AFİLİ ÂŞIKLAR SERİSİ 1-2 (DÜZ...

By haticekubraozcan

2.5M 147K 57.3K

[AFİLİ ÂŞIKLAR SERİSİ -1- DELİ GELİN] Bir yanda deli dolu bir kadın, öte yanda gözükara ve dev gibi bir adam... More

DG -1. Bölüm: DELİ KIZ
DG -2. Bölüm: HAYIRLI OLSUN
DG -3. Bölüm: ATEŞİM VE CAN YAKARIM
DG -4. Bölüm: PARA
DG -5. Bölüm: DİŞ SANCISI
ÖNEMLİ - INSTAGRAM
DG -6. Bölüm: BIÇAK KAZASI
DG -7. Bölüm: KARAKOL
DG -8. Bölüm: YAVRU DELİ GELİN
DG -9. Bölüm: GELECEĞE BİRİKEN ANILAR
AHÛZAR SERİSİ
DG -10. Bölüm: OLAY ÇUKURU
DG -11. Bölüm: İÇ GÜVEYİ
DG -12. Bölüm: İKİ DEFA DÜŞÜN
DG -13. Bölüm: NİŞANLI KAÇAKLAR
DG -14. Bölüm: KIZ BABASI
DG -15. Bölüm: YAPRAK SARMA
DG -16. Bölüm: NİKÂH GÜNLÜKLERİ
DG -17. Bölüm: GELİNLİK
DG -18. Bölüm: HAYATIMA HOŞ GELDİN
DG -19. Bölüm - Part/1: BİZ EVLİYİZ OĞLUM
DG -19. Bölüm - Part/2: BİZ EVLİYİZ OĞLUM
DG -20. Bölüm - Part/1: ŞURA VAKASI
DG -20. Bölüm - Part/2: ŞURA VAKASI
DG -21. Bölüm - Part/1: BEBEK
DG -21. Bölüm - Part/2: BEBEK
DG -22. Bölüm: İTİRAF
DG -23. Bölüm - Part/1: HATA
BİR TUTAM
DG -23. Bölüm - Part/2: HATA
DG -24. Bölüm - Part/1: MİLAD
DG -24. Bölüm - Part/2: MİLAD
DG -25. Bölüm: İKİ ZEYTİN
DG -26. Bölüm: BEKLENMEDİK AN
DG -27. Bölüm: KADER ZİNCİRLERİ
DG -28. Bölüm: MUTLULUĞA DOĞRU
DG -29. Bölüm: AŞK YOLU (FİNAL)
DG -30. Bölüm: ÖZEL SON
!DUYURU!
AFİLİ ÂŞIKLAR SERİSİ -2- BAHTSIZ DAMAT
BD -1. BÖLÜM: PİKNİK MACERASI
BD -3. BÖLÜM: EVE GELİN LAZIM MIYMIŞ?
BD -4. BÖLÜM: KAĞIT PARÇASI
BD -5. BÖLÜM: İSTİFA
BD -6. BÖLÜM: MELİH VAKASI
BD -7. BÖLÜM: YANLIŞ ANLAŞILMA
BD -8. BÖLÜM: SANA EN ÇOK BEN YAKIŞTIM
BD -9. BÖLÜM: SAVRULUŞ
BD -10. BÖLÜM: ÖN SÖZ VE SON SÖZ
BD -11. BÖLÜM: ABİNLERDEN KAÇIRDIM SENİ
BD -12. BÖLÜM: PAHALI ELBİSE
SADE'M
BD -13. BÖLÜM: AŞK KIRILMAKTI
BD -14. BÖLÜM: TAKİP MESAFESİ
BD -15. BÖLÜM: PİŞMANLIĞIN ESİRİ
BD -16. BÖLÜM: ÇOK GEÇ
BD -17. BÖLÜM: AİLE SIRRI
BD -18. BÖLÜM:
BD -19. BÖLÜM: KORKU FİLİZİ
BD -20. BÖLÜM: NESLİŞAH
BD -21. BÖLÜM: MEZAR
BD -22. BÖLÜM: TERK EDİLMEK
BD -23. BÖLÜM: ROMANTİZM KATİLİ
VAHA
BD -24. BÖLÜM: GELİN HANIM
BD -25. BÖLÜM: LEYLİFER
BD -26. BÖLÜM: HASTANE
BD -27. BÖLÜM: GÖZYAŞIN İÇİN
BD -28. BÖLÜM: AŞK RÜYASI
BD -29. BÖLÜM: YANGIN
BD -30. BÖLÜM: BERDEL
BD -31. BÖLÜM: TEKLİF
BD -32. BÖLÜM: NAMUS MESELESİ
BD -33. BÖLÜM: ÖN BALAYI
BD -34. BÖLÜM: MUTLULUĞA DOĞRU
BD -35. BÖLÜM: NİKÂHTA KERAMET
BD -36. BÖLÜM: TEST
BD -37. BÖLÜM: NİŞAN
BD -38. BÖLÜM: DÜĞÜNDEN KIZ KAÇIRMA
BD -39. BÖLÜM: SANCILI SAATLER
BD -40. BÖLÜM: SONSUZ SON
!Hikaye Hırsızı!

BD -2. BÖLÜM: BULAŞIKÇILIK

22.9K 1.6K 150
By haticekubraozcan

Yorum sınırı: 100

Keyifli okumalar...

2. BÖLÜM: BULAŞIKÇILIK

Olaylı piknik maceramızın üzerinden iki gün geçmişti. Asaf abimin yakalayamayacağını düşünerek ayıp etmiştik. İkimizi de dere kenarında yakaladığında suyun içine gömmesi kaçınılmaz oldu. Kendimize geldiğimizde ise Agâh abim ile birlik olup onu suyun içine çektik. Kavgamız bittiğinde rezil bir halde bizimkilerin yanına gidemeyeceğimiz için yarım saat kadar kurumayı bekledik dip dibe. Kardeş olmak böyle bir şeydi sanırım. Delicesine kavga edip en sonunda kol kola yürümek.

"Aslışah o fare yuvasından çık da bana yardım et" annem yine mutfağa tıkılmış akşama İngiltere kraliçesi II. Elizabeth ve Galler prensi​ Charles gelecekmiş gibi hazırlık yapıyordu. Şimdi içeriye girip bu fikirlerimden ona bahsetsem benim misafirlerimin gavurlardan ne eksiği var? Elbette onlardan daha iyi ağırlayacağım" der, beni sustururdu. Misafirlerini gavur ettiğini fark etmezdi. Kaderime boyun eğerek mutfağa geçtim. Kapıdan girerken kendimi her türlü görüntüye karşı hazırladım. İyi ki hazırlamışım tezgâhın üzerinde yapraklar sarılmak için beklerken annem elinde oklava yere oturmuş büyük boy yufka açıyordu.

"Çabuk o sarmaları sar." Aramızda geçen sohbet bu kadardı. Daha önce bahsettiğim gibi mutfakta pek görevim yoktu benim. Annem genellikle yaptıklarımı pek beğenmezdi. Elimin lezzetli olduğunun farkındayım ama bunu aileme kabul ettiremiyorum maalesef.

"Tamam" tezgâhtaki yaprakları masanın üzerine taşıdım ve oturduğum yerden sarmaya başladım. Her sardığım sarmadan sonra tek tek sayıyordum. Şu Ana kadar 373 tane sarma sarmıştım. Belimin ağrısı dayanamayacak duruma geldiğinde pes ederek ayağa kalktım.

"Ay yeter benim benzinim bitti. Motor su kaynattı. Daha fazla dayanamayacağım"

"Ya Aslı Hanım, öyle kolay mı sandın evde durmayı? Bak işte böyle yorarlar adamı" annem, benim annem az önce bana kapak yapmıştı. Bildiğiniz menemen kavanozu kapağı. Şu bir litrelik olanlardan. Bana ders vermeye çalışıyordu bunu da gayet güzel yerine getiriyordu.

"Ne münasebet canım. Ben memnunum halimden" Külliyen yalan memnun değildim. Parmaklarım buruş buruş olmuştu v iç açıcı durmuyordu.

"Fırını yak. Son ayara getir" annemin az önce ki zaferini boşa çıkarmak için koşarak balkona çıktım. Çeyizlik fırınını atmaya kıyamamış, balkona koymuştuk. Hemen fırını çalıştırdım, ayarlarını dediği gibi yaptım.

"Şu tepsinin üzerini yağla ver fırına. Bak altı yansın sadece, üstünü sonra açarsın" elime tutuşturulan tepsi ile fırına doğru yol aldım. Ahenkle dans ediyordum demeyi bende isterdim ama pek dans eder halim yoktu. Saçım, başım dağılmıştı. Pek hevesli de değildim. Fırında işim bittiğinde mutfağa geri döndüm. Annem hamur açtığı kısmı temizlemişti.

"Hadi bakalım. Sarmalarını sen koy ocağa."

"Ben ne anlarım yaprak pişirmekten. Sardım yetmez mi?" Şimdi bunu pişirmeye kalksam yakma ihtimalim fazlaydı. Çorba değildi koyu olduğunda bir bardak su koyayım, sulu olduğunda azıcık un ile kıvam aldırayım.

"Yaptığın bana ise öğrendiğin kendine. Yarın evlendiğinde bu günleri hatırlayıp bana dua edersin. Getir şu tavayı yağını salçasını koy" annelerin meşhur sözlerinden birini duyduk değil mi? Günlük dozumuzu aldığımızda göre işkencelere devam edebiliriz.

"Tabi annecim. Sen haklısın annecim" ben dolaptan tava alırken annem tepemde dikiliyordu. Anlaşılan benden ümidi kesmiş iyi bir ev kızı olmam konusunda kararlıydı. Annemin yönlendirmesi ile yaprağı pişirmeye bıraktığımız da kalan diğer yemekleri de beraber hazırladık. Galiba ben kendimi fazla kasmıştım. Annemin yaptığı her yemeğe aşinalığım vardı. Kimisini yediğim için hatırlıyordum. Bazılarını annemi izlediğim için biliyordum. Akşama misafirimiz vardı onu anlamıştım ama kimin geldiğini henüz bilmiyordum. Annem yetiştirmeyeceğiz korkusu ile fazla konuşmuyor, konuştuğunda da sürekli emir veriyordu. Nihayet babam eve geldiğinde biz işleri bitirmiştik. Ben derin bir of çekerek kendimi sandalyeye atmıştım. Ellerim domates doğramaktan ve suyun içinde yüzmekten kızarmış ve büzüşmüştü.

"Git üzerini değiştir. Abinler şimdi gelirler"

"Bu akşam kim geliyor?"

"Melek yengenler gelecek" işte o an tüm yaptığım yemeklere acımıştım. Öyle bir pişman olmuştum ki şeytan mutfağa gidip tüm yemeklere limon sıkıp yengemi Ramazan davulu gibi şişirmekti

"Neden başta söylemedin? Elimi sürmezdim" hiç sevmiyordum kendisini. Yeni gelin sayılırdı bizim sülalede. Dayımın üstün çabaları ile evlenmelerine izin vermişlerdi. İlk gün nasıl alışamadıysam hala ısınmamıştım. Vampir gibi soğuk, naylon muşamba gibi vıcık vıcık bir karaktere sahipti. Uyuzun tekiydi işte anlayın siz.

"Ne demek sürmezdim? Sanki el geliyor yemeye. Dayın geliyor"

"Dayıma can kurban. Benim sorunum kaktüs karısı ile."

"Aslışah o dilini keserim senin. Git üzerini değiştir"

"Doğruları söyleyince keserim dilini. Kardeşlerinle bir araya geldiğinde sanki siz atmıyorsunuz arkalarından"

"Bak hala konuşuyor. Kamil sen bunu duymuyor musun?" Annelerin 1 numaralı kaçış yolu kocalarına seslenip bizleri azarlatmaktı. Tıpkı sizlerin de evlerinde olduğu gibi. Canım babamın vereceği tepkiyi bildiğim için muzipçe sırıttım.

"Aslı büyüklük sende kalsın kızım." Babam büyüklüğünü konuşturmuştu. Yengemi o da sevmiyordu. Hatta dayımı da pek sevmezdi.

"Babası ne ki kızı ne olsun." Ben keyifle mutfaktan çıktım ve odama geçtim. İçeride oturacağım dakikalar sayılıydı. Masaya oturup yemeğimi yiyecek masayı kaldırdıktan sonra da bizim kızların yanına gidebilirdim. Keyifle üzerimi değiştirdim. Bir ceylan edası ile sekerek içeriye geçtiğimde dayım ve o çok sevdiğim 'asla inanmayın' karısı kapıdan içeriye giriyordu. Yüzüme pek de geldiklerine memnun olmadığımı belli eden bir ifade yerleştirdim. Sevmiyordum arkadaşım sevmiyordum. Bu kadını gördüğüme hiç memnun değildim. Elimden gelse bir kaşık suda ümüğünü sıkıp verecektim eline. Dayım kendi halinde, sessiz sakin diyebileceğim bir adamdı. Kimseye faydası olmadığı gibi zararı da olmazdı. Adamın kaderine şirret biri düşmüştü. Dayım ne kadar zararsızsa karısı bir o kadar fenaydı. Dedikodu, kıskançlık, negatif enerji aktarımı ne ararsanız bünyesinde barındırıyordu.

"Hoş geldin dayı," dayıma sarılırken hızlı olmaya özen gösteriyorum. Karısı yüzünden dayıma da düşman olmuştum.

"Aslışah biraz da bana sarıl canım" 'Yılan' diye yüzüne bağırmak istiyordum. Dayıma sarılmamı istemiyordu. Bunca yıllık dayımızı bize yaklaştırmayacaktı elinden gelse.

"Sen yeter ki iste. Sarılmak ne kelime seni ciğerime sokarım," dayımdan ayrıldım ve karısına içimden gelmese de sarıldım. Halk arasında ki tabir ile çıtır pıtır bir kızdım ama kuvvetim yerindeydi. Allah'a ve bana verdiği deli gücüne sığınarak Melek ile birlikte zıplamaya başladım. Zıplarken ellerim de boş durmuyor sırtına olanca gücümle vuruyordum. Neredeyse ciğerleri düşme kıvamına geldiğinde bağırarak durdurdu beni.

"Yeter, yeter" benden ayrılırken nevri dönmüştü. Bir daha sarılmamaya yemin etmiş görünüyordu. Girişte beklemekten vazgeçip içeriye geçtiğimizde kısa bir sohbetin ardından tüm ev halkı masaya geçti. Annem servisleri yaptı ben yerimi aldım ve sohbete katılmadan yemeğimi yemeye devam ettim. Herkes farklı telden çalıyordu. Dayım ve babam güncel meseleleri konuşurken Asaf ve Akif abim iş konuşuyordu. Annem ve ismi ile hiç alakası olmayan yengem ise kendi aralarında sohbet ediyordu.

"Kız bitli şu ekmeği uzatsana" dibimde duran ekmeği elime aldım ve ağzıma götürdüm. Bir ısırık aldıktan sonra Agâh abime uzattım. Biliyordum ki şuan bana kızgın bakışlar fırlatıyordu. Umursamadan yemeğime döndüm.

"Canın sıkılıyor bana sarıyorsun değil mi?"

"Birazcık," iki parmağımı birbirine yaklaştırıp miktar gösterdim.

"Masayı kaldırdıktan sonra seni kaçırayım mı?"

"Çoraplarını yıkarım"

"Onları ben de yıkarım. Birinin resmini çizeceksin"

"Kabul" leb demeden leblebi diyeceğini anlamıştım. Bir şey isteyecekti ve fazla uzatmaya gerek yoktu. Karakalem resimler çiziyordum. Yetenek vardı olmasına da pek işime yaramıyordu. Ancak böyle ufak tefek istekler için kullanıyordum bunu. Yemekler yenip masa kaldırılınca ben nasıl çıkacağımızı düşünüyordum. Elimde meşhur sarı bez ile tezgâhı 23. kez kurulamamış olmamdan dolayı beyin loblarım su kaynatmak üzereydi.

"Hadi çıkalım" Agâh abim kapıdan bana seslenince elimde duran bezi fırlattım.

"Nasıl izin aldın?"

"Eve gelirken Hafize teyzenin markete gitmek istediğini söyledim. Tek başıma gitmeyeyim Aslı ile gideyim dedim. Babam zaten dünden razı annem de biraz kem küm etti ama izin verdi"

"Abilerimin arasında en çok seni seviyorum biliyor musun?"

"Kuyruğuna bassam en çok benden nefret edersin "

"Ehe ehe belki," abimin kolundan tutarak kapıya doğru çekiştirdim. Daha fazla oyalanmadan biraz nefes almalıydım. Ayakkabılarımı giyip dışarıya çıktığımızda o muhteşem hava bizi karşıladı. Akşamların hafif serin rüzgârı saçlarımı savuruyordu. Kollarımı uzatıp bir tur döndüm etrafımda. Agâh abim yanıma geldiğinde koluna girdim. Bahçeden çıktık ve sokak boyunca yürümeye başladık. Köşeyi döneceğimiz vakit gözlerimizi far ışıkları ile alan bir araba yanımıza yaklaştı.

"Agâh nereye böyle?" sorusu ile kafamı eğip konuşan adama baktım. Polis bey bu lüks aracın şoföründen şikâyetçiyim. Böyle güzel gülünmez, genç kızların yüreğini hoplatıyor uygunsuz fikirlere kapılıyoruz yani. Yanımda bir polis olsaydı sözlerim birebir böyle olurdu. Adamın kalbini durdururdu bu gülücük. Kafamı iyice eğip biraz daha yakına geldim. O nasıl güzel kokmaktır öyle misler gibi? Bu çocuğu her gördüğümde içim gidiyordu. Fazla yakışıklı ve öz güvenliydi. Diş macunu reklamlarında oynayan modeller kadar iyi gülüyordu. Abim ile konuşurken sanki ben orada değilmişim gibi bana hiç bakmadı. Daha önce çok bakmış gibi. Evimize girip çıktığı, annem ve babamla gayet samimi olduğu kadar benimle o kadar alakasız ve uzak bir ilişki içerisindeydi. Adımı bile bildiğini düşünmüyorum. Sanki bilinçli bir şekilde benden uzak duruyordu. Onun uzak durması beni ona daha fazla çekerken sindire sindire izledim yüzünü. Sanki o bir mıknatıs parçasıydı ve bende hızla ona çekilen demir parçası. Muntazam bir ifadesi vardı. Daha önce kimsede görmediğim bir enerjiye sahipti. Enerji aktarımına inanan bir insandım. İnsanların negatifliğini üzerime çekme gibi bir huyum olduğu için buna özen gösteriyordum. Eğer Selman negatiflikten ibaret olsaydı seve seve alırdım tüm enerjisini. Allah'ım öyle çok hoşlanıyordum kendisinden. Bakışları kısacıkta olsa bana döndüğünde rahatsız olmuş gibi hareketlendi. Aramızda olan elektriklenme bizim mahallenin 1 yıllık elektrik ihtiyacını karşılardı öyle yoğun, öyle ateşli. Gerçi bu benim düşüncem onun fikirlerini bilemem tabi.

Aslında anlamasını sağlarım da abim yanımdaydı. Şöyle azıcık dokunsam, tenim tenine değse anında anlardı enerji yoğunluğunu da dua etsin abime. Ben hayallerimde Selman ile Tarkan dansı ederken adamın benimle ilgili olan bu konuşmaya bir tepki vermediğini gördüm. Bende salak değilim anlıyorum adamın rahatsızlığını. Daha fazla sıkıştırmamak için duruşumu düzelttim. Gözlerim cadde boyunca ilerledi ve sokaklara dökülmüş insanları inceledim. Köşe başında bir grup genç arabalarının kapılarını açmış geleni geçeni izliyordu. Muzaffer abi dükkânın önünde kuruyan havluları katlıyor, Yavuz abi bakkalın önünde bekleyen kedileri besliyordu.

"Evde istenmeyen misafirler var da. Bizim kızı kaçırıyorum. Arkadaşlarına bırakıp, oradan da bizim çocukların yanına gideceğim" abimin açıklaması ile uzanıp arabanın kapısını açtı.

"Ben de size gidiyordum. Bugün ofise uğrayamadım, abinden alacağım bir kaç dosya var. Gitmeden önce sizi bırakayım" böyle bir teklife kim hayır derdi ki? Tabi ki ben. Yok, öyle hoşlanıyorum ayağına kucağına düşmek.

"Gerek yok biz gideriz" abim benim bu ani çıkışıma bir anlam veremeyerek baktı. O uzun parmakları ile elimin üzerini olanca gücüyle sıktırdı. Bu onun dilinde 'kes sesini' demekti.

"Aslında çok iyi olur. Değil mi Aslışah?" Agâh abim beni dinlemeden atladı arabaya. Liseli kızlar gibi kıvırırken açık olan camdan bana sert bir ifade ile bakıyordu. Bende daha fazla oyalanmadan geçtim arabaya. Abimi tanımasam kardeşinin sevdiğine gös koydu diyeceğim, adamın sevgililerine şahidim yakıştıramıyorum da. Araca geçtiğimde yavaşça kapattım kapısını. Asaf abim tarafından özel bir eğitime tabi tutulmuş, gece sabaha kadar odamın kapısını açıp açıp kapatmasına katlanmıştım. Şimdi artık adet haline getirmiş araba kapılarını kibar bir şekilde kapatıyordum.

"Siz de kim var?" Sesini sevdiğim nasıl da güzel konuşuyor. Sezarın hakkını Sezara vermek gerekiyor arkadaşlar. Ben adaletli bir insanım. Merhum Themis beni görse gözleri dolar, boğazı falan düğümlenir. 3 tane abim vardı ama hiç biri bu kadar naif değildi. Akif abimin sesini duymuyor olsak da biliyorduk ki odun herifin tekiydi. Asaf abim konuşmadan düşünmeyi öğrenmediği için cinsiyet ayrımı yapmadan lafını pat diye atardı ortaya. Agah abim ise içlerinde en iyi olanıydı, arada özel günlerde çiçek falan alır, iki güzel kelam eder hemen peşinden bir şey isterdi. Evde böyle adamlarla yaşayınca gördüğümüz ilk kibar adama dibimiz düşüyor malumunuz.

"Küçük dayımlar geldi. Sağ olsun Aslı pek sever karısını da bu sevgi fazla gelir sana diye uzaklaştırıyorum." abimin ima ile kurduğu cümle hoşuma gitmişti. Duruşumu bozmadan dışarıyı izlerken abimin sesi yine doldurdu içeriyi.

"Sana zahmet 5 dakika bekler misin? Şuradan şarj aleti alacağım"telefonlara verdiği paralara asla acımayan adam, orijinal sarj cihazı almaktan kaçınıyordu. Her ay hızlı şarj ettiğini savunduğu bu çöplere para veriyor, 30 gün tamamlanır tamamlanmaz yeni bir şarj cihazı almaya geliyordu. Artık klasik hale gelen bu durumu garipsemiyordum.

"Tamamdır" araba yavaştan durunca oturduğum yerde hareketlendim. Abim koşar adımlarla telefon dükkanına girerken bende parmaklarımla döşemede ritim tutuyor abimin peşinden bakıyordum.

"Camı açmamı ister misin?" bana sordu. Bana bir şey isteyip istemediğimi sordu. Sevinçten takla atabiliyor muyduk? Bu araba bunu kaldıramazdı. Kafamı camdan çevirip yüzüne baktığımda dikkatle bana değil dışarıya baktığını gördüm. Şimdi ensesine bir tane geçirsem ve bana bak gerizekalı desem ne derdi? Tahminimce önce arabadan iner daha sonra beni caddenin ortasına fırlatıp karşı şeritten gelen kamyonun altında kalmamı sağlardı. Gerçi öyle birine benzemiyordu. Muhallebi kıvamındaydı bıngıl bıngıl. Hoş yapsa bile bende ona boyun eğecek göz yoktu.

"Açarsan sevinirim. Ağır bir koku hakim arabada"yalan, külliyen yalan. Tövbe Allahım, çok tövbe. Konuşmadan camı açarken çaktırmadan kendisini kokladı. Yavrum, bebeğim, canım, ciğerim sen kendini neden kokluyorsun? Sen zaten mis gibi kokuyorsun araban Agah bindiği için leş gibi kokuyor diyemedim. Ben Selman Efe' yi, o dışarıyı izlerken abimin az önce girdiği dükkandan bağırış sesleri yükseldi. Ne olduğunu anlamak için döndüğümde abimin duvara fırlatıldığını gördüm. Gözlerim gördüklerim ile büyürken elim kapı koluna gitti. Can havliyle arabadan çıkmak için kapıya açtım.

"Nereye?"

"Abimi dövüyorlar" hemen dışarıya çıktım ve koşarak dükkana girdim. Kapıdan girmeden önce dükkanın kapısında duran tabureyi de almayı akıl edebilmiştim.

"Lan siz kimin abisini duvara savuruyorsunuz?" Elimde tabure ile dükkana girdiğim andan sonrası ışık hızında ilerledi. Ben elimde ki tabureyi kime fırlattığımı bilmiyorum. İçimde nerede saklamıştım da bu tuhaf sesler bugün gün yüzüne çıkmıştı acaba? Şuan dükkandaki dolabın üzerinden önümde duran adamın omzuna atlıyordum. Aile soy ağacını incelemem lazım. Hezarfen Ahmet Çelebi ile bir akrabalığımız olabilir şuan bu ayrıntıyı fark etmem güzel bir olay. Ben adamın boynuna kollarımı dolayıp dişlerimi kulağına geçirince az önce benden çıkan tuhaf sesler bu defa adamdan çıkmaya başladı. Önce ufak bir homurtu daha sonra kuvvetli bir haykırış. Ben o zamana kadar boynuna koala gibi sarıldığım adamın yüzüne bakmamıştım iyi de halt etmiştim. Kavganın heyecanı ile yüzüne bakmadığım adam beni sırtından indirmeden dışarıya koşuyordu.

"Kopardın kulağımı"dükkanın dışına çıktığımızda neticem de yeri boyladı haliyle.

"Senin ne işin var orada ya?" Ben tüm pişkinliğimle Selman'a çıkışırken o eli ile kulağını kontrol ediyordu.

"Arkanızı topluyordum"Biz birbirimize sinirle bakarken Agah abim içeriden kurtardığı kuyruğu ile koşarak yanımıza geldi. Tek kolu ile beni kavradı ve yerden kaldırdı.Caddenin esnafı kavga var diye koşarken kapıda kalabalık oluşmuş. Agah abim o boşluktan çıkmıştı ama hayırsever vatandaşlar diğerlerini dışarıya bırakmıyordu.

"Koşun koşun"Anladığım kadarı ile içeridekileri alt edemeyeceğini anlamıştı. Daha fazla zorlamanın alemi yok tabi ki. Ben yerden zorla kaldırıldım ve hızla arabaya sıkıştırıldım. Agah abim de hemen koltuğa oturdu. Selman ise o sırada hala kulağını kontrol ediyordu. Arkasından koşan adamlarla savsak adımlarını hızlandırarak yerine geçti. Anahtarı kontağa takana kadar korku filminin en gerilim dolu sahnesini izliyor gibi oldum. Bulunduğumuz yerden uzaklaşırken karşıdan üzerimize doğru gelen bir adam elinde tuttuğu sopayı arabaya fırlattı. Az önce dükkana kabadayı gibi dalan ben değilmişim gibi o sopanın sesi ile çığlık attım. Boru değildi milyonluk arabaydı yahu.

"Kes sesini Aslışah"abimin emri ile sessizliğe gömülerek onları izledim.

"Benim yüzümden sen de rezil oldun. Kusura bakma abi"Agah abim Selman ile konuşurken ben de onu izliyordum. Sinirli olduğu belli oluyordu. Dişlerini sürekli sıktığı için yanağında ki kaslar da hareket ediyordu. Isırdığım kulağı kızarmış tahmin ediyorum ki zonkluyordu. Dikkatleri üzerime çekmek istemediğim için konuşmadım.

"Önemli değil. Şimdi nereye gidiyoruz?" Fazla uzatmadan konuyu kapattı. Garibim iyilik yapmak isterken kavganın içine düşmüştü. Arabasıda zarar görmüştü muhtemelen.

"İlk sol ve ikinci sağ" Abim Meryem'in evinin adresini tarif etti. Araba evin önünde durduğunda beklenti ile baktım ikilinin yüzüne.

"1 saat sonra alırım seni"

"Bence bu halde eve falan gitmeyin. Yüzünüz mahvolmuş. Bahçede oturun da ben Meryem' den bir şeyler getireyim" Agah abim gidecek bir yeri olmadığı için hemen ikna olmuştu. Selman ise beni görmek istemiyordu ama abim inelim deyince kıramadı. Benimde onlardan aşağı kalır yanım yoktu doğrusu. Kim olduğunu bilmediğim birinin yumruğunu yemiştim dudağımın üzerine. Ağzım hafiften yamuluyordu ve muhtemelen iki güne ancak yörüngeye otururdu. Acıyan kaşıma uzandığımda parmağıma gelen kan ile yüzümü buruşturdum. Hepsinden haşat haldeydim ama yine de yıkılmamıştım. .

"Meryem... Meryem aç kapıyı" Meryem'in babası gece vakti çalışıyordu. Annesi ise bu vakitlerde komşuları ile parka yürüyüşe giderdi.

"Ne oluyor Aslışah?" Açılan kapıdan içeriye ayakkabılarımla girdim. Meryem' de en son geldiğinde annemin kızacağını bildiği halde bunu gıcıklığına yapmıştı.

"Buz getir dolaptan"

"Ayakkabılarınla giriyorsun hayvan mısın?"

"Telaşlıyım. Dediğimi yap Meryem" ben banyoda fi tarihinden kalma ecza dolabından pamuk yara bandı Allah ne verdiyse kucakladım. O sırada Meryem' de dolaptan buz aküsünü kucaklamış kapıda beni bekliyordu.

"Kız bu halin ne? Yolunmuş tavuklara benzemişsin" Şuan saçımın halini göremeyecek durumundaydım. Adamın bizim yüzümüzden kavgaya girdiği yetmiyormuş gibi bir de kulağını ısırmıştım. Biraz hürmet göstermek gerekiyordu. Kesinlikle onu beğendiğim için yapmıyorum bunu sadece iyi niyet göstergesi.

"Kızını yoldular yavrum. Aslışah' ını yoluk yoluk yoldular da gıkım çıkmadı. Eee tabi pezevenklerin elinden kurtaracak bir iyi niyet temsilcim yok benim."merdivenlerden indim ve bahçede abimlere doğru yürüdüm. İkisi de bahçenin ortasında duran kütüklere oturmuş bekliyorlardı. Hadi abim alışkındı toprağa oturmaya ya da çimene oturmaya ama Selman pek alışkın gibi görünmüyordu. Daracık pantolonu onu zorluyor olmalıydı.

"Pek bi hasar görünmese de şu kaşlarınıza birer yara bandı yapıştıralım da kayma yapmasın"Pek anlamazdım bu kırık, çıkık, yara bere işlerinden. Parmağımı kestiğimde bile kanamasını parmağımı ağzıma alarak durduruyordum. Pamuğu abimin kanayan kaşına süreceğim sırada elimde tuttuğum pamuk hızla çekildi.

"Keşke kavgayı öğrendiğin kadar ilk yardımı da öğrenseydin"Bu güzel kavanoz kapağı yuvarlanarak önüme kadar geldi ve ben bir şey yapamadım. Selman ayağımın ucunda duran tentürdiyotu pamuğa dökerek abimin kaşına döktü. Pek anlamasa da benden iyi olduğu aşikardı. Abim kaşına değen pamuk ile inledi ve kendisini geri çekti. Kim derdi ki sinek ısırığı kadar o yerden irkilen adam 3 kişiye kafa tutmuştu. Hey gidin koca Agah' ı be. Selman pansuman yapmış ben rötüşunu yapmıştım. Acıyan saç diplerime, yamuk ağzıma ve açılan kaşıma karşılık keyifliydim. Sıra ona gelmişti ve abim kendi derdine düşmüşken Selman' ın dudağına tentürdiyot basmak bana kalmıştı. Kutudan aldığım pamuk ile işleme başlayacağım sırada sol kulağımın hemen arkasında bir nefes hissettim. Yanlış anlaşılmasın cengaver gibi abimin yanında Selman falan sebepsiz yakınlaşmalara girmemişti. Benim şuursuz arkadaşım Meryem dibime kadar girmiş duyduğu endişe hakkında fikir beyanında bulunuyordu.

"Aslışah mahallede adımız çıkmaz değil mi? Tamam Agah senin abin ama benim değil ve yanında bu adam. Ne bileyim bir duyan olursa babam beni doğrar. Kurbana 7 kişi ortak olurlar derimi de Türk Silahlı Kuvvetlerine bağışlarlar"evet haklı sayılırdı ama bu kadar büyütmenin de bir alemi yoktu. Sonuçta ortada yaralanmış insanlar vardı. Üstelik şuan yüz felci falan geçiriyor olabilirim neden kimse benimle ilgilenmiyor?

"Merak etme bir şey olmaz. Olursa da at benim üzerime"Şu anın içine eden Meryem' e bakamadım daha fazla. İşime odaklanmak üzereydim ama bu defa da Selman buna izin vermedi. Elimden aldığı malzemelerle yüzüme uzandı.Bu ani hareketiyle irkildim ve kendimi geri çektim.

"Şey ben yapardım"

"Yara bandı yapıştırmayı bilmiyorsun sen" fazla konuşmayan adam hiç konuşmamak üzere sustu ve kaşımdan akan kanı temizlemeye başladı.

"Gözlerini kapat"kalp atışım kulaklarımı çınlatırken nefesimi tuttum. Çeneme uzanan eli yüzümü sabitlerken gözlerimin üzerinden geçti parmakları.Hareketlerine öyle odaklanmıştım ki kaşıma yapıştırdığı bandı bastırması ile inledim. Canımı yakmıştı insafsız.

"Ahh"

"Pardon"eli yüzümden uzaklaşırken gözleri dudaklarıma kaydı.

"Buz koyarsan şişmeden geçer" ben onaylayacağım sırada Meryem'in sesi girdi aramıza.

"Ekmek çiğneyip basalım şişini alır derler. Dur ben hemen geliyorum"Selman tuhaf tuhaf Meryem'e bakarken bende gözlerimi kapattım sinirle.

"Iyy tükmüklü tükmüklü hiç hijyenik değil." Agah abim tiksinerek bakıyordu. Selman ve ben sözlerine göz devirirken Selman ikilinin tepkilerin yok sayıp uyarısını yineledi.

"Sen buz koy dinleme onları"

"Kusura bakma senin olduğunu bilmiyordum" dedim parmağımla kulağını işaret ederken. Koparmak için ısırmışım resmen o bana uyarıda bulunuyor ama kulağı pek normal görünmüyordu.

"Önemli değil olacağı varmış. Sıkma canını" bu defa ben uzandım pamuğa. Onun bana yaptığı yolları izleyerek pansumanını yaptım. Ellerim yüzünde hareketlenirken boş gözlerle bahçeyi izlemeye devam ediyordu. Bende bıraktığı etkiyi bilmeden. Fırsat bu deyip oyalanmak istesem de yapamadım. Agâh abim inleyip duruyor ve sesi çok rahatsız ediciydi.

"Teşekkür ederim"

"Geçmiş olsun"son konuşmamız bu oldu. Oturduğumuz yerden kalkarken Meryem peçeteye sardığı çiğnediği ekmekle geldi yanımıza.

"Aslışah şişmesini önler kızım. Hadi inat etme"

"Arkadaşım iyi niyetin için teşekkür ederim ama istemiyorum. Bırak şişsin bana serseri bir hava katıyor"alakası yoktu halbuki. Tiksiniyorum diyemediğim için bahane üretiyorum ama Meryem anlamıyordu.

"İyi sen bilirsin canım"Meryem'i ikna etmenin rahatlığı ile olanları kimseye anlatmayacağını bildiğimizden rahat bir nefesle ayrıldık oradan. Araba bizim evin önünde durduğunda ağır ağır indim. Saçlarım ve suratım acıyordu. Hayır sabaha kadar tepki veremez hale gelecektim. Merdivenleri tırmandığımızda kapıyı çalan Agah abim korku dolu gözler ile bakıyordu bana. Bu defa işin içinden kurtulamayacağımızı biliyordum ve bende umutsuzdum. Açılan kapının ardında annem göründü. Bizi gördüğünde gözleri fal taşı gibi açıldı. İnanamıyordu gördüklerine ve bir kaç defa ikimiz arasında gidip geldi koca gözleri.

"Aman Yarabbi ne oldu size?"

"Katır tepti" benim fısıltı halindeki sözlerimi bir tek Selman duydu ve ayıplar bakışlar attı. Zor bir araya gelen bakışlarımızın kaderinde rezillikler mevcut. Romantik bakışmalar düşmeyecek mi nasibimize Ya Rabbim? Annemin şaşkınlık cümleleri peş peşe sıralanırken fazla umursamadan omzumu silkeledim ve hepsinin önüne geçerek içeriye girdim. Misafirlerimiz elbette gitmemişti. Hepsi keyifle sırıtmaya devam ediyordu. Bana ayrılan koltuğa geçerek kuruldum. Benim ardımdan diğerleri de teker teker düştü. Yeni gelen misafirimize hepsi hoş geldin derken ben keyfimi bozmadım. O bana surat asıyordu bende ona. Kavgada atılan yumruk sayılmaz diye atalarımız boşuna dememişti. Atasözünün anlamı farklıydı onu biliyordum ama bu duruma en uygun söz de oydu. Hem ben de darbe almıştım. Sözde önemli değil diyordu ama resmen benden dayak yemeği gururuna yediremiyordu. Yoksa kavgayı çıkaran Agâh abimken suratını benim çekiyor olmam çok saçma bir durum olacaktı. Kız gibi naz yapması da hiç yakışmıyordu doğrusu. Anası bunu yetiştirirken ipek kumaşlara sarmış, altın varaklı hamaklarda sallamıştı. Burnumu buruşturarak düşünmeye son verdim ve ortamda dönen muhabbeti dinledim. Bizim akıllılar olayı kapatacakları yere ortalığa serdiler. Abimin dükkana girip kavga çıkarması, benim elimde tabure ile içeriye koşmam da dahil tüm kavga anlatıldı. Tek eksik sahne benim ve Selman' ın başrollerini paylaştığı kısımdı.

"Bu kız akıllanmayacak Kamil. Yolla bunu yatılı okula belki akıllanır" milletin ailesi kızı huysuzluk yapınca evlendirelim bunu da görsün hanyayı Konyayı der, bizimkiler ağızlarını okul ile açıyor okul ile kapatıyor.Genlerimiz hatalı bizim iade talep ediyorum. İstemiyordum yahu istemiyordum. Bu ülkede herkes okuyacak adam olacaktı da okumayanlar ne olacaktı?

"O nereden çıktı anne ya? Ben okumak istemiyorum"

"Kızım sen bu okuldan ne istiyorsun?" bu defa söze giren babam oldu. Genellikle dinleyen taraf olurdu kendisi.

"Sorun orada işte. Ben okuldan hiç bir şey istemiyorum ama o benim peşimi bırakmıyor. En sonunda dava açıp uzaklaştırma isteyeceğim acayip bunaldım çünkü"

"Kızım yeter artık ses çıkarmadım ama ne bu laubalilik. Okumayıp ne yapacaksın?" İşte babamın o ses tonunu yakaladım ve bunun sonu hiç iyi değil. Bunca insanın arasında bizi büyük bir kavga kucak açmış bekliyordu.

"Çalışacağım"daha önce düşünmemiştim ki ben bunu. Ben yan gelip yatacak, keyif çatacaktım. Dilim düşseydi de demeseydim keşke diye defalarca söyledim.

"Üstüme iyilik sağlık. Bu nereden çıktı Aslışah? Okul dururken ne çalışması? Çalışmak yok okuyacaksın." iş inada bindikçe ben okuldan daha çok uzaklaşıyorum. Böyle bir soğuma, bir tiksinme geliyor bana anlayamazsınız. Tüm öğretmenlerim gözümün önünden tek tek geçti. Tuhaf tuhaf kıyafetler giymişler, saç baş dağınık. Okulum bir korku evine dönüşmüş. Gerçekten de hepsinin yeri gözümde öyleydi. Hepsinden nefret ediyordum. Seneler sonra ünlü olursam gazeteye demeç verirken itina ile hepsinden bahsedeceğim. 'Zamanın birinde okumayı isteyen ama sizin yüzünüzden okuldan nefret eden bir Aslışah vardı hatırlar mısınız? O Aslışah büyüdü adam oldu ve işte burada. Tam karşınızda duruyor. Siz o zamanlar bir araya gelip benim anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdiniz ya iadeyi ziyarete geldim. İbrahim hoca ve Celal hoca hariç hepinizin Allah belasını versin özellikle Neslihan hoca Allah senin duble belanı versin' diyecektim. Aht ettim kararlıyım.

"Gelecek benim değil mi anne? Ben okumak istemiyorum. Ben mümkünse okulun önünden bile geçmek istemiyorum"

"Kız kıracağım senin bacaklarını."annem oturduğu koltuktan kalkıp benim yanıma gelirken ben kaçacak yer arıyordum. Önce kalkmak istedim ama annem dibimde bitmişti. Eli kulağımı kavrarken boşta kalan eli çoktan kolumu çimdirmeye başladı.

"Yandım anam" ben Selman'ın kulağını ısırdığımda ne kadar büyüttü demiştim değil mi? Adam haklıydı büyütmekten. Bu acı cehennem azabı gibi gelmişti.

"Fatma ayıp oluyor misafirlerimizin yanında" babamdan gelen uyarı ile annem kulağımı bıraktı ve ışın kılıcı görevi gören gözleri ile beni deldi geçti.

"Demek çalışmak istiyorsun Aslışah Hanım?" babam koltukta oturuşunu düzelterek bana seslendi. Ben ise konuşmadan onayladım onu. Okula gitmemekten geçen her yol mubahtır.

"Sana iki gün mühlet. Asgari ücret, sigorta, yol ve yemek ihtiyacını karşılayan bir iş bulmadan iki günü tamamlarsan eğer üçüncü günde hep beraber gidip seni dershaneye yazdıracağız. ve sen sınava hazırlanacaksın."

"İki gün az değil mi babacım?"

"Haklısın az bence bir gün yapalım onu"

"Tamam iki gün içinde bulacağım" küçükken Road Runner isimli bir çizgi film vardı. Orada dinamit patlatılmak üzere ateşleniyor ve hemen patlardı ya. Şuan o duruma düştüm. Babam dinamiti ateşlemiş iki gün içinde de patlatacaktı. Bu işin sonunda ya iyi bir işe girip okuldan uzaklaşacaktım ya da okula gidecektim. Düşünsenize beni üniversite koridorlarında volta atıyorum. Her ay yenilenen otobüs kartım, babamın maaşını aldığında ondan ek kitap almak için istediğim harçlıklar ve işin en vahim kısmı geliyor VİZE + FİNALLER ve kaçınılmaz son BÜTÜNLEME SINAVLARI"...

Birileri bana iş bulsun... Gençliğim acı veriyor ama ameliyatla aldıracak kadar cesur değilim...

Elimde bir şişe suyum, ayağımda spor ayakkabılarım, kafamda yuvarlak gözlüklerimle oturduğum bahçe duvarında dinlenmeye çalışıyordum. Dün tüm gün iş aramama rağmen bir tane bile bulamamıştım. Öyle büyük isteklerim, tercihlerim yoktu. Benim aradığım asgari ücret, sigorta, yol ve yemek ücretini karşılayacak bir işti. Girmiş olduğum tekstil mağazalarının hepsi benden tecrübe istiyordu. Neredeyse 10 tane mağazaya girmiştim ve hepsinden aynı yanıtı almıştım. Onlar bana şans vermezse ben tecrübeyi nerden kazanacaktım ey şanlı okuyucu? Artık tüm umutlarım bitip tükenmek üzereydi. Eve gitmeme 4 saat vardı ve ben hala bir iş bulamamıştım. Ağlamam an meselesiydi.

Korkuyorum arkadaşlar, ağalanmaktan, ayıplanmaktan ödüm patlıyor. Üniversite öyle lise gibi olmayacak farkındayım. Kendimi savunamam, koskoca okulun önünde yalnız başıma kalırım ve bu durumla baş edemem ben. Ailemden uzakta kafayı yerim biraz daha zekâm ile alay edilirse.

"Hadi kızım Aslışah, son kez kalk yerinden ve tüm gücünle savaş" Oturduğum duvardan kalktım ve ara sokaktan caddeye çıktım. Gözlerim tıpkı avcı bir aslan gibi avımı arıyordu. Yanında durduğum lokantanın camında bir ilan çarptı gözüme.

"Mutfakta çalışacak bulaşıkçı aranıyor. Asgari ücret, sigorta ve yemek" altın bulmuş gibi sevinmiştim. Bu evrenin bana gönderdiği bir mesajdı. Siz okumayı bilin yeter ki hayat hem mesajlarla dolu. Hiç iş bulamamış olmamdan iyi sayılırdı. Yerimde zıplayarak girdim içeriye. Kalabalık bir yerdi. Öyle lüks sayılmazdı. Esnaf lokantası olduğu çok belliydi. Etrafta konuşacağım yetkili birini ararken ileride pos bıyıklı bir amcanın bana baktığını gördüm. Ben gencecik kızdım, hanım hanımcık görüntümle yanına gittim.

"Merhaba efendim" adam gülümseyerek bana baktı.

"Merhaba"

"Ben ilan için gelmiştim" elimle kapıyı işaret ederek ilanı gösterdim. O an adamın gözleri şüphe ile dalgalandı.

"Sen mi?"

"Evet, neden sordunuz ki?"

"Ne bileyim" Adam bana öyle bir baktı ki suç işledim sandım. Ne vardı genç isem ve bulaşık yıkamak istiyorsam. Günah değildi ya? Bu işe ihtiyacım vardı ve yapacaktım.

"E ne diyorsunuz işi bana verecek misiniz?" sanki kızını abime istemiştim de naz ediyordu. Alt tarafı bulaşık yıkatacaktı. Beğenmezse git derdi bende eşek değildim ya giderdim. Az düşündü, uz düşündü, dere tepe koştu derken nihayet konuşmaya karar verdi.

"Senin bu işi yapabileceğine pek emin değilim ama eğer bu işe çok ihtiyacın varsa seni bir deneyelim. Mutfak şu tarafta sen o tarafa geç ben birini göndereceğim" Önce işi vermeyecek sandım ama daha sonra toparladı. İyi hoştu ama pek emin olamadım. Sonuçta tanımadığım bir yerdi ve ben o mutfağa gittiğimde başıma ne geleceği belli değildi. Çekingen tavırlarım adamın dikkatini çekmiş olacak ki pos bıyıkları hareket ederek gülümsedi.

"Kızım ben senin baban yaşındayım. Senin gibi 3 kızım var benim de. Korkma sen bana emanetsin." Öyle kolay kolay ikna olmayan ben bu adama güvenmek istedim.. Her zaman bu tür durumlarda pat diye güvenen insanlara türlü türlü hakaretler ederken aynı duruma bende düşmüştüm.

"Habibe, kızımıza yardım et bakalım" Seslendiği yerden bir kadın geldi. Eli yüzü gayet düzgündü ve güler yüzlüydü. Benim yanıma gelerek koluma dokundu. Büyük bir ferahlama eşliğinde mutfağa geçtik. Dediğim gibi pek büyük bir yer değildi ama yine de rahat hareket ediliyordu. Tezgâhın üzerinde bana göz kırparak bakan tabaklara iç geçirerek baktım. Bir işte ilerlemek istiyorsan eğer severek yapmalıydın ama bunun da pek sevilecek tarafı yok gibiydi. 'Seni gidi şeker tabak sen ne güzel bakıyorsun öyle' diyerek tezgâha yaklaştım. Adının Habibe olduğunu bildiğim kadın çeşmeden sıcak suyu bir büyükçe bir leğene doldurdu. Yahu bu bizim evde yıkadığımız gibiydi. Tamam, bu işi yapabilirdim.

"Burada yıka, diğer tarafta durularsın" gösterdiği gibi yapmaya başladım. Kendimi biraz sıkarak hızlandım, bu sırada da tabakları düşürmemeye çalışıyordum. Bir, iki, üç derken tüm tabakları bitirdim. Tezgâhı da temizledim. Yaptığım işi beğenmiştim ama yanımda duran kadın pek memnun kalmamış gibiydi.

"Eh idare eder" ne demek idare eder. Ben bu performansı anama göstermiyorum be. Sen kim oluyorsun da burun kıvırıyorsun? Dua et bu işe ihtiyacım var yoksa senin turşu suratına meraklı değilim' diye söylemedim tabi bunun yerine köprü ve ayı tabirine uyarak gülümsedim.

"Bir daha ki sefere daha iyi olur abla" kadın haksız bir üstünlük taslayarak önümden yürüdü ve mutfaktan çıktı. Bende yalnız kalmak istemediğim için yavru ördeğin annesinin peşinden koştuğu gibi peşinden dışarıya çıktım. Az önce gördüğümüz pos bıyıklı amcanın yanına yeniden geldik. Adamın bir ismi vardı elbette ama ben henüz bilmiyordum.

"Hüseyin abi, kız bulaşıkları yıkadı. Diğerlerinden iyi çalıştığı kesin" kadının küçümseyen ama aynı zamanda beni öven cümleleri ile isminin Hüseyin olduğunu öğrendiğim adama baktım. Beni işe alacak mıydı? Yoksa kapının önüne çıkarıp hadi kızım parka git de annen seni salıncakta sallasın mı diyecekti bilmiyordum?

"O zaman hayırlı olsun. İlanda yazdığı gibi asgari ücret, sigorta ve yemek veriyoruz. Sabah 9 akşam 9. Çalışma saatleri biraz fazla ama ona göre de işimiz fazla" o an işe kabul edildiğim söylenmişti ya diğerler önemli değildi. Hızla kafamı salladım ve yaşımın getirdiği çocuklukla ellerimi birbirine vurdum.

"Tamam, sorun değil. Peki, ne zaman başlıyorum?"

"Yarın sabah gel bakalım" bu şapşik adama sarılmak istedim ama olmazdı. Sonuçta patron ve işçi arasında bir seviye olmalıydı. Ne şekerdi böyle. Ne şeker haberler veriyordu bana. Hüseyin amca ile el sıkışıp eve doğru yol aldım. Babam bana bir iş bulmam gerektiğini söylerken işin içeriğinden bahsetmemişti. Onlar için sorun olmayacaktı. İki günün yorgunluğunu atmak için dolmuş durağına olabildiğince ağır yürüdüm. Biraz dinlenmek iyi gelecekti. Dolmuşa bindiğimde en arkada bulunan dörtlü koltuğun ortası boştu. Paramı ödemeden kuruldum oraya. Çantamdan çıkardığım parayı diğer yolcularla gönderdim. Evim ile iş yerimin arasında ki mesafe kısa sayılırdı. Dolmuş ile 15 dakikada biten yol yürürsem 30 dakikada bitiyordu. İşe gelirken babama yol parasını da verdiklerini söyleyecektim mecburen. Fazla düşünmeden yolculuğumun keyfini çıkardım.Sağ tarafımda oturan amca kuvvetle muhtemel halden geliyordu. Elinde duran çantanın içinde sakatat olmalıydı, kat kat sarılmıştı.Eve gittiğinde karısına onu pişirmesin söyleyecekti. Birkaç sebze de almıştı salata da hazırdı.

"Acıktım ondan bu kıvranmalarım" kendi kendime söylenirken bu sahneyi görmemek için kafamı diğer tarafa çevirdim ama orada durum daha vahim. Neredeyse benimle yaşıt bir kız sevgilisi ile mesajlaşıyordu. 'Yanlış anlamayın tabi ki onu izlemiyorum ve mesajlarını okumuyorum. Benimki sadece göz misafirliği. Dolmuştan indiğimde derin bir nefes aldım. Yürümem gereken yol gözümde büyüdü.

.

"Aslı" arkamdan gelen sesle döndüm hemen. Asaf abim arabasının camını açmış bana sesleniyordu. Ceylan gibi sekerek yanına gittim hemen.

"Abi ne yapıyorsun burada?"

"Eve gidiyordum. Atla bakalım" hemen yanına bindim. Eve gidene kadar abimin şakalarını dinledim. Ona iş bulduğumu söyledim ama detaya girmedim. Hepsini yemekte söyleyecektim. Ev halkına selam verdikten sonra odama geçtim. Fazla yorulmuştum ve oturduğum yerde uyuyacak kıvama gelmiştim. Akşam yemeği için hepimiz masaya toplandığımızda her kafadan başka bir ses çıkıyordu. Asaf abim evlerini yenilemeleri için kendilerinden yardım isteyen yaşlı çiftten bahsederken Agâh abim onun konuşmalarını gizliden taklit ediyordu. Babam ve annem bu konuya oldukça ilgiliydi. Bir evin içerisinde 4 erkekle yaşamak hiç kolay değildi. Her gün istisnasız evin her yeri erkek parfümü, tıraş kolonyası kokuyordu. Bizim evde intihar etmek isteyen araçsız kalmazdı. Banyo dolapları jilet doluydu. Asla saçınız kabarık gezmezdiniz. Her türlü saç bakım ürünü de vardı. Bir de sürekli sizi esirgeyen birileri muhakkak oluyordu. Ya pantolonunuzun rengi onları rahatsız ediyordu, ya da gömleğinizin dar oluşu. Bu şekilde 18 sene yaşamıştım ve yaşamaya da devam edecektim. Asaf abimin konuşması bitince babam kolunda duran saate baktı, daha sonra bana döndü.

"Aslı'cım sana verdiğim sürenin sonuna geldik. Hala bana elinde iş ile gelmediğin için yarından itibaren seni dershaneye kayıt ettiriyoruz. Seneye kadar hazırlanırsın ve sınava girip, güzel bir bölüm tutturursun" babam nihayet bülbül gibi şakımıştı. Aslanım benim diye üzerine atlamak istiyordum ama bu yaşlı bedeni bunu kaldıramazdı. Bunu abilerimde deneyecektim.

"Süremin bittiği konusunda haklısın babacığım ama iş bulmadığım konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim. İstediğiniz gibi standartlarına uygun bir iş buldum. Asgari ücret, sigorta, yol ve yemek ihtiyacını karşılayan bir işim var artık" masada tek yüzü gülen ben ve Agâh abimdi. Diğerleri kaşlarını martı şekline çoktan sokmuştu.

"Demek öyle. Söyle bakalım kimmiş seni işine alan şanslı işveren?" Gerine gerine anlatmaya başladım ama ben anlattıkça bizimkiler daha da sinirlenmişti. Özellikle annem çıldırmıştı. Babam ses çıkarmıyordu, abilerim de dinliyorlardı ama annem pek sakin kalacağa benzemiyordu.

"Sen bana bir bardağı bile yıkamıyorsun milletin bulaşığını mı yıkayacaksın şimdi?"

"Bunun karşılığında para alacağım ama"

"Senin alacağın paradan da hayır gelmez" annem masadan bir fırladı ben korku ile olduğum yere sindim. Anladığım kadarı ile beni asla o işe göndermezlerdi. Ne yapıp ne edip o bir haftalık süreyi geçirmem lazımdı.

"Gitmeyeceksin o işe anladın mı? Okula gideceksin"

"Dövsen, sövsen, gebertsen de okula gitmeyeceğim."

"Kıracağım kemiklerini"

"Kır, annem değil misin kırıver ne olacak" ben her ne olursa olsun alttan almaya çalışıyordum ama annem pek ikna olmuşa benzemiyordu. Beni kurtarmaları için diğer aile fertlerine baktım ama onlar da pek niyetli değildi.

"Kolay mı sanıyorsun bulaşık yıkamayı? Akşama kadar hiç oturmadan elinde sünger şakır şakır tabak ovalayacaksın"

"Evde kalırsam da yapacağım onu. Siz bana iş bul dediniz buldum. İşin içeriğini söylemediniz"

"Bak bir de cevap veriyor. Dil de Beykoz patlıcanı gibi mübarek. Ben seni bugünler için mi besledim, büyütüp sahip çıktım ha? Bizi rezil et diye mi katlandım" annem babamı hedef alarak söylemişti. Amacı babamı bana karşı doldurmak ve baskıyı arttırmaktı.

"Bırak Fatma istiyorsa çalışsın. Bu akşamdan başlasın mesaiye" babam tüm masayı bana göstererek diğerleri ile kalktı. Sende mi Brütüs? Sende mi aslanım? Tahmin ettiğiniz gibi itiraz hakkım kalmadan tüm masa bana kitlenmişti. Tek tek temizledim tüm artıkları. Önce artıkları akıttım sonra makineye yerleştirdim. Zaten akşama kadar yorulmuştum üzerine bir de bu eklenince pestilim çıkmıştı. Bir an evvel işimi bitirip uyumak istiyordum. Mutfak işim bittiğinde rahat bir nefes aldım. Hiç kimseye veda etmeden odama çıkarak uyumaya çalıştım.

Hani okuduğunuz kitaplarda sabah o iğrenç alarm sesi ile uyandım diye bir cümle okuyup ' ay ne kadar klişe' diye yüzünüzü buruşturursunuz ya. Bu sabaha kadar bende aynısını yapıyordum ama şuan o cümlenin ne kadar da doğru olduğunu anlamış oldum. O alarm sesi beynimin içerisinde yankılanırken ben yataktan kalkmak istemiyordum. Zamk gibi yapışmıştım. Şimdi kalkıp kim o kadar yolu yürüyecekti de işe başlayacaktı? Fakat atladığım nokta bu işe gitmek zorunda olduğumdu. Bir defa kendime söz vermiştim ve onları haklı çıkarmayacaktım. Bu gazla kalktım ve hazırlanmaya başladım. Rahat edebileceğim şekilde hazırlandım ve odamdan çıktım. Mutfaktan sesler geliyordu. Annemin kahvaltıya poğaça yaptığını hayal ederek girdiğim mutfakta hayal kırıklığı ile yerle bir oldum. Tüm aile masada toplanmış ve çaylarını yudumluyorlardı. Masada her çeşit kahvaltılık vardı ve diplerinde tek lokmalık şeyler kalmıştı. Annemin dolaptan çıkarıp ısıttığı poğaçaların sonuncusu da ısırılmış bir şekilde Akif abimin elindeydi. Ötekileştirilmiştim kendi evimde. Beni almadan masaya oturmayan babam bensiz kahvaltı yapmıştı. Akif abim benim nasibimi midesine indiriyordu. Hepsini anlamıştım ama Agâh abim bile sesini çıkarıp 'hadi kalk' dememişti. Bu o kadar koymuştu ki bana yutkunamıyordum.

"Oğlum hemen sana bir şeyler hazırlayayım" arkamda hissettiğim hareketlilikle Asaf abimin mutfağa girdiğini anladım. Evde bana karşı alınmış bir cephe vardı ve beni her şeyden mahrum ediyorlardı. Aldırmayacaktım, bu darbelerin beni yıkmasına izin vermeyecektim ama nereye kadar dayanabilirdim hiçbir fikrim yoktu. Evden çıkıp ilk iş günümü aç karnımla karşıladım. Karnımdan gelen seslerin günümü mahvetmesine izin vermeyecektim.

Koskoca bir ayım aynı rutinde ilerledi. Sabah erkenden kahvaltı masasının sonuna denk gelerek çıkıyor, akşam ellerim ve ayaklarım şişmiş bir şekilde geliyordum. Zaten zayıf bir insandım yürüdüğüm yol ve yaptığım iş nedeni ile 6 kilo daha vererek evrende erime kıvamına gelmiştim. Göz altlarım tıpkı uyuşturucu bağımlısı gibi morarmıştı ve makyaj malzemelerim de pek etki etmiyordu artık. Yorgunluktan uyuyamadığımı fark etmiştim bu sürede. Ayaklarımın ağrısı uyutmuyordu beni ve sürekli hareket ettirme gereksinimi duyuyor, bu sebeple de uykuya bir türlü kavuşamıyordum. Aldığım ağrı kesicilerin etkisi ile sabaha yakın bedenimi saran uyku 2 saat sonra alarm sesi ile son buluyordu. Kendi yaşadığım hayatı kendi beynimde dinlerken yaşayamam gibi geliyordu lakin göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti bunca süre.

Yine uykusuz ve yorgun bir günün ardından maaşımı almış eve doğru yürüyordum. Hava kararmış olmasına rağmen millet sokaklardaydı. Parklar dolup taşmıştı. Önümde uzanan büyük caddeye baktım yeniden. Eve kadar bir taksi tutsam olurdu ama ben tüm paramı babamın önüne bırakmak ve 'hiç para harcamadım' demek istiyordum. Yeri geldi dinlendim, yeri geldi oturdum diyerek nihayet eve ulaşmış, dış kapının önünde bulmuştum kendimi. Balkonun demir parmaklıklarına sırtımı yasladım ve birkaç saniye de olsa nefeslenmek istedim, Ayakta durmaya takatim kalmamıştı ama bir kaç dakika sonra babamla yaşayacağımız konuşma benim tek heyecanımdı bu akşama dair. Zile bastım ve bir süre açılmasını bekledim. Kimse açmadı. Çantamın içinden güçlükle bulduğum anahtarı kullanarak bir aydır hiçe sayıldığım eve girdim. Salona baktım kimse yoktu, odalara da baktım ama yine kimseyi göremedim. En son mutfağa doğru geçtim. Mutfak balkonunun kapısı açıktı. Balkona çıkarak bizimkileri izledim. Annem, babam, abilerim, Selman, Kerem ve adını bilmediğim iki kişi daha bahçeye yerleştirilen masada yemek yiyorlardı. Babam mangal yakmış, annem masayı donatmış. Diğerleri de gayet hallerinden memnundu. Başka bir zaman olsa onlara seslenir ve karşılarına geçip içimdeki kırgınlığı bağıra bağıra söylerdim ama bugün istemiyordum. Sanırım artık büyüyordum ve eskiye nazaran kalbim daha çok acıyordu. Geldiğim gibi geri döndüm mutfağa. Başım ağrıdığı için iş yerinde yemek yememiştim ve midem isyanlardaydı.. Dolabı açarak içeriden bir şeyler çıkardım. Peynir, zeytin, domates derken köşeye sıkıştırılmış pastırmayı gördüm. Çok severdim zatıâlilerini. Dolaptan tavayı da aldım yaktım ocağı. Dışarıda ki mangaldan daha güzel görünen bir yumurta pişirmiştim. Masaya onu da koydum ve yemeye başladım. Henüz yeni gömülmüştüm ki mutfağın kapısı hafifçe açıldı. Ben annemi ya da diğerlerini beklerken karşımda Selman vardı.

"Sen neden buradasın?" O bana laf atmıştı değil mi? Geçen bölümlerden biliyorsunuz ki pek anlaşamıyoruz. Benlik bir sorun yoktu ama o kendi kendisine alınıyor, aramıza mesafe koyuyoruz. Ağzımdaki lokmayı yutarak konuşmaya çalıştım.

"Aşağıda istendiğim söylenemez" tamam, iyi çocuktu, hoştu falan ama bu kadardı. Her genç kızın yaşadığı duygularla ona karşı ilgiliydim. Bu ilgim onun ağzına düşmem gerektiğini göstermiyordu. O bana yüz vermiyorsa eğer bende ona karşı kalaylı güğüm gibi bakmıyordum.

"Onlar senin ailen ve seni sevmediklerini söylersen nankörlük edersin"

"Sana bir aydır bu evde yemek yemediğimi ve bunun pek de ailemin umurunda olmadığını söylesem ne dersin? Sabah kahvaltıya çağrılmıyorum, akşam yemeklerine beklenmiyorum. Çamaşırlarım ayrılıyor, ekmek bile bakkaldan eksik alınıyor ben yemeyeyim diye. Sen hiç öz ailenin evinde üvey evlat muamelesi gördün mü?" cevap bekledim ama gelmedi. "Görmediysen yorumda yapamazsın. Aklını kendine sakla, benimki bana yetiyor" bana bir haller olmuştu kızlar. Ben ölsem evin sırrını kimselere söylemezken dilim açılmış çeşme gibi döküyordum her şeyi önüne. Biliyordum ki bir saat sonra bunları ona söylediğim için pişman olmayacaktım. İçimi döküp rahatladığım için bir kaç hafta bu şekilde ilerleyip, ailemle aramı düzelttiğim de hatırlamayacaktım bile.

"Bazen hayatımız planladığımız gibi gitmez ve bazı sorunlarla karşılaşırız. Tut ki hayatın pastırmalı yumurta ve senin önünde duruyor. Tek yapman gereken tavanın dibini sıyırmak" ben onun sözlerini pür dikkat dinlerken o benim önümde duran pastırmalı yumurtayı bitiriyordu. Ben salak Aslışah'da onu dinliyordum. 


BÖLÜM SONU...

Continue Reading

You'll Also Like

126K 11.1K 40
Rüyaların da birinin cinayetine tanık olmak mı? Birilerinin hayatını kurtarmak ya senin elinde? Başlangıç Tarihi 05.01.2018
191K 22.3K 62
Portakal Kabuğundan MASAL olur mu? Ben yazarsam olur :) Portakal Kokulu Kız'ın arkadaşı Pelin ve tuzlu deniz kokulu adamın arkadaşı ağır adam Öm...
15.6K 504 21
Mina:bak aşk diyorumm Mina:yanaş diyorumm Mina:kime diyoruuuummm
80.6K 2.9K 21
deli dolu bir asistan doktor, kendinden ve ciddiyetinden asla taviz vermeyen asker...