Karanlığın Şafağı |Şafak Seri...

By BiCeruVar

328K 16.7K 1.6K

(Şafak Serisinin 2. Kitabıdır.) Koyu kızıla boğulmuş bir hikayenin baş kahramanlarının kanınd... More

Tanıtım
Teaser 1
Teaser 2
Bölüm 1 - Kavga
Bölüm 2 - Kaza
Bir Öneri
Bölüm 3 - Hastane
Bölüm 4 - Dönüş
Bölüm 5 - Aile Kalesi
Bölüm 6 - Abiye Destek
Bölüm 7 - Sevgilim
Bölüm 8 - Tibet Bozgunu
Bölüm 9 - Özürler
Bölüm 10 - Hep Destek Tam Destek
Bölüm 11 - Yeniden Doğuş
Bölüm 12 - Sorgu ve Savunma
Bölüm 13 - Panik
Bölüm 14 - Yüksek Gerilim
Bölüm 15 - Sevmeler
Bölüm 16 - Tatil
Bölüm 17 - Gidiş ve Dönüş
Bölüm 18 - İtirafta Devrim
Bölüm 19 - Evlenecek Misin?
Bölüm 20 - Gergin
Bölüm 22 - Başarı?
Bölüm 23 - Bir Kürek Toprak
Bölüm 24 - Teklif
Bölüm 25 - Belirsiz
Bölüm 26 - Yıkılmaz Duvar
Bölüm 27 - Kaybetmek ve Kazanmak
Bölüm 28 - Derin Sızı
Bölüm 29 - Deprem
Bölüm 30 - Ağır Arıza
Bölüm 31 - Bi Müsade
Bölüm 32 - Tutkun
Bölüm 33 - Zor Zaman
Bölüm 34 - Tehlike Çanları
Bölüm 35 - Alaşağı
Bölüm 36 - Sınav Gibi Sınav
Bölüm 37 - O Tek Kişi
Bölüm 38 - Evlenmeliyiz Artık
Bölüm 39 - Ulan
Bölüm 40 - Sevmenin Aslı
Bölüm 41 - Sevmiyorum Gitmeni
Bölüm 42 - İfşalayan Gazeteci
Bölüm 43 - Vuslat Nasıl Delirir 101
Bölüm 44 - Kız Verme Krizi
Bölüm 45 - Blöf Bunlar Tibet Bey
Bölüm 46 - Düğün
Bölüm 47 - Yıkıntı
Bölüm 48 - Kalp
Bölüm 49 - Ölümler
FİNAL - Bölüm 50 - Zormuş Yaşam
Yok Mu Benden Size Bir Açıklama...
BUTİMAR

Bölüm 21 - Acı Görev

6.1K 313 13
By BiCeruVar


Benimki sevda değil, baş belası.

    Bunun sonu olmaz, biliyorum. 

                                             - Turgut Uyar  

                                 --------------------------------------------------

'Yetişemedim.' her hıçkırığın ardında onlarca kelime saklı olsa da Tibet birer birer yeten kelimeleri seçerek dökmüştü dudaklarından. Farkında olmasa da evlerin kapıları bir bir açıldığında Vuslat oğlunun haline bir kez bakıp alnını kapı perzavına yaslamıştı. Eninde sonunda Tibet'in yenilgiyi tadacağını biliyordu ama iyi giden olayların ardından bu ihtimali düşünememişti işte. Buğlem'in ne olduğunu anlamak istercesine bakmaya başlamasıyla alnını yasladığı sert zeminden çekerek hali kalmamış oğluna yöneldi. Omuzuna elini yerleştirip hafifçe sıktığında ise iki bedenin birbirinden ayrılıp kendine dönmesi bir oldu.

'Ben, baba ben nasıl söyleyeceğim?'

'Mecbursun evlat, sen onların başıydın, bunu söylemekte sana kalmış bir iş.'

'Karısı hamileydi. Altı aylık hemde. Ben gidip kaybettik diyemem ki. Çok seviyorlardı birbirlerini.' Vuslat sıkkın nefesini havaya savurduğunda Tibet'in elindeki anahtarı alıp adama yolcu kapısını işaret etmişti.

'Baba yapamam.'

'Mecbursun Tibet. O kadının destekçisi olmak zorundasın. Hadi.' etraftakiler konuşmalarını anlamasa da Doğa sadece sessiz kalmıştı. Vuslat devreye girdiğinde bazı şeylerin daha kolay düzeldiğini biliyordu ve Tibet biriyle gidecekse kesin geri dönecek kişiyle gitmeliydi. Adamın koyu hareleri kendine döndüğünde ise usulca başını salladığında arabaya yerleşmek için harekete geçişini izledi bir süre. Vuslat koşar adımlarla Buğlem'in yanına ilerlediğinde anlattıklarından beş saniye sonra kadın elleriyle ağzını kapatmış daha sonra da hafifce onay vermişti.

Yarım saattir arabanın içinde öylece oturmak bile yormuştu Tibet'i. Kafasında onlarca senaryo kursa da kelimeler boğazına ilmik ilmik işleniyor bir türlü çıkmıyordu.

'Baba bu çok zor.'

'Biliyorum ama sen o kapıyı çaldığında kadıncağız tek kelimene dahi izin vermeden anlayacak olan biteni. Tibet, bundan sonra senin sahip çıkman, sevmen gereken tek aile biz değiliz. Senin bir ailen daha oluyor bunu unutma.'

'Yani, bu onları hiç bırakmamam gerektiği anlamına mı geliyor?'

'Hayatta doğanlar ve ölenler oluyor. Belki aynı bardaktan su içtiğin bir adam öldü ama onun kanından bir çocuk doğacak. Yani Fişek sanırım-' adam başını sallayıp onay verdiğinde Vuslat'da derin bir nefes alıp devam etmişti. 'Fişek senin zor anda sırt dayadığın dostunsa onun sevdiği kadını ve çocuğunu koruman gerek. Eminim bir çok defa birbirinizi kurtarmışsınızdır.'

'İlk defa birinin ölüm haberini götürüyorum. Fişek'i ekibe girdiğim ilk günden beri tanırım. Hep susardı, konuştuğunda da genelde fırlamalık yapardı ama sırıtarak değil. Onda bile gülmezdi, bi piçimsi bakış atar diyeceğini der giderdi. Oraya gittiğimde, sanki azraile direniyor gibiydi. Eğitimdeki taktiği uyguluyordu, ne kadar sakin o kadar az kan kaybı. Bana anahtarı karısına vermemi söyledi. Kurucuların kanından olduğu için karısı tüm ekibi biliyordu, çalışma alanlarımızı falan. Dolabını benim boşaltmam gerekiyordu ama o eşinin boşaltmasını istedi.'

'Ölüme giden birinin daima hissettiği söylenir, biliyor musun bunu?'

'Hissetti mi yani?'

'Siz güçlü bir ordu gibi yetiştirildiniz Tibet. Aynı şeyin anahatlarını ben belirledim. Basınç, acı, ölüm, kaybetmek, kazanmak, ihanet, yanmak, boğulmak, hatta kolstrofobi... Bunları inşa ederken fark ettim ki ne kadar sınavlarda başarılı olunsa da o asker edasıyla yetişen adamlar aslında nasıl öleceklerini fark ediyorlar. Sırf fark etmeniz için bu anlarda hiç bir şey düşünmemenizi istediler.'

'Ama ben nasıl öleceğimi hissetmedim.'

'Çünkü sen bütün sınavlarda birilerini düşündün. Kendin hariç herkesi. Ciğerin neredeyse parçalandı sen Emir'in hayalini gerçekleştirmesini düşündün, nefesin basınç yüzünden kesilirken ölürüm ve Doğa başkasıyla olur dedin, Çıplak ayakla sıcak demire basarken aklına dışarda annenin korkarak sizi beklediği Doğa'yı kurtardığın gece geldi. İhanete uğradığın düşünüldü ve sen benim uğradığım ihanetleri hatırladın. Sen asla bilemezsin nasıl olacağını sonunun. Çünkü zaten o sınavları defalarca yaşadın sen. Şimdiki sınavın kaybetmek ve acı. Dostunu kaybettin, dostunun sevdiğinin acı çekişine şahit olacaksın ama en azından tek başına değilsin.' adam çenesiyle ileriyi işaret ettiğinde Tibet bakışlarını o tarafa yönlendirmişti ki onlarca kişinin sırası üzerine dizilip onu izlediğini gördü. Arabanın camları siyah olsa da tek noktaları içinde oluşuydu.

'Hayat basit similasyonlardan daha da ağır. Ve sınav sandığın herşey oyun, asıl gerçek olan bu işte.'

'Peki neden kaybetmek ve acının sınavını defalarca veriyoruz?'

'Çünkü devamında neler olacağını merak ediyoruz.'

'Sen gelecek misin?'

'Ben o ekipten değilim evlat. Bu senin işin. Kanatlarımı senin işine kadar uzatmam.' başını usulca salladığında sakince arabadan inmişti. Karşısında görevden çok hayatın gerçekleri varken ağır da gelse başarmak zorundaydı. Montaigne; Ölmek yaratılışınızın şartıdır, demiş. Bundan kaçış, kurtuluş veyahut bir şekilde kandırış yoktur. Öyle ki insan ne yaşarsa yaşasın daima bir tarafı ölüme sürüklenir. En acısı da geride bırakılanın bunun bir şekilde duyrulmasını kendine görev edinmesidir.

Tibet yumruğunu havalandırdığı kağıya hafifce vurduğunda ardındaki koca koca kendini bilen adamların sıkıntı içinde aldıkları nefeside duymuştu. Kendilerine bu denli zorken birazdan karşı karşıya kalacakları kadının ne hali kalacaktı bilmeselerde mecburiyetleri vardı.

'Geldim.' seslenişin bir kaç saniye sonrası kapı aralandığında mavi gözleriyle bakan kadında gösterebilmişti kendini. Hoş o mavi gözlerdeki merak bir kaç saniye içinde yerine hüznü almıştı ama Tibet zorla dudaklarını araladı.

'Ben Frosty fire Death Bed ekibinin yöneticisi Tibet Kasırga.'

'Liva'nın komutanısın.' kadının kaşları umutsuzca çatıldığında Tibet usulca başını sallasa da arkasındakilerin şaşkın seslerini duyuyordu. Fişek'in asıl isminin Liva olmasından belli ki Tibet harici kimsenin haberi yoktu.

'İçeri gelin.' ardındaki kapıyı açık bırakarak yürümeye başladığında Tibet'de sakince arkasından girmişti. Diğerleri de sessiz olmaya çabalayarak girdiklerinde kadın salondaki koltuğa yerleşip derin bir nefes aldı anında.

'Ce-nazesini getirdiniz mi?' ağlamamak için kendini zor tutan haliyle konuşma çabası kendini gösterdiğinde adam usulca başını sallayıp cebindeki anahtarı çıkardı anında.

'Fişek yani Liva, dolabını sizin teslim almanızı istedi.'

'Onu görmeme izin verin.'

'Ayarlamaya çalışacağım.' elindeki anahtarı teslim ederek kadının yüzüne bakmaya çabalasa da onun tek odak noktasının sımsıkı tuttuğu anahtar olduğunu aslında biliyordu.

'İsmini kimse bilsin istemezdi. Daima gizli bir kahraman olmak istiyordu. Adının anılıp anılmamaması değer taşımazdı onun için. Sadece ismini aldığı bayrağın uğruna gözlerini kapatmak istemişti. Çok garip demi bu halim. Kocam ölüyor ve ağlamıyorum, normalde feryat etmem gerekir, kendimi parçalamam, belki baygınlık geçirmem gerekir ama Liva bunu hiç bir zaman istemedi. Dediğim gibi tek istediği bayrağı uğruna nefesini verip daha sonra da zamansız bir ölümmüş gibi sade bir cenazeyle çok uzatılmadan toprağa gömülmek oldu. Siz onun komutanısınız, bildiğim kadarıyla cenaze işleriyle siz ilgileneceksiniz?' konuşmasının başından beri ona bakmayan kadın sonunda döndüğünde Tibet usulca başını sallamıştı.

'Bir şey isteyebilir miyim sizden?'

'Tabi, ne isterseniz.'

'Bedeninin 7 santim üzerine toprağın arasına bayrağı gömmenizi istiyorum. Askeri hastanede o bayrak altında doğmuş bir adam o bayrak altında gömülü olmalı. Yapar mısınız?'

'Yapacağım ama bende sizden bir şey istiyorum. Sık sık uğrayacağım yanınıza, Fişek'in komutanı olmaktan çok dostuydum, çoğu çatışmada birbirimize sevdiklerimizi emanet ettik. Gözlerini kaparken sizi ve oğlunuzu da bana emanet etti. Eğer ki uğramam haricinde ihtiyacınız olan bir şey varsa bana bildirmekten çekinmeyin. Belki aileniz var ama günlerce beraber aç kaldığım adamın benden tek istediği sizi korumamken bunu layıkıyla yapmalıyım. Bu kartım, ne olursa olsun çekinmeyin.' kadın başını sallayıp kartviziti de aldığında salonda sıraya dizilmiş grup çıkış kapısını yön almıştı. Tibet'de koltuğundan ayaklandığında derin bir nefes aldı.

'Kader gelecek, o da bizim ekipten, benim burada kalmam doğru olmaz ama Kader bir süre sizinle kalsa daha iyi olur. Malum bebek var.'

'Teşekkür ederim.'

'Başınız sağ olsun.'

'Sizinde.' Tibet'de adamların ardından dışarı çıktığında motordan inen kıza bakmış onun koşar adımlarla yanlarına gelip kadının dibinde durduğunu görmüştü.

'Başımız sağ olsun komutanım.'

'Hepimizin Kader, hepimizin.' sakin adımlarla evin bahçesinden çıktıklarında Tibet bütün gelenlerin elini sıkmış arabalara binişlerini izleyerek babasının yanına ilerlemişti. Yerleştiği koltuğa doğru başını sertçe bıraktığında arabanın motor sesini duyarak kapattı gözlerini. Aldığı yaralar, ölüme kadar sürüklemiş kan kayıpları olmuştu da hiç biri bu can kaybı kadar adamı sarsmamıştı. Ölümün zamanlısı zamansızı olunurmuydu bilinmez ama bu gün Tibet için çıkılması mümkün olmayan derin bir koy gibi gelmişti. Su altı mağrasına tüpsüz dalmışta orada kısılı kalmış gibi hissediyordu kendini. Oysa daha çok yol vardı önünde ama adam ölüme alışmak istemiyordu. Ellerinden kayıp giden bir kişiyi daha istemiyordu, belki de bunun için tüm ekibi toplayıp sonucu ne olursa olsun zarar vermek isteyenlere göz kırpmadan sıkmalarını emredecekti.

'Alışacaksın.'

'Ölüme veya kaybetmeye alışmak istemiyorum. Benim ismim zirvesi yüksek olan bir dağdan gelmiyor mu baba? Sevdiklerimi kaybetmek istemiyorum. Kara kış, fırtına hatta boran dahi görebilirim ama sevdiklerimi kaybedip yıkılmak istemiyorum.' göz kapaklarını aralayarak başını Vuslat'a doğru çevirdiğinde adamın yola odaklandığını görmüştü.

'Aklımı ve kalbimi yoklayacağımı hiç tahmin etmezdim. Bu kadar çok soru içinde bu denli yanıtsız kalacağımı asla düşünemezdim.'

'Ne demiş Furuğ Ferruhzad, kuş ölür, sen uçuşu hatırla. Tibet, acını küçümsemiyorum ama bu senin gördüğün ilk ölüm, ilk deprem, ilk yıkılan bina, ilk ocağı sönen ev. Benim dokuz yaşında yıkıldı hayallerim üstüme. Baba ve anne kelimesi şu dokuz boğum denilen yere hep takılıp durdu daha çocuk yaşımda. Yıllardır yaşadığım serzenişlerde eksikliğimi sessiz bir çığlık gibi içimde sakladım. Çocukluğum, gençliğim hiç olmadı benim. Bayramları sevemedim, anneler günü babalar günü ne demek anlamlarını dahi öğrenmek istemedim. Daha o yaşta içimde feryatlar koptu ama konuşamadım. Büyüdüm, hoş babasız kalmış bir çocuk çok çabuk büyür ama yıllar büyüttü işte. Dostlarımı kaybettim, sevdiklerimi toprağa verdim, kollarımda can verenler oldu, herşey bir kenara sevdiğim kadının haftalarca gözünü açmadığı günleri seyrettim. İçimde onlarca soru dönüp durdu. Neden, nasıl, kim yaptı, ne yapacağım, nasıl yaşayacağım daha neler neler. Hepsinin tek cevabı vardı, tek başımayım. Ben kardeşlerin hayatıma girene kadar babalar gününün ne zaman olduğunu bilmezdim. Deniz ablanda görmesem bir çocuğun okula kaç yaşında başladığını dahi hatırlamazdım. Ezbere bildiğim tek şey insanların nasıl öldüğü ve nasıl kurtarılabileceğiydi. Bir itliğinden ölenler vardı, bir şerefiyle ölenler, bir de yaşadıkları halde öldü bilinenler. Fişek'i tanımıyordum ama tahminimce şerefiyle öldü. O yüzden bütün ölümlere alışmalısın, onuru, şerefi ve haysiyetiyle ölmüş her kimse gurur duymalısın.'

'Liva'nın oğlu olacaktı, o da mı erken büyüyecek?'

'O çoktan büyüdü aslında da, çocukluğunu siz yaşatacaksınız.' Vuslat el frenini çekip kontağı kapattığında bakışları camdan dışarıyı izleyen Buğlem ve Doğa'yı bulmuştu.

'Ve her savaşın sonunda şu manzara karşılıyorsa seni bil ki asla yıkılmayacaksın.' babasının işaret ettiği yere döndüğünde başını pencere pervazına yaslamış karşılıklı duran annesiyle sevdiği kadına bakmıştı.

'Amcam bana kız verir mi sence?'

'Hiç sanmam.'

'Ciddi misin?' anında kaşları çatıldığında Vuslat gülerek tek kaşını kaldırmıştı.

'Farz et vermedi ne olacak?'

'Allah hakkı üç, üç kez isteriz baktım vermiyor kaçırırım.'

'Ve havaalanına gidemeden yakalanırsınız.'

'O nasıl olcak?'

'Birincisi amcan sen yokken vardı, yani kardeşim o. Akli dengesinin bozulmasını istemem. İkincisi Eymen'i çok basitsiyorsun, o sizin yönetiyoruz diye geçindiğin şirketin ana kartı gibi bir şey. Sizin ikinci senenizde yaptığınız yazılımları amcan üniversiteye başladığı hafta yaptı.'

'Korkmam gerekiyor.'

'Hayır. Güçlü olduğunu göstermen gerekiyor ama bunlarla değil.' Vuslat yumruklarını havalandırıp işaret ettiğinde Tibet başını sallayarak inmişti arabadan. Çoğu zaman güvenlik altında kalmış bir adamken hayat şartlarını kendi kendine öğrenmek istemiş biriydi. Ve istediği gibi burnunu asfalta sürte sürte de öğrenmişti bu dünyada nasıl sağ kalacağını. En azından artık kimsenin kazık çakmadığını biliyordu. Şu hayatta hiç kimse bu evren üzerine isterse uranüs olsun kazık çakamayacaktı işte.

Tibet gece boyunca kapayamadığı göz kapaklarının tavanla olan bağlantısını kestiğinde odadaki koltukta oturan Doğa ve Evrim'e çevirmişti gözlerini. Hem uyu diyen hem de hiç susmayan iki kızdan bahsediliyorsa kensinlikle infaz daha sancısız gibi görünebilirdi bir erkeğin gözüne.

'Ben artık düğünümde 'gelin hanım ve arkadaşlarını piste alalım' anonsunu duyacağım bölüme geçmek istiyorum.' Evrim başını geriye atarak mırıldandığında Doğa tek kaşını kaldırarak bakmıştı.

'Finaller çok mu kötü?'

'Eğer maddi durumum yeterli olmasa zengin koca arayacağım gerisini sen düşün.'

'Sen zengin kocayı sakarlığınla batırırsın kızım.' Tibet uzandığı yatakta doğrulup Evrim'e sırıtarak bakmaya başladığında kız anında dil çıkarıp harelerini Doğa'ya çevirmiştiki dadam doğrulduğu yataktan kalkıp banyoya yöneldi. Kırkbeş dakikadır tepesindeki iki kız üç dedikodu için onar dakika ayırmışlar daha sonra da aman bizene diyerek yorumlarına yorum katmışlardı. Bu kadar beyin faliyetini dinlemekte Tibet'e haliyle ağır gelmişti. Nasıl beceriyorlarsa dedikodusunu yaptıkları kişilerin o günki tüm hallerini, giydikleri kıyafetleri hatta saç modellerini dahi hatırlayabiliyorlardı. Boşuna denilmiyordu bir kadın saç tokasını nereye bıraktığını unutabilir. Ama, 7 ay 16 gün önce saat 13:02'de, şehrin ana caddesinin 8. sokağının köşesindeki dondurmacının önünde söylediğin bir sözü unutmaz diye. Unutmuyorlardı işte, mümkünatı yok silminmiyordu akıllarından istedikleri.

Yüzündeki ıslaklığı havluyla aldıktan sonra koltuk koluna yerleştiğinde Doğa'yı da kendine çekmişti ki aniden açılan kapıyla üçününde bakışları Emir'i buldu.

'Bakın, bu kadar sabrın sonu selamet değilse eğer, olay çıkarırım haberiniz olsun.' isyanın sonrasında Emir'in hafif iteklenmesiyle Barlas içeri girmiş ardından derin bir nefes alarak oturanlara bakmıştı.

'Emir abi kafayı sıyırdığına göre şirkete gitmeniz gerekiyormuş dedem söyledi. Yarınki toplantıda tek eksik kelime olursa işten atacakmış sizi. Üstelik starejken.'

'Vuslat Kasırga bunu söyleyince hep şirketten yaka paça atıldığımı düşünüyorum.' Tibet mırıldana mırıldana dolabındaki takımı çektiği gibi çıkarmış odadakiler ise yavaş yavaş yol almışlardı. Takımı çekmesiyle düşen fotoğrafı eline aldığında yanındaki dost diyebilceği çoğu insandan oluşan ekibe göz attı bir bir. Fotoğrafın arkasını çevirdiğindeyse derin bir nefesle beraber kenardaki kalemi aldı. Fazla değil bir gün önce kaybetmişti kardeşim diyebildiği adamı. Üstelik gırtlağını dolduran kana baş kaldırırcasına ölüme hemen boyun eğmemişti. Belki kaybetmek bu dünyanın en gerçek yansımasıydı ama kazanılan anılar ve değerler yanında basit dahi gelebilirdi. Bir önceki günün tarihini not düşerek yanına F.K. Moldova yazıp fotoğrafı tekrar arka tarafa doğru bırakmıştı. Üzerindeki badiyi çıkarmak için hazırlandığı sırada Doğa'nın öksürüğü ile duraksadı adam. Bakışları sakince odanın ortasında dikilen kızı bulduğunda kaşlarını da havalandırmıştı.

'İzlemek istiyorsa dönüp soyunabilirim. Bneim için sakıncası yok.'

'Egona dur de çocuk. Bana neler olduğunu anlatmayacak mısın hala?' kızın tek kaşını kaldırmış haline bakıp badisini bir anda çıkardığında Doğa panikle hem arkasını dönmüş hemde Tibet'i görebilirmiş gibi gözlerini elleriyle kapatmıştı.

'Giydim gömleği. Ayrıca anlatacağım ama şu toplantının evraklarına bakalım, daha sonra bi cenazeye katılmam gerek. Emin ol ben de anlatmak istiyorum kedi göz ama hayat şartları ve Vuslat Kasırga çok acımasız.'

'Hep deliye vuruyorsun Tibet.' kız sakince dönüp gözlerini araladığında bıkkın bir ifadeyle süzmüştü adamı. Göz altları çökmüştü, elmacık kemikleri haliyle daha da belirginleşmişti ancak yanakları da yavaş yavaş çöküyordu. Adamın bu halini hiç sevmese dahi anlatmadan nasıl toparlayacağını bilemezdi ki kız.

'Çünkü hayat böyle ilerliyor.' elindeki pantolonla banyoya girmiş iki dakika sürmeden geri çıkarak kızı kolunun altına çekmişti anında. Şakağına dudaklarını bastırdıktan sonra kızın çenesini tuttuğunda yeşille kahvenin harman olduğu, derin denizlerde dahi bulunması mümkün olmayan renkli harelere bakmıştı.

'Soruların bazen cevapsız kalsa da şunu unutma Doğa. Sen benim sonu bulunmaz gökyüzüm, yeşili düşlenemez tabiatımsın. Eğer kaçıyorsam istemediğimden değil beceripte anlatamadığımdandır.'

'Gözlerin eskisi gibi sıcak bakmıyor Tibet ve bu beni korkutuyor. Sen sevgisini göstermeyen ama insanlara gözleriyle anlatabilen biriydin. Şimdi buz gibi bakıyorsun, kafandan geçenleri anlamak mümkün olmuyor. Sırf benim için değil, amcam da aynı şeyi düşünüyor. Aras amcama gözlerindeki buz parçasını kırması lazım böyle giderse hali hal değil dedi.' kızın eli istemdışı yanağını okşadığında adamın yüzünde hafif bir tebessüm oluşmuştu. Göz kapakları titreyip kapandığında Doğa parmaklarını çekmek için hamlede bulunsa da Tibet anında tuttu narin eli. Babasından öğrendiği en kıymetli şey bir adamı her durum ve koşulda kendi yapabilecek kişinin sevdiği kadın olduğuydu. Tibet söz konusu işken başka bir adama dönüşüyor ve bunu normal hayatına taşıyorsa Doğa'nın parmak uçlarından asıl hayatın enerjisini tatmalıydı.

'Çok güzel adamsın.'

'Sende harbi kadınsın.' Tibet'in göz kapakları tekrar açıldığında Doğa'nın arkasındaki aynaya düşen yansımalarına bakmış ardından gülümseyişini büyüterek belinden tuttuğu gibi o tarafa çevirmişti. Yapılı elleri usulca karnını sardığında çenesini de omuzuna yaslayarak aynadaki vahşi gözlere baktı.

'Pijamalı halinden tut ki bikinili haline kadar gördüm de ulan şu resmiyet içindeki halin kadar çekici gelmedi hiç biri.'

'Beyaz pantolon ve çizgili badiyle çekici olmuşum?' Doğa'nın kaşları şaşkınlıkla havalansa da Tibet anında başını sallayarak onay vermişti.

'Kıyafetlerinle alakalı tek problemim dekolteleri. Resmiyette derin göğüs dekoltesi veya bacak dekoltesini çok abartmıyosun. Hoş elden gelen bir şey yok alışacağız da neyse.'

'Yakışmıyor mu ki?'

'Yakıştığı için problem oluyor ya ruhumun aydınlığı.' kızın şaşkın yüz hatları bir anda düzelirken Tibet sardığı beli sakince bırakıp Doğa'nın elini tuttuğu gibi odadan çıkmıştı. Salonun görünebileceği mesafeye geldiklerinde elleri birbirinden ayrılsa da Tibet geri adım atmamış normalde sergiledikleri tavır gibi kolunu omuzuna atarak kızın saçlarını karıştırmıştı.

'Bak bunu yapma işte.'

'Yaparsam ne olur kedi göz.' aynı şekilde tekrar saçlarına uzandığında elinin üzerine aldığı darbeyle geri çekilip güldü adam. Sırf gözleri kedilere benzese iyiyidi bir de pençe misali tırnakları vardı Doğa'nın.

'Toplantı akşam altıya alındı gençler. Bu işi halledin iki gün tatili kapın.' Vuslat'ın itiraz istemez ses tonuyla bütün bakışlar birbirine dönmüş Güneş ve Tibet göz göze geldiklerinde adam daha oturmadığı sandalyeden çekilmişti. Güneş'de hızlıca ayaklandığında alel acele çeketlerini giydiler.

'Kahvaltı yapıp öyle gitseydiniz?' Buğlem'in seslenişi ne kadar kulaklarına gitse de iki adam da bir kere tatil lafını duymuştu. Onlar için tatil evde geçecek veya pinekleyecek iki gün olmazdı, bu yüzdendir ki işi hızlı halledip Vuslat'ın gözüne girerek bir gün daha izin koparırlarsa keyiflerine de diyecek olmazdı. Arabalarına yerleşmeleriyle yan koltukların kapısı açıldığında Evrim gülümseyerek Güneş'in yanındaki koltuğa yerleşmiş, Doğa ise anında Tibet'in arabasına atmıştı kendini.

'O tatil üç gün olacak.' ne kadar ayrı araçlarda da olsalar iki kızda kesin bir dille konuştuğunda adamlar başlarını sallayıp gaza bastılar. Çok aksiyonun içinde boğulmasalar dahi her daim kendilerine eğlence ve gerilim çıkarabilir haldeydiler. 

Continue Reading

You'll Also Like

6.1M 197K 99
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
184K 9K 20
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?
127K 6.6K 33
Size bir gün gelip on yedi yılınızın çöp olduğunu ve çektiğiniz acıların boşa olduğunu söylüyorlar. Ne yapardınız? Kendimce en mantıklı olanı yaptım...
1.7M 68.2K 54
"0549******: Umarım iş telefonumu meşgul etmen için geçerli bir sebebin vardır. (20.13) Afra: OHA! OHA! OHA! (20.13) Afra: Koskoca Kuzey Taşoğlu bana...