Karanlığın Şafağı |Şafak Seri...

By BiCeruVar

329K 16.7K 1.6K

(Şafak Serisinin 2. Kitabıdır.) Koyu kızıla boğulmuş bir hikayenin baş kahramanlarının kanınd... More

Tanıtım
Teaser 1
Teaser 2
Bölüm 1 - Kavga
Bölüm 2 - Kaza
Bir Öneri
Bölüm 3 - Hastane
Bölüm 4 - Dönüş
Bölüm 5 - Aile Kalesi
Bölüm 6 - Abiye Destek
Bölüm 7 - Sevgilim
Bölüm 8 - Tibet Bozgunu
Bölüm 9 - Özürler
Bölüm 10 - Hep Destek Tam Destek
Bölüm 11 - Yeniden Doğuş
Bölüm 12 - Sorgu ve Savunma
Bölüm 13 - Panik
Bölüm 14 - Yüksek Gerilim
Bölüm 15 - Sevmeler
Bölüm 16 - Tatil
Bölüm 17 - Gidiş ve Dönüş
Bölüm 18 - İtirafta Devrim
Bölüm 19 - Evlenecek Misin?
Bölüm 20 - Gergin
Bölüm 21 - Acı Görev
Bölüm 22 - Başarı?
Bölüm 23 - Bir Kürek Toprak
Bölüm 24 - Teklif
Bölüm 25 - Belirsiz
Bölüm 27 - Kaybetmek ve Kazanmak
Bölüm 28 - Derin Sızı
Bölüm 29 - Deprem
Bölüm 30 - Ağır Arıza
Bölüm 31 - Bi Müsade
Bölüm 32 - Tutkun
Bölüm 33 - Zor Zaman
Bölüm 34 - Tehlike Çanları
Bölüm 35 - Alaşağı
Bölüm 36 - Sınav Gibi Sınav
Bölüm 37 - O Tek Kişi
Bölüm 38 - Evlenmeliyiz Artık
Bölüm 39 - Ulan
Bölüm 40 - Sevmenin Aslı
Bölüm 41 - Sevmiyorum Gitmeni
Bölüm 42 - İfşalayan Gazeteci
Bölüm 43 - Vuslat Nasıl Delirir 101
Bölüm 44 - Kız Verme Krizi
Bölüm 45 - Blöf Bunlar Tibet Bey
Bölüm 46 - Düğün
Bölüm 47 - Yıkıntı
Bölüm 48 - Kalp
Bölüm 49 - Ölümler
FİNAL - Bölüm 50 - Zormuş Yaşam
Yok Mu Benden Size Bir Açıklama...
BUTİMAR

Bölüm 26 - Yıkılmaz Duvar

4.6K 308 41
By BiCeruVar


Ben daha ne kadar isyan edeceğim buradan bilmiyorum. Belki çok lüzumsuz geliyordur bazılarına, belki de çok kendimi gösteriyormuşum gibi gelebilir ama inanın böyle düşünen varsa da umurumda değil. Amacım kendimi göstermek değil. Tek düşüncem bir kadın oluşum, benimde ileride Allah kısmet ederse çocuklarımın olacak olması. Nasıl bir dünyada ne tür savaşlar veriyoruz anlaşılır değil. 

Nereye gittiğimizi sormak dahi istemiyorum, ki tünelin ucunda da ışık felan yok gibi... Ufak bir süzme var ama o da muhtemelen hızla yaklaşan tren farı olabilir. Çok uzatmayacağım, sadece buna bir tepki göstermemiz gerekiyordu ve bende elimden geldiğince bu konuda tepkimi göstermeye çabalıyorum. Bu şerefsizlik insanlık suçudur, tecavüz meşrulaştırılamaz ve savunulamaz. 

Sesinizi çıkarmanız için yaşamanız gerekmesin...

Cinsel işkencenin OHAL'i olmaz!

Cinsel işkence suçtur, OHAL'le meşrulaştırılamaz!

...insan annesi ölünce anlar 

içindeki çocuğun hiç ölmeyeceğini

aklına geldikçe kahrolur

bunu anlamakta neden bu kadar geciktiğini...  

                                                                       -Atilla İlhan

          --------------------------------------------------------------------

Acısıyla tatlısıyla, umuduyla, hatta umutsuzluğuyla tek sevdiği kadındı. Ona imkansızmış gibi gelen bir tane, gözünün ilk ağrısı, canının içi oğlunu bağışlayan kadındı. Damarına giren narkozla kapanan göz kapaklarında dahi kadının gülüşünü görebiliyordu. Cennetin en ala arazisine sahipmişcesine bir his sunuyordu o deli dolu kadın. Kokusunda oğlunu barındırıyor, bakışlarında sevdasına yeniliyordu. Öylesine bir sevda vardı ki yüreğinde belki de çoğu yokluğa o varken evet diyebilme gücünü buluyordu Aras kendinde.

Tibet, Güneş'in ardından acil müdahale odasından çıktığında bakışları da giriş kapısının yanındaki kolona sırtını yaslayıp avuç içleriyle şakaklarını sıkıştıran babasına kaymıştı. Kaşları derinlemesine çatıldığında korkak adımlarını da hastanenin orta yerine ilerlettiğinde geçen sedye ile babası arasında dolaştı göz bebekleri.

'Baba, yengemi nereye aldılar?' genç adamın sesiyle Vuslat irkilir gibi güç bela destek aldığı yerde dikleşip elinin tersiyle yüzünü silmişti.

'Amcamın hastaneye mi yönlendirdin?' Vuslat sessizliğinin içinde yanıt bulmaya çalışan oğlundan gözlerini kaçırdığında Tibet inat edermiş gibi hep bakışlarının karşısına geçmişti.

'Baba söylesene nerede yengem? Ameliyata mı aldılar? Ya konuşsana, dilini mi yuttun?'

'Kaybettik.' İnsan en güzel kitabı kafasında yazardı. Bu yüzden her insan bir kitap sayılabilirdi aslında. Okuduğumuz okuyacağımız belki de okumaya ömrümüzün yetmeyeceği kadar çok sayfası vardır insanın. Her sayfa da farklı bir hikâyesi vardır. Acılarıyla büyür, elinden alınan oyuncaklarıyla olgunlaşır. Ya yokluğuna alışır oyuncağının büyümeye bir adım atar ya da yerine başkasını koyar. Fakat kaybettiğinin yerini kimse dolduramaz. Her insan engeller koyar önüne sonra da suçu hayata atar. Hayatın kanunları deriz çoğu zaman, hayat kanun koymaz. Hayat insanlar gibi bencil davranmaz.

Haykırarak susuşları vardı Vuslat'ın da Tibet'in de, görmezlikten gelişleri vardı. Yaprakları uçuşuyorken hayat sahnesinden insanın yüreğinin koparılan her sayfasının yeri kanardı. Düşünceler olgunlaşırdı ve galiba bunun adına büyümek denirdi. Parmak uçları birbirinden kopmuş iki bedenin ruhları hala bir arada dahi olsa da içten gelen kavrulma hissini birini sevmeyen asla bilmezdi. Ki bu durumda söylenecek en etkili söz, içi dışından yorgun olanlara değmeyin olurdu muhtemelen.

Tibet'in elleri ensesini bulduğunda zor yutkunuşu da gırtlağından geçmişti. Aklı almıyordu, aklı bir kenara kalbi bir sevdiğini daha toprağa vermeye rağzı gelmiyordu. Her şeyi bir kenara attığında bile aklına tek isim geliyordu, Güneş. Kardeşim, dostum, sırdaşım dediği adama nasıl olurdu da bu hikaye burada bitti denirdi ki? Amcası, bunca zaman deli dolu olan, yaşı kaç olursa olsun yenge dediği kadının gözlerinin içine öylesine deli divane bakan adama bıraktı elini diye kim diyecekti. Takdir mi diyeceklerdi yoksa hayatın gerçeği mi? Karşısında hala babası dursa da onun Aras'a nasıl bir açıklama yapacağını bilmiyordu, doğrusu babasının açıklama yapacak kadar kendinde olup olmadığından da emin değildi.

'Baba, Güneş, şimdi söylemeyelim değil mi?' çekingen ses tonuna rağmen Vuslat sakince başını salladığında yüzlerindeki donuk ifadeyle ikisi de ameliyathaneye doğru ilerlemişlerdi.

'Baba, bi muayene mi olsan?'

'İyiyim ben koçum.' sırtına vursa da kararan gözünün önü ve beyaza atmış ten rengiyle iyi olmadığı belli oluyordu adamın. Güneş'i gördüğünde ise adımları duraksasa da derinden bir nefes aldı. İçinde bir yerlerde kükreyen bir canavar olsa da Güneş yiğeniydi, yanında olmalı, sağlam kal demeliydi. Hiç yoksa omuzunu hafifçe sıktığında ben buradayım hissini yaşatmalıydı. Hoş 'ben buradayım' hissini yaşatmak için insanın ilk önce kendinde olması gerekirdi ama yine de toparlanacaklardı.

'Amca.' Güneş'in göz bebekleri anında Vuslat'ı bulduğunda zaman kaybetmeden sığınmıştı adama. Bir bakıma babaydı Vuslat, candı, amcaydı. Belki de babası gibi desteğini sadece yanında oturarak hissettirebilecek nadir adamlardandı.

'Annemi nereye aldılar? Arabadaymış sanırım, o babamı merak ediyordur şimdi, gidip bi görüyüm.'

'Burada değil, baban çıksın hele bi.' ilmek ilmek olan boğazıyla derin bir nefes aldığında Güneş'in gözlerinden puslu bakışlar geçmiş ama Vuslat'ın destek veren haline baş sallayarak onay vermekten başka çaresi kalmamıştı.

Yine bir arada, yine hastane koridorunda acılarıyla boğuştu Kasırga ailesi. Bu kez ikiye bölünmenin acısını had safada hissetmişlerdi. Morgun önünde diş sıkışıyla yutkunuşuyla dikilip kalmış Yiğit ve aklındaki hengameye rağmen kendini sakin tutmaya çalışan Eymen boş gözlerle bakmaktan öteye gidememişlerdi. Kapalı kapının ardındaki soğukluğu aslında hepsi biliyordu ama ne zaman aynı sessiz ve ürkütücü koridorda bulsalar kendilerini gerginlikleri aza dahi indirgenemiyorlardı. Hoş indirgenecek gerginlikleri bile kalmamıştı ki, resmen tükenmenin eşiğinde kalmıştı herkes, sessiz bekleyiş bile ağır geliyordu bünyelerine. Aras'ın ameliyattan çıkışıyla kendini biraz olsun toparlayan Güneş Vuslat'ın da Buğlem'in de diğerlerinin de sakin haline akıl sır erdirememişti.

'Amca babam iyiymiş. Ne bu haliniz? Annemi me-'

'Konuşalım mı biraz oğlum.' sakinlikle başını salladığında Vuslat resmen yapıştığı koltuktan şükür ki ayaklandı. Adımlarını ise Güneş'i yönlendirecek şekilde alt kata ilerleterek yine sessizliğine gömülmüştü. Basamakları her inişinde omuzlarına binen yüke küfür etmek istedi. Verdikleri kadar aldıkları oluşunu bilerek dilinin düğümüne engel olamadı,eninde sonunda söylenmesi gerekiyordu ki şuan çekirdek aileden psikolojik olarak olmasa da bedenen sağlıklı tek insandı Güneş. Aşağı kata ulaştıkları gibi Vuslat'ın artık ezberlediği yol labirent gibi göründü gözlerine.

'Güneş, sen benim yiğenimsin, ben fazla bir şey saklamam sizden, canımsın ciğerimsin ama bazı şeyler bitiyor, bazıları yeniden başlıyor biliyorsun.' sessizliğine rağmen başını sallaması yetmişti Vuslat'a, genç adamın omuzunu sıkarak derinden bir nefes aldığında adamın duraksaması da engel olmuştu adımlarına.

'A-amca' kilit noktası olan gözlerini takip ederek Yiğit ve Eymen'i buldu bakışları Vuslat'ın, zaten buraya kadar gelipte anlamamasını beklemiyordu.

'Oğlum, benimde başkasının da elinden gelecek bir şey kalmadı. Olsa biliyorsun, Ece benim kardeşim, canımdan bir parça gibiydi.'

'Olmadı de! Amca olmadı de!' büyüyen gözleriyle atılmaya çalışsa da Vuslat kendine zarar vermemesi için yakalamıştı kalıplı bedeni.

'Yaşıyor! Hayır ya! Hayır! Yaşıyor! Saçmalıyorsunuz! Nerede annem!' son anda kendini aşan adam hızlıca morg kapısına koştuğunda Eymen'de Yiğit'de tutmuştu ama Güneş'in saldırganlığı da fazlasıyla göstermeye başlamıştı kendini.

'Anne! Yalan söylüyorlar! İnanıyor musunuz siz buna! Orada değil annem! Olmaz! Güçlü kadındır o! Babamı çok seviyor! Bırakmaz! O değildir! Bırakın!' elinin kolunun titremesiyle gözyaşları ırmak olmuştu adamın. İki tarafından onu tutan amcalarından kurtulmaya çalışsa da hıçkırıkları engeldi nefesine. Her bağrışında, her kükreyişinde parçalanacak gibi acıyan gırtlağı da kendini göstermişti zaten.

'ANNE! ANNE NEREDESİN!' Vuslat bütün bağrışına çırpınışına rağmen Güneş'in ensesinden yakalayıp baba şefkatiyle göğsüne bastığında hala devam eden çığlığı da içindeki bütün yapıları yerle yeksan etti.

'Amca göstersinler, ne olur, inanmıyorum, amca ne olur göreyim, belki o değildir. Ya yalvarırım amca bir kez göreyim yüzünü. Daha üzerimi örtecekti, çekip bir kenara babanı kızdırma diyecekti amca. Ben daha evleneceğim kıza elini öptürecektim. Amca daha bitmedi ki saçımı okşaması, babama karşı beni savunacaktı. Eksik bırakmaz o beni, o değildir. Ne olur, ne olur kimse o odadaki göreyim, siz benzetmişsinizdir, o Ece Samir, kolay kolay pes etmez.' hıçkırıklarının arasında derman kalmamış dizleri sebep oldu adamın yere çökmesine. Vuslat'da onunla beraber dizlerinin üzerine çökmüş göğsüne bastığı yiğeninin saçlarından bir an olsun ayırmamıştı parmaklarını.

Yarası derin olanlar anlardı kabuk bağlamamış intiharları. Ölümü tatmanın ölümü yaşamakla arasında milyonlarca fark olsa da her zaman daha ağır gelirdi insanoğluna. Titremek soğuktan olsundu, ağlamak aşk acısı sayılsındı da bir evladın buz gibi odada anne dediği kadının oluşunu bilmesi keşke bu kadar acımasız olmasaydı. Çünkü anne her konumda kutsaldı. Saçını okşayacak kadar narin yaratılmış bir varlıkken, sevgisini böyle delicesine gösterebilirken, bir babaysa söz konusu onun karşısında dimdik durabilirken, cennet tabi ayaklarının altında sayılırdı. Ama keşke sevgisi kadar acısı büyük olmasaydı işte. Çünkü zaten ağırken kaybetmek, nimet sayılacak bir kalbin duruşu yolun sonu gibi görünebilirdi.

Geçen iki günde Aras'ı da kimse tutamamıştı o hastane odasında. Gecenin bir yarısı başında Vuslat varken bile kaçabilmişti. Bir saat sonra evinde aldığı solukla ciğerlerindeki köz olmuş ateşte tekrar alevlenmişti. Sevmek, belki de uğruna ölmekti de bunun neresi kaybetmek için uygun sayılırdı bilinmezdi. Adam aldığı nefesteki yangını dahi hissedercesine bütün evi gezdiğinde bomboş bir sessizliğin ortasında kalarak önüne dizdiği şişelerle çökmüştü salondaki koltuklara. Oğlunun yüzüne bakamamak fazla ağır gelmişti bünyesine. Güneş ne kadar onu suçlamasa da Aras bir kere hüküm vermişti kendine. Defterini dürüp büküp tozlu bir rafa fırlatmıştı. Çalan telefonunun ekranına bakarak bu güne kadar hiç yapmadığını yaptı Aras. Canından can kopsa abi dediği adama cevap verirdi de bu kez yüreğini koparmışlardı adamın. Ekrandaki aramanın kapanmasıyla beraber fotoğraf geldiğinde dudaklarını kanatırcasına ısırıp bakışlarını berjerin yanındaki sehbada duran çerçeveye dikip viski şişesini tepesine dikti.

'Ulan ben seni o buz gibi toprağa nasıl bırakacağım. Herkes ben seni severimde toplum henüz buna hazır değil der, ben toplum umurumda değil severim dedim. Şimdi, son bir kez alnından öpmeme bile izin vermezler Allah bilir. Güneş nasıl toparlanacak sensiz Ece, oğlumuzu ben nasıl ayakta tutarım. Ben beceremem ki, biz Güneş'imle kedi köpek gibiyiz, sen hep buldun aramızı. Şimdi ya kalbini kırarsam?' elinden bıraktığı şişeyle avuçlarını yüzüne sürerek bakışlarını tavanın köşesine dikmişti adam.

'Rabbim, madem can borcum vardı sana beni alsaydın ya, Ece'm toparlardı her şeyi, anneydi, eşti, sevdaydı o, yapardı. Yalvarırım yol göster bana, evladımı derbeder etmeyeyim. Benimle perişan olmasın.' mırıldandığı her kelimenin ardından sıkışıp kaldığı iç ruhu da bir nefes almıştı. Bir adamın koca salonda böylesine kalması, üstelik böylesine çaresiz olması akıl işi değildi. Aras'da biliyordu toparlanması gerekeceğini ama gönlünü verdiği kadının parmak uçlarındaki soğukluğu hissedememek öldürüyordu adamı her saniye. Aklından sürekli gece yatağa girince buz gibi ayakların tenine değemeyişi, artık değemeyecek olması geçiyordu. Sırf bir kadının muzur halini görmek için oğluyla anlaşıp tartışamayacağı düşüncesi iğrenç bir fare gibi beynini kemiriyordu resmen. Zilin sesiyle aklındakileri de alıp ayaklandı Aras. Gücü yetmese dahi sonunda kapıya ulaşıp aralamış karşısında sus pus dikilen abisine bakmıştı.

'Tek başına düşünme.' başını sakince sallayarak kapının önündeki bedenini bir adım gerilettiğinde Vuslat içeri girerek etrafa göz attı önce. Henüz dağınıklık yoktu, tek gördüğü kapağı açık içki şişesiydi, bir de ağrılarına rağmen ufak bir yorgunlukmuşcasına karşılayan, gözlerinden ruhunu saklambaç oynarken kaybetmiş gibi duran Aras.

O gece o geceki sessizliğinde kaldı işte. Bazen iyi dost olmak için saatlerce konuşmak gerekmez derlerdi ya, Vuslat ve Aras'da sadece sustular. Aslında dudaklarından dökülecek kelimeler konuşma statüsüne girecek olsa da ikisi de yüreklerindekileri birbirlerina susarak anlatmayı seçtiler. Duvardan duvara akvaryumun su içinde dağılan ışığa gözlerini diktiler, susuşları arasında;

Aras 'Yas mı var şimdi?' dedi,

Vuslat 'Kaybediş var' diye cevap verdi.

Vuslat 'Yine mi kara yazı?' dedi,

Aras 'Kara kuyu bunun adı' diyerek yanıtladı.

İkisinin de yüreklerinden aynı soru geçti bir defa da 'Ölüm mü diyorlar şimdi buna?' diye,

'Ölüm bir başına gidene değil bize geldi.' dedi ikisi de. Çünkü giden değildi ölen, asıl ölmek kaybedişle başlayan ağır bir yüktü. Vuslat nasıl ki onlarca kez öldüyse bu kez kara kader Aras'ı öldürmüştü.

Aras zorlukla attığı topraktan sonra bir adım geri çekilince Tibet hızlıca almıştı elinden küreği. Babası zaten sen hakim ol diyerek yapması gerekeni, vermesi gereken desteği anlatmıştı. Doğduğundan beri kardeş bildiği Güneş'i yalnız bırakmayacak, aynı kandan gelmese de canı bildiği amcasının sevdiği kadının üzerine toprak atışını çok uzun süre izlemeyecekti. Göçüp gidenlerin evinden Güneş'i alıp çıkacaktı ki amcası son kez veda etsindi sevdiğine. Hüznün ve ayrılığın rengi sarıyken Ece her zaman cenazelerdeki siyahı saçma bulmuştu. Bu yüzdendir ki baştan sona hüzündü herkes, saç uçlarından ayaklarına kadar sarının her tonuydu sevdikleri. Zaten en başından beri tenleri dahi sararıp solmuştu cümle alemin. Koca Kasırga ailesi bir kız çocuğunu, bir evladı, bir anneyi, bir güler yüzü daha kaybedivermişti çünkü. Okunan duaların yerine ulaşmasını temenni ederek bir bir gelenler uzaklaştığında Tibet'de Güneş'in sırtına dokunup çıkışa yönelmesini sağlamıştı. Koca aile uzaklaşarak kapının önünde beklemeye başladığında ise taziye dileklerini kabul etmekte yine Aras'ın dost dediklerine kalmıştı.

'Bu gün seni kaybettiğim bir şehir var içimde. Yüreğimin başkentisin sen bense o şehirde kaybolmaya mahkum bir evsizim. Adım adım geziyorum sensizliği. Dokunduğum toprak aldığım nefes sanki yasak gibi. Aslında ezbere biliyorum her caddeni ve her sokağını ama kayboluyorum bu gün işte. Affet, ben bu gün ellerim göğsümde kayboluyorum. Sensizlikte yok oluyorum. Annesini pazarda kaybetmiş bir çocuğun tedirginliğini yaşıyorum. İçimde kaybettiğim o koca şehir var ya, işte onun içine bir tane zabıta bir tane polis memuru bırakmamışlar. Üstüm başım, elim yüzüm cinayet. Bütün organlarım katliam elçisi. Boynumun sol yanından bir ateş parlayıveriyor, o da yüreğimin orta yerinde patlıyor sanki. Ben bundan sonra her yılın bu günü kendime katilim. Gülüşünden öperim, sevdanla anarım. Ben bu günden sonra sana her gün tekrar başlamaya kalkarım, hep de elim boş kalakalırım.' titreyen elleri, kesik kesik çıkmaya başlayan nefesiyle beraber yumruklarının arasına sıkıştırdı nemli toprağı. İçinden bir parçayı burada, buz gibi ve ıssız bir yerde bırakmak akıl işi gelmemişti Aras'a göre. Hayatını adadığı kadından geriye bir toprak parçası mı kalmıştı sahi, düşündükçe içinin afet yeri olmasına sebep olacak.

Yas ne kadar devam etse de herkes hayatı normal bir düzene bindirmeye çalışmıştı. Vuslat Aras'la konuşmaya çabalıyor, ama bir türlü adamı doğru düzgün konuşturamıyordu. Güneş'in zaten dudakları mühür yemişcesine suskunluğunda boğuşuyordu.

'Kardeşim.' Tibet parmakları arasındaki sigarayla başını ellerinin arasına almış adamın omuzunu sıktığında Güneş usulca bakışlarını dolaba odaklamıştı. Sesini içtiği paket paket sigaralar yüzünden ayarlamayacağını bilse dahi araladı dudaklarını.

'Bir duvara; bazı anlar bitmesin, anneme ömür biçilmesin, çay soğumasın, Ahmet Kaya hiç susmasın yazmışlardı. Şimdi anlıyorum da, o anlar bitip, anneme ömür biçilip, çay soğuyunca bir de Ahmet Kaya susarsa üzerine hayat hiç bir şeye benzemiyormuş. Küçükken anlattığı her masalın sonu mutlu biterken şimdi nasıl oldu da bu kadar mutsuzuz abi.' avucunun ayasıyla gözünü kaşıdığında başını da usulca Tibet'e çevirmişti Güneş. Onun dahi diyebileceği bir tesellisi olmadığını bilse de yanında olması güç verebiliyordu.

'Ben kendimi eksik hissediyorum... Yıpranmış, ufak, böyle semt pazarında annesinin elini bir pamuk şeker yüzünden bırakmışta yokluğunu korkuyla hissediyormuşum gibi. Korkmuyorum da içim acıyor be abi.'

'Korkmanda düşüklük değil ki kardeşim. İnsan acısıyla büyürmüş zaten. Ne verecek teselli bulabiliyorum ne de sırtını sıvazlarsam geçer düşüncem var. Sadece yanında oturduğumda bir nebze iyi hissettirebilme çabası var üzerimde. O da zaten yetmiyor.'

'İki yarımı toplayınca bir etmiyormuş.' Güneş bakışlarını kaçırarak başını usulca sallayarak konuştuğunda Tibet gırtlağından uçuruma atlayan her söz için kendine ceza yazmıştı. Tesellisi olmayan her hissin ağır olduğunu bilse de yaşamamışlık vardı üzerinde. Eksikliğini gösteren bir kız vardı, Doğa'sı, kedi gözü, onunla da şimdi tamdı. Annesi babası sağ salimdi, bir dost kaybetmişti onda da ciğeri pare pare oluvermişti zaten. Elini ensesine attığında ağır gelen bir kutu düşünce bile zonklatıyordu damarlarını. Böyle durumlarda yaşayanın en yakını olmak ölmekten de ağır olabiliyordu işte... İnsanın, solunda, tam da acımaz dediği ama acıyan yanında oluveriyordu eksiklik böyle anlarda. Sanki o boşluk o acı ruhunu eskitiyordu tüm yangını olanların. Ki bu yüzdendi ki insan en çok çaresizken dolardı gözleri ve sarılacak milyon tane insan varken çaresiz bırakanı bulamazdı bir türlü.

Continue Reading

You'll Also Like

375K 21.6K 44
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?
56.2K 5.3K 62
Asi ve Alaz Twitter üzerinden tanışırlar.
184K 16.5K 34
Alışılmadık bir aile kurgusudur💥 Bol kahkaha garantilidir💃🏻 Kitaptan küçük bir alıntı⤵️ 🪷 Gözlerime bakmaya devam ederken sordu. "Sen benim kim o...
487K 29.1K 31
ablasına yazacakken yanlışlıkla dünyaca ünlü boksöre yazan Ahu 💋💋