SESLİ KİTAP - Cennet Beyazı

De yuzrsf

16.4K 2.6K 4K

Cennet Beyazı, bir şizofreni anlatısıdır. Aşkın en zor ve en kanlı hali için nefesini çek içine. "Şimdi yeni... Mais

Cennet Beyazı - Giriş ve Tanıtım
Cennet Beyazı - Bölüm Bir
Cennet Beyazı - Bölüm İki
Cennet Beyazı - Bölüm Üç
Cennet Beyazı - Bölüm Dört
Cennet Beyazı - Bölüm Beş
Cennet Beyazı - Bölüm Altı
Cennet Beyazı - Bölüm Yedi
Cennet Beyazı - Bölüm Sekiz
Cennet Beyazı - Bölüm Dokuz
Cennet Beyazı - Bölüm On
Cennet Beyazı - Bölüm On Bir
Bölüm On İki - Şizofreni
Bölüm On Üç - Dünya!
Bölüm On Dört - Sancı
Bölüm On Beş - Sağanak
Bölüm On Altı - Hata
Bölüm On Yedi - Eyvallah
Bölüm On Sekiz - Buluşma
Bölüm On Dokuz - Yorgun Kaptan
Bölüm Yirmi - Resim
Bölüm Yirmi Bir - Karmaşa
#22 - Nefes
#23 - Oyun
#24 - Arzu
#25 - Sekiz15
#26 - Yasak Meyve
#27 - Bedenin
Yeni Kitap Duyurusu
#28 - Dönüşüm
#29 - Mezarlık
Bana Adını Söyle
#30 - Wellbeck
#32 - Defter
#33 - Elif
#34 - Sen Aldırma
#35 - Enkaz
#36 - Cehennem
Yeni Yıl - Yeni Bölüm!
Bölüm Otuz Yedi - Ruhunu Gökyüzüne Gömdüm

#31 - Dünya

250 34 131
De yuzrsf


Can'lar, bölümden önce sizi bugün katılabildiğim gruba davet ediyorum. Dileyen gelsin. Facebook arama bölümüne Yuzarsif Kitapları yazarsanız çıkıyormuş.

Keyifli okumalar...




Bir hayat kadını olsa da asla annesi kadar güzel kokmuyordu yurdun yatakları, hiç sevmemişti burayı. Çünkü anne beyazın en güzel tonuydu...



BÖLÜM OTUZ BİR – DÜNYA




                 Cemil başını sallayıp "Hatırlamıyormuş." dediği anda yaşlı müdürün ağzından tek bir kelime çıktı. Cemil'in ve Wellbeck'in kulaklarını sağır eden tek bir kelime.

"DÜNYA"

Titreyerek yaşlı adama döndü ikisi de. Cemil'in gözlerinden bir damla kopmuştu, boğazına nefes almasını engelleyen bir ket vurulmuşçasına zorlandı konuşurken.

"Ne dedin sen az önce?"

Adam yaşlı hafızasını biraz zorlayıp kadını hatırlamıştı.

"Elif'in annesinin ismini sormadın mı sen bana?" Dünya idi ismi."

Saniyeler içinde iki kez 'Dünya' ismini duyan Wellbeck de tercümeye gerek kalmadan anlamıştı adamın söylediklerini.

Zaten duymak istemediği, korktuğu cevap buydu.

"Artık ben ne biliyorsam sen de aynısını biliyorsun Cemil. Sana sürekli sözünü ettiğim ve şu kana adar içimde tuttuğum, inanmak istemediğim şey buydu. Karının annesinin ismi Dünya. Oswald bunu da söylemişti bana. Çünkü gerçek nüfus bilgilerinde bu isim çıkıyormuş, sizdeki kimlik bir nevi sahteymiş. Şimdi anladın mı neden bu kadar ısrar ettiğimi?"

Cemil boş gözlerle yere bakıyordu. Hangi kelimeyi seçse yine de içindeki anlamsızlığı anlatamazdı.

"Ama... Dünya, Can'ın ananesi mi oluyor şimdi? Nasıl olur bu?"

Wellbeck için kilit nokta da bu kısımdı zaten.

"İşte buradan sonrasını beraber bulacağız Cemil. Lütfen önce kendini toparla ve Dünya hakkında bildiği başka şeyler varsa anlatmasını rica et beyefendiden, işimize yarayabilir."

Cemil içinde hiçbir duygu belirtisi olmayan bir şekilde konuştu.

"Özür dilerim az önceki çıkışım için. Dünya hakkında bildiğiniz duyduğunuz başka ne varsa anlatın lütfen bize."

Yaşlı adam, Cemil'in neden birden renginin attığını ve asabileştiğini anlamadı. Boğazını temizleyip bitkin sesiyle bildiklerini ve parçalar halinde hatırladıklarını anlatmaya devam etti.

"Pek bir şey bilmiyorum. Ama dediğim gibi, hayat kadınıymış. Bir adamla kavga edip intihar etmiş. Kızının gözleri önünde... Zaten o olaydan sonra geldi Elif yurda. Hep annesini aradı... Her zaman ve her yerde."

***




        Koyu yeşil boyası dökülmüş, kirli duvarlarına çeşit çeşit anı sinmiş bir oda demekti yalnızlık. Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda küçük bir kız çocuğu ağlayacak olsa önce burada duyulurdu gözyaşının kokusu. Beşinci kattaki evin üç odası da birbirine kan davalıydı; ayrı ayrı kirlenmişti hepsi. Kapı girişindeki büyük odada, birkaç parça elbiseyi koymak için kırık bir dolap ve hemen yanında üzeri muhtelif lekelere bürünmüş yatak vardı. Bir de içinde hiçbir zaman yemek pişirilmemiş küçücük ve iğreti bir mutfak bulunuyordu, büyük odaya tutkun. Diğer odalar bomboştu, pencereleri gazete kâğıtlarıyla kapatılmıştı. Nemli taban tahtaları aylardır hasretti gün ışığına.

Yalnızlığının tam ortasında, koyu yeşil boyası dökülmüş, kirli duvarlarına çeşit çeşit anı sinmiş odasında dışarıyı seyrediyordu. Pencereler temizlenme şerefinden mahrum kalalı çok mevsim geçmişti.

Yorgun kadın üzerine aralıksız yağmur yağmış bir enkaz gibiydi. Sarı saçları dağılmış, gözlerindeki ışık bir sulu boya kırmızısında dağılmıştı. Yanaklarından boynuna kadar süzülen gözyaşları makyajını dağıtıp yüzünde siyah lekeler bırakıyordu.

"Şimdi baban gelecek, sakın oradan kalkma" diyerek kızının, Elif'in, yanına geliyor ve birkaç saniye sonra yeniden ağlamaya başlıyordu.

Küçük kızı dizlerini karnına çekmiş, evin diğer köşesinde, korku dolu gözlerle annesini izliyordu. Dünya ağlayınca o da ağlıyordu, kasvet dolduruyordu odayı.

Ara sıra ritmi yükselen, ölüme şehvet kokusu katan bir müzik sesi vardı içeride. Dünyanın en sevdiği şarkı vardı kasetçalarda.

Ölürüm sevdiğim sebebim sensin.

Evvelim sen oldun, ahirim sensin.

Dünya müziği duymuyor gibiydi, sürekli pencereye bakıyor ve yeniden kızının yanına gelip uslu durmasını tekrarlıyordu ağlayarak. Annesinin pencereye baktığı sırada kapının açıldığını gördü Elif.

Ağlaması duyulmasın diye iki eliyle kapattı ağzını. İçeriye giren adam birkaç adım attıktan sonra durdu.

"Yine neden çıktın karşıma?"

Kadın adamın söylediğini duymamış gibi davranıyordu. Elini omuzlarına götürdü, saniyelerce bekledi. Parmaklarını omuzlarında dolandırıyordu, yokluğunu şahadet parmağından tutar gibi.

Küçük kız izlemeye devam etti ikisini de. Ne de olsa sessiz olmasını, uslu durmasını istemişti annesi. Babası gelecekti, hiç tanımadığı, görmediği babası!

Demek ki baba böyle bir şeydi, sinirli bir ses tonu vardı.

Kadından ses gelmeyince adam bir adım daha yaklaşıp sesini daha fazla yükseltti.

"Sana diyorum Dünya, duymuyor musun? Daha ne kadar bekleyeceğim böyle! Ömrümün geri kalan yamalı yollarını bana bırak. Artık zaman dilimim sen değilsin, artık bir saniyem kadar bile değerli değilsin.

Bir kez olsun sözünü tut! Beni bunca zaman sonra neden çağırdınsa söyle ve sonsuza kadar çık hayatımdan."

Adamın sözlerini yavaş yavaş idrak etmeye başlıyordu Dünya. Geceler dolusu yemini saniyeler içinde çürüdü zihninde. Oysaki sevmenin en kendinden vazgeçmiş noktasındaydı artık, karşısındaki kişinin hayatını yeniden altüst etmeden sessizce beklemesi gerekiyordu. Becerememişti, son kez görmek istemişti sevdiği adamı.

Dönmeye ya da konuşmaya gücü yokmuşçasına arkası dönük durmaya devam etti. Kapının önündeki adam tekrar konuştu, bu kez sesi nefret kokuyordu!

"Yüzüme bak ve bir şeyler söyle! Öylece durup susmak için mi çağırdın beni? "

Kadın üzerinde sigara delikleri olan kırmızı bir gece elbisesi giymişti. Sarı saçları göğüslerine kadar inip dekoltesini kapatma bahanesiyle çürümüş süt kokuları arasında dinleniyordu.

Çıplak ayakları birkaç günün, belki çok daha fazlasının kirini taşıyordu. Nasıl olduğunu anlayamadan arkasına döndü ve dudağından kelimeleri zorla çıkartırken buldu kendini, gülümsemeye çalışıyordu. Şişmiş yüzü ve kanlı gözleriyle birleşen bir gülme çabası...

"Hoş geldin." dedi ve cevap beklemeden devam etti.

"Bugün uzunca bir yolculuğa çıkıyorum. Senden ruhumu alıp götüreceğim, yanında bulunmayı hak etmeyen bedenimin hamallığını yapacağım günlerce. Hiç bilmediğim bir yerde, hiç bilmediğim birinin yatağında bulacağım kendimi belki de.

Bilmiyorum. Tek istediğim şey, ömürce yetecek kadar, son kez, sarılmama izin ver. Sonra zaten..."

Duyduğu sözler ve kadının isteği adamın midesinin kasılmasına sebep oldu. Nefret ettiği kişi de karşısındaydı, sevdasını yüreğinde ölene dek taşıyacağı kişi de. İki duygudan biri ağır basmak zorundaydı. Dişlerini dudaklarına bastırdı ve konuşmaya çalıştı. "Senden nefret ediyorum..."

Cümlesini tamamlamakta güçlük çekiyordu.

"Senden nefret ediyorum ama bir kez sarılmak için her şeyimi veririm."

Sözlerini bitirirken adımlamaya başladı. Adamın her adımında kalbinin yerinden çıkacağını hissediyordu kadın, defalarca ölmek ve defalarca doğmak arasında savruluyordu.

Yeniden ölüme şehvet kokusu yayan müzikler duymaya başladı ya da duymuyordu, kim bilir. Güçlükle birkaç adım attı, olabildiğince kısaltmak istiyordu mesafeyi. Kirlenmiş vuslata birkaç adım kalana kadar yürüdüler.

Yürüdüler...

Babası bildiği kişi ve annesi birbirine yaklaştıkça ıslak gözlerinden mutluluk ışıltıları parlıyordu Elif'in. Hep resimler ve fotoğraflarda gördüğü aile kavramı şimdi karşısındaydı. Birazdan sarılacaklardı, kim bilir, belki Elif'i de kucağına alırlardı... Beraber dışarıya çıkarlardı ya da parka giderlerdi...

Yıllanmış kasetçalar çalıp çalmama konusunda bağımsız olarak hareket ediyordu. Uzun süren sessizliğinin ardından yeniden çalmaya başladı.

Dünya'nın en sevdiği türkü... Başka müzik de yoktu zaten içinde. Ne adam ne de kadın duyuyordu şarkıyı.

Sadece Elif'in kulaklarında yankılanıyordu sözleri,

Evvelim sen oldun ahirim sensin...

Ve birden durdu adam. Duygu dengesi yer değiştirmişti, bu kez nefret ağır basıyordu. Arkasına dönerek kapıya yöneldi, bir an önce terk etmek istiyordu her yeri sevdiği kadın kokan bu evi.

Adamın ayakkabısından çıkan sesler beynini yakmaya başladı Dünya'nın! Oysa kendine doğru geldiğinde ne kadar huzur vericiydi aynı sesler.

Kulağındaki yangını dışarıya vurarak, çığlık çığlığa arkasından koştu ve ayaklarına sarıldı.

"Gitme!" diye bağırıyordu.

"Yalvarırım gitme! Bir kez sarılayım, doya doya kokunu çekeyim içime."

Annesinin çığlıklar içinde kendini yere atıp babasının ayaklarına sarılmasını gören Elif dayanamadı, gidiyordu babası!

Artık uslu kız olmak ya da susmak istemiyordu.

"Baba!" diyerek koşmaya başladı ve kendini tanımadığı adamın ayaklarına attı.

Tıpkı annesi gibiydi...

Çığlıkların arasında duyduğu "Baba!" sözünü anlamaya çalışıyordu adam. İstemsiz bir şekilde durdu ve arkasından ayaklarına sarılmış küçük kıza baktı.

Boş, ruhsuz ve dahi nefretle... Kimdi bu kız, tanımıyordu!

Ellerini adamın ayaklarına kilitleyen Dünya yeniden konuştu.

"En iyi sen bilirsin piçliğimizi. Senden başka hiç kimsemiz yok. Annemiz de sensin, babamız da. Bu kimsesiz masum yüreğin hatırına sarıl bana. Babasız bırakma Elif'i. Ömrüm, her şeyim..."

Kadının sözleri Elif'in ağlamasıyla karışmıştı. "Baba!" diyordu küçük kız.

"Ne olur gitme baba."

Olduğu yerde kaskatı kesilmişti adam, hiçbir şey söyleyemedi. Ayaklarının ucundaki tanımadığı küçük kız çocuğu tarafından baba yerine konuyordu. Anlayamadığı, garip bir durum vardı ortada. Zannettiğinden çok daha büyük, iki kişilik bir sevgi belki de... İçindeki sese inandırdı kendini, bu çocuk başka birinden olmuştu, kim bilir kimden!

Dünya, her zamanki gibi kimsesiz ve çaresiz kalınca hatırlamıştı kendisini...

Yine bir seçim yapması gerekiyordu, yine bozulması gereken bir denge vardı. Tırnaklarını avucuna gömercesine bastırdı ve kadınla kızının kuru edebiyatını birkaç saniye daha dinledi.

Ne kadar acizlerdi, gerçekten de çürümüş, rutubet kokmuş bir piç gibiydi ayakucundaki küçük kız. Ayaklarını sürüyerek çekti.

Kapının ağzına kadar sürüklendiler. Hıçkırarak "Baba!" diye ağlamaya devam ediyordu Elif, küçük parmakları hızla çözüldü. "Lütfen gitme baba!"

Dünya bacağına sarılmaya devam ediyordu her şeyi yerine koyduğu adamın... Kapının ağzına geldiklerinde parmakları yavaş yavaş çözülmeye başlamıştı. Daha çok tutamadı ve ömrünün geri kalan zaman dilimindeki tüm kum taneleri yitip gitti avuçlarının arasından.

Elif ve Dünya... Yüzüstü, yerde hıçkırarak yatarken, adam da beşinci kattaki evin merdivenleri hızla inmeye başladı. Dar merdivenleri çevreleyen kirli beyaz duvarlar üzerine geliyordu sanki. Eğer burayı bir an önce terk etmezse geri dönüp çıldırmışçasına sarılacağına emindi.

Kızı olmadığına emin olduğu o kıza, Elif'e de "Kızım!" diyecekti.

Emindi tüm bunlardan, kontrol edemediği kadar büyük bir sevgisi vardı.

İkinci kata geldiği zaman, yangın merdivenlerine bağlanan pencerenin önünden hızla bir karartı geçti. Ardından...

Tok bir ses duyuldu. Birkaç saniye geçmeden çığlıklar doldurdu merdiven boşluğunu. İçinde daha önce hissetmediği bir korku yükseliyordu adamın. Merdivenlerin kalanını düşercesine inip dışarıya çıktı.

Saniyeler içinde büyük bir kalabalık oluşmuştu çevrede. Tek bir nefes dahi almadan koştu. Kalabalığı yarıp birkaç kişiyi geçtikten sonra ayaklarına kadar gelen koyu kan ve sapsarı saçlarla karşılaştı.

Uğruna canını hiç düşünmeden feda edebileceği sarı saçlarla...

Nefesi kesilmişti. İrisleri küflü bir jiletle kesilmişçesine yanmaya başladı. En kuvvetli veda cümlesi gibi duruyordu kadının cesedi önünde.

Çöktü dizlerinin üzerine...

Etrafında telaşla bağırmaya başlayan insanların nefesi alevli yüzüne çarptı.

"Kızı pencereye çıkmış, düşecek!".

Küçük kız, Elif, annesinin kanlar içindeki cesedini izliyordu. Pencereden iyice sarkmış, kucaklamak istercesine uzatıyordu kollarını.

Hemen önündeki Dünya'nın cesedini unutup yukarıya koşmaya başladı adam.

***




        Hemşirenin kucağında ses çıkartmadan ağlıyordu Elif. Hâlâ uslu durmaya ve sessiz olmaya çalışıyordu. Eğer ses çıkartmadan beklerse annesi gelirdi, belki babası da...

Gelen olmadı. "Annen küçük bir kaza geçirdi, iyi olunca gelip seni alacak." diyerek kimsesizler yurduna gönderildi bir süre sonra.

Bir hayat kadını olsa da asla annesi kadar güzel kokmuyordu yurdun yatakları, hiç sevmemişti burayı. Çünkü anne beyazın en güzel tonuydu; Cennet Beyazı'ydı.

BölümSonu    



Continue lendo

Você também vai gostar

8.5K 371 21
Takıntılı bir katil onun peşindeyken peki o ne yapacaktı? "Bir iki üç kurtulması güç" "Dört beş altı oyun sona çattı "
65.7K 2.4K 17
Kitap düzenlemeye girmiştir anlam hatları olabilir düzenleme bitene kadar başlamamız önerilir "Ada abla biraz gezelim mi Babam sen ben üçümüz " dedi...
İHTİLAL De Fatma Demir

Mistério / Suspense

809K 28.4K 63
"Benimle oynarken iyi düşün." diye hırladı. Sesi karnımı burkarken dudaklarıma kilitlenmiş bakışlarını görünce karanlığın verdiği cesaretle güldüm. "...