Consciousness // Min Yoongi

By bangtaeguk

165K 13.1K 5K

"Gelecek, geçmişin ellerinde doğar." [Tamamlandı] {250317-180617} More

Intro; God, help me
Ep.1
Ep.2
Ep.3
Ep.4
Ep.5
Ep.6
Ep.7
Ep.8
Ep.9
Ep.10
Ep.11
Ep.12
Ep.13
Ep.14
Ep.15
Ep.16
Ep.17
Ep.18
Ep.19
Ep.20
Ep.21
Ep.22
Ep.23
Ep.24
Ep.25
Ep.26
Ep.27
Ep.28
Ep.29
Ep.30 -FİNAL pt.1-
Yazardan inciler&teşekkürler
Rek-lam-lar ????

Ep.31 -Final pt.2-

5.2K 375 284
By bangtaeguk

Halsey-Sorry (multide)
Halsey-Eyes Closed
RM&V-4 O'clock
Suga, Jin&Jk-So Far Away

Yanlışlarım varsa üzgünüm, kontrol etmedim :(

•°•°•

"2 yıldır sevdiğim biri var." dedi Jin.

"Aramıza döndüğüne sevindim." Namjoon giderken eliyle omzuma dokundu.

"Gökyüzünü seyretmek istiyorum." Taehyung'un gözlerinde bir ışık parladı.

"O ne biçim iç çamaşırı takımı? Çekil ben seçerim, hiç zevk sahibi değilsin." Jimin beni kalçasıyla kenara ittirdi.

"Trafo gibisin, çarpıyorsun." dedi Hoseok elini ovuştururken.

"Senin de iyi bir tedaviye ihtiyacın var. Baştan savma ev malzemeleriyle yapılandan değil, gerçek bir tedaviye." Jungkook omzunun üzerinden bana bir bakış attı.

Nefes alamıyordum. Dizlerimin üzerine çöktüm. Tüm anılar birden üzerime çullanmış, beni savunmasız bırakmıştı. Gözlerimin bulanıklığı yaşlar yanaklarımdan aktıkça gitmesi gerekirken artıyordu, bununla birlikte yaşlar daha da hızlı akıyordu.

Canım yanıyordu.

Onlar bunu hak etmiyorlardı. Mutlu olmayı, hep gülümsemeyi hak ediyorlardı.

Benim yüzümden bu haldeler. Eğer, eğer aşağıda çok vakit kaybetmeseydim, yukarıya daha çabuk gelebilseydim...

Bulanık görüşümle bir hareket seçebildiğimde gözlerimi kırpıştırıp görüşümü netleştirdim.

Amcam rahat bir şekilde yürüyordu. Elinde boş bir tüp vardı. Nereye gittiğini görmek için kafamı çevirdim.

Jimin.

Hayır! Hayır, hayır, hayır.

Ne yapacağını biliyordum. Buna izin veremezdim. Zaten onları kurtarmak için yeterince gecikmiştim. Ruhlarının acı çekmesine seyirci kalmayacaktım.

Kılıçtan destek alarak ayağa kalktım. Amcam Jimin'in yakasını açtı. Elindeki tüpü Jimin'in boynuna saplayacakken elimdeki kılıcı savurdum.

Karnından boğazına kadar bir kesik oluştuğunda iyileşmesini beklemedim. Jimin'e değdirmeye cüret ettiği koluna tekme atıp elindeki tüpü düşürmesini sağladım.

Tüm dikkatini çekebildiğimde bana doğru döndü.

"Sen de onlarla aynı sonu mu paylaşmak istiyorsun?"

Şimdi elimde silah kalmamıştı ve onunla yumruk yumruğa dövüşmem gerekiyordu. Jaejoong ve Hoseok'un derslerine rağmen onu yenmem imkânsız gibi bir şeydi.

Aklıma bıçaklar geldiğinde Jaejoong'un olduğu yöne doğru baktım. Vücudu duvarın dibinde oturur pozisyonda kalmıştı, kafası öne eğikti ve bıçaklar iki yanında duruyordu.

Amcama kısa bir bakış attığımda ne yapacağımı anlamıştı. O üzerime atlamadan hemen önce yana doğru koşmaya başladım. Hemen arkamda olduğunu hissedebiliyordum. Ellerimi bıçaklara uzattığım sırada bacaklarımdan yakaladı ve çekerek yüz üstü yere yapıştırdı.

Burnum sert yere çarptığında çığlık attım. Sıcak kan burnumdan akarken kırılmamış olması için dua ediyordum.

"Benimle boy ölçüşecek durumda değilsin."

Amcamın kahkahasını duyduğumda kulaklarım işkence çekiyordu.

Yerimden doğrulurken burnumdan akan kanı omzuma sildim.

"Aslında, yanılıyorsun." diyerek arkamı döndüm ve ellerimdeki bıçakları boynunun iki yanına sapladım.

"Seninle boy ölçüşebilecek tek kişi benim."

Bıçakları çektiğimde kanlar fışkırdı. Gözleri kocaman açılan amcam garip sesler çıkararak ellerini boynuna götürdü.

Bunun onu öldürmeyeceğini biliyordum. Ama ona saldırmaya devam ederken beni engelleyememesi bana yetiyordu.

Hızla hareket ederek onda yeni yaralar açmaya devam ettim. Jeajoong rastgele saldırılarla onu yenemeyeceğimizi söylemişti ama ne plan yapacak zamanım, ne de başka şansım vardı.

Gittikçe yoruluyordum, eğer birkaç darbede onun işini bitiremezsem o benimkini seve seve bitirecekti.

Bıçakları tekrar savurdum ama yavaştım. Bileklerimden kavradı ve sıkmaya başladı. Kemiklerimi kıracakmış gibi hissediyordum. Parmaklarım gevşedi ve bıçaklar tiz bir ses çıkararak yere düştü.

Yerler kandan kayganlaşmıştı, amcamın vüducundan hâlâ kan akıyordu. Çok kan kaybettiğini ikimiz de biliyorduk. Ona rağmen bu kadar güçlü olması bir şeyi fark etmemi sağladı.

En başından beri onu yenmem imkânsızdı. En azından bu yolla. Yani evet, Kim Jaejoong haklıydı.

Peh.

Amcamın neşeli sesini duyduğumda ona döndüm.

"Siz hepiniz...bir avuç aptaldan başka bir şey değilsiniz. Beni yenebileceğinizi cidden düşündünüz. Ama şimdi etrafına bir bak, yenildiniz."

Burnumdan tekrar kan gelmeye başladı. Kafamı yana çevirip kanı omzuma sildim ve güldüm.

"Sadece bu kadar kişi olduğumuzu sandın değil mi? Dışarıda binlerce insan var, hepsi de halk. Senin ülkenin insanları, seni başlarında istemiyor. Devrimi getirecek olan onlar. Bizim ölmemiz hiçbir şeyi değiştirmeyecek, o insanlar seni indirecek."

Yüzü karardı, bileklerimdeki baskı arttığında tepki vermemek için dişlerimi sıktım. Ama kemiklerimin birbirine sürttüğünü hissedebiliyordum.

"Onları da öldürürüm, gerekirse ülkedeki herkesi öldürürüm!"

Bağırışı geniş alanda yayıldı. Korkuyordu, kendi halkı tarafından öldürülmekten korkuyordu. Eğer ölümsüz olsaydı korkmazdı.

Bileklerimin birini bıraktığında acıdan inlemek üzereydim. Bileğimin rahatladığına sevinemeden boğazımda hissettiğim eliyle neye uğradığımı şaşırdım.

Boğazımı sıkarken beni havaya doğru kaldırdı, şimdi diğer bileğimi de bırakmıştı.

Nefes alamıyordum, oksijene ihtiyacım vardı. Ölecektim.

Elinin üzerini tırmaladım, sayısız tekme attım ama tek elde edebildiğim şey tutuşunun sıkılaşmasıydı.

"Seni öldürmeden önce içindeki ruhu almayı planlıyordum ama şimdi gerek yok. Burada bir sürü saf enerji var. 2'sini kaybetmek pek de fark yaratmaz."

Ağzım oksijen ihtiyacı ile açıldı ama içeri hiçbir şey girmiyordu. Kulaklarım uğuldamaya, gözlerim kararmaya başladığında kendimi son kez uyanık kalmaya zorladım.

Uğuldayan kulaklarım yüzünden her ses suyun altındaymışım gibi boğuk geliyordu.

Boğazımdaki baskı azaldı, dizlerim yere değdi ve deli gibi öksürmeye başladım. Havayı ciğerlerime çekerken gözlerimi kırpıştırdım ve ne olduğunu anlamaya çalıştım. Görüşüm netleştiğinde gördüğüm kişiyle dilim tutuldu.

Yoongi.

Birkaç saniyeliğine kalbim durdu.

Kendine gelmiş miydi?

Elindeki silahla yerde uzanan amcamın kafasına birkaç el daha ateş etti. Amcam artık hareket etmiyordu, ölmüş müydü?

Tüm kemiklerim ağrıyordu bu yüzden yerden kalkmayı denemedim bile. Sadece Yoongi'yi izledim.

Gözlerini etrafta gezdirdi inanamazmış gibi. Bir adım attı, sonra durdu. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Silah tutan eli yanına düştü.

Bir damla yaş parlayan gözlerinden süzüldüğünde onu silmeyi denemedi bile. Onu ilk kez acısını dışarı vururken görüyordum, bu kalbimi çok daha fazla acıtıyordu.

Yoongi ağlamazdı.

Ama ağlıyordu.

Onun gözyaşlarını ben silmeliyim.

Yerimden zar zor doğruldum. Diğerlerine bakamıyordum, hâlâ kabullenmekte güçlük çekiyordum. Eğer bakarsam gerçekler yüzüme çarpacaktı ve bunu istemiyordum. Buna inanmak istemiyordum.

Ben ona doğru bir adım attığımda hareketlendi, elinin tersiyle gözyaşını yanağından uzaklaştırdı. Jungkook ve Taehyung'un olduğu tarafa ilerledi. Öylece durup onu izledim.

Dizlerini kanlı yere koydu. İki parmağını Jungkook'un boynuna götürürken elinin titrediğini fark ettim. Korkuyordu, kalp atımını hissedemeyecek olması onu korkutuyordu.

Jungkook'un boynunda birkaç saniye bastırdığı parmaklarını çekti. Yüzünde hafif gülümsemeyle yerinden doğruldu ve arkasını dönüp tamamen zıt yöne doğru ilerledi. Hoseok'un yüzüstü uzanan bedenini dikkatlice çevirdi ve Jungkook'a yaptığı gibi onun da nabzını kontrol etti.

Tek tek herkesi kontrol ederken yüzü gittikçe aydınlanıyordu. O rahatladıkça ben de rahatlıyordum. Demek ki herkes yaşıyordu.

Jin'e doğru ilerlemeye başladı. Namjoon hâlâ onun başındaydı bu yüzden kontrol etmek yerine direkt ona sordu. Aldığı cevapla gülümsedi ve ayağa kalktı. Bana doğru döndüğünde ilk kez göz göze geldik ve ona gülümsedim.

Karşılık olarak gülümsemesini beklesem de, onun gözleri büyüdü ve içine korku tohumları filizlendi. Vücudu refleksle bana doğru uzanırken bağırışını duydum.

"Dikkat et!"

Gülümsemem solarken arkamı döndüm.

"Sana hiçbir zaman gardını düşürmemen gerektiğini söylemiştim."

"Kazandığını düşünüp erken davrandın ve köşeye sıkıştın."

Neden şimdi Jaejoong'un alıştırmalar sırasında bana söylediği şeyler aklıma geliyordu?

Muhtemelen yapmamam gereken şeyler konusunda beni uyardığı ve hepsini yaptığım içindi.

Ve belki de bu yüzden, şu an amcamın elinde tuttuğu kılıcım bana saplanmış haldeydi.

Canım yanıyordu, hiç yanmadığı kadar. Korkuyordum, daha önce hiç korkmadığım kadar.

Bacaklarımdaki güç bir anda çekildi ve kendimi dizlerimin üzerinde buldum.

Gözlerim amcamın suratından ayrılamıyordu. Delirmiş birini andıran gülümsemesi, yarısı hâlâ iyileşmeye çalışan suratında korkunç duruyordu.

Kılıcı sapladığı yerden çıkardı ve tekrar saplamak için hareket ettirdi.

"En azından yanımda seni götüreceğim. Sonsuzlukta görüşürüz sevgili yeğenim." dedi sırıtışının arkasından.

O sırada arkamdan iki el ateş sesi geldi, amcamın göğsünden kan fışkırdı ve yarısı iyileşmemiş olan kafatası iyice parçalandı.

Sıcak kan ve et parçaları üzerime sıçradı.

Vücudum geriye doğru düşerken öksürdüm, kafamı yana çevirip ağzımdaki kanı tükürdüm.

Yoongi yanıma koşarken dizlerinin üzerinde kaydı ve kafamın arkasından tutarak düşüşümü yavaşlattı.

Onun acıyla harmanlanmış bakışlarına bakarken kendi acımı düşünmek zordu. Dolu dolu olmuş gözlerinden bir damla yaş benim yanağıma düştü.

Gözyaşlarım benden bağımsız olarak akmaya başladı.

Ölmek istemiyorum.

Onu burada bırakmak istemiyorum.

"Özür dilerim. Özür dilerim yetişemedim. Özür dilerim sana zarar vermesini engelleyemedim."

Sesi titriyordu. Onu böyle görmek, göğsüme tarifsiz bir acının yayılmasına sebep oldu. Elimi kaldırıp parmağımı dudaklarına bastırdım.

"Şşt."

Sustu. Bakışları konuşmaya devam etti ama o benim için sustu.

"Ben iyiyim."

Hafifçe gülümsedim.

"Yalan söyleme! Lanet olasıca yalan söylemeyi hiç beceremiyorsun! İzin vermeyeceğim. Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim."

Bir damla daha düştü gözlerinden yüzüme. Elimle yanağını kavradım.

"Bana bir şey olmayacak zaten."

Yutkundum. Bunu yapabilirdim.

"Unuttun mu, içimde bir ruh daha var. Sizin kadar kolay ölmem ben."

Hafifçe kıkırdadım. Karnımdan yayılan acıyla birlikte nefesim kesilse de belli etmemek için gülümsemeye devam ettim.

"Yoo Min Shin?"

Şimdi bakışları karmaşıktı. Anlamaya çalışıyor gibiydi.

Çok az daha.

"Evet. Amcamın içinde o kadar ruh olduğu için ölmüyordu, unuttun mu? Ben de Yoo Min Shin sayesinde ölmeyeceğim. Sadece...sadece iyileşmem için biraz süre gerekiyor, o kadar."

Bu kocaman bir yalandı.

Çok fazla yaralanmıştım. Yoo Min Shin'in artık içimde olup olmadığını bilmiyordum ama eğer içimdeyse bile bir işe yaramazdı. İyileşmem oldukça uzun sürerdi ve ben o zamana kadar çoktan ölmüş olurdum.

"Bana yalan söylemiyorsun değil mi? Gerçekten iyileşebilir misin?"

Gözlerindeki umut ışığını gördükten sonra neredeyse yüzümdeki maskeyi düşürecektim. Ona yalan söylemekten nefret ediyordum ama başka şansım yoktu. Burada benimle uğraşıp vakit kaybedeceğine diğerlerini kurtarabilirdi.

Elim cebimdeki şişkinliğe değdiğinde tüpleri hatırladım. Cebimden onları çıkardım ve Yoongi'nin eline tutuşturdum. Çok fazla zamanım kalmamıştı, nefesim sıklaşıyor, arada gözlerim kararıyordu.

"Bunları al. Acil bir durumda kullanman için. Ölü bir insanda işe yaramazlar, bu yüzden ölmeden önce enjekte ettiğinden emin olmalısın."

"Kimin için bunlar?"

Kafamı hafifçe çevirip Jimin'in olduğu tarafa baktım.

"Onlar için. Hâlâ yaşasalar da durumları pek iç açıcı gözükmüyor. Onlara enjekte et."

Kaşlarını çattı. Aklında planlama yaptığına emindim ancak şimdi buradan gitmesi gerekiyordu. Beni böyle görmesini istemiyordum.

Ellerimle yüzünü yaklaştırıp dudaklarına bir öpücük kondurdum. Son kez elimi yumuşak saçlarından geçirdim, son kez kokusunu içime çektim.

Kendimi tutmama rağmen firar eden bir damla yaş şakaklarımdan süzülerek saçlarımın arasına girdi.

"Git şimdi."

Kafasını salladı ve yerinden doğruldu. Hâlâ kafasının karışık olduğunu ancak bana güvendiğini biliyordum. Bu kendimi daha da suçlu hissetmemi sağlıyordu.

Ayak sesleri bedenimden gittikçe uzaklaşırken gözlerimi yumdum. Çok fazla vaktim kalmamıştı ben de kalan zamanımı onu düşünerek harcadım. Son düşündüğüm kişi o olsun istiyordum.

Kurumuş dudaklarım kıvrıldı.

Boynumun yanında hissettiğim ani acıyla gözlerim açıldı, ağzımdan kısık bir çığlık kaçtı.

Elimi boynuma atarken aynı zamanda da kafamı yana çevirdim.

Yoongi?

Elindeki tüpü boynumdan çekerken ben de kendi elimi oraya bastırdım.

Tüp?

İyi ama...neden?

Gözyaşlarıyla parlayan gözlerini kırptığında birkaç yaş yanaklarına düştü.

"Özür dilerim. Sensiz yapamam. Kararına saygı duymaya çalıştım ama...özür dilerim."

Hâlâ bir elim boynumda şokla ona bakıyordum.

Beni yaşatmak için...

Gözlerim dolarken beni kucağına çekti ve sıkıca sarıldı. Başımı göğsüne sakladım, gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Ben onun tişörtünü sımsıkı tutup göğsünde ağlarken pürüzlü sesiyle konuştu.

"Düşündüm ki...bunlardan daha fazla bulabilirsek...herkes için kullanabiliriz."

Daha fazla devam etmesine izin vermeden titreyen sesimle fısıldadım.

"Yapamayız."

"Neden yapam-"

"Bunlardan başka yok."

"Nereden biliyorsu-"

"Çünkü hepsini parçaladım."

Belindeki eli sıkılaştığında ben de tişörtünü sıktım.

Pişman mıydım? Evet, hem de çok. Acele ve acemice davranmıştım.

Tüplerin içindeki maddenin ne olduğunu düşündüğümde kullanmamam gerektiğini biliyordum ama şu an etik davranabilecek durumda değildim.

"Olsun. Önemli değil. Hem herkes iyi, belki elimizdekini kullanmamıza da gerek kalmaz."

Pozitif düşüncesine karşı kafamı salladım. Elini yanağıma koyup baş parmağıyla hafifçe okşadı.

"Hâlâ acıyor mu?"

Başımı iki yana salladım. Acıdan çok ağrı vardı, sızlıyordu ama iyi olacaktım. Yoongi sayesinde.

Kucağından kalktığım sırada koridorun başından sesler gelmeye başladı. Gözlerimi yerde dolaştırarak küçük bıçakları buldum ama koridora girenleri görünce gevşedim. Jaejoong'un adamları herkesi tek tek hastaneye götürmek için taşımaya başladılar.

İki adamı kollarına girmiş hâlde dışarı götürülen Jaejoong yarım yamalak açık bilinciyle bana döndü ve sırıttı.

"İyi işti, ortak."

Başı önüne düşerken hızla dışarı çıkarılmasını izledim.

Arkamda Yoongi'nin varlığını hissettiğim sırada kollarıyla bedenimi sardı ve omzuma başını koydu.

"Sonunda bitti."

"Evet, bitti."

Onu onaylamama rağmen, hâlâ bitmiş gibi hissetmiyordum.

•°•°•

3 gün sonra

Boğucu odadan çıkabildiğimde derin bir nefes aldım ve Yoongi'nin oturduğu yere doğru kirli kıyafetlerimle ilerledim.

İyi olduğumu defalarca dile getirmeme rağmen muayene olmuştum, hatta pansuman bile yapılmıştı.

Hemşirenin beceriksizce sardığı sargıyı açtım. Ona gerek yoktu.

Yoongi'nin yanına oturduğumda kafasını çevirmedi. Dizlerinden birini titretmeye devam ederken bakışlarını beyaz duvara odaklamıştı.

"Durum nasıl?"

"Aynı, ikisinin de kritik."

Derin bir nefes verip arkama yaslandım. Merak ediyordum, pişman mıydı?

Eğer o tüplerden birini bana saplamasaydı, belki de şu an benim yerime onun yanında Jimin ve Jin oturup şakalaşacaktı, o kocaman kapıların ardında yaşam savaşı vermeyeceklerdi.

Tıpkı eskiden olduğu gibi. Benimle tanışmadan, hayatları kocaman karanlık bir girdaba sürüklenmeden önceki zamanlar gibi.

"Pişman değilim."

Hareket etmeden konuştuğunda şaşkınlıkla ona baktım. Aklımı mı okumuştu?

"Yine olsa, yine aynısını yapardım. Sensiz yapamam dediğimde ciddiydim."

"Ama şimdi-"

"Burada suçlanacak biri varsa o da benim. Kendini suçlama. Ya seni seçecektim ya onları ve ben seni seçtim."

Kalbim bu ağırlığın altında ezildi. Yan dönerek bir bacağımı altıma aldım.

"Yoongi, bana bak."

Boş bakışları duvarı delmeye devam etti. Çenesinden tutup yüzünü kendime çevirdim.

"Bunu yapamazsın. Kendine böyle yüklenmene izin vermem. Hem elimizde bir tane daha-"

"Evet elimizde sadece bir tane var ama orada iki kişi yatıyor. Birini seçip diğerini nasıl ölüme terk edebilirim? Bunu bir kez daha nasıl yaparım?"

Yüzünü tutuşumdan kurtardı ve dolu gözleriyle duvara bakmaya devam etti. Ağlamamak için kendini zor tuttuğunu biliyordum, bunu bilip bir şey yapamamak da benim kalbimi acıtıyordu.

İkimizin de canı yanıyordu ve birbirimize merhem olamıyorduk.

O gerginlikle dizini titretmeye devam ederken oturduğum yerden kalktım. Burada böyle oturmakla hiçbir şey değişmeyecekti.

Yanından ayrılırken bile bana bakmadı. Suratıma her baktığında yaptığı seçimi hatırlayıp canının yandığını düşünüyordum.

Odama geri döndüm ve yatağa oturup dizlerimi kendime çektim. Belki de oraya geri dönmeliydim. Oraya dönüp her yeri aramalıydım ve bir tane daha bulmalıydım. Çünkü hepsini yok etmek benim hatamdı.

Jin ve Jimin'in ölüm kalım savaşı vermesi ve diğer herkesin psikolojikmen çökmesinin sebebi de bendim aslında. Kimse suratıma karşı söylemese de anlayabiliyordum.

Üzerimdeki pis kıyafetleri çıkarıp hemşirenin getirdiği temiz olanları giydim.

Halk amcamın öldüğünü duymuş muydu bilmiyordum. Jaejoong'un kendine geldiğinde bu karışıklıkları düzeltmek için hastaneden çıktığını biliyordum.

Bu kıyafetleri gönderenin o olduğunu da biliyordum çünkü ikimiz bir şekilde aynıydık. Hastanede durup öylece bekleyemeyeceğimi biliyor olmalıydı.

Odamdan çıktım ve Yoongi'nin olduğu yönün tersine doğru ilerledim. Bulmak zorundaydım.

•°•°•

Moloz yığınlarının arasından geçerken tozdan dolayı birkaç kez öksürdüm. Uzaktan insan sesleri geliyordu ancak endişelenmem gereken bir durum yoktu. Binanın önüne çekilen girilmez şeridini kaldırıp altından geçtim ve içeriye girdim.

Anıların aklıma doluşmasına izin vermeden hızla merdivenlere yöneldim. Basamaklar oldukça zarar görmüştü ama kenarında basabileceğim kadar genişlik vardı.

Amcamın ofis odası olması gereken ancak geriye sadece moloz yığınlarından başka bir şey kalmayan odanın girişinde kalakaldım.

Hayır, hayır, hayır.

Bombaları yerleştirmiş ancak patlatmamıştım, buna emindim.

Peki kim patlatmıştı?

Jaejoong?

Sinirle duvarı tekmeledim. Başımı soğuk betona yasladım ve çaresizce göz yaşlarımı geri itmeye çalıştım. Buralarda bir yerde kalmışsa bile şimdiye yok olmuş olmalıydı. Arkamı döndüm ve başımı yerden bir an bile kaldırmaksızın kendimi binadan dışarı attım.

•°•°• 

Odamın olduğu koridora döndüğüm an kollarımdan kavranmamla neye uğradığımı şaşırdım. Yoongi'nin suratına bakarken nereden geldiğimi sorarsa ne diyeceğimi düşünüyordum. O molozların arasına tekrar girdiğimi ama hiçbir şey bulamadığımı nasıl söyleyecektim?

Ben bunları düşünürken Yoongi bana bir şeyler söylemiş ve peşinden sürüklemeye başlamıştı. Nereye gittiğimizi bilmiyordum ama onda bir şeyler vardı, garip davranıyordu. 

Beni getirdiği yere baktım; Jin'in yattığı odaydı. Neden buraya gelmiştik ki şimdi?

"Neler oluyor?" diyebildim içerden gelen yüksek sesli konuşmaları duymaya çalışarak. O sırada Yoongi kapıyı açtı ve Jungkook tarafından içeriye çekildim.

"Jin hyung uyandı!" diye bağırdı neşeyle beni çekerken. Kafamı çevirip yatağa baktığımda Jin'in yorgun bir gülümsemeyle bizi izlediğini gördüm. Namjoon da hemen yanında her hareketini kontrol ediyormuş gibi duruyordu.

"Aman Tanrım! Gerçekten uyanmışsın!" 

Birkaç adımda yanına ulaşıp geniş omuzlarına sarıldım.

"Çok...sıkmasak...ah!" Hemen geri çekilip onu rahat bıraktım.

"Özür dilerim, özür dilerim!"

Herkes gibi ben de sırıtışımı engelleyemiyordum. Jin uyanmıştı!

"Peki Jimin?" diye sordum kafamı arkaya çevirerek.

Taehyung'un gülümseyişi silinirken kafasını iki yana salladı. Ortam birkaç saniye durgunlaşsa da Hoseok anında garip dans hareketleri yaparak tekrar neşelendirmişti.

Fazla kalabalık yapmamak adına odadan çıktığımda üzerimden kocaman bir yük kalktığını hissettim. Ardımdan Yoongi de odadan çıktı. Hastanenin bahçesine doğru ilerlerken konuşma gereği duymadık.

Ciğerlerime derin bir nefes çekerken sanki ilk kez oksijeni tam anlamıyla soluyor gibiydim.

"Jin'in uyanmasında bir parmağın olduğunu düşünmeli miyim?"

"İnanır mısın, ben hiçbir şey yapmadım. Birdenbire uyanıverdi." dedi gülümserken. Bunun ne demek olduğunu ikimiz de biliyorduk.

"Hadi o zaman gidip Jimin'i de partiye katalım."

Bunu dedikten yaklaşık 30 saniye sonra Jimin'in kapısının önünde gözcülük yapıyordum. Yoongi işini bitirip elinde boş bir tüple dışarı çıktığında özlemini çektiğim ve günlerdir görünmeyen sıcak gülümsemesini bahşetmişti.

O an orada durmuş sevdiğim adamın gülümseyişine bakarken mutluydum ama her zamanki gibi hayatın daha farklı planları vardı. Her şey yoluna girmiş gibi gözükse de bu sadece bir göz boyamaydı.

Bunu o günün gecesinde Jin'in ölüm haberini aldığımda en acı yoldan anlamıştım.

•°•°• 

2 hafta sonra 

Katran karası acı, hepimizin etrafını sarmıştı. Kimsenin ne konuşacak ne de ağlayacak hali kalmıştı. Acı içimizdeki boşluklara işlemiş, yerini sağlamlaştırmıştı.

Namjoon elindeki çiçeği mezar taşının önüne bıraktı. Tekrar doğrulmadan önce mezar taşına doğru kimsenin duyamayacağı bir şekilde fısıldasa da ben duymuştum. Duyduğum anda da pişman olmuştum.

"Cevabımı bu kadar uzun süre sonra verdiğim için özür dilerim. Uyandığın an söylemeliydim. Bu kadar geç kalmamalıydım. Özür dilerim ve...seni seviyorum."

Kafamı çevirdim ve bu özel ana daha fazla burnumu sokmak istemeyerek biraz uzaklaştım.

Gitme zamanı geldiğinde ben dahil hiç kimse gitmeye, onu burada bırakmaya razı değildik ama zorundaydık da. Jin kafamın içinde benimle birlikte yaşamaya devam edecekti, kalbimin derin bir köşesinde olacaktı ve ben her ihtiyacım olduğunda onun orada olduğunu bilecektim.

"Hyung." Jungkook yanında Taehyung ile birlikte yanımıza yaklaşırken kızarmış gözlerini saklamaya çalışmadı bile.

"Biz küçük bir kasabaya taşınıp orada yaşamak istiyoruz. Tüm bu şeyler, bu olanlar bizi çok yıprattı. Yeni bir başlangıç yapmak istiyoruz." Taehyung'un elini tuttuğunda robot olmasına karşın utanmıştı.

Yoongi kafasını salladı ve Jungkook'a sarıldı. Kulağına bir şeyler fısıldasa da duyamadım ama Jungkook'un utangaç gülümsemesine bakarak ne olduğunu tahmin edebiliyordum.

"Kendinize iyi bakın. İletişimi koparmayalım." 

Onlar diğerleriyle vedalaşırken birkaç yüz metre ötede Jaejoong'u yüzünde bir sırıtma ile buraya doğru yaklaştığını fark ettim. Üzerindeki takım elbise jilet gibiydi, onu olduğundan daha da çekici kılıyordu.

Amcamın öldüğü kesinleştikten sonra halk oylamasıyla ülkenin başına gelmişti. Halk perde arkasındaki tüm bu çirkin olayları bilmiyordu, daha fazla paniğin kimseye yararı olmadığını düşünerek halkın bilmesini istememişti. Halka amcamın beni ve ailemi sebepsiz yere öldürdüğü için idam edildiğini söylemişti ve bu çok da yalan sayılmazdı. Şehrin ve ülkenin tamamının yoksul kısımlarını yeniden yapılandırmadan geçiriyordu. Ülkeyi en dipten yavaş yavaş tepeye çıkarmayı hedefliyordu ve şunu söyleyebilirdim ki öyle de yapacaktı. Halkın beni hâlâ ölü bilmesi işime geliyordu, hatta beni ve ailemi anmak için milli bir tören bile yapılmıştı. 

Ülkeyi yönetmediğim için mutluydum çünkü kendimde o gücü bulamıyordum.

"N'aber ortak?" 

Bana göz kırptıktan sonra ilerleyip elindeki çiçekleri mezar taşının önüne koydu. Geri döndüğünde yüzünde buruk bir tebessüm vardı. Hepimizde olduğu gibi.

"O çocuğu sevmiştim. Çok güzel yemekler yapıyordu."

Kafamı salladım. Şu an gözümde pişmemiş ahtapot yemeği bile altın değerindeydi.

"Sonra görüşürüz o zaman ortak. Şu yanındaki suratsızdan sıkılırsan kapım sana her zaman açık, biliyorsun." 

Yamuk bir gülüş attı, yanağımdan küçük bir makas alıp özel makam aracına doğru yürüdü.

Yoongi kaşlarını çatarak arkasından bakarken elini Jaejoong'un makas aldığı yeri temizlemek istercesine yanağıma sürttü.

"Hâlâ ondan hoşlanmıyorum."

"Adam ülkeyi yönetiyor Yoongi."

"Bu her istediğinde sana dokunabileceği veya imalarda bulunabileceği anlamına gelmiyor."

Uzanıp yanağına minik bir öpücük kondurdum. 

"Gidelim mi? Yoksa birazdan tekrar ağlamaya başlayacağım."

Kafasını salladı ve parmaklarını benimkilere geçirdi.

Soğuk havanın aksine sımsıcak bir kalple onun yanında yürürken onsuz bir hiç olacağımı biliyordum.

Onu seviyordum ve sonsuza kadar sürmese de hayatımın sonuna kadar onu seveceğimi biliyordum.

                                                                         //-SON-//

•°•°• 

Jin konusunda üzgünüm (ಥ_ಥ)

Tamı tamına 3000 kelime, huh.

Bir update daha atacağım~



















Continue Reading

You'll Also Like

271K 26.1K 52
- fantastik kurgudur. - a jk day gift. Bojae, sıradan biriydi. Okula gidiyordu, lise birden beri platonikti, matematikten nefret ediyordu, okuldan so...
123K 7.3K 14
Eğer çok azıcık bir cesaretim olsaydı ve senin arkanda dursaydım. Şimdi her şey farklı olur muydu? Kitabın yayımlanma yılı= 2016
18.9K 1.1K 30
@secretidentity : senin kim olduğunu biliyorum @secretloverr : kimim ben?
246K 11.3K 29
İlk aşkı aynı zamanda ilk arkadaşı olan Jungkook'un 4 sene sonra gelmesi Yu Jin'in hayatında ne değiştirecek?