MİHRİCAN #Wattys2017 (Akademi...

By emineTanrgan

2.3K 1K 819

Bir hayal kurdum. Kendime söz verdim. Ve inandım... Sonuçta, tüm bunların peşi sıra gelen bir başarıyı kucakl... More

BİRİNCİ BÖLÜM /BİRİNCİ KISIM
BİRİNCİ BÖLÜM/İKİNCİ KISIM
İKİNCİ BÖLÜM/BİRİNCİ KISIM
İKİNCİ BÖLÜM/İKİNCİ KISIM
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM/ BİRİNCİ KISIM
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM /İKİNCİ KISIM
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM /BİRİNCİ KISIM
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM /İKİNCİ KISIM
BEŞİNCİ BÖLÜM
ALTINCI BÖLÜM
YEDİNCİ BÖLÜM
SEKİZİNCİ BÖLÜM
İMZA GÜNÜM

DOKUZUNCU BÖLÜM

77 17 38
By emineTanrgan

*** Sevgili Mihrican okuyucuları, yine yeni bir bölüm ile beraberiz. Artık Mihrican büyüyor. Kendisi ile birlikte büyüyen dertleriyle yeni mücadelelerin içine giriyor. İç çatışması ve psikolojik çözümlemelerin bol olduğu bu yeni bölümü zevkle okuyacaksınız. Kahve yahut çayınızı alıp balkon veya bahçenize çıkmanızı tavsiye ederim. Oylama yorum ve tavsiyelerinize ihtiyacım olacak. Beni yalnız bırakmadığınız için minnettarım. Keyifli okumalar dilerim. Sevgiler ❤😊 ***

Nermin'e mektup gönderdiğimden beri iki hafta geçmişti sanırım. Nermin'den yine haber yoktu. Üstelik ardı ardına gönderdiğim mektuplarım geri geliyordu. Kuşkulanmıştım. Önümde iki ihtimal vardı. Ya anneannem ondan gelen mektupları yine saklamıştı ya da evet, ya da o, gözlerini hayata yummuştu. Korkunç bir ihtimaldi bu. Anneannemin mektupları sakladığı ihtimali için dua ettim. Gariptir ki, son dönemlerde onda alışkın olmadığım bazı haller peyda olmuştu. Bankadan para çekmek için genellikle, ayda bir çarşıya çıkan kadın; son iki haftadır belli aralıklarla çıkıyordu. Şu halde, bu ayrıntı beni fazlasıyla düşündürmüştü. Ellerimde o mektuplarla anneannemi beklemeye koyuldum. Buna bir son vermesini ve mektuplarımı bana iade etmesini isteyecektim. Gözlerim alev alevdi. Vücudum ateşten bir gömlek! Ruhum sıkıntının tam göbeğindeydi. Yerimde duramadım. Beklemekten vazgeçtim. Anneannemin odasına hışımla girdim. Sandığından başlayarak dolapları, çekmeceleri, yatağını ve hatta halıların altlarına baktım. Oda tarumar olmuştu ama istediğimi bulamadım. Öfkeden deliye dönünce dedemin yatağına koştum. Onu yerinden sarsarak yatağını dip bucak aradım. Sonra da evin diğer köşelerini. Yoktu, yoktu, yoktu. Nefes nefese kalmıştım. Vücudum sırılsıklam olmuştu. Perişan bir halde bekliyordum. Anneannem nihayet gelmişti. Elinde küçük bir paket vardı. Beni görünce elindekini televizyonun üzerine bıraktı. Etrafına öfkeyle bakıp pancar gibi olan yüzüyle bana baktı.

"Gene ne oldu? Ne demeye dağıttın etrafı sen!"
Ben onun bu sözlerine daha bir sinirlenerek cevap verdim:

"Sen ne olduğunu çok daha iyi biliyorsun Zarife Hanım!"
Anneannem şaşkındı. Telaşlandı. Yine de kederliydi cümleleri:

"Nedir senin derdin guzum. Derdinden biçare oldum. Beni de mahvettin, kendini de!"
Ben onu dinlemiyordum bile. İçimdeki acıyı yine öfkemle çıkarıyordum:

"Bir de bu halinle bana öğüt vermeye mi kalkıyorsun? Utanmıyor musun ki kendinden küçük bir kızla eğlenmeye? Yeter artık yaptıkların! Bu kadarı da fazla. Ne istiyorsun benim gibi bir yetimden?"

Anneannem bu son cümlemi duyunca ellerini dizlerine vurmuştu. Sonra elini alnına götürüp, "Ah be yavrum" dedi. Ben devam ettim;

"Hadi, bana yerini söyle. Nereye sakladın? Nereye sakladın Nermin'in mektuplarını?"
Anneannem uzun bir iç geçirdikten sonra titredi. Ağzını açıp kapadı. Biraz düşünerek cevap verdi;

"Vah kuzum vah! İnan ki ben o günden beri mektup filan saklamadım. Hay Allah! Benim günahımı alıyorsun. Ne olur kendini telef etme. Bekle gızım, yazar elbet meraklanma!"

Anneannemin son sözlerinden sonra, günlerce ağladım. Mektupların anneannemde olmadığına inandığım gün ikinci olasılık beni perişan etmişti. Nermin artık yoktu. Bu duruma kendimi alıştırmam mümkün değildi. Çıldırmış gibi davranıyordum. Neredeyse günlerdir ne yaptığımdan habersizdim. Yüreğim sıkışıyordu. Dünya ne kadar büyümüştü o günlerde. Ondan milyonlarca kilometre uzaktaymışım gibi hissetmiştim. Bu duyguyu ilk annemle babamın peş peşe ölmesiyle tatmıştım. Şimdiyse bıraktığı hasarı yeniden yaşıyor olmam beni korkutmuştu açıkçası. Nermin'i yeniden dipdiri göremeyecek olmak dünyama kocaman bir boşluk bırakmıştı.
...

Okulun son günleriydi. Hava iyiden iyiye ısınmıştı. Güneş en donuk yüzüyle bakıyordu dünyama. Artık okulla ilgim pek kalmamıştı. Ya sokakta, ya Nermin'in evinin önünde ya da tavan arasında zaman geçiriyordum. Ağlayıp inlemelerim tüm mahalleyi bezdirmişti. Giderek onun öldüğü fikrine daha fazla inanıyordum. Kendim yazıyor kendim oynuyordum bu oyunda. Biliyordum, anneannem benim bu durumuma çok üzülüp ağlıyordu. Ama ben onun bana acıdığını düşünerek bir de buna kahroluyordum. Ve Saliha, benim güvenip imrendiğim biricik kardeşim. Ama o da artık benim bu şımarıklığımdan tükenmişti. Beni tehlikelerden koruyamıyordu belki ama en azından anneanneme olan desteği bile çok değerli bir vefaydı. Ona minnettar olmalıydım. Tüm bunları bile bile ilgisiz kalıyordum, bencilce.
O korkunç kazanın ardından nerdeyse tamamen içine kapanık birisi olan Senem'e dahi yeterince ilgi gösteremiyorlardı. Psikolojik desteğe ihtiyacı olduğunu söyleyen rehberlik öğretmeni bizden beklediği alakayı göremeyince kendisi üstlenmişti bu görevi. Her hafta sosyal çevreye kazandırmak için birkaç saatini ona ayırıyordu. Zor günler geçiriyorduk. Sadece benim yüzümden. Kendime çeki düzen vermem gerektiğini düşünmüyor değildim. Ne var ki bunu yapmak için ciddi bir karar almak zorundaydım. Başarabilseydim eğer hayat benim için yeniden başlayacaktı.
...

Bir sabah rüyamda yemyeşil bir bahçenin ortasında çığlık atan bir kadının sesiyle yataktan fırladım. Anneannem, kırışık suratının gerginleşmiş ve hatta ağzının içindeki takma dişleri de olmadan korkunç görünüyordu. Onun feryadından öyle bir kalkmıştım ki yataktan, Saliha ve senem ağlayarak uyanmışlardı. Senem ağlıyordu. Saliha hemen onu kucağına alır almaz bahçeye koştu. Bense anneannemin odasına fırlamıştım. Anneannem fare görmüş gibi bir o yana bir bu yana sıçrıyor, zangır zangır titriyordu. Sonunda beni kapı eşeğinde ona şaşkınlıkla bakarken görünce boynuma atılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Henüz ne olduğunu anlayamadığım için anneannemi iteleyip gözlerinde bir cevap aradım. Aslında anneannemin bana sarıldığı o an kendime bile itiraf etmekten kaçtığım bir duyguya gark olmuştum. Bazı akşamlar annem ile birlikte yattığımda onun bana sıkıca sarılarak, uyuduğumu sanıp ağladığı gecelerde içimde açılan gizli bir oda vardı. Yüreğimde açılan o odada yalnızca annemin sırlarını saklıyor, onun gözyaşlarını her yanağıma salışında içime bıraktığı koru, bu odanın kapalı kapısı ardına bırakıyordum. Şimdilerde bu kapıyı yalnızca annemle uykumda sırdaşlık yaptığım gecelerde açıyordum. O an işte bu hal zuhur ediyordu yüreğime ki onu tüm soğukkanlılığımı kullanarak itivermiştim. Artık ne olduğunun farkındaydım. Onun yatağının solunda duran sedire baktım. Oraya doğru yanaştım. Dedem gözlerini dikmiş sağ tarafına bakıyor ve boğazından hırıltılar geliyordu. O sekerattaydi. Ölüm, acı içinde geçirdiği son yıllarına bir nihayet olacaktı. Ve artık nefretimi haykırdığım dedem hayatımızdan sonsuza kadar çıkacaktı.

Kendimi zar zor dışarıya atmıştım. Bir kenara geçip donuk gözlerle toprağı eşeledim. Düşünüyordum. O artık bu toprağın koynuna girecekti. Tıpkı annem ve babam gibi. Geç bile kalmıştı. Yine de gözlerimden akan bir iki damla yaşa mani olamadım. Olmak da istemiyordum. İçimde, ta derinlerde bir sızı vardı. O gün her şey o kadar hızlı gelişmişti ki, ben bile olanların detayını hatırlayamıyorum. Onu öğleden sonra kaybetmiştik. Dedem artık bizden çok uzaklara göçmüştü. Komşuların yardımıyla cenaze kaldırılıp mezarlığa götürüldü. Anneannemi hiç bu kadar üzgün görmemiştim. Onu defnederlerken görmedim. Ben kardeşlerimin yanında evdeyken, anneannem komşuların yardımıyla dedemi defnetmişti. Dedemin ölümünün ardı sessizlikti. Anneannem hayat arkadaşını kaybetmenin verdiği üzüntüye daha fazla dayanamayarak fenalaşmıştı. Onu hastaneye kaldırdık. O her ne kadar yatalak bir hasta olsa da anneannemin gözbebeğiydi. Tek dayanağı, sığındığı tek limandı. Bu onun için kolay değildi. Ama bana göre dedem çoktan ölmüştü. Sadece toprağa girmemişti o kadar!

Akşam olmak üzereydi. Mahallenin kuru gürültüsü bizim evde toplanmıştı. Gündem dedemin ölümüydü. Kafam şimdiden şişmişti. Ortalıkta dolaşırken bana acıyan gözlerin üzerimde dolaştığını fark ediyordum. Mutfak tıkış tıkıştı. Sözüm ona helva yapıyorlardı. Dedikodudan fırsat bulurlarsa tabi. Helvanın yanık şeker kokusunu duyunca içim katlı. Hemen salona geçtim. Oturacak yer hiç yoktu. Çocukların zır zır bağrışmaları beni çileden çıkarıyordu. Bazısı köşeye çekilmiş Kur'an okuyor, bazısı anneannemin haline acıyordu. Onun neler çektiğini dillerine dolayıp durmuşlardı. Artık çığlık atma noktasına geldiğimde anneannemi yatağında ağlarken görüp sakinleştim. Ona içim acımıştı. Odasının kapısının önünde onu seyre koyuldum. Öyle hıçkırıyordu ki içinde kocaman bir canavar horluyordu sanki. Fenalaşacak diye geçirdim içimden. Sanki kahrolurken kendini zerre düşünmüyordu. Ağlamaktan göz perdeleri simsiyah olmuş balon gibi şişmişti. Bir anda kendini sıktı. Dişleri gıcırdıyordu. Nefesi zor alıyor gibiydi. Telaşlandım. İçeriye girmek için adım attığımda oturduğu sandalyeden ağız üstü yere kapaklandı. Feryat ederek koşup onu kaldırmak istedim. Ama yarı baygın ve titriyordu. Evdeki herkes toplanıp kargaşaya başladı. Bense sadece ağlıyordum. Birisi akıl edinceye kadar anneannemi hastaneye kaldıran olmadı. Komşunun kocası arabasını bahçeye çekip anneannemi hastaneye kaldırdı. Ben yine evde ve kardeşlerimin başında kaldım. Kimseye teselli verecek durumda değildim. Onlar ağladı ben ağladım.

O gece onu hastaneden çıkarmadılar. Kalp krizi geçirmişti. Bir hafta boyunca tek bir defa yüzünü görebilmiştik. Ameliyatı pek başarılı geçmemiş. Ellerinden geleni, yapmışlar ama devamlı kontrole gitmesi gerekiyormuş. Sonunda hastaneden çıktı. Yüzü biraz değişmişti. Ağzını zor oynatıyordu. Artık işe yarar gibi görünmüyordu. Anneannemin yeniden evde olması yüreğime su serpmişti. Yine de ona karşı acıma hissim gün geçtikçe yok oluyordu. Sanırım yine değerini unutmanın verdiği rahatlamaydı bu. Artık eskisi kadar asi olmasam da ona merhametimi göstermekte zorlanıyordum. Birkaç gün sonra yeniden fenalaştı. Hastaneye gitmedi. İlaçlarını verdim. Uyudu. Kalktığında daha iyiceydi. Benimle eskisi gibi konuşup kendini paralamıyor olması benim işime yarıyordu. İstediğim gibi davranıyordum. Saliha ile kavga etmesem de ona buyruklarım bitmek bilmiyordu. Ama o bundan şikâyetçi değildi. Anneannem benimle konuşmak için yeltendiğinde kaçacak delik arar olmuştum. Onunla konuşmak istemiyordum ama sorumluluklarımdan da kaçmıyordum. Elimden geldiği kadar ailevi sıkıntılarını kendim çözmeye çalışıyordum.

Anneannem gün geçtikçe daha da kötüleniyordu. Benzi atmış ve zayıflamıştı. Onun bu hali gözümü korkuttuğu için daha düşünceli davranıyordum. Ananem hastane yolunu mesken tutalı bir ay olmuştu. Ambulans alıyor bir iki gün sonra yine ambulans getiriyordu. Biz de onunla birlikte perişan olmuştuk. Komşuların ayağı kapımızdan eksik olmuyordu. Anneannem olmadığı zaman komşu evinde kalıyor, onların tasından ayran içiyorduk. Böyle yaşamak bana daha ağır gelmişti. Minnetimiz çoğaldıkça ben altında eziliyordum. Sonunda bir akşam anneannemin yeniden fenalaşması üzerine acile kaldırıldı. Üç gün, beş gün, bir hafta... Anneannem gelmiyordu. Onu taburcu etmediler. Artık tam olarak anlamıştım ki ben tüm zorluklarla tek başıma mücadele edecektim. Başarabilir miyim bilmezken mecburiyetlerim bu soruyu ağzıma tıkadı. Nihayetinde artık tek başınaydım. Evde bir büyük olarak ben, Saliha ve Senem'e bakıyordum. Onun kısmen felç olduğunu duyduğumda elim ayağım buz kesmişti. Bir an için anneannemi kaybetmekten korktuğum doğruydu. Çünkü her ne kadar onu sevmesem de onsuz da olmayacağının farkındaydım. İyi olması için dua ettiğim günler oldu. O kadar sıkıntıyla başa çıkmak ağır gelmişti omuzlarıma. Saliha'nın da yardımı olmasa isyan edebilirdim.

Bir anda her şeyin alt üst olmasını anlayamıyordum. Her şey iyi giderken Nermin'in o kara haberiyle yıkılmaya başladım. Ondan haberler beklemekten vazgeçmiştim ama kalbimde onun ismi hala tazecik duruyor, yarası durmaksızın kanıyordu. Umut etmekten başka ne yapabilirdim ki? Göz pınarlarım en fazla onun için ıslatıyordu tenimi. Kalbimdeki sızı tarifi imkânsız bir acı ile pareleşiyordu. Nermin, can parem! Onu hatırlamadığım tek günüm yoktu. Arada sırada bir ümitle evlerine kadar gider onları bulamayınca ağlayarak geri dönerdim. Bu alışkanlığım, bir mezarı ziyaret eder gibi hiç değişmiyordu.

Kalbim, ruhum onu hep arayan bir derviş gibi kavrulana değin yanacaktı.
Günler geçtikçe yalnızlığımın oturduğu boşluk derinleşti. Güneşli günlerin en rehavetli zaman dilimine, mutlu insanların yaz tatili diye nitelendirdiği o en berbat günlere girdiğimiz gündü. Okuldan ellerinde beyaz kâğıtlarla zıplaya hoplaya eve giden bir gurup çocuğa takıldı gözlerim. Pencerenin kenarında onları seyrederken karnem geldi aklıma. Sonra iç sesime yönelip duydum dediklerini. Acı bir tebessümle tekrar etti dudaklarım. " Ah anneciğim, eğer siz olsaydınız biz de o şen çocuklar gibi verirdik karnelerimizi sizin ellerinize. Hediye de istemezdik. Ah siz olsaydınız bize hediye." Çocuklar işte. Anne babanın Allah'ın kendilerine bahşettiği büyük bir armağan olduklarını ne yazık ki bilmiyor. Ayağı taşa takıldığında canı yanacak bir anneleri ve onu ayağa kaldıracak bir babaları var. Yine de onlardan hediye bekliyorlar. Bilemiyorum, belki ben de onların yerinde olsaydım, sahip olduklarımla yetinmez daha fazlasını isterdim. İnsan, böyle aç gözlü bir varlıktı demek ki...

Artık yavaş yavaş olgunlaşıyorum galiba. Gündüzüm de gecem de kardeşlerim olmuştu. Bizi koruyup kollayacak kimsemiz yoktu. Kardeşlerime sahip çıkmak zorunda olduğumu biliyordum. Ama nasıl? Daha ben kendimi kötülüklerden koruyamıyordum ki. Nihayetinde onların tek sığınacağı liman bendim. Eski aylak ve kendini bilmez davranışlara bir son verme zamanıydı. Belki de ilerisi için ön hazırlık aşamasındaydım. Yakında kıyametler kopar mıydı bilmem ama yalnız başımıza kalacak olma tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Durumumuz bununla da sınırlı değildi üstelik! En tehlikeli olanı da onların bana muhtaç olma zorunlulukları. Durum gerçekten ciddiydi.

Sabah en güzel gömleğini üzerine giymiş, bana göz kırpıyordu. Ne var ki gözlerimi kırpıştırarak uyandığımda yorgun ve düşünceli bir edayla kalkıp giyindim. İçimden gülmek gelmiyordu. dolu dolu bir günaydın demek, hele hiç! Saate baktım. Yediye on vardı. Her gün aynı saatte ve ertelenmiş saat gibi dakikada bir kapı çalıp duruyordu. Bu Gülten Teyze'nin âdetiydi. İsteksizce açtım kapıyı. Gözlerimi ovuşturup;

"Günaydın." Diyebildim.
Gülten teyze, çok sakin ve yaşlı bir kadındı. Anneannem ona "Ahretim!" derdi. Örtüsünü garip bağlama biçimi beni her defasında güldürüyordu. Ak saçlarının üzerini gelişigüzel bir biçimde örtüp bir ucunu diğerine çenesinden kıstırarak horoz gıdığı gibi sarkıttığı diğer ucuna bağlayıveriyordu. Neyse ki o gün bu komik haline gülmek istemedi canım. Onun içeriye girmesini söyledim. O ise telaşlı bir halde bana:

"Yok be gızım. Hele sen kardeşlerini uyandır. Bize gidiyoruz." dedi.
"Niçin?"
"E gızım olmuyor böyle. Siz orda ben burada. Elim ayağım tutmuyor her defasında sizi çağırmaya gelemiyorum. Zarife kadın iyi olana kadar bizde yiyiverin. Akşam da bizde yatıverin."
Bu fikir hoşuma gitmemişti. Ben eve bakabiliyordum. Kendimi kimsenin himayesine sokmak istemedim. Saliha ağzıma lafı tıkadı bile.
"Evet, lütfen abla Gülten teyzede kalalım. Geceleri korkuyorum ben!"

Continue Reading

You'll Also Like

YUVA By _twclr

Teen Fiction

518K 27.2K 49
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
352K 28.7K 45
"Uyan, kavga et, sigara iç, dolandır, uyu. Hayır, ben bundan ibaret değilmişim.." K.T. Bir dolandırıcı çetesinin üyesi olan Karmen, çeteyle birlikte...
125K 8.9K 89
Öğretmen ama AŞKA ÖĞRENCİ (Texting) • Anaokulu öğretmeni olan Beyza yoğun bir sene geçirdiği için yeni dönemde dinlenmek için görev değişikliği yapmı...
5.9M 193K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...