MEZAR

By S-Mare

628K 78.6K 14.7K

(TAMAMLANDI) Yıkılan bir dünya... Ve vampirlerin hüküm sürdüğü bir yeraltı ülkesi... Sepulcrum... ... More

TANITIM • Sepulcrum
1 • Tebrikler Asker
2 • Onu Seçiyorum
3 • İşte Başlıyoruz
4 • Avcılar
5 • Cennette Gibi
6 • Susuzluk
7 • Sevgi Zayıflıktır
8 • Yeryüzü
9 • Dönüşüm
10 • Gri Şeytanlar
11 • Yeryüzü Koruyucuları
12 • Köle Serumu
13 • Kan Yemini
14 • Mezarıma Geri Dönüyorum
15 • O Gitti!
16 • Kız Benim
17 • Senden Kurtuluyorum
18 • Şizofreninin Tadını Çıkar
19 • Tehlike
20 • Kalbi Atan Bir Vampir
21 • Beni Öldür
22 • Yağmuru Hisset
23 • Kıpırdarsan ölür!
24 • İki Yüzlü Vampir Lider
25 • Atratus Sahibine Geri Döndü
26 • Sevgi Sıcaktır
27 • Pes Etmem
28 • Yeni Kölem
29 • Bastırılmış Güç
30 • Mucize Çocuk
31 • O Senin Baban
32 • Kaçak Vampir
33 • Doğru Olamaz
34 • Yeryüzü ve Gökyüzü
35 • Açık Sözler
36 • Asla Vazgeçmem
37 • İpler Artık Onun Elinde
39 • Sen Artık Bir Ölüsün!
40 • Kralımız Çok Yaşa!
41 • Yanıp Düzeni Korumak
42 • Geri Gel!
43 • Kabul
44 • Kirli Geçmiş
45 • Sırlar
46 • Sınav
47 • Köle
48 • Vazgeç(-me!)
49 • Geçmiş
50 • Hiç Uğruna
51 • Ayrılık (Final)

38 • Canına Susamış Aptal Cadı

9.6K 1.3K 274
By S-Mare

Multimedya: Linkin Park | Breaking The Habit

Keyifli Okumalar...

🌙

"Lanet olsun, lanet olsun!"

Defalarca aynı kelimeyi tekrarlamanın faydasızlığının farkındaydım ama yine de kendimi durduramıyordum. Ellerimi çözmeyi denediğim her an bileklerimdeki acılar bana yine bir deja vu yaşatıyordu ama bu kez farklıydı çünkü acı daha keskindi. Sadece bu da değildi. Kemiklerimdeki sızıya dirensem de ara ara inlemekten kendimi alamıyordum. Lanet olsun! Canım uzun zamandır böylesine yanmamıştı.

Ne kadar süre geçtiğini bilemesem de saatler saatleri kovalarken tüm bağırışlarıma rağmen ne Julian ne de Tony yanıma gelmişti. Tabi Sirena da ama o pek umursadıklarım listesinde sayılmazdı.

Zihnimden geçen korkunç senaryoları oyalayacak bir şeyler bulmayı denedim. Aklıma Tony'nin yüzüğün içinden çıkan notu geldi.

'Dum spiro spero'

Bir kaç dil biliyordum. Tony sayesinde ispanyolca ve italyanca öğrenmiştim. Vampir olmadan önce turist rehberliği yaptığı için ve zehir gibi bir beyni olduğu için çoğu dili bilirdi. Latince de bunlardan biriydi. Bana da öğretmeye çalışmıştı ama bu dilde üstün bir başarısızlığım vardı. En sonunda o da pes etmişti. Yine de bu sözcükleri hatıyordum ama bir türlü anlamları aklıma gelmiyordu. Aslında Tony beni bu kadar kızdırmasa ona sorabilirdim. Gerçi muhtemelen latincedeki başarısızlığımı yüzüme vurup alaycı bir yorumla bana cevap vermeyecekti. Pislik herif!

Bileklerimi tekrar oynatınca acı bir inilti çıkardım ve bir kaç saniye geçmeden kapının kilidi açılarak söz konusu pislik herif girişte belirdi. Yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı. Tereddüt ederek sordum. "Julian... Gitti mi?"

Cevap vermeden yanıma yürüdü ve yatağa oturdu. Yatak ağırlığıyla içeri çökerken bileklerime uzandı. "Lanet olsun Mel!" dedi öfkeli bir sesle. "Bu ne böyle? Canının yanması hoşuna mı gidiyor?" Ellerimi çözerken rahatlayarak omuzlarımı kaldırıp indirdim ve bileklerimi ovalamaya yeltendim. Tabii ki bu bileklerimin halini görene kadardı. Saatlerdir çözmeye uğraştığım için yine bileklerim kesilmişti. Hatta arkama kısaca göz attığımda yatakta yoğun bir kırmızılık vardı.

Tony hızla kırılmış dolaba yöneldi ve yerdeki kıyafet yığınına uzandı. Kapıya kısa bir bakış atıp Tony beni yakalamadan aşağıya inip inmeyeceğimi hesapladım. "Yakalarım." dedi sanki düşüncelerimi okumuş gibi. Ardından bana öfkeli bir bakış atıp bir tişörtle yanıma yürüdü. Tişörtü yırtıp bileklerime sararken, "Seni öldüreceğim." diye tısladım.

Göz ucuyla bana baktı. "Bunu duymuştum. Hatta bunu bugün içinde tam tamına 76 kez söyledin." Ciddi ciddi sayıp saymadığını merak ettim.

Tony doğrulup ciddi ifadesini sürdürdü. "İyi misin?"

"Julian gitti mi?" diye sordum onu duymamış gibi.

Yüzünü ekşi bir şey yemiş gibi buruşturdu. "Neden her Julian dediğinde onu öldürmek istiyorum?"

"Tony!" diye çıkıştım.

"Gitmedi." dedi dişlerinin arasından. "Aşağıda. Şu an muhtemelen sinsi bir kedi gibi bizi dinliyordur."

"Onunla gitmek istiyorum Tony. Beni durduramazsınız."

"Gerçekten mi Mel?" dedi gözlerini kısarak. "Julian ha! Ne ara ona bu kadar bağlandın? Daha düne kadar onu öldüreceğini söylüyordun."

Doğruydu da. Onu öldürmek üzerine günlerce kafa yormuştum. Hadi ama! Kendimi kandırıyordum, kandırmıştım. Onu asla öldüremezdim çünkü parlak çelik mavisi gözleri elimi kolumu bağlıyordu. Hele o çekici gülümsemesine değinmek bile istemiyordum. Muhtemelen bunları ona söylesem bana yine kibirli bir kaç söz söylerdi. "Onu seviyorum." dedim gözlerimi Tony'nin yeşil gözlerinden çekmeyerek.

"Sen..." dedi dişlerinin arasından. "Sadece beni sevebilirsin."

"Bencilsin!" diye isyan ettim. Bu garip bir konuşma olabilirdi ama bunu defalarca yapınca artık alışmıştım. Tony bencildi. Haddinden fazla bencil ve bu kesinlikle en sevdiğim özellikleri arasında yer almıyordu.

Hayatından kaç kadın geçtiğini saymamıştım ama iş bana gelince hiç öyle olmuyordu. Sanki benim birini sevmem yasakmış gibi. Ve bazen, tamam çoğu zaman, suratının ortasına bir yumruk indirmek istiyordum.

"Ciddiyim Mel. Onu sevmiyorsun. Sadece öyle düşünmek istiyorsun. Henry gibi." İsmini özellikle vurgularken bunu Julian duysun diye yaptığına emindim.

"Henry mi? Ciddi misin sen? O çocukla sadece bir hatfa çıkabilmiştim." Çünkü Tony her ne yaptıysa çocuk beni her gördüğünde rengi soluyordu.

"Çünkü onu sevmiyordun. Sadece öyle inanmak istiyordun. Tıpkı diğerleri gibi." Haklılığı vardı ama tüm bunların Julian'la uzaktan yakından alakası yoktu.

"Saçmalıyorsun!"

"Sevgiye aç çocuklar gibi dolanmasan sen de gerçekleri göreceksin. Onda sevebileceğin tek bir şey bile yok." Derin bir nefes aldım. Bu böyle devam ederse Julian'ın birazdan odaya damlayıp Tony'nin üzerine saldırması muhtemeldi.

"Kes şunu!" diye tısladım. "Bunu hep yapıyorsun ve bunun hiç sırası değil."

"Tam da sırası. Ondan hoşlanmıyorum. Hatta herife illet oluyorum."

"Onu sevmeni beklemiyorum zaten ama en azından biraz daha kendini dizginleyebilirsin."

"Kendimi dizginlemek mi?" dedi Tony hayretle. "Ne yapayım? Onu sevdin diye -ki sevmiyorsun- seni alkışlayayım mı? Hem söylesene bu ne kadar sürecek? Bu savaş zamazingosu bittiğinde o Atratus'a geri dönecek ve zaten ayrılacaksınız."

Burada kalacağıma o kadar emindi ki buna cevap vermeyip sadece ona bakmakla yetindim. O da bir kaç saniye sonra bana şüpheyle bakmaya başladı. "Onunla gitmeyi düşündüğünü söyleme bana." Soğuk ve öfkeli bir şekilde güldü. "Buna... buna asla müsaade etmem. Senin evin burası. Argentum. Benim olduğum yer."

Ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Ölecektim ama sanki bu büyük bir sorun değilmiş gibi birde iki arada bir derede bırakılıyordum. "Mel!" dedi Tony öfkeyle. "Bir tercih..."

"Tercih falan yapmıyorum." diye ben de öfkeyle sözünü kestim. "Şunu söyleyip durmayın. Beni böyle bir durumda bırakırsanız..."

"Ne olur?" diye diklendi Tony.

"Sonuçları hiçkimsenin hoşuna gitmez."

Tam bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki dışarıda kırmızı bir ışıkla her yer aydınlandı. Argentum tehlike alarmı vermeye başlamışsa Valeria gelmiş demekti. Yani Julian bir kaç dakikaya kalmaz gidecekti. Gözlerim Tony'nin gözlerini bulduğunda ne düşündüğümü o dakika anladı ve hemen kollarımı kavrayıp beni yatağa çiviledi. "Hayır! Aklından bile geçirme!"

"Bırak Tony!"

"Burada kalıyorsun Mel. Gerekirse seni yatağa bağlarım."

"Bunu bende yapabilirim." dedi kapıdan bir ses. Gözlerimi çevirdiğimde Julian kapıdan bize bakıyordu. "Farklı bir fantezi." dedi ve bana göz kırptı. Tony öfkeli derin bir nefes alırken Julian ona döndü. "Bu arada ben de senden hoşlanmıyorum. Yani hislerimiz karşılıklı."

"Ne güzel!" dedi Tony alayla ve kollarımı tutan elleri sıkılaştı. Sanırım bu da hayatımda bir ilkti çünkü yanan canımla ufak bir çığlık attım.

Tony şaşırarak bana döndü. "Ne oldu? Lanet dolunay şeysi mi?"

Julian onu hızla iterken, "Aptal mısın sen?" diye soludu. "Yeterince güçsüz zaten, kollarını koparacaksın. Derdin ne senin?"

"Sensin." dedi Tony. Gözleri parlamaya başlamıştı ve bu hiç de hayra alamet değildi. Ona saldıracağını anladığımda yataktan hızla doğruldum ve önüne geçtim.

"Kendine gel Tony."

"Asıl sen kendine gel." dedi dişlerinin arasından.

Julian beni geri çektiğinde gözleri Tony'nin üzerindeydi ve onunda gözleri parlıyordu. Tek bir farkla. Amani bir ışıltıyla kurtların gözleri güzel maviliklerini örtmüştü. "Gitmem gerekiyor olmasaydı suratını dağıtmıştım."

Tony sivri dişlerini gösterip neşeden uzak bir şekilde sırıttı. "Biliyor musun bunu denemen bana zevk verir." Sonra gözlerini kısıp Julian'ın gözlerine dikkatle baktı. "Hem söylesene Komarov nasıl oluyorsa Mel'in sadece bir kaç damla kanının etkisi hala geçmedi?"

Julian'ın yüzü kasıldı. İşlerin daha da sarpa saracağını anlayınca, "Kesin şunu!" diye atıldım. "Savaş kapımızda ve sizin derdinize bak." İkiside neredeyse aynı anda omuzlarını kaldırıp indirdi. Julian'a dönerek, "Seninle geleceğim." dedim ve Tony hayret eder gibi güldü.

Julian ise öfkeli gözlerini ondan çekerek en sonunda bana çevirdi ve kesin bir dille, "Hayır." dedi. "İyi değilsin. Burada kalıp dinleneceksin."

"Bana patronluk taslamayı kes!"

"Mel!" dedi derin bir nefesle. "Bunu tartışacak zamanım yok. Gitmem gerekiyor ve senin güvende olduğunu bilmeliyim."

Bunu söylemek benim için zordu ama yine de söyleyem gerektiğini hissediyordum. "Julian! Senin için... endişeleniyorum. Bırak seninle geleyim."

Julian'ın sert ifadesi yumuşadı ve dudakları yana kıvrıldı. "Bu hoşuma gitti. Yani benim için endişelendiğini duymak."

Tony alaycı bir ses çıkardı ama ikimizde onu duymamazlıktan geldik. "Ben ciddiyim Julian."

Elleri yüzümü kavradı ve, "Bana bir şey olmayacak." dedi. "Her şey yolunda gidecek. Ölüp seni bu herifle bıracağımı mı sanıyorsun?" Dudakları dudaklarımı bularak yumuşak bir şekilde beni öptü ve sanırım bunu Tony'nin önünde yapması hiç hoş olmadı. Aslında bu öpücüğü delice devam ettirmek istesemde geri çekildim çünkü odada patlamaya hazır bir bomba duruyordu.

Julian'ın bu hareketimle yüzü düşerken, "Bende geleceğim." diye direttim. Göz ucuyla Tony'e baktığımda gözleri artık mavinin oldukça açık ve yoğun bir tonunda parlıyordu.

Julian, "Mel..." diye çıkışacaktı ki Tony beni hayretleri içinde bırakarak konuştu.

"Ben onunla giderim."

"Ne?" Şaşkınlıkla ona bakarken Julian gözlerini kıstı ve Tony tekrar konuştu.

"Madem onun için bu kadar endişelisin Mel..." dedi ve başını yana yatırdı. "Onun dadısı olurum." Tüm dişlerini göstererek soğuk ve ürpertici bir şekilde Julian'a gülümsedi. Bu... hiç iyi bur fikir gibi durmuyordu.

"İstemesem de burada onunla kalman gerekiyor." dedi Julian. Sonra aşağılarcasına onu süzdü. "Benim sana ihtiyacım yok."

"Sirena ona göz kulak olur." Tanrım! Kafayı sıyırmama saniyeler kalmıştı. Bu odada neler oluyordu?

"Bende. geleceğim." diye kelimeleri vurgulayarak dişlerimin arasından konuştum. İkiside beni duymamış gibi konuşmaya devam etti.

"Ona güvenmiyorum. Gerçi... sana da pek güvendiğim söylemez ama onu koruyacağına dair şüphem yok." dedi Julian. Son cümlelerinde sesi sertleşmişti. "Benim korunmaya ihtiyacım yok!"

"Sirena'ya güveniyorum." dedi Tony bana göz ucuyla bile bakmayarak. "Ve sana bir şey olursa - ki tek temennim bu- Mel birazcık üzülebilir. Gerçi saçını çeksem senin ölümünden daha çok acı çekeceğine eminim ama onu üzmek istemem."

"Tony!" diye sesimi yükselttim.

"O kıza güvenmiyorum." dedi Julian tekrar ve üzerine basarak.

"Bağlı olduğu taş bir aquamarine ve tahmin et o taş kimin elinde Komarov? İstese de sözümden çıkamaz."

Julian'ın kaşları şaşırarak havalandı. "Aquamarine de ne?" diye sordum ama yine beni duymadılar. Görünmez falan mı olmuştum? Şu an ikisininde gözlerini oymak, dişlerini sökmek istiyordum.

"Gerçekten bunu nasıl yapabildiğini merak ettim. Cadıların bağlı oldukları taşlarını bulmak kolay değildir." dedi Julian.

Tony güldü. "Hayallerini süslediğim tek kadın Sirena değil." Ah! Delirmem an meselesi. Julian duruşundan taviz vermedi ama öfkesine hakim olmaya çalıştığı her halinden belliydi. "Seninde kahramanın olup hayallerini süsleyeceğim Komarov." diye pis pis sırıtarak ekledi Tony.

"Mel tüm zihnimi kaplıyor Evans." dedi Julian da ona sırıtarak. Tony sırıtışını bozmadı ama yüzünde bir kas seğiriyordu. "Ama..." dedi Julian. "Madem çok heveslisin gel bakalım."

"BENDE GELİYORUM!" diye bağırdım en sonunda.

"Sirena!" diye seslendi Tony.

Sirena aynı anda kapıda belirdi. Cadıların bu kadar hızlı hareket edebildiğini bilmiyordum. Belki de kapının arkasında bizi dinliyordu. Bu da saçma bir düşünceydi şayet bizi duyması için kapının önünde olmasına gerek yoktu. Kız lanet bir cadıydı.

"Mesaj alındı. Melez bana emanet." dedi Sirena. Tüm söylenenleri duymasına rağmen yüzü ifadesi fazlasıyla sakindi.

Öfkeden çenem titremeye başladı. "Eğer beni bağlamaya biriniz yeltenirse yemin ederim..." Julian birden beni kendine çekip tekrar öpünce sözcüklerim içimde kaldı. Aynı anda Sirena bir kaç garip sözcük fısıldadı ve yer ayaklarımın altından kaydı. Julian beni bırakmadı ama görüntüsü yavaş yavaş bulanıklaşmaya başladı.

Kahretsin!

"İyi uykular." dedi Sirena keyifli bir sesle.

Julian geri çekilirken parlayan gözlerini yarı yarıya kapanan gözlerimden bir an ayırmadı. "Seni seviyorum Melanie!" diye fısıldadı. "Ve uyandığında yanında olacağım."

Tamamen karanlığa gömülmeden duyduğum son ses ise Tony'e aitti.

"Ya da ölü."

Yüzüme vuran serinlikle gözlerimi araladım ve Sirena'yı tepemde buldum. İki eli havada ve avuç içleri üzerime dönüktü. Bir şeyler mırıldanırken ürkütücü siyah gözleri sanki odadaki ışığı sömürüyordu. Etrafı ise siyah dumanlarla çevriliydi.

Bu da neydi böyle?

"Ne yapıyorsun?" diye sorarken buldum kendimi.

Gözlerini kırpıştırdı ve kehribar gözleri geri döndü. Ellerini geri çekerken, "Ateşini kontrol altına alıyorum." dedi. "Gerçi sen ateşini söndürecek sarışın bir lider tercih ederdin ama idare edeceksin artık."

O an bir şeyi idrak ettim ve hızla doğruldum. "Tanrım! Julian..." Gözlerim tekrar onu buldu. "Tony..."

"Evet bela ikilinin adları bunlar." dedi göz devirerek ve yatağın yanındaki sandalyeye oturdu.

"Kaç... Tanrım kaç saattir uyuyorum?"

"Yaklaşık 4 saat."

"Tanrım! Hayır."

"Daha kaç kez Tanrım diyeceksin?" Onu dikkati almayarak ayaklandım ve hızla kapıya ilerledim. Kapı kolunu çevirdim ama açılmadı. Bir daha denedim. Sonra bir daha...

"Kilitli." dedi Sirena. Öfkeli gözlerimi ona çevirdim. Ellerini kaldırıp parmaklarını oynattı. "Hokus pokus! Tahmin et anahtar kim?"

"Aç şunu Sirena!"

"Üzgünüm tatlım, tatlım lafın gelişi, Tony'i kızdırmak istemem. Bana seni bırakırsam beni hiç hoş şeylerin beklemediğine dair uzun bir nutuk çekti ve emin ol bu şeylerin yatakla en ufak bir ilgisi yok."

"Onu mu dinliyorsun? Ne yani, ona bu kadar mı aşıksın?"

"Aşkla ilgisi yok."

"Ha! Şu bağlı olduğun taş meselesi. Nedir bu? Seni öldürecek maden falan mı?"

Alaycı ifadesi yerini soğukluğa bıraktı. "Aptal ve bilgisizsin. Bence bu özelliğini kesinlikle babandan almadın."

"Babamı tanıyormuş gibi konuşuyorsun." dedim gözlerimi kısarak.

"Tanımıyorum." dedi tiksintiyle. "Tanımak isteyeceklerim arasında son sırada bile yer almıyor ama zeki bir adam olduğunu biliyorum."

"Nereden biliyorsun?"

Gözlerini bana çevirip uzun uzun süzdü. Sonra ayaklarını yatağın üzerine uzatıp bileklerinden çaprazladı. "Kendimden."

Ne anlatmak istediğine kafa yoramadan dışarıdan yükselen sesleri duydum. Kurt ulumaları sanki her yerdeydi. Pencereye doğru koşup dışarıyı tarasamda insanların bölgesinden Argentum binasının olduğu taraf net görünmüyordu.

"Sirena!" dedim hızla. "Kapıyı aç hemen. Gitmem gerekiyor."

"Gerekmiyor."

"Bana ihtiyaçları var!" diye sesimi yükselttim.

Bir kahkaha attı. "Öyle mi? Peki, neden bir porselen bebeğe ihtiyaç duysunlar? Çünkü sen şu an kesinlikle bir darbede parçalara ayrılırsın."

"Zaten öleceğim." diye bu kez bağırdım. "Ha bugün ha yarın ne fark eder?" Kahretsin ki şu an ona neredeyse yalvarıyordum çünkü itiraf etmek istemesem de kendimi ona karşı koyacak kadar güçlü hissetmiyordum. Tamamiyle bir zavallı gibiydim. Pencereden atlamayı göze alabilirdim belki ama vampir gücü olmadan yere çakılmam olasılığı yüksek olan büyük bir sorundu.

Bryton'ın güç zırvalığını hatırladım. Buna neredeyse gülecektim. Sanırım güç dediği şey sadece kanımı içenler için geçerliydi çünkü kolumdaki kesikler bile şu an fazlasıyla acıyordu. İyileşemiyordum.

Sirena başını sandalyeye yasladı ve yine uzun uzun beni süzdü. "Öleceksin." dedi en sonunda. "Bu seni korkutuyor mu?"

Bir hayret nidası çıkardım. "Sence şu an konumuz bu mu?"

"Korkuyorsun. Bence bu özelliğini annenden aldın. O da bir vampirdi öyle değil mi?" diye sordu sanki bilmiyormuş gibi. "Korkak bir vampir."

Korkak mı? Annem sırf benim için ölümü göze almıştı. Bu hayatımdaki en cesurca şeydi ve bu kız kim oluyordu da onun hakkında konuşabiliyordu?

Canına susamış aptal bir cadı dedi şeytanım uzun bir aradan sonra ilk kez.

Kesinlikle aptal kelimesi onun için az kalır diye cevapladım onu.

Hızla yanına gidip onu boynundan kavradım ve altındaki sandalyeye bir tekme savurup onu duvara yasladım. "Annem hakkında en son konuşacak kişi bile değilsin." Boğuk bir şekilde güldü.

"Bence aptallığını da annenden aldın."

Bu kızın sorunu neydi bilmiyordum ama amacı beni öfkeden deliye döndürmekse bunu fazlasıyla başarıyordu. Boynundaki elim daha da sıkılaştı ve, "Kes sesini!" diye tısladım. "Yoksa yemin ederim seni öldürürüm."

Beni şiddetle itince bacaklarımı yatağa çarparak durdum ve güç bela dengemi sağladım. "Bunu nasıl yapacaksın merak ettim. Diğer merak ettiğim ise Tony'nin sende ne bulduğu ve seni neden sevdiği." Baştan aşağa beni tiksintiyle inceledi. "Güzel sayılmazsın. İlgi çekici de değilsin, hatta çekici kelimesiyle yan yana bile gelemezsin. Sevilecek hiçbir tarafın yok. Duyduğuma göre sevgili baban bile seni öldürmeye çalışmış. Hatta seni kendi elleriyle avcılara vermiş." Neşeli bir şekilde güldü. "Kaç gün sana işkence et-"

Öyle yakıcı bir öfkeyle dolmuştum ki tıslayıp üzerine atılınca cümleleri havada asılı kaldı. Sirena sertçe sırtını yere çarptı. Üzerine oturup suratına bir yumruk indirdim. Güçsüz müydüm? Evet ama hala şizofren bir deliydim ve bana bulaşmak akıllı birinin yapacağı bir şey değildi. Gerçi Sirena da iddia ettiğinin aksine pek akıllı sayılmazdı.

Bir yumruk daha indirecektim ki geriye savruldum ve duvara sertçe tosladım. İşte bu canımı yakmıştı. Kahretsin! Fazlasıyla yakmıştı.

Sirena doğruduğunda gözleri yine zifiri karanlıktı. Elini uzatıp çevirdi ve bir şeyler fısıldadı. Aynı anda acı içinde iki büklüm oldum ve yere kapaklandım. Acı gitgide artarken ufak bir çığlık dudaklarımdan döküldü. Bir kaç saniye geçmişti ki acı kesildi ve ben kendimi derin derin nefes alırken buldum.

"Çok acınasısın." dedi. Başını kaldırdığımda tepemde dikiliyordu. Gözleri normal haline dönse de yüzünde açık bir kin ve nefret vardı. Ezici üstünlüğü ve aşağılayıcı bakışlarıyla bana bakıyordu. Ama unutuyordu.

O bir cadıysa, bende Melanie Rogers'tım. Şizofren garip bir yaratık...

Yanımdaki dolabın parçalanmış parçalarından birine hızla uzandım ve o daha ne olduğunu bile anlamadan tahta parçasını bacağıma sapladım. Acı bir çığlığın eşliğinde bir küfür savurdu. O kendini toparlayamadan hızla ayağa fırladım ve hiç düşünmeden pencereyi açıp aşağı atladım.

Bir binanın 10 katından atlasa bile öylece yürüyüp gidecek bedenim yere savruldu ve vücudum acı içinde kıvrandı. İçimden kurt genlerine de Darian Bertram'a da küfürler ederken zorlukla doğruldum. Canım fazlasıyla yanıyordu ve ağzımda kendi kanımın metalik tadı vardı. Yine de lanet olasıca cadının bir kaç saniyeye buraya damlayacağını hissederek kendimi ayağa kalkmaya zorladım ve koşmaya başladım.

İnsanların bölgesinden diğer tarafa hızla, daha doğrusu eski vampir hızımın sadece onda biri bir güçle, koşarken sokaklar bomboştu. İnsanlar tehlike durumlarında asla dışarı çıkmazlardı. Lanet savaşın ortasında kalan güçsüz bir varlık olsaydım ben de öyle yapardım.

Kahretsin! Şu an kesinlikle kendimden bahsediyordum.

Bir kaç dakika geçmişti ki cadının adımı bağırdığını duydum. "Sakın!" diye kükredi arkamdan. "Sakın o tarafa gitme!" Sanki onu dinleyecekmişim gibi. En azından bacağındaki yara onu yavaşlatırdı. Aslında öyle umuyordum.

"Lanet olsun Melanie." diye bağırdı. "Benim evim o tarafta."

Ne demek istediğini anlamadım ama umurumda da değildi. Julian ve Tony'iyi bulmalıydım. Binalar arasında zikzak çizerek koşmaya devam ettim ve birden görünmez bir duvara tosladım. Kendimi yerde bulurken karşımda kızıl saçları ve simsiyah gözleriyle Ariana'yı buldum. Sanırım Sirena evim o tarafta derken bunu kastetmişti. Belli ki annesi buralarda pusuya yatmıştı.

Ariana başını yana hafifçe eğdi ve, "Melanie" dedi alaycı bir tonda. "Bu ne sürpriz?!"

"Anne!" dedi arkamdan nefes nefese Sirena.

Ariana başını ağır ağır kaldırıp ona baktı. "Sevgili kızım!" Sonra yüzü buz gibi soğuk bir ifadeye büründü ve elini ileri doğru uzattı. Sirena görünmez bir el boynundan tutuyormuş gibi havaya yükselirken elleri boynunu buldu. "Beni hayal kırıklığına uğrattın Sirena. Yine!"

Ariana'nın diğer eli ise bana doğru uzandı ve sanki birisi göğsüme bir bıçak sapladı. Nefesim bir an kesilirken Sirena, "Anne hayır!" dedi boğuk bir sesle.

Ariana ona baktı ve tıslamaya benzer bir ses çıkardı. "Annen yerine onu mu seçtin Sirena. Gerçekten mi? Ne bekliyordun? Kardeşçilik oynamak için geç kalmadın mı?"

Kardeşçilik mi? Aman Tanrım! Yanlış anlamış olmalıydım. Hayır, bu lanet cadıyla kardeş olamazdım. Bu kız Darian Bertram'ın kızı mıydı yani? Benim... kardeşim miydi?

Lanet olsun!

"Onun suçu yok!" dedi Sirena. "Darian'ın yaptıkları için onu suçlayamazsın."

"Kes sesini! Hepsi onun suçu. Lanet annesinin suçu. Kate denen o sürtüğün suçu."

Acı içinde kıvransam da, "Annemin adını o pis ağzına alma." diye bağırdım. Zehir gibi gözleri bana döndü ve her yerime onlarca bıçak saplandı sanki. Yüksek bir çığlık atarken ellerimi yere dayadım. Kadının beni Bryton'a geri götürmek gibi bir amacı yoktu. Beni öldürmek istediğini net olarak kavramıştım.

"Yapma!" diye bağırdı Sirena.

"Sen tam bir zavallısın." dedi Ariana ama sözlerinin odak noktası ben değildim. Kızıydı ve yüzünde zerre merhamet yoktu. "Senden utanıyorum."

"Beni hiç sevmedin değil mi?" dedi Sirena. Sesindeki acı çeken tınıyı almamak mümkün değildi. Kim olsa bu sözlerle yaralanırdı. Üstelik söz konusu kişi annesiydi. Lanet olası cadının nasıl bu kadar duygusuz olabildiğini aklım almıyordu. Ariana bir kahkaha attı. O an anladım ki bu kadının içinde zerre sevgi yoktu. Kızına değil de sanki iğrenç bir böceğe bakıyordu. "Sen bana hep onu hatırlattın."

Çektiğim acıyla kıpırdayamazken Sirena'nın dolan gözlerini gördüm ve ona ilk kez acıdım. Yalnız kalmazdım demişti bana. Yalnız kalmıştı ve annesinin sevgisini bile alamamıştı. Bunun onda nasıl izler bıraktığını tahmin bile edemezdim.

O an zihnimde Sirena'nın sesi yankılandı. 'Beni duyuyor musun Melanie? Duyuyorsan gözlerini kapat ve aç!'

Zihnimi ele geçirmesine şaşıracak zamanım yoktu. O yüzden söylediğini yapıp gözlerimi kapatıp açtım.

'Güzel! İşaret verdiğimde koş. Sakın arkana bakma!'

Yanan gözlerimi ona bakmaya zorladım ama o bana değil annesine bakıyordu. Ne planlıyordu bilmiyorum ama umarım işe yarardı.

"Onu hatırlattım." diye tekrarladı Sirena. Sonra soğuk bir şekilde güldü. "O zaman onu daha da hatırlamana yardımcı olayım anne."

O an öyle bir şey oldu ki gözlerim neredeyse yuvalarından fırlayacaktı. Sirena sırtını geriye attı ve gözleri sarının en yoğun parıltısıyla doldu. Kemiklerinin çatırtısı kulaklarımda yankılandı adeta. İki yanına açtığı ellerinin tırnakları uzadı. Kıyafetleri saniyeler içinde parçalara ayrılıp vücudu beyaz gri dumanlı tüylere örtüldü ve yere dört ayağının üzerine indi. Şimdi gri-beyaz bir kurt olarak karşımda duruyordu. Gri-beyaz devasa ve göz kamaştırıcı bir kurt...

Lanet olasıca cadı, lanet bir melezdi.

Başını bana çevirdiğinde gözlerinin parıltısı içime işledi. "Seni adi..." diye bağırmıştı ki Ariana, Sirena başını geri atarak uludu ve ben hayatımda böyle bir kurt uluması duymadığıma yemin edebilirdim. Öyle ki tüm evler ve yer şiddetle sarsıldı. Evlerin penceleri patlayıp camlar etrafa savruldu. Binaların duvarlarında ve yollarda çatlaklar oluştu. Yüksek bir gürültü Sirena'nın ulumayla karışık kükremesine karıştı ve etrafa dağıldı.

İşte bu Sirena'nın bahsettiği işaretti.

Ariana ilk kez bu manzaraya maruz kalmış gibi ürkerek birkaç adım geriledi. Ve yine zihnimde Sirena'nın sesi yankılandı ama bu kez bağırıyordu. 'Koş!'

Aynı anda annesinin üzerine atıldı.

•••


Gülşen'im yeni bölüm sana gelsin 😚

Yorumlarınızı merakla bekliyorum. Yıldızlamayı unutmayın ♥

Continue Reading

You'll Also Like

54 By zifiribiaydinlik

Mystery / Thriller

1.2K 781 20
Şeytanın ünü, tanrının gücü.. Hayat, oyun; yaşam, ölüm..
751K 22.6K 24
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
opia By deniz.

Teen Fiction

119K 12.4K 35
Yazar olmak isteyen ama aradığı ilhamı bulamayan bir kadın ve hayallerinin önüne bariyerler dizilmiş yalnız bir adam bir gün aynı klinikte karşılaşır...
429K 36.3K 56
Yıllar önce,Pasifik okyanusunun bilinmeyen köşelerinde başkanlığını Victor Morcam'ın yaptığı Morcam Adası kaynağı da kendisi gibi bilinmeyen bir nede...