Romantik Komedi [TAMAMLANDI]

By dilanaladag

5M 141K 15.7K

Ilgın Keskin, yaşadığı onca şeye rağmen güçlü olmaya ve ayakta kalmaya çalışan bir kızdır. Daha doğrusu; Kims... More

Romantik Komedi ♥
RK-1 -Bu nasıl erkek?-
RK-2 -Aldım başıma belayı!-
RK-3 -"Duyguların dışa vurumu."-
RK-4 -Peki, kimdi bu kız?-
RK-5 -Yastık savaşı.-
RK-6 -Erkek Fatma?-
RK-7 -İntikam kıvılcımları.-
RK-8 -Kutay-
RK-9 -Anın tadını çıkarttım.-
RK-10 -Batın'ın acımasız sözleri.-
RK-11 -Rüya-
RK-12 -ÂŞIK OLUYORUM-
RK-13 -OYUN BAŞLASIN-
RK-14 -GİZEMLİ KIZ-
RK-15 -ROL YAPACAĞIZ-
RK-16 -ÇEK ELİNİ-
17 | Yabancı
18 | Sıra Bende
19│KÖPEK RIFKI
20 | Çetrefilli Ateşkes
21 | Artçı Şoklar
22 | Hayvan
23 | İntikamın Külleri
24 | Öp Beni
26 | TEHDİT
27 | DÜŞMAN
28 | FİLLERDE Mİ UÇUYOR?
29 | Yüreği Taşlaşmış Gürkan
30 | Onun Eseri
31│YENİ BİRİ
32│HAK EDENE HAKKINI VERMELİ!
33│İHANETİN TADI
34 | GÜRKAN YAŞAR!
35│ASİ FATMA?
36│BEBEK
37 │BAŞLADI
38 │HAKAN ABİ
39 │Kim?
40│ŞU AN OLMAK İSTEDİĞİ YER
41 | SEVİYORUM
42 | BAŞLASIN OYUN!
43 │KURTARIN BENİ!
44 │ KARANLIK
45│VUR!
46 | ŞAHİTLİK
47 | SEVMEK
48 | SEN NE YAPTIN?
49 | GİDİYOR
50 | KÜÇÜK CADI
51 | ÇOK İYİ ARKADAŞ OLACAĞIZ
52 | SÜRPRİZ
53 | SENDE BOĞULACAĞIM
54 | MUTLU OLMA SIRASI BENDE
55 | ESRARLI ÇANTA
56 | TEHLİKE
57 | BEN DE SENİ ARIYORDUM
58 | SONSUZLUK
59 | DÜĞÜM
61 | TEMİZE ÇIKARACAĞIM
61 | BİTMEYECEK
62| HER ZAMAN SEVECEĞİM
63 | FİNAL
YENİ KİTAP

25 | Pislik Gibi Çiğnerim!

80.8K 2.1K 347
By dilanaladag

KEYİFLİ OKUMALAR DİLERİM ♥

ÖPTÜM XOXO

▬▬▬

BÖLÜM 25│SENİ AYAĞIMIN ALTINDA BİR PİSLİK GİBİ ÇİĞNERİM!

Şaşkınlık gözlerimde derya deniz olurken, istemsizce uzaklaştım onda. Zihnimde canlanan görüntüler canıma okurken, boğazıma takılı kalanları hissettim. Öyle bir yanlıştı ki yaptığım, kendime lanet ettim.

"Bunu yapacağımı mı düşünüyorsun gerçekten?" diye sordum. O an tüm pişmanlık çekilmişti üzerimden. Hissettiğim tüm suçluluk duygusu yerini öfkeye bırakmıştı. "Bana yaptıklarından sonra sana insanmış muamelesi yapıyor olmam bile bir iyilikken, benden böyle bir şeyi hangi hakla istersin sen?"

Sesimin tonu yükselmiş ve can acıtır bir kıvam kazanmıştı. Gözlerime kırgınlıkla bakan bir çift yeşil hareleri o an görmüyordum öfkeden. Beni daha ne kadar aşağılayabileceğini merak ediyordum gerçekten. Canımı nasıl har seferinde daha fazla yakabiliyordu, delice merak ediyordum. Bunu yapamamalıydı, yapmamalıydı ama yapıyordu. İnsafsız olan asıl oydu! Görmüyor muydu bana yaptıklarını da aynen devam edebiliyordu?

"Düşünmüyorum, biliyorum!" demesi ile zıvanadan çıkıp hiç düşünmeden ona bir tane tokat attı. Suratı aldığı darbeyle yana savrulurken içimden bir dirhem acıma geçmedi. Az önceki sözleri son raddeydi. Çantamı aldığım gibi hızla çıktım hastane odasından. Onu da arkamda bırakıp gitmekten asla pişman olmadım. Bir daha olsa yine aynısını yapardım.

***

"Ilgın," diye başlayan Gökçe'yi elimi kaldırarak susturdum. Söyleyeceği şeyleri ezbere sayabilirdim şu an. Çünkü sürekli başa dönen kayıt gibi aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordu. Yalnızca çalışıyordum, yalnızca çalışacaktım. Şu lanet şehirden en hızlı şekilde kurtulabilmek için elimden ne geliyorsa yapacaktım. Yoksa aklımı yitirecektim. İçimdeki keşmekeşte kaybolacaktım. Buna izin veremezdim. Ben yıllarca içimdeki baba hasretine bile bir set çekmişken, bunca şeye haydi haydi katlanırdım elbet. Canım yansındı, bir şeycik olmazdı. En fazla biraz daha katlanırdım acılara, sırtımdaki bıçaklara. Sonrası aydınlık hatta apaydınlıktı. Her gecenin sabahı olduğu gibi benimde karanlık günlerimin aydınlığı olacaktı. Biliyordum. Yaradan'ın gün geldiğinde bana da bir kapı açacağını biliyordum.

"Kendine gel artık Ilgın!" Ablamın sesini işitmemle bakışlarımı ona çevirdim. "Senin için ne kadar çabalıyor arkadaşın ve sen bunu görmüyorsun! Buna bir dur de ve yolunu bul artık. Şu kayıptan sıyrıl artık. Çünkü kendine zarar vermekten ve çevreni üzmekten başka bir işe yaramıyor bu."

"Abla!" diye girdim araya hiç düşünmeksizin. "Bak benim canım burnumda, kendimi düşünecek hal kalmadı ben de. Çevremdeki sevdiklerimle de ilgilenemiyorum. Kusura bakmayın artık, anlayış gösterin biraz. Anlayın, toparlanmakta güçlük çekiyorum. O adını anmaktan kaçındığım kişi bana öyle bir şey yaptı ki, enkazın altından toplayamıyorum kendimi. Bana nasıl bu kadar zarar verebildiğini anlamıyorum. Şimdiye kadar hiç kimsenin yapamadığını nasıl yaptığını anlayamıyorum. Kafayı sıyırıyorum artık, anlıyor musunuz?"

Çalışma masamdan kalkıp odamı terk ettim. Üzerime yağmurluğumu geçirip kendimi çileyen yağmurun sessizleştirdiği sokaklara bıraktım. Nefesim daralıyordu, dar geliyordu en geniş yer bile. Mazeretler sıralayıp duruyordum her şeye. Konsantre olduğum tek şeydi üniversite sınavı. Katlanamıyordum. Çocukça sebeplerden ötürü acı çekiyordum. Bir küçük yağmur damlası kadar değerli hissetmiyordum. Güzün ortasında, hazan yapraklarının arasında kalmıştım. Rüzgâr derimi parçalayıp geçiyordu sanki. Nefes aldırmıyordu sıtmalı kelimeler. Dayanmayı geç, artık direnemiyordum bile.

Ben ya ben! Ilgın Keskin. Tüm güçsüz yanlarını gömüp, güçlü yanlarını gün yüzüne çıkartan ben. Şimdi öyle güçsüz, öyle çaresiz hissediyordum ki içimden delicesine ağlamak geliyordu. Ağladıklarıma ve ağlayamadıklarıma...

Acının mesken tuttuğu sinemde, güçsüz yanımı canlandıranları gömmekten acizdim şimdi. Yüzmeyi bilmiyorken koca bir ummanın ortasında kalmış ve boşa çırpınıyormuşum gibi hissediyorum. Çırpındıkça daha çok batıyordum korkularıma. Bir yanım ağlarken halime diğer yanım ayağa kalkmam için çığlık atıyordu. Amansızca bir umut arıyordu. Bulamıyordu. Ne yazık ki bulamıyordu. Her şeyde bir neden vardır elbet, biliyordum bunu. Ama nereye kadar böyle çırpınacak ve hiçbir şey elde edemeyecektim?

Birkaç Gün Sonra

Yine okula gelmiştim. Kaçamadığım yerdi burası. Zaruriydi benim için. Başka bir okula gitmek isterdim fakat kaçmayacaktım. Yüzleşmem gerekirdi. Her şeyle. Belki de en çok kaçtıklarımla. Buna gücümün olup olmaması önemli değildi. Dibe de batabilirdim. Fakat her dalganın yükselebilmesi için dibe batması gerekirdi. Buna da katlanırdım. Ufacık bir umudun peşinden Fizan'a bile gidebilirdim. Ben buydum. Böyle yaratılmıştım. Böyle yazılmıştı kaderim.

"Geliyor musun sen de?" Zeynep'in neşe içerisinde sorduğu kaşlarımı çatarak anlamlandırmaya çalıştım fakat başını duymadığım bir konuşmanın sonundan bir anlam çıkartmak oldukça zordu. Haliyle ben de çıkartamadım.

"Nereye?"

"Çocuklarla Bowlinge gideceğiz. Sen de gel. Biraz kafa dağıtırsın." Zeynep'in çabaladığını ve Gökçe'nin de ümitle benim cevabımı beklediğini görebiliyordum. Gökçe'nin gökyüzü kadar berrak gözlerine daha fazla dayanamadım. "Olur."

Ders bittikten sonra bizimkilerin her zaman takıldığı Gökkuşağı Kafe'ye gittik. Önce bir şeyler içtikten sonra hepimiz bowling oynanan kısma geçtik. Ayakkabılarımızı değiştirdikten sonra oyunun sırasını ve grupları belirledik. İki grup halinde oynamaya karar verdik. Batın, Kubilay ve ben bir grup; Zeynep, Gökçe ve Kutay bir grup oldu. Ardından oyun başladı.

Kutay oyundaki iddiasını ilk atışında gösterdi. Bir lobut dışında tüm lobutları devirerek takımına puan kazandırdı ardından da Batın eline aldığı bowling topuyla bizim takımımızın ilk atışını yaptı. Tüm lobutları devirmesiyle galeyana gelerek yerimden zıplamış ve Batın'ın boynuna atlamıştım. O an anlamıştım ki, buna ihtiyacım vardı. Yaşımın insanı, genç olmaya. Düşüncelerden uzaklaşmaya.

Sıra bana geldiğinde büyük bir hüsranla döneceğimi bile bile Kutay'a ve Zeynep'e sataşmış ve dil çıkarmıştım. Çünkü bizim takım öndeydi ve ben bu atışta en fazla iki lobut bırakmalıydım ayakta. Aksi takdirde önümüze geçeceklerdi.

Topun deliklerine parmaklarımı yerleştirdikten sonra işaret ve orta parmağımı önce Kutay'ın gözlerine doğru tutup ardından kendi gözlerime tuttum ve piste ilerledim. Biraz hız yaptıktan sonra kolumu geriye gerdirip elimden geldiğince kuvvetli ve hızlı bir atış yapmaya çalıştım. Top lobutlara doğru ilerlerken adeta nefesimi tuttum ve bekledim. Ardından top lobutlara çarptı ve ayakta iki tane kalacak şekilde lobutları devirdi. Soldan ve sağdan en baştaki lobut haricinde tümünü devirmeyi başarmıştım. Büyük bir sevinçle arkama dönüp tam bir sevinç nidası atacakken bizimkilerin oturduğu L koltuğun arkasında bize yaklaşmakta olan Gürkan'ı görerek olduğum yere mıhlandım. Gözlerim gördüklerini reddederken, dilim tutulmuştu.

Kutay halimi görünce refleks olarak arkasını dönüp de Gürkan'ı gördüğünde çenesinin kasıldığını ve boynundaki bir damarın seğirdiğini gördüm. Bu yutkunmama sebep oldu. Çünkü oldukça sinirli görünüyordu.

Herkes baktığım yere döndüğünde ise Zeynep direk olaya el atarak Kutay'ın koluna dokundu. Temasıyla anında Zeynep'e dönen Kutay'ın gevşediğini görmek bir hayli şaşırmama sebep oldu. O an neler olduğunu düşünecek halde değildim ama.

"Gürkan!" diye çıkıştı Batın. "Ne halt etmeye geldin bilmiyorum ama olay çıkaracaksan defol git ya da işimizi dışarıda halledelim. Kızların olmadığı bir yerde!"

Gözlerimi yumup anın gerçekliğinden sıyrılmaya ihtiyacım vardı. Fakat azap dolu yeşil gözler beni öyle bir hapse almıştı ki, böyle bir şeyi yapmaya kalkışamadım bile. Tenezzül edip gözlerini üzerimden çekmeden konuşmayı seçti o da.

"Sorun çıkarmaya gelmedim Batın." derken ses tonu çok dingindi. "Rast geldi hatta. Ben de sizi görmeyi beklemiyordum."

Elbette ki bu dediğine inanmadım. Fakat Zeynep'in çalan telefonu dikkatimi çekti. Bakışlarımı oraya doğru çevirdim. Telefonu açıp dinledikten sonra gitmesi gerektiğini söyleyerek derhal toparlandı. Kutay onu bırakacağını söyleyerek peşinden gitti. Ardından karşımda bir adet Gürkan Yaşar ile kalakaldım. Ne konuşuyor ne de susuyordu. Gözleri ile beni benden alıp, diyar diyar gezdiriyordu adeta.

"Bizde gidelim," dedim göz hapsini keskin bir neşterle keserken. Batın'la göz göze geldim bu sefer. Gözlerimden anlamış olacak ki derhal başıyla onayladı beni ve kalkmak için hazırlandık. Gürkan'ın aynen başımızda dikiliyor oluşu rahatsız etse de hiçbir şey demedim.

Çantalarımızı falan topladıktan sonra çıkışa yöneldik. Tam Gürkan'ın yanından geçip gidecekken mengene gibi kolumu saran elleriyle durdum. Şaşkınlıkla ona bakarken, yeşil hareleri yüzümde bir iz arar gibiydi. Acı çektiğimi görmek ister gibiydi. Canımın yandığını bilmek ister gibiydi. Toparlanamadığımı, ihanetinin ateşinde hâlâ yanmakta olduğumu söylememi ister gibiydi bakışları. Hem canıma okuyor hem de... Hem de... İtiraf etmesi bile zordu.

"Konuşalım mı?"

Sorusu karşısında afallarken, benimle ne konuşmak istediğini ya da benimle nasıl olurda konuşacak bir şeyi olduğunu merak ediyordum. Bu ne yüzsüzlüktü böyle? Onca şeyi yaptıktan sonra karşılıklı geçip öylece konuşabileceğimizi mi düşünüyordu? Öyleyse çok yanılıyordu.

Kolumu ellerinden hızla kurtarırken, keskin bakışlarımı yüzünün her bir santiminde dolaştırdım. İrislerimdeki tiksintiyi ve nefreti görmesini umdum. Ondan şimdiye kadar kimseden etmediğim kadar nefret ettiğimi görmesini istedim. Ruhumda açtığı yaraya rağmen hâlâ dimdik ayakta olduğumu görsün istedim.

"Sen benimle konuşabilecek bir şeylerin olduğunu mu düşünüyorsun?" Ses tonum öyle can yakıcı öyle iğneleyiciydi ki, yutkunduğunu fark etmem zor olmadı. "Şahsen ben, böyle bir şeyin olacağına ihtimal bile vermem!"

İçimde zerre vicdan ya da merhamet yoktu Gürkan Yaşar'a karşı. Ona söylediğim 'Hanım Evladı' sıfatını bile söylemeye değecek biri olduğunu düşünmüyordum. Midemi bulandırıyordu. Öfkemi perçinliyordu. Nefretimi körüklüyordu. Öyle ki, içimde ona karşı yeşeren tek duygu nefretti. Gayrısı da olmazdı!

"Gidelim Ilgın," diyerek beni kolumdan tuttuğu gibi yanına çeken Kubilay'ın peşine takıldım. Arkamda bıraktığım enkazın altından çıkma sırası şimdi ondaydı. Evet, içindeki enkazı daha da çıkılmaz kılmıştım onun için. Yeminlerini, sözlerini yutturmuştum. Şimdi sorsalar bana pişman mısın diye, hayır derdim. Hiçbir şeyden pişman değildim. Tek bir şey dışında. Ona güvenmekten gayrı bir pişmanlık yoktu ben de.

Seri adımlarla çıktık kafeden. Ardından evlerimizin yolunu tuttuk. Ne tutukluk ne de burukluk yoktu üzerimde. Karşısında öyle güçlü bir Ilgın görmüştü ki biraz önce, bir daha unutamayacaktı. Artık kâbus olma, uykusuz bırakma sırası bendeydi. Kabuk bağlamış yaraları kanatma sırası bendeydi. Çünkü Gürkan Yaşar, sırasını salmıştı!

***

Canım elbette yanmaya devam ediyordu. Sönecek gibi durmuyordu içimdeki ateş. İntikam isteğiyle yanıp tutuşuyordu yürek. Canımdan can kopartana acı çektirmek hiçte iğrenç görünmüyordu gözümde. Öyle bir nefretle yanıyordu ki gözbebeklerim, kana susamış gibi hissediyordum. Hayatımı kaldığım yerden yaşamaya devam ediyor ve payıma düşeni kabulleniyordum. Daha fazlasında yoktu gözüm. Benimkinde gözü olanıysa, artık görmezden gelmeyecektim. Saçma cümlelerle dolup taşan bir lügatim hatta aksaklıklarım vardı belki ama pes etmemeyi öğrenmiştim. En büyük yaram olan Kemal Keskin, bana böyle meziyetlerde aşılamayı başarmıştı ömrümde olduğu o kısacık anda. Çekip gittiğinde ise, her birini hayata geçirmek için büyümeyi beklemiştim. Nakşeder gibi işlemiştim hayatıma nefretle hatırladığım adamın öğütlerini. Ondan çok zarar görmüştüm fakat bunları yarara dönüştürmeyi bilmiştim. Canıma okuyanlar karşısında yıkılmamış, aksine dimdik ayakta durmayı başarmış ve ders çıkarmayı bilmiştim. Bu yüzdendir böylesine asi ve grinin her tonu oluşum.

Gri, benim hayatıma ilmek ilmek işlenmiş en güzel renktir. Araf'ımın en güzel simgesidir. Öyle ki, ne beyaza yakındır ne siyaha. İkisinin de ortasında ama hiçbir yere ait olmayan. Böylesine güzel ve bir o kadar can yakıcı.

Büyüyecektim. Daha çok büyüyecektim. Ne acılar yaşayacak ne dersler çıkaracaktım kim bilir? Birileri çıkıp yine sökecekti yüreğimi. Benliğimin can evine ne hançerler saplanacaktı, ne insanlar görecektim. Ama bir şeyden emindim ki, Gürkan Yaşar gibisini bir daha tanımayacaktım. Kimse böylesine göremeyecekti zaaflarımı. Gözlerimden yaralı ruhuma inemeyecekti. Ücralarıma sızamayacaktı. O öyle bir adamdı ki, ateşe elini sokup közüyle sizi yakan. O öyle bir gaddardı ki, güveninizi hançer yapıp sırtınıza saplayan. Böyleleri zor bulunurdu. Hareli gözleriyle sizi saydam bir cam gibi hissettirenler zor bulunurdu. Karşınızda aynı cam gibi dururdu belki ama buzlu bir cam. Tam olarak göremezdiniz içerisini. Size bir verirken bin mislini alırdı. Tüm ümitlerinizi çalardı. Tutunmaya çalıştığınız hayata, elinizi ayakkabısının tabanıyla çiğneyerek bırakmanızı sağlardı.

Düşünmek zordur. Hele de o esnada kendinizle yüzleşiyorsanız bu birkaç kat daha zordur. Çünkü sizi sizden daha zehirli kimse yargılayamaz. Böylesine kimse eleştiremez. Tüm açıklarınızı ya da zaaflarınızı kendinizden başkası bilemez. Fakat istisnalar olurdu. Öyle bir insan çıkardı ki karşına, seni senden daha iyi görür, bilirdi. Şayet iyi bir insansa dostunuz, eşiniz veyahut sevgiliniz olurdu. Lâkin kötü bir insansa... Sizde sizden geriye bir şey bırakmayana kadar sömürürdü. İliğinizi kuruturdu.

İşte, tam olarak hissettiğim buydu. Canıma okunuyor ve canımdan can kopartılıyor gibi hissediyordum. Ah, bu düşünme işi başıma ağrılar saplıyordu!

"Ilgın, okula gitme vakti. Kalk hadi!" Annemin gür sesi merdivenleri, koridorları aşıp kulaklarıma ulaştığında istemsiz gözlerimi devirdim. Sanki çok uyuyabilmişim gibi de...

Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadıktan sonra yeniden odama girip ablamın beni tiksinmekten kurtardığı okul eteğimi ve tişörtümü giydim. Ardından saçlarımı sıkı bir atkuyruğu yaptıktan sonra paravan tokalardan iki tanesi ensemin biraz üstünde kalan kısma taktım. Çantamı bugünün programını ayarlayıp koluma taktım ve aşağıya indim.

Mutfaktaki hazır sofraya oturduğum vakit annem ve ablamda oturdular. Kahvaltımızı yapmaya başladık. Annemin doldurduğu sıcak çayı yudumlarken ablam konuşmaya başladı.

"Benimde okulda işim var Ilgın, onları halletmek için geleceğim yine. Bir türlü bitmiyor şu okuldaki iş ya. İki haftadır istediğim belgeyi verecekler sözde!"

Onu başımla onaylayıp "Kahvaltıdan sonra çıkalım." dedim. Ardından kahvaltıya geri döndüm. Çatal bıçak sesinden başka ses yoktu. Annem yine kendi sessizliğine çekilmişti ve konuşmaktan yana gibi durmuyordu. Benimde ondan farkım yoktu. Ablam ise... Her zaman ki ablamdı. Hayatın ona sunduğu tüm acılara ve acımasızlıklara rağmen şen şakrak ve pozitif. İmreniyordum bazen ona. İçinde ne yaşarsa yaşasın, simasında asla belli olmazdı. Güçlü insanda böyle olunurdu işte. Her şeye inat yaşamaya devam edebilen.

Ablamla kahvaltıdan sonra ayakkabılarımızı giyip çıktık evden. Gökçe'yi de aldıktan sonra okulun yolunu tuttuk. Gökçe ve ablamın olağan sohbetiyle geçti tüm yol. Hiçbir şey söylemedim. Gerekte duymadım açıkçası. Yani ne bileyim, kasvetli ve melankolik bir havadaydım şu ara. Hep öyle bir havadasın sen...

Uzun zamandır ortalarda olmayan içsesim, bugün pek erkenciydi doğrusu!

Okula girip bir kat çıktıktan sonra ablamı müdür yardımcısının odasına bırakıp kendi sınıfımıza çıkmayı planlıyorduk. Ta ki içsesim gibi uzun zamandır ortalarda görünmeyen Ahu'yu karşımda bulana kadar.

Ellerini beline yerleştirmiş, o çocuksu siması ile öfkeli göründüğünü düşündüğü bir ifade takınmıştı. Çok korktum gerçekten(!)

"Murat'ı elimden alman sana yetmedi herhalde kaltak kuzenini de ayarttığına göre. Birde utanmadan okulun ortasında..."

Sözlerini keskin bir tokat sesi böldü. Yüzü tokadın şiddetiyle yaba savrulurken, o bukleli sarı saçları havada dalgalandı.

Şaşkınlık içerisinde ablama döndüm. Gözlerim şaşkınlığın etkisiyle irileşmiş ve ağzım hafifçe aralanmıştı. Bunu cidden beklemiyordum!

"Kardeşimle konuşurken ağzından çıkan her söze dikkat et yer elması!" diye kükredi ablam hiç çekinmeden. Gözlerindeki alev kıvılcımları o kadar belliydi ki, Ahu için korkmama neden olmuşlardı. "Aksi takdirde tekrarlanması gibi bir hatada seni ayağımın altında bir pislik gibi çiğnerim!"

Dilimi sözleriyle birlikte yuttuğumda Gökçe'ye döndüm ve onunda benden pek farkının olmadığını anladım.

"Ama sen... Sen onun yaptıklarını bilmiyorsun. Aynı anda iki kuzeni ayartıp..." Ve yüzünde patlayan ikinci tokadın ardından ablam Ahu'nun saçlarını ense kökünden kavramış ve yüzünü kendi yüzüne yaklaştırmıştı.

"Sana. Laflarına. Dikkat. Et. Dedim. Sürtük!" diye tısladı dişlerinin arasından. Bu halinden ben bile korkmuştum, Ahu'nun altını doldurduğundan hiç şüphem yoktu.

Continue Reading

You'll Also Like

7.7K 478 50
Simsiyah bir ruh halini anlatan siyah bir defter hayal et... Bazen herşey bazen hiç birşey ....
3.5M 121K 49
Gökalp mahallesinde sonsuz aşkın ateşiyle kavrulan iki ayrı ruh... Almina, geçmişi acılarla dolu küçük bir kadındı. Bir gün ansızın yaşadığı şehir o...
2.6M 121K 43
|TAMAMLANDI| Yarası kendinden güzel adam ve onun güzel Ay'ı. 02.09.2019
378K 20.8K 44
Siz: Selamünaleyküm beyefendi Hayırlı Doktor Kısmet: Aleykümselam, kimsiniz? Siz: Teravihte annenizin numaranızı verip, doktor oğlum diye övdüğü kişi...