Şebefruz

By bytubi

6.9M 241K 44.1K

Ezra Erdem, karanlığın adamı değildi. O tam olarak karanlığın kendisiydi. Bizim hikayemiz toz pembe değil, gr... More

TANITIM
ÖNSÖZ
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm / İyi Bayramlar
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm / Part I
25.Bölüm // Part II
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm Final
Son söz ve teşekkür
Özel Bölüm

40.Bölüm

97.6K 2.6K 864
By bytubi

Bölüm şarkısı : Bağzıları / Zaten Kırılmış Bir Kızsın

-----------------------------------------

Şebefruz...

Karanlığa hapsolmuş ışık hüzmesiydim ben. Titrek, her an sönecekmiş gibi güçsüzce yanmaya çalışan umuttum. Karanlığın umudu...

Karanlık her bir hücreme acımasız darbelerini vurarak işlemişti. Kanıma karışan kör karanlık, ışığımı söndürmek yerine can vermişti bana. İşte o an ben artık karanlığa hapsolmuş ışık hüzmesi değil, karanlığı aydınlatan ışık hüzmesiydim. Ben gücümü karanlıktan alıyordum. Çünkü benim sahip olduğum tek şey karanlıktı, Leyl-i Tarıktı...

Ciğerlerime yapışan kanlar karanlığın göz yaşlarıydı.

***
Kelimeler kendilerini kör kuyulara hapsetmiş, sükunetin hükmüne girmişlerdi. Ruhu çekilmiş aciz bir bedenin soğukluğu gibi soğuktu ortamdaki hava. Gergin bir telin üzerinde sarsak bir şekilde yürüyen cambazın acemi korkusu vardı bazı yüreklerde : Mirada olduğu gibi. Bazı yüreklerde ise cehennem alevleri korlanmış, intikamın soğuk nefesi enselere üflenmişti : tıpkı Ezra Erdemin kalbini saran kar fırtınası gibi.

Ayhan temkinli adımlarla salona girdiğinde illk defa tedirgindi. Her zaman ikinci bir planı olan, her olaya hazırlıklı olan bir adamdı. Fakat son yaşanan olay bile onu dumura uğratmış, elini kolunu bağlamıştı. Nasıl oluyordu da 'Çığlık' denen karabela bu kadar yakınlarına inip, her şeyi mahvedebiliyordu ? Ezra ile göz göz geldiğinde başını eğdi. Onun karşısına eli boş çıktığı olmazdı. Ama şimdi yaşananları açıklayacak hiçbir şeyi yoktu. Kargonun getirdiği kutuyu, adamları gözünün önünde açıp incelemişti. Ezranın Hiraya yaptığı bir süpriz olduğunu düşünüp kutuyu içeri göndermişti. Fakat işler hiç de düşündüğü gibi değildi.

Genzini temizleyip, ölüm gibi kendisini izleyen adama yaklaştı. Tüm bakışların üzerine döndüğünü, herkesin bir açıklama beklediğini biliyordu. Onları çok bekletmedi.

"Kargoyu getiren adam ortada yok. Etrafa haber saldık çok geç olm-" demişti ki sözlerini kesen Mira'nın hiddetli çıkışı oldu.

"Çok geç olmadan o adam tekrar ablamla, kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacak ! Hayatını mahvedecek ! Siz de bir halt beceremeden yerinizde izleyeceksiniz !"

Genç kızın sinirden elleri titriyor, göz yaşlarını akıtmamak için zor duruyordu. Canı yanıyordu, ablasının üzülmesini istemiyordu. Fakat başlarındaki bela hep bir yerlerden çıkıp, hedeflerini Hiraya doğrultuyordu. Canından çok sevdiği ablası şimdi odasında baygın yatıyordu. Mira artık onu üzen hiçbir şeyi hayatlarında istemiyordu. Kim veya ne olursa olsun !

"Bu bir değil iki değil ! O psikopat ortaya çıkmayacak, sizde onu bulamayacaksınız. Ama söze gelince mafyasınız ! Korkulan adamlarsınız değil mi ?" dedi sinirle bağırarak. Rüya telaşla yanına gelmiş, onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Eğer biraz daha konuşursa Ezra'nın gazabına uğrayacaktı. Zira adamın gözlerinde bir celladın sakinliği ve acımasızlığı vardı. Rüya görmüştü ; adam orada kendi ruhunu asmış, vicdanını boğmuştu. İrislerinin dokunduğu her yerde ölüm kokusu vardı. Rüya ürperdiğini hissederek dikkatini Miraya verdi.

"Mira sus tatlım ! Lütfen her şey daha da zora giriyor, böyle yapma." yalvarırcasına çıkan ses tonu ile tek istediği genç kızı susturmaktı. Faka Mira susmak yerine kolunu Rüyanın elinden kurtarıp, Ezra'nın üzerine yürümüştü. Odada ki diğer herkes nefeslerini tutmuş, dananın kuyruğunun kopacağı yeri bekliyordu. Ezra'nın sessizliği ise sessizlikte filizlenen korku tohumları gibiydi.

"Sen ablamın hayatına girdiğinden belli ölüm onun çevresinde!" diye bağıran Mira, yumruğunu Ezra'nın göğsüne indirmişti. Rüya ve Oktay aynı anda ileri adım atarken, Ezra tek bir el hareketi ile onları yerlerine mıhlamış, gözlerini Miradan da ayırmamıştı.

"Onu koruyamıyorsun ! O psikopat her istediğinde ona ulaşabiliyorken, onu koruduğunu söyleyemezsin duydun mu ? O şerefsizin derdi seninle ve sana ulaşmak için ablamı kullanıyor. Ben istemiyorum, ablamı bu oyunun ortasına atmak istemiyorum !" sesi kısılırken göz yaşları, yanaklarına doğru yol almıştı bile.

"Git..." dedi bağırmaktan acıyan boğazını ıslatmak için yutkunurken. Daha sonra devam etti ağlayarak, "Ablamı seviyorsan eğer, ona bir zarar gelmesini istemiyorsan git !"

O esnada salonda duyulan ses tüm dikkatleri üzerine çekmişti. "Mira kes sesini !"

Hira yorgun adımlarla salona girerken, omuzları dik bakışları kardeşinin üzerindeydi. Onun da korktuğunu biliyordu, itiraf etmek gerekirse kendisi de korkuyordu. Fakat yanında sevdiği adam, Ezra olduğu sürece korkmaması gerektiğini biliyordu. Onun kollarında, onun sol yanında güvendeydi.

"Abla !" Mira'nın yalvarırcasına çıkan ses tonu, kardeşinin yaşanılanlardan ne kadar etkilendiğinin göstergesiydi. Küçüktü daha, bunları kaldıramayacak kadar gençti.

"Bu benim hayatım ! Sen kimin girip çıkacağına karar veremezsin !" Hiranın sözleri ile boğazına oturan yumruyu yutkunarak gidermeye çalıştı, olmadı.

"Senin hayatın mı ? Böyle hayat mı olur ? Bilmem kaç defa silahlı saldırıya uğradın , rehin alınıp neredeyse gözümün önünde öldürülüyordun ! Çok sevgili nişanlın yüzünden iki kez intihara kalkıştın, peşinde neidüğü belirsiz bir psikopat sana kana bulanmış gelinlik gönderiyor ! Bu mu hayat ? Bunu mu yaşamak istiyorsun ?" Mira yeniden bağırdığında artık boğazını dahi umursamıyordu. Ablasının Ezrayı canını bile göz ardı edecek kadar çok sevmesi onu korkutuyordu. Bir gün... Bir gün bu adam için kendi canından olacak diye çok korkuyordu da sesini çıkaramıyordu.

"Sana karışma dedim ! Kendine gel ! Korktun biliyorum ama hayatıma, hayatımdaki insanlara sakın dokunma !" Hiranın sesi şimdi daha ılımlı ve sakindi. Kardeşini sakinleştirmesi zor olacaktı. Mira kafasını iki yana sallarken hala ağlıyordu. Daha sonra geri dönüp bahçeye açılan cam kapıdan koşar adımlarla çıktı. Rüya Hira'nın iyi olduğuna kanaat getirdiğinde, Mira'nın peşinden ilerleyecekken bir el bileğine dolanarak onu durdurdu. Elin sahibine baktığında Oktay olduğunu gördü. Fakat o kendisine değil, Miranın çıktığı kapıya bakıyordu. Çok geçmeden bileğindeki el kendini geri çekmiş, Oktay da kendini Miranın ardından dışarı atmıştı. Rüya gidip gitmemek arasında kalsa da ikisini yalnız bırakmaya karar verip bulunduğu cehennem gibi ortama geri döndü. Mira Oktayın yanında iyi olacaktı. Ya da öyle olmasını umuyordu.

Herkes sus pus birbirini izleyen Ezra ve Hiraya odaklanmıştı. Kenan bile ortamı yumuşatacak bir şey bulamamış tüm cididyetiyle olup biteni izliyordu. Derin bir nefes alan Hira, Ezraya doğru bir adım attı.

"Bir açıklama yapacak mısın ?" dedi kadın topladığı 'can' kırıklarını avucuna alırken. Ezra'dan ses çıkmayınca bir adım daha attı. Karşısında bu kadar sessiz durması canını sıkıyordu. Adamın ruhu alınmış gibiydi. Boştu.... Bomboş.

"O gelinlik kim-" demiştiki Ezra seri adımlarla yanından geçip gitmişti. Kadının avuçlarındaki 'can' kırıkları etine batmış ruhunu yırtmıştı. Açılan yaradan hayal kırıklığı akıyordu. Oluk oluk çaresizlik fışkırıyordu.

"Ezra !" can havli ile çığırışı adamı durdurmuştu. Sırtını Hiraya dönmüş öylece kapının önünde bekliyordu.

"Kaçma !" dudaklarından firar eden söz, adamı germişti. Kalırsa bitecekti, giderse ölecekti. Kendi içinde astığı ruhunun cansız bedeni, cesed torbasına konulmuş zihninin uçurumlarından yuvarlanmıştı. Ölümün izleri olay mahalinden silinmiş, fakat arsız lekeler zihnine çoktan sıçramıştı. Kelimeleri buram buram kan kokuyordu adamın. Ölüm kokuyordu, cinayet kokuyordu.

Ve adam ölmeyi tercih etti...

Kapıyı açmıştı ki yeni bir sesleniş durdurdu onu. "Ezra ! Bende geliyorum seninle." Bu sefer ki Sedattı. Ezra devam etmesini beklemeden konuştu.

"Eğer beni durdurmaya kalkacaksın tek bir adım bile atma." dedi. Kelimeleri dudaklarından firar edip yere yuvarlandı. Yerde sürüne sürüne her bir bedene tek tek dolandı. Dokunduğu her yer karanlık, her yer kan kokuyordu. Kendi ruhunun katili olan bir adamın tuvaline vurulan darbelerdi kelimeler.

Ezra kapıda çıkarken Hira da peşinden hareketlwnmişti ki Su onun kolunu tutarak durdurmuştu. "Şimdi değil güzelim. Şimdi değil."

Hira dolu dolu olan gözleri ile Su'ya bakıp, yenilgiyle omuzlarını düşürdü. Kafasında dönüp duran, çığlık çığlığa bağıran milyonlarca soru vardı. Hepsi de kendini öne çıkarmaya çalışırken, kadının kafası savaş alanına dönmüştü. Her yerde kelimelerin parçalanmış bedenleri, kopmuş uzuvları vardı. Kan ve korku zihninin köhne sokaklarına işlemişti. Genzine dolan ölümün fısıltısı, düşüncelerini boğuyor; infazlarını gerçekleştiriyordu.

Ayakta duramayacağını anlayınca usulca koltuğa çöktü. Gelinlik veya not ortada yoktu. Görmek istediği de söylenemezdi zaten. Emin olduğu bir şey vardı ki ; Çığlık artık oyuna dahil olmuştu.

Ya da başından belli oyunun içindeydi...

🔱

Genç kız, göz yaşları ile mermer zemine otururken inci taneleri gibi dökülen yaşları silip duruyordu. Fakat silinen tanelerin yerine bir yenisi gelerek, boşluklar dolduruluyordu. Mira da zaten silmeyi bırakmıştı artık. Hafif esintiyle sallanan ağacın yapraklarını izlerken gözlerini kapattı. Hissetti rüzgarı teninde, uğultusunu zihninin karanlık perdesinin arkasında melodi olarak dinledi. Gözünden bir damla yaş daha intihar ettiğinde, bu sefer yere çakılmak yerine bir el tarafından usulca kurtarılmıştı. O damlanın mezarı sert zeminde değil, şefkatli parmakların arasındaydı.

Genç kız usulca gözlerini açtığında aslında gelenin kim olduğunu biliyordu. Sadece tek bir kişinin yanındayken kalbi bu kadar hızlı çarpıyor, sadece tek bir kişinin kokusu onu bu denli kendinden geçiriyordu.

"Ağlama..." Dedi şefkatli sesiyle. "Her şey düzelecek. Ağabeyim ablana zarar gelecek bir şeye asla izin vermez."

"Zarar sadece fiziksel mi oluyor Oktay ?" Dedi Mira sesi çatlarken. Burnunu çekti kabaca, onun yanındayken kendi gibiydi, kasıntı olup, çekineceği hiçbir hareketi yoktu. "Ruha açılan yaralar insanın canını acıtmaz mı ? Kanatmaz mı ?"

"En çok ruhun canı yanar..." Dedi Oktay gözlerinin içine bakarken. Dili görevini gözlerine devretmiş gibiydi. O kadar derin, o kadar anlamlı bakıyordu ki, bunu bir tek karşısındaki kız göremiyordu.

"Kan kaybından ölen ruh tanıdın mı hiç ?" Diye sordu Mira aynı şekilde bakarken Oktaya. İkisi de biliyordu cevabı. İkisi de cevapladı soruyu... Sessizce, sadece kendilerinin duyacağı şekilde.

'Tanıdım, ben!'

'Tanıdım, ben!'

Oktay gözlerini o cennet yeşillerinden ayırdı ve bakışlarını önüne dikti. Yasak gibiydi ona bakmak, ona dokunmak. Oysa ki en doğrusu olmasını ne çok isterdi. Ortamı yumuşatmak adına zor da olsa gülümseyerek, omuzunu Mira'nın omuzuna çarptı. Mira ona bakarken, kıza yandan bir bakış attı.

"Kız sarı civciv, cırlamalarını özledi kulaklarım. Bir cırlada kulağımın zarı delinsin !" Dedi alaylı bir tonda. Mira onun bu haline gülmeden edemedi.

Mira güldü,

Oktay öldü.

"Özlediğin sadece cırlamalarım mı ?" Dedi genç kız Oktaya bakarken. Daha sonra söylediğinin farkına varıp, dilini ısırdı. Az da olsa yumuşayan ortam Mira'nın sorusu ile yeniden sertleşmişti. Kendisinin bile farkında olmadan dilinden firar edip, özgürlüğe kavuşmak isterken ölen kelimeleri, şimdi ikisinin ortasında cansızca yatıyordu. Oktayın yüzündeki gülümseme donmuş ardından silinmişti. Bakışları yoğunlaşmış, pür dikkat karşısındaki kızı izliyordu.

Ruhunu bedeninden ayırıp oturttu sağ yanına Oktay. Bedeni usulca Miraya yaklaşırken, ruhu içine hapsettiği duyguları ve düşünceleriyle onları izliyordu. Kalbi 'Sakın!' Diye bağırıp, kırmızı alarm vermişken ; beyni 'Durma!' diyerek tiribün marşı çalıyordu. Arafın ortasında elinde papatyalarla dikilmişti Oktay. Ya doğru yolu seçip, papatyaları Cennetin ırmakları ile sulayıp yaşatacaktı, ya da yanlış yola sapıp papatyaları Cehennem ateşi ile yakıp öldürecekti.

Peki doğru yol hangisiydi ?

Mira şaşkınlık içerisinde kendisine yaklaşan Oktaya bakakalmıştı. Burunları birbirine değdi değecekken ikisinin de gözleri kapanmış, kendilerini esarete özgür bırakmışlardı. Oktay santimler kala durduğunda, nefesi Mira'nın dudaklarına çarpıyordu. Genç kızın kalbi, havlu atmış, ringde boylu boyunca yatıyordu.

"Özlediğim sadece cırlamaların değil ama..." Oktayın sessiz fısıltısını sadece ikisi duyabilmişti. Mira gözlerini açmadan bir süre bekledi ve hemen yutkundu. Dudakları kurumuş, boğazına dizilen kelimeler onu boğmaya başlamıştı.

"Ama ?" Dedi Mira zar zor konuşup. Oktayın derin bir nefes aldığını hissetti. Sonra büyü bir anda bozuldu. Oktay geri çekildi, genç kız hissettiği boşlukla gözlerini açtı. Oktay anlamlandıramadığı bakışlarla kendisini izliyordu.

"Papatyalar ölmesin." Dedi ve oturduğu yerden kalkarak, pişmanlıklarını sürüyerek getirdiği yolu, bu sefer vicdanınıda omuzlarına sırtlayarak geri dönmüştü.

Arkasında bıraktığı kızın avuçlarında ölen papatyaları bilmeden...

🔱
Herkes salonun bir köşesine çökmüş, saniyelerin dakikaları ; dakikaların saatleei katletmesini izliyordu. Ezra'nın gideli uzun zaman olmuştu. Hira onu aramak istesede açmayacağını adı gibi biliyordu. Boş bakışlarla dışarıyı seyreden Kenanı, onun yanında dikilen Rüyayı -ki belki de yan yana olup didişmedikleri ilk andı-, çift kişilik kanepede birbirlerine sokulup oturan Su ve Sedat çiftini, tekli koltukta oturan Oktayı izledi. Mira odasındaydı ve Hira biliyordu ki kendisine çok kızgındı. Bir kaç kez gidip konuşma girişiminde bulunmak istesede yapamadı. Kardeşine çok ağır konuşmuştu. Mira'nın sadece kendisi için korktuğunu ve korumak istediğini biliyordu.

Sıkıntıyla derin bir nefes vermişti ki merdivenlerden koşturarak Mira indi. Herkes salonun kapısına baktığında Mira kimsenin yüzüne bakmadan, sehpanın üzerinde duran cüzdanını ve anahtarlarını aldı. Hira kaşlarını çatarken onu izliyordu.

"Nereye ?" dedi sonunda dayanamayarak. Mira onu ya duymamıştı -ki bu sessizliğin hüküm sürdüğü ortamda imkansızdı- ya da duymamazlıktan gelmişti. Hira ikinci seçeneğin olduğunu çok iyi biliyordu. Mira salonun çıkışına ilerlemişti ki Hira kolunu yakalayıp kendisine çevirmişti. Kardeşi ona çok sinirliydi, kızgındı hatta kırgındı.

"Ne var !" yüksek ses tonu salondaki buz gibi ortamı delip geçmişti. Hira sakin kalmayı seçerek usulca kardeşine yaklaştı fakat Mira beklemediği bir şey yapıp, bir adım geri attı.

"Nereye gidiyorsun ?" dedi Hira tekrardan.

"Doğukan geldi dışarı çıkıyorum." dedi salondaki herkesin duyacağı bir tonda. Oktay, Doğukanın adını duyması ile buz kestiğini hissetti. Damarlarındaki kan bir anda çekilmiş, yerini yakıcı bir asit almış gibiydi. Kenan ve Rüya, bir Oktaya bir Miraya bakıyorlardı. Ne lanet bir gündü bugün böyle !

Hira derin bir nefes alırken, Mira'nın yüzünü elleri arasına aldı. "Doğukanla görüşmeni istemiyorum." dedi. Sesi küçük bir çocuğa yapmaması gerekeni söyleyen otoriter bir anne gibi çıkmıştı. Fakat Mira küçük bir çocuk değildi. İnatçı, sinirli ve kırılmış bir genç kızdı. Yüzünü ablasının elleri arasından kurtarıp geri adım attı.

"Sen benim hayatımdaki insanlara karışamazsın !" dedi kinayeyle.

Hira nefes alamadığını hissetti. Demek Mira da böyle hissetmişti, demek kardeşinin de yüreği böyle parça parça olmuştu. Mira, kendi sözleri ile kendisini vurmuştu. Şimdi kardeşinin kızgınlığını ve kırgınlığını çok iyi anlıyordu.

"Mira! Özür dilerim güzelim. Gerçekten öyle demek istemedim !" dedi Hira. Kafasını iki yana sallayarak alayla gülümseyen Mira, "Ben senin umurunda bile değilim ki artık !" diyerek bağırmıştı. Gözleri yine dolmuştu. Hira kaşları çatılırken, ona bakıyordu. Kardeşini ihmal ettiğini biliyordu ama Mira'nın bu kadar etkilendiğini bilmiyordu.

"Varsa yoksa Ezra ! En son ne zaman sordun Mira bir sıkıntın var mı ? Canını sıkan bir şeyler var mı diye ? Nerede benim, birlikte 'Yaşasın abla-kardeş Gecesi' yaptığım ablam ?" dedi ellerini iki yanda sallayarak. Hira içine betonların dökülüp, donduğunu hissediyordu. Vücudu kaskatı kesilmişti. Mira haklıydı kardeşini çok fazla ihmal etmişti. Yolunda gitmeyen bir şeylerinde olduğunun farkındaydı ama o bunu hep ertelemişti. Kendine lanetler okudu defalarca. Annesi ve babası, Mira'yı ona emanet etmişlerdi ama o görevini yerine getiremiyordu. Saniyeler içinde genç kızı kolları arasına çekip sıkıca sarıldı. Açtığı yaraları sarmak, yokluğu ile oluşan boşlukları doldurmak istemişti.

"Özür dilerim güzelim, çok özür dilerim."

"Doğu bekliyor abla, gitmem gerek." dedi Mira ondan ayrılırken. Herkesin pür dikkat onları izlemesi, bugün yaşananlar, Doğukanın gelmesi, Oktay ile yaşadıkları hepsi üst üste gelmişti. Hira kararlılıkla ona bakarken, "O çocukla hiç bir yere gidemezsin." dedi.

"Abl-"

"Gidemezsin ! Şimdi lütfen odana çık, ben yanına geleceğim güzelim. Hadi !" Hiranın sakinliğinin altında yatan emrivaki tavır herkesce fark edilmişti. Tek isteği kardeşini Doğukandan uzak tutmaktı. Dün ki tavırlarından sonra Doğukanın ismi Hirada, kara tahtaya yazılmıştı.

"Doğu dışarıda ! Beni bekliyor !" dedi Mira hayretle. Tek isteği dışarı çıkmaktı. Dışarı çıkıp bu kasvetli havadan kurtulmaktı. Yoksa o da Doğukanı görmeye hazır değildi. Duyguları yeterince karman çormanken bir de yaşadıkları... Kesinlikle depresyona girecekti !

"Ahmet !" Hira kardeşini duymazlıktan gelip kapıya doğru seslenmişti. Çok geçmeden Ahmet ceketinin önünü ilikleyerek içeri girmiş, alacağı emri bekliyordu.

"Dışarıdaki beyefendiye iletin Mira bugün dışarı çıkmayacak. Kendiside daha fazla beklemesin. Siz de eğer küçükhanım dışarı çıkmaya kalkarsa kesinlikle engelliyorsunuz."

"Peki Hira hanım." Ahmet aldığı emir ile salondan çıkınca Mira hayretle ablasına bakıyordu. Tabi salonda içinden kıs kıs gülen yok değildi. Oktay gibi...

"Bunu yaptığına inanamıyorum !" dedi Mira hayretle. Kenan ortamı yumuşatmak adına bombanın pimini çekmiş, "Ezra Erdemin dişisi mübarek!" demişti ki Rüyanın dirsek darbelerine ve Mira ile Hiranında ölümcül bakışlarına maruz kalınca, elinde patlamıştı.

Mira evden çıkmayacağını anlayınca somurtkan bir surat ifadesiye, ayaklarını yere vura vura odasına çıkmıştı. Hira sıkıntı ile nefesini verirken bir eli alnını sıvazlayıp, diğer elini beline yerleştirmişti. Koluna dokunan elle irkilip gözlerini açtı. Su ona gülümseyip kolları arasına çekti. Kulağına fısıldadı.

"Her şey düzelecek. Gör bak her şey çok güzel olacak."

Hira'nın da tek isteği bu lanet kabustan uyanmaktı. Yorulmuştu. Fiziksel bir yorgunluk olmasını ne çok isterdi, fakat yorgunluğu ruhsaldı. Ruhu yorulmuştu. Düşününce 'Çığlık' hayatını alt üst etmişti. Yaptığı iğrenç ve acımasız oyunlar canına tak etmişti artık. Koca bir bilinmezliğin ortasında kök salmıştı. Kollarını bedeninecsarıp soyutlanmak istedi her şeyden. Ne zordu dertler içinde dermansız kalmak.

Su ile ayrıldıklarında Ahmet içeri girmişti. Ahmet ellerini önünde birleştirip kafasını mahcubiyetle eğdi.

"Efendim, dışarıdaki beyefendiye gerekli açıklamayı yaptık fakat kendileri gitmemekte diretiyor. Kardeşinizi görmekte ısrar ediyor."

"Bir o eksikti zaten !" Dedi Hira sıkıntıyla oflarken. O sırada Oktay ayaklanmış kapıya doğru yürüyordu.

"Ben hallederim, merak etme." Demişti Ahmet ile salondan çıkarken. Kenan da koşar adımlarla salondan çıkarken, Sedat olup biten her şeyi anlayarak kafasını iki yana sallamıştı.

Oktay betonu bile çatlatacak adımlarıyla bahçenin çıkışına ilerlerken yumruklarını sıkıp sıkıp bırakıyordu. İçinde çağlayan şey her neyse, damarlarını zonklatıyor; göğsüne parçalayacakmış gibi hissettiriyordu. Kendini yırtıcı bir hayvan gibi hissediyordu. Her an birinin üzerine atlayıp, can alıcı darbelerini savurmak istiyordu. Bu kişi Doğukan olursa ne güzel olurdu derken bulmuştu bir anda kendini. Dudaklarında peyda olan sırıtmayla kafayı yiyeceğini düşündü.

Git gide ağabeyine benziyordu...

Görüş alanına beyaz BMW i8'e yaslanmış Doğukan girdiğinde kafasını iki yana yatırıp, kemiklerini çatırdattı. Çıkan ses piyanonun tuşlarından firar eden eşsiz ezgiler gibi gelmişti kulağına. İçi gıdıklandı, şimdi şu adamın yüzüne saldırmak vardı...

"Neden hâla buradasın ?" Dedi Oktay soğuk bir tonda. Şu an ki halini dışarıdan, Ezrayı tanıyan herhangi biri görse kesinlikle onların kardeş olduğunu anlardı. Çünkü tam da şu anda Ezra Erdemde olan asil soğukluk vardı teninde.

Doğukan arabasına yaslanmayı bırakıp bir adım öne çıktı. Güneş gözlüğünü gözünden çıkarıp, rahat bir şekilde, V yaka tişörtünün yakasına astı. Giydiği gri tişört, siyah dar pantolon ile tüm fiziğini gözler önüne sermişti. İki genç adam şimdi boy gösterisi yapıyor gibiydi. İkisi de duygusuzca birbirini süzdü.

"Hangi sıfatla karşımdasın ?" Dedi Doğukan kuru bir sesle. Oktay bir adım daha attığında arkasında Kenan belirivermişti. Oktayın her hangi bir hareketinde atağa geçmek için hazırda bekliyordu.

"Senden bulunmayan sıfatların tümüyle karşındayım !" Dedi dudaklarında alaycı bir gülüş yer alırken.

'Tek bir hareket, tek bir söz yeter !'

Diyerekten tekrar ediyordu içinden. Doğukanın tek bir hareketi, tek bir sözü üzerine atlaması için yeterliydi. Doğukan ise Oktayı yanıltıp, kafasını geriye atarak kahkaha atmıştı. Daha sonra suratı biraz önce kahkaha atan kendisi değilmiş gibi ciddiyete bürünüp Oktaya odaklanmıştı.

"Mirayi istiyorum." Dedi Doğukan Oktayın gözlerinin içine bakarken. Sözleri Oktayın sinirinin alev almasını sağlayan kibrit çöpüydü. Doğukanın yakasına yapışıp arabanın kaputuna yaslarken korumalar hareketlenmiş, fakat Kenanın el işareti ile yerlerinde kalmışlardı.

"Seni gömerim buraya duydun mu ? Nefesini keserim şurada, cesedini dökerim denize, ecdadın gelse toplayamaz duydun mu !"

Doğukan gözlerinden dökülen buz kütleleri ile bir katilin kurbanına verdiği hediyeyi andıran gülümsemesi ile Oktaya baktı. Öyle ruhsuz öyle solgundu ki.

"Tabi o denize önce sen dökülmezsen." Diyerek Oktayı üzerinden atik bir hareketle itmişti. Oktay geri adımlarken işaret parmağını Doğukana uzatmıştı.

"Siktir git buradan ! Bu sana son uyarım !" Dedi sinirle.

"Yok ya ?" Doğukanın alaylı tavrı ile kan beynine sıçramıştı Oktayın. Doğukanın üzerine atlayacağı sırada Hiranın "Yeter !" Diyen sesi ile yerinde kalmıştı. Hira sinirle yanlarına gelirken, Oktay da nefesini zar zor düzene sokup, sinirlerini kontrol etmeye çalıştı.

"Ne güzel hallediyorsun bakıyorumda !" Dedi Hira kinayeyle bir Oktaya bir de Kenana bakarken. Daha sonra Doğukana döndü.

"Doğu sende zorluk çıkarma ve git. Zor bir gün geçiriyoruz, sinirlerimiz yeteri kadar yıprandı ve Mira'nın da dinlenmesi gerek." Dedi sakin kalmaya çalışarak. O kadar derdin arasında bir de Doğukanla uğraşıyordu. Doğukan sıkıntı ile nefes verdiğinde, Hira gideceğini anlamıştı. Hiç olmazsa bir yerlerde hâla eski anlayışlı Doğukanın olduğunu umuyordu.

"Şimdi gideceğim ama unutma Hira, buraya Mira için geldim. Onu geri alacağım-"

"Ya seni istemezse ? Bunu hiç düşündün mü ?" Dedi Hira sözünü keserek. Doğukanın vücudu gerildi, gözleri katran karasına döndü. Oktaya kısa bir bakış attı. Tek kaşı havalanırken, korkutucu bir sakinlikle Hiraya döndü.

"Ben bir şeyi istediysem alırım. İster isteyerek, ister zorla !"

"Sen kafayı yemişsin ! Ne oldu sana böyle ? Nerede eski Doğukan ?" Dedi Hira hayretle. Karşısındaki adam kesinlikle Doğukan değildi. O böyle... Umarsız veya psikopat derecede takıntılı olacak biri değildi. Doğukan geri adımlar atarak arabasına ilerledi.

"Zaman Hira... Zaman ve acı insanın hamurunu kıvama geitirip pişiriyor. Sonra bir bakmışsın kaderin önüne meze olmuşsun. Miraya onu tekrar görmeye geleceğimi söyle." Dedi ve hızla arabasına binip gazı kökledi. Hira durduğu yerden onu izlerken sinirle gözlerini kapadı.

Nerede psikopat ruhlu var çekiyordu mıknatıs gibi üzerine mübarek !

Hira gerisin geri eve dönerken Oktay sinirle yerdeki taşa tekme atmıştı. Elleri saçlarına asılırken, içindeki öfkeyi dindirmeye çalışıyordu. Canı yansın istiyordu, öfkesi öyle büyüktü ki kendi canını yakmak istiyordu. Kenan, Oktayın bileklerinden tutup saçlarını çekmesini önledi.

"Kendine gel oğlum !" Dedi Kenan ciddi bir ses tonuyla. Oktay kızarmış gözleri ile ona bakınca, içinin paramparça olduğunu hissetti. Oktayı kardeşi gibi seviyordu. Bir kız kardeşi vardı ama o konuya şimdi hiç girmek istemiyordu.

"Ağabey niye böyle hissediyorum ? Panzehiri olmaya bir zehiri bile isteye içmişim gibi hissediyorum. Bok herifin tekiyim."

Kenan elini Oktayın omuzuna koyup sıktı güven vermek istercesine. "Oğlum git konuş Mirayla. Ne kaybedeceksin ki ?"

"Onu kaybedersem ya ? Ya benim ona hissettiğim şeyleri o bana hissetmiyorsa ? O zaman dayanamam. Dün görmedin mi ? O herifi görünce etrafındaki her şeyden nasıl soyutlandı ? Ona baktığı gibi bakmadı ki hiç bana !"

"Se-" Kenanın sözlerini dinlemeden eve doğru yürümeye başlamıştı Oktay. Kenan kafasını iki yana salladı bıkkınlık. Daha sonra kendi kendine söylendi.

"Ah be oğlum bir açsan şu gözlerini !"

🔱

Hira'dan

Ezrayı tam olarak iki gündür görmüyordum. Şu iki gün içinde sadece iki kez telefonla arayıp iyi olduğunu ve işlerini bitirdikten sonra geri geleceğini söyleyip kapatmıştı. Aradığım zaman açılmayan telefonlarım yüzünden artık delirmek üzereydim. Korkuyordum. Miraya uyarda beni terk ederse ? İki gündür zihnimi talan eden soru buydu işte.

Odamda penceremden dışarıyı seyrederken yine kendimle baş başa kalmanın acısını yaşıyordum. Mira bana hala kırgındı. Rüya ve diğerleri sürekli yanımızda olmuşlardı. Sedata, Kenana ve Oktaya Ezrayı sorduğumda sessiz kalıp, işlerinin olduğunu söylüyorlardı. Bu işlerin 'yeraltı' işleri ile alakalı olduğuna emindim. Her yerde didik didik Çığlığı arıyordu.

Elimdeki fincanı sehpaya bırakıp bahçedeki korumaları izlemeye başladım. Düşüncelere dalıp, zihnimin mahkemesinde sorgulanan kelimelerim arasında kulaç atarken bu girdaptan beni çıkaran belime sarılan kollar ve omzuma bastırılan dudaklar oldu. Korkuyla irkilip çığlık atacakken bir el ağzıma kapanmıştı. Kalbim korku ile teklerken burnuma dolan kokuyla gevşedim.

Ezram gelmişti...

Eli ağzımdan inerken arkamı döndüm. Gözleri gözlerime değerken, göz yaşlarım saklandıkları yerden çıkmışlardı. Kafamı göğsüne yaslarken derin derin nefesler aldım. Şu iki günde nefes alamadığımı şimdi fark ediyordum. Kollarım beline sarılırken beni göğsüne yaslamış, kafasını boynuma gömmüştü.

"Geldin..." Dedim sesim titrerken. Ezranın aldığı derin nefesler boynuma çarpıyordu. Kafasını boynumdan kaldırmadan "Geldim." Dedi. Sesi boynumda olduğundan dolayı boğuk çıkmıştı.

Ne kadar öyle kaldık bilmiyorum ama ayaklarım artık uyuşmaya başlamıştı. Umursamadan sarılmaya devam ettim. Aslında şu an sormam gereken milyon tane soru vardı ama tek isteğim hayatımın merkezine taht kuran, onun deyimiyle 'başkentim' olan adama sarılmak, içime hapsetmekti.

Bir anda havalandığımda, Ezranın elleri bacaklarımı iki yana ayırıp beline sarmıştı. Kafasını boynumdan çekip, gözlerini gözlerime dikerken geri geri yürüyüp yatağımın kenarında durdu. Sırtım yatak başlığına değdiğinde üzerimden çekildi. Ceketini ve kravarını çıkarırken gözlerimi yüüznden ayıramıyordum. Saçları darmadağındı, göz altları morarmıştı. İki gündür gram uyku uyumadığına yemin edebilirdim. Bu hali canımı yakarken üzerime uzanıp kafasını göğsüme yaslamıştı. Uyumak istiyordu, anlamıştım.

"Saçlarımla oynasana..." Dedi uykulu sesiyle. Sormak istediğim tüm soruları kutuya hapsedip, kilidini vurdum. Dilim sessizce kendi inine çekilirken ellerim saçları arasındaki yerini aldı. Parmaklarım saç tutamlarının arasında kayarken, belki de en sevdiğim şeydi bunu yapmak. Sol kolu belimi sararken, baş parmağı belimi usulca okşuyordu. Dudaklarımda oluşan gülümsemeye engel olamazken, bir insanın bir insana bu kadar huzur verebilmesini anlayamıyordum.

"Huzurun huzurum başkentim..." Diye mırıldanırken kafasını kaldırıp bana baktı. Bir kaç saç tutamı yüzüne düşerken, uzayan sakalları yüzüne hoyrat bir güzellik katmıştı. Bu adamın güzelliği karşısında bir gün kesinlikle kalbim duracaktı. Nane ile harmanlanmış kokusu burnuma dolarken ciğerlerim bayram ediyordu.

"Varlığın, var oluşum Şebefruzum..." Dedi boğuk bir sesle. Kafasını tekrar bağrıma yaslarken saçları ile oynamaya başladım.

"Sormak istediğim tonla soru var..." Dedim derin bir nefes alırken. Kafasını kaldırmadan bekledi. "Ama bugün değil, bu gece değil. Şimdi uyu ve dinlen."

Son huzurlu gecemizi geçirmekten korkuyordum.

Bir süre sonra Ezranın nefes alış verişleri düzenli hale gelmiş, huzurlu bir uykuya dalmıştı. Onu rahatsız etmeden yatakta kayıp, yatağa uzandım. Bir kaç kez mırıldanıp, kafasını boynuma yerleştirdi. Bende yüzümü boynuna gömdüğümde sevdiğim adamın kollarında uykuya daldım.

🔱

Her insan gibi güne güzel bir öpücük veya tatlı bir kaç sözcük ile başlamayı isterdim. Fakat şu hayatta istediğimiz her şey olmuyordu. Bu yüzden güne güzel bir öpücük veya sözcük yerine, 9.9 şiddetinde kolumdan sarsılıarak uyandırılmıştım. Uyku sersemi gözlerimi açarken, güneş ışınlarıyla bir kaç kez gözlerimi kırpıltırmıştım. Beni uyandıran vicdansıza baktığımda Mira olduğunu gördüm. Bakışlarım hızla odayı tararken, Ezra'nın yine olmadığını gördüm.

"Boş yere bakınma. Ezra ağabey aşağıda..." Dedi Mira. Ardından ekledi, "Babamla kahvaltı yapıyorlar. Seni bekliyoruz."

Duyduklarımla yataktan fırlarken, şok içinde Mira'ya baktım. "Babam mı geldi ?"

"Evet, kahvaltı için seni bekliyoruz. Oktay ile Ezra ağabeyin bizi tek bırakmak istemedikleri için burada, misafir odalarında kaldıklarını söyledim. Farklı bir şey söyleme." Mira odamdan çıkarken hızla banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Banyodan çıkıp gardolabıma ilerledim. Üzerime siyah bir etek, beyaz bir askılı alıp giyerken, altına da siyah sitilettolarımı geçirdim. Saçlarımı tarayıp dağınık bir topuz yapıp aynadan son kez kendime bakıp odamdan çıktım. Merdivenleri hızla inip salona girdiğimde babamı görmüştüm. Babam da beni görünce gülümseyerek oturduğu sandalyeden kalktı. Koşarak boynuna sarıldığımda, onu ne kadar özlediğimi fark etmiştim.

"Hoş geldin !"

"Hoş bulduk güzel kızım." Geri çekildiğimde alnıma öpücük kondurmuştu. Masaya otururke, Ezra tam karşımda oturuyordu. Ona hafifçe gülümserken, o da bana gülümsemişti.

"Ee babacığım, anneannem nasıl ?" Dedim ellerimi birleştirip, cenemi yaslarken.

"Çok şükür durumu iyi. Annende bir kaç gün sonra dönecek zaten. Bende erken gelip şirketin 20.yılı için olan baloyu organize ettireyim dedim."

"Ah! Tamamen aklımdan çıkmış, haftayaydı değil mi ?" Babam kafasını sallarken, bu yılki balo için kafamdaki fikirleri babama sundum. Ezra da bir kaç fikrini söylerken babam keyifle bizi dinlemişti. Üç gün önce hiç bir şey yaşanmamış gibi keyifle kahvaltımızı yaparken, babam ve Ezra'nın iyi anlaştığını görmek içten içe beni mutlu ediyordu.

"Mira, prensesim iyi misin sen ?" Babamın sorusu ile Mira'ya baktım. Tüm dikkatini tabağına vermiş, ağzına tek lokma koymamıştı. Babamı duymamış olacak ki cevap vermemişti. Usulca dirseğimle dürttüm. Kendine gelip bana baktığında, kaş göz işaretiyle babamı gösterdim.

"Efendim baba ?" Dedi durgun bir tonda. Babamın kaşları çatılırken, bir şeyler olduğunu anlamıştı.

"İyi misin ? Neyin var ?"

Mira bana kısa bir bakış atıp önüne döndü. "İyiyim, sadece dün uyuyamadım."

Babam çatalını ve bıçağını tabağının iki yanına usulca bırakıp, dirseklerini masaya yaslayıp, ellerini birleştirdi. Boğazını temizlerken, ciddi bir konu hakkında konuşacağını anlamıştım.

"Doğukan dönmüş ?" Dedi sakin bir tonda. Bunu nereden ve nasıl öğrendiğini merak ederken, Mira rahatsızca kıpırdandı. Babam Mira ve Doğukanı destekleyen taraf olmamıştı hiçbir zaman. Yaşlarının küçük olduğunu söyler dururdu ayrıca Doğukana kızgındı, Mirayı bu duruma düşürdüğü için.

"Öyle." Dedi Mira çayından bir yudum alırken. "Size afiyet olsun, biraz dinlenmek istiyorum." Daha sonra usulca masadan kalkmış, salondan çıkmıştı.

"Karşılaştılar değil mi ?" Dedi babam arkasından bakarken. Usulca başımı sallarken, Ezraya kısa bir bakış attım. Surat ifadesinden her şeyi öğrendiğini anlamıştım. Sonuçta Ezra Erdemdi o. Nerede olursa olsun bir eli, bir gözü, bir kulağı hep üzerimdeydi.

"Eee Ezra, babam yokluğumda kendine yeni rakipler bulabildi mi ?" Babamın konuyu değiştirmek üzere sorduğu soru ile istemsizce gülümsedim. Kim derdi ki iki ailenin bu kadar iyi anlaşacağını ? Ezranın dudaklarında samimi bir gülüş belirirken, hayranlıkla onu izledim. Çatal ve bıcağı kavrayan parmaklarını, bileğindeki saati, dirseklerine kadar kıvırdığı beyaz gömleğinin ilk iki düğmesini açmış, bağrını ortaya sermişti. Saçları özensiz bir şekilde toparlanmıştı. Sakalları uzamış, yüz hatlarını daha da hoyratlaştırmıştı. Burunun estetik yapısı, dudaklarının kıvrımları, kirpiklerinin ve kaşlarının ok ve yay gibi birbirini tamamlayan uyumu, gözleri, göz bebekleri... Her şeyi ile bu adama hayrandım, bu adama aşıktım.

"O da sizi soruyordu. Kayınvalideniz için çok üzüldüler." Gülmemek için dudağımı kemirirken kafamı eğdim. Ezra'yı birinin karşısında böyle konuşurken görmek kahkaha atma isteğimi dürtüp duruyordu. Ezra Erdemdi sonuçta.

"Sağolsunlar her gün aradılar, halimizi hatrımızı sordular. Uğrarım bir ara yanına. Şu işleri bir gözden geçireyim." Ardından bana döndü, "Hira sana da çok teşekkür ederim kızım. Devrim bey ile konuştum. Yeni planlama ile tüm sorunlar hallolmuş ve inşaat kaldığı yerden devam ediyormuş. Gözümü arkada bırakmayacağını biliyordum."

Babamı memnun etmenin verdiği gurur ve övünçle gülümsedim. "Ee Haldun Serenin kızıyım." Dedim gülerek. Babam gilerken tekrar Ezraya döndü.

"Devrim Tuna'yı tanıyorsundur Ezra, Tuna holdingin sahibi."

Ezra kafasını sallarken, oturuşunu dikleştirdi. Devrim ile bir sorunu olduğunu düşünmüyordum çünkü olsaydı eğer şimdiye kadar babamı ortaklığı fes etmesi için ikna etmeye çalışıyor olurdu. Merakla Ezraya baktığımda, bana kısa bir bakış atıp babama döndü. Devrim olayı yüzünden bana az da olsa hâla kızgın olduğunu anladığımda gözlerimi devirdim.

"Devrim ile aynı üniversiteden mezun olduk. Hırslı ve başarılı bir rakiptir. Ayrıca her ne kadar birbirimizden hoşlanmasak da iş ahlakı göz ardı edilemeyecek bir insandır. Yiğidi öldür hakkını yeme demişler. Kendisi ile bir çok ihalede karşı karşıya kaldık, her rakip arasında olduğu gibi bizimde aramızda var çekişmeler." Ezra'nın açıklamasını dinlerken öğrendiklerimle şaşırmıştım. Ezra belkide ilk defa biri hakkında olumlu bir şeyler söylüyordu. Ki bu kişi rakibiydi.

"Piyasada genç girişimciler görmek güzel. Devrim demişken artık şirkete geçmem lazım. Proje ekibi toplanacaktı, gelişmelere göz atmam gerek. Hira, bugün müsaitsen şirkete gelip, kuruluş yılı balosu için organizasyonu sen devralsan ? Normalde annen halledecekti ama anneannenin yanında."

"Tabi ki hallederim babacığım ama annemkiler kadar gösterişli olmaz onu söyleyeyim." Babam gülerken masadan kalkıp saçlarıma bir öpücük kondurdu. O sırada Ezra ve Oktayda kalkmışlardı.

"İsterseniz, sizi şirkete kadar ben bırakayım." Ezranın teklifi ile babam memnuniyetle gülğmsedi. "Olur. Yolda, bizim yeni proje hakkındaki fikirlerini de dinlemek isterim." Babam ve Ezra salondan çıkarken, Oktayın kolunu tuttum. Durgun bakışlarını bana çevirdiğinde direk söze giridm.

"Mira ile aranızda ne oldu ?" Elektrik çarpmış gibi kendine gelirken, şaşkınca bana baktı.

"Ne gibi ?"

"Didişmiyorsunuz, birbirinizi görmezlikten geliyorsunuz. Kavga mı ettiniz ?" Kafasını yere eğip bir süre bekledikten sonra kafasını kaldırdı. Dudaklarında filizlenen gergin gülümsemeye takıldı gözlerim. Az zorlasa kırılıp, parçaları zemine saçılacaktı.

"Yok be yenge, ne olacak. Hem sen sarı civcivle kavga etmediğimiz bir an gördün mü ? Sadece son zamanlarda yaşananlar onu benide çok gerdi."

"Başka bir şe-"

"Yoktur." Diyerek sözümü kesti. Ardından yanağıma bir öğücük salondan çıktı. Gözlerim kısılırken arkasından baktım bir süre daha sonra bende salondan çıkıp babamları yolcu etmek için bahçeye ilerledim.

"Hira istersen seni bekleyelim." Babama gülümseyip kapıya yaslandım. "Siz gidin babacığım. Ben daha sonra gelirim. Mira ile ilgileneyim biraz."

Babam kafasını sallayıp Ezra'nın arabasına yerleşti. Babama kısa bir bakış atıp Ezraya öpücük gönderirken, dudaklarında ki sırıtmayla elini dudaklarına götürüp, sol yanına bastırdı. Yaptığı hareketle gülümserken, bende aynısını yaptım. Bu hareketin anlamını biliyordum sanırım: gönlümden öpmüştü beni sevdiğim adam.

Önde bir koruma arabası, ortada Ezranın arabası onun arkasında Oktay ve en arkada bir koruma arabası ile bahçede çıkan arabaları izleyip, gittiklerinde içeri girdim.

Çalışanlar kahvaltı masasını toplarken adımlarımı merdivenlere yönlendirip Miranın odasına ilerledim. Kapıyı tıklattıktan sonra içeri girdim. Mira yatağında oturmuş elindeki dergiyi karıştırıyordu boşboş.

"Ee, Tommy Hilfiger yeni sezon ürünlerini ne zaman çıkarıyormuş ?" Dedim yanına otururken. Omuz silkip dergiye bakmaya devam etti. Derin bir nefesi bırakıp, dergiyi elinden aldım. Boş bakışlarını bana çevirdiğinde, yüzünü avuçlarım arasına aldım.

"Neyin var güzelim ? Söyle hadi ?" Dedim yumuşak bir tonda. Mira uzun bir süre gözlerimin içine bakarken, gözleri usulca doldu. Onun gözlerinin dolması ile benimde gözlerim dolarken hızla kollarıma atılıp boynuma sarıldı. Hıçkırarak ağlarken bende küçüğümü sardım sıkıca.

Göz yaşlarının arasına sıkıştırılan hıçkırıklar, yüreğimin uçurumlarında yankı bulurken, onu bu denli üzen şeyin ne olduğunu merak ettim. Kendimden nefret ediyordum. Kardeşim gözlerimin önünde bu haldeyken, ben onu görmemiştim. Bir de abla diye geçinirdim. Rüya bile ona daha iyi ablalık yapıyordu. Kendime lanetler ederken usulca saçlarını okşadım.

"Miram, güzelim. Anlat hadi ablana ? Canını yakan ne bu kadar ?" Dedim boğazıma oturan yumru ile. Geri çekilip burnunu çekti. Göz yaşları hala yanaklarından akıp, çaresizliğin ve acının pençesine hapsoluyordu.

"S-seviyorum..." Dedi hıçkırıkları arasında. İşte o an gözümün önündeki perde kalkmıştı. Ben nasıl görememiştim ? Her şey gözümün önünde olup biterken, kafamı gömdüğüm yerden çıkarıp nasıl farkına varamamıştım.

"Oktay değil mi ?" Dedim saçlarını geriye itip, yüzünü kaşdırıp gözlerine bakarken. Yutkunup kafasını aşağı yukarı salladı. Derin bir nefes alıp kollarımın arasına çektim bedenini.

"Niye bana söylemedin peki güzelim ?"

"Ben bile duygularımdan emin değildim ki ! Hem senin başında zaten bir sürü sıkıntı vardı." Dedi boğuk sesiyle. Saçlarını okşarken, "O nasıl söz öyle ? Bu hayattaki hiçbir şey senden önemli değil ki !"

"Özür dilerim." Kendini geri çekip, ellerine dikti bakışlarını. "Abla, Ezra ağabeyden ayrı kaldığın zamanlarda nasıl dayandın ? Çünkü ben bazen nefes alamıyormuş gibi hissediyorum. Doğukan gittiğinde bile böyle hissetmemiştim. Her an yanımda durupta dokunamamak, bakamamk canımı yakıyor. Bir ateş parçası oturmuş sanki şurama..." Dedi göz yaşları içinde elini sol yanına koyarken. "Kavuruyor orayı..."

Ağlamamak için kendimi zor tutarken genzimi temizledim.

"Peki sorun ne ? Niye eziyet ediyorsunuz kendinize ?" Mira geri çekilip gözlerimin içine dikti yaşlı gözlerini.

"Eziyeti çeken biri varsa o da benim ! Oktay beyin tek yaptığı benimle oynamak." Dedi sinirle. Şaşkınlıkla Miraya bakarken aralarında geçen şeyleri merak etmiştim.

"Oktay birinin duygularıyla oynayacak bir çocuk değil güzelim."

"Hah! Değilmiş!" yataktan kalkıp oda da dört dönmeye başlarken, sessizce onu izliyordum. Oktaya bu kadar sinirli olması hoşuma gitmişti. Çünkü Mira içindeki hüzünü ve acıyı dışarı sinir olarak çıkarırdı.

"Beni öptükten sonra Pelinsu denen takma kirpikli kızla sevgili oluyor ! Üstüne üç gün önce yine beni öpmeye kalktı bir anda geri çekildi ! Daha bir de kimsenin duygularıyla oynamaz diyorsun !"

Şaşkınlıktan dilim tutulurken öylece Miraya bakakalmıştım. O da söylediklerinin yeni farkına varmış gibi yerinde durup bana baktı. Yanakları kademe kademe kızarırken, dudaklarını ısırıp kafasını yere eğdi.

"Siz ?" demiştim ki sustum. Oflarken yataktan kalkıp karşısına dikildim. Yere eğdiği kafasını kaldırıp yüzüme bakmasını sağladım.

"Oktayı gerçekten seviyor musun ?" dedim. Kafasını aşağı yukarı salladı. Mira'yı kollarım arasına çekip, sıkıca sarıldım.

"Bence Oktay da swni sevi-" dememe kalmadan kollarım arasından çıktı.

"Öyle bir şey yok abla ! Rüya da aynı şeyi söylüyor ama öyle bir şey yok."

"Şu gözünü bir açsan neler göreceksin." camının önüne ilerleyip, dışarıyı seyretmeye başladığında konuşmak istemediğini anlamıştım. Canını daha fazla sıkmak istemediğim için yanına ilerleyip omuzlarını kavradım. Saçlarının arasına bir öpücük koydum.

"Hadi bakalım küçük hanım. Şirketin kuruluş yıl dönümü var. Sende bana organizasyonda yardımcı olacaksın."

"Canım ist-" dediği sırada sözünü kestim.

"Hadi bakalım Mira Seren ! Yarım saat içinde kapının önünde ol !"

Bir şey demesine izin vermeden odadan çıkıp kendi odama girdim. Üzerime açık mavi, dizlerimin üzerinde kolsuz bir kalem elbise giyip, ayağıma elbisemin bir kaç ton koyu rengi sitilettolarımı giydim. Saçlarımı düzleştirip elbiseme uygun çanta ve takılarımı aldım. Çantama gerekli eşyaları koyup odadan çıktım. Bahçeye çıktığımda Mira'yı somurturken buldum. Bu haline gülüp yanına ilerleyerek koluna girdim.

"Hadi bakalım bugün fazla yorulacağız."

Şoförün açtığı kapıdan girip arabaya bindim. Korumalarda kendi arabalarına binerken yola çıkmıştık.

🔱

"Beni azad eder misin artık, yorgunluktan ayakta duracak halim kalmadı !" Mira'nın mızmızlanması ile gözlerimi devirip yanına ilerledim.

"Görende salonu sen hazırlayacaksın sanır. Tüm işi organizasyon şirketi halledecek."

"Mekanıydı, masasıydı, kokteyliydi, yiyeceğiydi, kanepesiydi, müziğiydi hepsini biz seçtik. Zihnimi yordum ben, zihnimi." dedi kafasına işaret parmağını bir kaç defa vurup.

Gülerek kollarımın arasın çektim Mirayı. "Tamam, tamam hadi gidelim. " diyerek seçtiğimiz mekanın çıkışına doğru ilerledim. Dışarı çıkmıştık ki Ezra'yı arabasına yaslanmış halde buldum. Kaşlarım şaşkınlıkla çatılırken yanına ilerledim.

"Ezra ?"

"Seni kaçırmaya geldim." dedi kolunu belime sararken.

"Anlamadım ?"

"Hani şu normal bir çiftmiş gibi takılma olayı ?"

Gözlerim ve ağzım şaşkınlıkla aralanırken, japon balıklarına benzediğime emindim. Ezra ile yaşadığımız kıskançlık krizlerinden sonra böyle bir karar almıştık. Hayatımızı bir geceliğine de olsa kötülüklerden, karanlıklardan uzak tutarak geçirecektik.

"Ben de Rüya'nın yanına gideyim o zaman, evde tek başıma oturup canım sıkılacağına bir şeyler yaparız." Diye Miraya sarılıp yanaklarını öptüm. "Tamam güzelim. Şoför seni bıraksın."

"Tamam. Size iyi eğlenceler." Mira arabaya binip, korumalar eşliğinde giderken bende Ezra'nın arabasına bindim.

Yüzümde engel olamadığım bir gülümseme vardı. Küçük bir çocuğun uzun zamandır istediği bir oyuncağa sahip olduğu an ki gibi mutluydum. Sürücü koltuğuna Ezra geçmişti. Anlaşılan bu gece sadece ikimize özel olacaktı.

"Evet küçük hanım. Bu geceki planımızı açıkla bakalım. Sen nereye ben oraya."

Dudaklarımdan kaçan kıkırtıya engel olamazken sol elim ile sağ yanağını acuçladım. Kendimi ileri itip dudaklarına kapandığımda şaşkınlıkla kalakalmıştı. Kısa bir öpücük bırakıp geri çekildiğimde, nefesim hâla dudaklarında can çekişiyordu. Gözlerini gözlerimden ayırmadan, dumur olmuş şekilde bana bakakaldı.

"Siktir et planı, bence direk eve geçelim."

Söyledikleri ile kahkaha atarken, sortımı koltuğa kafamı da başlığa yaslayıp gülmeye devam ettim. Kendime geldiğimde Ezra hâla beni izliyordu. Ona 'Ne oldu ?' Der gibisinden baktığımda omuz silkti.

"Sen gülünce papatyalar bile kıskanıyor güzelliğini. O zaman düşünmeden edemiyorum, nasıl bir sevap işledimde Allah seni bana verdi acaba ?" Dedi kafasını benim gibi koltuğa yaslayıp yüzümü incelerken. Karnım guruldadığında, Ezra benden hâla güzel bir kaç söz bekliyor olabilirdi, fakat ben acıkmıştım. Ve beynim şu an hiç özlü söz üretemiyordu.

"Acıktım..." Dedim mızmızlanırken. Ezra'nın önce kaşları çatıldı daha sonra söylediğimi idrak edip gülerek arabayı çalıştırdı.

"Bende iki güzel söz söylersin diye bekliyorum. Ah, ah nerede o Necip Fazıl, Cemal Süreyya halleri. Hep erkeklerden bekleyin siz güzel söz. Aynısını biz yapsak 'odun' oluruz, 'öküz' oluruz." Ezra söylene söylene arabayı kullanırken, gülmemek için dudaklarımı dişliyordum.

"Sana olan aşkımı anlatmam için güzel sözlere ihtiyacım yok ki sevgilim. Sen yanımdayken deli gibi atan kalbimin sesinden, kokunu içime çekip nefesimi ciğerlerime hapsetmemden, gözlerine baktığımda dalıp giden irislerimden sana olan aşkımı pekte güzel anlarsın sen." Dedim yan dönmüş bir şekilde hâla onu izlerken. Kırmızı ışıkta durup bana baktı usulca. Sessiz sessiz izledi beni, bende onu. Sessizlik aramıza köprü olmuş, hammallar kelimeleri usulca götürüp getiriyordu aramızda. Bizim konuşmak için dillerimize ihtiyacımız yoktu. Gözlerim ve gönüllerimiz bir olduğu sürece biz birbirimize hiç susmayacaktık.

"Seni sevmek çok güzel şey..." Dedi sonunda sessizce. Sesi öyle uysal, öyle sakindi ki ; daha önce böyle bir ses tonu ile konuştuğunu hatırlamıyordum.

Ortamın rengini bozan yeşil ışık ve arkamızdan bağıran korno sesleri olmuştu. Ezra derin bir nefes verip hareket ederken, bende önüme dönmüş yolu izliyordum.

Bir kaç dakika sonra araba durduğunda Ezra arabadan inmişti. Meraklı gözlerle etrafı taradığımda sahil kenarında olduğumuzu fark ettim. Ezra tarafından açılan kapıya şaşkınlıkla bakıp arabadan indim.

"Demek ki neymiş, istediğimiz zaman gayette güzel kibar bir mafya olabiliyormuşuz." Dedim koluna girerken. Bana yandan bir bakış atıp, kafasını iki yana sallayarak güldü. Bir kaç metre yürüdükten sonra ileride el arabasında nohutlu pilav üstü tavuk satan bir yer vardı.

"Şatafatlı restoranları sevmediğini biliyorum. Bu yüzden keyif alabileceğimiz tek yere getirdim." Ezra'nın açıklaması ile kollarımı kollarına daha sıkı sardım.

"Yalçın Usta'nın yeri ?" Dedim arabanın üzerindeki yazıyı okurken.

"Hayatında yiyeceğin en güzel nohutlu pilav. Emin ol !"

"Öyle diyorsan, öyledir."

Denizin kenarına konulmuş küçük masa ve tabırelerden boş olanına oturduğumuzda, Ezra el hareketi ile Yalçın Usta olarak tahmin ettiğim orta yaşlı adama işaret vermişti. Adam Ezra'yı görünce gülğmsemiş başıyla selam vermişti. bakışlarımı denize çevirdim. Hafif esinti saçlarım arasında oynaşarak geçerken, denizin kokusunu içime çektim. Hafif dalgalanan denizin sesi kulaklarımda melodilenirken şu ana, sevdiğim adamla hapsolmak istedim.

"Böyle sakin bir şekilde, karşılıklı oturmayalı çok uzun zaman olmuş gibi hissediyorum." Derken gözlerimi açmış, Ezraya bakmıştım. Onun da bana baktığını gördüğümde gülümsedim.

"Sana böyle bir hayat sunmak istemezdim." Dedi sıkıntılı bir şekilde gözlerini üzerimden çekip denize çevirirken. Gülümsememanında solmuştu.

"Ben hayatımdan memnunum." Dediğimde bana bakıp, yarım bir gülüşle gözlerime baktı. O gözlerde pişmanlığı ve acıyı gördüm. Beni yanında tuttuğu için pişman mıydı ? Bunları yaşadığım için canı acıyor muydu ?

"Ezra yalvarırım bana öyle bakma. Ben senin yanındayken her şeyi ve herkesi göze alıyorum. Ben senin elini tuttuğumda, göğsüne başımı yasladığımda hiç olmadığım kadar güvende hissediyorum." Dedim oturduğum yerde öne kayıp, ellerimi ellerinin üzerine kapatırken. Bu hareketimle elleri ellerimi kavrayıp tek tek dudaklarını bastırdı üzerlerine.

"Bak ben biliyorum. Çığlık denen o psikopat sadece huzurumuzu kaçırmaya çalışıyor. Onun yaptığı hiçbir şeyi umursamıyorum, inanmıyorum. Ben sana güveniyorum..."

Ezra kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktığında, yutkundum. Gözlerinde hoşuma gitmeyen ifadeler vardı. Konuşmak için aşzını açmıştı ki önümüze konan tabak ve ayranlarla ellerimiz ayrılmıştı. Dudaklarıma zorla bir gülümseme koyup nohutlu pilav ve üzerindeki tavuklara baktım.

"Afiyet olsun Ezra ağabey." On beş- on altı yaşındaki çocuğa gülümserken, Ezra da omzuna hafifçe vurup eline para sıkıştırmıştı usulca.

"Sağolasın ağabeyim." Çocuk koşturarak yanımızdan giderken kaşığımı elime aldım. Aramızda dumanlanan gerginliği ve kasvetli sıkıntıyı dağıtmak istercesine muzipce gülüp, beni izleyen adama çevirdim gözlerimi.

"Bakalım, dediğin kadar varmıymış." Bir kaşık aldığım pilavı ağzıma götürüp yerken, Ezra pür dikkat beni izliyordu.

"Bu ne ! Mükemmel bir şey bu !" Dedim pilavın ve tavuğun ağzımda bıraktığı mükemmel tatla. Ezra bu halime gülüp kendi pilavından bir kaşık aldı.

"Söylemiştim."

Pilavlarımızı havadan sudan sohbet ederek yedikten sonra, Ezra hesabı ödedi ve kalktık. Arabaya gitmek yerine deniz kenarında yürümeye başladık. Ezra kolu omuzumu sararken, benim kolumda belini sarmıştı. Başımı sol yanına yasladığımda kulağıma dolan kalp atışlarını dinleyerek gözlerimi kapattım.

"Beethoven şu sesi duysa, oturur ağlardı yemin ediyorum." Dedim dalga sesleri, hafif esen rüzgarın uğultusu ve Ezra'nın muazzam kalp ritmini dinlerken. Hafif güldüğünü hissettim.

"Benim kalp ritmimi duyunca ağlayan Beethoven, senin gülüşünü görse ölür o zaman." Söylediklerine gülerken, "O kadar da değil canım." Dedim.

"Yoo ben ciddiyim. Senin gülüşün yalnızca bana özel, başkası görürse acımam."

Gülerek kafamı iki yana sallarken, acımasız sözlerinin altında yatam şefkati biliyordum. Ezra, üzeri isot ile kaplanmış pamuk şeker gibiydi. Dıştan acı görünürdü. Hatta bir ısırık alırsanız canınız bile yanardı ama sonra o tatlı tadını bir kez aldınız mı, o acıyı yeniden tatmayı göze alarak yemeye devam ederdiniz. Böyleydi benim sevdiğim adam. İsotlu pamuk şekerimdi...

"Seni seviyorum... Dırırırrıırm. Hem de çok dırırırırırm...." Kendi kendime saçma bir ritimle uydurarak söylemeye başladığım şarkı Ezrayı güldürmüştü. Fakat bu saçma oyunuma kendiside katılmadan duramadı.

"Bende seviyorum dırırırırım, dım dım. Deli gibi seviyorum dırırırırırm."

"Canımdan çoooook seviyorumm..." Diye bağırdım göğsünden ayrılıp ellerimi iki yana açarken. Adımlarımı geri geri atarken, yüzümü de Ezra'ya çevirmiş uydurduğumuz saçma oyunun saçma bestelerini söylüyorduk.

" 'Canım'ı çok seviyorum !" Dedi ellerini ceplerine yerleştirip yavaş adımlarla üzerime gleirken. Kastettiği 'Canım'ın ben olsuğunu anlamıştım. Küçük bir çocuk gibi kahkaha atıp hızla boynuna sarıldım. Gülerek kollarını belime sararken, etrafında dönmeye başlamıştım. Kahkahalarım daha da gürleşip gökyüzüne ulaşırken başım dönüyordu.

"Ezra yeter ! Mevlana gibi dönmeyi bırak artık !"

Ezra sonunda durduğunda gülerek kolları arasına yeniden çekti beni. Eski pozisyonumuzu alırken, kolumu beline sardım. Bakışlarımı ayaklarımıza indirdim bu sefer. Adımlarımızı aynı yönde atmaya çalışırken, küçük bir çocuk gibi eğleniyordum. Gülüşlerime Ezra'nın da gülüşleri eklendiğinde, o da ne yapmaya çalıştığımı anlamış, oyunbozanlık yaparak, adımlarını bir geri atıp, bir durduruyor; bir kaç adım atıp yeniden duruyordu. Bende o un hareketlerini tekrarlamaya çalışırken saçma sapan bir görüntü çıkıyordu ortaya.

"Birimiz mafya, diğerimiz avukat adayı. Yaptığımız şeye bak !" Dedim gülerken. Ezra da gülüp elini avucuma yerleştirdi. Saçlarımı öpüp geri çekilirken, "Ne varmış, eğleniyoruz işte." Dedi. Gülerek yürümeye devam ettiğimizde az ileride dilek balonu saton ve uçuran insanları gördüm. Heyecanla Ezraya dönüp, ileriyi gösterdim.

"Bizde uçuralım mı ?" Dedim hevesle. Ezra gösterdiğim yere bakıp, alayla güldü. Fakat sesini çıkarmadan o yöne yürümeye devam etti. Satıcının yanına geldiğimizde Ezra bir tane balon almıştı. Aynı şekilde satıcıdan aldığımız kağıt ve kalemle dileklerimizi yazmaya başladık. Ezraya göstermeden küçük kağıda dileğimi yazdım.

'Allahım, lütfen sevdiğim adam mutlu olsun... Bensiz bile olsa.'

Dileğimi Ezraya göstermeden balonun bir demirine sardım. Ezra da aynı işlemi yaptıktan sonra ben balonu tutmuştum ; Ezra da balonun uçmasını sağlayacak şeyi yakıyordu. Balon sonunda havalanırken Ezraya sarılmış gökyüzüne doğru süzülüşünü izliyordum.

"Ne diledin ?" Dedim gözümü balondan ayırmadan. Omuzlarını silkip yürümeye başladığında bende kolunun altında onunla yürümeye başlamıştım.

"Hadi ama Ezra, söyle işte." Dedim mızmızlanarak. Gülerek kafasını iki yana salladı.

"Hayır, söylemem. Yoksa gerçekleşmez." Dedi inatla. Yüzümü somurtup yürümeye devam ettim. Ezra'nın güldüğünü işitsemde yüz vermemeye kararlıydım. Az ileride beton zemine çizilmiş sekseği görünce Ezradan ayrılıp oraya koşturdum. Yerde bulduğum taşı alıp başlangıç kısmının orada durup taşı 1'e attım. Ayağımdaki sitilettoları çıkarıp zıplayarak ikiye atlayıp oynamaya başladığım Ezra gülerek beni izliyordu.

"Müstakbel eşim 9 yaşında bir kız çocuğuymuş da haberim yokmuş." Gülerek söylediklerine omuz silkip taşı yerden aldım. Aynı yerde durup, bu seferde 2'ye attım taşımı. Çocukken çok sevdiğim, fakat çok sık oynayamadığım bir oyundu seksek. İçimde hep kalmıştı arkadaşlarımla bu oyunu oynamak, bugüne kısmetmiş demek ki.

"Ezra sende oynasana !" Ezra bana 'Ciddi misin ?' Der gibi bakınca, hevesle ona baktım. Kafasını iki yana sallayıp, kollarını gövdesinden bağladı.

"Hadi ama lütfen !" Dedim ellerimi çenemin altında birleştirirken. Dışarıdan bakıldığında küçük bir çocuk gibi göründüğüme emindim. Allahta hava kararmıştı da bulunduğumuz yerde tek tük insan vardı.

"Güzelim, saçmalama. Adamlarımın önünde seksek oynarsam ; millete maskara olurum."

"Ne adamı ya ? Adamların yok ki burada !" Dedim dudaklarımı büzerek. Ezra'nın bakışları kısaca dudaklarımda oyalanıp tekrar gözlerimi buldu.

"Az ileride yürüyen adamlar, arkamızda sabahtan belli bizi takip eden iki adam ve parkta..." Parkın olduğu tarafa bakıp kafasını iki yana salladı. "Salıncakta sallanan adamlar hepsi korumalarımız." Dedi. Ben şaşkınlıkla onları izlerken, nasıl farkına varamadığıma şaşırıyordum.

"Asla işini garantiye almadan hareket etmeyeceksin değil mi ?" Dedim kollarımı göğsümde bağlayarak. Gülerek yanıma geldi ve kollarını etrafıma sardı.

"Sen hayatımda var olduğun sürece, senin güvenliğin için bu önlemleri almak zorundayım. Benim tek düşmanım Çığlık denen o or-" ellerim hızla dudaklarına kapandığında gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Benim çok fazla düşmanım var güzelim. Kuyruk acısı fazla olan çok it var. Benim canımı yakmak içinde yapamayacakları şey yok."

Vücudum bir anda titrerken kendimi Ezra'nın kollarına bıraktım. "Sen yanımda olduğun sürece ben güvendeyim zaten."

"Son nefesime kadar yanında olacağım. Söz ver-" sözlerini yarım bırakan telefon melodisi oldu. Ezra sinirle gözlerini kapatıp açtıktan sonra telefonunu cebinden çıkarıp açtı.

Söz verememişti sevdiğim...

"Efendim Kenan ?" Bir süre karşı tarafı dinledi.

"Yine mi ?" Dudaklarında oluşan gülümsemeye, kaşlarımı çatarken neye güldüğünü merak etmiştim.

"Tamam, tamam buluruz merak etme. Neredesin sen ?" Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığında telefonu kapatmış cebine koymuştu.

"Ne oldu ? Ne diyor Kenan ?" Dedim merakla yüzüne bakarken. Yüzünde eğlenen bir ifade bekirdiğinde daha da meraklanmıştım.

"Biraz eğlenmek ister misin ?" Diye sorduğunda merakım git gide artıyordu. Kaşlarımı çatarak ona bakarken gülerek elimi tuttu. Arabaya doğru yürümeye başladığımızda merakla ona bakıyordum.

"Nasıl ?" Bana yandan kısa bir bakış atıp önüne döndü.

"Meral İstanbuldaymış."

🔱

Ezra'nın eli elimi sıkıca kavramış bir şekilde karşıda bizi bekleyen Kenan, Rüya ve Miraya doğru ilerlemeye başladık. Kenan sinirle oradan oraya dolanırken bizi görmüş ve hızlı adımlarla yanımıza gelmişti.

"Çıldıracağım, ağabey ! Çıldıracağım ! Bu kız beni deli ediyor !"

Kenan sinirle ortada dolanırken Ezra elini Kenanın omuzuna koyup sıktı. "Oğulm bir sakin ol. Meral işte, ne zaman nerede ne yapacağı bilinmez."

Ezra ha güldü ha gülecek durumdayken, bende gülmemek için dişlerimi dudaklarıma saplamıştım. Ezra ve Kenanı baş başa bırakıp kızların yanına ilerlediğimde Rüya'nın sinirli bir şekilde ayağını sallarken buldum.

"Hayırdır ne bu hal ?" Dedim Rüyayı iyice incelerken. Kenana kısa bir bakış atıp bana döndü.

"Meral midir nedir, o kızın İstanbul da olduğunu duyduğu gibi cinleri tepesine çıktı beyimizin. Madem Merale aşıksın niye peşimde dolanıyorsun ! Birde tuttu kolumuzdan peşinde sürükledi, sinirinden Meral kim diye bile soramadım." Dedi sinirle söylenerek. Kenanın duyamayacağı şekilde küçük bir kahkaha atıp Rüyaya sarıldım. Ben hâlâ gülerken Rüya sinirli ve meraklı bir şekilde beni kendinden uzaklaştırdı.

"Ne gülüyorsun Hira ya ! Komik mi ?" Diye cırladı. Zar zor gülmeyi bırakırken kollarımı gülmekten ağrıyan karnıma sardım.

"Tamam da, sen niye bu kadar sinirlisin ? Kenanı ne zamandır bu kadar umursuyorsun ?" Dedim imayla. Söylediklerimle duruşu dikleşirken omuz silkip, yüzündeki ifadeyi anında değiştirdi.

"Hah! Ne umursayacağım canım. Ben sadece..."

"Evet sen sadece ?" Dedim kollarımı göğsümde kavuşturup.

"Hani peşimden ayrılmayıpta başka kadınlarında dibinde dolanıyor, ona sinir oluyorum ben. Yoksa banane yani!" Dedi histerik bir şekilde gülüp, sinirle Kenana bakarken. Bu haline gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp kolumu omzuna attım.

"Tatlım, Meral Kenan'ın kız kardeşiymiş." Dedim sakin bir ses tonuyla. Ardından keyifle Rüya'nın yüzündeki şaşkınlıkla harmanlanmış rahatlama tonunu izledim.

"Ne ! Ciddi misin ?" Dedi heyecanını saklamadan. Gülüp kafamı aşağı yukarı salladım.

"Ezra gelirken anlattı. Meral, Kenanın kız kardeşiymiş. Sanırım biraz-"

"Fazla deli bir kız." Dedi arkamdan bir ses. Arkamı döndüğümde Kenan, Ezra ve Oktay yanımıza gelmişti. Kenan sıkıntı ile oflarken arabasının kaputuna yaslandı. Ellerini saçlarını daldırıp, saçlarını dağıttı sinirle.

"Bu kız bir gün deli edecek beni!" Dedi öfkeyle. Sessinde bıkkınlığı tohumlarını da solumuştum.

"Biri bize ne olduğunu anlatacak mı ?" Dedi Rüya sonunda parlayarak. Kenan sessiz kalırken Oktay onun omuzunu sıkıp bize döndü. Miraya kısa bir bakış atması gözümden kaçmazken, kısılan gözlerimle bir ona bir kafasını yere eğmiş duran Miraya baktım.

Kendime not : bunların sorununu bir an önce çöz !

"Meral biraz uçlarda yaşamayı sever. Durduğu yerde durmayan, sınırlarını zorlayan hatta bazen o sınırları yok eden bir kız." Dedi Kenan derin bir nefes alırken.

"Annem ve babam fazla dediğim dedik bir yapıya sahipler. E, Meral de asla kafes altında tutulup, söz geçirilecek bir kız değil. Bu yüzden durmadan kaçıp duruyor evden. Normalde annem ve babamla Almanyada yaşıyorlar ama küçük hanım yine yeniden kaçmış."

"Merak etme, sabah olmadan bulacağız cadıyı." Dedi Ezra arkadaşına destek olmak istercesine. Merali gerçekten çok merak etmiştim. Çünkü ben hiçbir zaman böyle uçuk ve serbest bir insan olmamıştım. Ezra'nın buraya gelirken anlattıklarına bakılırsa da fazla eğlenceli, fazla sempatik, fazla patavatsız ve aklına geleni söyleyen bir kız olduğunu öğrenmiştim.

"Acaba bu sefer kendini nasıl bir maceranın ortasına attı ?" Diye söylenen Oktaya, Kenan ters ters baktı. Oktay omuzunu silkip, Kenanın yanına -kaportaya- yaslandı.

"Hiç öyle bakma. Geçen sefer Las Vegas'ta mafya babaları ile kumar oynarken gazinolardan toplamıştın unutma. Hatta ondan önce Güney Afrikada keşif gezisinde kaybolmuştu. İki gün boyunca arayıp durmuştunda Mısır'da turist rehberliği yaparken yakalamıştın." Dedi gülerek. Kızlarla şaşkın bir şekilde Oktayı dinlerken, Merali iyiden iyiye merak etmiştim.

"Hatırlatma şu cadının yaptıklarını. Elim ayapım titriyor." Dedi Kenan sinirle. Rüya sonunda dayanamamış olacak ki Kenanın yanına gidip, elini koluna koydu. Kenan elektrik çarpmış gibi Rüya'ya dönerken, gözlerinde patlayan ampulleri ben bile bıradan fark etmiştim. Kenan, Rüya'yı çok seviyordu.

"Başına bir şey gelmeden bulacağız merak etme." Dedi yatıştırıcı bir tonda. Kenan hafif gülüp ona baktıktan sınra kafasını iki yana salladı alayla.

"Onun için değil çevresindeki insanlar için endişeleniyorum. Zira küçük hanımın uzak doğu sporlarına hastalıklı bir ilgisi var ve kendini savunacak güçte. Ben etrafındaki insanlara acıyorum. Meraller baş etmek üst düzey bir çene ve kapasite gerektiriyor."

"O kadar ?" Dedim şaşkınlıkla. Kenan sıkıntıyla oflarken, Ezra'nın telefonu çalmıştı. Bekletmeden telefonu açıp kulağına koyarken, pür dikkat onu izliyorduk.

"Efendim ?... Emin misin ?" Bir süre karşıyı dinledi. "Tamam, bir geliyoruz hemen."

Ezra telefonu kapattığında Kenan yanına ulaşmıştı bile. "Ne oldu ? Bir haber mi varmış ?"

"Ayhan, Merali bulmuş."

"Nerede ?"

"Gece kulübünde."

🔱

Mekanlardan taşan müzik sesleri birbirine karışmış, gürültü kirliliği yaratırken Ezra'nın eli elimde Ayhan'ın gönderdiği adrese doğru ilerliyorduk. Kenan elleri cebinde sinirle en önden ilerlerken, Rüya yanında gidiyor, onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Bu sefer eve kilitleyeceğim ! Yemin ediyorum bu sefer eve kapatacağım !" Diyerekten söylenen Kenanı, Rüya telkin edip, uysallaştırmaya çalışıyordu.

Az ileride Ayhanı ve iki adamını etrafa bakınırken gördüğümüzde, o da bizi görmüş koşturarak yanımıza gelmişti. merali görmek umuduyla etrafına bakındığımda kafasını iki yana sallayıp Ezraya baktı.

"Kaçtı." Kenan bir küfür savururken, Ezra derin bir nefes aldı.

"21 yaşındaki bir kızı bile elinizden mi kaçırdınız Ayhan ?"

"Ağabey kusura bakma ama iki çam yarmasına bedel o kız. Ufak tefek bir şey ama eli çok ağır." Dedi gövdesini ovuştururken, Ayhanın yanındaki adam. Yüzünde morarmaya yüz tutmuş çürüklere baktığımda şaşkınlık içinde kaldım. Bunlar Meralin eseri olamazdı değil mi ?

"Bilmez miyim ben onu ! Şeytanı tahtından eder o !" Dedi Kenan sıkıntıyla. İleriden koşturarak gelen ikş adam yanımızda durduktan sonra, ceketlerinin düğmelerini ilikleyip Ezraya başları ile selam verdiler.

"Ağabey kızı bulduk. Az ileride ki bara saklandı. Ürkütüp kaçırmamak içinde kapıya adamımızı koyduk. Çıkarsa tutacak."

"Hangi bar ? Nerede ?" Kenan acele ile adamın gösterdiği bara ilerlerken, hep birlikte onu takip etmiştik. Kapısında neon ışıklarla 'Arıza' yazan bara girerken, kapıdaki adamlar Ezra'yı görür görmez kendilerine çeki düzen verdiler. Gözleirmi devirirken kulağına fısıldadım.

"Burada da mı tanınıyorsun ?" Bana yandan bir bakış atıp alayla güldü. "Beni tanımayan adama şaşarım ben güzelim."

"Aman hep bir ego, hep bir ego." Ezra bir şey demeden sadece gülerken mekana girmiştik. Girdiğimiz gibide şaşkınlıkla kalakalmıştım. Müzik sesi fazla yüksekti, ortam sigara, alkol ve ter kokusu ile boğucu bir havaya sahipti. Fakat asıl sorun bunlar değildi. Şarkıydı.

"Burada olsuğundan emin miyiz ?" Dedi Rüya yüzünü buruştururken. Kenan etrafta göz gezdirirken kafasını salladı. Yüzünde sinsi bir gülüş oluştu.

"Burada. Çalan şarkıyı duyuyor musunuz ?" Dedi sırıtmaya devam edip. Mira kaşlarını çatarken bağırarak konuştu sesini duyurabilmek için.

"Keşke duymasaydım. Kim Mahmut Tuncerin şarkısını remix yapıp, böyle bir ortamda çalar ki ?"

"Meral !" Dedi Kenan ve Oktay aynı anda. Ezra gülerken bende gülmeden edememiştim.

"Ağabey, gözünüzü dört açın yine kaçmasın elimizden." Dedi Kenan etrafa göz atarken. Nasıl birini arıyorduk onu bile bilmiyordum ki.

"Peki söyler misiniz Merali burada nasıl bulacağız. Hani nasıl göründüğünü bilsek bizde bakınırız." Dedim. Oktay bana dönüp sırıttı.

"Hem bu mekana ait olacak, hem de asla bu mekana ait olmayacak tipte bir kız."

"Ha ?" Dedik kızlarla aynı anda. Bu halimize gülüp, omuz silkti. "İşte tam da öyle bir kız." Dedi ve tekrar kalabalığa göz atmaya başladı. Bulunduğumuz yer çıkış/giriş kapısına yakın bir yerdeydi. Ve barı yukarıdan izleyebiliyordunuz. Bu yüzden Meralin aramak daha da kolaylaşıyordu. Fakat bar o kadar kalabalıktı ki nasıl bulacaklar anlayamamıştım.

Arkamda bir hareketlilik olduğunda, dönüp baktım. Gözünde güneş gözlüğü, üzerinde Harry Potter'ın Görünmezlik Pelerinine benzeyen siyah bir cübbe giymiş kadını gördüm, kaşlarımı çatıp kadını izlerken kadına çarpan adam sinirle kadına baktı.

"Dikkat etsene be !" Diye söylendiğinde kadının kaşları çatıldı.

"Asıl siz dikkat edin beyefendi. Görme engelli birine böyle mi davranılır ?" Adam kadının söyledikleri ile utanırken, özür dileyerek yanından ayrılmıştı. Kadın yavaş adımlarla ilerlerken yüreğim acımıştı. Halbu ki genç birine benziyordu. Bu yaşta bir tarafının eksikliğini hissederek yaşamak çok zor olurdu. Yardım etmek için hareketlendiğim sırada bir anda oldu her şey. Kenan kadının cübbesinden tutup, kedi yavrusu gibi kendine çekerken, şaşkınlıkla onları izliyordum.

"Bakın bakalım burada kim varmış !" Dedi sinirle. Kızlarla ne olduğunu anlayamazken, kadın gözlüklerini çıkarıp sırıtarak Kenana baktı.

"Selam yakışıklı." Dedi alaylı bir şekilde gülerken. "Rekora koşuyorsun abişko. Tam tamınaaaaa..... On sekiz saat içinde yakayı ele verdim. Tüh, hamlıyorum galiba."

İşte karşımızda ki kız Meraldi.

"Ama sen biraz önce, kör değil miydin ?" Dedim şaşkınlıkla. Bana bakıp sırıttıktan sonra ağabeyinin ellerinden kurtulup, üzerini düzeltti.

"Yok kız, ne körü. Baktım paçayı ele vereceğim, yavaştan sıvışayım dedim de, yine yakalandım." Dedi umursamazca. Şımarık küçük bir kız çocuğu havası vardı ama bu şımarıklığı onu fazla tatlı hale getirmişti. Bembeyaz dişlerinin göstererek gülümserken elini uzattı.

"Merhaba millet ! Ben Meral !"

"Bende Hira." Dedim gülğmseyerek elini tutarken. Daha sonra elini Miraya uzattı.

"Saçlarının kendi rengi mi ?" Dedi Miranın elini sıkarken. Mira önce şaşırsada daha sonra kafasını salladı. Kim ilk kez gördüğü bir insana tanışma esnasında saç renginin gerçek olup olmadığını sorardı ki ?

Elini Rüyaya uzatıp sıkarken, "Pretty Little Liars'ta ki Aria'ya benziyorsun." Dedi. Rüya bir şey demeden sadece gülümsemekle yetinmişti. Sanırım o da Kenan'ın kardeşini böyle biri olarak hayal etmemişti. Dış görünüş olarak tamamen farklılardı. Kenan, Merale göre daha buğday tenliydi. Ayrıca gözleri renkliydi, saçlarıda kumraldı. Fakat Meral süt gibi beyaz teni, kahverengi gözleri ve kestane tonundaki saçları ile ondan ayrılıyordu. Karakter olarak ise en büyük ortak yönleri, deli dolu oluşlarıydı sanırım.

"Oktay! Hâlâ tay mısın sen ya !" Oktay sinirle göz devirirken, "Hâla komik değilsin." Dedi.

"Sen de hâlâ doktor değilsin. Uzatmakara mı kaldın be cakma doktor ?" Dedi Meral gülerken. Oktay y sabır çekerken, Meral hedefine Ezra'yı almıştı. Bakışları bir anda değişip sinsi bir hal aldığında, kaşlarımı çattım. Cübbesinin -ki cübbe olduğuna emin değildim.- şapka gibi olan kısmını kafasına geçirip, ağır ağabey tavırları ile yanımıza geldi.

"Ezra baba, hâlâ mı Polat Alemdar havası ?" Dediğinde dudaklarım arasından kopan kahkahaya engel olamamıştım. Ezra bana kısa bir bakış atıp, gülerek Merale baktı.

"Hiç büyümeyeceksin değil mi ?"

"Şimdilik öyle bir planım yok. Önümizdeki bir kaç asır kadar da düşünmiyorum." Dedi burnunu havaya dikip.

"Hadi hadi düş önüme başımın belası." Dedi Kenan, Merali kollarının arasına çekerken. Meral de kolunu ağabeyinin beline koyup ilerlemeye başladı. Arkasını dönüp bana göz kırptıktan sonra yine tutamadı dilini.

"Yenge sana bir ara Ezra ağabeyin üniversite maceralarını anlatayım." Derken Kenan bıkkınlıkla çekiştiriyordu Merali. Dıları çıktığımızda üzerindeki siyah örtüye tuhaf tuhaf baktı. Meral ağabeyinin bakışlarını görünce gülüp, siyah örtüyü çıkardı. Merali süzdüğümde şaşkınlıkla ve bşraz da hayranlıkla kalmıştım. Gri bilekleri dar, şalvar tarzında bir Adidas eşorfmanın altına siyah sitiletto giymişti. Üzerine ise siyah ince askılı bir büstiyer giyerek uzun kolyelerle kombinini bitirmişti. Fazla değişikti. Fakat enteresan şekilde de güzel duruyordu. Sanırım bunu da yalnızca Meral başarabilirdi.

"İçerideki masalardan birinden arakladım, mekan sahibi affetsin." Diyerek kapıdaki çam yarması korumanın koluna doladı. Adam şaşkınlıkla Merale bakarken, Kenana sabır diliyordum. Bu kızı zapt edememekte haklıydı.

🔱

Günler birbirini kovalarken, fazla yorucu günler geçirmiştim. Annem, anneannemin yanından dönmüştü. Babam, birikmiş işleri ile boğuşurken boş vakitlerimin çoğunu ona yardım ederek geçirmiştim. Şirketin 20.Kuruluş Dönümü için tüm hazırlıkları Mira ile halletmiş, kafasını dağıtmaya çalışmıştım. Durumu geçen günlere göre daha iyiydi. Doğukanın ısrarlarına rağmen her buluşma teklifini bir mazeretle ertelemiş, kafasını sakin tutmaya özen göstermişti. Tabi bu akşam buluşmalarımızda Oktay ile karşılaşıncaya kadar sürüyordu. Arkadaş ortamımıza ise yeni bir isim, yeni bir renk girmişti : Meral. Enerjisi ile bukunduğu ortamdaki negatif enerjiyi sömürüp, pozitif enerji salgılıyordu. Dobra dobra lafları ile insanı kendisinden çekindirirken, kalbinin güzelliğini görebiliyordum. Ruhu kirletilmemiş insanlardandı Meral.

Aynadaki yansımama son kez göz gezdirip odamdan dışarı çıktım. Balo gecesi gelip çatmıştı. Son dakika da ayarladığım elbise ile tereddütte kalırken, yırtmacını Ezraya göstermemekte kararlıydım. Fevri hareketlerde ve kasıtlı bir şekilde göstermek istemezsem elbisenin bacağındaki yırtmac belli olmuyordu. Göğsümün altındaki dekolteside cabası tabii. Alırken keşke deneseydim diye milyonuncu kez söykenerek salona girdim.

(Ezra ve Hira)

Babam siyah takımının içinde her zaman ki gibi annem ve Mirayı bekliyordu. Beni görünce önce gülümsedi daha sonra kaşları çatıldı.

"Kızım, memlekette kumaş yetmezliği mi var ? Bu yırtmaçla dekolte ne ?"

"Ya baba ! Lütfen, zaten Ezra'nın vereceği tepki beni geriyor. Bir de sen germe." Dedim yüzümü buruşturup. Babam yanıma gelip beni kolları arasına çekerken, anlımı öptü.

"Höst, geri dursun damat bozuntusu. Sen benim kızımsın. Benim söz söylemediğim yerde kendisine ne oluyor ?" Babamın sözleri ile gülğmserken, içime doğan güven ve yenilmezlik hissine sıkıca sarıldım. Hayatımda sadece iki erkeğin yanında böyle hissediyordum. Biri babam, diğer Ezra'ydı.

Annem salona girdiğinde güzelliği karşısında neredeyse büyülenmiştim. Giydiği siyah uzun elbise ile fazla zarif ve narin duruyordu. Her zaman ki Sedef Seren'di işte. Asile ve naif.

"Allahım, nasıl büyük bir sevap işledim ki bana böyle güzel kadınları hediye ettin." Babam ellerini açmış söylenerek anneme ilerlerken gğlerek onları izledim. İleride bizde Ezra ile böyle olabilir miydik acaba ? Derin bir nefes alırken yanlarına ilerledim.

"Hadi biz kapıya çıkalım, Mirada şimdi gelir." Dedim. Hep birlikte salondan çıktığımızda merdivenlerden gelen topuk sesleri ile aynı anda oraya baktık. Gözlerim şaşkınlıkla aralanırkem, hayran dolu bakışlarımı Mira'nın üzerinde gezdirdim. Giydiği siyah, yırtmaçlı elbise uzun bacaklarını zarif bir şekilde öne çıkarmıştı. İnce askılı oluşu omuzlarını ortaya sererken, daha kadınsı durmasını sağlamıştı. Sırtındaki derin dekolte bakanı bir kez daha baltıracak cinstendi. Saçı ve makyajı ile kesinlikle fevkalade olmuştu.

(Mira)

Bu gece Oktay'ın vay haline...

"Kızım, önceden de fazla alımlı ve güzel bir kızdın. Fakat şimdi görüyorum ki, o zamanlar minik bir tırtıl yavrusuymuşsun." Dedi annem de benim gibi hayranlıkla Miraya bakarken. Mira gülğmseyerek anneme bakarken, babam somurtmuştu. Mirayı kollarının arasına çekerken homurdandı.

"Ben kızlarımın bu kadar çabuk büyümesini istememiştim ki." Babamın söylediği ile hep birlikte gülerken evden çıkmıştık.

Kısa bir araba yolculuğunun ardından balo salonuna geldiğimizde babam ve annem organizasyonu kontrole gitmişlerdi. Salon tam istediğimiz gibi olmuştu. Girişte uzun varaklı şamdanlar, içeriye kadar uzanıyordu. Masalarda orkide ve şamdanlar yer alırken, klasik müzil orkestrası gece boyunca konuklara müzik ziyafeti sunacaktı. Babamın konuşma yapacağı kürsü ve şirketin dünden bugüne doğru gelişen sürecini anlatan kısa bir video için hazırlanan projeksiyon perdesi de hazırdı.

Kürsünün yanında duran kocaman tabeladaki 'Seren Holding' yazısını ve armasını incelerken, Ezra olmasaydı bugünü kutlayacamayacağımızı fark etmiştim. Babam batmanın eşiğine geldiğinde eğer Ezra'dan borç almasaydı acaba bu halde olur muyduk ? Hayatımın aşkını, başkentimi bulmuş olur muydum acaba ? Belki bu şekilde karşılaşmazdık ama önünde sonunda bir yerde elbet karşıma çıkacaktı. Biliyordum, çünkü o benim kaderime yazılan adamdı. Düşünce selimin ortasında, eski bir kayık üzerinde oradan oraya savrulurken, omzuma konan elle bu girdaptan çıkarıldım.

"Dalmışsın ?" Su'yun sesi ile ona dönüp gülümsedim sarılarak. Sedata 'hoş geldin' dedikten sonra Su ile muhabbet etmeye başlamıştık. Su'yun giydiği ateş kırmızısı mini ve askılı elbise göz alıcı derecede mükemmel göstermişti onu. Kimse onun bir çocuk annesi olduğuna inanmazdı. Zira fiziği mankenlere taş çıkaracak cinstendi.

(Su ve Sedat)

"Yakıyorsun yine ortalığı." Dedim gülümserken. O da benim gibi beni süzerek güldü.

"Dinime kğfreden müslüman olsa. O dekoltenin seksiliği ? Ayrıca yırtmacı da görmedim sanma." Dedi kurnazsa sırıtırken. Endişe ile dişlerimi dudağıma sapladım.

"Çok mu belli oluyor ya ! Ezra fark ederse, dolabımı ciddi bir bakıma sokar." Dedim. Bu halime gülüp geçerken misafirler yavaştan yavaştan gelmeye başlamıştı. Bizimkilerden izin isteyerek gelen konuklarla ilgilenirken, gözlerim Ezra'yı arıyordu. Kapıdan giren Rüya, Kenan ve Merali gördüğümde yüzümde oluşan sırıtmaya engel olamadım. Bu aralar Rüya ve Kenan olduğundan fazla yakındılar. İçten içe bu işte Meralinde parmağının olduğunu düşünüyordum.

"Hoş geldiniz." Dedim Rüyaya sarılırken. Giydiği siyah elbise iki parça gibi duruyordu. Eteğindeki pileli detay ve gömleğinin transparanlığı fazla dikkat dağıtıcıydı. Meralide öperken onun kıyafeti de her zaman ki gibi yine göz alıcı ve Meralce farklıydı. Kenana da hoş geldin dedikten sonra onları da Su'ların yanına gönderdim.

(Kenan ve Rüya)

Saat ilerlerken Ezra'nın ve Oktay'ın gelmemesi canımı sıkmaya başlamıştı. Çok geçmemişti ki salona gire Hayri bey ve Meltem hanımın yanında Oktayı gördüm. Beni görüdklerinde Meltem hanım gülümsemişti. İlk başlarda tutmayan yıldızlarımız şimdi birbirinden kopamıyordu. Ezra'nın hain oyunu sanırım tek güzel bir işe yaramıştı, Meltem hanım ile aramız düzeltmişti.

"Hira, güzelim. Bu ne güzellik böyle." Dedi beni beğeniyle süzerken.

"Teşekkür ederim Meltem anne." Dedim yanaklarımın kızarmasını engelleyemeden. Kimsenin yanında utanmayan ben kaynanamın yanında utanmadan edemiyordum. Bir kaç meraklı kadınların gözlerini üzerimizde hissederken Meltem hanım biraz daha bana yanaşıp, kulağıma fısıldadı.

"Şimdi çatır çatır çatlıyorlardır botokslu karılar. Dünyanın en güzel gelinini aldım diye." Söylediği ile dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Sanırım ben de dünyanın en şanslı gelini oluyorum." Söylediğimle kahkaha atıp annemlerin yanına ilerlediler. Oktaya baktığımda pür idkkat bir yeri izliyordu. Baktığı yere baktığımda Rüya ile konuşup gülen Mira'yı görmüştüm. Usulca yanına yaklaştığımda dişlerini sıkmış, kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu.

"Hayırdır Oktay ? Bir şey mi oldu ?" Dedim bilmemezliğe vururken. Sesimi duyup kendine gelirken genzini temizleyip bana döndü.

"Yo, hayır. Gayet iyiyim. Sadece merak ediyordum, ülke de kumaş üretimimi durdu acaba ?" Söylediğini anlasamda anlamamış gibi yaparak, "Anlamadım ?" Dedim. Elini boş ver dercesine sallayıp, ceplerine soktu. Mira'nın elbisesi fazlası ile canını sıkmıştı. Bizimkilerin olduğu masaya ilerleyecekken kolunu tuttum.

"Ezra neden gelmedi hâlâ, arayamadım." Dedim. Kararmış olan ruh hali daha da kararırken, sıkıntı ile ofladı.

"Ayhan ağabey yok ortada." Söyledikleri ile kaşlarım çatılırken, doğru duyup duymadığıma emin olmaya çalıştım.

"Nasıl Ayhan yok ?" Dedim sesimi yükselttiğimi fark edip, susarken. Kafasını iki yana sallayıp sıkıntıyla cevap verdi.

"Dünden belli ortada yoktur. Ağabeyim her yerde arıyor ama sanki yer yarıldı yerin içine girdi. Daha önce hiç böyle yapmamıştı." Dedi. Kaşlarım çatılırken gerçekten endişelenmiştim. Ayhan, Ezra'nın sağ koluydu. Hatta yeri geldiğinde ağabey-kardeş ilişkisine bile dönüyordu ilişkileri. Her ne kadar dile getirmesem de bende severdim Ayhanı.

"Ağabeyimde birazdan gelir. Ayhan ağabeyi sorduruyordu tanıdıklarına."

"Koskoca adam nereye gidebilir ki ?"

Omuzlarını silkerken, "bilmiyorum." Dedi. Bakışları kapıya kaydığında, "Ağabeyim geldi." Dedi. Hızla arkamı döndüğümde Ezrayı görmüştüm. Siyah takım elbisesinin içinde gerçek olamayacak kadar mükemmel duruyordu. Sert duruşu, yıkılmaz görüntüsü ile herkesin dikkatini çekmişti. Açık bir şekilde Ezraya gözlerini dikmiş, inceleyen kadınları öldürme isteğimi geri plana itip, sevdiğim adama ilerledim. Yüzündeki sert ve gergin ifadeden canının sıkkın olduğunu anlamıştım. Yanına vardığımda kollarımı boynuna dolarken, bekletmeden kollarını belime sardı.

"Ayhanı bulabildin mi ?" Dedim merakla. Sıkıntı ile derin bir nefes verip, burnunu saçlarıma gömüp derin bir nefes olarak geri aldı.

"Bulamadım. Yer yarıldıda içine girdi sanki. Yoktur ortada." Geri çekilip yanaşına küçük bir öpücük kondurdum. Bu çevredeki kadınlara onun kime ait olduğunun bir göstergesiydi.

"Koskoca adam Ezra. Hemen kötü düşünmeyelim." Dedim sakin bir tonda. Kafasını iki yanna sallarken, gözlerime baktı. Orada geçen karartıyla yutkundum. Ezra Ayhana gerçekten değer veriyordu. Onu bir ağabey yurduna koyarak seviyordu.

"Eğer karanlık bir dünyan varsa, iyi düşünmek gibi bir lüksün olamaz Hira."

"Eğer karanlık dünyanı aydınlatacak bir ışığın, Şebefruzun varsa; iyi düşünmek gibi bir lüksün muhakkak vardır." Söylediğimle dudaklarında ufak bir gülümseme oluşurken elimi kavradı. Birlikte ailelerimizin ve arkadaşlarımızın olduğu masaya ilerlerken hayranlık ve imrenme dolu bakışları üzerimizde hissediyordum.

"Tü tü tü maşallah. Allah nazarlardan, kem gözlerden korusun." Meralin Sultan teyze (Ezranın çalışanıydı hatırlarsanız) misali söyledikleri herkesi güldürürken, Ezra ve ben sadece tebessüm etmiştik, ikimizin de aklında şu an Ayhan vardı.

Gecenin ilerleyen vakitlerinde babam konuşmasını yapmış, kadehler kaldırılmıştı. Herkes kendi arasında sohbet ederken hazırlanan video izlenmişti. Konuklar teker teker ayrılırken, Ezra'nın yanına ilerledim.

"Bir haber yok mu ?" Dedim çenemi omuzuna yaslayıp, boğaz manzarasını izlerken. Camın üzerinden bakışlarımız kesişti.

"Yoktur." Dedi sıkıntılı bir sesle. Derin bir nefes alıp verdiğimde, göğsüm sırtına temas etmişti. Kaşları bir şeyi hatırlamışcasına çatılırken, bana döndü. Şimdi yüz yüzeydik.

"Ayrıca o elbise ne Hira ? Hep birlikte Ezra'yı çıldırtalım diye plan mı yaptınız ? Ezra Erdem nasıl çileden çıkarılır adlı kompozisyon yarışması olsa açık ara farkla birinci olurdun güzelim." Dişlerini birbirine bastırırken, içeriye çöken yanaklarına baktım hayranlıkla.

"Sinirlendiğin zaman fazla yakışıklı oluyorsun." Dedim dalgaya vhrmaya çalışarak. Şu an kalbim küt küt atıyordu. Aslında haklıydı elbisem bana göre fazla cesur bir elbiseydi. Ben bile içinde rahat değildim.

Kendime not 2 : elbise alırken mutlaka dene !

Arkada bir kargaşa olurken oraya döndük. Bir bardağın kırılma sesi geldiğinde Merali ve Devrimi birbirlerine sinirle bakarken görmüştüm. Yanlarına ilerlediğimizde Meral elini beline herleştirmiş, sinirle Devrime bakıyordu.

"Aman gömleğini yesinler. Yıkanır geçer. Boş tenek gibi ne gürültü yapıyorsun ?" Devrim şaşkınlıkla Merale baktıktan sonra kendine gelip kaşlarını çattı. İnsanların genel olarak Merale karşı ilk tepkileri hep böyle oluyordu.

"Küçük hanım şarabınızı üzerime döken sizsiniz. Özür bile dilemediniz." Dedi sabırlı olmaya çalıştığını belli eden bir tonla. Üzerindeki gömleğin kırmızıya çalan rengi ile kurbanın Devrim olduğunu anlamıştım.

"Helyum balonu gibi şişirdiğin, protein tozu ile beslediğin vücudunu gere gere ortadan dolanmak yerine gözünün önüne baksaydın, bana çarpmayacaktın." Dedi Meral kendini savunurken. Devrim alayla Merale baktıktan sonra bir anda gömleğinin düğmelerini çözüp, şaşkın bakışlarımız altında gömleğini çıkardı. Meral bile bu durum karşısında dumura uşrarken, Devrim alayla sırıtıyordu.

"Kimin vücudu protein tozu ile besleniyormuş duyamadım ?" Dedi göğsünü gererek. Yiğidi öldür hakkını yeme demişler. Adam da Hulk gibi bir vücut vardı. Ezra'nın ondan kalır bir yanı olmadığını biliyordum ve açıkcası ilgimi tek çeken vücutta onun vücuduydu.

"Birader, sen kimin karşısında soyunuyorsun hayırdır ?" Kenan bir kaç adımla öne çıkacakken, Rüyanın koluna yapışması ile durmuştu. Devrim ona aldırış etmeden gömleğini Meralin kolları arasına bırakıp, ne zaman çıkardığını bilmediğim ceketini eline aldı.

"Yıkat, ütület. Alırım bir ara." Dedikten sonra salonda çıkıp gitmişti. Dut yemiş bülbül gibi kalırken, Meral hâla Devrimin arkasında bakıyordu. Sonra usulca bize döndü.

"Vay anasını lan. Herif iyi posta koydu." Dedi ıslık çalarken. Bu haline hepimiz gülerken salonda yankılanan hoparlör sesi ile kulaklarımı kapattım.

"Bu ne !" Diye söylenirken işittiğim seslerle projeksiyon perdesine döndüm. O an olan olsu işte. Gördüklerim kanımın çekilmesine neden olurken Ezra bir kaç adım öne atılıp, pür dikkat ekranı izlemeye başladı.

Ekranda oynatılan videoda Ayhan vardı. Elleri iki yanında duvara sabitlenmiş bir şekilde duruyordu. Fazlası ile hırpalanmıştı. Vücudu darbelerle doluydu. Bir anda ekranda beliren maskeli adamla çığlık atmıştım. Benimle birlikte diğer kızlarında bağırdığını işitmiştim. Dizlerim titrerken ekrandaki kişinin kim olduğunu biliyordum. 'Çığlık' filminde kullanılan maskenin altındaki kişi 'Çığlık'tı.

"Hello everybody !" Sesi fazla kalın ve boğuk gelirken, bunun ses değiştirici bir aletten kaynaklı olduğunu anlamıştım.

"Bak burada kim var Ezroş!" Dedi kahkaha atarken. Daha sonra doğrulup Ayhanın yanına ilerledi. Ayhan yarı baygın yarı ayık bir şekilde ekrana bakarken, midemin burkulduğunu hissettim. Hiç iyi görünmüyordu.

"Adamların çok sıkıcı Leyli Tarık. Ve bende sıkılınca huysuzlanan bir adamım. Ve şimdi sıkıldım !"

Ezra derin derin nefes alıp verirken, yumruklarını sıkmış bakışlarını projeksiyon perdesinden ayırmıyordu. Yanına gidip, elini tutmak istiyordum ama bunu yapacak gücü kendimde bulamıyordum.

"Bu yüzdeeeennnn.... Ayhancık ile oynamaya karar verdiiiimm !" Dedi küçük bir çocuk gibi ellerini birbirine çırpıp. Kalbim aşzımda atarken, kusmak ve bayılmak arasında mekik dokuyordum.

Çığlık elinde bir aletle Ayhana yaklaştığında dizlerim artık tir tir tiriyordu. Daha fazla ayakta kalamayacağımı anladığımda, dizlerimin üzerine çökmüş öylece ekranı izliyordum diğer herkes gibi.

"Buraya bir kuş konmuş..." Dedi Ayhanın avucunu açarken. "Bu vurmuş..." Dedi ve acımadan baş parmağındaki tırnağı çekti. Ayhan acıyla çığlık attığında gözlerim ve ağzım dehşetle aralanmıştı. Vücudum titriyor tepki veremiyordum. Ailemin veya arkadaşlarımın nasıl olduğuna bile bakamıyordum.

"Bu yolmuş..." Dedi ve yüzük parmağındaki tırnağı da çekti. Ayhan tekrar çığlık atarken ellerimi kulaklarıma kapattım. Fakat sesler kulağıma hala doluşup, zihnime süzülüyordu.

"Bu pişirmiş..." Dedi ve yeni bir çığlık daha koptu. Ellerimi kulaklarıma iyice bastırırken ileri geri sallanıp duruyordum. Ayhanın çığlıklarını duymak istemiyordum, bu kabustan bir an önce uyanmak istiyordum.

"Bu yemiş..." Ve bir çığlık daha. Sesler kesilirken korkarak ellerimi kulaklarımdan çekip projeksiyon ekranına baktım. O an korku ile kalakalırken, sanki Çığlık ile göz göze gelmişim gibiydi. Vücudumu bir uyuşma alırken, tüm fonksiyonlarım işlevlerini kaybetmişti.

"Bu da Cehennemden gelmiş demiş ki : Hani bana hani bana ?" Son tırnağıda kopardığında Ayhan bayılmıştı. Sonra kameraya iyice yaklaştı ve konuştu.

"Senin de canının yanacağı gün gelecek Leyli Tarık. Canını öyle bir yakacağım ki, canını almam için yalvaracaksın. Ama ben senin ölmene asla izin vermeyeceğim. Acı içinde bir hayat süreceksin. Şebefruzuna iyi bak Erdem ! Çok iyi bak..."

Ve video kapanıp ekran karanlığa büründü. Hayatımız gibi...

----------------------------------------------------------------------

Herkese merhaba :) bölüm geç geldi biliyorum. Fakat okul beni çok yoruyor ve bu bölümü yazarken niyeyse çok zorlandım. Hamlamışım galiba. Saat 01.03. Bölüm bitti. Bende bittim o ayrı mesele. Tam tamına 11 bin küsür kelimelik bir bölüm oldu. Yazdığım ve yazacağım en uzun bölüm bu sanırım 😂 yeni bölüm tarihi yok, ne zaman yazarsam o zaman gelir.

Bölüm ; MrlKnn 'a özel olarak ithaftır. (kendisi meral karakterini canlandırıyor.)

Bana ulaşmak isteyen olursa ; İnstagramdan.

Kişisel hesabım : tugba0dagdelen

Şebefruz hesabım : td.wattpad

Bu arada... HAYIR İŞLEMEYİ SEVEN BİRTANECİK OKURLARIM BANA YENİ İSMİMİZLE KAPAK YAPSIN. TŞK. SLSLSKSKS

SİZİ SEVİYORUM ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 42.6K 30
BÖLÜMLER (TEMELDEN) DÜZENLENMEYE ALINMIŞTIR!! KİTABI OKUYUP BİTİREN OKURLARIM, KURGUDA OLDUKÇA DEĞİŞİKLİK OLACAĞI İÇİN TEKRAR OKUYABİLİRSİNİZ:) 11.11...
4M 247K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
1M 55.7K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
19.7K 1.9K 37
Bu hayatta herkesin bir yasak elması olmuştu. Havva'nın büyük bir istekle dalından koparmak istediği, pamuk prensesin güzelliğine dayanamayıp bir ısı...