çalıştım, mahallede, sokakta, duraklarda, toplu taşımada, aklınıza gelebilecek her yerde sözsüz veya fiziksel tacize maruz kalmıştım, şu an gözlerimin içine bakan genç adam beni biraz önce bakışlarıyla taciz etmişti ve ileri gidebilecek birine benziyordu. "Sana bir soru sordum, midemi ağzıma getiren iğrenç bakışlarını üstümden çek ve adam gibi soruma cevap ver."

"Kuşlar söyledi bebeğim." diye dalgasını geçti benimle, canı oyun oynamak istiyordu ve benim kimseyle uğraşacak halim yoktu. "Sinirlenince daha da güzelleşiyorsun, şimdiye dek senin gibi duru, ilgi çekici bir hatunla karşılaşmadım. Kendi çapımda seni takıntı haline getirebilecek yakışıklı bir adamım."

Boş konuşması, kendini övmesi sıkmıştı gerçekten. "Bittiyse beni rahat bırak."

"Hayır." dedi, parmak uçlarını sıramın yüzeyinde yavaşça gezdirdi. "Henüz senden yüz bulmadım." İlk defa sırıtmadı, ciddiydi. "Şansımı zorlamak istiyorum.

"Rüyanda dahi göremezsin."

"Nedeni ne başka biri mi var?" diye sordu hakkı varmış gibi ve karşılık olarak nefesimi bıkkınca burnumdan verdim. Genç adam zamanımı çalıyordu, düşünmem gereken daha ciddi sorunlarım vardı. Çareler tükenmişti, Faruk Akçalı'nın üstümdeki baskısı artıyordu sebebi artık reşit olmamdı, eninde sonunda çekip gideceğimi biliyordu ve doğru zamanı beklediğimide öyle. Benden kurtulmanın yollarını aradığına yemin edebilirim. "Dalıp gittiğine göre kalbini kıran biri var." Bu kanıya nereden nasıl varmıştı bilmiyorum ve ağzımdan laf almak için uydurduysa çabası boşuna.

"Neyse hadi tanışalım." Elini bana uzattı. "Burak Aksoy." dedi, adını söyleyince gözlerimin parlamasını bekledi, yapmadım. Onu tanımıyordum, namını duymamıştım ve ilgimi çekmiyordu. "Tanıştığıma memnun oldum Nisa." Havada asılı kalan elini tutmadım, karşılık vermeyeceğimi anladı elini indirdi. Canını sıktım ve bozuntuya vermedi. Duygularını gizleme konusunda benden daha başarılıydı. "İktisat okuyorum, son sınıfım, bir seksen iki boyunda, yirmi dört yaşında yakışıklı, her şeye sahip olan Aksoy'ların tek varisiyim. Beni kaçırma derim, senin için bulunmaz bir erkeğim."

Serseri deseydi daha yerinde olurdu.

Burak'ın zengin olması, düzgün fiziği, yakışıklılığı, koyu kahverengi gözleri, özenle şekil verdiği kısa saçları, kısaca fena görünmeyen görüntüsünden etkilenmedim, boş konuşması canımı sıkmıştı ve ciddi ilişki insanı değildi. Beni korkutan bakışları Reşat Teke'ninkileri aratmadığından onunla yakınlık kurmayacaktım.

"Bir şey söyle." demesiyle Sude dersliğe girdi, bizi gördüğü anda hareket etmeyi kesti, bakışları ikimiz arasında gidip geldi ve aklından her ne geçtiyse sırıttı. "Nisa?"

"Hayatımda kimseyi istemiyorum." diyerek onu reddettim. Burak sakalsız çenesini kaşıdı, bana alttan baktı ve gözlerinde benden öyle kolay vazgeçmeceğini, bir av gözüyle baktığını gördüm. Beni ikna etmek için ağzını açınca sınıfa giren öğrencilerin hızla yerine geçmesiyle sessiz kalmayı tercih etti ve arkasındaki sıraya oturuverdi hemen. Ders arası bitmişti, sıralar iki dakika içinde doldu, yerime oturduktan sonra Cesur hoca dersliğin kapısından girdi. Arkamda oturan iki genç kız fısır fısır konuşunca onlara kulak kesildim.

"Şu Cesur hoca çok yakışıklı adam değil mi ya?"

Diğer kız "Öyle." dedi iç çekerek, hocaya hayran kalmış halde baktığını hissettim. "Giydiği siyah takım ona farklı bir hava katıyor diğer hocalarda böyle durmuyor. Adamın aurası yıkılıyor resmen."

"Ah ah." diye iç çekti yine diğer kız. "Düzgün yapısı, duruşu, kusursuz yüzü ve muhteşem görünen dalgalı saçları öyle güzel bir uyum içindeki insanın ağzını açık bırakıyor ya."

"Cesur Cerrahoğlu farkı bebeğim."

Aynı anda derinden iç çektiler. Cesur hocaya alıcı gözüyle bakıyorlardı. Konuşmaya kaldıkları yerden devam edince onlara kulak tıkadım, kimin ne düşündüğü ne yaptığı beni ilgilendirmezdi yine de arka sırada oturan genç kızlarla aynı fikirde değildim. Evet Cesur hocanın iyi bir görüntüsü vardı hatta iyinin ötesindeydi ama bana göre insancıl tarafı daha ön plandaydı. Dış görünüş olarak kimilerinin gözünde kusursuzluk abidesi olsa da bana görünen tarafı bu kusursuz halini gölgede bırakıyordu.

O şimdilik iyi birine benziyordu.

"Bugün dünya edepsizler günü de benimmi haberim yok." Tüm sınıf Cesur hocaya dikkatini verdi, bana bakmaya devam eden sinir bozucu çocuk Burak hariç.

"Dışarı çık." dedi Cesur hoca, hepimizin gözü ondayken onun bakışları benimle aynı hizada duran sıraya oturan Burak'taydı. "Tekrar etmeyeceğim."

"Edebiyata merak sardım." diye karşılık verdi Burak, tüm yerleşke onunmuş gibi davranıyordu ve bu gücü kendinde bulmasının tek bir açıklaması vardı; Aksoy'ların tek varisiydi, zengindi, cesaretini paradan, tanınan ailesinden alıyordu. "Sizin bu alanda en iyisi olduğunuzu duydum, engin bilginizden beyin yakmadan faydalanmak isterim."

Cesur hoca elini kaldırıp açık kapıyı işaret etti. Sert bakışlarından, bastırmaya çalıştığı öfkesinden onu tanıdığını anladım. Fakültelerimiz ayrı olsa da rahatlığıyla Göztepe yerleşkesinde nam salmış birine benziyordu Burak Aksoy. Aksi olsaydı kalabalığın içinde hocanın gözüne çarpmazdı.

"Peki, gidiyorum." dedi Burak, ellerini sıraya koydu yerinde doğruldu, sorun çıkarmayı seven tiplerin gülümsemesini çaldı, dudaklarında beliren tehlikeli kıvrılma bu günü hocanın yanına bırakmayacağını açıkça gösteriyordu. "Seninle tanışmak güzeldi." Sesini tüm sınıf duydu ve bana yandan bir bakış atıp göz kırpınca herkes cümlenin adresini öğrenmiş oldu.

Kimseden ses çıkmadı. Burak rahatça salına salına kapıya doğru ilerledi, derslikten çıkacakken Cesur hoca "Kapıyı ardından kapat." diye emretti, elini indirmişti. Burak ona ters ters baktı, hocanın otoritesine karşı gelemedi, giderken kapıyı kapattı.

Aksiyonsuz geçen günümüz yoktu, bu gidişle kaostan da besleneceğiz galiba.

Cesur hoca derse kaldığı yerden devam edince sürekli dalıp gittim, konudan koptum, aklımı meşgul eden hayatıma yön verecek daha önemli şeyler vardı ve ben hiçbirine ne çare buluyor nede yol verebiliyordum.

Elli dakika boyunca ne yapacağımı düşüne düşüne kafayı yedim ve sona eren derse yoğunlaşamadığımdan kaçırdıklarıma üzüldüm. Bugün sadece iki dersimiz vardı, çoğunluk günün geri kalanını kesinlikle arkadaşlarıyla bir mekanda takılarak, eğlenerek geçirecekti. Benim öyle bir lüksüm yoktu, erkenden eve dönmek yararıma olurdu.

Derslik yavaşça boşalmaya başlayınca arkamda oturan iki genç kız Cesur hocaya doğru yürüdü, doğrulup çantamı omzuma attım. Orta boylardaki sarışın giydiği mavi kısa elbisenin eteğini aşağı çekiştirirken notlarını masadan toplayan Cesur hocaya ilerledi, yanından ayrılmayan aynı boydaki kumral bebek gibi yüzüyle ışık saçan arkaşının kulağına eğilip konuştu, ne dediklerini benden uzaklaştıkları için duyamadım, merakta etmedim az çok tahmin edebiliyorum ne söylediğini. Hemcinsime karşı aşırı ön yargılı davrandığımı fark etmemle aklımdan geçen fesat düşünceleri kovdum ve genç kızın Cesur hocanın omuzlarını dikleştirmesiyle birden dibine girmesi düşüncemi doğruladı, aklımdan kovduklarıma pişman oldum, genç kız tamda düşündüğüm şeyi yapmıştı.

Cesur hoca dibinde biten genç kızdan saniyesinde geri adım atarak uzaklaştı, bu yakınlık hoşuna gitmedi, öğrencileriyle yakınlık kuracak insancıl bir yapıya sahipti ama ona alıcı gözüyle bakanlara verdiği tepki tamda aksini gösteriyordu. "Dersi çok iyi anlatıyorsunuz." dedi genç kız, ona hayranlık duyuyordu, Cesur hoca üstündeki bakışlardan rahatsız oldu, gözlerini genç kızdan kaçırdı huy edindiği kol saatine baktı. "Sizi dinlerden hiç sıkılmıyorum."

"Teşekkür ederim." diye karşılık verdi Cesur hoca, sesi buz gibiydi ve hala kızın yüzüne bakmıyordu. Saatiyle işi bitince bu sefer telefonu eline aldı.

Yanındaki arkadaşı dirseğiyle kolunu dürttü, göz göze geldiklerinde sessizce hadi dercesine kapıyı gösterdi, kız başını aşağı yukarı salladı. Cesur hocaya son kez baktı. "Görüşürüz hocam." dedi, alıcı onu duydu ve başını hafif salladı. İki genç kız beş kişilik arkadaş grubuna katılıp derslikten çıktılar, arkalarından yürüdüm, Sude peşimden geldi, kolumu kavradı hızla koridora çekiştirdi.

"Ne yapıyorsun?" dedim sırtımı dersliğin kapısından biraz uzakta incitmeden koridorun duvarına dayadı. "Senin derdin ne?"

"Sensin. O çocuk. Cesur hoca." dedi, sınıftan çıkan kalabalık dağılmaya başladı, en sonunda hoca çıktı, telefonla konuşuyordu bizi görmedi omzuna attığı çantayla yavaşça koridorda ilerleyip merdivenlere yöneldi. "Tanrı aşkına aranızda ne varsa hemen anlatıyorsun."

"Kimseyle aramda bir şey yok, yanlış anlaşıldım."

Sude kollarını göğsünde kavuştururken gözlerini kıstı. "O çocuk sana göz kırptı, senin için sınıfta kaldı diye yine senin için hocaya kafa tutmak zorunda kaldı ve azar yedi."

"Basit bir gösteriydi. Onu tanımıyorum ve varlığı beni rahatsız etti. Sınıfta herkeste bıraktığı izlenime anlam veremiyorum, ayrıca benim açımdan bakmıyorsun."

"Sizi konuşurken gördüm Nisa, çocuk senden açıkça hoşlandığını söyledi." Yalandan gülümseyince gözleri kaybolana kadar kısıldı ve bu haliyle çok şirin görünüyordu. "İstemeden son kısma kulak misafiri oldum, onu kibarca reddettin, sebebi ne?"

Sude arada bana çaktırmadan ağzımdan laf almaya çalışıyordu, aşırı merakına yoruyordum, yaşadığım yer hakkında tek detay vermemiştim ve samimiyetine inandığımdan bu merakın arkasındaki nedeni sorgulamadım. Kimseyle yakınlık kurmuyor benim gibi yalnız takılıyordu, söylemese de onunda kendince sıkıntıları vardı ve fakültedeki tek arkadaşı şimdilik bendim.

"Gitmeliyim." dedim, Sude'nin daha fazla konuşmasına fırsat vermeden yanından hızla ayrıldım ve aceleyle koridorda ilerlerken bakışlarını sırtımda hissediyordum. Açıkça sorularından kaçmıştım, ortada olmayan şeyi deşecekti, sever böyle muhabbeti ve ben kimseye nedenlerimi, özelimi, aile dediğim insanları, yaşadığım mahalleyi anlatmak istemiyordum.

Merdivenden aşağıya indiğimde telefonum çaldı, sırt çantamdan çıkardım ekranına baktım annem arıyordu ve beni öğle vakti hiç aramazdı sadece eve geç döndüğüm zaman bazen arar Faruk Akçalı'nın öfkesini anlatır beni korkuturdu. Endişenin verdiği hissiyat kapımı çalınca büyükçe yutkundum, aramayı kabul ettim telefonu korkarak kulağıma götürdüğümde geçenlerde bir ihtiyacını karşılamak için kapıya gelen, aslında dedikodu kazanını kaynatmak için laf toplayan komşularımızdan Fatma abla titreyen sesiyle "Nisa." dedi, annemin telefonundan beni araması korkularımı körükledi, hareket edemedim merdivenin sonunda öylece kaldım. "Beni duyuyor musun?"

"Evet, annem nerede?" diye sormamla sertçe yutkunduğunu duydum, ona baktığını hissettim. "Anneme ne oldu!" Yüksek çıkan sesimden dolayı etraftaki gözlerin ilgisini çekmem umurumda değildi. "Telefonu hemen anneme ver!"

"Veremem." dediğinde aklıma saniyesinde Faruk Akçalı'nın annemi binlerce kez farklı versiyonda öldürerek yada yaralayarak öylece yerde bırakıp gitmesi geldi. "Meral yerde uzanıyor, alnı şişmiş ve..." Tekrar anneme baktığını hissettim. "Ve burnundan kan geliyor."

"Nefes alıyor mu?"

"Bilmiyorum." dedi, ellerim titremeye başlamıştı. Kesin fakülteye geldim diye Faruk Akçalı benden alamadığı hıncı annemden almıştı yine.

"Ben eve dönene kadar geç olur. Sen hastaneye götürsen, lütfen."

"Beni ilgilendirmez." diye karşı çıktı hemen, ondan canını istemişim gibi davrandı. "Uzak durun benden." Adım seslerini duymamla evden çıktığını koşar adım uzaklaştığını anladım. Konuşmanın, yalvarmanın anlamı yoktu. Bir insan insanlığını yitirerek bir başka insanı bile bile ölüme terk etti.

Dünya daha ne kadar kötü bir yer olabilir ki.

Şarjı biten telefonu çantaya atmam fakültenin kapısına koşmam bir oldu, ambulansı arayamamıştım ve eve dönüş yolum tam iki saat sürüyordu. Şoka falan girmemiştim, bu Faruk Akçalı'nın annemi döverek ilk defa hastanelik etmesi değildi tek fark annemin bilincinin kapalı olması ve burnunun kanaması. Nefes alıyormu onu bile bilmiyordum.

Ya öldüyse ya beni bırakıp gittiyse ya sesini bir daha duyamazsam...

Kampüste koşmaya devam ettim, yanından geçtiğim insanlar bana bakıyordu, kalabalığın ilgisini çekmiştim, gözlerim yanıyordu, canım acıyordu, kesik kesik nefesler alıyordum, arkamdan birinin bağırdığını duyuyordum ama benim tek düşündüğüm şey annemdi. Hala hayatta olmasını ümit ettim, ben yanına gidene kadar dayanmasını diledim. Bu hayatta tutunduğum tek dalı kaybetmek istemiyordum.

Tanrı bir kereliğine kapılarını yüzüme kapatmasın, zaten yalnızdım, değer verdiğim tek insanı benden alırsa tutunacak dalım kalmayacaktı.

Yerleşkeden çıktığımda dalgınlıkla yola fırladığımı fark etmemiştim, sağımdan gelen araba bana çarpınca, yere yuvarlandığımı, bacağıma giren şiddetli ağrıyla başıma ne geldiğini anladım. Herşey saniyeler içinde gerçekleşirken iki kadının çığlığını duymuştum.

***
Lütfen oy vermeyi yorum yapmayı unutmayın.

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

3.8M 238K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
1.2M 22K 20
Oysa ne çok hayal kurmuştum. Yeni bir hayatım olacak bu şehirden bu aileden uzak ve yalnız. Şimdi yine bu şehirde ait hissetmediğim o aileden birinin...
GÖLGESİZ Von Ssibellasibell

Aktuelle Literatur

975K 53.9K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
108K 7.8K 41
"Bir bakmışsın kollarındayım, bir bakacaksın ki hemen arkanda sırtından vurmak için bıçakla bekliyorum Çakıl." Kapak- @ilmelistan Hikayemde olanların...