Karanlığın Şafağı |Şafak Seri...

By BiCeruVar

329K 16.7K 1.6K

(Şafak Serisinin 2. Kitabıdır.) Koyu kızıla boğulmuş bir hikayenin baş kahramanlarının kanınd... More

Tanıtım
Teaser 1
Teaser 2
Bölüm 1 - Kavga
Bölüm 2 - Kaza
Bir Öneri
Bölüm 3 - Hastane
Bölüm 4 - Dönüş
Bölüm 5 - Aile Kalesi
Bölüm 6 - Abiye Destek
Bölüm 7 - Sevgilim
Bölüm 8 - Tibet Bozgunu
Bölüm 9 - Özürler
Bölüm 10 - Hep Destek Tam Destek
Bölüm 11 - Yeniden Doğuş
Bölüm 12 - Sorgu ve Savunma
Bölüm 13 - Panik
Bölüm 14 - Yüksek Gerilim
Bölüm 15 - Sevmeler
Bölüm 16 - Tatil
Bölüm 17 - Gidiş ve Dönüş
Bölüm 18 - İtirafta Devrim
Bölüm 19 - Evlenecek Misin?
Bölüm 20 - Gergin
Bölüm 21 - Acı Görev
Bölüm 22 - Başarı?
Bölüm 23 - Bir Kürek Toprak
Bölüm 24 - Teklif
Bölüm 25 - Belirsiz
Bölüm 26 - Yıkılmaz Duvar
Bölüm 27 - Kaybetmek ve Kazanmak
Bölüm 28 - Derin Sızı
Bölüm 29 - Deprem
Bölüm 30 - Ağır Arıza
Bölüm 31 - Bi Müsade
Bölüm 32 - Tutkun
Bölüm 33 - Zor Zaman
Bölüm 34 - Tehlike Çanları
Bölüm 35 - Alaşağı
Bölüm 36 - Sınav Gibi Sınav
Bölüm 37 - O Tek Kişi
Bölüm 38 - Evlenmeliyiz Artık
Bölüm 39 - Ulan
Bölüm 41 - Sevmiyorum Gitmeni
Bölüm 42 - İfşalayan Gazeteci
Bölüm 43 - Vuslat Nasıl Delirir 101
Bölüm 44 - Kız Verme Krizi
Bölüm 45 - Blöf Bunlar Tibet Bey
Bölüm 46 - Düğün
Bölüm 47 - Yıkıntı
Bölüm 48 - Kalp
Bölüm 49 - Ölümler
FİNAL - Bölüm 50 - Zormuş Yaşam
Yok Mu Benden Size Bir Açıklama...
BUTİMAR

Bölüm 40 - Sevmenin Aslı

5K 283 19
By BiCeruVar

Ben yine asır geçirdikten sonra 'Dur şu bilgisayarın başına oturayım.' demiş ve yine Youtube videolarına 'Bu son olacak, sonra bölümü ve bölüm resmini editlemeliyim.' diye diye on saatini boşa harcamış ve o videoların hiçbiri son olmamış, bu günlerde amatörlüğün dibine vurmuş yazarınız olarak sizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum. 

Ciddi anlamda saldım çayıra mevlam kayırayım ama psikolojik olarak ÇOK ŞÜKÜRlük zamanlardayım. Allah hep böyle normal olmayı ama, bir o kadar normalken de sevginize layık yazabilmeyi nasip etsin. 

Seviliyorsunuz canlar. Alın bu da bölüm. Kocaman da öpüldünüz. 

Bu arada BELDAR'ın bilmem kaçıncı bölümüne geldiğim halde hala oraya transfer olmayan bireyleri bekliyorum. Yalnız bırakmak size yakışmaz...

'Benim Savaş hakkında konuşacak bir şeyim yok.' Hilde anında eşikten geriye adım atarak çelik kapıyı tuttuğunda Doğa'nın yüzündeki zarif tebessümü görerek iyi günler dilemek için ağzını açmıştı ama kadının cümleyi geri tıkıştırması bir oldu.

'Madem yok neden kaçıyorsun?'

Son durum ayağındaki topuklulardan kurtulduğu için mutlu olan Doğa'nın kendini spor koltukta kankasının evindeymişçesine rahat hissetmesi, Hilde'nin ise yeni demlediği çayı fincanlara doldurup yanına yerleşmesiydi. İki bedende sanki yıllardır bir aradaymışçasına rahat davrandığından olsa gerek Doğa bacaklarını yukarı çekerek karşısındaki yüze baktı. Sorusundan sonra Hilde pes edip omuzlarını bıraktığı gibi kapının önünden çekilerek Doğa'ya geçmesi için yol açmış daha sonra da ne oldu demeden ne içeceğini sormuştu.

'Güzel demlenmiş eline sağlık.' Bir yudum aldığı çayından sonra çekik gözleriyle bile gülümsemeyi başardığında yukarı çektiği bacaklarını hafifçe serbest bırakıp elindeki fincanı sehpa üzerine bıraktı.

'Sana Savaş'la iyi olun, sevgili olarak takılın, onu mutlu et o da seni mutlu etsin falan demeyeceğim. Açığını istersen tam bir kütükdür bizim sarı. Türünün tek örneği değil ama kütük sonuç olarak, ham maddesi belli.' Hilde başını sallayarak onay verdiğinde ağzını açıp fikrini sunmadan ilk önce konuşmanın tamamını dinlemek üzerine fikir koymuştu kendi kendine.

'Çapkındır ama yavşak veya gevşek değildir. Fırlamadır ama her kadın benim demez. Alışveriş yapmayı sever ama kendi zevki içindir, kadınlara melek görünmek için değil. Zeki adamdır, o yüzden de egosu boyundan büyüktür. Ne kadar aldığı alkol, takıldığı kadınlar onun için önemli gözükse de idealleri daha önemlidir.' Hilde Doğa'nın anlattıklarını can kulağıyla dinlemeye başladığında üst dudağını da çoktan kemirme işine girmişti.

'Ama gündemde kaldığı şeylerin gece hayatı olmasını ister, böylece herkes onu zengin züppesi, aile parası ve vizyonundan beslenen bir ergen zanneder, o da bu arada insanların karşısına çıkmaya cesaret edemeyeceği bir aile ve iş adamı olur.'

'Savaş ve aile adamı olmak?'

'Aren Rollas hakkında hiç haber yazdınız mı?' sorusuyla beraber Hilde'nin başı sağa sola sallandığında Doğa kaşlarını havalandırıp dudaklarını ıslatmıştı.

'Şimdilerde görünürlüğü tıpkı amcam gibi gözden çekilmiş biri Aren Rollas. Aynı zamanda Savaş'ın dayısı. Birbirlerine o kadar benziyorlar ki anlatamam. Görünüş olarak olmasa da Savaş tam anlamıyla Aren Rollas diyebilirim. Çapkınlığı gibi aklını çalıştırma tarzı da dayısına benziyor.'

'Savaş'ı evlatlık sa-'

'Öyle zaten ama ailenin ilk çocuğunun nasıl olduğunu bilirsin. Mutlaka birisi onunla delicesine ilgilenir ve o kan bağı olmasa da büyüdüğünde tıpkısının aynısı olur.'

'Peki Aren Rollas, o neden ortalarda yok.'

'Evli, iki çocuğu var. Bütün ününü Savaş Hendarson'a bıraktı. Onun veliahdı yeğeniydi.' Doğa omuz silktiğinde Hilde anlamamışçasına derince iç çekmişti.

'Neden çocukları değil?'

'Berzah'ı Savaş engelledi. Beraber büyüdüler, bir bakıma abilik güdüsü. İlter ise henüz küçük. Çok küçük olmasa da 18 yeni olmuş bir adamı ki delicesine asosyal olan halinden yeni yeni kurtuluyorsa o ortama atmak büyük yıkımlara neden olur. Ama Savaş bunun için biçilmiş kaftan. Görüldüğü kadar boş değil. Ticari zekası zehir gibidir, son on yılın en genç ve en iyi turizmcisi olma yolunda çok sağlam ilerliyor. Ama bütün bunlara rağmen yüreği körelmedi, aksine vicdanını hiç kaybetmedi. Aren Rollas benliğini yitirenleri sevmez ve Savaş'ın ruhunun sapa sağlam duracağını biliyordu, çünkü kendi elinde büyüdü.'

'O bencil, bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez.'

'Elbette bencil, sen sevdiklerine bencil olmaz mısın?'

'Neden sevdiklerime bencil olayım?' Hilde'nin şaşkınlıkla gözleri büyüdüğünde Doğa'nın üst dudağı kıvrılmış ardından oturuşu dikleşmişti.

'Çok severim de kaybederim diye sevdiklerine dahi bencil davranırsın Hilde. Birbirimizi bu gerçeği bildiğimiz halde kandırmayalım.' Cümlesinin sonunda tek kaşını havalandırıp onay istercesine kadının gözlerine baksa da o anında kaçmıştı. Biliyordu, aynı düşünce onun kafasından da geçmişti ki bunu itiraf ettirdikten sonra bir nebze olsun her şey daha kolaylaşırdı.

'Kabul et. Savaş'a yüz verdiğinde onun seni cepte görerek rahat davranacağını düşünüyorsun ve sen buna katlanamayacak kadar gururlusun. Gurur yaparsan her şey biter ama onu hayatına tam anlamıyla almazsan canın yanmaz. Ama bu yaşayacağın değil sadece senin düşündüğün.' Hilde kaçırdığı gözlerini Doğa'ya yönlendirmemekte kararlı iken kafasında geçen cümlelerle kavgaya tutuşmuştu ki mühürlenmiş dudakları da kendinden habersiz aralandı.

'Onunla aynı yataktaydım, uyandığımda sarılmasındaki yalancı şefkate kapıldım. Daha fazla ne kadar hayatıma alabilirim?' en son kurduğu cümlesiyle kuşkulu bana gözlerini de Doğa'nın parlayan bakışlarına çevirmişti. Aslında kendine sorduğu bir soruydu ama karşısında Savaş'ı gerçekten tanıyan biri vardı ve Hilde bazı şeylere tek başına yanıt aramaktan 27 gündür sıkılmıştı.

'O yalancı şefkat göstermez Hilde. Eğer hissettiysen gerçekten olduğu içindir.'

'Tibet'e olan aşkım gözümü öylesine kör etmişti ki onun için ülke değiştirdim. Ailemi, hayatımı, anılarımı, sığınacağım insanları geride bıraktım ve ona sığınmak yeterli dedim. Ama korkularım o büyük aşkımı itiraf etmemin önünde Çin setti sayılırdı. Üstelik onun basındaki gibi çapkın biri olmadığını bildiğim halde. Onu arabalarından kıskandım Hilde. Düşünsene, arabalarından.' Doğa gözlerini büyütüp kendiyle dalga geçercesine güldüğünde başını sağa sola sallayıp geriye atmıştı.

'Kendime zincirler vurmam onu kıskanmama engel değildi ama gerçekleri duymama engeldi. Tibet dakikalarca arabasıyla konuşabilir ama ben konuşmasına takılmıştım. Neden onunla konuşuyor, ben varım burada derdim. İtiraf ettikten sonra beni arabasına anlattığını öğrenene kadar böyle devam etti. Ben asıl olanı görmedim ve bu zayıf noktam oldu. Kimsenin hayal edemeyeceği kadar yaraladı beni.'

'Atladığın bir şey var. Tibet Kasırga göstermelik ayda iki kez çıkardı, Savaş Hendarson ise gerçekten çapkın.' Doğa'nın yüzünde bir sırıtma belirdiğinde tek kaşını kaldırıp kendi mücadelesine sinirli kızın baş sallamasına bakmaya devam etti.

'Sen çapkın görmemişsin fıstık. Çapkın dediğin Aren Rollas ve Yiğit Karahan'ın gençliği gibi olur.'

'Nasıl yani?' Hilde kaşlarını çatarak kontrol etse de Doğa cebindeki telefonu açarak klavyede parmaklarını gezdirmiş ardından kızın dibine uzatmıştı.

'Al. Al bak hadi. Savaş çapkınlık yapmıyor Hilde, Savaş yer tutuyor. Bana Savaş'ın bir kızla öpüştüğüne dair magazini meşgul eden bir fotoğraf göster hadi.' Kadının gözleri bir bir gezmişti fotoğraflarda, ardı ardına dizilmiş geçmişe ait çapkınlıkların bu güne kadar taşınması dijital medyanın bir harikası olabilirdi. Belki de yıllar sonra bu fotoğraflar bir davaya malzeme dahi sayılabilirdi.

'Neyse, illa ki olun demiyorum, senin kararların tabi ama onu gerçekten tanı, sonra karar ver.'

'Ben onu hayatıma alamam.' Hilde inatla başını sağa sola salladığında Doğa ayakkabılarını giyerek karşısındaki bedene bakmıştı.

'Peki, ya hamileysen?'

'De-değilimdir.' Tedirginliği dışa vurduğunda Doğa'nın anlattıkları sayesinde ufacık umut filizlense de içinde karşısındaki kadının Savaş'ın çevresinden olduğunu bilerek o gidene kadar ketumca saklamıştı asıl benliğini. Ne olursa olsun o Savaş züppesinden emin olmadığı sürece gerçek duygularını tam anlamıyla dışa vurmayacaktı. Ne aklından geçen acabalar ne de kalbinde filizlenen belkiler yüzünü yumuşatamazdı.

Doğa sıkıntıyla Tibet'in koluna girdiğinde adam elini avucuna hapsedip sessizliğini korumuştu. Bu konularda kelin ilacı olsa kendi başına sürerdi misali bir çabaları olsa da yardımları dokunmuyordu ki. Dışarıdan görünen hallerine kalırsa aşırı romantik, buradan nikah dairesine kadar ulaşabilecek potansiyele sahip çiftlerdi ama içlerinde tam bir gladyatör olmuşlardı. Tibet üzerine geldikçe Doğa çelik bir zırh giyiyor, Doğa o zırhı kuşandıkca Tibet daha da biliyordu kılıcını. Ne kadar sessiz kalsa da bakım onarım aşamasındaydı fikirleri ve Doğa'da Tibet kadar emindi ki evlilik meselesi çok arka sıraya çekilmemişti henüz.

'Hamile olmadığından emin değil.' Ortadaki kendine göre boğuk suskunluğu sıyırıp atmak istediğinde duyurmuştu nazik tınısını ki Tibet'in henüz çocuklaşarak küsme evresine gelmediğini aldığı yanıtla anlayıp içini rahatlattı.

'Savaş'ta emin değil zaten. Kafalar patates.'

'Sence düzelir mi? Veya, ya hamileyse, o zaman ne olur? Aren amca evlendirir de, Ceren teyzenin o kadar sakin olacağını sanmam. Yani uzun süreli sevgililik dönemi olsa o da ses çıkarmazdı ama işte-'

'Bilmiyorum. Hilde inat dedin, Savaş'ı anlatmama dahi gerek yok. Ve hamileyse Aren amca ve Ceren teyzeden önce kızın Savaş'tan saklayıp saklamayacağı muamma.' Doğa şakağını adamın omuzuna yasladığında Tibet derin bir nefes bırakmıştı açıklamasının ardından. Şuan ağzını açıp 'Olanlar onların sorunu, benim derdim seni kendime almak.' Derdi de bir kere yutmuştu kelimeleri. O da sırf Doğa kırılmasın diyeydi.

'Çok zor, ilk başta belki saklar ama ya sonra?'

'Savaş, benden iğrendiğini gördüm vazgeçmem ama bir daha o bakışları da kaldıramam, dedi.'

'Hilde'ye de hak veriyorum. Yani tamam biz biliyoruz ama bu kızın ailesi Savaş'ı nasıl kabul edecek? Çok açık görüşlü dahi olsalar çapkın etiketi yemiş bir adam gözlerinde aklanmaz.'

'Değil mi? Haklısın.' kaşlarını hafifçe kaldırıp başını onaylarcasına sallamıştı Tibet ardından ise Doğa'nın gerilmesini sağlayan o cümleleri sarf etmekten kaçınmamıştı.

'Baksana amcam kim olduğumu, ne yapıp yapmayacağımı biliyor ama beni tanımaz hale geldi.' Gözlerini ilerledikleri sahil boyuna dikmiş olsa da omuzundaki baskının hafiflemesiyle Doğa'nın kendini izlediğini anlamıştı.

'Babama kırgın mısın?'

'Aksine. Ben kendime kızgınım. Amcamın şuan olan tavrını haklı çıkaracak şeyler yaptım.'

'Saçmalama yüreğin ortada senin.'

'Yüreğim ne kadar temizse içim de o kadar kirli benim. Bunu sende çok iyi biliyorsun.' Bakışları onu izleyen badem yeşili harelere döndüğünde gözlerindeki karanın arkasına sakladığı deliliği de göstermek ister gibi o buzlaşmış Tibet'i ortaya atmıştı. Doğa'nın bir nebze olsun ürkeceğini bile bile yapıyordu bunu. Belki bunca zaman Tibet'in hep sevecen sıcak, samimi bakışlarını görmüş ve o gördüğünü üzerine giysi gibi dikip sabitlemiş olabilirdi ama sonuçta o da bir Kasırga'ydı. Babası gibi ne yapacağı belli olmayan bir Kasırga. Zaten ne olursa olsun Tibet eninde sonunda evlenecekti sevdiği kadınla, Doğa dahi itiraz etse bile evlenecekti. O yüzden de bunları görmesi gerekiyordu kedi gözlü sevdiğinin. Onun dudaklarını açıp konuşmuyor oluşunu gördüğünde yeterli olduğuna kanaat getirerek Doğa'nın yumuşacık yanağına dudaklarını bastırıp geri çekilmişti.

'Ben Vuslat Kasırga'nın en küçük oğluyum güzelim.'

'Bazen canavara dönüşeceğini düşünüyorum.' Gülüşü kulağında melodi dahi olsa yutkunamamıştı Tibet. Dönüşeceği bir şey yoktu çünkü zaten canavarın ta kendisiydi, tabi bunu sadece gören bilebilirdi. Doğa onun hayatı için milattı. Doğduğundan itibaren hızla yükselen ve devrimlere ev sahipliği yapan bir milat. Ne olursa olsun boğazını ilmek ilmek sıkılayan, nefesinde hem cennet hem cehennem yaşatmasını sağlayan kadınıydı. İlla ki bedenen ona sahip olması gerekmiyordu ki, böyleyken kendi ne kadar onunsa Doğa'da o kadar kendinindi. Babası ne konuda olursa olsun elinden geleni ardına koyma diye öğütler vermiş, öğütler gibi nasıl koyulmayacağını da öğretmişti ancak takdiri ilahinin de bir gerçeklik olduğunu göstererek bazı şeylere boyun bükülmesi gerektiğini anlatmıştı. Mesela ölüme...

Amcasına bir anda resti çekip gerçekten olanı biteni konuşması da takdiri Allah'a bırakmaktı. Tabi bunun ardında aynı zamanda kafasının içinde her an tetikte bekleyen Doğa'nı kaçırma planları hazırlanırken bunun da bir bakıma elinden geleni ardına koymamak olduğunu düşünerek yapıyordu.

Bazen, bu zamana kadar ben delirdim birazda onlar delirsin diyerek kedi gözünü sırtına atıp kaçırası geliyordu, sonra da içine Vuslat Kasırga kaçmış gibi ağır ol azıcık deyip dinginleşmeye çalışıyordu. İlişkilerini koca ailede her birey bilse de bilmiyor gibi davranmaları koyuyordu belki de Tibet'e. Sanki nasılsa hayatları ayrı yollara sapacak der gibi Yiğit hariç hiç biri destek olmuyordu. Buna gençlerde dahildi.

Erkekleri anlardı, bu ailenin içinde dahi kız alınacak oldu mu damada bin bela yükü zorluk çektirilirdi ama kızlar... Onlar da ne destek atıyor, ne de geri çekiliyorlardı. Öylesine, nötr bir şekilde durup olanları izliyorlardı. Bu savaşta da ortada tek başına dikilen Doğa ve Tibet oluyor, yetmez gibi bir de birbirleriyle savaşıyorlardı. Zaten normalde Yiğit'de burnundan getirirdi Tibet'in ama bu derece desteksiz kalmaları Doğa'yı üzer diye o kendinden tarafmış gibi davranıyordu sadece. Zaten kendi de susuyorsa, sabır çekiyorsa, çekip gitmiyorsa sırf Doğa o güzel yüzünü asmasın diye değil miydi?

'Sessizleşme.' Parmaklarına kenetlenen parmaklarla aklındaki düşüncelerden koptuğunda Doğa'nın ilk kez çekingen kalan haliyle burun buruna kaldı.

'Sen sesizleşince kötü şeyler yapacaksın diye endişeleniyorum.' Daha karşılık vermeden yeniden mırıldanınca yarım ağız gülümsemişti.

'Ben zaten kötüyüm kedi göz.'

'Pabucumun kötüsü.' Az önce çekinen kız yanıt alabilmiş olmanın rahatlığıyla bir anda burun kıvırıp gülümsemişti. Delisi deliydi eyvallah ama bu ailenin en akıllısı dahi deli çıkıyordu olayların sonunda.

'Hadi sakin bir yere götür beni.' Ani ruh değişimleriyle dolu ruhu yine Tibet'e çarptığında adam hiç itiraz etmemişti. Karşı caddeye geçerek eve doğru yola koyulduklarında ise adam birkaç kez taksi durduracak olsa da Doğa iki adım diyerek yirmi  yedi dakika yol yürütmüştü. Belki hava buz kesmiyordu şuan ama yaz günü tepelerinden bakan güneşin üzerine bir de nem eklenince sokakta dolaşan bir akıl fakiri kendileri kalıyordu.

'Ağaç eve mi?' geldikleri siteyle sırıtıp arka bahçeyi göstererek yönelse de Tibet başını sağa sola sallayıp cebindeki kumandayla garajın kapısını açmıştı.

'Eşek kadar olduk, tartmaz ora artık. Şimdi ben seni kaçıracağım ama sen bilmiyor gibi yap anlaştık mı?' muzur gülümsemesi Doğa'nın yüzündeki mutluluğu katlayarak çoğalttığında gözlerini kısmaktan da geri kalmamıştı.

'Saf salak kızı oynayayım yani.'

'Valla isteyince çok güzel rol kesiyorsunuz, bir kerede ben dedim diye saf salak rolü kes olmaz mı?'

'Utangaçlık da ister misin sevgilim?' şımarık kız çocuğu misali boyun büküp neşeli neşeli mırıldandığında Tibet'in kaşları da anında havalanmıştı.

'Ha ek paket dahi ekleyebiliyoruz. Bunu bildiğim iyi oldu.' Zamanı gelince kullanmak için yazdım dercesine bir baş sallamanın ardından garajdaki dolapta asılı arabasının anahtarını alıp yerleştiler koltuklara.

Doğa ilk dakikadan itibaren çalışan klimanın yönünü hizalayarak saçlarına gelmesini sağladığında hafiften öne eğilmeyi de eksik etmemişti ki omuzundan geriye çekildi anında.

'Geri dur, çarpar fark etmeden hasta olursun, ayrıca bağla şu kemerini güzelim.' Uyarısını dinlemeden saptıkları yol ile kaşları çatılmıştı kadının. Allah aşkına şu sıcakta ormanda ne yapacaklardı? Eser miydi ki? Ağaçlar sık olmasa belki çok güzel yüzüne rüzgar çarpardı ama o kadar sık ağacın arasından hafif bir meltem bile süzülmezdi.

'Şu havada ne yapacağız dağda?'

'Yav sen geriye yaslansana. Bir kere de inatlaşma, hayvan çıkacak birden frene basacağım bir yerini çarpacaksın.' İnatlaşmak da kararlıydı. O nasıl kendi sorularına yanıt vermiyordu kendisi de onun istediğini yapmazdı. Kısasa kısas Tibet üzerinde daha önce işe yaramasa da vazgeçmezdi.

'Lan çıldırtacak mısın sen beni? Yaslan geriye, frene bassam sinek gibi yapışacaksın ön cama.' Tibet Kasırga sakinliği de bir yere kadardı işte ki Tibet geriye yaslanıp kollarını önünde birleştiren kadına göz ucuyla baktı. Çatık kaşlarından anladığı bir şey varsa birkaç saniye içinde laf sokacak, az önce lan demesini de burnundan fitil fitil getirecekti. Normalde olsa demezdi de en nihayetinde direksiyonunda oturduğu metal yığını da insan icadıydı. Ne olacağını bilemediği için Doğa'yı ufacık bir tehlikeye atması söz konusu değildi.

'Seninkiler uyku için erken hazırlığa başlamış olabilir ama benim burada ne işim var?'

'Bir ayılığımız eksik kalmıştı.' Didişe didişe ormanın derinlerine gelip durduklarında Doğa kulağına ulaşan su sesiyle araçtan inip etrafa bakmıştı. İleride parlayan bir şey vardı, gözüne çok büyük görünmemişti ama su varsa serinlik o taraftadır kafasıyla düşünerek heyecanla kapıyı kapattığında çıkan takırtıyla dudaklarını birbirine bastırdı anında. Tamam Tibet kendine değer veriyor, seviyordu da arabasına da gösterdiği ilgi küçümsenemezdi.

'Kır kır. Hatta dur yardım edeyim sök, lazım olmaz nasılsa bundan sonra. Levye de ister misin canımın içi, şöyle kaportayı dağıtırsın bir güzel?'

'Harbiden arkadaşlarınla buluşacaksan bu kadar asabileşme, siz şimdi sırtınızı ağaca sürer sakinleşirsiniz, bende o sırada arabayı parçalarım. Bütün edevatı kendim temin ederim aklın kalmasın. Uykunuz için her şeyi tam yapın eksik kalmasın.' Adamın sabır dilenircesine ellerini semaya kaldırıp tövbe çekerek başını sağa sola sallamasına muzur gülümsemesiyle bakmıştı Doğa. Daha çok sırıtsa da Tibet'in çatık kaşları ona dönünce yalancı ciddiyetini takındı.

'Sakin bir yer istedin getirdim. Sus ve takip et.' Üstün başarılı tam kadro kütüklük sertifikası tasdiklendiğine kanaat getirdiğinde adamı takip etmeye başlamış aynı zamanda biraz önce Tibet'in yaptığı gibi narin ellerini gökyüzüne açmıştı.

'Rabbim yaratıyorsun madem takip et. Başka erkek olsa romantiğe bağlar, yeşillerin huzuruyla elimi tutar salınır. Benim ki ormantiğe bağlıyor, acaba nerede frekans bozuldu ki.'

'Başka erkekte yapamaz kedi göz.'

'Niyeymiş, hepiniz mi ayısınız?'

'Elini tutmak aklından geçtiği anda kolu kopar da o yüzden.' Her zamanki gibi ağır kapağı kaldırdığında arkasındaki kadına dönüp tek kaşını havalandırmıştı anında. Doğa ise cümlesini yutarak adamın ne yapmaya çalıştığını izlemeye koyulmuştu ama anlamazca bakarken beline kadar açtığı çukura inen adamın uzattığı eli yakaladı. Ayağındaki topukluya rağmen dar ve dik merdiveni inen kadınla uzanıp tekrar kapağı örterek kilitlediğinde usulca bir adım önündeki kadına yaklaşıp ellerini karnına doğru sarıp ilerletmeye başlamıştı. Sonunda önlerindeki başka kapıyla karşı karşıya kaldıklarında Tibet kilidi açarak Doğa'nın karnına elini tekrar yerleştirip kapıyı iterek yüzlerine çarpan cenneti açışını izlemişti.

'Oha! Yani, Tibet burası, cennet gibi...'

'Puştluk yapıyorum sanma ama her yönden benim olacağın, ilk çocuğumuza hamile kalacağın yer burası olacak zamanı gelince.' Kadının sert yutkunuşuyla adam içeri girmesi için bir adım atmaya kalkıştığında kadının zayıf kolları durdurmuştu onu.

'Madem o kadar mabedimiz olacak buraya ilk adım atmamda kucağında olsun.' İnsan ne denli şaşırabilir, ne kadar şaşırtabilir bilinmezdi ama söz konusu Kasırga ailesindeki her hangi bir bireyse her şeye açık olunmalıydı. Tibet Doğa'nın isteğini ikiletmeden kadının ağzından bir an boşlukla çıkan tiz çığlığa rağmen gülümsemeden edememişti. Sevdiği kadını kendinden çok tanıyordu Tibet. Onun benliği ait hissettiği yerlere ruhen bağlanışını, kuruyacak yaprak kadar küçük dahi olsa hediyelere değer verdiğini, bazen tek başına kalıp aklını öyle toparlayabildiğini ve ne kadar ben güçlüyüm pozu verse de kollarının arasına sığınmayı sevdiğini biliyordu.

Daldıkları evin salonundan gelen kıkırtılarla birbirlerine baksalar da yarım saat önce geldikleri o ormana hala dönmek istiyorlardı. Tabi içerideki tantanayı merak etmeleri başka bir kefeye koyulabilirdi. Yaklaştıkça görüş alanlarına giren salonu kontrol ettiklerinden gençlerin oturup Taner ve Ada'da olan son durumu izlediklerini görerek dikkat kesildiler.

'Ya asansör kötü bir şey değil ki...'

'Taner vallahi Allah yarattı demem ıslak odunla döverim seni. Evde durmamak için bir asansör yaptırmadığın kaldı.'

'Güzel bakışlım ben hep evde dururum ama asansör şart.'

'Sabır ihsan eyle Ya Rabbim. İstemiyorum asansör!'

'Eyler eyler. Sen kabul et hadi, bak ustalar ağaç oldu, günah adamlara.' Abisinin elini savurmasıyla az önce bahçede gördüğü adamların neden bekledikleri de açıklığa kavuşmuş olmuştu.

'Belanı benden bulma. İstemiyorum dedim.'

'İyi de niye?'

'Ya o asansör olursa neden yapıldığını hatırlayıp korkacağım!' kadının bir anda celallenip dolu gözleriyle ciddileşmesinden sonra herkes olayın fazlaca resmiyet barındırdığını anlayarak donan gülümsemelerini silmişlerdi ki merdivenlerden Vuslat'ın sesi duyuldu.

'Taner! Niye üzüyorsun ulan kızımı. O nasıl diyorsa öyle olacak, yok diyorsa yok.' Bariton sesinin ardından gözleri kızarmış Ada'ya odaklanmıştı keskin bakışları. Taner sinir eder, kızdırırdı ama ağlatmazdı. Şuan ki durum her şeyden hassasken oğlunun durumu tiye alarak atlatmaya çalıştığının da bilincindeydi. O yüzden fazla üzerine gidemezdi zaten.

'Baba, biz bu akşam evimize geçelim.' Taner'in durgunlaşan sesi Vuslat'ın kaş çatıp dudaklarını aralamasını sağlasa da karısının havalandırdığı kaşlarıyla yutkunmuştu kelimelerini. Belki de baş başa kalıp birbirlerini tedavi etmeleri en doğrusuydu. Sonuçta Vuslat'da en büyük gücü yalnız kaldıklarında Buğlem'den alıyordu.

Sessizliğin içinde kalanlar yüreklerindeki çığlıkları söndürdüğünü sanırken kendisini öldürürdü aslında. Hastaneden çıktığından beri bu konuyu açmayan ve açtırmayan Ada bir anda kurtulmuştu boğulmaktan. Biraz daha içinde dursa kesin infilak ederdi.

Tibet çalan telefonuna göz devirerek uzandığında önündeki laptopun kapağını da yarım indirmişti. Ekrandaki numaraya baktığında anında boş tehdit olacağını anlasa da dudak bükerek yanıtladı.

'Alo-'

'Tibet bey' onay bekleyen sesin bozucu yardımıyla yapıldığını anlamak için Nasa'da falan çalışmasına gerek yoktu zaten de ilk kez adı sorulur gibi söyleniyordu. Sanki her şey hallolmuş tehdit edilecek adamın doğru numarasını bulmak kalmış gibi. Oyunun kurallarının değişip değişmediği hakkında bir fikri yoktu ama şayet ki değişmişse hoşuna gitmemişti bu yeni tavır.

'Gönder gelsin bakalım boş tehditini.' Rahat ses tonu adamları ciddiye dahi almadığını gösteriyordu ta ki arkadan duyduğu kükremeye çalışan kedi sesine kadar.

'İt herif! Çöz lan beni! Tırnaklarımla parçalayacağım seni! Adam mısın lan! Adam mısın!'

'O ihaleye katılmayacaksınız.' İster ses bozucu olsun, isterse ağzı bantlanmış olsun, cehennem zebanileri onu ateşlere atacağı zaman bile tanıyacaktı o sesi. Şuan şakağına kurşun girmiş gibi hissediyorsa da kendine bu yönden güvendiği içindi. Suratına kapanmış aramanın sinyal sesleri beyninde çınlıyordu resmen. Sadece on saniye, on saniye duraksamanın ardından elindeki telefonla koşarak acil çıkış merdivenlerine atmıştı kendini. Üç kat üste ulaşarak ilerlemeye devam ettiğinde korkudan bütün organları sıkışıyor olsa da paldır küldür daldığı odanın boşluğuyla donup kaldı.

'Doğa hanım üç saat önce şantiyeye gitti Tibet bey.'

'Şantiyeyi ara hemen.' Elindeki telefondan tekrar Doğa'yı aramışyı ama ulaşılamıyor sesi merdivenlerden çıkarken olduğu gibi beynini kaynatmaktan geri kalmamıştı. Asistanın numarayı çevirmesiyle telsiz telefonu alarak derin bir nefes çekti. Orada olmalıydı, kesinlikle orada olmalıydı.

'Doğa hanım şantiyede değil mi?'

'Bir saat oluyor ayrılalı Tibet bey.' Elindeki telsizi sinirle bıraktığında çıldırmak üzere olduğunun bilincindeydi. Paniğini sakinleştirmeye çalışarak asistana tekrar baktı.

'Şoförle gittiyse şoförün numarası, yoksa şantiye yetkilisinin numarasını bana mesaj atıyorsun. Güvenliği hemen arayıp arabamı ön kapıya getirmelerini söyle. Hızlı!' tekrar merdivenlere yönelirken sekretere emir verdiğinde onun sinir küpüne dönüştüğünü gören Güneş'te ardından koşmuştu.

'Abi ne oluyor?' merdivenleri üçer üçer inen Tibet'e yetişmek zor olsa da adamın bu kadar tedirgin hali bile korkuttu. Sonuçta Tibet kolay kolay hislerini iş ortamında belli etmezdi.

'Doğa'yı kaçırdılar.' Önceki cümlelerine oranla öyle bir sakinlikle söylemişti ki yanan içinden düğümlenen gırtlağına kadar kanadı Tibet. Güneş ise aldığı yanıtın şokuyla ağzını açamamış sadece Tibet'in sinirle kaza yapmasını engellemek için güvenliğin uzattığı anahtarı alıp sürücü koltuğuna yerleşmesi bir olmuştu.

'Ona bir şey yaparlarsa yaşayamam. Neyim var neyim yok vazgeçerim ama saçının teline zarar gelirse dünyayı yakarım!' dişleri arasından tıslarcasına konuşup yumruğunu aracın gövdesine geçirdiğinde Güneş aklını yeni yeni toparlamaya başlamıştı.

'Nereye gidiyoruz? Çağırdıkları bir yer var mı?' sorusuna rağmen kardeşim dediği adamın aklını düzene sokamadığını görerek arabayı kenara çekti. İlk önce başlamaları gereken yeri bilmeliydiler.

'Abi, bak kafayı topla bir. Düşün bakalım, Doğa'nın kolyesine bilekliğine, tokasına mokasına çip falan yerleştirdin mi? Amcamlar yerleştirdi mi? Nereden başlayalım aramaya? İstersen eve gidip mobese kayıtlarına gireriz, istersen direk emniyete geçip adamımızı bulalım.'

'Yok, yok hiçbir şey yok. Ne takip cihazı ne de başka bir şey.'

'Vuslat amcamın hediyesi olan kolye boynunda olurdu hep, o vardır-'

'Yoktu. Bu gün hiçbir şey takmamıştı şantiyeye gideceği için.' Tibet sıkıntıyla saçlarının arasına parmaklarını daldırıp çekiştirmiş odaklanmaya çalışmıştı.

'Evi arayalım belki oradadır.' Mırıldanarak anında cep telefonunu takım elbisesinin ceketinin iç cebinden çıkarıp Vuslat'ın numarasını bulmuştu. İki çalıştan sonra ise adamın sesi duyuldu.

'Oğlum.'

'Amca. Doğa orada mı? Eve erken gelmiş ola-'

'Yo-yok. Bekle Güneş.' Adım seslerinin ardından kapı sesi de duyulduğunda hemen ardından Vuslat'ın sert tınısı ulaşmıştı.

'Ortada mı yok? Kavga mı ettiler Tibet'le?'

'Kaçırdılar sanırım amca. Şirkette, şantiyede yok. Senin hediyen olan kolyeyi şantiyeye gideceğim diye takmamış. Emniyete geçelim diye düşünüyorum.'

'Eve gelin. Diğerleri de eve gelsin.'

'Amca, Tibet çok kötü, onu kimse evde tutamaz.' Güneş'in bakışları donup kalmış Tibet'in yüzünü bulduğunda transa geçmiş hali daha da tedirgin etmişti.

'Bir arada yolunu bulacağız, dediğimi yap oğlum.' Sessizlikten boğulan arabanın içine rağmen Tibet tepkisiz kalmıştı. Kulağından Doğa'nın bağıran sesi gitmiyordu ki babasını veya Güneş'i duyabilsindi. Ya canını yakarlarsa diye kafasında dönüp duran bin bir düşünceyi durduramıyordu. Çıldıracaktı. Yıllar sonra burnunun dibindeki hasretliğine kavuşmuştu, şimdi de ona zarar gelebilecek olma düşüncesi, kafayı yemesine neden oluyordu. Düşüncelerinden kopamadığı halde Güneş'in çoktan hareket ettirdiği arabada başını geriye atarak kendini içten içe yemeye devam etti. Şuan çevresinde dönenlerin bilincinde değildi ki. Toparlanması gerektiğini biliyordu ama o her zaman söylerdi, babası kadar güçlü ve mantıklı bir adam değildi Tibet. Onun kadar hızlı düşünerek kendini toparlayarak çözüme ulaşamazdı.

'Var mı bir haber?' donuklaşmış, kızgın, savaştan çıkmış gibi bakan gözlerine odaklanmış amcasıyla kara gözleri çakıştı Tibet'in. İstanbul'u alt üst etmiş, olabilecek herkesin tepesine çökmüş, hatta düşman olmak bir yana o yönde potansiyelleri olanların gırtlaklarına çökmüştü ama yoktu. On gün, tamı tamına on gündür ne telefon geliyordu ne de bir ipucu vardı. Sanki profesyonelce hazırlanmıştı bu kaçırma eylemi. Sertçe yutkunup adem elmasını hareketlendirdikten sonra on gündür sıktığı çenesi sayesinde yerilen yüz hatlarıyla baktı Eymen'e, kendi kadar kızgın ama daha çok bitikti. Tibet hırsı siniri yüzünden ayakta kalırken Eymen ona kıyasla yıpranmıştı. Tabi herkes biliyordu ki Doğa bulunduğu an Tibet'in durumu da alt üst olacaktı.

'Gerekirse tüm ülke, hatta tüm dünya olsun önümde, milim milim arayacağım onu, bulacağım. Ölmem gerekse dahi.' Kararlı tınısı kendini kaybetmiş gözleriyle amcasının bakışlarında dolaşsa da Eymen Tibet'in de artık sağlıklı düşünebildiğini zannetmiyordu. Öyle ki yeğenini daha önce ne olursa olsun bu kadar kafayı yemiş görmemişti. Kuduz köpek misali her yere saldırmaktan çekinmeyen Tibet'in de artık gerektiği kadar iyi bir halde düşünebildiğini sanmıyordu. Ki bu düşünceyi tasdikleyen olaylardan biri de Tibet'in artık arabayı dahi doğru düzgün kullanamıyor oluşuydu.

'Tibet! Telefon!' Miray ağlamaktan kızaran gözleriyle elindeki telefon koşarak merdivenleri inmişti ki anında elinden aldı kızın. Numara yine yoktu, fazla vakit kaybetmeden yanıtladı.

'Tibet Kasırga. Ne istediğimizi biliyorsun. Yarınki ihaleye katılmayacaksın, bizde sana kızı vereceğiz. Son kararın ne?'

'Siktiğimin ihalesi umurumda değil! Onun saçının teline bile zarar vermeyin. Katılmıyoruz ihaleye, hemen onu bana teslim edeceksiniz!'

'İhaleden çekilme!' arkadan hırçınca gelen Doğa'nın sesiyle Tibet dudaklarını sıkıca birbirine bastırmış ne zamandır hazırda bekleyen bir damlayı kirpiklerinden aşağı atmıştı.

'Güzelim...'

'O ihaleden çekil Tibet Kasırga, çekil ki-'

'Onunla konuşmak istiyorum.'

'Bu imkansız, iha-'

'İhaleden çekileceğim. Çarkını siktirme! Onunla konuşmak istiyorum!' birkaç saniyelik sessizliğin ardından Tibet duyduğu o güzel sesle koltuğa bedenini bırakmıştı.

'Beni dinle sevgilim. Ben iyiyim. Şunu unutma, hani dört sene önce tatile gitmiştik ya, sadece gençlerdik, hep beraber. Ece teyzem yaşıyordu. Dibimizde denizin su sesi vardı. İşte o tatildeki kadar iyiyim. Sakın ihaleden çekilme, beni kurtaracağını biliyorum. Tibet- Tibet sakın korkma! Ah!' sesi uzaklaşırken bağrışıyla içinde depremler olsa da dişlerini sıktı adam.

'Duydun işte, tatilde sanıyor kendini. Sen sana denileni yap kızı al. Herhalde kafayı yedi bu bir an önce sevgilini kurtar.' Yine sinyal sesi duyulduğunda gözlerini açarak dudaklarını ıslattı adam. Yüzündeki şeytani ifade açığa çıkmaya başladıkça bakışları babasıyla çarpışmıştı.

Continue Reading

You'll Also Like

75.5K 3.7K 30
°Aile kurgusu° İzel 17 Yıl boyunca hayatını Cehenneme çeviren Ailesinin gerçek Ailesi Olmadığını öğrenir. Peki ya Yıllar sonra çektiği acılara rağmen...
678K 45.4K 35
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
6.4M 206K 103
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
ALACAKAN By Yazal

Teen Fiction

378K 25.7K 9
Kalbini savaş meydanında bırakmış bir asker, o intikamı elbet bir gün alır. ... Alakurt lakâbıyla bilinen Kurter Alacakan, ülkesinin en başarılı aske...