Karanlığın Şafağı |Şafak Seri...

By BiCeruVar

329K 16.7K 1.6K

(Şafak Serisinin 2. Kitabıdır.) Koyu kızıla boğulmuş bir hikayenin baş kahramanlarının kanınd... More

Tanıtım
Teaser 1
Teaser 2
Bölüm 1 - Kavga
Bölüm 2 - Kaza
Bir Öneri
Bölüm 3 - Hastane
Bölüm 4 - Dönüş
Bölüm 5 - Aile Kalesi
Bölüm 6 - Abiye Destek
Bölüm 7 - Sevgilim
Bölüm 8 - Tibet Bozgunu
Bölüm 9 - Özürler
Bölüm 10 - Hep Destek Tam Destek
Bölüm 11 - Yeniden Doğuş
Bölüm 12 - Sorgu ve Savunma
Bölüm 13 - Panik
Bölüm 14 - Yüksek Gerilim
Bölüm 15 - Sevmeler
Bölüm 16 - Tatil
Bölüm 17 - Gidiş ve Dönüş
Bölüm 18 - İtirafta Devrim
Bölüm 19 - Evlenecek Misin?
Bölüm 20 - Gergin
Bölüm 21 - Acı Görev
Bölüm 22 - Başarı?
Bölüm 24 - Teklif
Bölüm 25 - Belirsiz
Bölüm 26 - Yıkılmaz Duvar
Bölüm 27 - Kaybetmek ve Kazanmak
Bölüm 28 - Derin Sızı
Bölüm 29 - Deprem
Bölüm 30 - Ağır Arıza
Bölüm 31 - Bi Müsade
Bölüm 32 - Tutkun
Bölüm 33 - Zor Zaman
Bölüm 34 - Tehlike Çanları
Bölüm 35 - Alaşağı
Bölüm 36 - Sınav Gibi Sınav
Bölüm 37 - O Tek Kişi
Bölüm 38 - Evlenmeliyiz Artık
Bölüm 39 - Ulan
Bölüm 40 - Sevmenin Aslı
Bölüm 41 - Sevmiyorum Gitmeni
Bölüm 42 - İfşalayan Gazeteci
Bölüm 43 - Vuslat Nasıl Delirir 101
Bölüm 44 - Kız Verme Krizi
Bölüm 45 - Blöf Bunlar Tibet Bey
Bölüm 46 - Düğün
Bölüm 47 - Yıkıntı
Bölüm 48 - Kalp
Bölüm 49 - Ölümler
FİNAL - Bölüm 50 - Zormuş Yaşam
Yok Mu Benden Size Bir Açıklama...
BUTİMAR

Bölüm 23 - Bir Kürek Toprak

5.5K 317 21
By BiCeruVar

Yine gecenin bir vakti olmakla beraber bu kez uyumaya gitmeden önce atıyorum bölümü. Benim aklımla zorum var, bu kesinleşti bence. Hangi normal birey sabah 8:30 da dersi varken gram uykuya yönelmez. Yok yok, problem büyük. Gözümde tırnak ucu kadar uyku yok. Neyse dert yanmayım da bölüm paylaşayım. Bu ara ders yoğunluğu falan derken yorumlara bile cevap veremez oldum zaten. Onlara da er veya geç döneceğim unutmayın.

İyi okumalar. Seviliyorsunuz...

                                  Yağmur bu kadar inceyken
Ağır açan bir gül kadar hafifken merhamet
                                          Ölüm çok ağır Allah'ım
                                                 Ölüm çok ağır affet. 

                                                       -Hüseyin Atlansoy

                               -------------------------------------------------------

'Bize bir şey olursa ya?'

'Senin cehennem alevi olan yüreğin var ya, işte o varken bize bir şey olmaz.' başının iki yanından tuttuğu kızın alnına alnını dayadığında gece karası gibi gözüken harelerini de derin yeşillere dikivermişti. Şuan söyleyeceği her kelime gırtlağına diziliyorsa kesinlikle firar ettiği anda gözyaşlarınıda ardından sürükleyeceği içindi. Bir kaç dakika kilitlenip kalmış gözlerini birbirlerinden kaçırmaya başladıkları ilk dakika Tibet Doğa'yı göğsüne çekmişti. Kızın hıçkırığı kalbine kordan ateş olduğu anda anladı adam, bitmeyecek bir sevdası daha önceden de vardı ancak şimdi düşüneceği bir beden, bir ruh daha oluvermişti. Saçlarında parmaklarını dolaştırsa da tutuğu soğuk metalde hep o yumuşaklığı arayarak basacaktı tetiğe. Daha tedbirli olması gerektiğini yeni fark ediyordu Tibet.

'Söz ver, kendini çok iyi koruyacaksın. Söz ver bana Tibet.'

'Söz sesinde yüreğimin çırpındığı.' adam kollarını daha da sıkılaştırdığında belini saran kollarında ürkek kuş misali titrediğini fark ederek sırtını okşamıştı zayıf bedenin.

'Doğa'm, en güzel yeşilim, korkma. Ben zaten namludan çıkan kurşunum, bir kaç yıldır bu işin içindeyim, doğduğumdan beri barut kokusunu bilirim. Ne olur güçlü dur.'

'Nasıl korkmayayım? Sen her ortadan kaybolduğunda elim ayağım titreyecek Tibet. Her gidişinde arkandan bakarken ya bir şey olursa tedirginliği saracak benliğimi, biz dipdibeyken geç bulduk birbirimizi.'

'Ama kaybetmeyeceğiz.' okşamaya devam ettiği sırtı bırakıp kızın hafifce çekilmesini sağladığında Doğa'nın buğusunda boğulduğu harelerine bakarak ıslak yüzünü tekrar temizlemişti adam. Oysa canına can olmuştu bu kız, şimdi gözyaşı bilenmiş hançer misali yakmıştı içini.

Sevda vazgeçilmesi mümkün kılınmayan, hem bitmesi istenilen hem de sonsuza dek sürmesi dilenen en güzel duyguydu. Son bir yutkunuşun ardından bir türlü geçmek bilmeyen huzursuzluktu. İnsan kaçıp gitmek istediği diyarları düşünürken bile sevdiğinin yüreğinde bir saltanat kurardı. Belki yıkılır, belki kalır diyerek korka korka sırt dönüp sonra titreyen eli ayağıyla zor aki adımlarıyla geri dönmekti. Belki de en büyük emekti sevdada boğulabilmek ve boğulduğu o derin koyda yaşamını sürdürebilmek.

Balık misali insanoğlu da söz konusu yürekse solungaç edinirdi bir çift. Kimisi gırtlağına dizilen her nefesi içine ata ata solungaçlarıyla ölümden kurtulurdu, kimisi o solungaçları tıkayarak içine akıtırdı sonu gelmeyen göz yaşlarını. Ama bir insanı en çabuk sevda katlederdi, tıpkı bir avcının bir kuşu öldürdükten sonra 'vah' demesi gibiydi sevenin hali de sevilenin durumu da.

Gecenin geç saatleri soluk bulduğunda dört bedende yayılıvermişti şöminenin karşısına. Tibet bacakları arasına yerleşip göğsünü başına yaslamış Doğa'nın sessizliğine içten içe sayar söverken Evrim kendine çektiği dizlerinin uyuşmasını dahi önemsemeden elindeki demir çubuğu ateşte sürüklüyordu. Ki Güneş aldığı şarap şişesini servis ederken Tibet'in çalan telefonu Doğa'nın içine huzursuzluğu buyur etmişti. Adam hafifce bedenini kaldırıp arka cebindeki telefonu çıkardığında ekrandaki Kader yazısına kırık bir tebessüm bahşetmişti.

'Efendim Kader.' kız ismi duyar duymaz kaşlarını çatarak Tibet' döndüğünde onun yüzündeki sabitliği de anlamaya çalışırcasına incelemeye başladı.

'Anladım, bak ben şuan dağ evindeyim, yarın sabah zaten cenaze için geleceğim, Liva yıkanmadan önce ayarlayacağım. Söz verdim, gösterceğim merak etmesin.'

'Tamam, ben arayınca çıkarsınız siz de evden. Kurul binasına gelin, naaşı oradan alırız. Hadi iyi geceler.' Tibet telefonunu kapattığında Doğa2nın sert bakışlarını görerek derin bir nefes almıştı.

'Liva'nın, yani kaybettiğim arkadaşımın karısının yanında bir arkadaş var. Kadın kocasını görmek istedi haliyle, bende söz verdim. Sormak için aramışlar.'

'Bende gelebilir miyim yarın?' Doğa mırıldanarak adamın gözlerinin içine bakmaya başladığında Tibet hayır dese de inatlaşacağını bildiği için usulca başını sallamıştı. Nasıl olsa inatlaşsa da Doğa eninde sonunda Tibet'e beyaz bayrağı çektirirdi. Boşuna zorlayıp kalp kırmaya gerek yoktu bu yüzden.

Gün aydınlığa kavuşurken sesi çıkmayan dört bedende orman dinginliğinden iyice yararlanıp dindirmişlerdi bedenlerini. Doğa saçları arasındaki derin solukları hissetse de Tibet'i uyandırma korkusuna kıpırdayamamıştı yerinden. Belli ki yorgunluğu iyice kendii belli etmişti adamın, çünkü gece boyunca düzenli nefes alış verişi kızın saçlarında rüzgar olmuştu. Göğsüne yaslandığı bedenin kıpırdanmasıyla başını kaldırınca adamın kan çanağı olmuş gözleriyle çakıştı hareleri.

'E sen uyumuştun?' dirseğinden destek alarak Tibet'in yanağında parmağını gezdirince gülünce etrafı bahar bahçe yapan tebessüm çıktı meydana.

'Ben ölü taklidi bile yapabilirim her güne başka güzel uyanan parçam, bunun için eğitildim' kızın kaşları aldığı cevapla derinlemesine çatılsa da Tibet'in usul öpüşü geçirdi anında. Gözlerine baka baka ölmek istediği bir kadın sinirlenince farklı bir canavara dönüşüyordu adama göre. Öyle ki Tibet bile kaçacak delik arardı Doğa'nın sinirleri tepesine çıkınca. Hoş sırf Tibet değildi bundan müzdarip olan, en küçüğünden en büyüğüne Vuslat hariç susar kalırdı. Kızın nasıl bir yapısı varsa onu sakinleştirebilen sadece Vuslat oluyordu. Doğa'nın sakince doğruluşu olmasa Tibet akşama kadar yatardı da kız duramamıştı işte.

'Gidecektik?' sorusuyla beraber kaşları da havalandığında Tibet'de sırtını yasladığı yataktaki bağlantısını kopardı.

'İnan kaçabilir miyim diye düşünüyorum. Çok iyi adamdı be, konuşmazdı, yani nadirdi konuştuğu anlar ama, ama işte. Şimdi onu buz gibi bir yere bırakmak, üzerine toprak atmak, hayatım boyunca bir daha göremeyeceğimizi bilmek... Of...' uzun parmaklarını saçlarının arasına daldırarak çaresizliğini de gösterdiğinde Doğa adamın yüzünü korkakça okşamıştı. Dudaklarını aralasada tek kelime teselliyi dahi bulamadığından olsa gerek derin bir nefes almıştı.

'Ne diyeceğimi bilemiyorum.'

'Denilecek bir şey kalmadı ki. Herşey paramparça, ailesi, ekip, başlarındaki adam benim, benim durumuma baksana. Komutanları çöktü millet ne yapsın.'

'Toparlayacağız Tibet.' adam dolangözlerini sıkıca kapattığında Bedenini de arkaya atarak ellerinin dışlarını anlına yerleştirmişti.

'Eninde sonunda...' gözlerindeki parçalı bulutların geçtiğini fark edince doğruldu yerinde tekrar. Doğa'nın onu milim milim izlemesine rağmen ayaklanarak üzerindeki badiyi sıyırdığında kızın bağrışını da duymuştu.

'Ne yapıyorsun!' sakince arkasını dönüp elleriyle yüzünü kapatmış kıza baktığında kaşlarını havalandı.

'Üzerimi değiştiriyorum.'

'Odada banyo var ya, ne diye ortalık yerde üzerini değiştiriyorsun. Git hadi.' gözlerini tek eliyle kapatmaya devam edip boşta kalan elini ileri savuşturduğunda adam gülüşünü de alarak banyoya ilerlemişti.

'Haber vermeden odaya dönme.'

'Tamam rahibe.'

'Tibet!' eline geçen yastığı ardından fırlattığında adamın gülüşü kahkahaya dönüşse de sonunda odadan çıkışı rahatlatmıştı Doğa'yı. Kız alel acele üzerini değiştirip kendine çeki düzen verse de çalan kapıyla ilk önce kaşları çatıldı ardından gülüşü belirdi yüzünde.

'Gel' seslenişiyle beraber Tibet başını araladığı kapıdan uzattığında Doğa'nın gülüşü de genişlemeye başlamıştı.

'Kedi göz, geleyim mi?'

'Gel...' kızın ses tonu biraz daha asabileştiğinde Tibet bu kez bedeninin yarısını kapıdan dışarı uzatmış saçlarını sırtına savuran kızın yüzüne bakmıştı.

'Emin misin?'

'Gel dedim ya Tibet!'

'Tamam ya ne bağrıyorsun.' hızlıca banyodan çıkarak siyah çeketini beyaz badinin üzerine geçirip Doğa'nın çantasını alışına bakmıştı adam. Yüzünün güzelliği zaten bütün varlığını tepe taklak ediyordu da bir de yüreğinin saflığı yok muydu, işte Tibet'in bütün azminin kırılma noktasıydı orası... Hafif bir tebessüm bütün yeryüzünü canlandırıyordu adama göre, öyle ki Doğa'nın gülünce kısılan gözleri ömrüne ömür bütün benliğine lütuf gibiydi.

Kargaşayla geçen yarım saatin sonunda Tibet dikildiği kapı önünde bir acısının dumanı tüten kadına bakmış bir de yüzünde tek bir mimik oynamayan ama gözlerinde dibine kadar hüznü gördüğü kıza bakmıştı.

'Baştan uyarmam gerek. Bedeni muhtemelen morarma ile kararma evresinde ve dokunursanız soğukluğunu hissedersiniz. Bunu söylemek istemezdim ama tepkiniz ne olursa olsun Liva dönüşü olmayan bir yola girdi, eğer ki kendinize veya bebeğinize zararı olacak bir durumu hissederseniz bana bildirmeniz gerekli. Son olarak, Fişek'i görmek istediğinizden emin misiniz?' Tibet gırtlağına dizilip kalan her kelimeye rağmen konuşmasını bitirdiğinde dudaklarına işkence eden kadının baş sallayışıyla karşılaşmıştı.

'Sözlü bir şekilde beyan etmelisiniz.'

'Görmek istediğimden eminim.' adam sakince cebindeki anahtarı çıkarıp kilite takmış çevirmesiyle gürültülü ses duyularak kapı aralanmıştı. Eliyle içeriyi işaret ettiğinde ise önünden geçen kadının soğuğa karşı anında kollarını ovuşturuşuna baktı. Normal bir insan bedenine keskin bir soğukluk veren oda Tibet'in bir mimiğini dahi oynatmıyordu. Adam o denli çeliklenmişti ki on dakika kalanın dişlerinin titrediği ortam gram dokunmuyordu kanındaki damlalara. Etrafa çekingen bir o kadarda umutsuzca bakan kadının yanından geçerek üzerinde ismi yazan çekmeceyi usulca çektiğinde gırtlağına dizilen tüm acılara rağmen parmakları beyaz örtüyü tutmuştu. Resmen eziyetti, resmen zulümdü bu adama göre. Belki de Kasırga ailesinin en büyük laneti sevilip sayılmış insanların kayıp gitmesiydi bu hayattan. Vuslat'ın lanet gibi düşünüp üzerinde taşıdığı o çıkmaz sokaklar Tibet'e gen misali bir miras edasıyla enjekte olmuştu sanki. Soğuğun ufacık etkisi olmasa da yüreğindeki acının bir deprem etkisi yaratmasıyla ellerini titreşine baktı bir süre. İki uçtan tuttuğu örtüyü ufak çocuk korkusuyla titreyen elleriyle açtığında bu zamana kadar Deli Fişek diye gülüp geçtiği, namlunun ucuna mermi sürmeden önce ulturason fotoğrafını öpen, Rabbim evime varmayı nasip et diye dua eden adamın yer yer morarmış ve tenindeki esmerliğin tarihe karışmış yüzü çıkmıştı karşısına.

Eğilmiş başını ellerini kollarına yerleştirmiş kadına döndüğünde hala duygu göstermeyen haline dikkat kesildi. Şokta olma ihtimali %10du, eğer ki şokta olsa göz bebekleri kafasındaki düşünceler yüzünden sürekli titremez burnu ile göz içlerinin kesişimindeki kaslar gerilmezdi. Adı gibi ezberlediği normal yaşam sürecinde olan hareket ve tavırları asla kaçırmazdı. Karşısındaki kadın şokta değildi ama duygularını saklamayı başarabilir haldeydi.

'İyi misiniz?'

'İki dakika izin veriri misiniz?'

'Sadece bir dakika zaman tanıyabilirim. Ortam ısısı sizin bünyenize uygun değil, bana emanetsiniz Günce hanım.'

'O da yeterli.' kadının kendini tutmaktan titreyen ses tonu da baş gösterdiğinde Tibet hızlı adımlarla odadan çıkmış kapıyı da aralık bırakarak başını elleri arasına almıştı. Bu azabı nasıl kaldıracağını, Fişek'in kollarındaki verdiği son nefesi daha kaç kez hatırlayacağını bilemese de mevzu bahis olan hayatta ilklerin değil sonların daha can alıcı olduğunu biliyordu. Cümle alemin ilklere sevdalı olması akıl alır iş değildi oysa ki...

İlk aşk, ilk öpücük, ilk hayal kırıklığı, ilk kırgınlık, ilk küsüş daima geçiciydi adına yeryüzü denilmiş cehennemde. Sahip olduğumuz ilkler hep bizim olarak kalmasa da hatta unutulsa da insanoğlunun odak noktası olmaktan çıkmamıştı. Halbuki kimsenin istemediği sonlar bambaşka bir hayat felsefesi olur çıkıverirdi. Asla ama asla heycandan avuçlarımızın terleyerek tuttuğumuz ilk elle değil, güvenerek tuttuğumuz son elle giderdik mezara. Kimi insan değer verdiği her olaya ilk dese de son demeyi başaramayarak koca yanılgılarda boğulurdu.

Tibet adı gibi emindi, Fişek son tuttuğu elle giriyordu soğuk bir mahzene ve her ne kadar ilk olsa da son denilecek bir evlat vermişti yaradan ona. Canım, cananım diye dilinden düşüremediği sevdası sondu Liva'nın. Daha önceki hayatına ilk girmiş ancak asla son olamamış onlarca kadının ismini hatırlamasa da gözlerini kapatırken son kez kan sızan dudağından dökülen isim Günce'si, son sevdası, son mührü olmuştu adamın. Omuz omuza namludan kurşun yürüttüğü adamın son kez şahit olmuştu bilinmez sevdasına. Çünkü Fişek; Çok sevdim ama sonum gibi sevdalanamadım, ona iyi bak, diyerek kapatmıştı gözlerini ve bu kara gözleri ardından bakan adam için en büyük and olmuştu belki de. Tibet bu saatten sonra Fişek'in son sevdasına da, son mirasına da gözü gibi bakmaya yeminliydi bir kere. Adam için dostun sözü emirin dahi üstüydü. Çünkü cinsiyet fark etmeksizin adam gibi adam için sondan ötesi asla yoktu.

Dakika tutmadığı ama zamanında çıkacağını bildiği kadın kapının sesiyle koridora adım attığında Tibet'de elleri arasındaki başını kaldırıp ilk önce hayatın ona sunduğu en büyük ödüle baktı. Hiç sesini çıkarmadan, nasıl teselli edileceğini bilemeden bir adım geride onu izliyordu ruhunu ruhuna armağan saydığı kadın. Sonunda gözleri Günce'yi de bulduğunda onaylayıcı bakışlarını da fark ederek kendi girmişti odaya. Kapıyı kapatarak hala yüzü açık adama ilerlediğinde asırlardır tutmuş gibi gelen gözyaşları da dökülmeye başlamıştı.

'Ulan bir komutan olamadım ben sana Fişek. Hep dost bildim, kardeş bildim seni. Fişek işini bilir, o delidir sıyırır paçayı dedim. Hep güvendim ben sana. Keşke güvenmeseymişim, keşke o bir başına bir halt yapamaz diyip dikilseymişim tepene. Belki o tek kurşun bana gelirdi de yenik düşmezdin bu hayata kardeşim. Ama sen kendini bilirsin be Liva, azıcık tanıdıysam seni bu işin sonunda o kurşunu yiyeceğini de bilmişsindir sen. O yüzden ben operasyondayken uçmuşsundur mutlaka.' elinin tersiyle yüzünü temizlediğinde adamın ucuna kadar buz tutan saç tellerini ufak bir çocuğun başını okşar gibi okşamıştı.

'Şimdi kolay, hani evladın doğunca anlatmak zorunda değilim, anlamaz ama ya büyüyünce? Nasıl diyeceğim ben baban vuruldu diye, baban benim kollarımdaydı seni daha görmeden sevdi diye nasıl diyeceğim? Ulan şehit desem hani rütbesi mezar taşında der, halbuki bilmez ki sen gökkuşağının ardındaki karanlık ülkenin koruyucususun. Hele bir de senin evladın, zehir gibi olur, yalan da söylenmez, kaldı ki ben dostumun evladına yalan söyleyemem. Ama söz, şerefim üzerine söz Liva, uğruna kanını döktüğün, namusunla şerefinle bütün varlığınla koruduğun bu ülke dahil hiç bir eyalet gözetmeksizin oğlunun kılına dokundurmayacağım. Senin oğlun benim canım, bunu hiç unutma dostum. Gittiğin yerde beni bekle, şahadetini huzur içinde yaşa, oğlun gelince niye gittin derse şayet gururla vatan için de. Çünkü sen bu vatan sağ kalsın diye çürümeyi hiçe saymış Türk evladısın.' Tibet başta kabul ettiği gibi uğurlarken de buz tutmuş bedenin alnını öptüğü gibi beyaz örtüyü tekrar kapatarak fısıldamıştı.

'Şerefinle kabul ettim, şerefinle uğurluyorum.'

Oysa zordu, kim olursa olsun, toprağı için canını yok saymış bir adamı dost da olsa düşman da olsa uğurlamak, mezarına bir kürek dahi olsa toprak atmak zordu. İki gün önce serseri gülüşüyle yanında duran adam için ellerini semaya havalandırmak, bir fotoğraf karesinde kalan sert duruşu sol göğsünde taşımak, hele ki üniforma içinde bunu yapmak binbir ölüme kilometrelerce koşmuşcasına zordu. İsmi hiç duyulmamış, şahadeti tatdığı hiç bilinmeyecek bir evladı, bir babayı, bir eşi sessiz sedasız al bayrak altına defnetmek olabilecek en kötü ölümden daha da kötü hissettirirdi insana. Tibet söz verdiği gibi eline aldığı bayrağı atılan bir topraktan sonra usulüne uygun katlayarak yere diz çöktüğünde ona engel olmaya çalışan Hayri komutana çevirmişti bakışlarını. O gece acı haberin verildiği evde olmayanlar harici merakla bir Hayri komutana bir de Tibet'e bakmaya başladı.

'Bayrağı mezarı başına dikebilecek misiniz komutanım?'

'Varlığımız gizli bir üs, olmayacağını biliyorsunuz Tibet komutanım.'

'O zaman müsade edin.'

'Bayrağımızın göğüs altı durması uygun değil.'

'Fişek komutanın göğsünün üzerinde duracak zaten.' adam ağzını açmak üzereyken Tibet bakışlarını sertleştirse de etkisi olmamıştı ki Hayrı komutanın kolunu tutan Vuslat'a dönmüştü bakışlar. Bütün üslerin gözleri büyümeye başladığında Hayri komutanın engel oluşu etkisini kaybetmiş Vuslat ise adamın gözlerine bakmıştı. Koca ortamda Vuslat'ın tarihe karıştığını düşünenlerin ise tek dikkat ettiği nokta sol göğsünün üzerinde olan armaydı. Tibet bakışlarını babasından alarak toprağa elleriyle bayrağı bıraktığında atılmaya devam eden toprağa her zerresine kadar bakmaya devam etti. Günce'nin kaybettiği eşiyle gelen hüznü, bir tabur insanın dostlarının toprağa vermiş olmanın ağır yükü derken tören bittiğinde Vuslat uzun zamandır yapmadığı şeyi yapmış taziye için üslerin yanında kalmıştı. Onu tanımayanlar kim olduğunu anlamaya çalışırcasına elini sıksa da tanıyanların yüzündeki anlamaz ifade daha da fark edilir haldeydi, bir bakıma koca ekibin ilk kurucusu, ilk söz sahibi olan ama bu işlerden elini ayağını çekmiş Vuslat Barlas Kasırga bir kaç saniye içinde yine kurula bomba gibi oturmuştu.

Bütün baş sağlığı dilekleri bittiğinde Tibet Kader'le göz göze gelmiş ve Günce'yi götürüşüne usulca başını sallayarak onay vermişti. Yanındaki kızın beline elini yerleştirip babasına yöneldiğinde adama uzatılan dosyaya imza atışını izleyerek kaş çattı anında. Bu ekipten elini ayağını tamamen çektiğini düşünürken az önce verdiği imzanın sebebini deli gibi merak ediyordu. Vuslat'ın ellerini cebine atmasıyla beraber çevresindeki adamlar uzaklaştığında Tibet'de kendisini izleyen ve daima örnek aldığı adama daha da hızlı yaklaşmıştı.

'Baba?'

'Arabada konuşalım.' kısa ve net olan cümlesiyle beraber üçü de adımlarını mezarlık çıkışına ilerletmiş Vuslat kendi arabasını işaret ederek koltuklara yerleşmelerini beklemişti.

'Baba sen bırakmamış mıydın ekibi?'

'Bırakmıştım.' Vuslat cebinden çıkardığı sigarasını yakarak oğluna bakışlarını çevirmişti ama iki koltuğun arasından bakışlarını üzerine diken yiğenine baktı. Kız hem gergin, hem de meraklı haliyle bir kendine bir de Tibet'e bakmaya devam ediyordu.

'Anlattı demek?'

'Anlattı da ben sırf o var bu işin içinde diye biliyordum. Amca sen de bu iştesin de yengemden saklıyor musun?' Doğa'nın gözleri gittikçe büyümeye başladığında Vuslat derin bir nefes aldı hem yanan sigarasının dumanından hem de geldi geleli kaybettiği 500. adamın yitip gidişinden.

'Ben yengenden bir şey saklar mıyım fındık. O benim günüme doğan ışık. Önceden bu işin içindeydim, 25 senedir de uzağım. Ama son dönemde fark ettim ki çok kayıp verdi ekip bu yüzden tekrar döneceğim. Bundan sonra benden onay çıkmadan, imzam olmadan adım dahi atamayacaksınız Tibet komutanım.' Vuslat'ın gözleri Doğa'dan sakince oğluna döndüğünde onun havalanmış kaşlarını bakarak tek kaşını kaldırmıştı.

'Yani tüm kurulun başına sen mi geçiyorsun? İyi de nasıl kabul gördün, toplantı yapılmadı ki bu konuyla ilgili.'

'Toplantıya gerek yok, bu kurulu tek bir tuşla dağıtacakta benim, tek bir tuşla toparlayacakta. Benim imzam sizin için kaşıkcı elması değerinde evlat.' kesin tavrı Tibet'in kafasından aşağı buz keskinliğinde su döker gibi etki yaratmıştı. Babası açık açık dha önceki gibi kimsenin at koşturamayacağını, her şeyin usulüne göre ve izin yoluyla devam edeceğini, aynı zamanda bir program düzeninde olacağını tek cümleyle belirtebilmişti. Yani çoğu kendi için çalışan üssün ipi çekilmişti an itibariyle.

'Baba, bunu anneme nasıl açıklayacaksın? Yani sen milletin ipini çekmeden annem senin ipini çekebilir de o yüzden.'

'Annene danışmadan yaptığım işi sayabilir misin?'

'Yok ki.'

'O zaman?' Vuslat'ın yüzündeki kendinden emin halle Tibet'in kaşları havalansa da adam son kez dumanını çektiği sigarayı söndürerek iki gence dışarıyı işaret etmişti.

'Emir'e söyleyin adam gibi teklif etsin. Babası gibi katıp karıştırarak şaklabanlığını işin içine sokmasın. İyi eğlenceler.'

'Sağol baba.'

'Sende fazla sigara içme amca.' Doğa hızlıca yanağına dudaklarına basıp arabadan dışarı adım attığında ardından gülümsemişti ki Vuslat kıza babacan bir tavırda göz kırpıp kontağı çevirdi. İkisi de Tibet'in arabasına yerleştiğinde genç adam derin bir nefes alarak başını arkaya atmış ardından bir kaç dakikalığına huzura erişmek ister gibi gözlerini kapatmıştı. Saçlarının arasında dolaşan incecik parmakları hissetmeye başladığında nefesini derinden alarak araladı göz kapaklarını.

'Yangınım, yaktığım, yandığım... Ben bu kadarım işte, sen de gördün. Dost dediğimi ellerimle toprağa veriyorum, Vuslat Barlas Kasırga'nın son oğlu olmanın onurunu yaşıyorum, silahların içinde yatıp kalkıyorum. Ama şu hayatta bir tek seni böylesine sevebiliyorum.'

Continue Reading

You'll Also Like

6.4M 206K 103
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
39.1K 852 18
Bakışları geceliğin açıkta bıraktığı tenimde dolanırken ona yaklaştım boynuna doladığım kollarımla ona daha çok çekilip "Özledin mi beni?" diye fısıl...
117K 6.2K 42
Duha: Siz şaka gibi bir ailesiniz. Duha: 6 yıl önce beni tüm mahalleye rezil ettiniz o nişana gelmeyerek. Şimdi annen sanki ben seni terk etmişim g...
51.7K 3.6K 18
"Bir adam ile yara bandının hikâyesini hiç duydun mu?" diye sordum meraksız bir tonda. Çünkü anlatmak istediğim sıradan bir hikâye değildi, kendi yaz...