Venom // SeKai

By Touchuumaru

1.4K 126 43

''... düşünmeden edemiyorum. Günlerdir düşünüyorum evet belki günler olmadı ama olacak biliyorum. Yazık ki bi... More

Tanıtım.
2- Dördüncü türden bir karşılama

1- Şüphe

488 43 21
By Touchuumaru


Yağmurda araba kullanmaktan ya da yağmur yağarken dışarı çıkmaktan ya da yağmurun yağdığını bilmekten hoşlanmıyorum. Aslında bunun kendisi bile huzurumu kaçırıyor. Silecekler bir sağa bir sola dönüp duruyor, gökyüzünde kara bulutlardan başka bir şey görünmüyor. Yarım saatten fazladır sürüyorum. Yağmurun cama vurup da çıkarttığı seslerden rahatsız olup elimi dışarıya uzattığımdan beri, bileğimden dirseğime kadar bir ağrı hissediyorum. Koluma çarpan dolu yüzünden yüzümü ekşitirken, az ileride bana tarif edilen fırını görüyorum: İlk hecesinin ışığı sönmüş bir tabela "CARMEN", bana bir fırından çok pastaneyi andırıyor. Dolu ne kadar sürecek bilmediğimden ve arabamı mahvetmek istemediğimden, fırının yanındaki kapalı otoparka doğru hızlanıp, girişteki otomattan bir bilet aldıktan sonra otoparka giriyorum. Alt kata inip birkaç tur attıktan sonra boş bir yer bulup, inmeden önce torpidoya doğru eğilip tabancamı alıyorum.

Siyah büyük şapkam, düğmelerini iliklemediğim kareli, yeşil gömleğim, altında siyah tişörtümden başka bir şeyim yok. Yağmura yakalanmayı ya da dolu yağarken dışarıda yürümek zorunda kalmayı beklemiyordum. Üst kata doğru çıkarken sol bileğim hala zonkluyordu. Botlarımın demir merdivenlerde çıkardığı sesleri azaltmaya çalışırken, deri pantolonlarıma vuran soğuğu hissettim. Otoparkın girişinde biriken doluları görüyordum, görünürde insan yoktu, işi olmayan kim bu havada dışarı çıkar ki?

Kollarımı birleştirip açık havaya çıktım. Beş ya da altı adımdan sonra başımın üstünü büyük bir şemsiye sardı. Kaldırımdan tarafta bir adam, elinde tuttuğu büyük bordo şemsiyesiyle yanımda yürümeye başladı. Diğer elinde içinde termos olduğunu sandığım bir poşet taşıyordu.

"Biraz daha dikkat etmelisiniz, bu havada böyle giyinmek. Sanırım fazla koşturmaktan hava durumuna bakacak kadar vakit bulamıyorsunuz, dedektif."

"Tanışıyor muyuz? Bürodan değilsiniz."

"Tanışmıyoruz. Ben Kai, elimi uzatmak isterdim ama görüyorsunuz. Vaktiniz varsa bir çay ikram edebilirim." dedi.

Beyaz tişörtünü kırmızı kareli pantolonunun içine vermiş, önünü kapatmadığı siyah kumaş bir kaban giymişti. Siyah dağınık saçları sağ gözünün önünü kapatmış sıradan bir adamdı.

"Bunu kimden duydunuz?"

Soruyu anlamak için birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra cevap verdi.

"Kimseden. Koltukaltı kılıfınızı fark ettim. Sanırım bazen kasılarak yürümek hoşunuza gidiyor belki rahatlığı yüzünden belki güvende hissetmekle ilgili bilmiyorum. Daha önce hiç silah kullanmadım ama eğer kullansaydım koltukaltında taşımaya alışamazdım sanırım."

Neden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama en azından olay yerine varana kadar şemsiyesi olan tuhaf bir adamla ilerlemeyi problem etmeyecektim.

"Buradan sağa" dedi. Kafamdaki soru işaretlerini gidermek adına tekrar sordum.

"Burada birini karşılamak için birini gönderebilecek kadar çok adamınızın olduğunu bilmiyordum. Bizde ise yeterli-"

"Polis değilim. Emniyet şeridi çekilmiş olan yere gitmek istediğinizi sandığımdan bunu dedim."

Ben onu tepeden tırnağa inceleyip dururken yürümeye devam ettik. Attığımız adımların yere çarpış anının, üstüne basıp da etrafa sıçrattığımız yağmurun bile aynı olduğunu fark ettim. Belki de ilk karşılaştığımızda da bu yüzden duymadım diye düşündüm belki yalnızca dikkat etmedim bilmiyorum. Bir an durup ne yapacağını bilmek istedim. Benimle birlikte durdu ve yüzüme baktı.

"Üşüyorsanız üstümdekini verebilirim."

"Gerek yok, devam edelim." dedim. Önce onun yürümesini istiyordum. Önce o sonra ben tekrar yürümeye başladık. Birkaç adım sonunda yine adımlarının benimkileri izlediğini, yere vurduğumuz anın dahi yine aynı olduğunu gördüm. Polis değildi, zaten karşılamak için birini yollamaları epey tuhaf olurdu. Şemsiye ve termos ikilisi ise epey tuhaftı. Yağmuru bekleyen biri neden termosuyla dışarı çıkar anlam veremiyordum. Üstelik beni götürdüğü yer geldiğim yere yakın değildi. Oradan geliyorsa neden benimle yine oraya yürüyordu?

"Burada mı yaşıyorsunuz?"

"Bir hafta olmadı, emniyet şeridi çekilmiş olan dairenin yanında oturuyorum."

"Şimdi anladım! İfade verdiniz mi?"

"Tabii, ama zaten birkaç gündür burada değildim."

"Bir hafta önce taşındığınızı söylediniz."

"Evet, bir hafta önce taşındım. Ama birkaç gündür burada değildim. Eve bu sabah geldim ve biraz çay yaptım. Kapı çaldığında komşularımın epey erkenci olduğunu düşündüm. Polislerle karşılaşıp, yan dairedeki adamla ilgili sorular sorulurken onlara biraz çay ikram ettim. Soruları bitip beni yalnız bıraktıklarında bir poşet aramaya başladım. Çayımı termosa döktükten sonra yanıma iki bardak aldım ve dışarı çıkıp yürümeye başladım. Yağmura ve yağmuru izlerken çay içmeye bayılırım. Termosun kendi bardağı var ama tadını beğenmiyorum. Yaptığım çaydan daha kötü bir şey içiyormuşum gibi, siz de böyle hisseder misiniz?"

"Ne?"

"Bilirsiniz plastik gibi, bardakla içmek gibi değil."

Aklımdaki tüm sorular bir yana dağılmıştı. Ne demem ya da ne sormam gerektiğini kestiremedim.

"Bilmiyorum. Neden şimdi benimle eve geri dönüyorsunuz?"

"Sizi gördüm ve size eşlik etmem gerektiğini hissettim. Hem arkadaşlarınıza çay ikram etmişken size de bir bardak verebilirim diye düşündüm. Kahvaltı ettiğinizi sanmıyorum."

"Hayır etmedim. Ama-"

Mahcup olmuş gibi gözlerini kısıp başını kaşıyarak, "Çay sevmiyorsunuz, anladım. Dolabım şimdilik biraz boş ama sizin için başka bir şeyler de bulabilirim." dedi.

"Gerek yok, biraz hızlansak iyi olur."

"Tabii."

Kendimi bu adamın yanında kafese kapatılmış gibi hissediyordum. Adımlarımızı hızlandırdık ve nihayet karşımızda büyük beyaz bir bina görene kadar yürüdük. Yanında birbirine bitişik iki bina daha duruyordu. Kai, solumuzu, her katında yedi büyük penceresi, üçüncü katında bir ikünci katında beş havalandırma ünitesi olan kahverengi binayı işaret etti. Bitişiğindeki ve çaprazındaki iki binanın aksine yeniydi. Giriş kapısının solunda, gri tentesinin altında, içinde birkaç kişinin oturduğu bir kafe duruyordu. O önde ben arkada binadan içeri girdik. Birkaç kat çıktıktan sonra üzerinde 14 yazan, kapısında iki polisin sohbet ettiği daireyi gördüm. Koridor daireye kadar çamur ve ayak izi doluydu.

"Günaydın."

"Günaydın. Chanyeol içeride seni bekliyor."

"Galoş giymeyi unutma."

Galoşlarımı alıp botlarıma geçirdiğimde Kai'nin hala benimle birlikte olduğunu fark ettim. Zoraki bir gülümsemeyle, "Buradan sonra ayrılsanız iyi olur."

Gözlerimin içine bakarak, "Elbette. Eğer isterseniz şemsiyemi size verebilirim." dedi.

"İçeriden bir tane bulurum teşekkürler."

"Rica ederim." diyerek ayrıldı ve koridorun sonuna dek yürüyüp evine girdi. Nedense üçümüz de konuşmak için o evine girene kadar bekledik. Baekhyun ve Chen ceketlerinin cebinden biraz kraker çıkartıp yemeye başladı.

"Çok iyi bir adam, soru sormak için kapısını çaldık ve bize birer bardak çay, biraz da kraker verdi." dedi Baekhyun dişlerini göstererek gülümserken.

"Sende ister misin?"

"Tch. İçeri ne durumda?"

"Bir adam. Yakın mesafeden kalbine iki kurşun. Çok temiz, kimse bir şey duymamış." derken krakerlerini yine cebine koydu Baekhyun.

"Yakınlarını aradınız mı?"

"Kimsesi yok gibi, telefona baktılar ama rehber boş."

Kapıdan içeri girdim. Chanyeol açık pencerenin önünde sigara içiyor, aşağıyı izliyordu. Sağımda üç-dört metre ötede yatan adamı, başında durup onu ve çevreyi inceleyen olay yeri incelemeden birkaç kişiyi gördüm. Onlara doğru yaklaşırken beni fark eden Chanyeol, sigarasından son bir kez çekip onu pencereden aşağı attıktan sonra yanıma geldi.

"Seni bekliyordum. Kapıda zorlama yok. Muhtemelen..." Bu sırada yürüyerek eli ve koluyla katili taklit etmeye çalışıyordu. "...muhtemelen tanıdık biriydi ya da tanımasa da bir nedenden dolayı içeri aldığı biri geldi ve burada durup bam bam... Sonra hemen gitti mi peki? Yoksa burada oturup izledi mi onu? Bu yaprakları atarken bekledi mi sence? Bence biraz fazla zahmetli, lanet romantikler!"

Başımı salladım. Katilin üzerinde birkaç gül yaprağı duruyordu.

"Başka bir şey?"

"Başka bir cinayet daha var. Gangnam'da bunun gibi üzerine birkaç gül yaprağı dökülmüş başka bir adam, yine iki kurşun. Komşuların hepsini bulamadık, tekrar konuşmak için geliriz ama daha hiç konuşmadıklarımız da var."

"Daha erken."

"Evet, eğer kaçmadılarsa işe gitmişlerdir. Burada merak ettiğin başka bir şey varsa bak ve aşağı in. Bir şeyler yedikten sonra öbür adama bakmaya gideriz."

"Geç olmaz mı?"

"Tch. Zaten Gangnam polisi adama bakmak için gitti. Eğer aynı adamın işiyse gidip ne olduğuna bakmamız yeterli hemen kaldıracak değiller ya. Sehun. Araban burada değil mi, ben Baekhyun'la geldim."

"Fırının oradaki otoparkta, şemsiyen var mı?"

"Var ama bana yetecek kadar, Baekhyun'un şemsiyesini de alırız."

Birlikte koridora çıktık, galoşları çıkartıp merdivenlerden indik. Şemsiyelerimizi açıp otoparka doğru yürümeye başladık.

"Kim ödüyor?"

"Geç gelen sensin sen öde." dedi Chanyeol, yüzüne düşmüş saçlarını düzelterek.

"Nereye gidiyoruz peki?"

"Bilmem."

Chanyeol'ün  kendi kendine yaptığı sesli hesaplamalar eşliğinde arabaya yürüdük. Onun koltuğu kendine göre ayarlamasını bekledikten sonra kahvaltı etmeye gittik. Benim için oldukça uzun süren kahvaltı faslından sonra Gangnam'a gitmek üzere arabaya tekrar bindik, tabii hesabı ben ödedim. Biraz sürdükten sonra bitişiğinde irili ufaklı bir sürü apartman bulunan, dış cephesi krem rengi bir binanın yanında durduk. Giriş kapısına beş ya da altı merdivenle çıkılıyordu. Binanın dışı, yaprakları dökülmüş bir ağaç ve ara ara boşlukları olan yarım metrelik demir çitlerle sarılmıştı. Chanyeol bana içeri girip bakacağını ve gelmem için beni çaldıracağını söyledi. Onunla gidebilirdim ama oralı olmadım. Sokaktan çıt çıkmıyordu, yağmur dinmişti. Arabadan inip ön kapıya doğru yaslandım ve kapıyı izlemeye başladım. Kollarımı esnetirken önümde duran ağaç dikkatimi çekti. Ağacın üzerinde irili ufaklı göz şeklinde bir sürü kabartma vardı. Ağacın kendisinde mi vardı yoksa bir başkası mı yapmıştı anlayamadığımdan yaklaşıp, yakından görmek istedim. Elimi uzattım ve parmaklarımın üzeri yağla doldu. "Tch!" diyerek geri çekilip yüzümü ekşitirken, arkamdan gelen gürültüyle irkildim. Birkaç yüz metre ötedeki inşaattan bir yığın demir düşmüştü. Birileri var mı diye inşaatı izlerken telefonumun çaldığını ve birinin omzuma dokunduğunu hissettim. Telefonumu açarak başımı çevirdim.

"Sabah çay sevmediğini söylediğinden senin için kahve aldım." dedi Kai, elinde iki bardak kahve tutuyordu. Bu sırada kulağıma götürdüğüm telefondan Chanyeol'ün sesini duydum "Aynı adam."

Continue Reading

You'll Also Like

13.8K 1K 11
Herkes de olduğu gibi benim içimde de umut kırıntısı vardı ama bende sabır yoktu. Her sabrın sonu selamet derlerdi,bazı sabırların sonu kıyametti,hab...
22.8K 1.2K 15
Dora mahalle abisine nah çeker... [Texting+Düzyazı]
298K 7.8K 38
soğuk ve acımasız mafyanın bir kıza aşık olup onu takıntı haline getirmesi ve piskopatlaşması ama bunu kıza yansıtmamaya çalışarak unutulmaz bir aşk...
23.2K 1.5K 18
salladığı numara bir mafya liderine denk gelirse ve bu mafya lideri onu bırakmak istemezse...