KARANLIK İKİLEM

By leyagediz

18.7K 4.2K 1K

© Tüm Hakları Saklıdır Hayat, beni iki karanlık adam arasında bırakacak kadar acımasız mıydı? **** Öyle bir b... More

K.İ.1
K.İ.2
K.İ.3
K.İ.4
K.İ.5
K.İ.6
K.İ.7
K.İ.8
K.İ.9
K.İ.10
K.İ.11
K.İ.12
K.İ.13
K.İ.14
K.İ.15
K.İ.16
K.İ.17
K.İ.18
K.İ.19
K.İ.20
K.İ.21
K.İ.22
K.İ.23
K.İ.24
K.İ.25
K.İ.26
K.İ.27
K.İ.28
K.İ.29
K.İ.30
K.İ.31
K.İ.32
K.İ.33
K.İ.34
K.İ.35
K.İ.37
K.İ.38
K.İ.39
K.İ.40
K.İ.41
K.İ.42
K.İ.43
K.İ.44
K.İ.45
K.İ.46
K.İ.47
K.İ.48

K.İ.36

255 53 27
By leyagediz

İyi okumalar..

********



  Dudaklarımın üzerine kapanan dudakları, duvarda asılı olan bir saatin üzerine örtülen  çarşaf misaliydi. Camdan bir kum saatinin üzerine düşen koca bir kaya gibiydi. Zamanı durdurmak istercesine geziniyordu dudakları duraklarımda. Yumuşacık, içimi okşar vaziyette geziniyordu.

Ve zaman durmuştu dudaklarında...

Nefesi... Her zaman yanarak kavrulan ciğerlerimin bugünkü konuğuydu. Ciğerlerimde bir fırtına koparmak ister gibi, süzülüyordu dudaklarımdan aşağı doğru.

Ve fırtına kopmuştu nefesi ile...

Kalbimde her zaman engebeli, sığ bir ağaçlıkta yanarak uçan kelebek, bugün dümdüz bir ovada uçar gibiydi. Heyecanla çırptığı kanatlarının sesi yankılanıyordu bütün ovada.

Ve ovanın kulaklarında  inledi onun kanat sesleri...

Tam da bunlar oluyordu insanlardan, varlıklardan, nesnelerden, her şeyden soyutlandığımız, zamanın durduğu o anlarda, benim içimde.

Alnını alnıma  yaslayarak hafif geri çekti dudaklarını, ama o içimi mayıştıran nefesi hala dudaklarımda idi. Kollarımı bir anda onun boynuna dolanırken buldum. Kendimden beklemediğim bir şekilde, utanmıyordum o kısacık ama bana bir ömür yetecek olan zaman diliminde.

Gözlerimi açmıyordum. Açmak istemiyordum çünkü. Sadece nefesini, kokusunu ve yanaklarımda olan ellerini hissetmek çok güzeldi.

Gözlerim kapalı olduğu halde dudağının seğirdiğini hissetmiştim. Gülümsedi sanki. O an gülümsemesini görmek için gözlerimi açmak istesem de yapmadım. "Böyle beceriksiz, küçük bir kız oluşun hoşuma gidiyor," dedi, öpüşüne karşılık veremeyişimi ima ederek. Sanırım o an birazcık utanmıştım. Bunu gizlemek için ben de gülümsedim.

"Beceriksizim," dedim bende kendimle alay ederek. Beceriksizdim.

"Beceriksiz, küçük bir kız..." Sesinde bana huzur veren tını varken konuşmuştu. İyice büyüsüne kapılır olmuştum, soğuk adamın. Onu ararken kendimi onda kaybetmeye başlamıştım iyice...

Dayanamayıp gözlerimi açıverdim. Yüzümü inceliyordu, yoğun gözleri ile. Her zaman olduğu gibi yine göremiyordum gözlerinin içini. Ama sanki o yoğunluk içimi ısıtır gibiydi.

"Sen küçük Soykan, yalnızca benimsin," dedi bastıra bastıra. Şüphe duymaksızın ve şüphe duymamı istemeksizin konuşmuştu. Ses tonu çok kararlıydı.

Usulca gözlerimi yumup tekrar açtım. "Ben, yalnızca seninim Karan..."

****

   "Sadece bugünlük, ha?" dedim tatlı çıkarmaya çalıştığım sesim ile. Ve dudaklarımı büzerken. Bakışlarından anladığım kadarıyla işe yaramamıştı bu hallerim. "Dolunay işim- " dediği sırada hemencecik sözünü kestim.

"Yapma böyle lütfen. Hep aynı şeyi yapıyorsun. İşim var deyip gidiyorsun." Sitemkâr sesim ile kelimeleri sıralamıştım, ardı ardına. Baygınca gözlerimin içine baktı. Israrlarım onu sıkmıştı anlaşılan. "Çünkü gitmem gerekiyor. Hem bu sefer buradayım, başka yere de gitmiyorum," dediğinde sesi bakışları ile eş değerdi.

"Abi... Bugün sadece benimle kal, lütfen." Onu ikna etmek için elimden geldiğince yumuşak bir ses tonu kullanıyordum.

Bugün onunla olmak istiyordum. Çünkü iki gündür onu çok boşlamıştım. Sürekli Merih'le birlikteydim ve  sanki abime ihanet ediyormuşum gibime geliyordu. Biliyordum saçmaydı ama ben sanki abimleyken Merih'e, Merih ile birlikteyken abime ihanet etmiştim gibi oluyordu. Daha Merih sevgilim olalı iki gün olmuştu ama ben çoktan kendimi arada kalmış gibi hissetmeye başlamıştım bile.

Kendimi kötü hissetmemek için ve abimi  boşlamamak için de bugün onunla olmak istiyorum.

"Neden bu kadar ısrarcısın ki?" dediğinde derince bir soluk aldım. Ona asıl olanı söylemeyecektim. Çünkü henüz Merih'in sevgilim olduğunu bilmiyordu. Bilmesini de istemiyordum açıkçası. Merih Karan'ın, küçük kardeşinin sevgilisi olduğunu öğrenirse eğer gerçekten hiç iyi olmazdı. Düşüncemle birlikte suçluluk hissi de etrafımı sarınca güçlükle yutkundum.

"Birlikte olmak istiyorum çünkü. Birlikte vakit geçirmek..." Bu da sebeplerden biri olduğundan yalan söylemiş olmuyordum.

"Başka bir zaman olsa?" dedi sorarcasına. "Bugün," dedim çabucak. Gözlerini devirmişti hafiften bu halime. "Çok inatçısın küçüğüm," dediğinde sesi yavaştan kabullenmeye başlar bir biçimde çıkmıştı. İyi haber.

"Kırma beni abi," dedim dirseklerimi masaya dayayıp, ellerimi de çenemin altında 'lütfen' der gibi birleştirirken. Dakikalardır içmiyor olduğu çayından bir yudum içip, ardından da derince bir soluk aldı. Ve kabul ederek "Pekâlâ. Bugünümü sana veriyorum," dedi.

Sevinerek ellerimi çırpıp, oturduğum yerde tepinmeye başladım. Ta ki bana karşı olan bakışlarını görene kadar. Kendimi gerizekalı gibi hissettiren bakışlarını yok saymaya çalışarak "Teşekkür ederim," diye mırıldandım. Teşekkürüme karşı sadece 'önemli değil' der gibi omuz silkmekle yetinmişti.

Keyiflenip kahvaltıma geri döndüm. O sırada konuşunca tekrar ona dönmüştüm. "Ama önce birine telefon etmem gerekiyor?" dedi sorarcasına. Bu tavrına kıkırdamadan edememiştim. "Tabii ki," diye konuşunca da keyfim sesime yansımıştı. Bana gözlerini kısarak baktıktan sonra, hemen yanında duran telefonunu alarak masadan kalktı ve onu duyamayacağım bir şekilde benden uzaklaştı.

Omuz silkerek masaya geri döndüm. Doymuştum. Ve sanırım bu masayı toplamak bana kalmıştı. Yardımcılarımız yoktu bugün çünkü. Dudaklarımı büzüp "Kendi kendinize mutfağa gidemez misiniz? Ben çok üşengeç bir kızım da," diye mırıldandım. Daha sonra kendi soruma "Sanırım gidemezsiniz," diye cevap verdim. Ve ben şuan salak gibi masada olan yiyeceklerle konuşuyordum. Allah yardım etsin bana ne diyelim!

Yavaş hareketler ile ayağa kalkıp üzgün gözler ile masaya baktım. Hazırlarken bu kadar üşenmemiştim. Şimdi ise üşenmeye bile üşenmiştim.

Abim tekrar görüş alanıma girince hiç beklemeden aklımda olan soruyu ona sordum. "Normal iki kardeş birlikte ne yapar sence?" Bunun cevabını ben gerçekten bilmiyordum. Çünkü daha önce hiç normal kardeşler gibi vakit geçirdiğimizi hatırlamıyorum. Soruma karşılık olarak önce durup düşündü, arkasından ona hak vereceğim bir konuya değindi.

"Normal bir insan olmayı başaramamışken, bunu nereden bilebilirim?" Haklıydı. Ne o normal biriydi, ne de ben. "Ben de bilmiyorum ki," diye mırıldanırken bir yandan da düşünüyordum. Popomu masaya dayayıp kollarımı göğsümde birleştirdim. Ve o koltuğa doğru yönelmişken aklıma gelen fikri sundum. "Google de mi arasak?" Bunu dediğimde yüzünü yerinde durup, yüzünü buruşturarak bana baktı.

"Bize kardeşliği google mi öğretecek?" Alay ve kınama sesine hakim iken konuşunca fikrimin saçmalığı ile yüzleşmiştim. "Peki o zaman ne yapacağız?" diye sordum başka bir fikir daha üretmeden. Üretince saçmalıyordum da.

"Bence abilik, " dedi hala koltuğa oturmamışken ve hala bana bakarken. Ardından devam etti. "Kardeşin için ona ayak uydurmaktır." Kaşlarım anlamayarak yukarı kalktı. "O ne demek oluyor?" diye sorduğumda dudağının kenarında hafif bir sırıtış belirmişti. "Şu demek oluyor; sen neyi istiyorsan onu yap ben sana uyacağım," dediğinde hayretle ağzım açıldı.

Nasıl da işin içinden çıkmıştı öyle. Vay düzenbaz. "Ama sen şu an her şeyi benim üzerime yıkıyorsun," diye sitem ettim. Omuz silkti yine umursamazca. "Sen istedin bunu," diye keyiflenirken konuştu. "Ama..." demiştim ki konuşmamı bölüp "Keyfin bilir, kabul etmiyorsan giderim," dedi.

Gözlerimi kısarken aklıma yaslandığım masa va üzerinde toparlanmayı  bekleyenler gelince bu sefer ben sırıttım. "Peki. Bunu da sen istedin," dedim alayla harmanlanmış sesim ile. Ve kollarımı açarak masadan geri çekildim. "Mesela ben şu an kahvaltı masasını toplarken abimin bana ayak uydurmasını istiyorum." Birazdan zevketen dört köşe olabilirdim.

Sırıtışı yüzünden anında silinmişti. Ve kaşları azıcık havalanmıştı. Böylelikle benimde sırıtışım büyümüştü. "Öyle bir şey yapmayacağımı sen de biliyorsun," dedi kendinden emin emin. "Abilik kardeşine ayak uydurmaktır Kağan Soykan." Sesim en gıcık halini alırken konuştuğumdan yüzünü buruşturdu. Onun sözü ile onu dövüyordum. Yaşasın kötülük!

"Sen tam bir cadısın Dolunay Soykan," derken bana doğru adımlamaya başlamıştı. Bende geri geri tabii. "Hadi ağzın değil elin iş yapsın Soykan." Onu daha da gıcık etmek için çabalıyordum. Ve bu bana çok büyük zevk veriyordu. "Bunu yapmayacağım seni aptal!" diye tıslayınca ben de gülmüştüm. Çok hoşuma gitmişti bu hali.

"Yapacaksın koca kafalı," dediğimde hala o benim üstüme geliyor bende geri geri kaçıyordum.

"Yapmayacağım!"

"Yapacaksın!" dedim inatlaşarak. Bunun üzerine bir anda bana doğru hızlı bir hamle yaparak tek seferde beni omzunun üzerinden geriye doğru sarkıtmıştı. Ani hareketi ile gözlerim büyümüştü. "Yapmayacağım dedim sana küçük fare," diye söylendiğinde çırpınmaya başlamıştım. "Ya! Bıraksana beni," diye cırladığımda sesim boş evde yankılanmıştı.

Abim gülüp "Ne o, korktun mu?" dedi zevkle. Poposu ile bakışırken sırtına bir tane geçirdim. "Ne korkacağım be?" Çirkefleşmiştim. Ama korkuyordum, kafa üstü yere çakılmak istemem de. "Ya indir beni, lütfen," diye yalvarmaya başladığımda o daha da zevk alıp yürümeye başladı. Çığlığım ağzımdan firar etmişti böylelikle. Ve abimin kahkahası.

"Ya tamam bak ben toplayacağım masayı. İndir beni hadi," Beynim ters durmaktan sulanmaya başlayınca el mahkûm kararımdan vazgeçmiştim. Tek hamlede beni omzuna attığı gibi, yine tek hamlede yere indirmişti.

Başta dengemi sağlamayarak geriye doğru savrulmuştum. O beni tutunca ancak yerimde durabilmiştim. Saçlarımı geriye doğru savururken öldürücü bakışlarımı da ona savuruyordum. "Seni pislik," diye söylenip masaya döndüm. O da keyifle kahkahasını patlatıp koltuklara yöneldi.

Masayı toparlamaya koyulduğumda "Düzgün yap işini," diye alaylı sesi ile konuştu. Göz devirip, ona kulak vermeyerek masayı toplamaya çalıştım.

  
Masayı toplama işlemi bittiğinde salonda televizyon izleyen abimin yanına gittim. Hem televizyon izleyip hem telefonu ile ilgileniyordu. Evet bu iki işi aynı anda çok rahat bir biçimde yapabiliyordu o.

Gidip dibine oturdum bende. Ve başımı omzuna yaslayarak telefonda ne yapıyor ona baktım. Sosyal medya şeysinde şey ediyordu. Başım omzuna dayalı iken yüzüne baktım. "Bu mu yani?" diye sorduğumda o da bana kaydırdı gözlerini. "Ne?" Anlamadığını belirterek sordu.

"Sen instagram hesabında gezineceksin bende seni mi izleyeceğim? Böyle mi vakit geçireceğiz?" diye sitemli sitemli konuştum. "Ne yapmamı bekliyorsun?" dedi 'yapacak bir şey yok' der gibi. Omuz silkip başımı onun omzundan çektim. "Sadece benimle ilgilen bugün. Bende seninle." Dedim ya bugün sadece ikimiz olalım istiyordum.

"Pekâlâ," dedi yine kabullenerek. Ve telefonunu kapatıp bir kenara bıraktı. "Ne yapmak istiyorsun, söyle bakalım?" diye hemen sorunca aklıma bir şey gelmemişti. "Şimdilik sadece bacağına kafamı dayayıp  uzanmak istiyorum," dedim aklıma başka bir şey gelmeyince. "İnstagram da gezinmek daha zevkliydi oysa ki," dedi ama beni de reddetmeyerek koltukta bacağına uzanabileceğim bir pozisyonda oturarak uzanmam için işaret verdi.

Hiç beklemeden kafamı bacağına koyup gözlerimi yumdum. Çünkü bazen gerçek huzuru bulmak için bu bile yeterdi.

Çok geçmeden tekrar gözlerimi açtığımda onunda kafasını koltuğun başına yaslayarak gözlerini yumduğunu gördüm. Sanırım şu an huzurlu olan bir tek ben değildim. "Saçlarım ile oynar mısın?" diye sorunca ben gözlerini açarak bana baktı o da. Ve tekrar gözlerini yumup ellerini saçlarıma daldırarak yumuşak hareketler ile oynamaya başladı. Bende tekrar gözlerimi yumarak kendimi içinde bulunduğum huzurun kollarına bıraktım.

  

   Dakikalar geçmesine rağmen biz hala aynı pozisyonda, aynı huzur içinde duruyorduk. Benim içim inanılmaz biçimde huzur dolmuştu, taşmıştı hatta. O ise hiç şikayet etmeden elleri saçlarımda öylece duruyordu.

"Sevmek çok güzel bir şey abi," diye dakikaları aşan sessizliği bozarak konuştum. Sevmek güzeldi. Hele de yanında huzur, güven bulduğun kişileri sevmek. Gerek kardeş, gerek dost, gerekse sevgili... Sevmek güzeldi.

"Sevmeyi bilmeyen bir adam ne anlar ki bundan?" O cümle öyle bir oturdu ki içime, acı ile kıvranacağımı sandım. İçim kıvranmaya başlamıştı hatta. Acı acı soluklarımı dışarıya üflerken gözlerimi usulca açtım. O hala aynı şekilde durduğundan, dolmaya başlayan gözlerim ile yüzünü seyretmeye koyuldum.

"Doğru, anlamazsın," diye sessizce mırıldandım. O anlarda sesime acıya bürünmüş tını hakimdi. "Sevmeyi öğren abi, sevmeyi öğren..." Yalvararak konumuştum. Sevmeyi öğrenmesi için yalvarırdım da, canım çıkana kadar ağlardım da. Yeter ki o sevmeyi öğrensin. Yeter ki o bu duygudan kendini mahrum bırakmasın.

"Kalın kafalıyım ben, geç öğreniyorum," dedi dudağının kenarında acı bir sırıtış belirmişken. O an gözümden bir damlanın yanağımdan süzülerek pantolonu ile buluşmasını engelleyemedim. Ama elimi ağzıma bastırarak hıçkırığımı engellemiştim.

"İşi kafana bırakırsan zaten öğrenemezsin ki," dedim yalvarış bir nebze olsun beni bırakmaz iken. "Kalbini serbest bırak abi. Sevmeyi öğrenmek istiyorsan yıllardır tutuklu olan o mahkûmu bırak," dediğimde bir sonraki göz yaşım süzülüvermişti yanağımdan. Ağladığımı hissetmiş gibi gözlerini aralayıp başını koltuktan çekti. Saçlarımda olan eli ile saçımı okşamaya devam edip "Bırakamam küçüğüm," dedi.

Gözleri öyle bir yoğunlaştı ki o sırada kalbimin sızlayışı göz yaşlarıma büründü. "Müebbet yedi o," diye devam edince de hıçkırıklarımı engelleyemedim. Yerimde doğrulup yüzüne baktım yaşlardan dolayı bulanık gören gözlerim ile. "Neden? Suçu ne ki?"

Derince bir soluk aldı. Bedeni kasılmıştı sanki. İçinde koca bir savaş veriyor gibiydi. Bir cevap arıyordu sanki o savaş meydanında. Sonunda tam cevabını bulmuş gibi "Tek suçu bana ait olması," diye keskin kelimeleri tek tek salıverdi dudakları arasından.

Bunun üzerine daha fazla gözlerine bakamamıştım. Yüzümü yana çevirip, yaşların usul usul süzülmesine izin verdim. Dudağımı ısırıyordum, sırf hıçkırıkları geri yollamak için.

Ah, be abi! Sevmek sandığın kadar zor değil ki. O mahkûmu bırakmak o kadar zor değil. Kendine niye eziyet ediyorsun ki? Niye be abi? Niye?

"Küçüğüm," deyip yüzümü kendine çevirdi. Gözlerine bakmamak için başımı boyun girintisine koyup öyle ağlamaya devam ettim. "Sev abi," dedim yine yalvararak. "Sevemem," dedi o da aynı acı ses tonu ile. "Sev n'olursun sev." Yalvarışlarım devam ediyordu ama o bir türlü ikna olmuyordu. Kalbini bi' serbest bıraksa, o sevme iznini bi' ona verse her şey tamam olacak ama o... o izin vermemekte kararlıydı.

Ellerini sırtıma koyduğunda daha fazla bastırdım başımı. Ve daha fazla ağladım.

"Şşşt, ağlama Dolunay," dediğinde daha fazla ağlamam nasıl mümkün diye test etmek istercesine daha da ağladım. "Bugünü ağlayarak mı geçireceksin yoksa?" Sorusu ile başım boynuna gömülü olmasına rağmen olumsuzca salladım. "İyi o zaman ağlama artık," dedi sabırsızca.

Göz yaşlarımı durdurmaya çalıştılça akıyordu. Abim beni kendinden uzaklaştırıp elleri ile yaşları sildi. "Hadi kalk gidelim," dedi bir yandan da hala akmakta olan göz yaşlarını kurularken. "Nereye?" diye sordum ağlamam arasından. "Bilmem," dedi dudakları yukarı doğru kıvrılırken. Ve ekledi. "Kafa nereye biz oraya." Bunu söyleyince kıkırdamıştım. Hem ağlayıp hem kıkırdayabiliyorum ben.

Ayağa kalkıp elini bana uzattı. "Ağlamayı kes artık küçük fare," dediğinde elini tutuyordum bende. Burnumu çekip kendimi güçlükle susturdum. Size bir haberim var arkadaşlar; ben iyice sulu göz olmuştum. Aman ne iyi ne iyi!

Birlikte el ele gidip montlarımızı giydik. Tabii ben abimin yanı sıra bere, boyunluk, eldiven de takmıştım. Hava soğuk, ne yapayım?

Garajdaki arabasına doğru hızlı adımlarla gidip bindik. Arabayı çalıştırıp hiç beklemeden yola koyuldu. Bakalım kafamız bizi nereye götürecek?  Daha doğrusu abimin kafası nereye götürecek? Sonuçta arabayı o kullanıyor ve istediği yere gidecektik. Benim için fark etmezdi. Evde öylece ağlamaktan iyidir.

       Arabada sadece müzik eşliğinde geçirdiğimiz yolculuğun ardından tepe gibi bir yere gelmiştik. Arabanın içinden gördüğüm kadarıyla çok güzel bir yerdi burası. Abim arabayı durdurunca "Kafam her estiğinde buraya gelirim," dedi. Bakışlarım ona kaydığında dümdüz gözleri ile dışarıya baktığını gördüm. "Burası çok güzel," dedim hayranlığımı gizlemeyerek. "İn," dediğinde de abim hiç beklemeden inmiştim.

Soğuk havanın daha bir soğuk olduğu tepe de birkaç adım atınca buranın bir tepe olmadığını fark ettim. Bi' uçurumun kenarıydı burası. Aşağısının tam bir ölüm kaynağı olduğu yüksekçe bir uçurum.  Korktuğum için gerilemiştim. Çok yüksek bir yerdi burası ve oldukça korkutucuydu. Ve abim kafası her estiğinde buraya mı geliyordu?

Bakışlarım ona çevirdim. Arabanın kaputuna yaslanmış ve sigara içiyordu. Dumanı öyle bir hasretle içine çekiyordu ki, sanki nefes alması için bu şarttı.

"Kafan her estiğinde buraya mı geliyorsun?" diye korku sesime yansırken sordum. "Evet?" diye anlamadığından sorarcasına konuştu. "Burası ölüme çok yakın," dedim korku dolu bakışlarım tekrar uçurumun aşağısına kayınca. Tam anlamıyla göremiyordum en aşağısını ama bu kadarı bile beni korkutmaya yetmişti.

"Ve bir o kadar da güzel," dedi bakışlarım tekrar onu bulurken. Bana bakmamakta ısrarcıydı. İfadesiz bir şekilde karşısındaki ölüm boşluğuna bakıyordu. "Ölümün olduğu hiçbir yer güzel değil," dedim dişlerimin arasından.

"Ama ölüm her yerde var küçüğüm," diyerek beni koca bir gerçek ile yüzleştirdi. Ne demem gerektiğini bilemedim o saniyelerde. Ne yapmam gerektiğini... Öylece baka kalmıştım. Nefes almasını bile unutmuştum.

Ölüm her yerde vardı... Şu uçurumda da vardı, evde de.

"Ama burası ölüme daha yakın." Ev ise ölüme daha uzaktı. Uçurumdan biraz daha uzaklaştım. Ölümden biraz daha geriledim. "Uzak... Ya da yakın, ne fark eder?" dedi bomboş olan sesi ile. Niye böyle tavrı değişmişti ki birden? Buraya geldiğimizde değişmişti tavrı. Sanki kendini ölüme çok alıştırmış gibi konuşuyordu. Ve beni korkutuyordu.

Yanına gittim. Bende kaputa yasalnıp öylece onu izlemeye koyuldum. O az  ileride olan ölüm boşluğunu izliyordu ben ise onun gözlerindeki, yüzündeki boşluğu izliyordum.

"Buraya gelme bir daha abi," diye mırıldandım. Ölüme bu denli yakın bir yere bir daha gelmemeliydi. "Burası çok güzel bir yer Dolunay. Sende söyledin bunu." Eğer burası güzelse ölüm de güzeldir. Ama ölüm güzel değil ki. Güzel olan burasıydı, ölüm değil. Ve ölüm şu uçurumun en aşağısında idi.

"Uçurumdan aşağısı mı yoksa burası mı senin için güzel olan abi?" diye cevabını korkuyla beklediğim soruyu sordum.

Sorum üzerine bakışları bana kaydı. "Büyümüşsün," dedi ifadesizce sırıtırken. Sorumun altında yatanı anladığı için öyle demişti. "Cevap ver bana lütfen," dedim hala korkarken. "Burası güzel," demesiyle derince bir nefes almıştım ki devam edince nefesim boğazıma takılmıştı. "Ama orası buradan daha güzel."

"Yaşamak güzel ama ölmek daha güzel... Ha?" dedim söylediğinden bunu çıkararak. Dudakları kıvrıldı duygudan yoksun bir biçimde. "Harbiden büyümüşsün," dediğinde sinirlenerek soluğumu dışarıya bıraktım. "Niye böyle konuşuyorsun ki?" dedim sabırsızca.

"Bilmem," dedi aynı duygusuzluk ve umursamazlık onu bir türlü terk etmezken. "Peki," dedim ve bende bakışlarımı oraya çevirdim.

Çok yoğun bir biçimde ölüm kokuyordu şu uçurumdan aşağısı. Çok ağır bir şekilde... Uçurumları sevmedim o dakikadan sonra. Nefret ettim uçurumlardan. Hele de buradan. Hele de bu güzel görünümlü, çirkin ölüm uçurumundan. Çok güzeldi burası, çok çirkindi, çok rahatlatıcıydı, çok korkunçtu... Düşüncelerim ile anladım ki, burası gerçekten ölümle yaşam arasında kalmış bir noktaydı. Ölüm ve yaşam ikilemi arasında kalmış bir nokta...

"Eğer bir gün kaybolursan seni burada arayacağım o zaman," dedim susmayarak. Beyninde dönüp duranı anlamak istiyordum, sürekli konuşmam da bunun içindi. Belki çözerim diye.

"Eğer uzun süreli bir kayboluşsa bu, burada değil orada ara," dedi eli ile uçurumdan aşağısını işaret ederken. O an korku boğazıma bir yumru gibi çökünce "Deme öyle, korkuyorum," diye itiraf ettim. "Korkma," dedi soğuk kanlılıkla. Niye bu kadar sakindi? Niye bu kadar ölüme hasret bir biçimde konuşuyordu? Neden yapıyordu bunu?

Tavrı karşısında hırsımı alamayarak, " Eğer bir gün seni orada aramak zorunda kalırsam asla affetmem," diye bağırdım yüzüne karşı. "Affetmem..." Konuşmadan öylece bağırışlarımı dinliyordu. Ve iyice korlutuyordu beni.

Daha sonra oradaki ölümün sessizliğini dinlemek istercesine susmuştu. O öyle susunca bende susmuştum.

Sustu... Sustum...

*****

Ve bölüm sonu.



Continue Reading

You'll Also Like

333K 21.7K 23
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
1M 37.4K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
4.3M 122K 41
054* ***: benim seninle sevişme 054* ***: pardon antrenman yapma ihtimalim nedir? - : kapak tasarımı için @gokbuttired 'a çok teşekkür ederim.<3 :
1.1M 15.6K 39
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...