killer melody » ji min ✅

By alliekookie

250K 24.2K 18K

"Güneşin doğuşunun güzelliğinden bahsediyordu hayranlıkla,ayın batışını farketmeden." dollyjim'e ithaflarımla... More

first »1
no,i'm insane» 2
my little girl» 3
you are my dead captive» 4
lion house» 5
in my trouble» 6
smoke» 7
steal my soul» 8
surprise dinner» 9
sorry,i was late» 10
cold moon» 11
orange» 12
he lied to us» 13
the truth,the sun» 14
october 12» 15
the day» 16
fifteen singers.
hoeryong» 17
love is pain» 18
u are my once in a lifetime» 19
letter from 2021 Oct 13» 20
dream» 21
shameless» 22
breath» 23
serenity» 24
snowdrop» 25
despair» 26
darkness bye» 27
assembly» 29
final» december 31,2021
thanks for everything.

don't cry,i'm sorry» 28

5.2K 642 853
By alliekookie

Dört yaşındaydım.

Mutluluk kavramının engin denizlerine ilk kez kulaç attığımda dört yaşındaydım.

Hatırlıyorum,sonbaharın gözlerinden düşen yaprakları sarmalayıp,hıçkırıklarını sakladığı bir şükran günüydü.

Yangju halkı geniş meydanda toplanıp,geleneksel uçurtma şenliğini başlatacak komutu beklerken kamuflaj örtülü askerin aracın içinden gıpta ile insanlara bakıyordum.Dışarı çıkmam,yasaktı.

Kuzey Kore ile olan anlaşmazlıklar nedeniyle iç güvenlikle oluşan tehdit,devletin ileri gelen büyüklerinin gözünü korkutmaya başlamıştı.Sınır hattında ardı ardına patlayan acımasız bombalar,günden güne artan çaresiz çığlıklar,yerdeki kan kurumadan ev bulan yeni cesetler,biriktirdikleri anıları omuzlarına sırtlanıp evlerini geride bırakan çaresiz insanlar.

Herhangi bir can kaybı olmaması için gündüzü gece ilan eden ölüm sessizliğine bürünmüş boş sokaklar,devriye gezen polisler,halkın refahı için sınırda bekleyen,hislerinin kamuflaj etmeye çalışan askerler.

Ülkedeki iç güvenlik,etkisini kaybetmeye başlamıştı.

Yangju valisinin elinde tuttuğu küçük düdük can bulduğunda,gözlerimi kırpıştırıp yasa bürünmüş gökyüzünü renk cümbüşüne çeviren uçurtmalara hüzünle baktığımı hatırlıyordum.Babamın,elindeki siyah silahıyla halk içinde herhangi bir olumsuzluğa karşı titizlikle nöbet tutması,bu sıkı tedbirinden nasibimi almama neden olmuştu.

Buğulu camı örten,yeşil çizgilerin ardında ellerimi dizlerime koyup sallanırken,araba kapısına tıklanılmasıyla kafamı kaldırmış,çok geçmeden beni prangalara bağlayan kapı açıldığında,birkaç halk çocuğunun elindeki uçurtmalarla ve yüzlerindeki parıltılı gülümsemeleriyle karşılaşmıştım.

Elime sıkıştırılan uçurtma ile yeşil vadide mutluluk naraları atarken,dört yaşındaydım.

Sekiz yaşındaydım.

Hayatın arkasına sakladığı kanlı bıçak,göğsümde derin bir yarık oluşturduğunda sekiz yaşındaydım.

Her zaman sırtımı yasladığım,gölgesine sığındığım çınarın,babamın, naif ruhu bir uçurtma gibi süzülürken,ruhumu ve mutsuzluğumu kaybettiğim sekiz yaşındaydım.

Siyah örtünün hakimiyeti altına aldığı,solmuş güllerin ve taşlamaların aşındırdığı tabutun başında beklerken yapayalnız olduğumu hatırlıyordum.Delik deşik edilmiş ruhum,ayaklarımın altında azrailini bekliyor,kalbim bu aşağılamanın verdiği sıkışmayla kemiklerime baskı yapıyordu.

Küçük ellerim,babamın tabutunu kavramaya çalışırken,tıpkı hayatım gibi kenara fırlatılan bedenim soğuk zeminin acımasızlığını tatmıştı.Yanaklarımdan süzülen saydam gözyaşlarım,kalabalık meydanın ortasındaki kızgın ateşin himayesi altında kaldığında,babamınkiyle beraber bu ateşin koruna atılan altı tabut,ruhumda yeşermeye başlayan ilk tohumun göstergesiydi.

İntikam arzusuyla yanıp tutuştuğum,mutluluk denizinde boğulduğum sekizinci yaşımdaydım.

9,10,11,12,13,14,15,16,17,18,19.

Masum Choi Yun Hwa'nın üzerine toprak atıp,eşelenmemesi için özenle çitler ördüğüm onlu yaşlarımdaydım.Üzerimdeki kıyafetlerin,ellerimin,bedenimin sokak aralarında koşturup kirlenmesi gerektiği halde,ruhuma kadar kana,belki de ölüme boyandığı onlu yaşlarımdaydım.

Tanıdığım birkaç bedenin gözlerinde tattığım acıma dolu ve hoşnutsuz bakışlar verdiğim her solukta intikam arzumu perhizlerken,bu hissin bir ömür boyu peşimi bırakmayacağının farkındaydım.

Küçük bedenime sıkıştırmaya çalıştığım acı çeken ruhum,her geçen gün biraz daha özümü kaybetmeme neden olmuştu.

Yirmi yaşındaydım.

Buğulu ayna karşısında donuk bakışlarımı gezindirdiğim yirmi bir yaşındaydım.Beyaz mermerin kenarından süzülen kan damlaları,ellerimden kurtulmanın verdiği özgürlükle parıldamaya başlamışlardı.

Maruz kaldığım şiddetin hakimiyetine dayanamayıp sonumu bileklerimde bulduğum yirmi yaşındaydım.

Karnımda yer bulan tekmeler nedeniyle,ıssız sokak kaldırımını anne koynu olarak bellediğimde yirmi bir,yaktığım her sigarada biraz daha yandığımda yirmi iki yaşındaydım.

Yirmi üç yaşındaydım.

Yağmuru hissetmeye başladığımda,yirmi üç yaşındaydım.Göğüs kafesimin zindanlarında,kurak topraklarına söz geçiremeyen kalbime yağan yağmura boyun eğmeye başlamıştım.

Park Ji Min adındaki bu yağmura sırılsıklam olduğum,yirmi üçüncü yaşımdaydım.

Saçlarında huzuru kokladığım,her an yağmaya hazır olan gözlerindeki bulutlarda kaybolduğum,dolgun pembe dudaklarında cehennemin kucağına sığındığım,kollarımla sardığım bedeninde kendimi keşfettiğim Park Ji Min'e sırılsıklamdım.

Jeon Jung Kook'un sırtında,yarı baygın bir halde gözyaşlarımı akıtırken zihnim yeniden beni avlamaya başlamıştı.

Aptaldım.

İçimdeki çocuğun bile ölmesine sebebiyet verirken,babamı koruyabileceğimi düşünecek kadar aptaldım.Koyu gözlerinin aynasından her baktığımda,ölen Yun Hwa'yı yeniden bulduğum birini kendi ellerimle ölüme teslim eden bir aptaldım.

"B-baba."

Titrek sesim ruhumda yeni bir darbeye sebep olduğunda derin bir nefes alıp gözlerimi yorgunca Ji Min ile buluşturdum.Kolundan damlayan kan damlaları,beyaz zeminde nakşolurken ilk kez bu kadar çaresiz olduğumu hisssediyordum.

"Ji Min,o ağacı bulduk sanırım."

Yeon Ai'nin boğuk sesini duyduğumda bakışlarını Ji Min'in üzerinde dolandırıp sertçe yutkundu,ellerini diz kapaklarının üzerine yerleştirdi.

Şuan sıkışıp duran kalbimin atma sebebi olan,bana birkaç gün içinde mahrum kaldığım aile sevgisini özüme kadar tattırmış babamın verdiği haritayı tutarken bir yandan da göz bebeklerinde kayıp giden his yıldızlarını yakalamaya çalışıyordu.

Dudaklarımdan dökülen yakarışları yutkunmaya çalışarak Ji Min'i incelediğimde kan lekelerinin istilasına uğramış nemli bluzunun uçlarını dirseğine kadar çekip büyük çınar ağacına bir bakış fırlattı.Çok geçmeden istediği şey kendini belli ettiğinde rahat bir nefes almasına engel olamamıştı.

Kurtulmuş olabilirdik.

En azından şimdilik.

"Hyung,meşaleler yine görünmeye başladı."

Jung Kook kesik çıkan nefesini kontrol altına almaya çalışırken,bir yandan da bacaklarımın kenarından kollarını sallandırıyordu.

Yaklaşık bir saattir elektrik tellerinin verdiği avantajla izimizi kaybettirmiş halde,bir cehennem çukurunu andıran ormanda çırpınan adımlarımız yankılanıyordu.

Kar damlaları etkisini arttırıp,ruhumuza çarpan ağaç dallarını örterken arkamızdan gelen sesler de kendini aktifleştirmeye başlamıştı.

Yorgun bakışlarımı tekrar Ji Min'e çevirdiğimde,kar birikintisini ayaklarıyla eşeleyip duruyordu.Elektrik tellerinden kurtulduğumuzdan-dört kişi olarak- beri aramızda hiçbir etkileşim olmamıştı.

Ona karşı suçlu hissediyordum.

Kendinden kaybettiği her damla kanda boğuluyor,biraz daha ölüyordum.

Fakat onun da bana karşı suçlu hissettiğini,her gözyaşım kıvılcımların annelik yaptığı gözbebeklerine değemeden süzüldüğünde anlıyordum.

Benimle babam hakkında konuşmak,kalbimdeki derin sancıyı dindirecek boş kelimeler sarfetmek istemiyordu.

Ki haksız da sayılmazdı.

Hiçbir kelime,göğsümdeki derin yarığı dolduramayacaktı.

Hiçbir kelime,bana babamı geri vermeyecekti.

Ve hiçbir kelime,bizi eski hale getirmeyecekti.

"Vaktimiz azalıyor,geliyorlar."

Yeon Ai karları eşelemeye yardım ederken bir yandan da karanlığın sindiği yüksek ağaçların arasından sızan meşale alevlerine endişeyle bakınıyordu.

Neden ısrarla kar tanelerini eşelediklerine dair hiçbir fikir yürütemiyordum.Konuşmak gibi bir işlev bile benim için fazlasıyla zorlayıcıydı,dudaklarımı aralayamıyor,hislerimin üzerine toprak atıp biraz daha boğulmama sebep oluyordum.

"Kulpu buldum."

Ji Min sonunda ant içtiği sessizliğini bozduğunda,soğuktan kızarmış elleriyle paslanmış demir parçasını kendine doğru çekti.

Anında üzerine toprak yığılmış kapı aralanırken,yeraltı mağarasına ulaşmamız çok da uzun sürmemişti.

Derin bir toprak kokusu ciğerlerime dolduğunda,Ji Min "Ilk siz geçin." diyerek Jung Kook ile ikimizi gösterdi.

Donuk bakışları bacaklarımda dolanırken,gözlerindeki soğukluk ruhumun titremesine neden olmuştu.Kendisini suçlu hissetmesini ya da bana acımasını istemiyordum.

Ne de olsa sakat kalmam,beklendikti.

Jung Kook tahta merdivenlerden dikkatle inerken, "Özür dilerim." dedim kendime engel olamadan. "Her şeyi mahvettim."

Tenimde motifler oluşturmuş kuru gözyaşlarımın tekrar bir yağmura yakalanmaması için yutkunduğumda Jung Kook, "Özür dilerim noona." dedi titrek sesiyle. "Beni kurtarırken,birçok şeyi kaybetmek zorunda kaldığın için."

Dudaklarından dökülenler kalbimdeki derin ağrıyı yeniden devreye soktuğunda,gözyaşlarımı tutamayacak kadar acizdim.

Canım yanıyordu.

Hayır,bu defa fiziksel değildi bu.Kalbim kaldıramadığım acı altında parçalanıyordu.Nefesime kadar yeşerttiğim inançlarım ve umutlarım ruhumun toprağına ekiliydi şimdi.

Ruhumun katiliydim.

Onu iyileştirme vaadinde bulunup biraz daha solduran,tozpembe umutlarla besleyerek sonunda kara toprağa hapseden bir katildim.

Soğuk toprağın koynunda beslediği hava açık gerdanımın içinden süzülürken kafamı Jung Kook'un omzuna çarpmamla düşüncelerimden sıyrılmıştım.

Yüzümü buruşturup kafamı kaldırdığımda Jung Kook "Vay canına." dedi hayranlık dolu nidalarla. "Burası galeri falan mı?"

Gözlerim üzeri örtülmüş dört araca takıldığında dudaklarımı aralamama engel olamamıştım.Burası,yeni bir dünya sayılırdı.

Toprağın altına inşa edilen geniş koridorun içinde lüks sayılabilecek iki motorun yanında,Güney Kore plakalı askeri araçlar bulunuyordu.Örtüleri toplanmış üç yatak yanyana dizilmiş bir labirenti andırıyordu.Üzeri ağlanmış birkaç teknolojik alet yüzümü buruşturmama neden olurken babamların Güney Kore'ye sızıp nasıl istihbarat aldığını şimdi anlayabiliyordum.

"Zekice."

Ji Min ellerini cebine sokup Jung Kook'un yanında durduğunda bakışlarımı ondan kaçırdım ve yeniden araçlara sabitledim.

Gözlerindeki acıma dolu bakışlarla yüzleşemeyecek kadar zavallıydım.

"Jung Kook,beni indirir misin?"

Güçlü çıkması için çabaladığım sesim bana ihanet edip fısıltı halinde havaya karıştığında,beni sırtından indirip kolları arasına almak için bir hamlede bulundu fakat bunu gerçekleştirebildiği söylenemezdi.

Çünkü kısa bir zaman dilimi içinde kendimi Park Ji Min'in kolları arasında bulmam kaçınılmaz olmuştu.

Ondan kaçmam imkansızdı,ki zaten kaçmak istediğim de söylenemezdi.Ne olursa olsun,sonunda ona yakalanmak,ruhuma kadar onun yağmurunda sırılsıklam olmak istiyordum.

Çünkü Park Ji Min'in yağmurları için,arzuyla beklediğim güneşli günlerden vazgeçebilirdim.

"Yaralısın,beni taşımaman gerekiyor."

Sabit bir tınıyla mırıldandığımda gözlerini kırpıştırıp yüzüme baktı.

"Peki, benden kaçamayacağını anlaman için ne yapmam gerekiyor? "

Kalbim o bilindik hisle yeniden kendini belli etmeye başladığında,çoktan kelimelerinde kaybolmaya başlamıştım.

Bu anı hatırlıyordum.

Park Ji Min'in omzuma yatışını,sigara dumanını içine çekişini,yanından kalkmak için bir hamlede bulunduğumda sarfettiği cümleyi..Üzerinden henüz birkaç ay geçmesine rağmen,bir ömrü yarılamış gibi hissediyordum.

Bir yıldız yağmurunu andıran gözbebekleri üzerimde dolanırken dudaklarım çoktan titremeye başlamıştı.

Kokusuna sığınıp ağlamak,hatta gözyaşlarımda boğulup ölmek istiyordum.

Park Ji Min'in kollarında ölmek istiyordum.

"Ağlama."

Kadife sesi kalbimi okşarken daha çok ağlamaya başlamıştım.Boğazıma kadar acıyla doluydum ve bir türlü eksilemiyordum.

Babamı bulmanın verdiği mutluluğun masumluğuna kanarken,hayat yeniden ölüm sarmaşıklarını her bir gözeneğime sarmaya başlamıştı.

Alıştığım yokluğa,yeniden alışmak çok zor olacaktı.Kokusu ruhuma kadar sinmişken yeniden hissizleşmek çok zor olacaktı.

"Ağlama."

Ji Min beni göğsüne bastırıp mırıldandığında,ağlamak için üstelemeye devam ediyordum.

"Ben senin gülüşün için yaşıyorum."

Kafasını saçlarıma sabitleyip küçük bir bebekmişim gibi salladığında bütün irademi yitirmiş gibiydim.

"Özür dilerim."

Hıçkırıklarım arasından güçlükle konuştuğumda beni yataklardan birine yatırdı ve yanıma uzandı.

"Ben artık,tükendim."

Gözlerime batan kirpiklerimi kırpıştırıp konuşmama devam ettiğimde,Ji Min elini dudaklarıma bastırdı.

Şaşkınlıkla ona baktığımda derin bir nefes alıp etrafına bakındı.Diyecekleriyle cebelleşiyor gibi bir hali vardı.

"Özür dilerim,Yun Hwa."

Nefesim kesilmiş bir halde ona bakarken bir yandan da söylediklerini algılamaya çalışıyordum.

"Özür dilemesi gereken sen değilken,buna zorunluymuş gibi hissettiğin için özür dilerim."

Şaşkındım.

Onu anlayamayacak kadar,cümlenin devamına hazırlık yapamayacak kadar şaşkındım.

"Ama artık seni sevmek istemiyorum."

Elini yavaşça dudaklarımdan çekerken,ruhumun da çekildiğini hissediyordum.

Böyle bir şeye ihtimal bile vermek istemiyordum.Bu,olamazdı.

Ji Min'in sevgisi olmadan,Ji Min olmadan nefes almam bile imkansızdı.

"Ne?"

Titreyen dudaklarımı acıyla kıpırdattığımda,bir yandan da soğuk bakışlarının düşmancı tavırlarıyla mücadele ediyordum.

Ölüyordum.

Birkaç kelimenin harflerine sıkışmış bir hâlde ölüyordum.

"Seni severek sadece ikimize zarar veriyorum."

Ji Min uzandığı yerden kalkıp ellerini kotunun cebine soktu ve gözlerini gri betona sabitledi.

"Güney Kore'ye geri döndüğümüzde iyileşmen için elimden geleni yapacağım fakat daha sonra." Hırıltılı bir nefes alıp göz ucuyla beni inceledi. "Daha sonra yollarımız ayrılsın."

Kötü gün dostu gözyaşlarım çenemden aşağı süzülürken "Sensiz olmam imkânsız." dedim fısıltıyla. "Daha henüz gülüşüm için yaşadığını söylemiştin."

Titreyen ellerimden destek alıp yattığım yerden doğrulduğumda Ji Min acı bir şekilde gülümsedi.

"Benimle olduğun sürece gülmen imkânsız,Choi Yun Hwa." Burnunu sertçe çekip soğuk havayı içine çekti. "Üzgünüm."

Sırtını bana dönüp ilerlediğinde yerimden kalkmaya çalışmıştım fakat bunun mümkünatı olmadığı yüzüme bir tokat gibi çarpmıştı.

Ruhumdaki delik deşiklerden sızan kalbimin yorgun tonları,üzerine toprak attığım gömülü acılarımın gün yüzüne çıkardığında,iki dudak arasına sıkışmış sözcüklerin galibiyetini hâlâ kabul edemiyordum.

"H-her şey buraya kadardı,ö-öyle mi?"

Ruhumun derinliklerine işleyen, bir kum yığını gibi biriken hiçsizliğinde savunmasız bırakılmış acıyı kana kana hissediyordum.

Artık bir anlamı yoktu.

Bana anlamını katan tek şey o iken,yaşamak için bir sebebim yoktu.

"Güneşin doğuşu için yaşa Yun Hwa,artık benimle batmanı istemiyorum."

Her bir harfi ölümle süslenmiş kelimeleri midemdeki kelebekleri infaz ettiğinde, yankılanan acı çığlıkları avazıma kadar duyuyordum.

Huzurun kucağına düştüğüm beden her saniye biraz daha benden uzaklaşırken hayatım da ellerimden kayıp gidiyordu.

Birinci adım.

Ikinci adım.

Üçüncü adım.

Her adımında göğsümdeki derin çatlaktan sızan bir acıyla kafam sert yatağa çarptığında dudaklarım pişmanlıkla aralandı.

Söyleyememiştim.

Yağmurlarının beni bulduğunu söyleyememiştim.

Kabullenememiştim.

Kalbimin başkentinin fethedildiğini kabullenememiştim.

Seni kaybetmiştim.

Sahip olduğumu zannettiğim seni kaybetmiştim,Park Ji Min.

*

Söylenmemiş kelimeler vardı.

Sana söyleyemediğim kelimeler vardı,Park Ji Min.

Teşekkür ederim.

Hayatımdaki tek güzel şey olduğun için teşekkür ederim.

Özür dilerim.

Hayatımdaki tek güzel şeyi kaybettiğim için özür dilerim.

Seni seviyorum.

Her adımımda kalbime batan,kırık camlarla bezenmiş olan yolun sonunda bekleyen seni seviyorum.

Tutulmamış sözler vardı.

Tutmadığın sözler vardı,Park Ji Min.

Senin için onurla döktüğüm gözyaşlarına kıydığın,uykumu zehir eden sözlerin vardı.

Dudaklarında durmasını istediğim nefesimin gece koynunda kesilmesine neden olan sözlerin vardı.

Sen yağmur sesine sığınıp uyuduğum huzurlu uyku gibiydin,Park Ji Min.

Gözlerimi soğuk sabaha açtığımda ne yağmur kalıyordu geriye,ne de huzurum.

Ve sen de yoktun.

Soğuk hava henüz araladığım gözlerime kadar sızarken,başım bir örsle parçalanıyormuşçasına ağrıyordu.

Uzun bir süre içim sökülene kadar ağlamış,daha sonra kendimi uykunun sahte huzuruna teslim etmiştim.

Kafamı soğuk betona yaslayıp etrafa bakındığımda Park Ji Min'i görmeyi arzuladığımı inkar edemezdim.

Gurur,her zaman en büyük düşmanım olmuştu fakat bu sefer onu delik deşik edecek kadar cesaretim vardı.

Her zaman hayat ile olan mücadeleme yenik düşmüş ve içten fethedilip kayıp vermeye boyun eğmiştim fakat bu sefer olmazdı.

Park Ji Min'i hayatın pürüzleri yüzünden kaybetmeyecek,bunun için mücadele edecektim.

Derin bir nefes alıp,ellerimi soğuk betona sabitledim ve son bir umutla kalkmayı denedim.

Tedavi olana kadar yürüyemeyeceğimi idrak etmemek için aptal olmak gerekiyordu fakat,zaten bunun için yeteri kadar aptaldım.

Yerimden doğrulmak için mücadele verirken demir kapının açılmasıyla yerimden sıçramıştım.Nefesimi tutup gelen koşma seslerine odaklandığımda nefes nefese kalmış bir Jung Kook'u görmem çok da uzun sürmemişti.

Dün geceden beri ne onu ne de Yeon Ai'yi görmüştüm.Sadece ağlayarak uykuya daldığım sırada hareretle konuşarak içeri girdiklerini hatırlıyordum.

"Nereden geliyorsun ve Ji Min nerede biliyor musun?"

Tek nefeste sorularımı sıraladığımda gözlerini kaçırmış ve kafasını eğmişti.Merakla ona baktığımda araçların olduğu kısmı gösterdi.

Kaşlarımı çatıp araçları incelediğimde,askeri araçlardan birinin yerinde olmamasıyla afallamıştım.

Bu,imkansızdı.

"Bu ne demek oluyor?"

Keskin bir tonla konuşmama rağmen düşündüğüm şeyin olmaması için yalvaran bakışlarla Jung Kook'a bakıyordum.

"Ji Min Hyung gitmiş,Yun Hwa."

Titreyen elimi dudaklarıma götürüp sabit kaldığımda,hayat yine bana kazığını atmakta gecikmemişti.

"Yeon Ai ile birlikte."

-

Darararam,surprise babies.
Gelmiş geçmiş en berbat killer melody bölümü oldu,bu ara ilhamım yok üzgünüm.
Vote sınırı : +130






















































Continue Reading

You'll Also Like

156K 10.3K 44
hayrankurgu #2 Her şey, ünlü bir eğlence şirketinin CEO'su Kim Seokjin'in, kendisini ölümden kurtaran bir lise öğrencisine aşık olmasıyla başladı. #1...
338K 30.2K 40
"Sen ölüm kadar karanlık, hayat kadar aydınlıksın. İki dünya arasındaki iki sınırın ta kendisisin. Yaşama hayat verende sen... ölüyü diriltecek oland...
eight By fb

Mystery / Thriller

11.4K 1.5K 23
namjoon: tüm bunlar yersiz bir oyundan ibaret değil
62.9K 5.4K 12
"Sana beslediğim saf aşkın göğüs kafesinden kopardım o leylakları." 15.04.17/12.08.17 ithaf: caim-v