Özgür Ruhlu Kuş

By -Mrskelebek-

289 36 121

"Bitecek ve acı yok olacak" "Bedene ait olan ruh özgürlüğe kavuşacak." Kafes açılmış kuş özgürlüğüne kavuşmuş... More

Özgür Ruhlu Kuş

289 36 121
By -Mrskelebek-

  İlk kez kısa bir hikaye yazıyorum. Buna vesile olan edebiyat hocama sevgiler. Yorumlarınızı ve düşüncelerinizi bekliyorum.

  Ölünce unutulmaktan korkanlara ithafen.

Rüzgarlı bir sonbahar sabahı, hüznün renklerini yansıtıyor yapraklar. Melankolik bir ezgi eşliğinde usul usul salınıyor, ruhumun derinliklerinde izler bırakıyordu. İnce bir dalın ucunda asılan sararmaya yüz tutmuş yaprak döküleceğini bile bile şiddetle esen poyraza direniyordu. Amansız bir çabalamanın sonu teslimiyetti. Tıpkı savaşmaya hazır olmayıp silahları ailemin eline vermem gibi.

Hayallerim yapraksa esip kavuran rüzgar ailemdi. Her direnişimde yere çakılıyor ayağa kalkacak gücü kendimde bulamıyordum. Günden güne eridiğimi hissediyorum. Rutubet kokan sözcüklerim boğazıma diziliyor, susuyorum. Sustukça büyüyorum.

"Ablan tıp okuyor ama senden bir şey olmayacağı kesin."

"Yazar olma fikride nereden çıktı? Senin tek derdin tıp fakültesini kazanmak olmalı. Ablanı görmüyor musun dişini tırnağına taktı ve başardı."

Anne ve babamın aşağılayıcı sesi kulaklarıma doldu. Ben hayatında seçim hakkına izin verilmeyen o kızım. Ablasının hayatına göre yön verilen sesini çıkarma hakkı olmayan o aciz kızım. Ben uçmayı öğrenmiş ama yuvasını terk edemeyecek kadar ürkek bir kuşum. Hiçbir zaman cesur olmayı başaramamış ailemin zırhlı kanatları altında yaşamıştım. Hüma kuşları hep ilgimi çekerdi. Gökyüzünün özgür ruhlu efsanevi kuşları. Belki bir hüma olsaydım kendi hayatımı yaşayacak kadar cesur olabilirdim. Ne bir hüma kadar özgür ruhlu ne de aslanların arasına girip yiyecek alan bal porsuğu kadar cesur yürekliydim. Alçin Soykal soğuk bir gaflet uykusuna yatmış harabe bir bedenden ibaretti.

Düşüncelerimin verdiği ağırlığın yanına omzumun üstündeki ağırlıkta eklenmişti. Huzursuz bir şekilde yerimde kıpırdandığımda omzumda uyuya kalan gençte mırıldanmıştı. Elimle uyanması için omzunu dürttüğümde hiçbir tepki alamamıştım. Uyanmayacağını anladığımda başımı cama yaslayıp yoldan geçip giden insanları izlemeye başladım. Yolun üstündeki sevimli kitapçı dükkanı Ahmet amcaya aitti. Yağmurlu bir gündü otobüsü kaçırdığım için yürümek zorunda kalmış peşime takılan köpekle kendimi kitapçı dükkanına atmıştım. Tesadüfen girdiğim kitapçıda kitapların efsunlu kapılarını aralamış bir daha da o kapıdan çıkamamıştım.

Ahmet amca emekli bir edebiyat öğretmeniydi. Geriye kalan yaşamını gençlere kitap okuma sevgisini aşılamakla geçirmek istiyordu. Kitaplar hakkında konuştukça içimdeki yazma isteğini açığa çıkarmama yardım etmişti. Anne ve babam zamanımın çoğunu kitapçıda geçirdiğimi öğrendiğinde bir daha oraya gitmemem için beni azarlamış ve okul harici dışarı çıkmamı yasaklamışlardı. Özgür olduğum tek yerden koparılıp alınmıştım. Siyah kalın kapaklı defterimde asılı kalan satırlarım tozlu raflar arasında yerini almıştı. O günden beri kalemi elime alıp yeniden yazma gücünü kendimde bulamıyordum.

Uykunun vermiş olduğu mahmurlukla pürüzlü çıkan sesle irkildim. Sesin sahibine döndüğümde kahverengi saçları dağılmış, biçimli kaşlar altında parlayan ela gözlerinin aksine ten rengi oldukça solgundu.

"Beni uyandırmayan ilk kişisin rahatsız olmuşa benzemiyorsun."

"Uyandırmak için seni dürttüm ama uykun çok ağır olmalı ki tepki bile vermedin."

Okula gitmek için her gün otobüse biniyordu. Simalar hep aynıydı. Hemen hemen benim yaşlarımda olan bu genci ise ilk görüşümdü.

"Kutup ayıları gibi uyuduğumu söyler teyzeler." Yüzünü geniş bir gülümseme kapladı.

"Neden teyzeler senin hakkında böyle bir düşünceye sahipler?"

"Omzunda uyuya kaldığım ilk kişi değilsin. Genelde teyzelere rastlıyorum." Sözlerine gülümseyerek önüme döndüm. İnsanlarla çok uzun göz teması kuramıyordum. Sanki gözlerimin arkasında saklı olan benliğimi keşfedeceklermiş gibi geliyordu.

"Hey bunun işe yaraması gerekiyordu." Tekrar ona doğru döndüğümde anlamadığıma dair boş bakışlarla yüzüne baktım.

"Dudaklarının kenarı kıvrılıyor ama bu içten bir gülümseme değil." Sahte gülüşlerimi bugüne kadar fark eden olmamıştı. En son ne zaman dişlerimi göstererek gülümsedim? Belki çok küçükken kendim olduğum zamanlarda. Ya şimdi? Ablan gibi giyindiriliyor, ablanın müzik tarzı dinletiliyor ve istemediğin bir meslek için çalışıyorsan bu hiçte kolay değildi. Cümlesi ruhumdaki boşlukta yer edinirken cevap verme gereksiniminde bulunmadım. Bakışlarımı kaçırıp camdan dışarıyı izlemeye devam ettim. Yolun geri kalanı sessizlik içinde geçiyorken otobüsün kırmızı ışıkta durmasıyla yanımda oturan genç ayağa kalktı. Mavi harelerim ela gözleriyle buluştuğunda gamzelerini ortaya çıkaracak şekilde tebessüm etti.

"Hayat çok kısa gülümsemek için zamanın varken bunu erteleme çünkü zaman seni beklemez." Ağzım şaşkınlıkla aralanırken arkasını dönüp otobüsten indi. Ara sokağa girip gözden kayboluşunu izledim.

***

Orta boylarda kırklı yaşların sonlarına yaklaşan fizik öğretmenimiz hararetli bir şekilde dersi anlatırken aklımı derse veremeyecek kadar düşünceliydim. Deftere karaladığım şekillere bakarken sıra arkadaşım Esin'in bacağıma vurmasıyla başımı kaldırdım. Meltem öğretmen ile göz göze geldiğimizde ilk kez dersini dinlemediğim için vicdan azabı çektim.

"Alçin bir sorun mu var? Kendini derse veremiyor gibisin." Evet, büyük bir sorun vardı. Hayatımda gülümseyecek kadar değer verdiğim hiçbir şey yoktu.

"Yok, öğretmenim kendimi biraz halsiz hissediyorum." Meltem öğretmenin tekrar ders anlatmaya başlamasıyla sınıf yakınırken bende saate baktım. Son ders olduğundan mı zaman geçmiyordu yoksa fizik dersi olduğundan mı karar verememiştim. Sonunda beklediğim zil sesi duyulduğunda defter ve kitaplarımı çantama koyarak okuldan çıktım. Durağa ilerlerken sabah yaşadığım garip olay gözlerimin önüne geldi. Kulaklığımı çıkarıp kendi listemden rastgele birini açtım. Otobüste arka tarafa doğru ilerleyip boş olan bir koltuğa oturdum. Sabah ki yolculuk bana ne kadar kısa geldiyse bu da o kadar uzun gelmişti. Anahtarlığımı çantamdan çıkarıp kapıyı yavaşça açtığımda annem ve ablamın konuşma sesleri duyuluyordu. Benim geldiğimi anladıklarında susacaklarını bildiğim için yavaşça ayakkabılarımı çıkarıp dolaba yerleştirdim.

"Son senesi anne ama ben yeterli çalıştığını düşünmüyorum. Benim ne kadar emek verdiğimi biliyorsun." Ablam her zamanki rutini haline gelen annemi bana karşı doldurma konusunda oldukça başarılıydı.

"Bilmez miyim kızım. Sen yemedin, içmedin ders çalıştın. Bundan bir şey olacağı yok." Duymaya alışık olduğum sözler olsalarda her duyuşumda aynı acıyı hissediyordum. Bugün bundan fazlasını kaldırabileceğimi düşünmüyordum. Konuşmaya o kadar dalmışlardı ki mutfağın önünden geçmeme rağmen beni fark etmemişlerdi. Çantamı masamın kenarına bırakıp kapının önüne çöktüm.

Yaşadığım her şey azap yaşayamadıklarım ise içimde ukte olarak kalıyordu. Bir abla kardeşini savunup kollamaz mıydı? Peki, neydi bu bitmeyen kinin sebebi? Bir anne demez miydi kızım sen başarırsın? Peki, neydi bu inanmamanın sebebi? Bir baba ders harici konuşmaz mıydı kızıyla? Peki, neydi bu ilgisizliğin sebebi. Yüzlerine söylemek istiyorum ama beni anlamayacaklarını biliyorum. Bu yüzden değil miydi sessiz kabullenişim.

Anahtar sesi duyulduğunda çömeldiğim yerden kalkıp çalışma masama geçtim. Test kitabından işlediğimiz son yeri çözerken zamanın nasıl geçtiğini algılayamamıştım. Kapının açılmasıyla ablam birden odaya dalmıştı.

"Yemeğe geliyor musun?" yüzündeki gülümseyen maskenin ardında saklanan yüzü görebilecek kadar büyümüştüm.

"Hayır, tokum ders çalışacağım." Akşam yemeklerinden kaçış mekanizmam hazırdı.

"Sen bilirsin." Ablam uzatmadan odayı terk ettiğinde yemeğe gitmeyecek olmamın işine yarayacağının bilincindeydim. Testlerimin hepsini çözdüğümde gönül rahatlığıyla yatağıma girdim. Düşünce dünyam beni ele geçirirken kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Gökyüzü açık, güz güneşi yalancı bir sıcaklık yayıyordu etrafa. Çantam bugün oldukça ağırdı. Şansım yaver gitmiş otobüse tam zamanında yetişebilmiştim. Derin bir soluk alarak otobüse bindim. Arkaya doğru ilerlerken boş olan bir yer fark ettim. Cam kenarı olmaması beni üzerken konfor arayacak durumda da değildim. Elindeki kitabı dikkatle okurken onu tekrar göreceğimi hiç düşünmemiştim. Yanına oturup oturmamakta tereddüt etsemde çantamı kucağıma alarak koltuğa yerleştim. İstifini bozmamış kitabını okumaya devam ediyordu. Çantamdan kulaklığımı sessizce çıkartıp müzik listemdeki ilk şarkıyı dinlemeye başladım. Kulaklığımın tekinin çıkarılmasıyla hayallerim tenha köşelere kaçışmış gerçek dünyaya dönmüştüm.

"İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana denk düşünür, düşünür, düşünür." Sesi dünkü mahmurluğun aksine naif bir şekilde kulaklarıma dolarken yüzüne baktım. Saçları özenle taranmış alnına doğru birkaç tutam saç teli düşmüştü. Ten rengi olması gerekenden daha beyazdı. Ela gözlerinin altında oluşan mor renkli halkalar çok dikkat çekmese de yakınında olan herkesin fark edebileceği belirginlikteydi. Bu da uykusuz olduğunun bir göstergesiydi.

"Hiçbir şey olmaz insan yalnız kalır. Yalnız, yalnız." Ezbere bildiğim cümleyi tamamlarken aynı kitabı okumuş olmamız hoşuma gitmişti. Stefan Zweig'in en sevdiğim kitaplarından olan Satranç'ı üç kere okumuş her defasında farklı tatlar almıştım.

"Anlamlı kitap." Diyerek ayracını kaldığı sayfanın arasına koydu.

"Öyle, insan her okuyuşunda ayrı bir zevk alıyor." Çevremde kitaplar hakkında konuşabileceğim kimse yoktu. Ahmet amca dışında. Onuda yaklaşık iki aydır görmüyordum. Biriyle konuşmaya ihtiyacım vardı bu hiç tanımadığım biri olsa bile.

"Hiç yazmayı denedin mi?" Ani gelen sorusuyla afallasamda kafamı olumlu anlamda salladım.

"Ben yazabilmeyi çok isterdim." Sesi saf bir heyecanla çıkmıştı. Kitaplarla bu kadar ilgili olması beni çok etkilemişti.

"Peki, sen yazmayı denedin mi?" Diye sorduğumda oturduğu koltukta dikleşti ve arkasına yaslandı.

"Hayır." Yazmak isteyen her insan eline kalemi almalı en az bir kez de olsa birkaç cümle karalamalıydı.

"Neden bu kadar istekli olupta eline kalemi almadın?"

"Kalemi ele almak mesele değil ki. Kelimelerinle yeni bir evren yaratmalısın. O evrenin kahramanı olacaksın. Peki, ben o hayalin kahramanı olarak mı hatırlanmayı hak ediyorum yoksa Çakır Karaer sıradan bir insan olarak mı? Belki en büyük korkum ölünce unutulmak olsada benim bu dünyaya zerre katkım olmadı. Birkaç aya bir yangından geriye kalan küller gibi savrulup gideceğim." Bir insan nasıl bu kadar düşünceli olabiliyordu? Her cümlesinde bozguna uğramış belli etmemek için yüzümü ifadesiz tutmaya çalışmıştım. Benim dünyaya bir katkım var mıydı? Unutulacaklar listesinde ilk sıraya yerleşecek potansiyele sahiptim.

Sükûnet bazen çok şey anlatabiliyordu. Bir varsın bir yoksun geride kalanlar ağıtlar yakıyor, zamanla acının üstü yosun bağlıyor. Zaman geçiyor sen yokken de yemek yeniyor, gülünüyor. İnsanlar sen olmadan da nefes alabiliyor. En acısıda bu olmalıydı.

Cama doğru döndüğümde uzakta beklediği biri varmışçasına masmavi gökyüzüne bakıyor, uçmayı bilmeyen bir kuş kadar çaresiz görünüyordu. Ona unutulmayacağını söylemek istedim ama yalandan bir teselli ne kadar etkili olabilirdi. Otobüs ışıklara yaklaştığında Çakır hareketlenmişti. Durakta durduğumuzda ona yol vermek için ayağa kalktım. Çıkış kapısına giderken arkasına dönüp bana baktı.

"Yaşamayı bilirsen yazacak daha çok şeyin olur." Otobüsten indiğinde dünde girdiği ara sokakta ağır adımlarla ilerledi. Otobüs hareket ettiğinde söyledikleri zihnimde canlandı. Ben ne yaşamayı biliyordum ne de yazmayı. İhtişamlı bir yaşamımın olmasını istememiştim sadece kendime ait olmalıydı. Ne zaman yaşamayı öğrenirsem yeniden kalemi tutacak güce sahip olabilecektim.

***

Güven birkaç yılda oluşan bir duygu muydu yoksa birkaç aydır tanıdığın kişiye karşıda bu duyguyu hissedebilir miydi insan? Yaklaşık üç aydır tanıdığım Çakır'a her şeyimi anlatacak kadar güveniyordum. Ailem ile aramdaki sorunları yalansız dolansız anlatabildiğim beni yargılamadan dinleyen tek insandı. Ücra köşelerde ortaya çıkan hayallerimin gün yüzüne çıkmasını istiyordu. Bana cesaret vermiş hayallerimi gerçekleştirmem için ön ayak olmuştu. Sözlerine kulak vermiş kendime güvenir hale gelmiştim. Ailem bendeki değişiklikleri fark etmiş ama nedenini öğrenememişlerdi ya da geçici bir baş kaldırı olduğunu düşünüp önemsememişlerdi. Ailemi ilk kez yanıltacak olmam beni mutlu ediyordu.

Soğuk hava bedenime nüfuz ederken hızlı adımlarla durağa ilerledim. Montuma daha çok sarılırken Çakır'ın bugün gelmiş olmasını diledim. Dört gündür otobüse binmemişti. Haber alamamanın verdiği merakla otobüse bindim. Her zaman oturduğumuz koltuğa doğru gittiğimde kahverengi saçları gözlerimin önüne geldi. Onu görmenin verdiği mutlulukla yanına otururken sinirden kaşlarım çatılmıştı. Bana bir haber bile vermemiş aklımda kötü senaryoların oluşmasına neden olmuştu.

"Kaç gündür yoksun. Seni merak ettim." Çantamı yere koyarken bir yandan da söyleniyordum.

"İnsanın merak edilmesi güzel şey." Sesindeki dalgacı ifadeyi fark ettiğimde yüzüne baktım. Yorgun görünüyordu acaba hasta olduğu için mi gelmemişti?

"Neden gelmediğini söylemedin." Diye ısrarlı bir ses tonuyla direttiğimde el mahkum cevap vermek zorunda kalmıştı.

"Bazı işlerim vardı." Kaçamak bir cevap verdiğinde üstüne gitmemem gerektiğini öğrenmiştim. Ben her şeyimi ortaya dökerken Çakır'ın kendine ördüğü duvarları vardı. Her gün nereye gidiyor bilmiyordum. Sorduğumda beni geçiştirecek yanıtlar veriyordu.

Sessizliğe büründüğümde ela gözlerindeki suçluluk kırıntılarını görmüştüm. Kendini gülümsemeye zorlasa da başaramamıştı. Durgundu. Neşesinden eser yoktu. Acıyı bedeninde buram buram hissediyor dışarıdan güçlü kalmaya çalışıyor gibiydi.

"Verdiğin kitabı teneffüslerde okuyorum. Gerçekten yazarın etkileyici bir kalemi var." Konuşamayınca okumam için bana hediye ettiği kitabın günün konusu olmasına izin verdim. Dikkatli bir şekilde yüzümü incelerken sanki beni daha göremeyecekmiş gibi bakıyordu. Göz temasını keserek diğer yolculara bakındım.

"Bir dahaki okuyuşunda daha çok anlam kazanacak." Kendinden emin çıkan sesiyle bana bakmayı sürdürdü.

"Bitmesine az kaldı." Diye mırıldandım.

"Bitecek ve acı yok olacak" fısıltıyla söylediği cümleyi duyamamıştım. Gözlerini gökyüzüne çevirdi. İşaret parmağıyla uçan bir kuşu gösterdi.

"Bedene ait olan ruh özgürlüğe kavuşacak." Dedi titreyen sesiyle.

"Bir gün bende yuvadan uçacağım." Dediğimde gözlerindeki parıltıyı yeniden görür gibi oldum.

"Hayallerinin peşinden gitmeye hazır ürkek bir kuşsun."

"Sende hayallerimin öncüsüsün." Dedim gülümseyerek. Yanağında oluşan derin gamzesi bile bitkin olduğunu gizleyemiyordu.

"Gelecekte iyi bir yazar olacağını biliyorsun." Çakır kadar özgüvenli olsaydım gerçekten iyi yerlere gelebilirdim.

"Biliyorum." Sesim onunkinin aksine daha pasif çıkmıştı. Otobüs ineceği yere yaklaşırken içimi bir sıkıntı kapladı. Kapşonunu başına kapatıp ayaklandığında yol vermek için bende kalktım.

"Eğer önüne bir engel çıkarsa pes etme. Başardığında yaşayacağın mutluluğu hayal et." Önüme düşen saçımı nazikçe kulağımın arkasına itti.

"Çünkü sen hayal ettiklerinin daha iyisini hak ediyorsun." Bana içten bir gülümseme bağış etti.

Otobüs durduğunda her zamanki ara sokağa girdi. Attığı her adımda benden uzaklaşırken kötü duygular ruhumu ele geçirmişti. Yerime oturmadan ani gelen fikirle otobüsü durdurması için şoföre seslendim. İtiraz etse de ısrarlarıma dayanamayıp istop etmişti. Koşar adımlarla girdiği ara sokağa ilerledim. Yolda tek tük insan vardı onları umursamadan koşmaya devam ediyordum. Çarptığım insanlardan ufak bir özür diliyor ona yetişebilmek için hızlı hareket ediyordum. Uzun boyuyla tezat cılız vücudunu gördüğümde yavaşlayarak nefesimi düzene soktum. Sola döndüğünde hemen peşinden ilerliyordum. Birkaç kişiye selam vermiş ayaküstü sohbet etmişti. Dikkat çekmemek için aramıza mesafe koymuştum.

Hastane kokusu burnuma dolduğunda neden buraya geldiğini düşündüm. Ailesinden biri mi hastaydı yoksa kendisi mi kontrole geliyordu. Etrafa bakındığımda Çakır'ı görememiştim. Danışmadaki görevlinin yanına gittiğimde bilgisayardan başını kaldırıp beni süzmüştü.

"Birine bakmıştım da."

"Ad ve soyadını söylerseniz size yardımcı olabilirim." Kadının sesi oldukça ilgiliydi.

"Çakır Karaer." Lütfen öyle bir hastalarının olmadığını söylesin diye dua etmeye başladım. Adı duyduğunda hatırladığına dair bir ifade yer edindi yüzünde.

"Kaçak çocuğu diyorsun. Az önce fenalaştı." Duyduklarımı algılamakta zorlanırken kadının fenalaştı demesiyle panikle hangi odada olduğunu sordum. Merdivenleri nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Odanın kapısını çalmadan açtığımda yatakta yatan kişinin bir umut onun olmamasını istedim. Saçları birbirine girmiş, bitkin ela gözler, yorgun bir beden Çakır'dan başkasına ait değildi. Gözyaşlarım gözlerime akın ederken yatağının yanına gitmek için hazırlandım. Beni gördüğünde ağzını açıp kapamış ne diyeceğini kestirememişti.

"Bana nasıl söylemezsin." Çatallayan sesimi umursamadan soğuk olan elini ellerimin arasına aldım.

"Bana acımanı istemedim." Böyle bir şeyi benden nasıl saklayabilmişti anlam verememiştim.

"Sana acımak mı? Yanında olmak isterdim." Gözyaşlarım yanağımdan süzülürken eliyle elimi sıktı.

"Farkında olmasan da en büyük destekçimdin."

"Seni takip etmeseydim bana söyleyecek miydin?" Söylerim desin istedim. Ben ona nasıl her şeyimi söylediysem onunda söylemesini istedim.

"Hayır." Dedi bir çırpıda.

"Ne demek hayır. Bana söyleseydin tedavilerinde yanında olabilirdim ama sen ne yaptın bir korkak gibi sakladın." Ona korkak dediğim için pişmanlık yaşasamda bu kısa sürmüştü.

"Tedaviyi reddettim." Afallasamda ayağa kalkıp ona baktım.

"Nasıl reddedersin? İyileşmen için en ufak umut ışığını nasıl tek kalemde silersin?"

"Bu illet hastalığı ikici kez vücudumda taşıyorum. İki yıl ilik bekledim. Tam yendim atlattım diye sevinirken tekrar yeniledi. Tedavi yaşam süremi azda olsa uzatır ama sonuç belliyken çabalamak neye yarar ki?" Gözleri kızarırken önünde uzun bir ömür var daha bana

öğreteceğin çok şey var demeliydim. Boğazım düğümlendi. Gözyaşlarıma hıçkırıklarım eşlik etti.

"Hiç mi umut yok?" korkarak sorduğum sorunun cevabını almaya hazır değildim.

"Yok." Yanağından süzülen yaşı gördüğümde peşini birkaç damla izledi.

"Sen dememiş miydin bana her zaman umut vardır? Yalancısın." Sinirden ne dediğimi bilmiyor bir yerleri kırıp dökme isteğiyle kavruluyordum.

"Umut yaşayan insanlar için vardır." Diyerek duraksadı. "Ölüm ile yaşam arasındaki ince ipte yürüyorum. Artık pes ediyorum Alçin. Ne koşmaya ne de konuşmaya takatim var." Ölüm lafı sana yakışmıyor daha yaşın kaç ki demeliydim ama ölümün yaşı olmuyordu. Er ya da geç her insan tadacaktı ölümü. Peki ya ben niye kabullenemiyordum bu gerçeği.

"Pes edemezsin duydun mu beni? Bana bunu öğreten sensin. Pes edemezsin." Sonlara doğru kısılan sesimle, ellerini sıkı sıkıya kavradım. Sanki bırakırsam ellerimin arasından kayıp gidecekmiş gibiydi. Makinelerdeki hareketli çizgilerin yerini düz çizgiler alırken ellerim arasındaki soğuk el kayıp boşluğa düşmüştü. Haykırışlarımla içeriye giren hemşireler beni yerden zorla da olsa kaldırmış Çakır'ın üstündeki çarşafı başına kadar kapatmışlardı.

"Hayır ölemezsin. Senden öğreneceklerim var." Artık çok geçti. Kafes açılmış kuş özgürlüğüne kavuşmuştu.

***

Kitapçının kapısı açıldığında çıkan ses kulak tırmalayıcıydı. İçeriye giren sarı saçlı mavi gözlü kız gençliğimdeki halimi hatırlatmıştı. Raflar arasında meraklı gözlerle dolaşırken benim yazmış olduğum kitaplar arasından bir iki tanesini eline alıp inceledi. Hangisini alacağını tahmin etmekte zorlanmamıştım. Kasaya doğru yaklaştığında gözleri fal taşı gibi açılmış beni karşısında gördüğüne inanamamıştı.

"Çok okunan kitapların yazarı sizsiniz." Dedi heyecanlı bir şekilde.

"Evet, benim canım. Seçtiğin kitabı verirsen imzalayabilirim." Sunduğum teklifle gözleri ışıldayan kız kitabı bana uzattı. Kitap ellerimin arasına geçtiğinde yazmaya başladığım ilk günü hatırladım. Çakır'ı kaybedeli bir yıl olmuştu. Hayat damarlarımdan biri koparılmışçasına kötü hissediyordum. Kalemi elime aldım ve gerisi kendiliğinden gelmişti. İlk sayfayı açtığımda eğik harflerle yazan "Hayatıma yön veren özgür kuşa ithafen" yazısıyla yüzümde hüzünlü bir gülümseme oluştu.

"Adın ne?" diye sorduğumda "Ela" diye yanıtladı. Ela'ya sevgilerle yazıp imzamı attığımda Çakır'ın kaçıncı kez hatırlanışıydı bilmiyorum. Hatırlanmaya değer eserler vermemde bana cesaret verdiğin için teşekkür ederim Çakır Karaer.

Continue Reading

You'll Also Like

226K 9.8K 29
Arca kişisi sizi engelledi Bilinmeyen:Nasıl?engelledin mi beni? İletilmedi Bilinmeyen:Beni nasıl engellersin?! İletilmedi Bilinmeyen: İletilmedine so...
105K 6.4K 35
Odanın zemininde uyanık kalırsın Kapının altından gölgeler görüyorsun Kafanda dönüp duran aynı his Babacığın tekrar şehirden ayrılırken Ve tekrar...
487K 11.5K 23
tamamlandı. acar arslan dünyaca ünlü bir futbolcudur. bir gün eski hattını geri takar ve instagram'dan 'bebeğim kişisi instagramda, ona merhaba demek...