KARANLIK İKİLEM

By leyagediz

18.7K 4.2K 1K

© Tüm Hakları Saklıdır Hayat, beni iki karanlık adam arasında bırakacak kadar acımasız mıydı? **** Öyle bir b... More

K.İ.1
K.İ.2
K.İ.3
K.İ.4
K.İ.5
K.İ.6
K.İ.7
K.İ.8
K.İ.9
K.İ.10
K.İ.11
K.İ.12
K.İ.13
K.İ.14
K.İ.15
K.İ.16
K.İ.17
K.İ.18
K.İ.19
K.İ.20
K.İ.21
K.İ.22
K.İ.23
K.İ.24
K.İ.25
K.İ.26
K.İ.27
K.İ.28
K.İ.29
K.İ.30
K.İ.31
K.İ.32
K.İ.33
K.İ.34
K.İ.35
K.İ.36
K.İ.37
K.İ.39
K.İ.40
K.İ.41
K.İ.42
K.İ.43
K.İ.44
K.İ.45
K.İ.46
K.İ.47
K.İ.48

K.İ.38

248 48 22
By leyagediz

Multi: Kağan

Keyifli okumalar.

********

   Aynadaki yansımasını gördüğüm an gözlerimin sinirle parlamasına engel olamadım.

Kafamdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim. Kan beynime sıçradı. Gözlerim alev alev yanmaya başladı. Ağzımdan öfkeye bulanmış sıcak nefesler bırakıyordum. Bedenim sinirle titremişti. Kalp atışlarım hızlanmıştı.

Birkaç saniye içinde öfke beynimi ele geçirmişti bile. Ya da kendi kendime verdiğim söz bütün hücrelerime sinirli bir kırbaç vurdu diyelim. O an emin olduğum tek bir nokta vardı; sinir çoktan beni etkisi altına almıştı.

"Sen..." dedim öfkeli soluklarım eşliğinde. Bunun dememle birlikte onun da bakışları beni bulmuştu. Ve benim sinirle parlayan gözlerime karşılık onun da gözleri korkuyla parladı.

Yemin ederim çok net bir biçimde görmüştüm gözündeki korkuyu. Gizleyememişti çünkü.

Bana doğru yavaş hareketlerle dönüp korkusunu gizlemek için yüzüne bir sırıtış yerleştirdi. Ama ne yazık ki korkuyla yutkunmasının sesi bana kadar gelmişti. Ve gözleri hala korkuyla parlıyordu.

"Ben..." dedi o da hala gizlemeye çalıştığı ama başarılı olamadığı korkusu ile.

Gözlerindeki korkudan büyük bir cesaret almış olacaktım ki bir anda kızın koluna yapıştım. O iğrenç tenine dokunduğum an kendime olan sözüm daha da etkisi altına aldı beni. Onu gördüğüm yerde gebertecektim.

Aylar önce beni iki tane piç kurusuna dövdürerek, kendimi çok aciz hissetmeme sebep olan kız. Alev. Tam şuanda karşımda duruyordu. Tam şuanda koluna yapışmış duruyordum.

Onu böyle karşımda görmek beni deliye çevirmişti. Ben bu kız yüzünden günlerce neler çekmiştim. Kendimi çaresiz, aciz, muhtaç bir insanın teki hissetmiştim. O kadar berbat bir durumdaydım ki o günlerde, hatırladıkça şu kızı öldürmek istiyordum.

Bir anda kızın tiz çığlığı yankı etti lavabonun içinde. Ben de o an fark etmiştim zaten kızın saçına daldırdığım elimi.

"Biliyor musun?" dedim saçını daha fazla çekerken. O saniyelerde elimden kurtulmak için verdiği çabaların hepsi boşunaydı. Bağırış çağırışlarını umursamadan devam ettim.

"Seni gördüğüm yerde geberteceğime dair kendime bir söz verdim," diye dişlerimin arasından tısladım. Ve gözümü dahi kırpmadan yüzüne vurabildiğimin en sertini vurdum. O an canının yanması umurumda değildi. Çünkü o kız bunları hak ediyordu. Çünkü o kız aylar önce benim bunun daha fazlasını yaşamama sebep oldu.

"Bırak beni Allah'ın cezası. Bırak!"

Attığı bir çığlık ve benim attığım bir tokat daha.

"Bırakmak mı? Oo hadi ama sen bunları hak ediyorsun. Hatta daha fazlasını."

Kesilen nefesim gelmişti aklıma. Yerde kıvranışlarım. Hıçkırıklarım. Kararan gözlerim. Dağılmışlığım...

Yutkundum hatırladıklarım sahneler ile. Ve bir tane daha vurdum ellerim arasında çırpınan kıza.

"Ne o canın mı yandı Alevciğim?" diye sordum alayla. "Bırak dedim sana, bırak!" Boşunaydı. Bulmuştum onu bir kez hakkını vermeden bırakmaya hiç niyetim yoktu.

Yaşadıklarımın ağırlığı yaptırıyordu bana bunları. Yaşadıklarım sinir, hırs olarak bana dönmüştü geçen zamanda.

Ve ben bu kızın benim yaşadıklarımı yaşamasını çok istiyordum.

Acıdan dolayı gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Çırpınmaktan başka bir karşılık veremiyordu bana.

Neden karşılık vermiyordu? Bu kadar güçsüz müydü bu kız? O acımasız kıza ne olmuştu da bana karşılık vermiyordu?

Soruları bir kenara fırlatıp daha sert çektim saçını ve bir tane daha patlattım yüzüne.

"Bırak beni!" diye bağırınca sesiyle yüzümü buruşturdum. Çok tizdi çünkü.

"Tabii ki öyle bir şey yapmayacağım," dedim sesimdeki alay ortalıkta cirit atarken. Durup düşünür gibi yaptım. Ardından tekrar konuştum.

"Yalvarırsan belki," dedim bana dediği gibi. Yalvarmamı beklemişti beni bırakmaları için.

"Asla!" dedi kesin sesi ile. Bunun üzerine kuvvetli bir kahkaha atıp "Sen bilirsin," diye mırıldandım.

Hala bana karşılık vermemesi sinirimi bozmuştu. Çırpınıyordu ama işte sadece 'çırpınıyordu'.

Kıza bir tane daha geçirdiğim sırada lavabonun kapısı açılmıştı. Bakışlarım oraya kayarken de bırkmadım onu. Orta yaşlı bir kadın daha lavaboya girecekti ki, lavabodaki manzarayı -bizi- görünce geriledi. Elini ağzına bastırmıştı "Aman Allah'ım," dedikten hemen sonra.

Kadının korkuyla büyüyen gözlerine son kez bakıp, asıl işim olan kıza döndüm. Saniyeler sonra ise lavabonun kapısının kapanma sesi doldurdu kulaklarımı. Gitmişti anlaşılan kadın.

Elimi kaldırmış bir kez daha vuracaktım ki birden ben daha ne olduğunu anlamadan Alev elimden kurtulup "Yetti be, sana!" diyerek beni omuzlarımdan kenara itti.

Ben onun kanayan yüzüne bakmakla meşguldüm ki bir anda yapmıştı bunu. Hiç beklemediğim bir hamle olduğu için bu, geriye doğru sendelerken dengemi sağlayamamıştım. Ayağım birbirine dolandığı sırada tutunacak bir yer aradım ama o an sanki bütün nesneler akan zamana karışarak akıp gitmişlerdi. Tek bir şey hariç; lavaboda olan el kurutma makinası.

Kafamı çarparak yere düşmeme sebep olan şey sadece bir makinaydı.

Gözlerimin önü karardığı sırada bedenim lavabonun soğuk zemini ile buluşmuştu. Ağzımdan sadece tiz bir çığlık kaçmıştı o sırada. Benim gözlerim yavaştan kapanırken kızın "Olamaz," diye mırıldanışını duydum.

Duyduğum o mırıldanışın üzerinden daha saliseler geçmişti ki lavabonun kapısı açılıp tekrar kapatıldı.

Ne yani gitmiş miydi?

Acıyla gözlerimi açmaya çalıştım ama kafamda olan sızı buna engel oldu. Beynimin üzerine yavaştan kara bir gölge düşüyordu sanki. Gözlerimin karanlığına bir de orası ekleniyordu.

Zamana karışan bir diğer şey de, kafamdan yanağıma doğru süzülen sıcak sıvıydı. Kafam mı kanıyordu?

Bedenim soğuk beton ile sanki uyuşuyordu. Buna karşın yapabildiğim tek şey acı bir şekilde sızlanmak oluyordu. Ve kafamın sol tarafından akan kan olduğunu düşündüğüm sıvı da iyice sinirimi bozuyordu.

Lanet olsun ki, yine o pislik yüzünden acı çekiyordum. Kahretsin! Ben o kadar vurmuştum ama olan yine bana olmuştu. Ama onun da canı yeterince yanmıştı değil mi? Bununla kendimi avutabilir miydim? Elbette.

Acı ile kıvranırken sırıtmayı ihmal etmeyen manyak tam da bendim.

Beynim iyice karanlığa bürünüyordu. Sanki kafamdan akan kan siyah bir zehre dönüşüp de kafa tasımın içine akıp beynimi karanlığa boyuyordu. Bilincim iyice kararıyordu.

Bir yardım aradım o anlarda. Zihnimin kararmaması için ama bulamadım.

Kulağımın içinde o kadar ince bir ses oluşmuştu ki, yüzümü bir kez de bunun için buruşturdum. Ve işin kötü tarafı bu ses kulaklarımdan kolaylıkla süzülüp beynime ulaşıyordu. Yani her şey bu sefer benim bilincim için kumar oynuyordu. Kazanan umarım elinden hiç bir şey gelmeden, öylece yerde yatan ben olurdum.

İnce ses arasından farklı  bir ses işittim direncimin azalıyor olduğu anlarda.

Kurtarıcımın sesi. Merih. Sevdiğim adamın güven dolu sesi bu kumar oyununun kazanan ismi olduğumu fısıldıyordu.

"Küçük kız?" dedi. Sesi sorarcasına çıkmıştı. Uzaktan geliyordu sanki sesi. Ya da bana öyle geliyordu. İnce ses daha hakimdi kulağıma çünkü.

Yanımda bir hareketlilik hissettim. Ardından yüzüme gelen saclarımın yavaşça geriye itildiğini. "Siktir!" diye bir küfür savurdu birden Merih. "N'oldu sana böyle güzelim?" dediği sırada yüzümü avuçlamıştı.

Ah, bu güven dolu dokunuşları yok muydu...

Bedenimi soğuk betondan kendi kucağına çekti. "Beni duyuyor musun küçük kız?" diye sordu yine hareketlilik olduğu sırada. Başkalarının sesleri de eklenmişti ama ben onları algılayamıyordum. Sadece Merih'in sesini anlayabiliyordum.

Sanırım beni kucağında lavabodan çıkarmıştı.  "Güzelim beni duyuyorsan bir cevap ver." Sesinde bir endişe yakalamıştım sanki. Korktum birden. Endişelenmişti.

Korkuyla "Merih..." diye mırıldandım. Derince bir soluk verdiğini duydum. Duymuştu sanırım o kısık sesli mırıldanışımı. "Korkma güzelim," dedi o insanın içini güvenle dolduran sesi ile. Aslında bu güveni sadece ben anlayabilirdim. Başkaları o seste soğukluktan başka bir şey duymayabilirdi. Ama ben ne kadar güven yüklü olduğunu hissedebiliyordum.

Sevmek de bu değil miydi zaten? Başkalarının onda göremediğini görmek? Başkalarının hissedemediğini hissetmek?

Aslında sevmek sadece hissetmekti ya. Ne görmekti, ne de duymak. Ne sevdiğini söylemesini duymaktı, ne de sevgisini gösterdiğini görmekti. Sevmek, o küçük yumruğun kadar olan kalbinde koca bir adamı hissetmekti.

Ve ben bu adamı delicesine hissediyordum orada.

Kafam da oluşan sızı gittikçe daha da büyüyordu. Yüzümün şuan acıdan aldığı halı tahmin bile etmek istemiyordum. Ya da kana bulandığını da düşünürsek... Sanırım yüzümün halini düşünmesem daha iyi olacak

"Merih," dedim yine korkuyla. Ve kucağında olduğum için iyice ona doğru sokuldum. Çok huzurlu ve güvenliydi bu diyarlar çünkü.

"Sakin ol güzelim. Korkma," Sesi çok yatıştırıcıydı. Kendimi ona bırakmak istiyordum ama bıraktığım an bilincimin daha da kapanacağımı biliyordum.

Yarı baygın yarı uyanık olduğum sırada bedenimin etrafından koca bir yel esti. Hafiften titrediğimde beni kendine bastırmıştı, soğuk adam. Dışarıya çıkmıştık büyük ihtimalle. Çok soğuktu çünkü.

Biraz sonra kendimi sıcacık arabanın koltuğunda artık iyice bitkin halde bulmuştum. Üzerime örtülen şey bir monttu herhalde. Tekrar onun sesini duydum.

"Sakın korkma küçük kız tamam mı? Hastaneye götürüyorum seni." Çınlayan kulağımla zorlukla işitmiştim onu.

Arabanın çalışıp da ilerlemesi hızlıca oluvermişti.

Bedenim yorgunlukla eriyip koltuğa yapışıyor gibiydi. Kafam desen içi dışı her tarafı zonkluyordu. Beynim işlevini kaybetmek istercesine uyuşuyordu. Yüzümün sol tarafında  ise sıcak sıvı hala hakimdi.

Uyumak istiyordum sadece. Beni bu durumun içinden çekecek ve kurtaracak tek şeyin uyku olduğunu biliyordum.

"Uyumak... isti...yor-" harfler ağzımdan yuvarlana yuvarlana dışarı kaçmıştı. Kısık bir o kadar da pürüzlü sesimi sevdiğim adam kolayca duymuştu. O an anlamıştım ki tamamıyla bana odaklanmıştı.

"Hayır güzelim, uyuma. Az daha dayan geldik neredeyse."

Neden buz gibi sesi beni bu denli büyülüyordu? Neden bu haldeyken bile beni bu kadar çok etkiliyordu?

Uyuma diyordu ama benim içimde uyumak için çırpınan sayısı çok fazlaydı. Beynim en baş sıradaydı. Sanki en ufak bir hareket bekliyordu benden uyumak için.

Birkaç dekika geçmişti ve ben artık uykuya giriş yapmak üzereydim. Bunu Merih de fark etmişti.

"Dolunay uyuma sakın güzelim. Uyuma."

Sesi artık o kadar uzaktan ve o kadar kısık geliyordu ki aynı araba da değildik sanki. Yüksek konuşuyorsa bile ben bunu kısık bir ses olarak duyuyordum.

"Sık dişini küçük kız," dedi yine ben onu çok az duyarken. Hatta tam anlayamamıştım ne dediğini.

"Güçlüsün sen güzelim."

"Birkaç dakika daha uyuma güzelim."

"Sabret sevgilim."

Merih'in son söylediklerinden hiçbirini anlamamıştım. Söyledikleri bana ulaşmak yerine havaya karışıyordu. Duymuyordum, anlamıyordum onu. Artık hiçbir şeyi algılayamıyordum.

***

    Uyuşmuş bir şekilde gözümü hastane odasında açtım. Geçen zaman diliminde uyumamıştım ama beynim uykudan daha çıkmaz bir evrede kaybolmuş gibiydi. Dedim ya uyuşuktu.

Gözümden içeriye süzülen ışık çok rahatsız ediciydi. Yüzümü ekşittim.

Biri şu lanet ışığı alabilir miydi şuradan acaba? 

Ben ışığa lanet okurken yan taraftan onun senin geldiğini duydum.

"Küçük kız?" diye sorduğunda kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Yerinden kalkarak yanıma geldi. Elini ait olduğu yere, yanaklarıma yerleştirip "İyi misin güzelim?" diye ruhumu mayıştıran sesi ile konuştu.

"İyiyim."  Kafamda ki lanet sızıyı yok sayarsak iyiyim tabii. "İyisin," dedi gözlerimin derinlerine yoğun gözleri ile bakarken. Bana doğru eğilip, alnıma yaramın hemen yan tarafına içimi okşayan bir öpücük kondurdu. Yüzüme yayılan gülümseme hiç şaştığım bir hareket değildi.

Hep derim ya yaralarımı sarar diye, bu öpücük de onun içindi. Yaramı açan o olsun olmasın ama saran yine o olurdu.

"Güzelim nasıl oldu bu?" İşte can alıcı soru. Birden durup dururken olmayacağını o da biliyordu. Dudağımı ısırdım. Doğruyu söylemekten başka çarem yoktu. Yalan söylemek istemiyorum ona karşı çünkü.

Gözleri ısrarla konuşmamı bekleyince konuşmuştum.

"Alev denen o kızı gördüm lavaboda iken," deyip tepkisini ölçmek için bekledim. "Alev?" dedi sorarcasına. Tanımıyordu anlaşılan. Ama ardından birkaç saniye düşününce, benim vereceğim cevabı beklemeden konuştu.

"Tamam hatırladım şimdi," dedi sesine hafiften sinir yerleşirken. Niye sinirlenmişti ki şimdi?

"İşte onu öyle karşımda görünce sinirlerime hakim olamadım. Onu dövdüm ama elimden kurtulunca beni itti.  Bende dengemi sağlayamadım kafamı el kurutma makinasına vurarak yere düştüm." Tek nefeste konuşmuştum.

Elini saçına geçirip kendini yatıştırmaya çalıştı. "O kız yüzünden ikinci kez zarar görüyorsun." Kendiyle konuşur gibi bir havası vardı. Yüzünden beyninde dönüp duranlar hakkında hiçbir şey anlaşılmıyordu.

"Neden sinirlendin ki şimdi bu kadar?" kendimi tutamayıp sordum. Ayağa kalkmış ve odanın içinde eli saçında dolaşıyordu.

"Zarar gördün çünkü."

"Benim için endişelenmene gerek yok."

Yüzüme öyle bir baktı ki içim ürperdi. Yanlış bir şey mi söylemiştim?

"Senin için endişelenmeyeceğim de kimin için endişeleneceğim?" Sesi yüksekti ve beni yerimden sıçratmıştı. Biliyordum siniri bana değildi kafasının içinde her ne dönüyorsa onaydı. Ama ben yutkunarak kafamı yana çevirmeden edemedim.

Biraz geçtikten sonra yanıma gelip, yüzümü bu kez şefkatle elleri arasına aldı. Kafamı kendine çevirerek gözlerini gözlerime dikti.

"Bak  ben benim olana zarar gelmesinden de nefret ederim." dedi, durdu ve anlamam için gözlerimin iyice derinlerine baktı. Devam etti sonra.

"Hele de bu sensen, gercekten nefret ediyorum." İtarafı içimde hemencecik kendine bir yer edindi. Çok kolay olmuştu bu, çünkü ben soğuk adamın etkisi altına bayağı girmiştim.

"Özür dilerim," diye mırıldandım. Ben onundum ve benim için endişelenmesi gayet normaldi. "Gerek yok," dedi ve bu sefer de dudaklarıma minicik bir öpücük bıraktı.

Utandım mı? Tabii ki evet.

Ve ben salak gibi utancımı hemen dışarı vurmayı başarabiliyordum. Güldü yine utanmış olan küçük kızına, soğuk adam.

Ellerini yanaklarımdan ayırmıyor olduğu sırada ve benim aptal aptal gülümsedigim sırada odanın kapısı çalınarak açıldı. Gelen her kimse biz ona bakmıyorduk bile. Ama gelen kişi sahte bir şekilde öksürünce Merih soğuk bakışlarını ona çevirdi.

Gelen elinde bir dosya olan doktordu.

Merih ellerini yanaklarımdan çekerek doğruldu. Doktor yüzüne yerleştirdiği gülümseme ile bana yaklaştı. "Nasılsınız küçük hanım," diye sorduğunda ben bakışlarımı Merih'e çevirdim.

Bu çocuk ben erkek garsonla konuştuğum için sinirlen çocuk olduğuna göre şu erkek doktorla konuşmama da sinirlenirdi değil mi? Evet evet sinirlenirdi.

Cevabı Merih'in vermesini bekledim. Çok geçmeden konuşan kişi o olmuştu zaten. "İyi küçük hanım iyi," dedi 'küçük hanım' kısmına bastırırken. Doktorun, Merih'in bu tavrına karşı yüzündeki gülümsemesi silinecekti ama son anda buna mani olarak tekrar bana döndü.

"Tomografi sonuçlarınız temiz. Tehlike belirtecek bir durum yok yani. Sadece birkaç gün yaranın olduğu yerde ağrılar olabilir o kadar," diye açıklama yapınca nezaketen gülümsedim ama bu Merih'in varlığını hatırlayana kadar sürmüştü. Yani ortalama iki-üç salise.

Doktor önce bana sonra sesi çıkmadan donuk donuk onu izleyen Merih'e baktı.

"İsdediğiniz zaman taburcu olabilirsiniz. Geçmiş olsun," diyerek ne diyeceğimizi beklemeden odadan çıktı. Gerçi bekleseydi bile Merih'ten alacağı donuk cevap ile karşılaşırdı o kadar.

Merih bana dönüp "Ne zaman gitmek istersen söyle küçük kız," dedi. O an hemen atılıp "Şimdi," dedim bende. Ve ekledim; "Çok bunaltıcı bir yer burası çünkü." Hastaneleri sevmediğimi daha önce söylemediysem şimdi söylüyorum.

"Pekâlâ," deyip koltuğa, montumun ve diğer eşyalarımın olduğu yere yöneldi. "Bizim eve gidiyoruz?" Sorar gibi konuştu.

Burnumu kırıştırdım. Onun evine ya da kendi evime gitmek istemiyordum.

"Deniz kenarına gidelim. Kayalıklara?" bende sorarcasına konuştum. Bana tip tip baktı.

Tamam daha bir iki saat önce baygın baygın yatan biri için saçma bir şeydi söylediğim. Ama ne yapayım!

"Daha iki saat önce kafan yarıldı küçük kız, ne bu enerji?" Enerjiyle alakası yoktu. Sadece eve tıkılıp kalmak istemiyordum o kadar.

"Olsun. Eve gitmeyelim lütfen," diye ısrarcı oldum. Yüzümü inceledi yanıma geldiğinde, ifadesiz yüz hatları ile. Ardından kabul edip "Peki, gidelim," dedi. "Teşekkür ederim," diye mırıldandım yumuşak ses tonum ile.

"Gerek yok."

Yatakta doğruldum. Montumu giyip boyunlugumu taktım. Bunlar ne ara buraya gelmişti be. Neyse.

Beremi kafama geçiren o olmuştu. Dikkatli bir şekilde yara olan kısmı kapatacak biçimde geçirdi kafama. Ondan sonra montumun kapişonunu da geçirdi. Benim "Merih," diye sızlanmama aldırmadan, küçük bir çocuğa bakar gibi sarıp sarmaladı.

"İtiraz etme hakkın yok küçük kız. Kafandaki o yara ile deniz kenarına gitmek için bunlar şart."

Dudak büzerek kabul ettim. Eskimolar gibi hissediyordum kendimi.

***

Kayalıklara gittik. Tabii bunun öncesinde mantı almayı unutmamıştık. Çünkü bu günün asıl amacı mantı yemekti. Ve Merih yapacağım dediği her şeyi yapan biri olduğu için bunu da yapmıştı.

Mantıyı büyük bir iştahla yiyordum. O da yiyordu ama daha çok beni izliyordu.

"Beni izlemeyi bırak ve mantını ye Merih," dedim sesimin düşünceli çıktığını sonradan fark ederken. "Seni izlemek daha zevkli," dediğinde kıkırdadım. "Ama beni izleyerek karnını doyuramazsın," dedim alaylı alaylı. "Kim demiş? Doyuyorum ben," dediğinde yalandan göz devirdim ona.

Dakikalar sonra mantımı bitirmiştim bile. Denizi seyretmeye başlayacaktım ki, denizi seyretmek bi' yana dursun, Merih'i seyretmek daha huzurlu diye düşünüp ona döndüm. O da sigara yakmış ve beni izliyordu.

Sigara içişi bile güzeldi bu adamın. Dumanı içine çekişi, çektiği o saniyeler bile güzeldi. Bakışları güzeldi. Yüzünün donukluğu bile güzeldi. Onunla olmak güzeldi. Yanında olmak, kokusunu almak, her şeyi güzeldi. O varken güzeldi her şey.

Böyle geçti kayalıkta zaman. Birbirimizi izleyerek. Tek fark sigarası bittikten sonra beni kendine çekmesi olmuştu. Üşümeyeyim diye. Sonrası ise Dolunay için huzurlu dakikalar işte...

****

Akşam Merih beni kendi evime bırakmıştı. Gerçi ona kalsa beni hep yanında tutar ama malum benim bir adet abim de var.

Abim var var da şu an nerede?

Saat oldukça geçti ama hala evde yoktu. Aramıştım onu açmamıştı. Tıpkı gündüz onun beni arayıp da ulaşamadığı gibi bende ona ulaşamıyordum. Abim beni gündüz defalarca aramış ama ben görmemişim. Şimdi ise o görmüyordu sanırım onu aradığımı.

  Saat artık oldukça geçti ve ben hala bekliyordum onu. Kapıdan ses duyduğum sırada kapanmaya yüz tutmuş gözlerimi kocaman açıp ayağa kalktım.

Bakışlarımı salonun girişine çevirerek abimin girmesini bekledim. Abim yavaş adımlarla direkt merdivene yönelmişti. Ben arkasından "Abi!" diye seslenince, ancak fark etmişti benim salonda olduğumu.

"Oo Dolunay evin yolunu bulmuşsun sonunda," dedi iğneli sesiyle. Ve merdivenin çıkmış olduğu iki basamağını geri inerek bana doğru yaklaştı.

"Niye öyle dedin ki?"

"Niye mi öyle dedim? İki gündür yüzünü görmüyoruz doğru düzgün kızım."

Sinirlenmesi neden her seferinde saniyelerini alıyordu ki?

Söyleyecek bir şey bulamayınca bu sefer ben ona sordum. "Sen niye bu kadar geç geliyorsun eve!" kendimden emin tutmaya çalıştığım sesimle konuştum.

"Benden hesap mı soruyorsun?"

Niye bugün böyleydi? Nesi vardı? Sanki şu an konuştuğum kişi aylar önceki Kağan gibiydi. N'oluyordu böyle ya?

"Hayır. Ben sadece..." dedim az önceye nazaran kısılan sesim ile. "Ne sen sadece? Ha ne?" Bir anda bağırınca korkuyla yerime sindim. Yutkundum.

Ne olmuştu ona böyle?

"Ben sadece... Özür dilerim," diye güçlükle mırıldandım. Bana yaklaşınca dişlerinin arasından "Dileme," diye tısladı.

Allah aşkına ne oluyordu buna böyle? Biri bana açıklayabilir miydi? Yanlış bir şey mi yapmıştım?

Bana iyice yaklaştığında bakışları gözlerimden kafama kaydı. Sanki siniri bir an gözünden silinecek gibi oldu ama sonra hemen toparladı kendini.

"Ne oldu kafana?" öyle bir sormuştu ki hiç umurunda değil gibi çıkmıştı sesi. Ve sanki cevabını bildiği bir soruyu sorar bir hali vardı. Yine yutkundum. Bunlar tam aylar önceki Kağan'ın halleriydi.

"Bir şey olmadı," dedim bende alınıp, ğeçiştirir bir cevap verirken. Odama gitmek için harektlenip yanından geçmeye yeltendim ama bir anda kolumu yakalayıp beni önünde durdurdu.

"Sana 'ne oldu' diye sordum?"

Yemin ederim, her zamanki gibi beni kendine çekip saracak sandım. Yemin ederim ki bunu sandım. Ama olan başkaydı. Hali karşısında gözlerim buğulanırken kolumu güçlükle elinden kurtardım.

"Bir şey olmadı," dedim tekrar ve bu sefer yanından geçmeyi başarıp odama yöneldim. Merdivenlerden birkaç basamak çıkıp tekrar ona döndüm. Olduğu yerde duruyordu hala.

Bir elini saçından geçirmiş, öbürünü ise yumruk yapmıştı.

"Ne oldu birden böyle abi?" diye kendi kendime mırıldandım ve ağzımdan kaçan hıçkırığı engelleyemedim. Kafasını bana çevirdiği sırada gözümde biriken yaşları serbest bırakıp odama koştum.

******

Ve bölüm sonu.

Continue Reading

You'll Also Like

50.6K 4.8K 58
Asi ve Alaz Twitter üzerinden tanışırlar.
TAKINTI By ❦

Teen Fiction

2.4M 44.4K 44
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
49.7K 3.4K 17
"Bir adam ile yara bandının hikâyesini hiç duydun mu?" diye sordum meraksız bir tonda. Çünkü anlatmak istediğim sıradan bir hikâye değildi, kendi yaz...
35.7K 793 18
Bakışları geceliğin açıkta bıraktığı tenimde dolanırken ona yaklaştım boynuna doladığım kollarımla ona daha çok çekilip "Özledin mi beni?" diye fısıl...