YERALTI

By ianinprensesi

1.1M 50.9K 4.5K

Aras Soykan, Kendi karanlığının içinde, kaybolmuş ruhunun son parçasında nefretini, öfkesiyle körükleyerek in... More

Bölüm 1: YERALTI
Bölüm 2: KARANLIK
Bölüm 3: MAHKEME
Bölüm 4: KAFES
Bölüm 5: MOTOSİKLET
Bölüm 6: AĞVA
Bölüm 7: TELEFON
Bölüm 8: ŞİRKET
Bölüm 9: VEDA
Bölüm 10: ATEŞ
Bölüm 11: SALDIRI
Bölüm 12: ANAHTAR
Bölüm 13: PLAN
Bölüm 14: KOKU
Bölüm 15: ZİNCİR
Bölüm 16: BULUŞMA
Bölüm 17: KÛRA
Bölüm 18: AİLE
Bölüm 19: MESAJ
Bölüm 20: PARTİ
Bölüm 21: KAN
Bölüm 22: KAYBOLMUŞ
Bölüm 23: CEVAPLAR
Bölüm 24: TUTSAK
Bölüm 25: DÖVME
Bölüm 26: NEFRET
Geri Döndüm!
Bölüm 27: KORKU
Bölüm 28: ÇİZGİ
Bölüm 29: DOSYA
İkinci Kitap - Duyuru, Tanıtım ve Kapak

Bölüm 30: SOĞUK DENİZ ~ FİNAL

15.8K 619 96
By ianinprensesi


Merhabalar!

Bir önceki bölümde de belirttiğim gibi, bu bölüm YERALTI için final bölümü ama birkaç bölüm önce yine duyurusunda bulunmuştum, devam kitapları olacak. 

İki ya da üç kitaplık bir seri olarak kurgulamıştım YERALTI kitabını ve bu bölümle, ilk kitabın sonuna geldik. Arayı çok uzatmadan, yine iki hafta sonra Pazar günü ikinci kitabın ilk bölümünü paylaşacağım.

Ayrıca, herkesin haberdar olabilmesi için burada ikinci kitabın, kapak ve tanıtım duyurusunu yapacağım.

Bunca zaman Yeraltı için yanımda oldunuz, umarım devam eden kitaplarında da yanımda olursunuz. Destekleriniz için hepinize teşekkür ederim, sizleri seviyorum ve kendinize iyi bakın!

İki hafta sonra YERALTI II - Yeis 'te görüşmek üzere!

Not: Bu bölüme bol bol yorum bırakın, yorumlarınızı gördükçe mutlu oluyorum!

~~  

Bölüme başladığınız tarihi ve saati buraya yorum olarak bırakabilirsiniz!

Bölüm Şarkısı: Three Days Grace - Pain

***


Bölüm 30: SOĞUK DENİZ


Mert'in attığı adres Beylerbeyi'ne çok yakın değildi, ayrıca trafik de vardı ve kırmızı ışığa her yakalandığımızda sinirleniyor, biraz da gerginleşiyordum.

Kûra'nın dediğine göre Mert, restorandaki son buluşmamızı hatırlamıyordu. Abisinin ikimizi de köşeye sıkıştırdığı anı unutmuştu... Kısacası, onun yüzünden Mete'nin eline düştüğümü bilmiyordu. Birden bu düşünceyle kaşlarım çatılınca Aras'a baktım ve "Mert'in beni çağırması yine Mete'nin bir oyunu olabilir mi?" diye sordum.

"Bu yüzden yanındayım ya..." karşılığı verdi Aras. Sesi soğuk ve tehditkârdı ama tehdit ettiği kişi ben değildim.

"Tek başına ona karşı koyabilecek misin?" diye sorduğumda, Aras yüzündeki tehditkâr ifadeyle bana baktı ve "Benim için mi endişeleniyorsun?" diye sordu. Gözlerimi devirmemek için kapatırken, "Kendim için endişeleniyorum. Mete'nin eline düşmektense seninle şu arabada on yıl yaşarım daha iyi..." diyerek homurdandım ve koltuğa iyice yaslanırken başımı da cama yasladım.

"Neden on yıl?" diye soran Aras'la gözlerimi aralayarak dışarı baktım ve "Sana da dayanmamın bir sınırı var," dedim.

"Benden nefret edeceğin ne yaptım?" diye sorduğunda, şaşkınlıkla Aras'ın yüzüne baktım. Bu sorusunda ciddi miydi? Gerçekten ne yaptığını merak ediyor muydu? Başımı camdan kaldırarak, koltukta çapraz bir şekilde oturdum ve Aras'a gözlerimi kırpıştırarak baktım.

"Şu an burada olmamdan dolayı seni suçlamak geliyor içimden ama anlattığın onca şeyden sonra kendim kaşındığımı biliyorum. Yine de beni kardeşimden ayırdın. Ayrıca, beni bu işlerin içine sokmak yerine Adana'ya postalayabilir, adamlarını etrafımıza dikebilirdin. Bunu pekâlâ annem de yapabilirdi, yani kardeşimden ayrılmama gerek yoktu," dedim.

Aras başını onaylarcasına sallarken, "Böylece kolay hedef olurdunuz. Sence Mete şimdiye kadar neden kardeşini değil de seni hedef aldı? Hiç bunu düşündün mü?" diye sorduğunda, kaşlarım çatılmıştı. Bana kişisel bir garezi yoksa neden beni hedef aldığını bilmiyordum. Omuz silktim ve başımı iki yana sallarken, "Bilmiyorum," dedim.

"Çünkü sen göz önündeydin ve kardeşin geri plandaydı. Yine farkında olmadan sana iyilik yapmışım? Uzak durulması gereken o kötü adam ben miydim?" diye sorduğunda, Aras'ın yüzüne dikkatle baktım. Gerginliğimi hissettiği için mi böyle alaycı ve şakacı davranıyordu yoksa hiçbir şeyi ciddiye alamamak gibi bir problemi mi vardı? Başımı iki yana sallayarak tekrardan cama yasladım ve "Seni takip edemiyorum Aras. İyi misin kötü müsün bilmiyorum," diye mırıldanırken içimi saran bu gerginlikten kurtulmak istercesine gözlerimi gökyüzüne diktim.

Gökyüzünü saran, umutsuz mavi diye nitelendirdiğim lacivertimsi karanlık ton bulutlarıyla yıldızları saklarken içimdeki gerginlik yerini umutsuzluğa bırakmıştı. Yeis içinde gözlerimi gökyüzünden kaçırırken gergince parmaklarımla oynamaya başladım. Sanki kötü bir şey olacağından eminmişim gibi, "İçimde kötü bir his var..." diye mırıldandım. Kuru bir ses dudaklarımdan döküldüğünde, hırıltılı bir şekilde nefes aldım ve o nefes son nefesimmişçesine yavaşça bıraktım.

"Abartıyorsun..." dedi Aras. Sakinliği beni çileden çıkartacak cinstendi. "Umarım abartıyorumdur Aras. İnan bana, senin kadar sakin olabilmeyi delicesine isterdim," dediğimde, gözlerini yoldan çekerek bana baktı. Siyah gözlerinde, kendi yansımamı gördüğümde halime acımıştım.

Evden aceleyle çıktığımız için ne makyaj yapmış ne de saçıma bir çekidüzen vermiştim. Tamamen yitik ve melun bir halim vardı. Omuzlarımı öne eğerek, "Bana öyle bakmandan hoşlanmıyorum..." diye mırıldandım ve gözlerimi Aras'ın gözlerinden kaçırdım. Gözlerimi ondan kaçırdığım anda, "Nasıl bakıyormuşum sana?" diye sordu.

"İçimi görüyor gibi ya da içimden ziyade denizin dibine zincirlediğim sırlarımı biliyormuşsun gibi..." diye fısıldadığımda, boğazıma bir yumru oturmuştu. Ne kadar bu konuyu açmaktan kaçınsam da Aras'ın bakışları beni buna itiyordu.

"Belki de görüyorumdur ve biliyorumdur Persephone?" diyerek sorarcasına konuştuğunda, başımı kaldırıp Aras'ın gözlerine baktım. "Neden içimi görmek, sırlarımı bilmek istiyorsun? Hayatıma daha fazla dâhil olmanı istemiyorum, dâhil olduğun şu kısa zamanında bir an önce bitmesini ve hayatımdan çıkıp gideceğin anı bekliyorum!" dedim bir anda ve parmaklarımı birbirine kenetleyerek gözlerimi önümüzdeki arabanın arka camına diktim.

"Sana yardım edeceğim bir gün gelecek. Bunu biliyorum Aras, bir gün seni en umutsuz anında bulacak ve o delikten çıkaracağım... Ama bir yandan da o günün gelmesini hiç istemiyorum çünkü seni içinde yüzdüğün yeisten kurtarmak, benim için melun denizine süzülmekten başka bir şey değil!" diye mırıldandım, gözlerimi önümüzdeki arabanın arka camından ayırmamıştım.

Arka camın üstünde bir 'Dikkat Bebek Var!' uyarısı asılıydı ve arabanın bagaj kapağının köşesinde üç kişilik bir ailenin yapıştırması vardı. Gözlerimi arabadan alarak Aras'a çevirdim ve "Seni anlamıyorum, senden ziyade kendimi de anlamıyorum. Beni öptüğünde senden nefret ettim ama bana annenin intiharını anlattığında yaralarını sarmak istedim," dediğimde, bu konuya nereden vardığımıza bir türlü anlam verememiştim.

"İçinde neler biriktirmişsin Persephone..." dedi Aras kuru bir sesle, sanki sesinin kuruluğu içindeki duygu selinin kuruyup yok olmasının açık bir kanıtıymışçasına pürüzlü gelmişti kulağıma. Başımı iki yana salladım, "Seni bir denizin dibine zincirledim Soykan. Orada çürüyüp gidemez misin? Bu, bizim son araba yolculuğumuz olamaz mı?" diye sorduğumda, bu konuya nereden geldiğimizi sonunda anlayabilmiştim.

Gerginliğimi hissederek bana şefkatle baktı. Aras'ın o bakışlarını görmeye dayanamıyordum, şefkate ihtiyacı olan küçük bir kız çocuğu gibi görülmekten haz etmiyordum, özellikle de onun tarafından...

"Onu bana sorma Deniz, şartları ben ayarlamış olsaydım ardında bir gölge olarak kalmayı seçerdim... Önüne geçip de, içine düşmek üzere olduğun karanlık kuyuda yanında olmayı istemezdim," dediğinde Aras'ın yüzüne baktım. Onun sakinliği sadece dışarıdaki insanlara sergiledi bir oyundu. İçten içe onu da yiyip bitiren bir gerginlikle yaşıyordu. "Çünkü seni oradan çıkarmak için, yapmamam gereken şeyleri yaparım."

Hafifçe yutkunarak Aras'a baktım. Gözlerinden neler düşündüğü belli olmasa da, gerginliği artık hissedilebilir düzeydeydi. Ya benden kaynaklanıyordu ya da Mert'in adresini attığı bara yaklaştıkça, Mert'ten duyabileceğimiz şeyler Aras'ı geriyordu çünkü uzun bir sessizlik olmuştu. Akhoroz ailesinin ne planladığını bilmediğim bir haftanın sonunda, Mert'ten gelen telefonla yola çıkmıştık.

Her şey belirsiz ve karanlıkta kalıyordu.

Başımı iki yana salladım ve gözlerimi Aras'ın ellerinden kaldırarak gözlerine baktım. "Kötü bir şey olmayacaktır, değil mi?" diye sordum. Sesim, bir robottan yükselmişçesine duygusuz ve düz bir şekilde aramızda keskin bir tını yaratmıştı. Aras başını iki yana salladı ve "Öğreneceğiz," dedi. Arabanın frenine basana kadar Mert'in çağırdığı bara geldiğimizi fark etmemiştim bile.

"Sen burada kal ya da içeri gir... Ne yaparsın bilmiyorum ama ben Mert'le konuşurken yanımda olmamalısın, bu konuşmayı aksatabilir veya Mert'i kararından vazgeçirtebilir," diyerek emniyet kemerimi çözdüğümde, derin bir nefes alarak yolcu kapısını araladım ve kendimi arabadan dışarı attım. Botumun altında kıtırdayan toprak zemini delmek istercesine sert adımlarla bara doğru ilerlemeye başladım.

Bara girmeden önce kapının iki yanında dikilen güvenliklere baktım ve evden çıkmadan önce cebime tıkıştırdığım kimliğimi çıkartarak onlara gösterdim. Yüzümde hiç makyaj olmadığından dolayı, ayrıca da üstümdeki örgü kazak ve pantolonla pek de 18'den büyük göstermediğim için kimliğimi gösterme zorunluluğu hissetmiştim. Sol taraftaki izbandut herif kapıyı aralarken, "İyi eğlenceler genç bayan. İçerideki damsızlara karşı dikkatli olun," diyerek geçmem için önümden çekildi. Başımı tamam dercesine sallayarak içeri girdiğimde gözlerim hemen Mert'i aramaya başlamıştı.

Dans edenlerin arasında olmayacağını düşündüğüm için orta kısmı hızlı bir şekilde geçerken, elimden geldiğince kimseye dokunmamaya ve kimseyle temas halinde bulunmadan bar kısmına ilerlemeye çalışıyordum ki, bir kolun belime dolanmasıyla birlikte saniyeler içinde kendimi dans pistinin ortalarına sürüklenirken bulmuştum.

Derin bir nefes alarak kolu tuttum ve kendi etrafımda dönerek, beni çekiştiren genç adamın yüzüne baktım. Alkolü fazla kaçırdığı açık teninin kıpkırmızı olmasıyla kendini belli ediyordu.

Beni çekiştirmeyi bırakıp da bana sürtünerek dans etmeye başladığında bıkkınlıkla genç adamın kollarını tutup kendime çektim ve "Biriyle birlikte geldim! Bırakır mısın beni?" diyerek ondan uzaklaşmaya çalıştım. Genelde bu tür şeyler söylemeden sarhoş bir adamın elinden sıyrılmak zor olabiliyordu. Birkaç defa başıma geldiği için bu tür konulara aşinalığım vardı.

Adam başını sallarken ellerini havaya kaldırdı ve "Tabii güzelim! Birlikte geldiğin kişiyi bir an önce bulsan iyi edersin... Burası pek tekin bir bar değildir," dediğinde, yüzüne bakmaksızın insanların arasından sıyrıldım ve bar taburelerinin yükseldiği köşeye büyük adımlarla ulaştım.

Taburenin üstüne çıkarken ellerimi tezgâha koydum ve bana yaklaşan barmene aldırmadan etrafıma bakındım. Mert'i barın en ucundaki taburede otururken gördüğümde, hızla oturduğum tabureden kalkarak barmene Mert'i gösterip, "Onunla birlikteyim, bira alabilir miyim?" dedim ve büyük adımlarla Mert'in bulunduğu yere doğru ilerlemeye başladım.

Kendimi tuhaf bir kasırganın ortasında, oradan oraya savruluyormuşum gibi hissetmeden edemiyordum. Bu kasırganın ne zaman başladığıysa tam bir muammaydı.

Derin bir nefes alarak Mert'in yanına oturduğumda başımı hafifçe öne eğdim ve elindeki viski bardağına dikkatle bakan Mert'in önünde elimi sallayarak, "Selam?" dedim.

Mert gözlerini kırpıştırarak bana döndüğünde, hafifçe gülümsedi ve "Selam... Gelmişsin," dedi, sesi çok dingindi ve farkında olmadan bazı harfleri yutuyordu. Kaşlarım istemsizce çatılırken, Mert'i incelemeyi bir kenara bırakarak, "Sen sarhoş musun?" diye sordum.

Mert kırpıştırmakta olduğu gözlerini kırpıştırmayı bırakarak bana dikkatlice baktığında, gözlerinin de kızarmış olduğunu görmüştüm. Muhtemelen daha sarhoş değilse bile, sarhoş olma aşamasındaydı.

"Olmak istiyorum..." dediğinde, barmen önüme koca bir bardağın içindeki birayı bırakarak Mert'in elindeki boş bardağa baktı ve "Doldurayım mı genç adam?" diye sordu. Mert bilinçsizce başını sallarken barmen Mert'in bardağını alarak bize sırtını döndü ve çok geçmeden dolu bir bardağı Mert'in önüne bıraktı.

Mert bardağı alıp da kafasına dikmek üzereyken elini tutarak onu durdurdum, belki sarhoş olması işime gelirdi ama onu böyle bitap bir halde sarhoş olmaya çalışırken görmek tuhaf hissettiriyordu. Ondan bu şekilde yararlanmak gelmiyordu içimden, her ne kadar onunla buluştuğum için Mete'nin eline düşmüş olsam da... Mert'in öyle bir olay olacağından haberi olmadığı için ona kızamıyordum.

"Neden sarhoş olmak istiyorsun?" diye sordum, sesim hissettiğimden çok daha nazik bir tonsa yükselmiş, onca gümbürtüye rağmen dudaklarımdan Mert'in kulaklarına süzülmüştü. Mert bir süre beni inceledikten sonra başını öne eğdi ve "Ağabeyimin senin için bir bela olduğunu biliyorum. Sen de biliyorsun, buna rağmen neden bana böyle nazik davranıyorsun?" diye, soruma soruyla karşılık verdi.

Gözlerimi kırpıştırarak Mert'i izlemeye devam ettiğimde, omuzlarının sarsıldığını fark etmiştim. İstemsizce kaşlarım çatılırken oturduğum tabureden ayağa fırladım ve sol elimi Mert'in omuzuna koyarken, sağ elimi yanağına koymuştum. Başını hafiften kaldırıp da gözlerine baktığımda, yanaklarından süzülen gözyaşlarını görmemle, afallamam bir olmuştu.

Şaşkınlıkla bir müddet yüzüne baktığımda, "Kötü bir şey mi oldu?" diye sordum, sorum genzimde acı bir tat bırakmıştı.

Mert başını hafifçe onaylarcasına salladı ve "Şu an içinde olduğum hiçbir şeye dâhil olmak istemiyordum. Tek dileğim, buradan ve sahip olduğum bu aileden, hepsinden kurtulup kaçmaktı. Yapamadım, daha kaçma girişimimi bile gösteremeden beni attıkların çukurun içinde kapana kısıldım," dediğinde, Mert başını bir kez daha öne eğdi.

Mert'in ağlayışı şiddetlenirken, kendimi savunmasız gördüğüm bu genç adamı kollarımın arasına çekerken buldum. Mert'in kolları belimi kavrarken, ben de kollarımı omuzlarına koyup, sağ elimle başının arkasını yanındayım dercesine hafifçe okşamaya başlamıştım.

Düşmanıma şefkat gösterdiğimi biliyordum, yine de... Gözlerimin önünde ağlayan bu adam, gerçekten de benim düşmanım mıydı? Önümde iki defa, ailesini bırakıp gitmek istediğini söylemişti. Yalan söylediğini ya da beni savunmasız düşürecek bir oyuna giriştiğine inanmak dahi gelmiyordu içimden.

İnanamazdım da... Mete, Mert'le birlikte yemek yediğimiz akşam bizi köşeye sıkıştırdığında Mert'in gözlerinde gördüğüm ifade, o gece Mete'nin Mert hakkında söyledikleri... Bunların hepsi, Mert'in düşmanım olmadığının bir kanıtı gibiydi.

Gözlerimi Mert'in başından kaldırıp da karşı duvara baktığımda, Aras'ı bir kolona yaslanırken görmüştüm. Gözlerim kesiştiğinde, aramızdaki göz temasını bozmadan elindeki bardağı kafasına dikti ve yanından geçmekte olan garsonun tepsisine boş bardağı bırakarak doğruldu.

Omuzları dimdik, sarsılmaz adımlarıyla bize doğru yaklaşmaya başladığında, başımı iki yana sallayarak dudaklarımı, "Şimdi değil..." dercesine kımıldattım. Fakat Aras'ın durmaya niyeti yok gibiydi, gözlerini gözlerime dikmiş ve doğrudan bize doğru yürümeye durmaksızın devam ediyordu.

İçimde tuhaf bir korku baş gösterdiğinde, aramızda birkaç adım kalmıştı. "Daha hiçbir şey anlatmadı," demek istercesine dudaklarımı bir kez daha kımıldattığımda, Aras yanımızdan geçerken kulağıma eğildi ve "Ayrıl ondan..." dedi. Yanımızda durmadı, yürümeye devam etti. Bense şaşkınlıkla kalakaldım.

Omuzumun üstünde, yürümekte olan Aras'ın sırtına baktığımda gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırmaya devam ediyordum.

Aras barın öbür ucunda durduğunda, dirseklerin tezgâha yasladı ve başını olduğum taraf çevirdiği anda, bir kez daha göz göze geldik ve gözlerindeki öfkenin şahidi oldum. Gözlerini benden ayırmaksızın dudaklarını, "Ayrıl..." dercesine kımıldattı.

Aras'a sırtımı dönerek, ellerimi Mert'in omuzlarına koydum ve "Daha iyi misin?" diye sordum. Mert geri çekilirken, kısık gözlerle bana baktı ve belimi saran kolları çözüldü.

"Sana birkaç soru soracağım..." dedi, sanırım istediği gibi sarhoş olmayı başarmıştı çünkü şu anda çok daha fazla harfi yutar hale gelmişti. Onu anlayabilmek için kulağıma dudaklarına eğdiğimde, "Sen gerçekten de, iyi olanlardan mısın?" diye sordu.

Kaşlarım şaşkınlıkla çatılsa da, "Bana kötülük yapmayana, kötülüğüm dokunmaz," diye karşılık verdim. Mert'e daha fazla yalan söylememin bir anlamı yoktu. Ne de olsa, şimdiki konuştuklarımızı yarın hatırlamayacaktı.

"İyi olanlardan sayılırsın o zaman... Çünkü kimse kuyruğuna basılmadan kötülük ağına düşmez değil mi?"

Ne diyeceğimi bilemeyerek başımı salladım ve bir sonraki sorusunu ya da söyleyeceklerini beklemeye koyuldum. Mert'in dudakları kulağıma biraz daha yaklaşırken, sıcak nefesini içerinin sıcaklığından dolayı terleyen boynumda hissetmiştim.

Derin bir nefesin ardından, "Hiç, ailene ihanet ettin mi?" diye sordu. Sorusuyla birlikte kaşlarım çatılmış, alnım kırışmıştı. Ailem benim için her şeyden önemliydi, değil onlara ihanet etmek yalan bile söyleyemezdim.

"Hayır."

"Sanırım..." dedi Mert, alnını boynuma yaslayarak elleriyle kollarımı sıkıca tuttu ve "Sanırım ben birazdan aileme ihanet edeceğim..." dedi.

"Emin misin?" diye sordum, bana ailesi hakkında ne söyleyeceğini delicesine merak ediyordum ama durup dururken de ailesine ihanet ettiğini düşündürtecek kadar önemli neyden bahsedebileceğini düşününce, söyleyeceklerinin vereceği sonuçtan korktum.

"Eminim... Çünkü benim lügatimde savunmasız bir çocuğu bir hiç uğruna kaçıran insanlara yer yoktur. Ailem dahi olsa!" dediğinde, hızla geri çekilerek Mert'in gözlerine baktım.

"Ne?" diye sordum, kalbim öyle bir hızla çarpmaya başlamıştı ki, Mert'in kollarını saran ellerim titriyordu.

"Abim, Mete... Kardeşini kaçırdı ve sıranın sende olduğunu söyledi."

Duyduklarım, kulaklarımı uğuldatmaya başladığında, Kûra'nın söylediklerini anımsamıştım. Sevkiyat... Birini kaçırmak... Çevrendekilere haber sal... Koruma...

Başım dönmeye başladığında, damağımın kuruduğunu hissettim. Gereksiz bir yutkunmayla elimi bar taburesine koydum ve gerisin geri tabureye yerleştim. Ellerim uyuşmuştu, vücudum neredeyse hiçbir şey hissedemiyordu.

Boş gözlerle Mert'in yüzüne baktığımda, "Sen..." diye fısıldadım ve bir anda nereden geldiğini hissedemediğim bir öfke ve enerjiyle Mert'in yakalarına yapışarak onu sırt üstü taburelerden yere düşürdüm.

Mert'in yere düşmesiyle birlikte, bacaklarımı iki yana açarak üstüne çıktım ve gömleğinin yakalarını sıkarak, "Sen ne diyorsun lan?" diye bağırdım. Biraz önceki şokun etkisi, sert bir şekilde çıkarken tüm vücudumun öfkeyle zangırdadığını hissedebiliyordum.

İçimi doldurup taşan korku, dışarıya öfke yayıyordu. Mert'in yakalarından tutup sırtını bir kez daha yere çarptığımda, "Senin şerefsiz abin benim kardeşimi mi kaçırdı? Sen neden bunu en başından söylemedin?" diye haykırmaya devam ettiğimde, omuzumda hissettiğim ellerle, sinirle geriye döndüm.

Aras'ın kömür karası gözlerine denk geldiğimde, "Kardeşim nerede Soykan?" diye sordum ve ekledim. "Kardeşim kimin elinde biliyor musun?"

Aras'ın kaşları çatılırken, konuşmasına izin vermeksizin sorumun cevabını yine kendim verdim.

"Mete Akhoroz, kardeşimi kaçırdı ve sen, onun güvende olduğunu söylemiştin!"

Aras'ın gözlerinde bariz bir şaşkınlık peyda olurken, gözlerimi bir kez daha yere serdiğim Mert'in mavi gözlerine diktim. İçimde öyle bir ateş yükseliyordu ki, buz kesmişim gibi hissettiriyordu çünkü buz bile, yakıcı bir etkiye sahipti.

"Biraz önce kötü biri olup olmadığımı sordun ve hemen ardınsa, kimse kuyruğuna basılmadıkça kötülük ağına düşmez dedin..." Mert'in gözlerine bakarken, söylediğim her bir kelimeyi anlayabilmesi için yüzümü yüzüne yakınlaştırdım ve "Ailen benim kuyruğuma bastı Mert. Bundan sonra nasıl biri olacağımı biliyorsun değil mi?" diye sordum.

Mert başını onaylarcasına sallarken yakalarını bırakarak geri çekildim ve "Ulaş'ı bulana kadar... Karşıma kim çıkarsa çıksın, andım olsun ki... Karşıma çıkan herkesi öldüreceğim," diyerek ayağa kalktım.

Geri çekilerek etrafımızı saran insan topluluğuna kısa bir göz attıktan sonra, Aras'a baktım. Gözyaşlarım gözlerimden süzülmek için çırpınırken boğazıma oturan yumruya rağmen, ellerimi sıkarak sağ yumruğumu Aras'sın çenesine geçirdim ve "Sana söylemiştim! Sana söyledim!" derken sol yumruğumu da yüzüne geçirmek için savurmuştum ki, yumruğum avucunun içine denk geldi.

Parmaklarını yumruğuma sararak beni kendine çektiğinde, sinirden titremeye başlamıştım. Öfkeden, hüzünden...

Aras kolunu bana sararken kulağıma, "Kardeşini sağ salim kurtaracağım," dedi.

"Sana hiç güvenim yok Soykan. Adamlarının koruyamadığı kardeşimi, sen de koruyamazsın!" diyerek silkindim ve Aras'ın kolunun altından çıkarak büyük adımlarla, insan topluluğunun arasına daldım.

Hepsinden sıyrılıp da barın kapısına geldiğimde ceketimin cebindeki telefonu çıkartıp Ulaş'ın numarasını tuşladım ve telefonu kulağıma dayadım. Telefon çalmaya başlar başlamaz açılmıştı. Fakat hattan yükselen ses, Ulaş'a değil, Mete'ye aitti.

"Sanırım kardeşim tam da beklediğim gibi ağabeyine ihanet etti..." dediğinde, arka fonda yükselen seslere odakladım. Ulaş'ın boğuk sesini duymamla birlikte yanağımdan yaşlar süzülmeye başlamıştı. Yumruk yaptığım elimi ağzıma çıkartarak işaret parmağımı öyle sıkı ısırdım ki, acı beni anca kendime getirmişti.

"Neredesin Mete?" diye sordum, sesim boğazımdaki yumrudan dolayı çatlamıştı yine de umursamadım.

Sorumu es geçerek, "Kardeşini mi istiyorsun güzel kız?" diye sordu Mete, gözlerimi gökyüzüne dikerken, "Söyle... Ne istiyorsun?" diye sordum.

"Ne istediğimi aslında biliyor olmalısınız... Yeraltı'nı istiyorum. Tüm yetkilerini ve yönetimini..." dediğinde, başımı öne eğdim ve alt dudağımı dişlerimin arasına alarak sıkıca ısırdım. Bunca hengâme sadece Yeraltı için mi kopmuştu?

"Tamam. Yerini söyle, kardeşim nerede?" diye sorduğumda, Aras bardan çıkarak karşıma geçti ve gözlerini doğrudan gözlerime dikerek hiçbir şey söylemeden bana baktı.

"Hmm, bence sen bana Yeraltı'nı verebilecek kişi değilsin. Bu yüzden..." arada kısa bir sessizlik oldu ve Ulaş'ın sesini duydum. "İstediği hiçbir şeyi yapma! Seni öldürecek!"

Sonra bir silah sesi yükseldi, hemen ardındansa telefon kapandı.

Gözlerim şaşkınlıkla irileşirken parmaklarımın arasındaki telefon yere düştü, yerden yükselen sesle birlikte saniyeler içinde ben de dizlerimin üstünde yere çökmüştüm. Telefon kapanmadan önce duyduğum ses, sanki bana isabet eden bir kurşunmuş gibi tüm vücudumu uyuştururken, Aras dizlerinin üstüne çökerek ellerini omuzlarıma koydu.

"Ne oldu?" diye sorduğunda, buz gibi bir ifadeyle yüzümü inceliyordu.

Gözyaşlarım daha fazla tutmayacağım bir düzeye gelerek yanaklarımdan iri damlalar halinde süzülürken, boğazımdaki yumruyla zar zor cevap verdim.

"İstedikleri..." derin bir nefes alıp elimi yere koydum, "...Yeraltı'ymış..." başım öne eğilirken, "Silah sesi... Ulaş..." diye fısıldadım ve daha fazla kendime karşı koyamayarak hıçkırıklarla ağlamaya başladım.

Kalbimde öyle büyük bir acı baş göstermişti ki, çığlıklarım dudaklarımdan bir sel misali akıp gidiyordu.

~~

**Bölüm başındaki açıklamayı okumayı unutmayın!**

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi ve yorumlarınızı buraya bırakabilirsiniz!

Bana ulaşmak için:

Instagram: semihaakaya

Twitter: semihaakaya

Tekrar görüşmek üzere! Sizleri seviyorum, beklediğiniz için hepinize teşekkürler...

Continue Reading

You'll Also Like

138K 5K 38
Her şeyden kaçıyordu oysa ki, Aklında dönüp duran kirli anılardan, cevabını bulamadığı sorulardan ve geçmişinden. İçindeki fırtınada savrulup duruyor...
349K 27.6K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
349K 13K 32
Karanlığın tanımı neydi? Uçsuz bucaksız, alabildiğine uzanan bir siyahlıktı onlar için. Kirli mürekkep damlalarına bulanmış düşünceler, yabancı insa...
12.1M 589K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...