Romantik Komedi [TAMAMLANDI]

By dilanaladag

5M 141K 15.7K

Ilgın Keskin, yaşadığı onca şeye rağmen güçlü olmaya ve ayakta kalmaya çalışan bir kızdır. Daha doğrusu; Kims... More

Romantik Komedi ♥
RK-1 -Bu nasıl erkek?-
RK-2 -Aldım başıma belayı!-
RK-3 -"Duyguların dışa vurumu."-
RK-4 -Peki, kimdi bu kız?-
RK-5 -Yastık savaşı.-
RK-6 -Erkek Fatma?-
RK-7 -İntikam kıvılcımları.-
RK-8 -Kutay-
RK-9 -Anın tadını çıkarttım.-
RK-10 -Batın'ın acımasız sözleri.-
RK-11 -Rüya-
RK-12 -ÂŞIK OLUYORUM-
RK-13 -OYUN BAŞLASIN-
RK-14 -GİZEMLİ KIZ-
RK-15 -ROL YAPACAĞIZ-
RK-16 -ÇEK ELİNİ-
17 | Yabancı
18 | Sıra Bende
19│KÖPEK RIFKI
20 | Çetrefilli Ateşkes
21 | Artçı Şoklar
22 | Hayvan
23 | İntikamın Külleri
24 | Öp Beni
25 | Pislik Gibi Çiğnerim!
26 | TEHDİT
27 | DÜŞMAN
28 | FİLLERDE Mİ UÇUYOR?
29 | Yüreği Taşlaşmış Gürkan
30 | Onun Eseri
32│HAK EDENE HAKKINI VERMELİ!
33│İHANETİN TADI
34 | GÜRKAN YAŞAR!
35│ASİ FATMA?
36│BEBEK
37 │BAŞLADI
38 │HAKAN ABİ
39 │Kim?
40│ŞU AN OLMAK İSTEDİĞİ YER
41 | SEVİYORUM
42 | BAŞLASIN OYUN!
43 │KURTARIN BENİ!
44 │ KARANLIK
45│VUR!
46 | ŞAHİTLİK
47 | SEVMEK
48 | SEN NE YAPTIN?
49 | GİDİYOR
50 | KÜÇÜK CADI
51 | ÇOK İYİ ARKADAŞ OLACAĞIZ
52 | SÜRPRİZ
53 | SENDE BOĞULACAĞIM
54 | MUTLU OLMA SIRASI BENDE
55 | ESRARLI ÇANTA
56 | TEHLİKE
57 | BEN DE SENİ ARIYORDUM
58 | SONSUZLUK
59 | DÜĞÜM
61 | TEMİZE ÇIKARACAĞIM
61 | BİTMEYECEK
62| HER ZAMAN SEVECEĞİM
63 | FİNAL
YENİ KİTAP

31│YENİ BİRİ

69.2K 1.9K 393
By dilanaladag

KEYİFLİ OKUMALAR DİLERİM ♥

ÖPTÜM XOXO

▬▬▬

BÖLÜM 31│YENİ BİRİ

"Söylemeliyiz." diye fısıldadı çocuk kızın üzerine doğru eğilirken. Kızın gözlerinde ki korku, bariz ortadaydı ve büsbütün kendini belli ediyordu. Ayaklarının bağını çözen, kalbinin pır pır atmasını sağlayan kişiyi uzun zaman beklemişti. Doğru olduğunu hissetse de, bir şeylerin yanlış ilerlediğini biliyordu. Evet, söylemeliydiler. Bu kadar sır, ihanet, nereye kadardı ki? O'nu paramparça edecek olsalar dahi, söylemeli ve bu yükten kurtulmalıydı.

"Zamana ihtiyacım var." diye fısıldadı. Nefesi gecenin soğuk havasına karıştı ve buhar halinde yükseldi. Çocuğun dudağı yukarı doğru kıvrıldı. Aklından neler geçtiğini anlamak zordu. Zaten onların aile özelliğiydi düşündüklerini belli etmemeleri.

"İstediğin zaman olsun güzelim, seninle sonsuza kadar beklemeye hazırım."

***

Ve beklenen gün geldi. GENÇLİK KARNAVALI!

Her sene yapılan ve bizim ilk kez katılacak olduğumuz karnaval tadındaki eğlence. Bugünün Ocak'ın sıcak günlerinden biri olması ise bunu yapanın Kadir Gecesi doğduğuna olan inancımı körüklüyordu.

"Gökçe'yle barışacak mısınız?" diye soran Duru'ya çevirdim bakışlarımı. Ona baygın baygın baktıktan sonra "Barışacağız elbet fakat benim sindirmeye ve o sözlerini nereye koyacağımı bilmeye ihtiyacım var. Bunun içinde zaman!"

Bu konu hakkında beni sıkboğaz etmekten çekinmeyen sevgili arkadaşıma bakıp yalandan sırıttım. O ise benimkinin aksine oldukça gerçek ve kocaman bir sırıtma ile karşılık verdi. Gözlerimi devirip, sabır çekmekle yetindim ben de.

Stantların önünde oynayan ve kocaman bir alanda kurulan labirente girmekten çekinmeyenlerle doluydu etraf. O labirentin içine girmeyi bırakın, yanından bile geçemezdim ben. Nasıl bir cesaretti gerçekten? Hangi akla hizmet kurulmuştu o labirent.

Yüksek sesle çalan Türkçe ve yabancı müziklerin haddi hesabı yoktu. İnsanlar para saçmaktan çekinmiyorlardı. Koskoca alan ki abartmıyordum gerçekten kocaman bir alan vardı. Bir üniversite kampüsü kadar büyüktü burası. Her sene şehrin tüm okulları katılırlardı bu karnavala. Şehir dışından da ziyaretçi alırdı. Hakkında her şeyi biliyor olsam da, hatta kendi şehrimde düzenleniyor olsa da gelmek bu zamana nasipmiş demek ki. Annemin de sorun çıkartmayacağı tutmuştu tam zamanında. Batın'ın tatlı ifadesine hayır da diyememiş olabilirdi.

"Duru! Haydi, gidelim labirente!" Batın, Duru'nun elinden tuttuğu gibi labirente girmek için sıra bekleyenlerin olduğu yere doğru ilerlemeye başladı. Arkalarından Kutay ve Zeynep'te gittiğinde Kubilay ile yalnız kaldık.

"Bizimde gitmemiz gerekmez mi?" diye soran Kubilay'a dehşetle kaplı gözlerim ile baktım ve "Tabi ki de hayır!" yanıtını vermekten çekinmedim.

Masalardan bir tanesine kurulup, bizim çılgınların çıkacağını anı beklemeye başladık. Kubilay'ın arada zorla elimden tutup beni dans etmeye zorlaması dışında bir şey yapmadık. Aşırı sıvı tüketiminden patlayacak duruma gelen idrar kesemi rahatlatmak adına tuvalete gideceğimi söyleyip Kubilay'ı arkamda bıraktım.

Sakin adımlarla tuvaletlerin olduğu yere ilerledim. Ardından tuvalete girip işimi hallettikten sonra çıktım. Kapının önünde beklemekte olan Bora'yı görmem beni şaşkına uğratsa da gülümseyip "Selam," demeyi ihmal etmedim.

"Bende seni bekliyordum, selam." cevabı beni şaşkına uğrattı. "Ne için bekliyordun?"

Bana bakan munzur bakışlarından dilinin altında hiçte hoşlanmadığım bir şey olduğunu anlamak zor olmadı. Ardından elimi tutup beni peşi sıra çekiştirmesiyle neye uğradığımı bir kez daha şaşırdım. Bugün şaşırma günümdü sanırsam.

"Nereye gidiyoruz Bora?" derken yaklaşmakta olduğumuz yeri görerek korkuya kapıldım ve kolumu çekiştirmeye başladım. Aynı zamanda Bora'yı durdurmaya da çalışıyordum. "Beni hiçbir güç oraya sokamaz. Anlıyor musun Bora? Hiçbir güç!"

"Korkmanı gerektirecek bir şey yok, hem yanında ben olacağım Ilgın. Birazcık eğleneceğiz o kadar. Şimdiye kadar kimseyi yutmadı Âşıklar Labirent'i."

"Ne labirenti ne labirenti?" diye sormaktan alıkoyamadım kendimi. Durdu ve tüm bedeniyle birlikte bana döndü. "Âşıklar Labirenti fakat içeriye iki arkadaş olanlarda girebiliyor Ilgın. Haydi, mızıkçılık yapma ve beni o güçlü kızın ölmediğine inandır."

"Beni kışkırtarak içeri sokacağını sanıyorsan yanılıyorsun."

Yanılanın kendim olduğunu anlamam bir dakika falan sürdü. Çünkü öyle kışkırtıcı cümleler etti ki, söz en son benim korkaklığıma geldiğinde Bora'yı arkamda bırakarak sıraya doğru yürümeye başlamıştım. Ardından biletlerimizi almış ve on beş dakikalık bekleyişin ardından labirente girmiştik.

Labirent filmlerde gördüklerimizden farksızdı. Boyu yanımdaki 1.90'lık Bora'nın boyundan bile uzundu ve bu beni korkutan bir etkendi. Kurtulamazsak, yani çıkamazsak bu labirentten üzerine tırmanmak gibi çılgınca fikirler üretmiştim fakat her biri tek tek suya düşmüşe benziyordu.

"Ya Bora, sen bana ne yaptırdın?" derken Bora'nın yamacına yamacına girmekten çekinmiyordum. Çünkü burası o kadar da aydınlık değildi ve duvarların yaklaşık bir metre üzerinde tavanı vardı.

"Yanındayım ben Ilgın, eğleneceğiz. Biliyorsun, buradan hediyelerle çıkılıyor. O hediyeleri keşfedeceğiz. Umarım bir oyuncak ayı buluruz."

Belerttiğim gözlerimle Bora'nın suratına baktım. O da kocaman bir kahkaha attı.

"Yalnızca şakaydı." dedikten sonra bileğimi kavrayıp beni peşinden sürüklemeyi sürdürdü.

"Bak buradaki tuşlardan doğru olana basarsan önündeki duvarlardan biri kalkıyor ve sen kolayca çıkış yolunu bulabiliyorsun." dedikten sonra bir düğmeye bastı fakat sanırım yanlış düğme olduğunu bildirmek için çalan o ses duyuldu.

"Ah, hiçbir zaman doğru düğmeyi bulamadım." dedikten sonra geri çekildi ve bana yol verdi. Sanırım sıra bendeydi.

Önümde dizili olan rengârenk düğmelere baktım. Ton sırasına doğru gidiyordu ve gerçekten harika görünüyordu. En azından içeride bir yerlerde renkli bir şeyler görmek içimin rahatlamasına sebep oldu.

Elim önce siyah düğmenin üzerinde durdu. Fakat sanki o değildi ve başka bir düğmeye basmalıymışım gibi hissettim. Bu yüzden gözlerimi kapattım ve hislerimin beni yönlendirmesine izin verdim. Ardından korkusuzca bir düğmeye bastım. Az öncekinin aksine, onaya benzer bir ses çıktığımda Bora'nın şaşkınlık nidası duyuldu.

"Hangi düğmeye bastın?" dedi ardından. Gözlerimi açıp elimin üzerinde durduğu düğmeye baktım. Gri. Benim biricik rengim. Araf'ımın en güzel tonu... Elbette onu seçmiştim. Başka türlüsü şaşırtıcı olurdu.

"Gri," dedim mırıltılarımla. Başını sallayıp açılmış olan duvarın yanına ilerledi. Duvar, saniyeler içinde asansörlü bir yapının yardımı olduğunu düşündüğüm bir sistemle aşağıya indi ve düz bir zemin oluşturdu. Oradan ilerlemeyi sürdürdük.

Giderek loşlaşan yollar, korkumu perçinlerken sıkı sıkı tuttuğumun farkında değildim Bora'nın elini. Onun bana olan bakışlarının ağırlığını hissediyor fakat ses etmiyordum. Ondan başka tutunacağım hiçbir şey yoktu burada. Bir inat uğruna girdiğim ve bir hayli beni korkutan bu yerde, ondan başka güvenecek kimsem yoktu.

İşte o an bu labirentin ne için olduğunu anlamıştım. Güvenlerini kanıtlıyordu burada insanlar. Sonra da bu güveni ödüllendiriyor ve taçlandırıyorlardı. En kısa sürede labirentten çıkmayı başaranlara ise akşam bir sürpriz vardı ve kimse bunun ne olduğunu bilmiyordu.

Sonunda labirentten çıkmayı başardığımızda, yan tarafımızdaki kocaman uçurumu görmek dilimi yutturuyordu az kalsın bana.

"Bu uçurumda ne böyle?" diye sordum merakla Bora'ya döndüğümde. "Dipsiz bir uçurumdur, sevgiyi veya da aşkı temsil eder." diyen Bora'nın dumanlı bakışlarının altında ezildiğimi hissettim. Böylesine karşılıksız ve pervasız sevmek kimsenin gücü değildi de bir ona yakışıyordu. Harbiden çok yakışıyordu.

"Şimdi sıra, kalbinin bilmecesini çözmeye geldi."

Şaşkınlıkla Bora'nın suratına baktım. Ne saçmalıyordu? Ne bilmecesi? Tamam, kapıyı bulmuştuk işte. Daha neyin bilmecesini çözeceğiz Allah aşkına? İyiden iyiye korkmaya başlıyordum bak ben!

"Kalbinin kime ait olduğu söyle bana Ilgın." Gözlerimi yavaşça kırpıştırdım ve şaşkınlıkla suratına baktım. Bora, şaka mı yapıyordu? Bu ciddiyeti yüzünden şüphelerim vardı tabii fakat kalbim şaka yapmasından yanaydı. Çünkü bana bir anda sorduğu bu anlamsız sorunun bir yanıtı yoktu. Fakat şaka yapmıyordu. Yani bana o soruyu ciddi ciddi sormuştu, öyle mi?

Cevap vermeyeceğimi anladığından bana çarpık bir gülümseme ile baktı. Ardından biraz uzağımızda olan kapılara doğru ilerledi. Ve arkasını dönüp bana baktı.

"Bu kapılara gireceğin şifre kapıların açılmasını sağlar. Sol elini bu kutunun içine koyarsın. Nabzını ölçer. Kalbindeki ismi girerken nabzının hızına göre doğru olup olmadığına karar kılar ve kilit açılır."

Şaşkınlığım giderek katlandı. Bunca şeyi nasıl yaptıklarını soramadım bile. Öyle buruk bir ifade yer edinmişti ki Bora'nın çehresinde, bunun sebebi olmak kahrediyordu beni.

Elini kapının yanındaki kutunun içine koydu ve tuşlara basmaya başladı. Ardından kilidin açıldığını belirten o ses duyuldu. Sonra arkasını döndü ve elini bana uzattı gelmemi ister gibi.

"İkinci kilidi de senin kalbindeki ismi yazarak açacağız." dedi. "Benim kalbimde bir isim yok Bora, sanırım sonsuza kadar burada kalacağız."

Alaylı bir gülümsemenin ve hahlamanın ardından elimi kutunun içine yerleştirdi. Ben onun çehresine merak ile bakarken tuşlara basmaya başladı. Fakat bakışları benim üzerimdeydi.

Yazmayı bitirdiği an ikinci kilidinde açılma sesiyle şaşkınlık içinde baktım Bora'ya. Ne yazmıştı? Umuyordum ki o sırada aklımdan geçen ismi yazmamıştır. Yanlışlığa mahal vermek isteyeceğim son şeydi. Yanlışlık mı? O an o isim ne diye geçiyordu acaba aklından Ilgın Keskin?

Çokbilmiş içsesime burun kıvırıp Bora'ya bakan bakışlarımı önüme çevirdim. Ardından kapıdan çıktık.

Karnaval alanına doğru yürürken "Ne yazdın oraya?" diye sormadan edemedim. Sormak zorundaydım, meraktan çatlıyordum çünkü. Gülümsemesi derinleşti. Sanki bir şey kanıtlamak istercesine bir gülümseyişti, öylesine yüze kondurulan tebessümlerden çok uzaktı çünkü gülüşü.

"Bunu bilmiyor olman imkânsız Ilgın. Kalbimdeki kişiyi bilmiyor musun?" dedi düz bir tonda. Bir anda değişen hava ile daha çok sarındım kabanıma. Bora'nın bir anda ciddileşmesi, beni ölümüne korkutmuştu doğrusu. Normalde oldukça tatlı görünen adam ciddi olduğunda ne kadar da korkunç görünüyordu. İşte bu beni şaşırttı.

Buradan gözüken küçük dağların ardına gizlenmekte olan güneş bize göz kırpıyordu.

"Biliyor musun, hiç imkân vermezdim." Şaşkınca arkamdan gelen sese döndüm. Yüzünde gram duygu barındırmıyordu sanki. Ona dair her şey gizemini koruyordu benim için fakat bu kadar kapalı olması, tüyler ürperticiydi.

"Neye?" dedim ürkek bir tonla. Gürkan'dan daha korkunç bir havaya sahip olduğu kesindi. Aferin seni geri zekâlı! İkisini kıyaslamanın sırası mı sence? Haklı iç sesime kulak verdim istemeden. Ardından yürürken geride kalan Bora'yı görmek için arkama döndüm. Fakat Bora yoktu. Bir anda, nereye gitmişti ki? Allah'ım, uzun zamandır içten içe bu kadar korktuğumu hatırlamıyordum.

"Bora?" diye seslendim fakat ses gelmedi. Korku, her yerimde zonklamaya başlarken beynimde de çoktan sirenler ötmeye başlamıştı. Neden kendimi korku filmlerinin başrol karakterlerinin öldüğü sahnedeymiş gibi hissediyordum? Hayır yani, ben kendi hayatımın başrolü bile olamamışken bu oldukça saçmaydı doğrusu!

"Ilgın?" Bir anda adımı seslenişi üzerine hafif bir çığlık atarak yerimden sıçramıştım. Bora'da o sırada ağaçların olduğu bölgeden çıkıyordu. Böyle yaptığında kendini bir Jacop Black olduğuna inandırıyorsa, oldukça yanılıyordu! Böyle daha çok serinin ikinci kitabında Bella'yı öldürmek isteyen makarna saçlı adama benziyordu! Ah neydi şu zencinin adı? Sırası değil Ilgın!

İçsesimin uyarısıyla saçmalamaktan kaçındım. Korkum nüksederken ücralarımdan, neyden korktuğum hakkında bir fikre sahip olmayı diledim. Bora'dan korkuyor olamazdım. Burada beni yirmi dokuz yerimden bıçaklayıp ardından cesedimi kimse bulmasın diye uçurumdan yuvarlayacak hali yoktu ya!

"Bora? Korkutuyorsun beni." dediğimde dudağının kenarı, Jokerinkini aratmayacak bir gülümseme ile kıvrıldı. Allah'ım, nasıl bir korkudur ki bu böyle her yerimde nabız gibi atabiliyordu?

"Ne yapıyorum ki Ilgın?" dedi alayla. Ona şaşkınlıkla baktım. Oysaki bugünün güzel bir gün olacağını sanıyordum. Sezgilerimi dinlemeyip bu lanet labirente girmek gibi bir hata yaptığım için kendimi boğazlamak istiyordum. Kıçımı kırıp oturmak varken, neden kendimi böyle korku dolu bir maceraya atmıştım ki? Korku filmlerinde ölmek için can atıyormuş gibi görünen o oyunculara benzediğimi fark ettim o an. Hani bir ses duyduktan sonra kaçmak yerine o sesin geldiği yere doğru ilerleyen salak tipler...

"Eve gitmek istiyorum!" dedim korkumu gizlemeye çalışarak. Kafasını önüne eğip, saçlarını karıştırdı ve yanıma yaklaşmaya başladı. Hangi ara uzaklaşmıştım ben ondan? Bu kadar mesafeyi hangi ara koymuştum aramıza? Korku insana neler neler yaptırır diyorlardı da inanmıyordum.

"Oraya yazdığım isimle kapının açılacağını düşünmemiştim fakat kalbin beni yanılttı. Sanırım onun bilmecesini çözme sırası sen de." Ellerini ceplerinde bir şekilde yürümeye başladı. Ben nasıl geri döneceğimizi bilmediğim için peşi sıra ilerlemem gerektiğini fark ettim fakat bunu yapmak sandığımdan daha zordu.

Bir anda durup bana döndüğünde bakışlarındaki kırıklar bana battı, en çok benim canımı yaktı. "Gitmek istemiyor muydun?" dedi imalı bir tonda. Korkumu bir kenara atıp oona doğru emin adımlarla yürümeye başladım. Ben hayatımda bu kadar korktuğum bir an daha hatırlamıyordum. Elbet olmuştur fakat ben hatırlayamıyordum.

Bora ile birlikte karnaval alanına girdiğimizde etrafta deli divane gibi bir şeyler arayan insanları görerek şaşkına uğradım. O an Batın ile göz göze geldim. Canhıraş bir şekilde bana doğru koşmaya başladığından ne olduğunu o an anlayamadım. Yanıma gelip de bana sımsıkı sarıldığında ise endişesinin bedenimi sardığını hissettim.

"Neredeydin sen? Sana bir şey oldu diye ödümüz koptu!"

Saniyeler sonra yanıma gelen arkadaşlarımın da aynı şekilde oluşu benim oldukça sorumsuz bir insan oluşumu suratıma çarptı bir tokat gibi. İşi inada bindirip, haber vermeyi unutmuştum ve neredeyse bir saattir ortalıkta yoktum.

"Bir günlük eğlence yeter. Haydi eve gidelim." dedi Batın. Ardından bizi topladığı gibi geldiğimiz arabaya götürdü ve sürücü koltuğuna oturdu. Bugün yaşadıklarımı ömrü billah unutmayacağımdan emindim. Unutulacak gibi değildi ve Bora bana hangi ismi yazdığını söylememişti...

***

Sabah, uzun zamandır yapmadığım şeyi yaparak, söverek uyanmıştım. Bir kere de sövmeden uyansan be, dediğinizi duyar gibiyim. Ben de aynı şeyi istiyorum inanın ki. Bir kerecikte şu hayatta sabah kalktığımda zevkle kalkmak istiyorum ama nafile. Öyle bir ihtimal yoktu. Okul olduğu sürece de olmayacaktı.

Üstümü giyindikten sonra, saçımı ünlenmiş olan topuzumdan yaptım ve çantamı sağ koluma asarak odamdan çıktım. Geçen gün izlediğim dizide Finn'den ayrılan Rea'ye çok sinir olduğumu hatırlayarak homurdandım. Sabah sabah bu nereden aklıma gelmişti inanın bilmiyordum fakat her aklım geldiğinde Rea'nin yerinde olmak için verebileceğim listesini güncelliyordum.

Deli ediyordu o kız beni! Hayır yani, Finn gibi bir çocuktan ayrılmak senin neyine? Ki o çocuk nasıl oldu da baktı sana, inan akıl sır erdiremiyorum.

Annem ve babam ile kahvaltı yapmanın en güzel yanı, birlikte sabah sohbeti ediyor olmamızdı. Annem ve babam yeni seyahatleri için planlar yapıyor ve ablam ile beni de yazın burada bırakacaklarından konuşuyorlardı. Ben de içimden anne ve babama 'NAH BURADA KALIRIM!' demekle yetiniyordum.

Batın, Gökçe ile gelmediğimi öğrendiğinden beri kapımın önünde bekliyordu birlikte okula gitmek için. Fakat bu sefer yanında Duru'da vardı.

Her zaman ki gibi okula yürüyerek gittik. Dedim ya, hayatımda olumlu gelişen tek şey, okulumun evime yürüme mesafesi kadar uzaklıkta olmasıydı. Sabah sabah metrobüs, metro, vapur gibi facialar yaşamak istemezdim doğrusu. Kim isterdi ki? Sabahın köründe işe giden milyonlarca insan yüzünden tıkanmış olan trafiği görüp, umutsuzluğa kapılmayı ciddi ciddi düşünmüyordum!

Okulun kapısının önünde Kutay ve Kubilay ile karşılaştık. Ardından birlikte sınıfa çıktık. Sınıfa girer girmez gördüğüm Gökçe ile sabah sabah moralim bozulurken, ses etmedim. Pişman bakışları bana söylediği sözleri baştan baştan hatırlamam neden oluyordu. Bu bakışlarıydı onu affetmemi zorlaştıran belki de. O böyle bakmasa belki unutacak ve hemen affedecektim onu. Fakat böyle bakınca yapamıyordum ki! Gökçe'nin bir anda saf değiştirdiği ve beni Gürkan'a benzemekle suçladığı günü hatırlamak ben de sadece hayal kırıklıklarımı anımsatıyordu. O yüzden böyle bakmasa unutmam çok daha kolay olacaktı.

"Ben sevgilim ile oturacağım." Diye bir ses duyuldu. Ardından Kutay'ın sırıtan suratını ve Zeynep'in keskin bakışlarını gördüm. İkisine de sırıtırken Kutay çoktan Zeynep'i omzunun altına almış ve yanına çekmişti. Zeynep, şekilden şekle girerken dayanamamış ve dirseğini Kutay'ın karın boşluğuna geçirmişti. Kutay birkaç dakika yalandan kıvransa da sonunda, "Öp de geçsin bari." Diyerekten ortamı yumuşatmıştı. Şebeklikte üzerine yoktu zaten.

Hoca sınıfa girdiğinde hepimiz yerlerimize geçtik. Kubilay ile Batın yan yana geçerken Duru'da benim yanıma geçmişti. Zeynep'e özür dilercesine baktığımda, gözlerinin içine kadar ulaşıp havai fişekler patlatan bir bakış ile tebessümle karşılık vermişti o da bana. Bende gülümseyip önüme dönmüştüm. Bir kez daha değişen haftalık ders programına içimden sövgülerimi iletirken, getirdiğim onca ağır kitabı boşuna taşımış olmama ayriyeten sövdüm.

Tahtaya adını yazmakta olan sanırım gelmesi beklenen yeni İngilizce öğretmeniydi. Ders programını da bilmediğimizden henüz, kararsızdım bu yüzden.

"O ukala bakışlarınızın şu anda neden adımı tahtaya yazdığımı sorgular gibi baktığını biliyorum gençler. Ama sizin gibi gençler, adımı aklınızda tutamazsınız. Kafalarınız gereğinden fazla gereksiz bilgi ile dolu çünkü. Boş." Herkes hayretle hocaya bakarken, az önce bize beyinsiz mi demek istediğini çözmek ister gibiydik.

"Şimdi hocam, bizde kafalarımızı verdiğiniz derslerle doldurmak yerine bize daha faydalı olacak bilgiler ile doldurabilirdik. Mesela İngiliz'in gramerini öğrenmekten çok daha faydalı şeyler." Tüm sınıfın gözleri, bu cesur konuşmacıyı görmek adına sınıfın en arkasına döndü.

Bukleler halinde dökülen kahve saçlarını ve ela gözlerini görmemek imkânsızdı. Dikkat çekmesi için saçlarının şekli bile yeterliydi ki, bunun yanı sıra dikkat çekici bir yüze de sahipti. Asi duruşunu gölgeye düşüren tek bir kusur yoktu. Aynı Alp gibi tamamen simsiyah ve serbest giyinmişti. Neden kimse onlara karışmıyordu?

Sözlerinin altında yatan imayı bir ben anlamış olamazdım, öyle değil mi?

"Sen de kimsin?" dedi hoca şaşkınlıkla yeni çocuğa bakarken. Yeni hoca ve yeni öğrenci... Ne de güzel ama (!)

"Ben Utku hocam, Utku Yıldırım!" dedi en tehditkâr sesiyle. Ardından bakışlarım çarpıştı. Bir elektrik akımına kurban gittiğimi hissettim. Bu o çocuktu. Sahilde kafelerin içinde yürürken çarptığım garson çocuktu!

"Pekâlâ, sen de yenisin galiba? Sınıftakilerin şaşkın ve merak dolu bakışlarından, kızlarınsa yeni bir av bulmuşçasına parlayan gözlerinden açıkça anlaşılıyor." Gözlerimi devirdim. Ne kadar da örnek bir öğretmen (!)

Utku denen çocuk sınıfa bir göz attıktan sonra bakışları bir kez daha benimle buluştu. Bakışlarımızın buluşmasıyla dudağının bir kenarı hafif yukarı doğru kıvrıldı. Gözüme sokulurcasına belirginleşen belediye çukuru, tüm kızların iç çekmesine sebep olmuştu. Yeni biri daha ha! Hayatım daha fazla nasıl garip olabilirdi acaba?

Aniden açılan kapı ve içeri dalan kişi, soruma okkalı bir cevap olmuştu!

Continue Reading

You'll Also Like

379K 24.3K 94
Genç bir yazar adayı olan Ebruli'nin yolu ünlü yazar Şahika Tecer ve oğlu Aslan'la kesiştiğinde geçmişten gelen sırların kahramanı olacağından habe...
584K 6.4K 33
"Bu saatten sonra yer mekan fark etmez yüzbaşım." Yetişkin içerik !
1.5M 89K 53
Kitabımı nasıl bir yolculuktan gelip keşfettiğini bilmiyorum. Kalemim sayesinde yeni bir yolculuğa çıkacağına eminim. Bu süreçte kafandaki ön yargıla...
1K 59 9
"Gitme" dedim gözlerimde ki yaşları silerken. Derin bir nefes aldı. "Söz" diye fısıldadı. Zorlukla konuşuyordu. Onu böyle görmek içimde büyüttüğüm çi...