Consciousness // Min Yoongi

By bangtaeguk

165K 13.1K 5K

"Gelecek, geçmişin ellerinde doğar." [Tamamlandı] {250317-180617} More

Intro; God, help me
Ep.1
Ep.2
Ep.3
Ep.4
Ep.5
Ep.6
Ep.7
Ep.8
Ep.9
Ep.10
Ep.11
Ep.12
Ep.13
Ep.14
Ep.15
Ep.16
Ep.17
Ep.18
Ep.19
Ep.20
Ep.21
Ep.22
Ep.23
Ep.24
Ep.25
Ep.26
Ep.27
Ep.28
Ep.29
Ep.31 -Final pt.2-
Yazardan inciler&teşekkürler
Rek-lam-lar ????

Ep.30 -FİNAL pt.1-

4.1K 347 161
By bangtaeguk

Ben geldiim ve yanımda uzun mu uzun bir bölüm getirdiim (ღ˘⌣˘ღ)

Day6-You were beautiful

Sleeping with Sirens-With ears to see and eyes to hear (acoustic ver.) multide.

•°•°•

Yoongi'nin gözlerinin içine korkuyla bakıyordum. Bunu yapmayacağına olan inancım gittikçe azalıyordu.

Sonuçta bir film setinde falan değildik ve mucizevi bir şekilde kendine gelmeyecekti.

Yoongi silahı ateşlediği sırada gözlerimle takip edemediğim bir şey sol taraftan Yoongi'nin üzerine atladı.

Hayır, bu bir şey değildi, Kim Jaejoong'du.

Yoongi'nin elindeki silahı zorla alırken kolumun acısını yeni fark ediyordum. Kafamı çevirip baktığımda akan kanı gördüm.

Kurşun sıyırmış olmalıydı, yara çok derin değildi. Ancak onu Yoongi'nin yaptığını düşünmek kalbimi acıtıyordu.

Kim Jaejoong'un sesiyle öylece yerimde durmuş kolumu tutuyor olduğumu fark ettim.

"Ne bekliyorsun?! Yeni bir emir vermesini ve hepimizin ölmesini mi?!"

O öyle deyince Min Kang Hyun'a baktım. Korku ve öfkeyle kaplanmış bakışları ikimiz arasında gidip geliyordu. Ağzını açtı.

Hızla adımlayıp yanına ulaştım ve kanlı elimle ağzını kapattım. Çelme takıp yere çökmesini sağladım. Kocaman açılmış gözleriyle bana baktı.

Bana tokat atan, vücudumun kontrolünü zorla ele geçirip istemediğim şeyler yaptıran adam bu adam değildi sanki.

Şu an önümde diz çöken adam hayatı için endişelenen birinden ibaretti. Tüm gururu ve havası öleceğini düşündüğü için kaybolmuştu.

"Kontrol manyağı hasta herifin tekisin. Ölmeyi bile hak etmiyorsun."

Suratına sert bir yumruk atıp onu bir anlığına bıraktım. Afallaması geçene kadar hızlı davranıp tişörtümün alt tarafından bir parça yırttım.

Eğilip ağzını bağladım. Bana karşı gelmiyordu. Yakasından tutup kaldırırken arkama bir bakış attım. Kim Jaejoong hâlâ Yoongi'nin üzerinde, her ihtimale karşı onu tutuyordu. Yoongi hâlâ kendine gelmemişti.

Min Kang Hyun gülmeye başladı. Onu ilerdeki bir borunun yanına sürükleyip oturttum. Tişörtün arka tarafını da boylu boyunca yırttım. Uzun kumaşı önce bileklerine doladım daha sonra da boruya sıkıca bağladım.

"Her şey bittiğinde hastane masraflarını karşılayacağım."

Gülmesine ara verip bir şeyler söyledi ama kumaştan dolayı ne dediği anlaşılmıyordu.

"Boşuna çabalama, o kumaşı açmayacağım."

Kafasıyla yakınlaşmamı işaret etti. Sanırım bana bir şey söylemek istiyordu.

Kumaşın üzerinden zar zor dediklerini duydum. Tepki vermemi istercesine bana bakıyordu. Ona istediğini vermeyip ayağa kalktım ve arkamı döndüm.

Kim Jaejoong Yoongi'yle konuşmaya çalışıyordu. Yoongi'nin bakışlarına sersemlik oturmuştu. Nerede olduğunu çözmeye çalışıyor ama başaramıyor gibiydi.

Yanlarına gidip tek dizimin üzerine çöktüm. Kolum arada zonkluyordu ancak kafaya takılacak bir şey değildi.

"İyi mi? Kendine geldi mi?"

Yoongi'nin yanağını birkaç kez daha dürttü.

"Maalesef. İlacın etkisi gittikçe azalıyor ama daha bitmedi. Bize tehdit oluşturuyor hâlâ. O sana ne dedi?"

Omzumu silktim.

"Önemli bir şey değil, sadece zırvalıyor. Yoongi'yi güvenli bir yere bırakalım. Diğerleri nerede?"

Yoongi'yi yerden kaldırırken konuştu.

"Korumaların geri kalanını hallediyorlar. Adamlarıma onlara destek olmaları için çağrı yolladım. Birazdan fitil ateşlenecek. O zamana kadar yanımıza gelirler."

Kafamı salladım ve Yoongi'nin ağırlığının birazını üstüme aldım. İlerde depo olarak kullanılan bir oda vardı, Yoongi'yi oraya bırakabilirdik.

"Şimdi çok alakasız bir şey soracağım ama cevap ver lütfen."

"Hm hm." deyip kafasını salladı.

"Benden gerçekten hoşlanmıyorsun değil mi?"

Yüksek sesli bir kahkaha attı.

"Gerçekten de alakasız. Evet, hoşlanmıyorum. Seninle hiç ilgilenmedim zaten. Benim ilgimi çeken kızlar narin, korunmaya muhtaç tipler."

"Anlıyorum...o gün de numara yapıyordun. Sırf Yoongi görsün diye, değil mi?"

"Imm şey, belki. Davranışlarınız canımı sıkıyordu, planı mahvedebilirdiniz."

"Plan zaten mahvoldu."

"Hayır, sadece ufak tefek pürüzler halledildi. Her şeyin kusursuz ilerlemesini bekleyemezsin, birkaç pürüz olaya heyecan katmada iyidir."

Odanın kapısını açıp yarı baygın haldeki Yoongi'yi içeri bıraktık.

"Şimdi, kaldığımız yerden devam edelim mi?"

Kafamı sallayıp önden ilerledim.

Boşuna çabalıyorsunuz, onu öldürmeniz imkânsız. Hepinizi öldürüp enerjilerinizi çekecek.

Kaşlarımı çatıp hafifçe kafamı iki yana salladım. Min Kang Hyun'un söyledikleri saçmalıktan başka bir şey değildi. Kimse ölümsüz olamazdı.

Güvenliğin asıl ofisinin kapısını kırarak içeri girdim ama beklediğim manzara bu değildi.

İçerde kimse yoktu. Herkes kaçmış mıydı?

Jaejoong'a döndüğümde dikkatlice etrafı kolaçan ediyordu.

"Ne düşünüyorsun?"

"Bizimkilerin işi değil gibi. Sanırım kaçtılar."

Odadan geri çıkıp koridorda ilerlemeye devam ettik. Kulaklıktan cızırtıyla birlikte bir kadının sesi duyuldu.

"Ekip 2 binaya vardı. İçeri giriyoruz."

Jaejoong ilerlemeye devam ederken cevapladı.

"Tamamdır. Ekip 1'in kalanı, yukarıda size ihtiyacımız olacak."

Bizimkilerden gelen onaylamaları duyunca rahatladım. İyilerdi.

Merdivenlerden yukarı çıktık. Bina çoğunlukla ele geçirilmişti, biz de geri kalan yerleri temizlemeye gidiyorduk.

"Dur."

Jaejoong elini önüme uzatarak beni durdurdu. Gözlerini kısarak ileriye diktiğinde neye baktığını görmek için ben de bakışlarımı o tarafa çevirdim.

İki kapılı bir konferans salonundan başka bir şey yoktu bu koridorda. Konferans kapısı aniden büyük bir gürültüyle kırıldı, etrafa tahta parçaları savruldu.

Parçaların arasında bir insan bedeni seçiliyordu. Kim olduğunu bilmiyordum ama gözlerinde gördüğüm korkuyu tanıyordum.

Konferans odasından sakin adımlarla çıkan kişiye baktım.

Amcamdı.

O adamı kendisi mi fırlatmıştı? Bu kadar güce sahip olabilir miydi?

Onlarla aramızdaki mesafe çok sayılmazdı. Saklanmak ise gereksizdi. Ne de olsa karşı karşıya gelmemiz gerekecekti.

Kim Jaejoong sırtında asılı olan ince kılıcı bana verdi. Kendisi de küçük bıçaklarını kavradı.

Amcam fırlattığı adama doğru yaklaştı.

"Daha dikkatli olmalıydın." dedi ürkütücü bir sesle. Adamın bir şey demesine izin dahi vermeden elini boynuna yapıştırdı.

Adam çığlıklarını bıraktığında ürperdim. Amcamın ne yaptığını göremiyordum ama adam sanki canı alınıyormuş gibi bağırıyordu.

Amcam elini çekti ve o anda elinde küçük bir tüp olduğunu fark ettim. Normal bir tüp değildi ve içinde mavi sıvımsı bir şey vardı. Adama baktığımda çoktan ölmüş olduğunu fark ettim.

Yani, o elindeki tüpte...

Aman Tanrım.

Bunu bana da yapmıştı.

Öfkemi dizginleyemedim. Jaejoong bana yapmamam için bağırırken ben çoktan amcamın yanına varmıştım. Kılıcı kınından çıkarıp ona savurduğumda aynı anda eliyle göğsümden ittirdi.

Arkamdaki duvara hızla yapıştığımda inanamadım. Sadece beni küçük bir dokunuşla ittirmişti ama sanki binlerce kişi tarafından ittirilmişim gibi etki etmişti. Vücudundaki güç çok fazlaydı, nasıl kontrol ediyordu?

Kılıcımın ucundan damlayan kana baktım. Tekrar amcama döndüğümde gömleği yırtılmış, kanlanmıştı. Karnında boydan boya bir kesik vardı ama o hiçbir şey olmamış gibi dikiliyordu.

Yarasına dikkatlice baktım. Etler, lifler tekrar birleşiyorlardı. Kestiğim yerler kendiliğinden tamamen birleşip pürüzsüz cildi oluşturdu.

"İşte ölümsüzlük böyle bir şey. İstediğin kadar kesip biçebilirsin. Sonunda yine tek parça olacağım."

Ağzım açık kalmıştı. Benim içimde sadece bir ruh vardı bu yüzden iyileşmem zaman alıyordu. Peki o bu kadar hızlı iyileşmek için kaç kişiyi kullanmıştı?

"Ama acı hissediyorsun değil mi?"

Kim Jaejoong'un sesini duyduğum anda yerinde olmadığını fark ettim. O kadar sessiz ve hızlıydı ki ne yaptığını seçemiyordum.

Yanıma geldiğinde elinde bıçakları yoktu.

Amcama baktım. Yüzünü buruşturmuştu. Ellerini arkaya atıp küçük bıçakları sırtından çıkardı ve yere fırlattı.

"Bu biraz gıdıklamış olabilir."

"İmkânsız, sırtını boydan boya kestim. Bu kadar çabuk iyileşemez." diye fısıldadı.

Amcamın yüzüne dikkatlice baktım. Hiçbir şey belli etmiyordu ancak terlemişti. Göğsü de hızla inip kalkıyordu. Demek ki zorlanmıştı.

"Ölmeye çok meraklısınız değil mi? Öyleyse size istediğinizi vereceğim."

Üzerindeki yırtık gömleği çıkardı ve tamamen çıplak kaldı.

"Plan ne?"

"Plan mı? Boşversene. Sadece içindeki enerji bitene kadar onu doğramaya devam edeceğim."

Bu da bir plan sayılırdı. Başımla onu onaylayıp yanından ayrıldım.

Amcam ikimizin orasında duruyordu. Bana sırtını dönmüş olsa da hareketlerimi takip ettiğini görebiliyordum.

Jaejoong bıçakları yerden aldı ve saldırmaya hazırlandı. O başlamadan amcamın sırtına atladım ve bir kolumla boynunu sıkarken kılıcımı savurdum. Nereye geldiğini önemsemiyordum çünkü bir anlamı yoktu.

Amcam kolumdan tutup beni yere yapıştırırken fırsattan yararlanan Jaejoong bıçaklarıyla harikalar yaratarak amcamı sırt üstü düşürmeyi başardı.

Her yer kan olmuştu, yüzümden damladıklarını hissediyordum ve benim kanım değillerdi.

Amcamın uzandığı yerde büyük bir kan gölü oluşmuştu. Birden gülmeye başlayınca gözlerimi kırpıştırdım.

"Siz çocuklar, hiç vazgeçmiyorsunuz."

Yerinden doğrulurken gözümün kenarıyla koridorun başında bir hareketlilik sezdim. Hoseok ve Jimin'in buraya doğru geldiklerini görünce panikledim.

Amcam cebinden az önceki tüpü çıkardı.

"Bunu yapmayacaktım ama sanırım işler ciddileşiyor."

Tüpü boynuna sapladığında gözlerimi kocaman açtım. Jaejoong'un irkildiğini hissettim.

Tüpün içindeki mavi sıvıyı kendine enjekte etti. Tüpü bir kenara fırlatırken gözlerini yumdu ve kafasını kaldırdı.

"İşte geliyor."

Damarları dışarı fırlayacakmış gibi belirginleşti, vücudu titremeye başladı. Amcam ağzını açıp kükrer gibi bağırdı.

"Gücü kontrol edemiyor. O son doz fazlaydı, kontrol etmek için tüm konsantrasyonunu kullanmak zorunda. Bu bir fırsat olabilir." dedi Jaejoong.

Tam atlayacağı sırada onu durdurdum. Amcamın gözleri parlıyordu ve bizi izliyordu. Bu bir fırsat falan değildi, tuzaktı.

Yan taraftaki hareketliliğe baktım. Jimin kaşlarını öfkeyle çatmış tam olarak amcama doğru ilerliyordu.

Hayır, hayır, hayır!

Eğer ona saldırırsa amcamın şu anki gücüyle asla sağ çıkamazdı.

"JİMİN! HAYIR!"

Beni duymadı ve amcamın beklediği şeyi yaparak ona saldırdı. Jaejoong'u tutmayı bıraktım ve oraya koştum.

Amcam anında onu boynundan yakaladı ve sıkmaya başladı. Jimin'in bakışları kayarken onu hızla arka tarafa fırlattı.

Jimin'in taklalar atıp yere düşmesini gördükten sonra küçük bir yaşam belirtisi bekledim ama yoktu. Hareket etmiyordu.

Jimin...

Gözlerimin dolduğunu, kalbimin acıdığını hissettim. Acımı öfkeyle birleştirdim. Kılıcı savururken görüşüm bulanıktı ama umursamıyordum. Boğazım acıdığında çığlık attığımı fark ettim.

Onu paramparça edecektim.

Kolumu gelişigüzel savuruyordum, ölüp ölmemeyi umursamıyordum. Beynimde dönüp duran şey Jimin'in utangaç gülümsemesiydi ve hemen ardından aklıma hareket etmeyen vücudu geliyordu.

Tanrım, lütfen lütfen lütfen ona bir şey olmasın.

Geriye doğru savruldum. Önce darbe aldığımı sanıp acıyı bekledim ama sonra beni Jaejoong'un çektiğini fark ettim.

Amcamın Jimin'i fırlattığı kolu kopmuştu ve yerine yenisi yavaş yavaş geliyordu. Tüm vücudunda kesikler vardı ve dizlerinin üzerine çökmüştü.

Kesikler tekrar kapandı. Kolunun yerine yeni bir tanesi gelirken iyileşen yerlerden duman çıkıyordu.

Jaejoong'un sesini duyduğumda gözlerimi kırpıştırıp ona baktım.

"Kes şunu! Fevri davranışların yüzünden hepimiz öleceğiz. Bir kayıp verdiğinde hemen kendinden vazgeçemezsin! Eğer ölürsen bu isyanı gerçekleştiremem. Jimin'i boşu boşuna kaybetmiş olmak mı istiyorsun?!"

Jimin'in olduğu yere baktığımda Hoseok onun yanındaydı, ona bir şeyler yapıyordu ve sırtı bize dönüktü.

"O ölmüş gibi konuşmayı kes. Ölmedi."

"Ölmediği kesinleşene kadar benim için ölüdür. Kendini toparlasan iyi edersin. Milyonların yaşamı için birkaç kayıp vermek abartılacak bir şey değil."

Bu kadar duygusuz olmasına şaşırıyordum. Acaba o kaç kişiyi kaybetmişti? Hiç arkadaşını yitirmiş miydi de böyle konuşabiliyordu?

"O benim arkadaşım. Kendi askerlerinden biriymiş gibi davranmayı kes."

"Astlarıma değer vermediğimi düşünüyorsun değil mi?"

Cevap vermedim.

"Bir isyan başlatmayı planladığımda tüm bunların sorumluluğunu almıştım. Belki ölen tüm askerleri tanımıyor olabilirim ama her zaman onlara minnettar olacağım. Onlar benim yoldaşlarım ve eğer olmasalardı ben de olmazdım."

Derin bir nefes verdim. Sakinleşmem gerekiyordu. Jimin'i düşünmemem ve yapmam gereken şeye odaklanmam gerekiyordu. Hoseok'a güvenmem gerekiyordu.

"Tamam, iyiyim. Özür dilerim. Ne yapacağız?"

Amcamın yaraları hızla iyileşiyordu ve bir şeyler yapmalıydık. Gücünün tamamını kullanmadan ona saldırmalı, tekrar iyileşmesine izin vermemeliydik.

"Plansız saldırılarımız yetersiz kalıyor. Kendimizi yorup bir ilerleme kaydedemiyoruz. Verebileceğimiz en büyük zararı hesaplayarak ona göre hareket etmeliyiz."

Kafasında bir şeyleri kurmasını bekledim. Etrafı inceledikten sonra parlayan gözlerle bana döndü.

Ah, işte herkesin bahsettiği çılgın Jae. Partiye hoş geldin.

"Bir fikrim var."

•°•°•

Bu fikrin işe yarayacağından emin değildim. Çok riskliydi ve yapmak istemiyordum.

Ellerimdeki patlayıcılara baktım.

Bu resmen intihar.

Çılgın Jae'den de daha farklı bir fikir çıkmazdı zaten.

Ofisin kapısını açıp içeriye daldım. Gözlerimle dayanak yerlerini bulmayı amaçlayarak tavanı inceledim.

Şuraya bir tane, oraya ve buraya da. Ah, şurası da var.

Ellerimi belime koyarak yaptığım işi inceledim.

Mükemmel, tam da benden beklendiği gibi.

Tanrım, gittikçe Jaejoong'laşıyordum.

Birkaç adım geri attım. Dışarı çıkmak için arkamı döneceğim sırada ayağım takıldı ve yere yapıştım.

"Ah, lanet olsun." derken bir yandan da kıçımı ovuşturuyordum.

Ayağımın takıldığı yere baktım. Küçük bir kapakçığa benziyordu. Elimle almaya çalıştım ama çıkmıyordu. Yapışmış mıydı?

Dizlerimin üzerinde doğrulup dikkatlice baktım. Bu bir kapakçık değildi.

Elimle kenarındaki neredeyse gizlenmiş tuşuna bastığımda üzerindeki koruyucu kalkanı açılarak minik bir anahtar girişini ortaya çıkardı.

Burası bir tür bodruma falan mı açılıyor?

Aklımda canlanan korkunç işkence aletleriyle dolu deney laboratuvarı imgesini silmek çok da kolay olmadı.

İkilemde kalmıştım. Bana verilen görevi zaman kaybetmeden yerine getirmek ya da içgüdülerimi dinleyerek gizli bölmeyi açmaya çalışmak.

Ağır basan taraf belliydi. Yerimden kalkıp ofis masasına ilerledim ama oradan çıkacağına inanmıyordum. Yine de tüm çekmeceleri ve kalem kutularını kontrol ettim. Tahmin ettiğim gibi, burada değildi.

Gözlerimle odanın her bir karışını tarayarak düşünmeye başladım. Nereye koymuş olabilirdi?

Geniş kitaplığa ilerleyip elimi tüm kitapların üzerinden gezdirdim. Bunlardan birinin içinde olabilir miydi?

Kitaplığın hemen yanında amcam ve babamın çocukken çekildikleri bir fotoğraf asılıydı. Birer yetişkin gibi durmaya çalışmış olsalar da, suratlarındaki saf mutluluk tebessümleri onların daha çocuk olduğunu ve dünyanın çirkinlikleriyle tanışmadıklarını vurguluyordu.

Gözlerim babamın gülüşünde takılı kaldı. Şimdi onun sesini, kokusunu veya nasıl göründüğünü hatırlamakta zorluk çekiyordum.

Eğer yukardan annemle birlikte beni izliyorsa, benimle gurur mu duyuyordu yoksa yanlış mı yaptığımı düşünüyordu?

Kaç yıllık süren ailemizin egemenliğini bitiriyordum. İyi mi yapıyordum yoksa daha büyük bir felakete mi yol açıyordum?

Parmağımı çerçevenin üstünden babamın yüzüne getirdim ve onu hissetmeye çalıştım.

Ani bir farkındalıkla elimi geri çektim. Fevri hareketime karşılık çerçeve yere düştü ve parçalara ayrıldı.

Bir görev üzerindeydim ve dikkatimi dağıtıyordum. Bu isyanla iyi mi ya da kötü mü yapmıştım bilmiyordum. Bazı şeyleri yaşayarak öğrenmemiz gerekiyordu.

Yere eğildim ve cam parçalarını iteleyerek fotoğrafı aldım. Şeffaf cam parçalarının arasından koyu renkli şey gözüme çarptığında ona da uzandım.

Yok artık.

Tanrım.

Elimde tuttuğum minik anahtarı iyice inceledim.

Babamla olan fotoğrafına mı saklamıştı yani?

Fotoğrafı katlayıp cebime sıkıştırdım ve çok fazla vakit kaybettiğimi bilerek kilidin olduğu yere koştum. Jaejoong'un amcamı daha ne kadar oyalayabileceğini bilmiyordum.

Anahtarı kilide soktuğumda tam oturdu. İki kez çevirdim ve sürgüyü ittirdim.

Kahverengi bir örtüyle karşılaştığımda onu da kaldırdım.

Yüce. Tanrım.

Önümde onlarca içinde mavi sıvımsı şeyin olduğu tüplerden vardı.

Şu bir avucum kadar olan şeyler insanların ruhları mı? Ya da amcamın deyişiyle enerji mi demeliydim?

Elimi uzatıp bir tüpü aldım. Bunları vücuduna enjekte ederek mi ölümsüz olmuştu?

Bekle.

Eğer ölümsüzse bunlara niye ihtiyacı olsundu ki? Yani, ölümsüzlüğüne yetecek kadar yaptıktan sonra neden durmadı?

Belki de ölümsüz değildir. Bunlara bağımlıdır.

Eğer ölümsüz değilse onu öldürebilirdik. Kaç doz aldığını bilmiyordum bu yüzden onu kaç kez öldürmek zorunda kalacağımı da.

Kalbim heyecandan ağzımda atarken kulaklığımdan gelen sesleri ayırt edebildim.

"Hayır! Jin geri çekil! Geri çekilin dedim!"

Bu ses Kim Jaejoong'a aitti ve sesinin tınısında öfkeyle birlikte...korku da vardı.

Kalbim sıkıştı. Çok vakit kaybetmiştim ama patlayıcıları şimdi patlatamazdım. Diğerleri geldiyse yapamazdım. Hepsinin sonu olurdu.

Kılıcımı çıkarıp gizli bölmedeki tüplerin hepsini parçaladım. Risk alamazdım. Mavi sıvı anında buharlaşarak yok oldu.

Yukarıya doğru koşarken elimi sıktığımı fark ettim. 2 tane tüp elimde kalmıştı. Onları da cebime sıkıştırdım ve koşmaya devam ettim.

Konferans salonunun olduğu yere geldiğimde gördüğüm manzarayla nefesim kesildi.

Kalbim ağrımaya, boğazım acımaya başladı, sanki kocaman bir kaya oturmuştu. Bu...bu olamazdı.

Jimin hâlâ bıraktığım şekildeydi ve Hoseok onun başında değildi. Taehyung ve Jungkook duvarın dibinde cansız bir şekilde uzanıyorlardı ve yerler kan göletine dönmüştü.

Jin hafifçe hareket ediyordu ancak kolu ters dönmüştü ve acıdan bayılmak üzereydi. Namjoon onun hemen yanında aynı şekilde uzanıyordu, kafasının olduğu yerde kan birikmişti.

Amcam Hoseok'u bir paçavra gibi fırlattığında bedeni benim olduğum yere kadar sürüklendi ve ayaklarımın ucunda durdu. O da artık hareket etmiyordu.

Jaejoong hâlâ saldırıyordu ama yorulduğu belli oluyordu. Boş bir anına denk geldi ve amcam onu yakaladığı gibi ard arda arkasındaki duvara çarptı. Ta ki direnmeyi bırakana, kolları yanına düşene kadar.

•°•°•

Finalin ilk partı bitti. Eğer devam etseydim 4000-5000 kelimeye ulaşacaktı ben de iki parta ayırarak yapmayı düşündüm. Böylece hem ben yazmakta zorlanmam hem de siz sıkılmazsınız. Pt.2'de görüşürüz!

Neyse, öpüldünüz.

Muck.

Continue Reading

You'll Also Like

287K 8K 3
Müdürün onu uyarması ile sınıftaki öğrencisinin velisini motorunu bahçeye park etmemesi için uyarı mesajı atar. Mesaj attığı kişi Solotürk pilotu olu...
197K 7.3K 75
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
9.7K 1.1K 26
"İkinci çocuklar asla kızı alamaz." Peki ya o ikinci çocuk Jeon Jungkook olsaydı? ... Solhi'nin yalan söyleyememe özelliği varken Jeon Jungkook yalan...
295K 16.5K 44
"Ve eğer katil sensen, ilk senin canın yanmıştır." 02.12.2017 ♡ 20.06.2018 💔 Cover by @iceblue_97