AĞA [TAMAMLANDI]

By dilanaladag

8.3M 382K 71.7K

"İkimizde biliyoruz ki, er ya da geç benimle evleneceksin. Ve bu zorunluluktan olmayacak!" "Başlangıç: 12 HAZ... More

Ağa │Prolog (GİRİŞ)
bir │ölümün kıyısı│
iki │isteme merasimi│
üç │alışveriş│
dört │ateş│
beş │görünmeyen│
altı │vazgeçmesini de bildim!│
yedi│alyans│
sekiz │İyi geceler, küçüğüm.│
dokuz│Piran kızı│
on│papatya│
on bir│dilhun│
on üç │cansiparane│
on dört │divane│
on beş │tarumar│
on altı │cüretkâr│
on yedi │efsunkâr│
on sekiz │lâlüebkem│
on dokuz │Ahu│
yirmi│teklif│
yirmi bir │hun│
yirmi iki │zemheri│
DUYURU
yirmi üç │sukûtuhayal│
yirmi dört │letafet│
yirmi beş │kına│
yirmi altı│ölüm içgüdüleri│
yirmi yedi│lâyemut│
yirmi sekiz │bitti│
yirmi dokuz│yüreklerin bütünleşmesi│
otuz │bir aşk daha│
otuz bir│ömre bedel│
otuz iki │esrarlı│
otuz üç | Mühür |
otuz dört |kan|
otuz beş | alın yazısı |
otuz altı |kayıp|
otuz yedi |kan ve revan|
otuz sekiz |bebek|
otuz dokuz | girift |
Kırk |geçmişin tozlu sırları|
kırk bir │karıştır│
kırk iki |körükle|
kırk üç | tehdit |
kırk dört │hazan │
Kırk beş | can vermeli |
kırk altı | aldatış |
kırk yedi | intikam |
kırk sekiz | Kana kan |
kırk dokuz | bedel |
Elli │ Berfe │
elli bir | Kadın Gücü |
elli iki │Yaban Gülü │
elli üç | kalp atışı |
elli dört | Hazal'ın İntikamı |
KURBAN YAYINDA!
elli beş | birleşme|
elli altı │Muradına Ermek │
Elli yedi | bebeğim|
elli sekiz | Sessizlik |
elli dokuz | F İ N A L |
KANLI BAŞLANGIÇLAR SERİSİ TÜM KİTAPLARI
NEÇIRVAN PİRAN
GECENİN SESSİZLİĞİ - Yeni Kitap

on iki │meczup│

157K 7.8K 1K
By dilanaladag


B Ö L Ü M  1 2

│Meczup│

Gecikmesinin sebebi, benim biraz ilhamsızlığım biraz yoğumluğum birazda Word'de toplam 10 sayfa tutan bir bölüm yazmış olmam. Evet, her zamankinden çok çok daha uzun bir bölüm oldu. Düzeltmeleri son kısımlara kadar yapamadım daha fazla bekletmemek adına. Bir sonraki bölüm yayımlanmadan yapacağım. Bir sonraki bölüm yayınlandığında onu okumadan tekrar okumak isteyebilirsiniz bu bölümü, benden söylemesi :)

Umarım bu bölümü beğenirsiniz. Yorumlarınızı eksik etmemeniz dileklerimle, keyifli okumalar. Bol şaşıracağınız bir bölüm oldu :)

İLETİŞİM İÇİN

Hikayeler için açılmış İnstagram Hesabım: dilanaladagwatty

Şahsi İnstagram Hesabım: dilanaladag_

Facebook: Dilan Aladağ

Twitter: lanetlilunapark

Snapchat: dilansb1903

Sorularınız için bütün hesaplardan yararlanabilirsiniz. Alıntıları takip etmek ve imza günlerim hakkında bilgi almak için hikayelerin İnstagram hesabına hepinizi beklerim ♥

Bölüm ithafı, bölümü heyecanla bekleyen güzel okurum @merveolker01 için. Umarım beğenirsin kuzum  ♥

▬▬▬

"Anlamadım?" derken şaşkınlığını gizleme gereği bile duymadı. Duydukları şaşırılmayacak gibi değildi de zaten. Hatta şaşırmaktan öte, dehşete düşmüştü. Sonunda Piran Kızı'na kafayı yedirtmeyi başarmış olmak...

Son yaptığına, yaptığı an pişman olmuşsa da geri alamamıştı sözlerini. Elbette Piran Kızı'nın çıldıracağını, hatta elinde bir silahla kapısına dayanabileceğini bile düşünmüştü. Fakat bu kadar akıl kârı olmayan bir işe kalkışacağını düşünmemişti. Ve yaptığını bile bile yapmıştı, bunu adı gibi biliyordu Afran. Bütün hücrelerinde hissediyordu çünkü. Piran Kızı bile bile ölüme atmıştı kendisini.

Yaptığının sonucunda aşiretlerin bir araya gelip, önüne iki seçenek sunacaklarını bile bile nasıl böylesine bir çılgınlık yapardı, bir türlü almıyordu aklı! Hadi diyelim o an aklı başına gelip yaptığından cayardı belki, bu ihtimal diğerinden daha düşüktü, ya Kurban Bejindar bunu kabul etmezse? O zaman ne olacaktı? Ne diye böylesine bir şeye kalkışmıştı bu kadın? Canıyla zoru mu vardı?

"Ben sana cevabını vereyim ağabey," diyerek düşüncelerini duymuşçasına araya giren Özcan, keskin bakışlarını ağabeyinin suratına sabitledi. "Deran Piran, bu evlilik ilk dillendiği zamanlarda intihara kalkışmış, gözünü bu kadar karalık bürümüş bir insan iken, sen sırf onu akıllandırayım, ona haddini bildireyim diye bu işe kalkıştın ama o kızın ölümü çoktan göze aldığını unuttun." Ağabeyini suçlarcasına konuşmaktan geri durmadı. Korkup sakınmadı sözlerini. Cesaretini yitirmeden de devam etti. "Yani ağabey, sen ona en başta istediği şeyi kendi ellerinde altın tepside sundun. Ve inan ki, bunun için bir ömür vicdan azabı çekeceksin."

Özcan'ın sözleri, Afran'ı deprem gibi sarsarken sessiz kaldı Afran. Yutkunamadı bile. Edecek tek kelamı yoktu, kelimeleri kifayetsizdi şu saatten sonra. Özcan sonuna kadar haklıydı. Afran, haddini bildireyim derken haddini bilmesi gerektiğini anlamıştı. Piran Kızı'nın ne denli deli ve gözü kara olduğunu görmüştü. Korkusuzdu bu kadın resmen! Kimseden, ölümden bile korkusu yoktu ki böylesi bir yola sokmuştu kendini.

"Son olarak," diyerek yeniden düşüncelerini bölen Özcan, ağabeyine tepeden bir bakış attı. "O kızı kurtarmak için çırpınırken seni izlemekten zevk alacağımı söylemeden edemeyeceğim!"

Afran, gözlerini kısarken Özcan kahkahalarının eşliğinde koşar adımlarla odanın kapısına yönelmişti bile. Tam onu yakalamak için kalkacak ki kapıyı açtığını görerek yerine tekrar oturdu.

"Evde görüşeceğiz Özcan Bejindar, o zaman alacağım boyunun ölçüsünü." Dedi korkutmak istercesine.

"Kendi boyunun ölçüsünü almayasın yine ağabey?" diyerek Afran'ı çıldırtmaya çalıştığı an kafasının yanından geçen dosya biraz ürkütse de kahkaha atmaktan alıkoymadı kendini. Kahkahaları eşliğinde odadan çıktı ve holdingin koridorlarını kahkahalarıyla inletmekten geri durmadı.

"Allah kahretsin!" diyerek önündeki kalemliği elinin tersiyle vurduğu gibi deviren Afran, oldukça düşünceliydi. Vicdanı ile mantığı çoktan bir harbe girmişlerdi ve farkında olmasa da çoktan vicdanına yenilmişti. Kafası çoktan bir çıkar yol aramaya başlamıştı bile.

O esnada Deran'ın odasına aylar sonra ilk kez gelen babası, gözlerini dikmiş kızına bakıyordu. Bir şeyler söylemesini bekliyordu herhalde. Yoksa neden sussundu? Ama Deran'da konuşmuyordu. Çünkü konuşması gerekenin Hander Piran olduğunu her ikisi de biliyordu.

"Neden yaptın bunu?"

Babasının sorusunu işittiğinde oradaki varlığını bilmesine rağmen ürkmesine mani olamadı. Bakışlarını kaldırıp babasına bakmadı. Bakarsa şayet ağlardı, çok iyi biliyordu kendini.

"Ölümün böylesine yaşamaktan çok daha iyi olacağını anladım çünkü." Dedikten sonra çoktan buğulanmış bakışlarını babasına kaldırdı, her şeyi göze alarak. "Ben bir yerden sonra sırf başın yere eğilmesin diye sustum, baba!" Baba deyişinde titredi sesi. Ruhuna sirayet edenleri anlatmaya takati yetse, kelimeleri yetmezdi. Paramparça hissetti bir anda. Tüm çocukluğunun parçaları dağıldı ruhunun dört bir yanına. Sonra her biri terk etti birer birer Deran'ı. Kesiklerini bırakıp, çekip gittiler. Aynı babası gibi... "Gelip bana hesap sormayı geç, soru sormaya hakkınız olduğunu düşünüyorsanız vicdanınız körelmiştir sizin. Oluk oluk kanadı yaralarım, biriniz durdurmak için çabalamadı. Kendimi astım, ölmek istedim başaramadım! Sonra kadının biri çıktı karşıma, kurşun yağdırdı zaten ölü bedenime, orada ölürüm sandım yine olmadı! Sonra siz geldiniz baba, siz öldürdünüz beni! Sözlerinizle, bakışlarınızla, yaptıklarınızla... Artık kalmadı takatim, alabileceğiniz bir canım kaldı onu da seve seve vereceğim size!"

Kızının sözleri Hander Ağa'nın yüreğini dağlarken, yaptıklarının bizzat yaşayanın ağzından duymak fena halde yaralamıştı kendisini. Deran'ı hiç dinlememişti. Hissetlerini duymaktan kaçmıştı bile isteye. Dört erkek evlattan sonra kucağına aldığı ilk kız evladına bunları yaşatıyor olmaktan ötürü kendini zaten suçlu hissediyordu, bir de duysaydı o zamanlar bunları vazgeçerdi sözünden de, söylediklerinden. Sırf bu yüzden dinlememişti Deran'ı. Fakat öyle bir yola girmişlerdi ki artık, geri dönüşü yoktu. Hepsi biliyordu bunu. Oğullarının kendisine olan bakışlarını her gördüğünde kendini bir uçurumdan atmak istiyordu o da. Kızını bile isteye ölüme itmiş olmaktan haz duymuyordu elbette. Fakat söz, namustu bu topraklarda. Ve söz verdiği insanda en sevdiği, ahretliği olarak gördüğü insan olunca bu kadar kesin kararlı kalmıştı bu olayda. Fakat şimdi pişmandı. Pişmandı da ne fayda? Kızının yaptığından sonra yarın toplanacak olan aşiret toplantısından çıkacak karar belliydi.

Ya canını vereceksin ya da bu adamla evleneceksin, diyeceklerdi Deran'a. Deran'ın seçeceği şey en başından belliydi zaten.

"Haklısın, seni ölüme bile bile ben ittim." Dedikten hemen sonra arkasını dönüp, odanın kapısına yöneldi Hander Ağa. Deran'ın odasından çıkarken, arkasından bakan kızı şaşkınlık içerisindeydi. Babasından böyle bir söz duymayı beklemiyordu. Ağzından bir şeyler işitmeyi bırak, odasına geleceğini düşünmemişti bile. O kadar kararlıydı ki kendisini bile isteye o adamla evlendirmeye, aylarca tek kelam işitmemişti babasından. Şimdi ise gelmiş, kendisinin haklı olduğunu söylüyordu.

"Haklıyım da ne fayda Hander Piran?" diye bir anda çıkışan Deran, babasının kapının önünde kaskatı kesilmesine neden oldu. "Bir kere daha beni öldürmeyi başardınız, hem de bu sefer kesinkes!"

Hander Ağa, omzunun üzerinden keskin bir bakış attı kızına.

"Senin canını almadan önce benimkini almak zorundalar Deran Piran, bunu asla unutma!"

Babası sözlerini söyledikten sonra odasının kapısını yumuşak olmayan bir hareketle kapatıp, odadan çıktı. Ardında şaşkınlığı birkaç rütbe atlamış bir Deran bıraktı. Şok içindeydi. Böylesi bir şeyi düşünmeyi geç, akıl bile edemezdi. Babası az önce öyle bir şey demişti ki, ne hissedeceğini bile şaşırmıştı Deran. İçinde yaygara kopartan duygularına söz geçirmek için çabalayamıyordu bile.

Sükûtu oldu cellâdı. Düşüncelerine ardı arkası kesilmez darbelerini sıralarken, beyninin patlayacağını sandı. Düşünmekten başına giren ağrıya yenik düştüğündeyse cenin pozisyonunda kıvrıldı yatağa ve uykunun güvenli kollarına teslim etti kendini. Güvenli olarak gördüğü uykuda ise peşini bırakmadı kâbusları.

Bütün bir gece kendisine ateş eden silahın önüne atlayan babasını görüp durdu rüyasında. Etrafının kan gölüne dönüşünü gördü, onun yüzünden ölen insanları gördü. Afran Bejindar'ın ateşlediği fitilin ellerinde patladığını gördü.

Hayatlarını mahveden herkesin hayatları mahvoluyordu şimdi. Yaradan hesap soruyordu sanki. Bir umut tutundukları evlilik, başlarına yıkılıyordu. Mesut bir masal hazırladıklarına kendilerini inandırıp aslında iş anlaşması yapan Hander Piran ve Kurban Bejindar'ı zorlu zamanlar bekliyordu. Sebebi de Deran olmuştu. Nitekim pişmanda değildi. Fakat babasının son sözlerinden sonra tereddütte etmiyor değildi yapacaklarına.

***

Kocaman bir ağıt yükseldi arşa doğru. Tünemekte olan kuşlar hissedip tünedikleri yeri terk ederlerken, onlardan başkası işitmedi bu ağıtı. Dedim ya, kuşlar hissetmişlerdi. Deran'ın çeperlerinde yankılanan ağıtı bir tek onlar hissetmişlerdi zaten, diğer herkes huşu içinde devam ediyorlardı hayatlarına.

Güneş doğmuştu doğmasına da, günün kan dolu anlara gebe oluşuydu Deran'ı korkutan. Ölmek istediğini biliyordu. Bütün bedeni Yaradanına kavuşmayı arzuluyordu. Kaçmaktan başka çare göremiyordu çünkü. Kaçışın her türlüsü de ölümdü onun için.

Düşüncelerinden uzaklaşmak için eline telefonu almıştı ki, ekran açılır açılmaz gördüğü isimle sinirleri had safhaya ulaştı. Bakışları öfke ile kısılırken, dudaklarından argo bir kelime döküldü istemsizce. Kendine hâkim olamadı Deran. Olmakta gelmedi içinden. Sinirle mesajı açtı.

"Son sabahının keyfini mi çıkartıyorsun Piran Kızı?"

Bu adam canına mı susamıştı? Ne istiyordu, eline bir silahla kapısına dayanmasını mı? Ha istediği buysa şayet, seve seve yapardı Deran bunu. Ki biliyordu, bunu yapabileceğini o Bejindar beyefendi bozuntusu da biliyordu. Fakat canına susamışçasına damarına basmaya devam ediyordu. Ama ona istediğini vermeyecekti. Ona cevap yazmayacaktı. Onunla uğraşmayacak, daha çok kudurmasına sebep olacaktı.

Derin bir soluğu ciğerlerine doldurduktan sonra tüm gücünü toplamak istercesine kendi bedenine sardı kollarını. Ardından biraz gerinip yataktan kalktı. Bakışları aynadaki aksine kaydığında, içi titredi. İncecik kalmıştı bedeni. Onca yükün altında ezildikten sonra hâlâ ayakta durabiliyor olmaktı onu şaşıran aslında. Paramparça olmuş hayallerinin kalbine battıktan sonra hâlâ nefes alıyor olmak ona samimiyetsizce geliyordu. Ya tam almalıydı canını hayat ya da dokunmamalıydı hayallerine!

"Uyandın mı?" diyen annesine döndü derhal başı. Kapısının önünde durmuş, onu izliyordu. Sorduğu sorunun saçmalığının farkında olduğuna emindi, ayakta durduğuna göre uyanmıştı elbette!

"Gördüğün gibi..." demekle yetindi Deran. Annesini asla affetmeyecekti. Söylediği son sözlerden sonra yaşadığı patlamanın üzerine sessizleşmişti zaten. Kimseyle konuşmamış, kimseye hiçbir şey dememişti. Yemeği bile zar zor yemişti, o da kendi odasında. Kimseyi görmeye tahammülü yoktu. Kardeşlerinin bile odasına gelmesine izin vermiyordu. İçinden gelmiyordu hiçbirini görmek.

"Bugün yapılacak toplantı..." dedi Kadriye Hanım sesi titreye titreye. Elbette en büyük suçlu olarak kendini görüyordu. Bir anda o kadar üstüne gitmeseydi şayet bunlar yaşanmayacaktı. Ama tutamamıştı kendini. Engel olamamıştı. Artık her şey için geçti. Kimse bu sürece engel olamazdı.

"Kimden isteyecekler canımı almasını?" dedi ruhsuzca. Ardından komidinin üzerindeki şalına yöneldi. Gelişi güzel başına alıp, annesinin yanından geçtiği gibi merdivenlere yöneldi. Ahıra inip aylardır görmediği Gece'yi görmek istiyordu.

"Nereye gidiyorsun?" diye arkasından seslenen annesine bir an için bakıp yoluna devam etti. Cevap vermeyi de eksik etmedi.

"Gece'ye!"

Hızlı adımlarla son kez gördüğünü bildiği atının yanına geldi. Babasının on yedinci yaş günü hediyesiydi bu at ona. İlk gördüğü zaman aklı başından gitmişti. Dakikalarca konuşamamıştı sanki dilini yutmuş gibi. Fakat sonra babasına ne kadar teşekkür ettiğini hatırlıyordu. Günlerce inmemişti üzerinden Gece'nin. Bir gün üstünden düşüp ayağını kırdığında babası birkaç ay binemeyeceğini söylemişti. O gün bu gündür Gece'yle hiç dışarı çıkmamışlardı.

"Beni özledin mi oğlum?" diyerek atının yelelerini okşadı. Ardından ahıra gelirken mutfaktan avucuna doldurduğu küp şekerleri yedirdi bir güzel.

Şekerleri de yedirdikten sonra seyisleri Vahap ağabeye haber verip Gece'yi yerinden çıkardı. Hızla giysisini değiştirip, at binerken giydiği pantolonu, gömleği ve ceketi giydi. Şalını başından düşmemesi için başının altından bağladığı zaman uzamış saçları göründü. Saçlarının hızlı uzayışı bir kez daha göze çarptı.

Gece'nin semerine oturup, hareket etmesi için komut verdi. O esnada seyisleri konağın kapısını açmaya başlamıştı. Kapı açılır açılmaz hızlandı ve fırtına gibi bir şekilde konaktan çıktılar. Konağın bu kapısı düz arazilere ve tarlalara açılıyordu. Ama Deran'ın güzergâhı farklıydı. Ormana gitmekti aklındaki niyet. Ormanın Gece'yi zorlamayacak olan yollarını seneler önce keşfetmişti. Bu yüzden ormana gitmekte bir zarar görmedi ve hızla rotasını belirleyip o rotaya uydu.

***

"Deran nerede Kadriye?" diye gürleyen Hander Ağa, endişeden titreyen bedenine söz geçiremiyordu. Kadriye Hanımda eşinin hiddetinin sebebini deli gibi merak ediyordu.

"Gece ile gezecekti biraz, iki saat önce konaktan çıktı. Ne oldu Hander?"

"Dua et öyle olsun Kadriye, başka bir şey varsa bu sefer ben bile kurtaramam onu haberiniz ola!"

Hander Ağa'nın sözleriyle Kadriye Hanım'da telaşlanıp telefonunu eline aldı. Deran'ı aradı fakat telefonunun kapalı çıkmasıyla, yüreği ağzına geldi. Korkuyla Hander Ağa'ya baktığında, içinde yükselen korkuya öfke de karıştı. Bunu yapmış olamazdı. Bunu da yaptıysa şayet kimse kurtaramazdı onu.

"Ne oluyor ana?" diye sorarak salona giren Neçırvan, annesinin endişe ile parlayan gözlerini gördüğünde tedirgin oldu.

"Ne olsun, Deran'a ulaşamıyoruz!" diye araya giren babasının sözlerini anlamlandırmak için birkaç saniye geçmesi gerekti. Bu da ne demek oluyordu?

"Nasıl yani?" derken salona diğer erkek kardeşleri Berken, Resul ve Adar'da girmişlerdi.

"Basbayağı Neçırvan, kız kardeşiniz Deran'dan haber alamıyoruz. İki saat önce Gece'ye binip çıkmış, hâlâ yok ortalıkta."

Hander Ağa sözünü bitirmişti ki çalan telefonu, onu ürkütmeye yetti. Telefonunu alıp arayanı gördüğünde sıkıntılı bir nefes alıp, telefonu açtı.

"Efendim Kurban?" dedi sükût içinde. Fakat içinde yanan ateşi bir kendi bilirdi.

"Kızı ikna edebildin mi?" dedikten sonra bir sıkıntılı nefeste Kurban Ağa çekti içine. "Kızın ikna olursa nişanı bozmamaya, bir toplantı olmasına da gerek kalmayacak dediğim gibi."

"Deran'ı bulamadım Kurban," dedikten sonra karşıdan gelen endişeli tepkileri bertaraf etmek istercesine konuşmaya devam etti. "Benim kızım elbette ki kaçmadı Kurban. Kaçacak bir sebebi yok. At binmeye çıkmış, saatlerdir ortada yok biz başına bir şey gelmesinden korkuyoruz. Yıllardır at sürmüyordu, en son attan düşüp ayağını kırdığından beri ben izin vermiyordum. Şimdiyse yine başına böyle bir olay gelmesinden korkuyorum ben."

Kurban Ağa duyduklarıyla daha da endişelenirken, Deran'ı bulmak için elinden geleni yapacağını söyleyip, Hander Ağa'ya birkaç teselli sözü ettikten sonra da telefonu kapattı. Kapattığı gibi de Afran'ı aradı.

"Toplantıya gireceğim baba, daha sonra konuşsak olur mu?" diye konuşan oğlunun meşguliyetini önemsemedi.

"Olmaz evlat olmaz!" dediği an bir şeyler olduğunu anlayan Afran, endişelenmeye başladı.

"Bir şey mi oldu baba?" derken sesi bir hayli endişeliydi hatta.

"Deran kayıp!" dediği an Afran başından aşağı kaynar su dökülmüşe döndü. Öyle bir afalladı ki, bir an konuşmayı unuttu. "Kaçmak gibi bir şey yapmamış ama Hander bunun garantisini verdi. Ata binmiş çıkmış konaktan, saatlerdir de yokmuş ortada. Hander daha önce attan düştüğü için yıllardır ata binmesine izin vermiyormuş. Yine başına böyle bir şey gelmesinden korkuyor."

Kaçmamış olduğunu duyduğu an verdiği derin nefese bir anlam veremezken, duyduklarıyla endişesi katlandı. Madem at sürmeyi bilmiyordu ne diye binmişti o atın üstüne? Ah şu Piran Kızı'nı bir gün anlarsa, o gün kıyamet habercisi olacaktı kesin.

"Tamam, ben halletmeye çalışacağım sen endişelenme baba."

"Sana güveniyorum oğlum, beni habersiz bırakma."

Babasıyla olan telefon konuşmasını bitirdikten sonra Mustafa'yı arayıp toplantıya giremeyeceğini söyleyip onun girmesini istedikten sonra hızla çıktı holdingden. Aceleyle arabasına binip, Piran Konağı'nın yolunu tuttu.

Önündeki arabaları gözü dönmüşçesine sollayıp, hız limitinin çok üstüne çıktı. Lâkin içindeki garip bir dürtü kendine mani olmasını engelledi. Neden bu kadar endişelendiğini ve korktuğunu açıklayamazdı. En azından şimdi yapamazdı, daha sonra bunun üzerine düşünebilirdi. Piran Kızı, şu an acı çekiyor olabilirdi. Ya da Yasemin ona...

Aklına gelen şey ile beraber arabanın kontrolünü bir saniyeliğine yitirse de derhal toparladı. Hızını arttırıp öyle devam etti yoluna.

Piran Konağı'nın önünde inip, hızla konak kapısını çaldı. Konak görevlilerinden biri kapıyı açtığında kibarlık göstermedi bile. Hızla ailenin bulunduğu yere girdi.

"Selamın Aleyküm." Dedikten sonra "Ahırı görebilir miyim?" diye devam etti. Yoldayken kendi seyislerini arayıp, atını Piran Konağı'na getirmesini istemişti. Onun da birazdan geleceğine emindi.

"Sakin ol oğlum, ne bu celal?" diye soran Hander Ağa, Afran'da kendininkinden fazla endişe görmüş olmaktan mütevellit şaşkındı. Afran'ın bu denli bir tepki göstermesini kimse beklemiyordu zaten. Fakat Yasemin'in yeniden bir zarar verme ihtimali kanının çekilmesine sebep oluyordu. Aramaya da fırsatı olmamıştı Yasemin'den haberdar olacağı adamını. O yüzden tüm ihtimalleri göz önünde bulundurarak hareket etmek istiyordu.

"Hander Amca..." dedi yalnızca. Halinden anlayacağını biliyordu. Yıllardır tanıyordu onu. Onunda kendisini tanıdığını biliyordu. Bu yüzden üstelemeyeceğinden emindi.

Aynen dediği gibi de oldu. Üstelemeden ahıra götürdüler Afran'ı. O esnada kendi atı da gelmişti konağa. Konağın bu kapısının önüne getirdikten sonra üzerindeki takım elbiseleri umursamadan atı Gümüş'e bindi. Hızla düz araziye doğru sürmeye başladı. O esnada da keşif yapıyordu. Etrafındaki yerlere bakıyor fakat tam karşısındaki koskocaman ormanı göremiyordu. Bu şekilde birkaç dakika kaybetmişti ki gözü yeşil alana kaydı. Atını durdurup, dikkatle o yere bakmaya başladı. Ve yüreği fısıldadı, doğru sezdiğini ona. Ardından içgüdülerine güvenerek hızla ormana doğru sürmeye başladı.

O esnada Piran Konağı'nda Neçırvan ve erkek kardeşleri hızla konağı terk ettiler. Afran Bejindar o tarafa bakarken, onlarda Deran'ın gidebileceği farklı yerlere bakmak için çıktılar. Hander Ağa, adamlarının çoğunu da seferber etmişti Deran'ı bulmaları için.

Atının üzerinde, çehresini yalayıp geçen haşin rüzgâra karşı hızla yoluna devam ederken kalbinin atışlarını hissedebiliyordu. Ensesinde hissettiği korku, içinde bir kaosa neden oluyordu. Eğer Piran Kızı'na bir zarar geldiyse, kendini asla affedemeyeceğini biliyordu. Sebebi kendisiydi çünkü. Onu bu duruma düşürmemesi gerekiyordu. Yapmamalıydı, bunu asla yapmamalıydı fakat kendisini bir an tutamamıştı. Ve bir anlık gafletin Piran Kızı'na kesilecek olan faturanın ağırlığıyla sonuçlanacak olursa, bir ömür uyku bile uyuyamazdı. Vicdanı yapışırdı boğazına, ona rahat vermezdi biliyordu. Hayır, kendini düşünmüyordu. Yalnızca içindeki korkuyu buna yormak onu daha dingin tutuyordu. Deran'a bir şey olmasından korktuğunu itiraf edecek olursa şayet, ipleri tamamen bırakmış olacaktı.

Ormandan içeri girdiği an yolların engebeliğini görüp Gümüşü yavaşlattı. Her ne kadar hızlı olmak istese de bunu yapamayacağı aşikârdı.

Yarım saatlik bir keşfin ardından Gümüş'ü sürebileceği daha rahat yollar bulup o yolları kullandı. Gümüş ile yolları arşınlarken, bir anda kulağına gelen ses ile Gümüş'ü hızla durdurdu ve sese kulak verdi. Yüreği artık ağzında atıyordu ve ensesinde hissettiği korku onu sıkıştırıyordu.

"Orada kimse var mı?"

Bu ses tonunu asla unutmazdı. İlk defa işittiği vakit öyle bir kazınmıştı ki aklına, silinmesi imkânsızdı.

"Küçüğüm?" diye seslenirken buldu kendini Afran. Piran Kızı ya da Deran demedi o an. Yüreğinden döküldü kelimeler çünkü mantığı müdahil olamadı.

"Bejindar..." diye mırıldandı bir an için Deran. Gözleri dehşetle etrafını tararken, duyduğunun bir tür varsanım olmaması için dua etti içten içe.

"Buradayım!" diye bağırdı ardından. Gece'nin önüne çıkan bir fare kontrolünü kaybettirmiş ve Deran daha ne olduğunu anlayamadan kendisini otların içerisinde buluvermişti. Gece ise gözden kaybolmuştu. Korktuğu için bir yerlere kaçmış olmalıydı ama döneceğini biliyordu. Onu beklerken telefonu eline almış fakat çekmediğini görerek yıkılmıştı. Ailesinin endişeleneceğini biliyordu fakat Afran Bejindar'ın çok kıymetli işini bırakıp da kendisini arayabileceğini asla tahmin etmezdi. Toynak sesleri duyduğunda gelenin ağabeylerinden birisi olduğunu düşünmüştü.

Afran, duyduğu ses ile derhal yönünü o tarafa çevirirken endişesinin katlandığını hissetti. Hızla gideceği yere ilerlerken, bir an sonra Piran Kızı'nı gördü. Gördüğü an atı Gümüş'e komut vermeyi bıraktı. Komut almayan at derhal dururken, gözleri kilitlendi Deran'a. Bakışlarındaki çaresizlik yüreğine bir ok misali saplanırken, attan düştüğünü anlaması hiç uzun sürmedi.

Hızla attan inip, seri adımlarla Deran'a doğru ilerledi. Onun oturduğu otların üstüne diz çökerken, bakışlarındaki duygunun farkında bile değildi. O duygu ile tarumar etmişti Deran'ı.

"Küçüğüm..." diye soludu Afran. Vücudu endişeden mütevellit titremekteydi. Kendine mani olamadan Deran'ın yüzünü avuçlarının arasına alıp kafasını kendisine doğru kaldırdı. "İyi misin?"

İçinde peyda olan pişmanlık, çoktan vicdanıyla birleşti. Pişmanlığı derya oldu, taştı içinden. Sonra bir beddua döküldü kendisine yüreğinden. Yaptığı şeyden utandı. Gözlerini kaçırdı bir an için.

Gözlerini kaçıran adama dikkatle bakarken, neden bu hareketi yaptığını biliyordu Deran. Nasılını değil ama nedenini biliyordu.

"Ayağım..." diye mırıldandı adamın dikkatini yeniden üzerine çekmek için. "Çok acıyor."

Afran tek kelime etmeden sahiplenircesine kucağına alırken Deran'ı, ilk kez onu böyle kucakladığı an sinsi bir şekilde usuna süzüldü. O an hissettiklerinin daha yoğununu hissederken içinde Deran'ı atı Gümüş'e doğru taşımaya başlamıştı.

Yüzüne bakmaktan alıkoyamıyordu kendisini. İyi olduğundan emin olamıyordu çünkü kucağındaki kuş kadar hafif kadının iyi olup olmadığından. Dengesi sarsılmıştı resmen. En son bir kadın için bu kadar ne zaman endişelenmişti? Hiç hatırlamıyordu. Çünkü şu an hissettiği endişeyi daha önce hiç hissetmemişti.

Hızla Deran'ı Gümüş'ün üstüne yan oturtturup atın iplerini tutmasını söyledikten sonra kendisine bindi. Ardından Deran'ın ellerinin üstüne kendi ellerini yerleştirip atı sürmeye başladı...

***

Deran'ın gerekenden daha geç bulmalarından mütevellit Kurban Ağa'nın istediği gibi toplantının yapılmama durumu söz konusu dahi olamadı.

Riha'nın diğer aşiret büyükleri Piran Konağı'nın terasındaki yerlerini almışlar ve görüşülecek konunun başrolünü bekliyorlardı. Fakat Afran, o toplantıya katılmayacağını beyan edip, kestirip atmıştı. Bunun üzerine aşiret büyükleri yapılan saygısızlığı Kurban Bejindar için sineye çekip toplantıya başlamayı teklif etmişlerdi. Kabul edilen teklif sonucunda konu enine boyuna konuşulmuş daha sonra da Hander Ağa ve Kurban Ağa'nın da fikirleri alınmıştı. İkisinin nişanın bozulmasına karşı oldukları anlaşıldıktan sonra nişanı bozmak isteyen Deran, aşiret büyüklerinin karşısına çağrılmıştı.

Durdu ve karşısındaki adamlara baktı. Kaderinin gidişatını belirleyecek olan adamlar... Kendi hayatı için tüm söz haklarını elinden alan adamlardı bunlar. Verecekleri kararın merhametli olmasını beklemiyordu zaten. Ölmekten korkmuyordu. Ölümü, Allah'a kavuşmak olarak görüyordu çünkü artık.

"Neden bu nişanı bozmak istedin?" diye soran Behram Ağa'ya dikti gözlerini. İçinden yükselen tüm isyanı göstermek ister gibi dikti başı, keskindi bakışları.

"Çünkü ben o adamla evlenmek istemiyorum!" derken sözlerinin karşısındaki adamları nasılda şaşırttığını gördü.

"Sizin kaderiniz törelerin izin verdiği ölçüde doğduğun andan itibaren yazıldı kızım. Baban, sen daha beşikteyken evleneceğin adamı seçti. Bu yaptığın hem töreleri hem de babanı ezip geçmektir ve törenin emrettiğini yapmamanın cezasını da biliyorsun!"

İçinde söylemek istediği o kadar fazla şey vardı ki ama babasını daha fazla küçük düşürmek istemiyordu. Ölümüne ses etmemiş adamı düşünüyordu hâlâ, evet. Ama o adam hayatında en çok sevdiği adamdı. Onu ezip geçiyordu belki ama daha fazlasının olmasına izin vermeyecekti.

"Cezayı kabul ediyorum!"

Hander Ağa, başını kederle yere eğerken neler yapabileceğini düşünüyordu kara kara. Kızını nasıl kurtaracağını düşünüyordu.

"Bu saatten sonra Kurban Bejindar'ın bile bu düğünü olmasını istemesi geri döndüremez seni girdiğin yoldan Deran Piran."

"Behram Ağa," diyecek oldu Hander Ağa ama Behram Ağa elini kaldırdığı gibi susturdu onu.

"Olacak olan bellidir bu saatten sonra. Nişan bozulmuş, töre çiğnenmiş. Af dilemek yerine cezasını kabul etmesi de..."

"Ben kabul etmiyorum!" diye gürleyen adam, herkesin dikkatini üzerine çekti.

Kendinden emin yürüyüşü, bakışlarına sinmiş kararlılık ve dudaklarından dökülenler ile tam bir bütündü Afran Bejindar.

"Deran Piran'ın cezasını ben kabul etmiyorum saygıdeğer (!) aşiret büyüklerim." Kelimelerini özenle seçiyor, yan yana koyup öyle kuruyordu bizzat cümlelerini. Şimdiye kadar önünde boyun eğdiği töreyi, şu an yok sayıyordu. Töre, bu kadına hiçbir yapamayacaktı! İzin vermeyecekti.


*Meczup: Tesir altında kalarak cezbedilmiş kişi. 

Continue Reading

You'll Also Like

6.2M 331K 57
Ben Zümra Akça... Bu dünyadaki bütün acıları tadan, ufacık kalbinde sarılacak bir yara bırakmayan kadınım. Bu dünyadaki en hissiz olduğum kadar en h...
2.9M 117K 40
Aydeniz.. Annesinin ölümü ile kendini kaybeden babasının, şiddetine maruz kalan, okuduğu üniversiteyi bitirmesiyle kaçmak zorunda bir kız.. Daha genç...
Zehra. By DamlaKar.

General Fiction

2.6M 137K 33
Doğu Anadolu'ya bağlı Kaledağ köyünde , dedesi ve kardeşiyle yaşayan Zehra'nın hayatı, bir gece ansızın onlara sığınan yaralı bir askerle değişir. 5...
8.3M 382K 65
"İkimizde biliyoruz ki, er ya da geç benimle evleneceksin. Ve bu zorunluluktan olmayacak!" "Başlangıç: 12 HAZİRAN 2016 Bitiş: 18 EKİM 2019" ...