Yavru Vatan Payam: İstiklâl S...

By kahverengiajanda

28.3K 606 493

(WattpadMysteryTR okuma listesinde) O güneşli gün bittiğinde ertesi sabahın bir çıkışı yoktu. Her şey tek bir... More

✨️ GİRİZGÂH ✨️
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm

4. Bölüm

1.4K 55 83
By kahverengiajanda

Sanat Aldinç

Takvim yaprakları fazlasıyla hızlı geçiyor sevgili defterim. Bugün 12 Eylül. O karanlık gecenin üzerinden beş ay beş gün geçti. Anneme hala ulaşamıyoruz. Yağmur vefat etti. Teyzemin psikolojik destek aldığını söylediler. Evden dışarı çıkmıyormuş. Eşi Levent ise hayatına normal seyrinde devam ediyormuş. O nasıl oluyorsa?.. Bu arada babam da hala bitkisel hayatta. Alnını sıyıran kurşun çok eskiden kaşının biraz üstündeki yara izini parçalamış ve sinirlere büyük oranda zarar vermiş. Yaşı da ilerlediği için bedeninin aylardır toparlanmasını bekliyorlar ki sinirleri onarabilsinler. Nerede yattığını dahi bilmiyorum; çünkü beş ay beş gündür ben de o gece beni getirdikleri gökdelenden çıkmıyorum. İki göz odalı evde Eylül adında bir asker kadınla yaşıyorum ve neredeyse hiç sohbet etmiyoruz. Haftada bir psikoloğum Umay Hanım ve yanındaki stajyeri Berkay geliyor. Onlara hastalığımdan bahsetmedim. Hipertimezi sendromuna sahip olduğumu hala hiç kimse bilmiyor ve sana ilk defa burada bahsediyorum sevgili defterim.

Unutamama hastalığı.

Her şeyi her detayına kadar hatırlıyorum ve bu lanet gibi bir şey. Onlara bunu söylemekten çok korkuyorum. İçten içe güvendiğim tek insan Özgür ama onunla da beş aydır iki kelimeden öteye gidemiyorum. Ağzımdan tek kelime çıkmıyor. Konuşma özelliğimi yitirmiş gibi hissediyorum kendimi. Her uykuya daldığımda ya Özgür'ün öldürüldüğünü görüyorum ya da babama işkence ettikleri o geceye dönüyorum ve bu kısır döngü bir türlü son bulmuyor. Ara sıra Yağmur'u da görüyorum kan revan içinde. Bana yaklaşıp duruyor. Ona her seferinde sarılarak ağlıyorum. Sanırım delirmeye başladım sevgili defterim. Aklımı yitirdiğimi hissediyorum. O gece Afkan'ın yüzü gözümün önünden hiç gitmiyor. Uzun zamandır karakalem çalışması yapıyorum. Konuşamasam da pek, babamı kurtaran askerlere Afkan'ın fotoğrafını vereceğim. Eylül'ün konuşmalarından anladığım kadarıyla saldırıyı düzenleyenin kim olduğunu bilmiyorlar ama ben biliyordum. Hem de çok iyi. Dün gibi. Sadece kendime biraz zaman vermek istiyorum. Zamana her şeyden çok ihtiyacım var.

Defterimin dolan sayfasını kapattım ve masadan kalktım. Çift kişilik yatakta yatmadığım tarafta duran yastığın altına sakladığım defteri çıkardım ve en son kaldığım yere geldim. Neredeyse bitmişti karakalem çalışmam. Bu adamın yüzünü resmetmek çok zordu. O yüzden beş ay sürmüştü çizmem. Tam konsantre olmuş kalemi bastıra bastıra sayfayı karalarken kapım çalındı ve irkilerek defteri kapattım. Toparlandım hemen.

"Sanat yemek vakti!" dedi Eylül, bağırarak. Korkudan sıklaşan nefeslerimi düzene sokup yavaşça defteri yastığın altına sakladım ve ayağa kalktım. Terliklerimi giyip aynaya baktım. Saçlarım bir hayli uzamıştı. Onları bileğimdeki tokayla ensemde atkuyruğu yaptım gevşekçe ve önüme düşen perçemleri ise kulağımın arkasına sıkıştırıp kapıya yöneldim.

Beş ayda fazlaca zayıflamıştım. Kilom normalin altında olduğu için görsel anlamda da rahatsız edici bir görüntüm vardı. Sağlıklı kilo alma konusunda Eylül bana yardımcı olmaya çalışıyordu. Ne kadar istemesem de her sabah kahvaltı yaptırıyor, midem almasa bile öğlen yemeğinde ekmek yiyordum ve akşam yemeğini yedirmeden uyumama izin vermiyordu. Bu sayede belki son bir ayda bir kilo falan ancak almıştım ama fazlası yoktu.

Odamdan çıktığımda kısa koridorun tam karşısında Amerikan mutfak vardı ve ada tezgâhın başında da oturan iki kişi yer alıyordu. Özgür ve Eylül. Özgür haftada en az bir kere de olsa mutlaka buraya gelip tüm gün benimle oturuyordu ısrarla. Başta odama kapansam da kapının önünde benimle konuşurdu ama artık odalara kapanmıyordum. Onunla eskisi kadar olmasa da sohbet edebiliyordum ama aramızdaki o şey, sanki askıya alınmış gibiydi. İkimiz de yaşadığımız ilişki hakkında tek kelime laf etmiyorduk.

Aldığım psikolojik destek işe yarıyordu belki de. Ayaklarımı yerde sürüye sürüye masaya gittiğimde arkası bana dönük olan Özgür beni fark eder etmez bar sandalyesinden indi ve onun karşısına gelen sandalyeyi çekti. Oraya gitmek yerine Özgür'ün yerine oturduğumda bu hareketime tebessüm ederek benim için çektiği sandalyeye kendisi geçip oturdu.

"Menemen ekmekle yenir. Al bakalım," diyerek bana kopardığı taze ekmeği verdi. Canım hiç istemiyordu ama kendimi yemeye zorladım. Önce sıktıkları taze meyve suyundan bir yudum aldım. Çok ekşiydi ama vitamin değerlerim için bunu içmem gerekiyordu. Aksi halde destek almam gerekirdi ve ilaç içmeyi sevmiyordum.

Menemenden bir çatal alıp ağzıma attım. Midem, istemiyoruz diye bağırırken ben onu dinlemiyor sadece yemek yiyordum. Bir çatal iki çatal derken birazını da ekmekle ağzıma tepiştirdikten sonra tabağımı başarıyla bitirmiştim ve bu sadece birkaç sessiz geçen dakikamı almıştı benden. Bardağın yarısında kalan meyve suyunu da yudum yudum içtikten sonra ilk defa masadan kalkmak yerine oturdum öylece. Sessizlerdi. Özgür'ün beni izlediğini biliyordum. O hep beni izliyordu zaten ama farklı olarak Eylül de beni izliyordu çaprazımdan. Yemeğe başladığımdan beri gözleri üzerimdeydi zaten. Şu an oturmam onlar için bir devrim niteliğindeydi sanırım ama yavaş yavaş normale dönüyordum sanırım.

Yaşananları kabulleniyor da olabilirdim zira hayatıma devam etmek için benim kabullenmekten başka şansım yoktu.

"Afiyet olsun hayatım," dedi Özgür, sıcak bir sesle. Bana hala böyle sesleniyordu. Arada hayatım diyordu arada güzelim... Bana ne kadar iyi geldiğinden haberi yoktu ama. Ona sarılmayı o kadar çok özlemiştim ki boğazımın düğüm düğüm olduğunu hissettim özlemimden ama ne zaman böyle hissetsem hep Özgür'ün beni evimden çıkardığı an geliyordu. En son o zaman sıkı sıkı sarılmıştı bana. Çok geçmeden kollarımı ve bacaklarımı bir ürperti sararken huzursuz bir şekilde ensemi yokladım. Soğuk soğuk ter basmıştı şimdiden.

Sessiz sessiz, "Saldırıyı kimin yaptığını buldunuz mu?" dedim çekinerek. Eylül tam o sırada kafasını kaldırıp bana baktı. Kaçamak bakışlar atıyordum ikisine de. Bunu sormamı ikisi de beklemiyordu. Bu zamana kadar onlara hiç soru sormamıştım çünkü.

"Ne dedin sen?" dedi afallamış halde. Gözlerini kısmış doğru duyup duymadığını teyit ediyordu. Ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra doğruldu hemen. "Konuştu mu bana mı öyle geldi?" diyerek Özgür'e dönünce dudağımın kıyısında belirsiz bir gülümseme oluştu. Özgür biraz daha eğilerek yüzüme baktığında gördü tebessümümü.

"Oha! Dünyam aydınlandı be..." dediğini duydum Özgür'ün bastırmaya çalıştığı mutlu bir sesle. Bu söz karşısında gözlerimi kırpıştırıp utançla gözlerimi başka yöne çevirdiğimde hissetmeyi unuttuğum kalbimin aylar sonra yeniden atması ve bunu hissetmem beni hayata bağladı sanki. Dudaklarımın arasından derin bir nefes alıp kafamı kaldırdım masadan.

"Şey... Eğer bir sorun olmazsa bu-bugün biraz hava alabilir miyim?" dedim tereddütle. Eylül bir bana bir Özgür'e bakarken Özgür adeta bir çocuk gibi Eylül'e dönüp ellerinden tuttu sıkıca ve Eylül'ün elindeki çatalla ekmek düşüverdi birden masaya.

"Dosyalarını sisteme girerim," dediğinde ne dediğini anlamaya çalıştım. Gözlerim kısıldı karşımdaki şeyle. Eylül o sırada gözlerini şüpheyle kısıp yumruğunu uzattı Özgür'e.

"Anlaştık. Olur, çıkabilirsiniz Sanat. Nereye gitmek istersin pek?" dedi Eylül bana dönerek. Onların bu hallerine ilk defa tanık olduğumdan afallamış bir halde kekeledim:

"Sa-sahile gitsek?" dediğimde Özgür bir an duraksadı. Bakışlarımızda bir yoğunluk sezdim. Özlemiş gibiydi ama bunu sadece ben görebiliyordum özgürce görebildiğim elalarında... Manidar bir tebessümle başını sallayıp ellerini silkeledi ve sandalyeden indi.

"Hay hay efendim. Hemen mi çıkalım yoksa öğleni mi beklemek istersin?" dediğinde arkama dönüp salondaki balkona baktım. Gökdelende olduğum için hava buradan güneşli ve güzeldi ancak biz bulutların üstünde kaldığımızdan yerdeki hava muhtemelen bulutlu duruyordu.

"Şimdi?" dedim sadece, kelime israfı yapmaktan korkarcasına. Yerimden yavaşça inerken Özgür gizlemeye çalıştığı neşesiyle kafasını salladı. "Hazırlanıyorum," diyerek sandalyemden indim ve odama gittim. Kapıyı ardımdan kapattığımda içeriden gelen kısık seslerini duyabiliyordum.

"Çok dikkatli ol Özgür. Sana güveniyorum," diyordu Eylül.

"Bunu söyleyerek ayıp ediyorsun. Onun canı benim canım. Merak etme her şey kontrolüm altında. Çok geç olmadan döneceğiz," dedi Özgür.

Onun asker oluşuna alışamıyordum aylardır ama onunla o bilmese de gurur duyuyordum. O silahı gördüğümde aklıma bir sürü şey gelmişti ama asker olacağı aklıma gelmemişti; çünkü asker olsa mesleğini benden gizlemez sanmıştım. Zira vatanı korumaktı onun mesleği. İnsan bunu nasıl saklardı ki?

Yine dudaklarımda o sıcak tebessümü hissettiğimde odamın içindeki banyoya gittim hemen. Yüzümü jelle yıkayıp nemlendirici kremimi sürdüm ve hastalıklı görünen cildime renk gelmesi için evden getirdikleri eşyalarımın içinden allığımı buldum. Aylar sonra yanaklarıma o allıktan sürdüm ve kuruyan dudaklarımı önce nemlendirdim sonra da parlatıcı bir şeyler sürüp banyodan çıktım.

Dolabın başına geçip kapaklarını açtım. Yavaş yavaş sonbahar şehrimizi ele geçirirken üşümemek için önce beyaz badimi giydim. Altıma da içi kalın, bilekleri büzgülü gri eşofman altımı giydim. Son olarak da badimin üstüne kapüşonlu, oversize sweatshirt giydim. Uzun saçlarımı sweatshirt'ün içine attım ve kafama yüzümü örtecek bir şapka geçirip üstüne de kapüşonumu geçirdim. Böylelikle kolay kolay kimse yolda beni tanıyamazdı.

Aynaya baktığımda aylar önce adından başka hiçbir şeyini bilmediğim Özgür gibi olduğumu fark ettim. Onu şimdi biraz da olsa anlıyordum. Ben de kimseye kimliğimi açıklayamıyordum. Bütün dünyada öldü bilinirken çıkıp da arkadaşlarıma, tanıdıklarıma, akrabalarıma ben yaşıyorum diyemiyordum. Oysa herkes ailemin bir saldırıda öldüğünü biliyordu. Ama biz yaşıyorduk. Yaşamak denirse buna...

Ayağıma çorap giyerek rafta duran aylardır giymediğim ayakkabımı aldım. Son olarak yastığımın altındaki defteri çıkarıp eşofmanın beline sıkıştırarak odamdan çıktığımda Özgür ve Eylül abla sessizce konuşuyordu. Ne konuştuklarını önemsemeden antreye gittim ve ayakkabımı giydim.

Buradan aylardır çıkmamak öyle küflendirmişti ki içimi dışarıdan yüzüme vuran serinletici hava garip hissettirmişti. Apartman boşluğuna çıktığımda ilk defa görüyordum apartman boşluğunu. Sıkıntıyla etrafa bakıp asansörü çağırırken Özgür de çıktı postallarıyla. Garip bir endişe furyası içimi kasıp kavururken asansöre bindik ve garaja giden düğmeye bastık. Araba var mıydı onu dahi bilmiyordum.

"Eğer bir sorun olduğunu hissedersen-"

Sözünü keserek, "Sen varsın, biliyorum," dedim hızlıca ve ayaklarıma bakmaya devam ettim utanarak. Eskiden böyle utanmazdım da. Her fırsatta ona sarılır öperdim ve hasret kaldığım bu adamla şimdi iki yabancıdan bir farkımız yoktu.

"Evet... Ben varım ve hep de olacağım," dedi Özgür fısıldayarak. Dudağımın kenarı güven hissiyle kıvrılırken asansör dakikalar sonra garajda durdu ve aydınlık bir yere indik. Özgür ilerlerken elini uzattı bana ama ellerimi ceplerime sokmuş onu takip etmeyi yeğlemiştim. Elini tutmadığımı fark edince yavaşça elini indirdi ve önden yürümeye başladı. Kısa bir süre sonra en az gece kadar lacivert bir arabanın önünde durduk. Ben sağ tarafa geçerken Özgür kapımı açtı. İçeriye geçip temiz araba kokusunu soludum. Kemerimi takarken Özgür de şoför koltuğuna geçti ve arabayı çalıştırdı. O sırada radyo açılırken Özgür hemen geri kapattı ama bu sessizlikte gitmek istemiyordum. Kendimi daha fazla dinlememe sebep oluyordu bu sessizlikler.

"Sakin bir müzik açabilir miyim?" diye sorduğumda yaptığı sanki çok büyük bir hataymış gibi radyoyu tekrar açtı ve telefonunu bana uzattı.

"Elbette. Telefonum arabaya bağlı zaten. Sadece şarkıyı bul ve aç," deyince sessizce başımı sallayıp uzun zamandır elime almadığım akıllı telefona girdim ve dinlemek istediğim şarkıyı açıp arkama yaslandım.

Bu aralar çok sık dinlediğim o parça arabadaki sessizliği doldururken gözlerim dışarıyı seyretmeye başladı usul usul. Özgür ise sakin bir şekilde arabayı sürmeye devam etti. Çağan Şengül, sen eskiden güzel bakardın gözlerime diyordu. Sen eskiden anardın beni kurduğun her cümlede... Şimdi, içi boş bir rüya bıraktın ellerime. Kaçamadım kurtulamadım, hayalin her zaman peşimde...

İnsanlar hayatlarına devam ediyordu. Kaldırımdan insan taşıyordu sanki. Korna sesleri, kamyon sesleri, bisiklete binenler, okula gidenler ve hep bir telaşesi olan insanlar... Her şey kaldığı yerden devam ederken değişen tek şey mevsimdi. Her yerde usul usul dökülen yapraklardan vardı. Ağaçlar dımdızlak kalmıştı. Ben en son bu mevsimde Özgür'le tanışmıştım. Ben en son bu mevsimde çok mutluydum. Ben en son yaşıyordum...

Ben, tek sağ kalan solumda var şarapnel. Sesini duymaya ihtiyacım var. Bu deli hasrete itirazım var.

Bu sözlerle gözlerimi kapattığımda annemle olan anılarımız zihnimde bir bir canlanırken, sahilde arkadaşlarımla geçirdiğimiz en güzel zamanları hatırlarken zaman su gibi akıp geçmişti ve Çağan Şengül'ün şarkısını başa sarıp sarıp bıkmadan dinlemiştim. Özgür ise sessizce araba sürmüştü. Kaç dakika kaç saat geçmişti bilmiyorum ama artık denizin o dalgalarını ve maviliğini gördüğümde derin bir nefes aldım. Özgür arabayı uygun bir yere park ettikten sonra arabadan indi. Ben de peşinden indim ve sahilin kokusunu soludum derin derin.

Bundan daha huzurlu bir koku varsa o da Özgür'ün kokusuydu galiba. Gözlerimi kapatıp bir kere daha soluduğumda neredeyse gözlerim dolmuştu. Zaman öyle acımasızdı ki hiç üzülmeden beni ezip geçmişti ve ben artık sadece acizliğime gözyaşları döküyordum. Sersem adımlarla kaldırıma çıktığımda gözlerimi sahilden alamıyordum. Aylar önce ne kadar da mutluydum ben bu kaldırımda. İçim hayat doluymuş ama şimdi içimde hayata dair hiçbir emare yoktu. Ama nefes alıyordum ve ben hayatım bitti desem de o hayat ben nefes almaya devam ettikçe sürecekti.

"Oturalım mı? Bak sandalye var burada," dedi Özgür sırtına aldığı iki tane piknik sandalyesini göstererek. Onlara garip garip bakarak sessizce başımı salladım; fakat o kadar kalabalıktı ki sahil gerilmiştim ister istemez. Sanki o kalabalıkta kaybedecektim Özgür'ü ve bir saldırı gerçekleşecekti onu kaybettiğimde. Yürümeyi yeni öğrenen bir bebekten farksız önümde ilerleyen Özgür'ün ceketinin ucundan yakaladığımda istemeden de olsa çekiştirmiştim onu. Durup bana döndüğünde koşar adımlarla peşinden gittim ama o yanına gittiğim anda beni kolunun altına alıp kokusuna hapsetmişti.

Yüzümü koynuna gömüp adımlarımı ona uydururken Özgür adeta yüzümü gizleyerek sahile kadar gitti ve hırçın dalgaların önünde durup benden ayrıldı. Sandalyeleri kılıfından çıkarıp tek tek açtı. Kasılan bedenimi rahatlatmaya çalışarak dalgalara karşı oturduk ikimiz de yan yana. Arkamdan insan güruhunun sesi kesilmezken önümde kimsesiz bir deniz ve dalgaları vardı. Şimdi Özgür'e daima huzur veren bu dalgalar bana da huzur veriyordu. Normal miydi tüm bu hissettiklerim?

"Eylül komutanın değil miydi?" dedim ilgisiz bir sesle. Gözlerimi kapatıp biraz huzur veren denizin sesini dinlemeye başladığımda Özgür soruma cevap verdi.

"Komutanım ama normalde ablam gibi. Öz değil ama ablam işte..." dediğinde içli içli nefesler aldım. Aylarca bana ailesinden bahsetmesini istemiştim ondan. Ne kadar kırıcıydı şimdi bahsetmesi. Ne kadar kırıcıydı böyle olmamız ama kaderimizde olanları yaşıyorduk.

"Yalnızken abla diyorsun o zaman?" dedim başımı arkaya yatırıp havayı ciğerlerime hapsederken. Özgür kısa bir an bana dönüp aynı şekilde cevap verdi.

"Evet... Ondan başka kardeşim bildiğim silah arkadaşım Çağatay var. Bir de sen vardın işte ama ben sana bahsedemedim hiçbir zaman. Ailem yok benim Sanat. Anne baba yok bende. Amca, teyze, hala, yenge, dayı, babaanne falan yok..." derken nefes almayı kestim anında. Gözlerimi aralayıp doğruldum ve denizin en uzağına diktim gözlerimi.

İçim, o bahsettikçe paramparça olmuştu ama bunu dışa vuramamıştım bir türlü. Annesini babasını her şeyden çok merak ederken Özgür onların yokluğu ile sınanıyordu. Bu gerçek, kalbimi kırıp geçmişti ancak Özgür'ü kırıp geçmemiş gibiydi. Belki de onu zamanında paramparça etmişti.

"Annene babana ne oldu? Onları tanıdın mı hiç?" diye sorduğumda Özgür buruk bir şekilde bahsetti onlardan.

"Tanıdım elbette. On iki yaşındayken kaybettim ben onları. Bir terör saldırısında." Duyduklarımla yüreğimde bir korku fırtınası başlamıştı. Denize odaklandığımı düşünürken başımı bir anlık şokla Özgür'e çevirdim. Benzer şeyler mi yaşamıştık yoksa?

Elleri ceplerinde sağ ayağını sol dizine yatırmış büyük bir rahatlıkla denizi seyrediyordu. Benim gibi şapkalara gizlemişti yüzünü ama elalarındaki o kırılgan bakışı, masum çocuğu görebiliyordum. Üzüntüsünü ve yalnızlığı hissedebiliyordum. O ana dönüp dönüp gittiğini anlayabiliyordum. Belki benim kadar hatırlamıyordu geçmişini ama hatırlıyordu işte, unutmamıştı tamamen.

"Terör saldırısı mı? Baban asker miydi senin de?" deyiverdim düşüncesizce. Özgür başını salladı olumsuz bir şekilde.

"Hayır, babam düz memurdu benim. Annemse ev hanımı."

Derin bir nefes aldı denizi seyrederken.

"Biz bir gün ailecek hayvanat bahçesine gidiyorduk. Kız kardeşim de vardı. Sekiz yaşındaydı o. Çok yaramaz bir şeydi ve böyle her şeye el atardı. İçinde bulunduğumuz otobüs benzin istasyonunda durdu ve o istasyon denize çok yakındı. Uçurumda gibi bir şeydi benzinlik. Dalgaların sesini duyuyorduk. Kız kardeşim denizi çok merak ediyordu. Yerinde duramamıştı. Bir götürsem onu o dalgalara ve deniz kıyısına, otobüsü kaçırırız diye annem telefonunu verdi elime. Dedi ki, git birkaç saniye video çek gel kardeşin burada dursun. Tamam deyip otobüsten indim. Onlar otobüste kalmıştı. Sadece yarım saniye falan video çektim ve yanı başımda bir hareketlenme oldu. Otobüste bir terörist vardı."

Burun kemiği sıktı ve nefeslendi. Öyle hızlı bahsetmişti bundan adeta bir hikâye anlatır gibiydi ama içim, onun her cümlesinde kavrulmuştu ve donup kalmıştım.

"Şoförü öldürdü, direksiyona geçti ve otobüsü uçurumdan aşağıya sürdü. Dalgalar aldı otobüsü..." dediğinde kalbim gümbür gümbür çarpıyordu artık. Önüme dönüp dalgalara baktığımda artık o dalgaların sesi daha farklı geliyordu kulağıma.

"Patladı ve kimse canlı çıkmadı. Otobüsü bile alamadılar orada çünkü dalgalar otobüsü de aldı. O saldırıda bir tek Eylül ablamla ben canlı kurtulduk işte. O gün tanıştık Eylül ablamla. Onun sayesinde on iki yaşında MİLOK'a kayıt oldum ve sonra keskin nişancı olarak uzmanlık falan aldım. Öyle..."

Bu anlattıklarından sonra ağır ağır önüme dönüp dalgalara baktım. Kıyıya hücum ediyorlardı ve bize ulaşamadan geri çekiliyorlardı. Özgür'ün ailesi dalgalardaydı. Öyle ağır bir his kaplamıştı ki içimi nasıl tepki vereceğimi düşündüm ama bulamadım. Arkama yaslanmak battı bir süre sonra. Doğruldum ve defalarca yutkundum ama hiçbir fayda sağlamadı. Kalbime öyle bir ağırlık oturmuştu ki gıkım çıkmıyordu. Kelimeler yok oldu, hüzün bütün gücüyle kalbime çöktü. Ruhumu tanıdık o kasvetli hava sardı. Dalgaları bencilce daha fazla benimsemiştim. O dalgalar Özgür'ü korumuştu ancak ailesini koruyamamıştı. Onları almıştı ve içine hapsetmişti.

"Kim peki?" dedim, kısık ve yanık bir sesle. Özgür sıradan şeylerden bahseder gibi yüzünü sıvazladı.

"Bir otobüs dolusu insanı Afkan diye birisinin öldürdüğünü öğrendim. Kim olduğunu bilmiyorum hala. İsmi geçmişti sadece o saldırıda. Muhtemelen Asphodel'deki hainlerden birisiydi. Şimdi anlıyorum, ta o zamandan beri içimizde de hainler varmış..." deyince gözümden süzülen yaşları sildim. Dalgalar daha kuvvetli vurdu kıyıya ve ayaklarıma kadar geldi. Özgür kolumdan tuttu beni geri çekmek ister gibi ama ayağımın altını sıyırıp geçti dalgalar. İnanamıyordum duyduklarıma. Aynı kişiden mi bahsediyorduk?

Özgür'ün ailesine bunu Afkan mı yapmıştı? Benim aileme, bana bunu yapan da oydu.

"Üzgünüm ben... Ailen yani..." Ne diyeceğimi bilemeyerek saçma sapan kelimeleri bir araya getirirken Özgür nihayet bana döndü ve yüzümü gördüğünde gözlerini kırpıştırdı. Şaşırmıştı haliyle. Dudaklarımın gitgide büzülmesine engel olamadım ve o bana bakınca telaşla yüzümün her yerine dokunmaya başladım ama düşündükçe kalbim daha çok kırılıyordu. Baş edemeyeceğim düşünceler kaplamıştı zihnimi.

Bir erkek çocuğu geliyordu gözümün önüne. Sırf kız kardeşi için video çekerken ailesi hemen yanı başında vefat ediyordu ve belki de o dalgaları seçmeseydi ailesi ile o da vefat edecekti. Dalgalar onu da alacaktı benden. Özgür'ün olmadığı bir hayatın tüm renklerini yitireceğini biliyordum. O benim unutabildiğim yanımdı. Hayatımdaki bütün acıları, hüzünleri hatırlamak benim kişiliğimi dibe çekerken onun var olduğu hayatımda acılarımı da hüzünlerimi de unutabiliyordum. O benim ilacımdı, şifamdı.

"Sanat ben seni üzmek istemedim. Çok geçmiş, seneler önceki bir şey. Artık o kadar da üzülmüyorum, ağlama sen de lütfen," diyerek omzumu tuttuğunda anladım gözyaşlarımın aktığını ama bu sadece daha çok ağlamama sebep oldu. Üzülüyordum ve elimde değildi. Bu söylediği o kadar imkânsızdı ve gözümde o kadar garipti ki... Unutmanın, unutabilmenin yetenek olduğunu bilmiyordu henüz.

"Özgür sen çok şanslısın biliyor musun?" dedim titrek dudaklarımı kıpırdatarak. Burnumu çekip derin derin nefes aldım ve eşofmanıma sıkıştırdığım defteri kararlılıkla çıkardım.

Hayatımız mahvolmuştu bizim ve bunu yapan aynı kişiydi. Afkan diye birisiydi. Yüzünün yarısı yanmış öfkeli bir varlıktı. Ona insan diyemezdim, adam diyemezdim. Ona hiçbir şey diyemiyordum... O tanıdığım en zalim, en kötü, en psikopat insandı.

"Şans mı?" dedi anlamayarak. Sonra içli içli güldü bu dediğime. "Eylül ablam şans, sen şanstın evet..." Benden hep geçmiş zaman ekiyle bahsetmesi dikkatimi çekmişti. Sanki onun için artık bir şans değildim...

Elimdeki defteri o kadar sıkıyordum ki elimde un ufak olmasından korkuyordum artık.

"Afkan'ı bulamadınız mı peki?" deyince gerildiğini hissettim. Gözlerini başka yöne çevirdi ve çenesi kasıldı.

"Hayır... Herifin ne bir resmi var ne de herhangi bir kaydı var. Azılı bir suçlu. Vatan haini. Hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Zaten adını da zorla ben buldum. Profesyonel bir terörist."

Bunu ona nasıl söylerdim bilmiyordum ama bildiğim bir şey varsa, o da Özgür'e çizdiğim resim belki de çok yardımcı olacaktı. Ailesini kim ondan aldıysa yüzü ellerimin arasındaydı. Bu varlık bizim hayatımızı mahvetmişti. Bu varlık bizi diri diri toprağa gömmüştü ve ben de onu gömmeden durmayacaktım. O intikamı bir şekilde alacaktım.

"Şanslısın dedim ya ben sana... Aslında ailenin ölümüne alıştığın için şanslısın." Kaşlarımı çattım yutkunarak. "Zaman unutturur derler. O acıyı hemen hemen unuttuğun için alışmışsın ama biliyor musun ben o geceye alışamıyorum. Hissettiğim acıyı unutamıyorum. Hep aklıma geliyor çünkü. Babam gözümün önünden hiç gitmiyor. Bunu yapan da..." Nefes nefese kalmıştım konuşurken. Durup arada soluklanırken Özgür yüzüme bakmaya çalışıyordu sürekli ancak gözlerim ücra bir noktaya takılmıştı.

"Evet, unutturur. Haklısın bir tanem ama sen?.. Gördün mü oradakileri?" Bunu sorarken öyle tedirgindi ki beni zorlamaktan, köşeye sıkıştırmış olmaktan korkuyordu ama artık kim sorarsa sorsun böyle bir baskı hissetmiyordum üzerimde. Artık söyleyip kurtulmak istiyordum ve hatta yardım etmek istiyordum onlara. Aylarımı almıştı benden bu sendrom. Aylardır kendimle olan savaşımı yenmeye çalışıyordum ben sessiz sedasız.

Güçlü bir nefes alarak Özgür'e baktım. Ela gözlerinin en içine gittim sanki. Oradaki unutulmuş acıları canlandırmak istemiyordum ama bunu söylemeli ve yapmalıydım. Babam için, vatanım için, herkes için ama en çok da sevdiğim adam için. Onun yaralarını sarmak için. Ailesi olabilmek için.

"Benim kimseye söylemediğim bir sendromum var Özgür. Bu bazen torpil gibi bazen de bir şansızlık olarak karşıma çıktı hep," dediğimde harelerini bir telaş tufanı kapladı. Kaşları da eş zamanlı olarak çatıldı. Elimi tuttu ve ovaladı hızlı hızlı. Normalde dokunursa bana vereceğim tepkiyi ölçerdi ama şimdi sanki çaresi buymuş gibi ellerimi tutup ovalamaya başladı. Çaresi buydu...

"Ne sendromu?.. Ben anlamadım. Neyin var, he?" Boştaki eli yanağımı bulunca gözlerimi yumdum saniyelik olarak. İyiydim şimdi. Değişik bir şekilde daha iyiydim...

"Benim hipertimezi sendromum var Özgür." Başta anlamadı ve hatta uzun süre boyunca anlamlandıramadı söylediğimi. Öyle olunca anlayacağı şekilde açıklamaya başladım. "Bu doğuştan gelen bir şey. Başta fark edilmemiş ama ben beş altı yaşlarındayken bebekliğime dair şeyleri hatırladığımı fark etmiş annemle babam. O yüzden bir doktora danışmışlar. Uzun süre boyunca teşhis konulamamış ama daha sonrasında bir doktor bulmuşlar. Ben... Türkiye'deki ilk vaka örneğiyim ve dünyada sadece sayılı insanın sahip olduğu bir sendrom türü bu. Ben geçmişime daire çoğu şeyi ince detaylarına kadar hatırlayabiliyorum ve bunu unutmam imkânsız. Ben o yüzden yaşadığım korkudan, endişeden, üzüntüden, kayıplarımdan kurtulamıyorum."

Bunları söylemek o kadar güçtü ki cümlelerim son bulduğunda benim elimi sıkan o değildi. Ben sıkıyordum elini ve gözlerinin içine bakıyordum aylar sonra. Bu anın böyle olmasını hayal dahi etmemiştim ancak kaderimde bunu Özgür'e böyle açıklamak varmış. Bana böyle bakacağını tahmin edememiştim. Bana mucize gibi bakıyordu. Bir mucizeymişim gibi pırıl pırıl bakıyordu bana.

"Sen hiçbir şeyi unutmuyor musun?" dediğinde yutkunarak başımı salladım.

"Evet... Saat 20.58'de odamdan çıkmıştım o gün. Seninle sevgili olduğumuz gün 30 Temmuz 2022 saat 13.45. Bu sahildeydik. Sana ilk defa 18 Ağustos 2022'de seni seviyorum, dedim. 11 Eylül 2017 yılında 11. sınıftım ve okulum değişmişti. Sınıfa sadece üç dakika yedi saniye geç kaldım ilk gün, saate bakmıştım çünkü. Seninle 24 Haziran 2022'de Fıstık Pastanesi'nde tanışmıştım. İlk defa-"

Ellerini kaldırarak durdurdu beni. İnanamıyordu tüm bu saydıklarıma. İsteyerek aklımda tuttuğum tarihler değildi bunlar. Çok iyi hatırladığım günlerden sadece birkaçıydı.

"Tamam, ben anladım ama... bu... nasıl mümkün olabilir Sanat? Doktorun... Doktoruna bilgi vermemiz gerekir," deyince başımı hızla iki yana salladım ve ellerinden daha sıkı kavrayıp durdurdum.

"Ben senden başka kimseye güvenemem Özgür. Hayır. İstemiyorum ben. Kimseye söyleme lütfen sadece sen bil ama doktoruma veya başka birine söyleme," dedim yalvarırcasına. Bunun duyulması başıma çok büyük işler sarabilirdi. Babam sırf bu yüzden hep sakla demişti bana ve bu böyle devam etmeliydi.

Bir elini kaldırıp yanağıma yerleştirdi yeniden ve dünya daha yaşanabilir bir yer haline geldi. "Bebeğim doktoruna danışmamız gerekiyor," diye ısrar edince sabırla cevap verdim.

"Danışırsan eğer bir daha asla odamdan çıkmam Özgür! Seninle bir daha asla konuşmam!" dediğimde elindeki telefonla kalakaldı öylece. Hayatımda hiç bu kadar net ve kesin olmamıştım sanırım. Buna ben bile şaşırırken Özgür dudaklarını yaladı ve başını salladı ağır ağır.

"Peki, istediğin gibi olsun ama beni bir daha sakın kendinle tehdit etme. Bak sakın yapma bunu!" diye ikaz ettiğinde hiçbir şey demedim bir süre.

"Sen de benim güvenimi sınama sakın. Doktorum asla bilmeyecek. Sadece sen ve timin."

Bana en saçma bakışlarından gönderdi.

"Timim mi? Doktoruna söylememiz gereken şeyi neden timdeki silah arkadaşlarıma söyleyeceğim?" dediğinde buna gayriihtiyari cevap verdim.

"Çünkü saldırıyı düzenleyenin kim olduğunu biliyorum ve robot resmi elimde."

"Nasıl?" dedi afallayarak. Defterimi verdim ona. Önce deftere sonra bana baktıktan sonra usulca elimden aldı.

"Unutamıyorum ben. Görsel hafızam fazlasıyla kuvvetli. O gün... Hayatım tehlikedeyken ben o adamdan yüzünü bana göstermesini istedim; çünkü atkı gibi bir şeyi burnuna kadar sarmıştı. Oradan kurtulunca robot resmini çizebilmek için istedim," dediğimde Özgür defterimi açıp bakmak yerine bir elini yanağıma koydu ve ıslak yanaklarımı sildi hafifçe.

"Sen... Bunu neden yaptın?" dedi şok içinde. Dudaklarım titremişti cevap vermek isterken. Öyle bir bakıyordu ki gözlerime tıpkı babam gibi kıyamıyordu ve bunu onun gözlerinde görmek bana yetmişti.

"Çü-çünkü ailemi dağıttı. Babamın canına kastetti. Onu yakalamamız gerekiyor ve onu mahvetmem gerekiyordu. Babama, bana, anneme ve hatta kuzenime bunu yapanı bu-bulmam gerekiyordu!"

Sıcacık gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken Özgür başımı göğsüne yasladı ve sıkı sıkı sarıldı.

"Bulacağım sana söz," dediğinde küçük bir yavru kedisi gibi göğsüne kıvrıldım ve gözlerimi kapattım.

"Özgür... Bunu bize yapan Afkan," deyiverdiğimde derin derin kokumu soluyan adam nefes almayı kesti ve bütün kasları gerildi. Kalakaldı söylediğimle.

Ͼ

Instagram: kahverengiajanda

Continue Reading

You'll Also Like

İHTİLAL By Fatma Demir

Mystery / Thriller

801K 28K 63
"Benimle oynarken iyi düşün." diye hırladı. Sesi karnımı burkarken dudaklarıma kilitlenmiş bakışlarını görünce karanlığın verdiği cesaretle güldüm. "...
113K 1.9K 42
Bolca +18 sahne ve biraz şiddet olacak arkadaşlar ona göre okursanız sevinirim "Bana attığın o tokat'ın karşılığı olmayacak mı sandın hemde tüm sını...
5.4M 24K 6
Kitap olacağı için ilk üç bölüm hariç diğer bölümler yayımdan kaldırılmıştır. Bir güneşe hayrandım bir de onu gölgede bırakan ay yıldızlı bayrağa. Ya...
1K 60 7
MAVİ AY, "Bir şansınız daha var. Vazgeçme, bu sefer pes etme. Onun senin için savaştığı gibi sen de onun için savaş." der gibi bana göz kırpıyordu sa...