İŞGAL/TAMAMLANDI

By yoxosdiary

38.5K 2.8K 601

2042 yılında başlayan kuraklık nedeniyle insanların birbirlerini öldürmeye başladığı ve devletlerin yok olma... More

GİRİŞ
• 1. BÖLÜM • "GELİYORLAR" •
• 3. BÖLÜM • "POST" •
• 4. BÖLÜM • "LİDER" •
• 5. BÖLÜM • "ASKER"•
• 6. BÖLÜM • "DUVAR" •
• 7. BÖLÜM • "SİREN'' •
• 8. BÖLÜM • "KESİM" •
• 9. BÖLÜM • "ÖLÜM HABERİ" •
• 10. BÖLÜM • "BENİ VUR" •
• 11. BÖLÜM • "KAÇIŞ" •
• 12. BÖLÜM • "PROFESÖR" •
• 13. BÖLÜM • "DUHOK" •
• 14. BÖLÜM • "NOT" •
• 15. BÖLÜM • "TABLET" •
• 16. BÖLÜM • "TUZAK" •
• 17. BÖLÜM • "İĞNE" •
• 18. BÖLÜM • "YENİDEN" •
• 19. BÖLÜM • "DÖRT" •
• 20. BÖLÜM • "YILDIZ" •
• 21. BÖLÜM • "GÜVENLİ BÖLGE" •
• 22. BÖLÜM • "YOLCULUK" •
• 23. BÖLÜM • "VARIŞ" •
• 24. BÖLÜM • "SON" •
YAZARDAN NOT

• 2. BÖLÜM • "BASKIN" •

2.9K 199 26
By yoxosdiary

---------------------------------------------

Ormandan çıkıp kasabaya tekrar döndüğümde aceleci tavrım annemi endişelendirmişti. Bez çantamı çivisi çıktığından sallanan askılığa asıp, kancaya dizdiğim balıkları anneme uzattım. "Anne ben gelene kadar bunları temizle ve pişir, karnınızı doyurun. Benim bir işim var." dedim. Ona sarıldıktan sonra küçük kız kardeşim Gece'ye sarıldım.

"Anneme ve Evren'e iyi bak tamam mı küçüğüm?" Kafasını aşağı yukarı salladığında onu burnundan öptüm. "Geri gelmeyecek misin Alya? Ben sadece 9 yaşındayım, annemleri koruyamam." Bu dediğine gülümsedim. "Tabii ki de geri geleceğim canım, akşama burada olurum." Onu bir kez daha öptüm ve Evren'e sarıldıktan sonra evden çıktım.

Yürümeye başladığımda annemin peşime takıldığını anlayınca duraksadım ve arkamı dönüp ona baktım.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu telaşla. Ona doğru ilerleyip sağ elini tuttum ve iki avucumun içine hapsettim. "Akşam söyleyeceğim, şimdi lütfen sorma. Evdeki eşyaları da toparla." Annem dudaklarını birbirine bastırdığında düşünceli görünüyordu. Gözleri yerdeki çakıl taşlarını incelerken "Geliyorlar, değil mi?" diye sordu. Usulca kafamı salladım ve avucumdaki elini serbest bıraktım. Bu an geldiğinde daha önceden ne yapacağını belirlemiş gibiydi, tepki vermedi.

O da Tan'ın yaptığı gibi arkasını dönüp gitti.

Annemin ne kadar üzülüp, tasalanacağını düşünmemeye çalışıp ilerlemeye devam ettim.

Toz ve rutubet kokusu sokakların dört bir yanını sarmıştı. Kokuya alıştığımdan, umursamamaya çalışıp ilerlemeye devam ettim.

Köşeyi döndüğümde yerde serili küçük beden tüylerimi ürpertmeye yetmişti. Sessizce inliyordu ve cenin pozisyonunda uzanıyordu. Bir deri bir kemik kalmış çocuğun yanına eğildim ve olduğu yerde onu doğrultup duvara yasladım. "Su ister misin?" dediğimde başta tepki vermedi ama aynı soruyu birkaç kez tekrarlamamın ardından belli belirsiz kafasını sallayabilmişti. Büyük ihtimalle susuzluktan ve açlıktan bu hale gelmişti. Bu beldede bu gayet normaldi, iki sokakta bir böyle insanlarla karşılaşmanız gayet doğaldı.

Çaresizce etrafa bakınırken sahibiyle aramızın çok da iyi olmadığı fırını gördüm. Pek fazla seçeneğim yoktu, paramın da olduğu söylenemezdi. Küçük çocuğa üzerimdeki ceketi çıkartıp giydirirken bir ekmek ve bir bardak temiz su karşılığında fırına ne verebileceğimi düşünüyordum.

Gözlerim işaret parmağımdaki gümüş yüzüğe kaydı. Babamdan bana kalan son şeydi ama o da olsa, eski bir anıyı hatırlamak için yüzüğe ihtiyacımın olmadığını söyleyip bir hayat kurtarmamı daha çok isterdi. Ayağa kalkıp fırına doğru ilerledim ve parmağımdaki yüzüğü çıkarıp adının Mila olduğunu bildiğim fırıncıya uzattım. "Bir ekmek ve bir bardak su istiyorum." Düz bir ifadeyle uzattığım yüzüğü elimden alıp, masaya bir ekmek ve bir bardak su bıraktıktan sonra ifadesini değiştirmeden beni izlemeye koyuldu. Tavırları o kadar sinir bozucuydu ki, derin bir nefes alıp sakinleştikten sonra bardak ve ekmeği alıp fırından çıkabilmiştim. Arkamdan "Bardağı geri getir!" diye bağırmıştı. Bunu yapmayacağım açıkça belliydi.

Koşar adımlarla çocuğun yanına geri döndüm ve suyla çocuğun dudaklarını ıslattım. Halsizce dudaklarını yaladığında suyu yavaş ve nazikçe ona içirdim. Öyle halsiz duruyordu ki, ters bir hareket yaparsam onu öldürebilirmişim gibi hissediyordum.

Ekmekten küçük parçalar koparıp ağzına koyduktan sonra çiğnemesi için ona zaman tanıyordum. "Anne-baban yok mu?" diye sordum. Kafasını hafifçe iki yana salladı.

Ekmeğin tamamını yemişti, az öncekinden daha canlı görünüyordu. "Adın ne?" diye sordum çocuğa. "Kayra." diyebildi çatallı çıkan sesiyle.

"Tamam Kayra, şimdi sana tarif edeceğim eve git ve seni Alya'nın gönderdiğini söyle."

•••

Ne kadar yoksul tabaka çoğunlukta olsa da, kasabada birkaç tane zengin aile vardı ve sözleri dinlenirdi. Planım şuydu; onlardan birine gidip Tan'dan duyduğumu anlatacaktım ve herkesin çıkması için büyük bir minibüs ayarlayabilir mi diye soracaktım.

Kayra'ya giydirdiğim ceketi tekrar üstüme geçirdim ve elimdeki bardağı akıbetini düşünmeksizin yere fırlattım. Arkamdan Mila'nın çığlıklarını duysam da pek umursadığım söylenemezdi. Yoluma devam ettim.

Diğer evlere göre ihtişamlı sayılabilecek binanın önüne geldiğimde kapıyı üç kez tıklattım. Uzun elbise giymiş bir hizmetli kapıyı açmıştı. "Bu evin sahibiyle görüşmem gerekiyor." dedim kadına. Mahcup suratıyla "Ona sormadan sizi içeri alamam, biraz burada beklerseniz..." O açıklamasına devam ederken ben içeriye daldım. Evin sahibine sorduğunda asla beni evine almak istemeyecekti, bundan emindim. Hizmetli kadın peşimden koşarken ben çoktan evin sahibinin yanına gelmiştim.

Bej rengi deri koltuğa oturmuş, 50'lerinde bir adam vardı ve televizyon izleyip, kahve içiyordu.

Hareketliliği fark etmiş olacak ki, kahvesini yanındaki cam sehpaya bırakıp arkasına döndü. Hizmetli kadın üzgün olduğunu, beni engelleyemediğini açıklamaya çalışırken kabarık koltuğunda oturan adam eliyle bir işaret yapıp hizmetliyi gönderdi. "Evet genç hanım, bu aceleci ve kaba tavrınızın sebebi nedir?" diye sordu. İğneleyici sözlerini es geçtim ve gelme amacıma yöneldim.

Nefesimi toparlayıp aklıma ilk geleni söyledim. "Yardımınıza ihtiyacım var." diyerek konuya girdim. Adamın kavisli kaşları çatıldığında, iki kaşının arasında kısa bir çizgi oluşmuştu. Eliyle oturmamı işaret ederken "Lütfen." dedi. Kibarlığının onun sahte yüzü olduğunu biliyordum, eğer bu kadar kibar ve iyi kalpli olsaydı burada kahve içmek yerine evinde bulundurduğu erzak stokunu kasabaya cömertçe açabilirdi.

Hologramik televizyonu elini çırparak kapatırken bana döndü. Kemerli burnunun ucuna düşen gözlüğü çıkarıp kenara koydu, "Seni dinliyorum." dedi.

Tüm olayı baştan aşağı anlatıp, insanların kasabadan çıkışı için yardım edip edemeyeceğini sorguladım.

"Size yardım edebilirim, kasabadan üç saat uzaklıkta bir çiftliğim var ve iki traktör, bir de minibüsüm var. Sanırım yeterli olur." dedi, düşünceli bir tavırla. İnce dudakları bir şey hesaplıyormuş gibi oynadı. Heyecanımı bastıramayarak "Elbette olur." dedim. Yıldırım mavisi gözlerini duvar saatine çevirdi. "Saat daha öğlen 12, çiftlikteki oğullarımı arayıp araçlarla gelmelerini isterim. Saat öğleden sonra 3'de burada olurlar." dedi ve tebessüm etti. "Gerçekten çok teşekkür ederim, dediğiniz saatte burada olacağız." Bu kadar basit ve hızlı olması içime küçük bir şüphe düşürmüş olsa da, onu aklımın en derin köşesine gömüp şu anın gerçekliğine odaklandım.

Düzeni iç açan, güzel kokan evden huzurla ayrılıp tekrar kir ve kan kokan sokaklara döndüm.

Koşarak Tan'ın kaldığı küçük eve doğru ilerledim.

Kapıyı alacaklı gibi çalmaya başladığımın dördüncü saniyesi kapı açılmıştı. "Selam." dedi, sanki sabah tartışmamışız gibi. "Çok güzel bir şey oldu." dedim sırıtışıma engel olamayarak. "Anlat bakalım." derken eliyle içeriye girmemi işaret ediyordu.

İçeri girdim ve ileri geri sallanan koltuğa oturdum. "Bu koltuğu ne zaman aldın? Çok güzelmiş." derken sallanmaya devam ediyordum. "Neşen oldukça yerinde, ne yaptın anlat artık." dedi gülümserken. "Kasabanın zenginlerinden birine gittim ve tüm insanları çıkarması için araç ayarlayabilir mi diye sordum." dedim, hala sırıtıyordum.

"O da kabul mu etti?" dedi inanmamış gibi. "Evet!" diye ciyakladığımda dudak büzüp kafasını aşağı yukarı salladı. "İyi iş."

"Evet öyle." diye yanıtladım. "Gerçekten öyle."

•••

Saat akşam üzeri 5 olmuştu ama kasabaya ne traktör gelmişti, ne minibüs. Zengin Adam'ın evine gitmiştim ama kapıyı açan olmamıştı.

Bende ümidimi kesip dönmüştüm, şimdi de Tan'laydım ve sokağın ortasında ne yapacağımızı tartışıyorduk. O hala kimseye bir şey demeden gitmemiz gerektiğini savunuyordu. Ben de insanlara haber verdikten sonra hep beraber ormana kaçmamızı savunuyordum. "Kalabalık olursak bizi yine bulurlar, amaçları sadece sömürge edinmek değil. Nüfusu azaltıp olan kaynakları kendileri kullanmak istiyorlar." dediğinde haklı olduğunu biliyordum. Belki de onun kadar umursamaz olup, ailemi alıp gitmeliydim.

Yosun tutmuş kaldırımlardan birinin kenarına çöktüm ve dinlenmek için kendime zaman verdim. Tan'da yanıma çöktü.

Bir süre konuşmadan öylece oturduk, sonra ölü sokakları bir arabanın motor sesi inletti.

"Geldiler mi?" dedim motor sesini bastırmak için bağırırken. "Minibüs geldi, adam yalan söylememiş!"

Tan benim kadar heyecanlanmamıştı, aksine sessiz olmamı isterken oturduğum yere geri çökmem için beni çekeliyordu.

"Arabalardan biraz anlıyorsam bu ne traktör, ne de minibüs motorunun sesi." Dişlerimi birbirine bastırırken ona döndüm. "Saçmalama Tan! Başka ne olacak?" diye sormuştum. Sözle beyan yerine, bakışlarıyla sorumu cevaplamıştı.

Kulak çınlatan motor sesi bizi kurtarmak için değildi, bizi öldürmek içindi.

---------------------------------------------

Continue Reading

You'll Also Like

KİLİT By Ecrin Cemre Topal

Mystery / Thriller

9.5K 1.1K 22
Birbirini tanımayan dört arkadaş. Kilitli kalınan bir AVM . Bir katil ve binlerce ceset. Burdan çıkınca her şey eskisi gibi mi devam edecekti? Kilit...
27.5K 2.3K 29
TEXTİNG ASKER KURGUSU
483K 26.8K 44
*Melez Günlükleri Serisi Birinci ve İkinci Kitabı* Elena on altı yaşına kadar normal bir yaşam sürmüştü. Anneannesinin çiçekçisinde çalışırken oldukç...
302K 8.4K 28
"Armes mi? O nasıl isim be?" Armes siyah, koca kanatlarını açıp onu kucağına alarak yükselmeye başlarken, "Senin asıl adın da Leyosi." dedi. "O yüzde...