AĞA [TAMAMLANDI]

By dilanaladag

8.3M 382K 71.7K

"İkimizde biliyoruz ki, er ya da geç benimle evleneceksin. Ve bu zorunluluktan olmayacak!" "Başlangıç: 12 HAZ... More

Ağa │Prolog (GİRİŞ)
bir │ölümün kıyısı│
iki │isteme merasimi│
üç │alışveriş│
dört │ateş│
beş │görünmeyen│
altı │vazgeçmesini de bildim!│
sekiz │İyi geceler, küçüğüm.│
dokuz│Piran kızı│
on│papatya│
on bir│dilhun│
on iki │meczup│
on üç │cansiparane│
on dört │divane│
on beş │tarumar│
on altı │cüretkâr│
on yedi │efsunkâr│
on sekiz │lâlüebkem│
on dokuz │Ahu│
yirmi│teklif│
yirmi bir │hun│
yirmi iki │zemheri│
DUYURU
yirmi üç │sukûtuhayal│
yirmi dört │letafet│
yirmi beş │kına│
yirmi altı│ölüm içgüdüleri│
yirmi yedi│lâyemut│
yirmi sekiz │bitti│
yirmi dokuz│yüreklerin bütünleşmesi│
otuz │bir aşk daha│
otuz bir│ömre bedel│
otuz iki │esrarlı│
otuz üç | Mühür |
otuz dört |kan|
otuz beş | alın yazısı |
otuz altı |kayıp|
otuz yedi |kan ve revan|
otuz sekiz |bebek|
otuz dokuz | girift |
Kırk |geçmişin tozlu sırları|
kırk bir │karıştır│
kırk iki |körükle|
kırk üç | tehdit |
kırk dört │hazan │
Kırk beş | can vermeli |
kırk altı | aldatış |
kırk yedi | intikam |
kırk sekiz | Kana kan |
kırk dokuz | bedel |
Elli │ Berfe │
elli bir | Kadın Gücü |
elli iki │Yaban Gülü │
elli üç | kalp atışı |
elli dört | Hazal'ın İntikamı |
KURBAN YAYINDA!
elli beş | birleşme|
elli altı │Muradına Ermek │
Elli yedi | bebeğim|
elli sekiz | Sessizlik |
elli dokuz | F İ N A L |
KANLI BAŞLANGIÇLAR SERİSİ TÜM KİTAPLARI
NEÇIRVAN PİRAN
GECENİN SESSİZLİĞİ - Yeni Kitap

yedi│alyans│

189K 8.3K 1.5K
By dilanaladag

Playlist: AĞA TANITIM VİDEOSUNU İZLEMEYİ UNUTMAYIN.

Herkese merhaba.

Biliyorum, fazlasıyla gecikti. Lâkin üniversite, farklı bir şehir, aileden uzakta, ağır dersler... Ve daha sayamadığım onlarcası. Bunlardan fırsat bulamadığım için yazamıyorum arkadaşlar. Hâlâ alışma sürecindeyim. Uzun zamandır kelam dökülmüyordu zihnimden. Şimdi çok şükür ki bir bölüm ortaya çıkardım. Öyle rastgele de değil, iyi bir bölüm. En azından ben öyle düşünüyorum.


5 Kasım'da olan Antalya Kitap Fuarı'ndaki imza günüme hepiniz davetlisiniz :D Benimle tanışmak isterseniz hepinizi beklerim ♥♥♥♥

Oy ve yorumu unutmayalım lütfeeeeen, teşviğe ihtiyavı var yazarınızın :DDDD

▬▬▬▬▬▬▬

Bölüm Şarkısı: The Room - Room Of Angel


MULTİMEDİA

Deran'ın Nişanlığı (Kollarını tül hayal edelim.)


▬▬▬▬▬▬▬

Aynadaki aksi, ona mutsuzluğu resmeden ressamın karşısındaki tablo gibi hissettirdi kendini. Bu nasıl bir mutsuzluktu? Böylesinin asla görülmediğine emindi. Bu resmen yaşarken ölmekti. Ölümü arzulamaktı. Bile bile ateşte yanmaktı. Kelimeleri kifayetsiz kalıyordu Deran'ın tasvirini bile yaparken. Tasvirle bile mahvediyordu kendini. Bu adamla evlendiği vakit, gerçekten ölmezse oldukça zor bir yol onu bekliyordu. O yollar dikenli, engebeli, engelli idi. Hatta hepsiyle dolu idi. Bin yıl gibi geliyordu artık ona saatler. Resmen canını söküp alıyorlardı.

"Hazırsan..." diyecek oldu Hazal lâkin ona dönerek bakışları ile cevap verdi Deran. Bu yüzden derhal sustu Hazal. Ablasının bakışlarına değen bakışları ile dili lâl, yüreği kan kesti. Nasıl acıydı Ya Rab? O gözlerde gördükleri kesinlikle cehennem azabıydı, başka açıklaması olamazdı bunun. Ablası adeta diri diri yakılıp, henüz nefes alırken gömülüyordu. Ve böylece izlemek kalıyordu herkese.

"Geldiler mi?"

Bakışlarını kaçırması da Hazal'ın cevabı oldu. Deran gözlerini tavana dikip, Allah'tan sabır diledikten sonra yavaşça odanın kapısına doğru ilerledi. Ardından odadan çıkıp merdivenlere yöneldi ve o an konağın avlusunda gördü O'nu.

Sımsıkı yumdu gözlerini. Derin bir soluğu çekerken ciğerlerine, ölmek için yalvardı Allah'a. Böylesine çok ölmek isterken inadına yaşamakta varmış kaderde, diye geçirdi içinden istemsizce.

Tam o anda kendisine dönmüş adamı fark etmeyecek kadar kederli idi. Ve gözlerini açtığı an karşılaştığı kara hareler, göğüs kafesini parçalayıp kalbini söküp çıkardı yerinden adeta. Öfke diyemeyeceği, nefret demeye dilinin varmadığı bir duygu ile ona bakan adamdan derhal çekti gözlerini. Arkasından gelen Hazal'ın ayak seslerine tutunarak indi avluya. Ardından babası ve ağabeylerinin yanında durmakta olan adama doğru ilerledi.

Alsınlardı tam şuracıkta canını. Tam şuracıkta kesselerdi nefesini. Söküp çıkarsalardı ruhunu bedeninden. Canını böylesine maneviyatta parçalamaktansa, söküp almalarını elbette tercih ederdi.

Babasının yüzüne bakamıyordu. Baktığı an yüreğinde oluşacak öfkeden korkuyordu. Yıllarca kahramanlığını yapmış adamın, babasının, gözlerinin içine bakarken onu sevememekten korkuyordu. Bu yüzden gözleri her daim karşısındaki adamda sabit kaldı. İnatla o çekmedi gözlerini, o çekmedikçe Afran hiç çekmedi. Yanına vardıklarında ise bakışları ağabeyine kaydı.

"İstediğin an ara, gelip alırım seni." diye fısıldadı Neçırvan kulağına doğru. Ona minnet ile baktı yalnızca ve gözleri ile teşekkür etti.

"Çıkalım mı?" diye soran adam ile ilk kez doğru düzgün bir dialogun içinde olduğunu fark etti. Doğru düzgün iki çift kelam etmemişlerdi lâkin oldukça yakın bir tarihte evleneceklerdi...

"Çıkalım." dedi kuru bir sesle yalnızca. Ardından Afran'ın babasıyla tokalaşmasını izledi ve o önden yürümeye başladıktan sonra da adımlamaya başladı. Bu adamdan ne kadar nefret edebilirse, sanırım o kadar ediyordu.

Konağın büyük oymalı kapısından geçip, dar sokağa çıktıklarında onlara doğru dönen adam ile durmak zorunda kaldı.

"Farah arkada, isterseniz onun yanına geçin." Kara harelerin bir anda kendine çevrilmesi ile titrese de korkudan, belli etmedi. "İstersen de öne otur."

Sert mizacını besleyen sert tonu ile adeta tanımsız bir duygu silsilesinin içine dalsa da yutkunmak gibi bir hata yapmadı ve ne kadar başını dik tutarsa o kadar iyi olacağını düşünerek adam sürücü tarafına ilerlerken ön kapıyı açtı. Ön kapıyı açtığı an ona dönen ve sanırım yürürken gözüne taktığı gözlüklerinin arkasından bakan adama kısa bir bakış atıp koltuğa kaydırdı bedenini. Sanki çok normal bir ortammış gibi kemeri çektiği gibi takmayı denedi. Fakat denemeden öteye geçemedi.

Şaşkınlıkla kemere dönüp bakarken, ne tür bir sıkıntı olacağını düşündü içten içe. Ardından kemeri bir kez daha fakat daha sert çekti. Bu seferde takılınca kemer gözleri şaşkınlıkla açıldı. Ardından bir kez daha denedi ve bu da başarısız olduğunda arkada oturan kızların kıkırtısını işitti. Kafasını birazcık daha çevirip kızlara kötü bir bakış attıktan sonra kemeri bir kez daha çekmeye yeltenecekti ki elinin üstünü kavrayan bir adet el (kürek deyin siz şuna) ile burnuna ilişen kokuyla şaşkına uğradı.

Hayretle başını çevirdiği an kendisine doğru eğilmiş adamın çehresi ile karşılaşarak yüreğinin hop etmesini sağlarken, burnuna dolan kokusu ile istemsizce mest olup bunu inatla reddetti içten içe. Karşısındaki çehrenin sahibi ok misali bakışlarını kendisine çevirince yutkunmaktan bu sefer alıkoyamadı kendini. Arada birkaç milimlik bir mesafe vardı. Adamın bakışları yakıp yıkarken, ölümü tattığını hissetti ve içinde büyümekte olan korku hatsafhaya tırmandı.

"Sert çekersen kemer kendini kilitler ve aynen böyle kemeri takamazsın."

Kemerini naif bir hareketle çekip yerine taktıktan sonra yavaşça kendinden uzaklaşan adama bakmaktan alıkoyamadı kendini. Usulca kemeri yuvasına yerleştirişini ve ardından önüne dönüp arabanın önüne koyduğu gözlüğünü yeniden gözlerine takışını izledi anbean.

Ardından araba hareketlendi ve yavaşça ileri atıldı. O an kalbinin güm güm attığını hissetti. Korkudan mıydı? Elbette...

Afran ise şaşkındı. Neden böyle bir hareketi yaptığını bilmiyordu. Neden böylesine bir işe kalkıştığını da, babasına dün neden 'haber verin yarın alışverişe çıkılacak' dediğini de bilmiyordu. Sanırım olsun bitsin istiyordu artık. Yoksa her gün azap çekecekti. Araf'ın en ücra yerinde çürüyordu zaten yüreği. Bundan gayrısı onu öldüremezdi, biliyordu. Ölümüne sevdiği kadını yaşarken kaybettiği an ölmediyse, bundan sonra çok zordu.

Araba büyük bir sessizlik ile yol aldı. Çarşıdaki büyük otoparklardan birine park edildikten sonra da sessizce inildi. Ardından Hazal ve Farah'ın arasında, Afran'ın arkasında yürümeye başladı Deran. Boyu biraz daha uzun lâkin çok daha zayıftı Deran. Şalının uzunluğu, kısacık kestiği saçlarını örtmekte ustaydı, bu onu mutlu ediyordu. Yamuk yumuk kestiği saçlarını düzelttirdikten sonra yıllarca belinden bir santim kısa olmayan saçlarının boyu onu mahvediyordu. Omuzlarından birazcık aşağıda idi şimdi. Yalnızca çabuk uzayışı dindiriyordu acısını. Çabuk uzayan saçlara sahip olduğu için birazcıkta olsa üzmekten alıkoyabiliyordu kendisini. Zaten üzülmeye çok dert vardı...

"Nereye gidiyoruz ağabey?" diye sordu Farah, otoparktan çıkarlarken. "Sipahiler Çarşısı'na." diyerek kısaca yanıtladı ağabeyi onu. Ardından yürümeye devam ettiler. Çarşıya girene kadar da tek kelime çıkmadı ağızlardan. Her biri sanki suskunluğa ant içmişçesine sustular. Konuşulacak bir şey olmadığından değil, konuşmaya dilleri varmadığından. Katlanamazdı çünkü yürek, işiteceklerine. Katlanamazdı... Kaldıramazdı Afran'ın acısına katık ettiği gerçekleri, kaldıramazdı Deran'ın içinde peyda olmuş ateşi.

Çarşıya girdikleri an Hazal ve Farah'ta oluşan heyecanın kırıntısı oluşmadı Afran ve Deran'da. Kızlar kafalarının estiği her mağazaya girip kendileri ve kardeşleri için bir şeyler bakarlarken, diğer ikisi yalnızca suskunluğu tercih etti. Deran sorulan sorulara yanıt bile vermedi. Bakışları her şeyi anlatmaya kâfi idi.

"Abla," diyerek Deran'ı bir kenara çeken Hazal ise amansızca çabalayacağını bile bile konuşmayı seçmişti. "Artık bir şeyler seçmen ve beğenmen gerek. Ne kadar erken olursa bu, o adamı o kadar az görürsün ve bu işte o kadar erken biter."

Nereden vuracağını iyi seçtiğini düşündüğü vakit ablasının ağzından duydukları onu hüsrana uğrattı Hazal'ı.

"Şimdi bu işi erkenden bitirip gitsem ne olacak ki Hazal? Yakın bir zamanda o adamla aynı odayı paylaşacak ve ona eş olacağım." Bakışları durgunlaştı. "Şimdi kaçmak neye yarar, nafileden gayrı."

"En azından şimdilik kurtulma şansın olur abla. Çehrendeki ifadenin farkında mısın bilmiyorum ama şu an nefes aldığını bile düşünmüyorum." Ablasının yüzüne bakmaya devam etti.

Kardeşine dönen Deran "Ki almıyorum," diyerek açıklık getirdi. Ardından Farah'ın yanına döndü ve onun baktığı nişanlık kıyafetlerine bakmaya başladı. Sonunda diline vurduğu katmeri açıp konuşmaya başladığında ses tonunu işiten Afran, o tarafa bile dönmedi.

Çünkü katlanmakta zorlanıyordu. Evet, sevdiği kadın asla yapmaması gereken bir şeyi yaparak onu kendinden Afran'ın yaptığından çok daha fazla uzaklaştırmıştı. Afran artık nasıl olduğunu sormaya bile dilini vardıramıyordu. Sevmenin bu olduğunu düşünmüyordu. Olamazdı da! Sevse idi... Ah!

Sevda denilen şey ne kötü şeydi. Bir daha kalkışacağını sanmıyordu ki, istemediği bir evlilik yapıyor iken buna fırsatı bile olmayacağı aşikârdı.

Bakışları kadınlara kaydığında, bir şey üzerine tartıştıklarını gördü. Ne olduğunu anlamak adına onlara doğru ilerlemeye başladı. Hazal ile Farah'ın kendi fikirlerinin doğru olduğunu savundukları belliydi de, ne hakkındaydı bu fikir?

"Ne oluyor burada?" diye sorduğu vakit üç kadını da korkutarak sıçramalarına neden oldu. Üçü birden ona döndüğünde ise, sersemlediklerini anlamak zor değildi. Sanırım ondan çekinmişlerdi.

"Nişanlık hakkında konuşuyoruz ağabey." dedi Farah utana sıkıla. Çünkü dışarda böyle bir şey yaptığı için ağabeyinin ona kızacağını düşünmüştü.

"Hangisiymiş onlar?" Bunu neden sorduğunu bilmiyordu. Ama bir an merak etmişti, sanki çok ilgileniyormuş gibi. Yoksa ilgileniyor muydu?

"Ben bu zümrüt yeşili olanı beğendim," diyerek önündeki tezgaha elbiseyi serdi kardeşi. Elbiseye odaklı gözleri bir anda kendine odaklı kehribar gözlere değdiğinde duraksadı. Ona dikkatli ve bir o kadar anlayamayan gözlerle bakan kadın, ne yaptığını sorgular gibiydi. Ya da neden ilgilendiğini.

"Bence safir mavisi çok daha iyi," diyerek atılan Hazal elindeki elbiseyi Farah'ın beğendiği elbisenin hemen yanına koydu.

Fakat Afran, beğendiği elbiseyi çoktan seçmiş idi.

Hiç düşünmeden Deran'a doğru atıldı. Deran korku ile bir adım gerilemek istediyse de fayda etmedi. Afran onun narin ve incecik elini tuttuğu gibi peşi sıra çekiştirdi ve beğendiği elbisenin yanına kadar bırakmadı. Deran ise, elinden tüm bedenine yayılan dalgalar ile afallamaktan alıkoyamadı kendisini. Adamın yaptığı hareketten sonra kendine gelebileceğinden emin bile değildi

Afran ise ne yaptığından habersiz kadını yanına çekti ve istemsiz bir heyecan ile mankenin üzerindeki elbisenin karşısına geçirdi. Ardından uçuk mavi, üst beden ve eteğin uçları koyu bir altın tonunda kürtürel desenlerle süslenmiş elbiseyi ona gösterdi. Eteği bir hayli uzun ve balık modeli oldukça dikkat çekiciydi. Onu farkında bile olmadan Deran'ın üzerinde hayal etmiş ve ne yaptığının farkına bile varmamıştı.

Deran ise elbisenin güzelliği karşısında lâl, Afran'ın hareketiyle oldukça şaşkındı. Adamın dengesiz olduğunu düşünmeden edememişti içten içe. Böylesine bir hareketi kırk yıl geçse, yine de düşünmezdi. Lâkin yaşıyordu... Yaşıyor olmak ona tarifi namümkün hisler ile dolup taşmasına neden oluyordu.

"Çok..." dediği an kendini adamın gözlerinin içine bakmaktan alıkoyamadı. "Güzel."

Deran'ın kehribar gözlerine değdiği an kara hareleri, elektrik çarpmışçasına irkildi Afran. İşte o an yaptığının farkına vardı. Az önce yaşananlar film şeridi gibi gözlerinin önünden geçerken, hâlâ Deran'ın elini tutmakta olduğunu fark edişiyle gözleri ellerine kaydı.

Yeniden kahribar irislere baktığında ise ne yapacağını bilemedi. Dili o an kendine hâkim olamadı ve "Sana çok yakışır," dedi. Neydi bu denli kontrolünü kaybettiren sebep? Neydi bu kadının elini tutuşunun sebebi? Bir cevap bile veremedi.

Onlar ne olduğunun bilincine varamazken arkada onları izlemekte olan Farah ve Hazal göz göze geldi. Birbirlerinin gözlerinde gördükleri duygular, ilerisi için tüm üzüntülerini alıp götürdü.

Farah, ağabeyinin ne denli vicdanlı ve yürekli bir adam olduğunu bilirdi. Deran'a çektireceğini söylese dahi, yapamayacağını bildiği gibi.

Hazal ise ablasını çok iyi tanıyordu. Nefret ettiği bu adamı bile sevebilecek koca bir yüreği vardı onun. Şimdi ki tabloda tam olarak bunu anlatıyordu.

Gözler birbirlerine olan soluksuz bakışmayı kestiğinde, her iki tarafta bertaraf olduğunu hissetmekten alıkoyamamıştı kendini. Ne olduğunu açıklamaya ne Deran'ın ne de Afran'ın gücü yetmiyordu. Düşünmekten bile aciz hissediyorlardı kendilerini. Ne yaşandığını anlayamazken yaşanacak olanlara kendilerini alıştırmak zorunda olmak bir hayli can sıkıcıydı doğrusu.

Nişan için bir sürü abuk sabuk şey aldıktan sonra sıra yüzüklere geldiğinde Hazal ve Farah yorulduklarını bahane ederek ve arabada bekleyeceklerini bildirmiş ve yüzükleri Afran ile Deran'ın tek başına seçmelerini zorunlu hâle getirmişlerdi. Yaptıklarından gayet memnun arkalarına yaslanırlarken ise Afran ile Deran arabadan indiler. Afran, devamlı gittiği kuyumcunun yolunu tuttup ellerini belinin arkasında birleştirip oldukça salaş bir şekilde yürümeye başladığında Deran'da itirazsız onu takip etti.

Adımları sonlanıpta kuyumcunun önünde durduğunda Deran kafasını kaldırıp kuyumcunun vitrinine bakmaktan alıkoyamadı kendini. Ah, ne güzel hayalleri vardı oysaki. Hiçbirini gerçekleştiremeyecek olmak taşıması oldukça zor bir yüktü. Lâkin isyan etmedi bu sefer. Yeniden düşmedi o hataya. Katmer vurduğu dilini çözmedi ve birkaç dakikadır yaptığı gibi Afran'ı takip ederek kuyumcuya girdi.

"Selamun Aleyküm Cemil Ağabey." Diyerek kuyumcuya giren Afran'a hayretle bakmaktan alıkoyamadı kendini. Tanıdığı bir kuyumcuya getireceğini elbette düşünememişti. Çünkü onunda kendisi gibi  bu işe pek önem vermediğini düşünüyordu. Lâkin gösterişten taviz vermeyen bir adam ise, şaşırılacak şey değildi bu yaptığı işte o zaman.

"Ve Aleyküm Selam evladım hoş geldin şeref verdin." Şaşkınlıkla iletişimlerini dinlerken, tek kelam etmedi Deran.

"Hoşbuldum Cemil Ağabey," dedi. Ardından bakışları Deran'a kaydı. Göz göze geldiklerinde konuşmaya devam etti. "Alyans bakacaktık biz."

"Duydum eşek herif, duydum. Evlenecekmişsin, haber bile vermiyorsun." diyerek başta Afran'ı paylayan adam ardından sıcacık bir gülümseme takındı. "Yıllar boyu anlattığın o kadın bu hanım demek."

Afran'ın tüm kanı çekilirken, Deran soluksuz kaldığını hissetti. Adamın sözleri ağzından dökülürken göz göze oluşları ise tuzu biberi oldu. Deran, Afran'ın çekilen kanına salise salise şahit olurken Afran altında kaldığı harabenin yeniden başına yıkıldığını hissetti. Öyle bir şaplak oldu ki bu onun için, silkelenip kendine geldiğini hissetti.

Yüzü saniye saniye gerilirken, ifadesi sertleşti. Ardından Cemil Ağabeye döndü ve "Hayır," dedi hiç düşünmeden. "Deran benim beşik kertmem."

Öyle bir aşağılanmışlıkla yıkandığını hissettiki Deran, dudaklarından dökülen "beşik kertmem" kelamlarının altında öyle iğrenç bir tonlama vardı ki resmen nefretini kükremişti o an. Sanki bir saat önce ona çok yakışacak olan nişanlığı kendisi seçmemiş gibi, ellini tutup onu o elbisenin önüne sürüklememiş gibi... Dengesiz, diye düşündü. Dengesiz ve düşüncesiz pislik!

Cemil Ağabey, Afran'ın sözlerine karşılık hiçbir şey söylemedi. Ardından kendisine yüzükleri göstermesini söyleyen adama itaat etti ve vitrinin altındaki yüzük çekmecelerini çıkartıp önlerine serdi.

Binbir çeşit yüzük bulunan çekmeceye bakarken Deran, az önceki heyecanın gramının olmadığını hissetti. Öyle bir adamdı ki Afran Bejindar, onun sayesinde bir an mutluyken yine onun sayesinde öteki an yerin altında hissedebiliyordun kendini ve inanınki bunu yapmaktan asla çekinmiyordu.

Afran, bakışlarını tek tek gezdirirken yüzüklerin üzerinde, aklında bambaşka bir şey dolanıyordu. İlgileniyor gibi gözüksede aslında ilgilenmiyordu. Tüm ilgisini Cemil Ağabeyin söyledikleriyle yitirmiş ve Deran'ı aslında sevdiği kadınla yüzük almayı planladığı bu kuyumcuya getirdiği için pişman olmuştu.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Deran'a bakmadan. Fakat Deran bakışlarını korkusuzca çevirdi az önce onurunu yerle bir eden adama. Ve dik dik bakarken "Hangisini istiyorsan onu al!" dedi. Ses tonu o kadar sertti ki, buna Afran kayıtsız kalamadı ve bakışlarını kadına çevirdi.

Çehresinde gördüklerini yorumlayacak kadar tanımıyordu onu. Aslına bakılırsa, hiç tanımıyordu onu. İsteme gününde gördüğü ve sonrasında birkaç kere daha gördüğü bu küçük kadını, zerre tanımıyordu. Az önce onurunu zedelediğinin onu belki de aşağıladığının farkındaydı lâkin durduramıyordu kendini. Suçu günahı olmadığını bile bile yapamıyordu bunu. Vicdanı ona gelince köreliyordu.

Hiçbir şey söylemedi. Söyleyecek sözü olmadığından değil, susması gerektiğini bildiğinden. Ardından gözleri bir çift alyansı kesti.

Altın ile çerçevelenmiş yüzüğün ortasındaki siyah kadifenin üzerine altın ile gümüş rengi arasında kalan bir renk ile ilmek ilmek işlenmiş deseni çarptı gözüne. Yaprak ve dallara benzeyen desenin duruşu onu cezbederken, bir an yutkunamadığını hissetti. Kadının takacağının üst çerçevesinde bulunan pırlantalar gözüne çok hoş göründü ve o alyansları almak istediğine karar verdi.

"Bunlar Cemil Ağabey," derken bakışları Deran'da sabitti. Yüzünde beğendiğine dair tek bir mimik yoktu. Ama beğenmediğine dair bir mimikte yoktu bu yüzden onların olabileceğini söylerken bu kadar emindi.

Deran ise alyanslardan gözlerini alamazken bile tek mimik oynatmadı. Bu adamı memnun etmek istemiyordu. Asla istemiyordu.

Yüzüklerin içine isimlerini lazerle işleyen Cemil Ağabey yüzükleri paketlediği gibi verdi Afran'a. Kısa vedalaşmalarının ardından kuyumcudan çıktılar.

Arabaya doğru yürürken her ikisi de sessizdi.

Afran üstünü düzeltme bahanesi ile yüzükleri Deran'a uzattı, kısa bakışmalarının ardından Deran tek kelime etmeden poşeti eline aldı ve Afran'ın üzerini düzeltmesini bekledi. Afran, üzerini düzelttikten sonra elini uzatıp, kadının ellerine temas etmesine özen göstererek poşeti parmaklarının arasından aldı. Bakışları o an süresince an ayrılmazken, Deran'ın kırgınlığı çarptı gözlerine. Bir anlık hakimiyetsizlik ile bunu belli eden Deran, derhal kendini toparlarken çok geç kaldığının farkında bile değildi. Çünkü adam, tüm çabalarına rağmen o yıkımı görmüştü.

O yıkımı gördüğü an kadını yakaladığı gibi göğsüne bastırıp sımsıkı sarılmak istediyse de yapmadı Afran, yapamadı. Öyle büyük engeller, uçurumlar vardı ki aralarında kendini tutmak zorunda kaldı. Fütursuzca yapılacak her hareketin bedelinin çok ağır olacağı aşikârken, dikkat etmek zorundaydı. Hele de yüreği farklı bir kadına ait iken, oldukça dikkatli olmak zorundaydı.

"Ben de istemezdim," sözcükleri bir anda dökülüverdi Deran'ın dudaklarından. O an adamın adımları neşterle kesilmişçesine durdu ve irislerindeki şaşkınlık anında Deran'ınkilere çarptı.

"Anlamadım?" dedi zar zor. Beklenmedik bu hareket karşısında başka ne yapacağını bilemiyordu çünkü.

Gözleri birbirine mühürlü iken lâl kalmasıydı dillerin asıl adaletsizlik. Yüreğin çığlık atarken, sessiz kalmak için kendini zorlamaktı acı olan. Gözlere haps acılar, yüreğe vurgun sanrılar, katmerli duygular ile çevreli idi dört bir yan.

Bu kördüğü çözecek olanın bir an önce gelmesi gerekiyordu artık...

Continue Reading

You'll Also Like

27.7M 1.3M 81
"Aklım almıyor," diye söylendi kendi kendine, beni aniden kavradığı elimden yeniden kendine çekti ve dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Ben sana böyle...
6.2M 331K 57
Ben Zümra Akça... Bu dünyadaki bütün acıları tadan, ufacık kalbinde sarılacak bir yara bırakmayan kadınım. Bu dünyadaki en hissiz olduğum kadar en h...
10.9M 358K 70
Karanlığın Aç Çocukları Serisi, Akılbaz (1.kitap) ve Canbaz (2.kitap) olmak üzere burada yayımlanmaktadır. ____ Parmak uçlarım geniş omuzlarına doku...