MİHRİCAN #Wattys2017 (Akademi...

By emineTanrgan

2.3K 1K 819

Bir hayal kurdum. Kendime söz verdim. Ve inandım... Sonuçta, tüm bunların peşi sıra gelen bir başarıyı kucakl... More

BİRİNCİ BÖLÜM /BİRİNCİ KISIM
BİRİNCİ BÖLÜM/İKİNCİ KISIM
İKİNCİ BÖLÜM/BİRİNCİ KISIM
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM/ BİRİNCİ KISIM
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM /İKİNCİ KISIM
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM /BİRİNCİ KISIM
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM /İKİNCİ KISIM
BEŞİNCİ BÖLÜM
ALTINCI BÖLÜM
YEDİNCİ BÖLÜM
SEKİZİNCİ BÖLÜM
DOKUZUNCU BÖLÜM
İMZA GÜNÜM

İKİNCİ BÖLÜM/İKİNCİ KISIM

254 98 63
By emineTanrgan

   O gün bu olaydan sonra, sınıfımdaki arkadaşlarımdan; özellikle de Gaye’den ses seda çıkmıyordu. Bana duyduğu kin ve öfke, onu bir kat daha çirkinleştirmişti. Ben gayet sakindim. Okuldan ayrılana kadar, benim de sesim çıkmamıştı. Herkese öfkeliydim. Sanki herkes benden iğreniyormuş gibi hissediyor ve bir kat daha yerin dibine giriyordum. Aklımca namımın yerle bir olduğunu düşünüyordum. Bu nedenle de kimsenin yüzüne bile bakmadan evime geldim. Kendi kendime hayıflanmaya başladım:
“Ben ne kadar pis bir insanım. Pasaklının, bitlinin tekiyim işte! O kendini beğenmiş bile bana böyle söyleyebildiyse, herkes neler düşünüyordur kim bilir? Pis kokuyorum çünkü banyo yaptıktan sonra giyebileceğim temiz ikinci bir elbisem bile yok! Allah kahretsin! Tabi ki bitlenirim. Artık bir kalıp sabunu eritene kadar banyo yapsam da nafile! Çünkü bu adi leke, üzerimden akıp gitmeyecek! Bundan sonra herkes beni bitli, pasaklı bilecek! Nefret ediyorum her şeyden, herkesten! Kimse beni anlamıyor. Sıkıyorsa gelip bu pis evde yaşasınlar bakalım! Bu aç sefil halimizle herkesin dalga geçmesinden utanıyorum. Anladın mı anneanne! Bıktım bu sefaletle, senin yanında yaşamaktan! Hepimiz de bu evde cami avlusunda dilenen dilenciler gibiyiz!

   Bunları anneanneme söylerken, anneannem beni sakinleştirmek için; saçlarımı okşayıp, öpüyordu. Bense her zamanki nefret dolu gözlerle onu izliyordum. Her şeyin sorumlusu olarak onu görüyor, ondan uzaklaşabildiğim kadar uzaklaşıyordum. O da benim ellerinden kurtulduğum an kaçacağımı bildiğim için tedbirini almış, kollarımı sıkı sıkıya tutuyordu. Her zamanki gibi, Adana ağzıyla konuşmaya başladı. Bana:
“Ebe yavrum, ebe kuzum. Gadasını aldığım. Yapma artık, yeter ettiğin! Kim bizimle dalga geçmek istermiş. Sen mübalağa edersin be guzum. Allah’a şükür ki kimseye avuç açmıyoruz. Bense elimden geldiği kadar, sizin ihtiyaçlarınızı karşılamaya çalışıyorum. Hem sen artık pırıl pırıl bir genç kız olacaksın. Yakışıyor mu sana çocukça düşünmek, ayıp vallahi bu yaptığın. Ben de üzülmüyor muyum sanıyorsun? Ama Yüce Rabbime dua etmekten başka ne yaparım söyle bana? Hem mis gibi kokuyor benim guzum, üzülme onlar edepsizliğinden öyle demişler.”
Ben anneanneme birazdan ısıracak kuduz bir köpek gibi bakıyordum. Onunla bu defa alay etmeye başladım:
“Hıh, diyene bak! Sen öyle san. Senin de benim de açlıktan nefesimiz kokuyor.”
Anneannemi de sonunda sinirlendirmeyi başarmıştım. Beni yanından iterek:
“Yeter, edepsiz, utanmaz! Sen ne arlanmaz çıktın öyle! Defol karşımdan gözüm görmesin seni!”

   Sızlanmayı kestim. Bir zafer elde etmiş gibi kıkırdayarak tavan arasına koştum. Anneannem çok yaşlı ve sabırlı bir kadındı. Her ne kadar altmış yaşında olsa da, ayakta durmaya çalışıyordu. Onu çok yoruyordum. Saçlarının erken yaşta beyazlamasının sebebi bendim galiba. Bize, annem ve babımın ölümünün ardından o bakmıştı. Zor ve zahmetli bir işti, üç çocuğa bakmak. Evimizin asıl anası babası o olmuştu. Dedem yatalaktı. Anneannem o yaşlı haliyle dedemin altını temizlemekten, yemeğini vermekten, onu yıkamaktan hiç gocunmazdı. Ben hep ona; “Ya anneanne! Atalım gitsin şunu da sen de kurtul ben de!” derdim. O da, eline geçirdiği süpürgeyi bana fırlatır, arkamdan ağzına geleni söylerdi. Onların geçmişimi tırmalayan bir hayalin aktörleri olması kendimi onların sevgisinden uzak tutmam için yeterli sebep gibi görünüyordu. Babamın bir anda yitip gittiği hikâyesine tek inanmayan bendim. Annemin gözlerimin önünde erimesini seyretmek bana düşmüştü ne yazık ki. Bütün bu yaşanılanların perde arkasında onların parmağı olduğuna o kadar çok inanıyordum ki, onların sevgisine karşı aldığım gardım, tek savunma mekanizmamdı. Onlarla yaşamak zaruretim olmasaydı ya da kardeşlerimi düşünmek zorunda kalmasaydım herhalde başıma iş açmakta gecikmeyecektim. Şimdilik tek hedefim, onlardan bir an evvel kurtulana değin acı çektirmek! Biraz önce koşar adımlarla kaçıp saklandığım yere çok geçmeden geldi. Bana:
-     Mihri! Senem uyuyor, Saliha da dışarıda oyun oynuyor. Komşuya gittim evde yoklar. Ben pazara gidip gelene kadar, dedene ve kardeşlerine mukayyet ol emi.

   Düşüncelerden uyanan birisi gibi sarhoş bakışlarla ona baktım. Gözümün önüne gelen simsiyah saçlarımla olur gibilerinden başımı salladım. 
Dedem çok sessiz, konuşamayan, kendi halinde felçli bir ihtiyardı. Onu da anneannem gibi sevmiyordum. Hatta onun bir an evvel bu dünyadan göç etmesi için, arada sırada ona yaramadığını bildiğim her gıdayı yedirip içirirdim. Onun bu dünyaya çivisini çaktığını düşünüyordum. Her gün niye hâlâ ölmüyor diye, adeta ölümünü bekliyordum. Acımasız ruhum, yalnızlığımdan ileri gelir. Aslında yaşlı insanlara karşı apayrı bir sevgim olması gerektiğinin farkındaydım. Hatta bazen bütün o çocukluğumdaki trajediyi unutup onlara karşı sıcak bir hissiyatın kalbime dokunduğunu da itiraf etmeliyim. Ancak sonuçta galip gelen, içimde özenle büyüttüğüm o nefret çınarlarıydı. En büyük iki değerimi yitirmem beni küçük yaşta bencil ve ruhsuz biri yapmıştı.

   O gün de anneannem pazara gidince aklıma hınzırlık yapmak düştü. Hemen oturduğum yerden kalkıp odalara bakındım. Dedem anneannemin yatak odasında, köşedeki kanepenin üzerinde uyuyordu. Üzerindeyse bir tek battaniye vardı. Gizlice dedemin üzerinden o battaniyeyi sıyırıp kıkırdayarak yeniden tavan arasına koştum.

   Tavan arası… Benim asıl ruhumu, benliğimi bulduğum yerdi, orası. Kafamı dinleyip, penceremden yıldızları saydığım, annem ve babamı ağırladığım mabedimdi. Suçumu da, günahımı da, üzüntü ve sevinçlerimi de gizleyen sırdaşımdı! Anneannemle kavga ettiğim zaman kendimi buraya hapseder, mutlaka o gece orada kalırdım. Tavan arasında işime yarayacak eski bir yatak, bir iki kırık dökük iskemle ve küçük bir masa vardı, gerisi hurdalıktı. Oraya kendimi kilitlediğim an, masamın başına geçerdim. Çoğu zaman aklıma geleni yazar, içimi kâğıtlara dökerdim.
Yine yastığımın altındaki, defterimi çıkarıp karalamaya başladım. Fakat bu defa yazacak çok şeyimin olmasına rağmen, elim bir türlü kaleme gitmiyordu. Kâğıda öfkemi, nefretimi, hırçınlığımı yazıp çizemiyordum. Çünkü bu defa hislerimin yoğunluğu arasına sıkışmıştım. Kutsal saydığım bu yer, beni huzur âlemine götürmüştü. Saflığa, sevgiye ulaşmak istiyordum o an. Ne var ki o da mümkün değildi. Kalbim körelmişti, istesem de yazamıyordum. Ağladım. Üstelik bu duygudan mahrum kalışıma ilk ağlayışım değildi! Tavan arasında bu kaçıncı ağlayışımdı, bilmem. Bir süre sonra, hayıflanıp kalemimi kırdım. Yazmaktan vazgeçince, eski karyolaya uzandım. Beynimde bin tane uğultuyla nihayet uyumuşum.

   Uyandığımda, pencereden sızan ışık kaybolmuştu. Hemen doğrulup, camdan içeriye vuran ay ışığına baktım. Rüzgâr vardı. Bahçedeki ağaçlar rüzgârın etkisiyle savruluyorlardı. Bedenimse bu soğuk odayla hemhal olmuştu. Usulca kapının kilidini açıp, aşağıya indim. Anneannemi kömür sobasının başında ağlarken bulmuştum. Senem ile Saliha da yemeğin başındaydılar. Ben bir anda, sol tarafımın sıkıştığını ve bunun acı verdiğini hissettim. O dönemlerimde bu acının, vicdan azabı olduğunu bilmiyordum tabi. Yine de suçluluk duygusuyla yemeğin başına geçip, iki lokma bir şeyler yiyip köşeme çekildim. Anneannem de artık bana ne diyeceğini, beni kötü işlerden nasıl uzaklaştıracağını bilemiyordu besbelli. Bu sebeple benimle hiç konuşmamıştı. O akşam erkenden yer yatağımızı salona yapıp, tek kelime etmeden odasına çekilmişti.

   Sabah erkenden kalkıp, okul kıyafetlerimi giyindim. Anneannem çoktan sobayı yakmış, evi bir güzel ısıtmıştı. Dışarıda sabah ayazı vardı. Hemen yerdeki kahvaltı sofrasına oturup, aceleyle kahvaltımı yaptım. Sofrada zeytin, peynir ve çay olmasına rağmen, sanki mükellef bir sofra kurulmuşçasına iştahım kabarmıştı. Tıka basa yiyip, Saliha ve Senem’i de alarak okula koştum. Sabah güneşi, o hoyrat rüzgâra rağmen bulutların arasından göz kırpıyordu.

Ders zili çalınca herkes ite kaka sıra oldu. Sabah merasimi bittikten sonra, herkes arkadaşının koluna girerek sınıfa koştu. Bense her zamanki gibi yalnızdım. Ama bu durumumdan gocunmuyordum. En azından kimseye halimin vehametini göstermemek için bir çaba içerisinde değildim. Sınıfıma sessizce girip, sırama oturdum. Türkçe öğretmenimiz derse girmişti. Yanında oldukça uzun boylu, etine dolgun, vücut hatlarına bakılırsa yaşça da bizlerden büyük, sarışın ve solgun benizli olmasına rağmen çok alımlı bir kız vardı. Herkes uğuldamaya başladı. Kimisi bu kızı daha önceden tanıdığını ve zavallı biri olduğunu, kimisi aşağı mahallenin okulundan atılarak bu okula getirildiğini, kimisi çok garip bir kız olduğunu, kimisi de okula geç başladığını söylüyordu. Oysa ben tanımıyordum. Aşağı mahallenin belalısı olsaydı mutlaka tanırdım. Çünkü aşağı mahalledeki çocuklarla kavgalarım meşhurdu. Ayrıca onu iyi bir süzdükten sonra bana hiç de baş belası biri gibi görünmemişti. “Yo, yo”, dedim içimden; “Herkes uyduruyor.” Neyse ki çok geçmeden Nihal hocamız, bu kızı bizimle tanıştırmıştı:
“Evet, çocuklar uğultuyu kesip beni dinleyin! Bu arkadaşınız bazı özel nedenlerden dolayı bu sınıfta sizinle beraber okuyacak. Bu yeni arkadaşınızın ismi, Nermin. Ona karşı lütfen nazik olun olur mu? Eğer yanlış bir hareketinizi görürsem, külahları değişiriz haberiniz olsun!”

   Nihal öğretmenimizin bu telkinlerinin işe yaramayacağını şimdiden anlamıştık. Çünkü aşağılayıcı cümleler teker teker kızın üzerinde birikiyordu. Kendini çok beğenmiş biri:
“Öğretmenim onu tanıyorum. Aşağı mahallenin en garibanıdır.” deyiverdi.
Bir diğeri ise:
“Anlaşılan okuldan atılmış. Buradan da kısa zamanda atılır muhakkak!” dedi.
Gaye ise oldukça alaycı bir kahkahayla:
“Görmüyor musunuz hocam, o bizim arkadaşımız değil, ancak bu yaşta ablamız olur!” deyip, sınıftaki diğer üstün zekâlılarla birlikte kahkahayı basmışlardı. Nihal Hoca bu duruma iyice köpürerek, kızla alay eden herkesin tüm sınıf önünde ondan özür dilemelerini istedi. Bu defa da bu duruma maruz kalan kız, Nihal öğretmene dönerek:
“Önemi yok öğretmenim, ben bu tip durumlara alışkınım.” dedi.

   Nihal öğretmen sınıfa kısa bir öğütten sonra sırada tek başıma oturduğum için onu benim yanıma oturtmuştu. Bense bütün gün, sessizce oturmayı tercih ettim. Yeni tanıyacağım bu kıza karşı utangaç bir iki kaçamak bakış atmaktan kendimi alamadım. Nihayetinde yabani birisi sayılırdım. Yine de ona karşı sevgi dolu bir his uyanmıştı bende. Bu daha önce hemen hiç tatmadığım bir duyguydu. Ona herkese uyguladığım gözdağı verecek tavırlarla yaklaşamadım. Onu da herkes daha şimdiden dışlamıştı. Tıpkı beni dışladıkları gibi. Sanırım bu kızda kendime benzer yönler keşfetmek hoşuma gitmişti. Ona olan sıcaklığın dostane olduğunu henüz fark etmemişken gözlemlemeye devam ettim. 

Tüm dersler bitmiş, herkes evlerine çoktan dağılmıştı. Bense dar sokaklarda avare avare dolanmaktaydım. Nedense eve gitmek gelmiyordu içimden. Kaldırım taşlarından birinde oturup, etrafı izlemeye koyulmuştum ki, altı kişinin bana yaklaştığını fark ettim. Bunlar onlardı. Ellerinde irili ufaklı taşlarla bana yaklaşıyorlardı. Ben yavaş bir hamleyle ayağa kalkıp üzerimi silkeledim. Kısacık saçlarımı koluma taktığım tokayla bağlayıp, onların karşısına dikildim. Onlar belli bir mesafeden sonra durmuşlardı. Bense onların ne yapacaklarını iyi biliyordum. Üzerlerine doğru koşmaktan başka yapacak bir şeyim yoktu. Onlarsa ellerindeki taşlarla hücuma kalktılar. Başıma koluma darbeler yiyordum. Acı çektiğim doğruydu. Ama onlara bunu, öfkemi daha da artırarak gösteriyordum. Ağlamak benim için bir yenilgiyi ifade ediyordu. Bu yüzden isyanımı, acımı hep içime gömüyordum.

Yılmadan koşmaya devam ettim. Onlara yaklaştığımda, neler olacağını biliyorlardı. Bu korkuyla da, ellerindeki taşlar tükenene kadar atmaya devam ederken kaçmışlardı. Ben bir iki tanesini yakalayıp haklamayı başardım ama diğerleri çoktan toz olmuştu. Peşlerine düşmedim. Yarıladığım yolu tekrar dönüp, çantamı alarak eve gittim.

Eve geldiğimde, anneannem börek açıyordu. Saliha da çoktan üzerini değiştirmiş, anneanneme yardım ediyordu. Benim eve yine tartaklanmış halde döndüğümü görünce kızılca kıyamet koptu. Anneannem, elindeki oklavayla beni tavan arasına kadar kovaladı. Onun bana acıyacağını düşündüğüm zaman, o her defasında tam tersini yapıyordu. Bense onun gerçekten gaddar biri olduğunu düşünüp, lanet ederdim. Saliha anlatırdı, onun arkamdan gözyaşı döktüğünü.

Continue Reading

You'll Also Like

YUVA By _twclr

Teen Fiction

517K 27.2K 49
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
1.6M 28.2K 33
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
5.9M 193K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
761K 51.9K 33
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...