MİHRİCAN #Wattys2017 (Akademi...

By emineTanrgan

2.3K 1K 819

Bir hayal kurdum. Kendime söz verdim. Ve inandım... Sonuçta, tüm bunların peşi sıra gelen bir başarıyı kucakl... More

BİRİNCİ BÖLÜM /BİRİNCİ KISIM
BİRİNCİ BÖLÜM/İKİNCİ KISIM
İKİNCİ BÖLÜM/BİRİNCİ KISIM
İKİNCİ BÖLÜM/İKİNCİ KISIM
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM/ BİRİNCİ KISIM
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM /İKİNCİ KISIM
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM /BİRİNCİ KISIM
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM /İKİNCİ KISIM
BEŞİNCİ BÖLÜM
YEDİNCİ BÖLÜM
SEKİZİNCİ BÖLÜM
DOKUZUNCU BÖLÜM
İMZA GÜNÜM

ALTINCI BÖLÜM

88 55 69
By emineTanrgan


*** Merhaba Sevgili Mihrican okuyucuları... Yeni bölüm ile yepyeni bir heyecan da sizleri bekliyor... Oy, eleştiri, yorum ve önerilerinizi bekliyor olacağım. Kitabımı kütüphanenize eklerseniz yeni bildirimler alacaksınız. Keyifli okumalar dilerim.😊***

   Zaman geçiyordu. Acılara, sevinçlere, gözyaşlarına aldırmadan takvimden yapraklar savruluyordu. O gün Senem’in kaza geçirmesinin on yedinci günüydü. Senem’in durumu iyiye gitmesine rağmen hâlâ hastanedeydi. Bu durumda hastane masrafları giderek artıyordu. İlaç masrafları, yatış ve diğer ihtiyaçlar derken elde avuçta ne varsa gitmişti. Eve komşuların gönderdikleri bir kap yemek ve fırından daha ucuza alabildiğimiz bayat ekmeklerle karnımızı doyuruyorduk. Anneannem Senem’in taburcu olabilmesi için senet imzalamıştı. Hiçbir zaman bir arada göremediğimiz kadar para lazımdı. Anneannemi hiç bu kadar perişan ve biçare görmemiştim. Ona sahip çıkamamıştı ama günahını fazlasıyla ödüyor diye düşünüyordum aptalca!
...

   Zarife çok umutsuz ve çaresiz kalmıştı. Hastanede tanıştığı varlıklı bu kadınla işbirliği yapmak zorundaydı. Onunla giderek daha sık görüşüyor ve bu görüşmeleri torunlarından saklıyordu. Tek başına vereceği bu karar Mihrican’ı belki de tamamen kaybetmesine neden olacaktı. Ama en azından ileride yaptığı bu eylemin ne kadar doğru olduğunu anlayacağını ümit ederek ‘evet’ dedi.
Torunlarını çok seviyordu. Nihayetinde biricik kızının emanetiydi onlar. Ama Mihrican’ın yeri onun kalbinde başkaydı. Ne kadar kızsa da, öfkeye kapılsa da onun bu hırçınlıklarına göz yumacağı bir sebebi vardı. Kızını kaybetmeden önceki yaşanılan onca acı olaylar Mihrican’ın gözünün önünde cereyan etmişti. Tam olarak aklı ermeseydi de elbette zihnindeki kopuk parçalar onu hayatta kalanları sorumlu tutacak kadar yeterliydi. Evet, Zarife en az kızı kadar mağdur bir kadın olsa da Mihrican ona bu sıfatı yakıştırmıyor ve suçlulardan biri olarak görmeyi yeğliyordu.

   Çaresiz anneannem kimbilir ne kadar düşünmüştü, ne kadar ağlamıştı. Bunu yapmak istemezdi biliyordum. Ama ne yapsındı ki? Zor bir karar sürecinden geçip nihayetinde - evet- demişti gönülsüzce. O paraya ihtiyacımız vardı. Verdiği bu karardan habersizce ben onun saçlarına daha fazla ak düştüğüne ve yüzündeki çizgilerin daha da belirginleştiğine şahittim. On dört yaşındayken bana bu hayatı reva gördüğü için onu suçlayacaktım. Ama almak zorunda kaldığım sorumluluklarım beni olgunlaştırmıştı.

   Anneannemin nereden getirdiği belirsiz o parayla tüm borçlarımızı kapatmıştık. Mutluydum. Çünkü artık bayat ekmek yemek zorunda değildik. Senem nihayet hastaneden çıkmış ve aramıza dönmüştü. Evdeki matem havası gitmiş, yerine neşe ve sevinç dolmuştu. Anneannemin bu mutlu aile tablosunu neden buruk bir figür ile tamamladığını anlayamasam da üzerinde durmamıştım. Ona karşı olan duygularım değişmemişti. Değişen tek şey ona olan öfkemi yansıtmıyor olmamdı. Yazık ki anneannem benim değiştiğime inanıyordu. Değişmiştim evet, ama bu defa riyakârlık yapıyordum.

   Nermin bu süreçte hep beni teselli ediyordu. Hastaneye pek gelemese de okulda beni hiç yalnız bırakmamıştı. Ona olan sevgim artıkça artıyor ve giderek onu kaybetme korkusu sarıyordu.

   Ders notlarım yeniden düzeliyordu. Buna en büyük etken Nermin’in bitmek tükenmek bilmeyen nasihatleriydi. Giderek aramızdaki yaş farkı belirginleşiyordu. Onda hoşlanmadığım tek şey ergin bir insan gibi davranmaya başlamasıydı. Bir anne gibi öğüdünü dinlemekten ne yalan söyleyeyim bıkıyordum. Benden adam olmazdı. Niye durumu vahim bu kız için dil döküyor saatlerce tepemde iyi olalım diye ısrar ediyordu ki?

   Kavga yoktu! Plan kurmak yoktu! Nermin şeffaf biriydi. Ama ben onun kadar dürüst olamıyordum. Evcilik oynamak gibi bir şeydi bu bana göre. Öte yandan ters giden bir şeyler olduğunu sezinliyordum. Nermin her ne kadar bana mutlu olduğunu söylese de ona giderek daha az inanmaya başlamıştım. Bir sıkıntısı vardı ve bunu gizlemek zorundaydı. Artık emindim. Zira bir teneffüs boyunca omzuma yaslanıp hüngür hüngür ağlamıştı. Onunla bu konu hakkında konuşmaya karar verdim. 
“Nermin, biliyorum. Artık gizlemene lüzum yok! Sen mutlu değilsin.  Benimle paylaşmaktan kaçındığın ciddi bir sorunun var. Biz dost değil miyiz? Ne olur yüzün biraz olsun gülsün.”

   Nermin elindeki kalemi evirip çevirerek beni dinlemişti. Bana karşı davranışlarının soğuk olduğunu düşünmememi istiyordu.
“Can, sen benim hayatımın şifresisin. Kendimi sende çözdüm ve mutlu olmayı, gülümsemeyi sende öğrendim. Hayatın güzel taraflarını sende keşfettim. Garip hallerimin olduğunun farkındayım. Sen kardeşten ötesin benim için. Hayatımla ilgili sırları bir gün öğreneceksin. Ama şimdilik kapatalım bu konuyu ne olur. Hadi kalk! Seninle bugün güzel bir yere gideceğiz. Okulu kırmayacağız ama küçük bir kaçamak yapacağız.
Onun bir nebze olsun yüzünün güldüğünü görünce ben de mutlu olmuştum. Ona sıkı sıkı sarıldım ve kol kola yürümeye başladık.
“Demek kaçamak ha iyi bakalım. Ne dersin menderese gidelim. Ama biliyorsun ben de metelik yok! Nasıl eğleneceğiz?”
Nermin nihayet içten bir gülümsemeyi bana bağışlamıştı. Kolumu çimdikleyerek;
“Sorun değil, budala bende yeterince var. Hazırlıklı geldik herhalde. Hadi yepyeni bir heyecan sana, kaçalım…”

   Nermin ile belediye arabasına binip uzun uzun yol keyfi yapıp nihayet baraja gelmiştik. Benim çılgınlıklarım Nermin üzerindeki tüm ağırlığı götürmüştü. Faytonla gezintiye çıktık. Çok eğlenceli bir turdu. Arkasından barajın kenarında bici bici yedik. Sonrasında motora binip sevgi adasına gittik. Yorulmuş ve çok acıkmıştık. Yol kenarında kaynamış mısır satan bir yaşlı amcadan iki mısır alıp yiyerek luna parkta gittik. Gondola bindik, resim çekildik, atış yapıp, trene bindik. Son olarak çarpışan arabalara bindik. Ben ona o bana çarpa çarpa eğleniyorduk. Bu ömrümde yaşadığım en mutlu günüm olsa gerekti. Nermin’e bana bu güzel günü hediye ettiği için ne kadar teşekkür etsem az. Onunla olmak ayrı bir neşeydi. Yine de çarpışan arabada onun yüzündeki derin yorgunluk ve sessiz serzenişleri hissetmemek mümkün değildi. Neden bu kadar acı çekiyordu ki? Benimle olmaktan mutlu olduğunu bilmesem kusuru kendimde arayacaktım. Sonra bir ara o derinlik giderek attı ve bir anda yüzünün ifadesi değişmeye benzi atmaya başladı. Ben tiz bir çığlık attım. Burnundan kan geliyordu. Bayılacağını anlayınca kızılca kıyamet koptu.
“Durdurun, durdurun diyorum size! Nermiin! Ne olursun kendine gel! Nerminn!”

   Kendimden geçip küfürleri saymaya başlayınca arabalar durduruldu. Ben ona ulaşmak için kalabalığın arasından sıyrıldığımda, o kanlar içinde yığılmıştı. Kendimden geçmiştim. Gözlerimi evimde açtım. Anneannem yoktu. Saliha ve Senem’in de ağlamaktan gözleri şişmişti. Hemen doğruldum. Onlar bir anda üzerime atlayıp bana sarıldılar. Ben kendimi kurtarırken bir yandan da Nermin’i soruyordum:
“Nermin, iyi mi?”
“Ablacığım o iyi. Sen onu düşünme şimdi. Sen nasılsın onu söyle?”
Ben bir anda iki defa bayıldığımı hatırladım. İkinci defa bayıldığımda hasta hanedeydim. Bir anda sinirlerim harap bir halde çığlık çığlığa Saliha’ya bağırdım:
“Hayır! Yalan söyleme seni geri zekâlı! O iyi değil! Kanser, kanser o! Bu ne demek sen biliyor musun? O ölecek demek, canımın yarısı toprağa girecek demek! Yok olacak ben de onunla birlikte yok olacağım demek!”
Saliha biliyordu her şeyi. Senem’i de kollarının arasına alarak bana çıkıştı:
“Yeter abla! Kendine gel! Senem’i de korkutuyorsun. Her şeyin bir çaresi bulunur. Düşünceli ol biraz.”

   Kalbim sızlıyordu. Dünyam yeniden kararmıştı. Onsuz geçireceğim yılların ihtimali sardı tüm benliğimi. Sıkıştım… Bunaldım… İçimde kor ateşler yandı.

   Öyle zor günler kovaladı ki beni, her şeyin üzerime üzerime geldiğini gördüm.
Onsuz günler geçer mi diye sorduğum günden bu yana bir hafta geçip gidivermişti. Nermin okula gelemiyordu artık. Hastanede kemoterapi görüyordu. Onu çok fazla göremiyordum. Aslında bunu Nermin istemişti. Kendisini o halde görmemin benim huzurum açısından iyi olmayacağı kanaatine varmıştı kendince. Bense bu aptalca fikre Nermin için katlanıyordum. Bir haftadır onu yalnızca bir defa hastanede görebilmiştim. Onun dışında anneannem izin vermemişti. Ve -Nermin’in isteği bu- diye birde kılıf uyduruyordu. Onu çok özlemiştim. Nede olsa her hafta okulda hafta sonları da dışarıda görüşüyorduk. Şimdi ise bir yıldır bu, ilk uzun süre görüşmeyişimiz. Zordu. Sokaklarda gezmek eskiden olduğu gibi bana iyi geliyordu. Yine sokaklarda avare avare dolaşıp sonunda eve dönmüştüm. Hemen tavan arasına çıktım. Hiç bir suratın yüzüme dokunmasını istemiyordum çünkü.

   Gün batmıştı. Ben hâlâ pencereden dışarıyı seyrediyordum. Anneannem içeriye girip usulca omzuma dokundu. Dalarak küçülmüş olan gözbebeklerim bir anda büyüdü.
“Ne yapıyorsun saatlerdir bu mahzende? Sıkılmıyor musun hiç?”
“Ne önemi var ki? Ben zaten bir ölüyüm, fark etmez!”
“Ne diyorsun Mihrim? Hiç öyle şey olu mu? Sen benim kıymetlimsin. Canımın cananısın sen. Ben seni kaybetmeyi ne zaman göze aldım ki gızım? Sen benim için hâlâ hoyrat bir kır çiçeğisin.”
Onu dinlemiyordum. Artık ona karşı nasıl bir tavır takınacağımı bile bilmezken! Aslına bakarsan bu umurumda bile değildi. Şu aralar zihnimi meşgul eden tek şey Nermin’di. O iyi olsundu anneannemin ayaklarını öper, onun kölesi bile olurdum.
Benim onu dinlemediğimi anlayınca asıl meseleye değinmeye karar vermişti.
“Gadanı aldığım, sana sevineceğin bir haber verim de o gül yüzün gülüversin azıcık.”

   Bu konu Nermin ile ilgiliydi. Ona hemen kulağımı verdim. Bana Nermin’in ertesi gün hastaneden çıkacağını söyledi. Ve bizim onun ziyaretine gidebileceğimizi de ekleyince dünyalar benim oldu. Ben çığlık çığlığa anneannemin boynuna atıldım. Onu öyle çok sıkıyordum ki kadın nefessiz kalmıştı. Hemen kendimi geri çekip gülümseyerek,
“Sağ ol! O artık iyi olacak değil mi?”
Anneannem ümitlerimi kırmamaya özen gösteren cümleler seçmişti:
“Öyle tabi. Bu illetin de tedavisi varmış amma, ecnebilerin memleketine gitmesi gerekiyormuş.”

   Bu neydi şimdi. Tam onu kazandım derken yeniden kaybetmekti bu. Yeniden yıkılıştı. İnleye inleye ağlamaya başlamıştım. Çocukçaydı belki ama tüm safiyetimle onun gitmemesi için dualar ediyor anneanneme bir şeyler yapmamız gerektiğini söylüyordum. Bana mecburen bir yolunu bulacağına söz verip de kurtulmuştu. Ama asıl konu onun gitmesi değil, gitmek için gerekli olan paraydı. Çünkü çok iyi durumda olmadıklarını biliyordum. Maddi sıkıntılarından söz etmişti. Bu durumda yardıma ihtiyaçları vardı.

“Deryacığım, bu Amerika ya yatış işlemleri için ne kadar para lazım bunu biliyorsun değil mi? Sana bunu söylemek istemezdim ama durum çok ciddi görünüyor. Biz elimizden gelen yardımı yapacağız, komşuluk ölmedi ya. Ama sen yine de bunca parayı bulabilmek için uzun bir süre daha beklemek zorundasın. Ne var ki kızın durumu çok ağır biliyoruz.”

   Gözü yaşlı kadın komşusu Fatma’yı dinlerken acılar içinde inliyordu. Ne yapabilirdi ki?  Evi satmayı düşünüyordu. Kızının sağlığından başka hiçbir şey düşünecek halde değildi.
“Ah Fatma ah! Ben hemen bu evi elden çıkarmayı düşünüyorum. Bu evi satmaktan başka çarem yok.”
“Ne yaparsın komşum? Başka türlüsü, ah, keşke mümkün olsa!”

   Derya hanım, ağlamaktan kızarmış ela gözlerini elinin ayasıyla kapayarak, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Düşünecek ne kalmıştı ki? Her şeye razıydı artık. Yeterki bir an evvel kızı iyi olsundu. Konuşacak mecali olmamasına rağmen kendini toparlayarak bir iki şey söyleyebilmişti:
“Kızım kanser Fatma. Ve bu maraz ikinci evresinde. Eğer biraz daha beklersem çok geç olabilir. Bu sebeple zamanın kıymetli olduğunun farkındayım. Ne kadar çalışıp didinsem de bu parayı bulamayacağımı biliyorum.”

   Fatma gözyaşlarıyla komşusuna sarılmış, ona teselli vermeye çalışıyordu. Anneannem ise bir köşede oturmuş onları dinlerken ben de kapının eşeğinde onlara bakıyordum. Evet, evi satma fikri güzeldi. Fakat ele geçecek olan para yeter miydi, bilmiyordum. Her ne olursa olsun Nermin o tedavi için gidecekti. Ve yine de bir umut vardı. Bu da beni buruk da olsa mutlu etmişti.

   Nermin’in odası iki kapı ötedeydi. Oraya doğru yürürken yüzümdeki ifadeyi değiştirdim. Onu yatakta; benzi solgun ve umutsuz bir safiyetle görünce boynuna atıldım. Ağlamamak için kendime ve Derya teyzeye söz vermiştim. Nermin’i tanıdığımdan beri onu hiç bu kadar huzursuz görmemiştim. Ölü gibiydi. Baygın ve halsiz görünüyordu. Şaşkınlığımı gizleyip gülümsedim:
“Oh, Nermin! Çok iyi görünüyorsun. Ne güzel! Bir de ayaklanırsan hiçbir şeyciğin kalmaz.  Seni çok özlemişim. Bizi çok korkuttun. Demek sırrın buydu hım. Ama şimdi çok iyi görünüyorsun. Sana yeniden sarılmak ve seni ne çok sevdiğimi söylemek hayal değilmiş meğer. Sen bu hastalığa yenilmeyecek kadar dirayetli bir kızsın. Gör bak daha çok güzel anılarımız olacak.”

   O anda onca sözü sarf etmek benim için kolay olmadı. Ama yine de benim oynadığım bu oyunu Nermin’in idrak etmemesi mümkün değildi. Zira çok büyük oynuyordum. Öyle ki o da bu oyuna iştirak etmişti. Bana gülümseyerek;
“Ellerini ver can!” dedi ve yutkunarak devam etti:
“Sana ellerini bana uzatmanı istediğim ve beraberinde birbirimize söz verdiğimiz günü hatırlıyor musun?”

   Ben gülümsemeyi suratımdan düşürmüştüm. Karnıma müthiş bir sancı girmişti. Üzüntü ve sinir bozukluğundan dolayı kıvranıyordum. Ona ellerimi vererek, -evet- diyebildim.
Akabinde devam etti:
“Hastalığımın ciddiyetini öğrendiğim zaman bu kararı almıştım. Ve seninle birlikte verdiğim sözü tutmayı istedim. Aslında istediğim tek bir gerçek vardı. Ölünce arkamda beni güzel anacak bir dost bırakmak. Belki bencilceydi bu ama böyle bir dostluğa yaşadığım sürece öyle çok ihtiyacım vardı ki. Beni anlıyorsun değil mi?”

   Ben iyiden iyiye duygusallaşmıştım. Ama duygularıma gem vurmaya alışkın olmamdan ötürü bir tecrübem vardı. Gözyaşlarımı içime akıtmayı daha küçük yaşımda öğrenmiştim. Soğukkanlılığımı koruyarak sakince Nermin’in ellerini bıraktım. Gözyaşlarını silerek ona;
“Seni çok iyi anlıyorum. Ama ölümü düşünmek için çok sabırsızsın. Şimdi her şey çok yeni. Daha önünde bir tedavi süreci var. Bununda üstesinden geleceğine tüm kalbimle inanıyorum. Ayrıca sen çok şanslısın. Senin için gözünü kırpmadan her şeyini hiçe sayacak bir ailen var. Bak bana! Hasta değilim belki ama benim de yitirdiğim iki güzel insan var. Şimdi anne ve babamın olması için neler vermezdim? İyi şeyler düşün Nermin. Kötüyü sil at kafandan. Biz beraber yaşlanacaktık, ahretlik olacaktık unuttun mu? Bunları hatırla ve ümidini asla yitirme! Amerika’ya gideceksin ve benden daha sağlam olarak döneceksin!”
Nermin ile uzun uzun konuşmuştuk. Nihayet onu güldürmeyi bile başarmıştım.
“Nermin, Amerika’ya gideceğin güne daha var ama ben şimdiden senin yokluğunun burukluğunu hisseder gibiyim. Oraya gidince bana yazarsın değil mi?”
“Tabi, hem de her gün!”

Continue Reading

You'll Also Like

125K 8.9K 89
Öğretmen ama AŞKA ÖĞRENCİ (Texting) • Anaokulu öğretmeni olan Beyza yoğun bir sene geçirdiği için yeni dönemde dinlenmek için görev değişikliği yapmı...
402K 31K 10
Boş kalan son sayfa dolmadan, kibritler yere saçılmadan, yanan son mum sönmeden, bu yabancı duman her yanımızı sarmadan ve onlar beni bulmadan bul be...
1.7M 101K 62
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
2.3M 74.8K 58
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...