Karanlığa Kaçış

By e_dgn0

1.8M 79K 9.7K

"Yapma!" dedim cılız sesimle. "Bunu bana yapma!" Neden görmüyordu verdiği zararları? "Elif..." dedi adlandır... More

Tanıtım
Tanıtım
0.1
0.2 Part 1
0.2 Part-2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
3.6
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3 (Part 1)
4.3 (Part 2)
4.4
4.5
4.6
4.7
4.8
4.9
5.0
5.1
5.2
5.3
5.4
5.5
5.6
5.7
5.8
5.9
6.0
6.1
6.2

2.4

31.1K 1.5K 337
By e_dgn0


Azra

BÖLÜM

2.4

Eliflerin gitmesinin ardından Ahmet'i alarak bahçeye çıktım. Onunla oynamayı seviyordum. Kardeşim olmadığı için onu kardeşim yerine koyduğumun farkındaydım. Ahmet ile her zaman oyun oynamak için fırsat kollardık. Elif'in çalıştığı zamanlarda, özellikle de abla eksikliği çekmemesi için, onunla çok fazla zaman geçirirdim. "Ahmet hadi maç yapalım," dedim onunla eskiden oynadığımız zamanları hatırlayarak. Evde can sıkıntısıyla karşılıkla az maç yapmamıştık. Şimdi koca bahçe varken neden yapmayalım?

Nefesle gözlerini açan ufaklık saniyeler sonra üzgünce bana baktı. "Azra abla top yok ama..."

"Aa ablan boş konuşur mu, paşam? Asla konuşmaz!" dedim bilmişlikle, yanına yaklaştım ve onun yanaklarını sıktım. Geçen gün evin kilerinde görmüş olduğum topu koşarak almaya gittim. Boş zamanlarımda evi kurcalayıp, neyin nerede olduğunu araştırıyordum. Elif'im kendi kargaşasından aklına sinsiliği getiremediği için, bu kutsal görevi seve seve yapıyordum. Ee bu iki hödükle yaşadığımız için her şeyi yerini bilmemiz kârımızaydı.

İki hödüğü kafamdan son hızla uzaklaştırdım. Biraz çocukla çocuk olma zamanıydı. Merdivenin altındaki kileri açmamla sarı topu gördüm. Aldığım topla aynı geldiğim gibi geri koşarak Ahmet'in yanına gittim. Bahçenin korkuluklarından ormana bakıyordu. Dışarı normalde de çıkmıyordu ama bu bakışlar sıkıldığını gösteriyordu. Galiba bu evden uzaklaşmak istiyordu.

"Geldim ben!" dedim, bilerek dikkatini dağıtması için yüksek sesle konuşmuştum.

Ağırlıkla arkasını döndü. "Eski evimize hiç gitmeyecek miyiz?" dedi hüzünlü bakışlarıyla.

"Gideceğiz ablacım, ama biraz daha var. Ne oldu? İstediğin bir şey mi var evden?"

Minik omuzlarını silkti. "Evimizi özledim. Emir abiye oraya götürmesini söyleyeceğim." Emir denen o adamı anmasıyla güldü. O adamda ne buluyordu, anlamıyordum. İtici, huysuzun biriydi...

"Emir abin kesin götürür," dedim doğruluğunu bilerek. Elif'e davrandığı gibi Ahmet'e davranmıyordu. Gerçi bugün Elif'e de davranışları değişikti. Şüpheleniyordum, bizim kızdan etkilenmesinden. Özellikle bu sabah aynı odadan çıkmaları şüphelerimin doğruluğunu arttırmıştı. Elif'ten etkilenmesi çok normaldi. Elif güzel bir kızdı. Aynı zamanda kalbi de güzeldi. Ben ne kadar cazgırsam Elif tam tersi naif birisiydi. Ama bunu yapmayacağını umuyordum. Elif'e yanaşmasını kesinlikle istemiyordum. Onu kırardı. Emir, kendisi için Elif'e acımadan kıyardı...

"Evet, o beni seviyor ve sağ olsun her dediğimi yapıyor," dedi bilmişlikle gözleri kocaman oldu. Büyümüşte küçülmüştü beyimiz... "Neyse hadi maçımıza başlayalım."

"Hadi bakalım paşa... Önce sen başla!" dedim iki ağacın ortasına geçerek.

"İlk gol geliyor hazır ol!" dedi hevesle. Heveslenmekte haklıydı. Çünkü her zaman ona yeniliyordum. Başlarda küçük diye alttan alıyordum, ama gün geçtikçe büyüyordu ve daha isabetli atışlar yapıyordu.

"Hazırım koca bebek!" diye ona karşılık verdim. Ellerimi birbirine vurarak, gözlerimi ona diktim.

"Koca adam oldum," diye sızlansa da o bizim için küçük çocuğumuzdu. Bunu önceden dediğimde cevap vermezdi. Şimdi gerçek anlamda çocuktu. Ahmet çocukluğunu geçte olsa yaşamaya başlamıştı!

Ahmet'in atışlarıyla topu yakalamak için baya enerji harcadım. Erkek çocuğuyla hangi akla hizmet maç yapmaya kalktım bilmiyordum ama galiba sırf zaman öldürmek için kendime eziyet çektiriyordum.

"Ahmet az yavaş at! Topu yakalayacağım diye yere kapaklanacağım."

"Sende hızlı ol Azra abla."

"Paşam ben narin bir genç kızım, nasıl senin gibi olmamı beklersin?"

"Narin mi?" diye lafa atlayan gereksize bakmak istemesem de, karşımda bütün beni çileden çıkaracak ihtişamıyla durduğu için mecburen baktım. Gözlerindeki alaylı bakışı es geçip beni öpen dudaklarına kaydı gözlerim. Bu dudaklar! HAYIR! Bunu unutmam gerektiğini bütün gece boşuna mı düşündüm? Saçmalamayı kes Azra! "Bir genç kıza göre fazla kabasın."

"Sana göre öyle," dedim, onu gitmesini istediğimi düşündüğümün bir bakışla. Yakınımda durmasını istemiyordum. Ama o gitmek yerine daha yakınımıza geldi, geldi ve geldi! Bunu görmemle Ahmet'e döndüm. "Ahmet, hadi içeri geçelim ablacım. Yukarda boyama yapalım mı?"

"Azra abla ben çocuk muyum? Ne boyaması..." diyerek beni rezil eden çocuğa kısık gözlerle baktım.

"Of Ahmet sende... O zaman film izleriz. Hadi gel burada daha fazla kalmayalım." Bana sırıtan adama dik dik baktım, sonra da Ahmet'in küçük elini tutarak bahçede sürükledim. Ne yaptığımı anlamadığı için şaşkın bakışlarıyla içeri kadar benimle geldi.

"Ne güzel oynuyorduk. Neden içeri girdik ki..." diyen küçük adamıma kıyamadım.

"Sıkıldım," dedim yalan söylemek istemeyerek ama söylemek zorunda kaldım. Ahmet'in yanında Orkun'la didişmek hoşuma gitmiyordu. Küçük bir çocuktu ve böyle gereksiz gergin bir anı yaşamasına gerek yoktu. "Ama istersen sen onunla oynayabilirsin," dedim ama kabul etmemesi içinde içimden dua ettim. Tabii küçük bey evde sıkıldığı için benim itiraz dolu bakışlarımı görmedi ve koşarak bahçeye yeniden çıktı.

Ahmet'in arkasından bakmadan kendimi salondaki koltuğa bıraktım. Çocuktu ve oyun oynaması gerekiyordu. Ona Orkun'la oynuyor diye kızamazdım ya... Ahmet'e kızamazdım ama Orkun'a saydırabilirdim!

Cebimden çıkardığım telefonla sosyal medya hesaplarıma göz attım. Bu sıralar genellikle boş bulduğumda kendimi milletin tatil fotoğraflarına bakarken buluyordum. Bu yıl tatilim olmayacak gibiydi. Elif'i bırakıp gitmek istemiyordum. Aslında uzaklaşmak bana iyi gelecekti. Özellikle öpücük vakası ve kendimi kaptırmamdan sonra... Ama arkadaşımı yalnız bırakmak yoktu!

Hâlâ nasıl olurda kendimi o adamın kucağına attığımı düşünüp duruyordum. Beni bu kadar etkilemesi hiç iyi olmamıştı. Bunu ona göstermeyecektim.

"Azra?" diye seslenilmesiyle korkuyla sıçradım. Bu adamın dudaklarından ismimi duymamam gerekiyordu. O bile beni etkiler olmuştu. Lanet herif!

"Evet?" dedim, oturduğum yerden kalkarak daha rahat pozisyona geçtim.

"Bu hafta eve gitmeyi düşünmüyor musun?" dedi karşımdaki koltuğa otururken.

"Neden soruyorsun?" Onun bütün hareketlerini izliyordum. Bakışları yoğunlaştı. Elini bacak bacak üstüne attığı üstteki bacağına koydu. Ritmik hareketlerle parmaklarını oynatmaya başladı.

"Hiç," dedi camdan dışarı bakarak. "Bu hafta sonu arkadaşım gelecek de. Evde fazla kalabalık olmasını istemiyordum." Bu adamın evi yok muydu?

"Evin yok mu senin?" dedim bende onun gibi rahat olmaya çalışarak. Olan olmuştu ve koca bir hataydı. Neden düşünüp kendime eziyet ediyordum? Sonuçta o umursamıyordu. Bende onun gibi yapmalıydım.

Bacağını indirerek öne doğru eğildi. Ne diyeceğini tahmin ettiğim için bakışlarımı ondan kaçırdım. "Sana ne!" dedi beni yanıltmadan.

"Doğru bana ne!" dedim aynı onun gibi keskinlikle. "Aynı benim burada ne kadar kalacağım seni ilgilendirmediği gibi senin de evinin olup olmadığı beni ilgilendirmiyor!" Ayağa kalktım ve ona bakmadan mutfağa geçtim. Orkun'un yanında sinirlerimi kontrol edemiyordum. İster istemez asabi bir kıza dönüşüyordum.

"Tamam pes yaa..." diyen adama baktım. Ama nasıl bakmam ki değil mi? Şey, bana mı demişti? Evet! Benimle konuşuyordu. "Üzerine geldim kabul! Ama senin yüzünden oluyor... Kızım benim kafamı karıştırıp duruyorsun. Şu gözlerini gözlerime sokmasan olmuyor değil mi! Gözlerinden çıkan delici bakışlar yüzünden hep!"

"Sana öyle bakmıyorum! Uydurma!" dedim arkamı dönüp buzdolabından soğuk su aldım. Fena halde yanıyordum. Sinirim ateş yapmıştı.

"Ben uyduruyorum öyle mi? Git aynaya bak. Şu haline baksana sen bir yaa..." Çıldırmış bir haldeydi. Gerçekten! Allah'ım onu daha önce böyle asabi görmüştüm ama gözleri... Yemin ederim beni şu an öldürecekmiş gibi bakıyordu!

"Ya Allah aşkına sen bu dünyaya Azra'yı nasıl çıldırtırım, onu nasıl deli ederim diye mi geldin? Seninle muhatap olmak istemiyorum. Bunun neresini anlamadın? Dün..." dedim dün olanlar yıldırım gibi yeniden aklıma düştü. Yutkundum ve Orkun'un dudaklarına kayan bakışlarımı hemen kaçırdım. Neler oluyordu bana! "Her neyse... Kısacası seninle konuşmak istemiyorum. Git başımdan."

"Unutamıyorsun değil mi?" demesiyle kaçırmış olduğum bakışlarım saniyesinde kahverengi gözlerini buldu. "Bu yüzden benden kaçıyorsun..."

"Saçmalama! Ben her zaman senden kaçtım. O yaptığın şeyle alakası yok."

Kaşlarını havaya kaldırdı. "Ha ben yaptım? Sen karşılık vermedin sanki!" dedi yüzüme doğru eğilerek. Gözleri yüzümde gezindi ve dudaklarımda son buldu. Boğazım kurudu... Galiba bir daha nefes alamayacaktım... Ah, ölmek için çok gencim ben ama yaa...

"Verdiysem verdim," derken etrafa baktım. Sonra da ödüm patlamış bir vaziyette, korkuyla yakınına giderek dudaklarını elimle kapattım. "Ne diye bağırıyorsun! Ahmet duysa!"

Elimi ağırlıkla çekti. "Duysun," dedi omuz silkerken. "Doğrular bunlar. Ayrıca kabul ediyorsun karşılık verdiğini..."

"Asla!" Gözlerime öyle bir baktı ki... Omuzlarımı düşürdüm. "Yani... Of! Bak sana güzellikle söylüyorum. Lütfen beni rahat bırak ve bu konuyu da kapat. Sen dememiş miydin unut diye? Şimdi neden bunu hatırlatma gereği duydun?"

"Canım istedi hatırlattım." Hay ben senin canına! "Seni gördüğümde aklıma geldi. Yoksa emin ol, o beceriksizlik barındıran dudakların hiçbir şey hissettirmedi!"

NE?

Ne... Ne dedi? İşte bu söz olmamıştı. Gözlerimi birkaç kez kırptım. Bütün uzuvlarım saniyesinde kaskatı oldu... Buna kırılmıştım. Evet, bu söz benim onurumu kırmıştı. Ondan karşılık ya da tatlı bir söz elbette istemiyordum ama bu ağır olmuştu.

Ve en çok da üzen; bu öpüşmeni beni sabaha kadar uyutmamasıydı. Yaşadığım ilk deneyimimin benim için tutkulu olduğunun farkındaydım. Hissetmiştim. Bunu anlamıştım. Ama anlamış olduğum koca bir hiçmiş.

Daha fazla bu adamın yanında onurumu kırmamak için mutfaktan çıktım. Merdivenleri koşarak arkama dahi bakmadan yok olmak istedim. Ahmet'in odasına girdiğimde kapıyı kapatarak yere oturdum.

Ağlıyordum. Bu aptal adam için maalesef ağlıyordum. Nedeni neydi? O nedeni asla bulamayacaktım. Bulmak istemiyordum ki! Ama ağlamak isteğimin fazla olduğunu biliyordum. Bu yüzden sessizce ağladım. Orkun'dan nefret ede ede ağladım!

Elif

Hayatın bazen karşımıza neler çıkaracağını bilemeyiz. Bizi bir yokuşun en tepesine çıkarır ve oradan acımadan aşağıya doğru bırakır. Ya ayaklarının üzerine basarak koşarsın ya da ayakların kayar ve yuvarlanarak en aşağıya çakılırsın. Ben yokuşun tepesinden hazırlıksız olarak atıldım ve ne korkumu yaşamaya ne de ayaklarımın üzerinde durmaya zamanım vardı. Daha yokuşu tam inmemiştim ve sonuna nasıl varacağımı da kestiremiyordum.

Emir'in bu haline kafa yorarak arabaya bindim. Arabaya binmemle gaza basarak çevreyi rahatsız edecek bir şekilde arabayı hareket ettirdi. Ona bakmadan emniyet kemerini taktım. "Biraz yavaş olur musun?" diyerek uyarıda bulunmak istemesem de arabalardan korktuğum için sessiz kalamadım.

Bana baktığını anladığım için kafamı çevirmedim. Yola bakarak beni nereye götüreceğine beklemeye başladım. Bu sırada Emir arabanın hızını azaltmıştı. Sözümü dinlemesine şaşırarak ona çaktırmadan güldüm. "Şirkete gittiğimizde herkes sana bakacaktır."

Duyduklarımla bakmak istemediğim kişiye bakma gereği hissettim ve kafamı ağırlıkla çevirdim. "Benim kim olduğumu söyleyecek misin yani?" Açıkça söylemesini beklemiyordum.

"Senin, benim karım olduğunu herkes öğrenecek!" dedi sert bir şekilde. Bundan hoşnutsuzdu, belliydi. Bunu dile getirmek için konuşmak istedim ama Emir benden önce harekete geçti. "Senin bunu kabul etmediğinin farkındayım, ama bunu bir süre kabul ediyormuş gibi yapmak zorundasın. Ben bile kabul etmişken," demesiyle dudaklarım aralandı.

"Ne demek kabul etmişken?" Gözlerini bana çevirerek, gözlerimden başlayarak yüzümü inceledi. Neden böyle baktığını anlayamadım. Anlamak istemedim! "Bakma bana!" diye sesimi yükselttim.

"Ne oldu utandın mı?" diye gülerek sordu. Bu adama neler oluyordu?

"Allah aşkına! Asıl sana neler oluyor? Sen benden nefret eden adam olduğuna emin misin? Ne bu haller?" Ondan mantıklı bir cevap almam gerekiyordu. Beni oyuna getirmediğini anlamam lazımdı.

"Sana ne!" dedi sadece. "Canım nasıl istiyorsa öyle davranıyorum."

"Canının istediği gibi davrandığını görebiliyorum ama benden nefret ettiğini her seferinde acımadan yüzüme vururken, böyle dengesizce de davranamazsın!" Kızgınlığımı dile getirirken ona bakmıştım. Bana kafasının estiği gibi davranmayı bırakması gerekiyordu.

"İstediğim gibi davranırım. Bu hallerime alış, karıcığım!"

"Senin karın değilim! Bunu söyleyip durma..."

"Yasalar gereği karımsın. Bunu inkâr edemezsin. Ve..." dedi bana kısa bir bakış attı. "Şirkette bunu göstermemiz gerektiğini de unutma."

"Senin adamaların değiller mi? Neden onların yanında rol yapacağız?"

"Benim elemanım diye özelimi onlara söyleyeceğimi nasıl düşünebilirsin? Kızım insanlar o kadar şeytanlaşmış ki yediği kaba bile pisleyebilirler. O yüzden kimseye güvenmeyeceksin."

"Doğru! Kimseye güven olmaz." Ben en güvendiğim kişinin kazığını yemiştim. Bunu bana söylemesine gerek yoktu. Gerçi Emir benden daha beter bir haldeydi. Onun öz babaannesi ona bu kazığı atmıştı.

"Ama sen bana güven," dedi kalabalık trafiğe girerken. "Benden başka kimseye güvenme."

"Emin ol, ben ne sana ne de bir başkasına güvenmeyeceğim."

"Emin ol, sen yalnız bana güveneceksin, güzelim!" dedi üstüne basa basa. Ona cevap vermeyerek önüme döndüm. İstediğini düşünmekte serbesti. Benim düşüncemi değiştirmeyeceğini bilmesine gerek yoktu.

Emir'le yolun geri kalanında konuşmadık. Şirket dediği yere geldiğimizde ufak çaplı bir şok yaşadım Ben küçük bir bina beklerken karşımda koca, devasa bir bina çıktı. Kocaman altın harflerle HAZNEDAR LOJİSTİK yazıyordu.

Arabanın camından bakarken kapının önüne geldiğimizde araba durdu. Kapımın bir anda açılmasıyla kendimi istem dışı geriye çektim. Geriye kaçmamla sırtım değmemesi gereken kişiye çarptı. Ama onun benim yakınımda ne işi vardı? Sorularımla boğuşurken kulağımın altına önce bir öpücük kondu. Sonrasında da, "Sana yalnızca bana güvenebilirsin demiştim. Bak, ilk kaçtığın kollar benim kollarım oldu," diye beni kendine daha da çeken Emir'le gözlerim kocaman açıldı. Karşımdaki adamın bakışları altında beni bir kez daha öptü. Dışarıdan bakıldığında birbirini seven, ah pardon karısını çok seven bir adam var gibi durduğumuza emindim. Ama görünenin bir de arka yüzü vardı. O yüzde çok fenaydı.

"Emir..." diyerek belimdeki ellerini itekledim. Kaşlarım çatılıydı ve normale döndüremiyordum.

"Karıcım utanmana gerek yok!" dedi alayla.

"Hoş geldiniz, Emir Bey!" diye hâlâ bize normalmiş gibi bakan adama baktım. Resmen arabanın içine eğilerek bize bakıyordu.

"Hoş buldum, Talat. İzin verirsen karımla yalnız konuşmak istiyorum," diye adamı tersledi. Emir'in bu davranışının boşa olmadığını adamın bakışlarındaki saçma kızgınlıkla anladım. Talat denen adam istemeyerek açtığı kapıyı kapattı. Onun kapatmasıyla Emir'in beni kendine çevirdi ve arkamı kontrol ederek fısıldadı. "Elif..." diyerek elinin tersiyle yüzümü okşadı.

"Ne yaptığını sorabilir miyim?" diyerek elini iteklemek için elimi kaldırdım. Ama Emir yanağıma koyduğu dudağıyla benim hareketimi gizledi. Dudağını yanağımdan çekmeden konuşmaya başladı.

"Sakın beni tersleme. Bu adamlar var ya senin sandığın kadar iyilik meleği değiller. Bu alçak Talat yalaka ama aynı zamanda aramıza sızmış bir hain de olabilir." Kendini çekerek gözlerime baktı. Hâlâ yakındık!

"Nasıl yani?"

"Elif düşmanlarım var benim ve onlar her yerde. Dilerim onlarla tanışmazsın ama yakın zamanda kendilerini sana göstereceklerdir. O yüzden bana yakın davran. Böyle tiplere de asla güvenme!"

"İyide saçma değil mi? Sana uzak dursam beni rahat bırakırlar. Böyle sana yakın olursam canımı yakarlar." Emir'le aramın kötü olduğunu öğrendiklerinde benden uzak dururlardı. Hem de bana zarar vermemiş olurlardı.

"Seni zeki kız! Aklın çalışıyor ama boş çalışıyor." Gözlerimi devirdim. Benimle kukla gibi oynamaya çalışıyordu. Pislik!

"Doğru benden uzak olduğunu anlarlarsa seni rahat bırakır gibi dururlar ama bırakmazlar." Kafasını ciddiyetle iki yana salladı. "O zaman seni daha çok sıkıştırıp aklını çelmeye çalışacaklardır."

"Benim neden aklımı çelsinler ki?" Ben ne anlardım onların işinden.

"Beni alt etmek için! Dedemin bütün emeklerini çalacaklar."

"Emin ol Rümeysa teyzenin emanetine hıyanet etmem! Senden haz etmesem de o kadar alçaklık yapmam!" Nasıl yapardım? Rümeysa teyze bu adamı başıma bela ederek kötülük yapmıştı ama bıraktığı mirasa da ihanet edemezdim.

"Aferin benim kızıma!" derken beni omuzlarımdan tutup geriye çekti. "Ama yine de seni bırakamam. Karımsın ve bunu görmezden gelmeyeceğim!" diyerek arabada beni bırakarak çıktı. Ne amaçla karımsın dediğini öğrenecektim. Bir şeyler düşündüğüne emindim. Arabanın etrafında dolanarak kapımı açtı ve elini uzattı. Onun uzattığı ele baktım. Tutsam ayrı bir durum, tutmasam ayrıydı! Sorun çıkmasın diyerek elini tutarak arabadan çıktım.

Arabadan çıkmamla on kişiye yakın kadınlı erkekli bir grup bizi karşıladı. Bakışları beni incelerken Emir'e daha çok yanaştım. Böyle bir şey kesinlikle beklemiyordum.

Emir benim ona yanaşmamın nedeni anlamış olacak ki elimi daha çok sıktı. Onun bu tutumuyla bugünlük Emir'den başka kimseye burada güvenemeyeceğim gerçeği başıma hafif bir ağırlıkla çöktü. Sıkıntılı soluğumu sessizce verdim. Benim burada gerçekten ne işim vardı?

"Hoş geldiniz Emir, Elif... " diyen Kemal abi gülümsüyordu. Onu burada beklemediğim gerçeği vardı ama adam karşımda gri takım elbisesiyle mutluca bize bakıyordu. Sanırım bu evliliğin esas nedenini ondan başka kimse bilmiyordu. Emir, Kemal abinin elini sıkarken ben sadece başımı sallamakla yetindim. Ona kızgındım.

Emir elimi bırakmadan birkaç adamla daha selamlaştıktan sonra dönen kapıdan içeri girdik. İçeri girdiğimizde mermer zemine eşlik eden gri renkte duvarlar ortamı ferahlatıyordu. Her yer açık renkliydi ve insanın içini bunaltmıyordu.

Birkaç insanın da bizi karşılamasıyla Emir elimi bırakmadan beni asansöre sürükledi. Arkamızdaki kişilerin fısıltılarını duyuyordum ve daha çok Emir'in elini sıkıyordum. Sonunda kendimizi geniş kabine attığımızda yanımızda kimse gelmemişti. Kemal abi de dâhildi. Kapanan kapının ardından elimi çekerek yapış yapış olmuş elimi pantolonuma sildim. Bu kadar gerginlikte normaldi.

"İyi misin?" diyen Emir'e bakmak için kafamı kaldırdım.

"İyiyim... Sadece yani bilmiyorum ne hissedeceğimi. Bu kadar kişi, bu kadar büyük bir yer. Kafam allak bullak..." Sıkıntılı dolu nefes aldım.

"Büyükannem hiç bahsetmedi değil mi?" dedi kısık bir sesle.

Başımı iki yana salladım. "Hayır. Yani onun bu kadar varlık içinde neden orada oturduğunu bile anlamıyorum."

"Büyükannem geçmişine sadık bir kadındı. O yüzden o evden çıkaramadık."

Emir'in yaklaşımından güç alarak merak ettiğim soruyu sordum. "Hastalığı neydi? Neden öldü Rümeysa teyze?" Akciğerinde sorun olduğunu biliyordum ama bu kadarını -öldürecek kadar olmasını- beklememiştim.

"Astımı vardı," dediğinde anladım gibisinden başımı salladım. "Sonrasında kalbinde de sorun çıkmış. Ama ben bunu bilmiyordum. Zaten bana astımının arada yokladığı söylerdi. Bu kadar ağır olduğunu bilmiyordum. Benimle telefonda konuşurken sesi o kadar iyi gelirdi ki..." Emir'i yok yere üzmüştüm. Yüzü hemen düşmüştü. Büyükannesinin öldüğünü kabul etmesine rağmen bazı şeyleri aşmadığını bakışlarıyla daha iyi anladım. "Daha doğrusu onun ölmeyeceğine kendimi fazla kaptırmıştım. Onun beni bırakmayacağına çok inanmıştım."

Bırakmak... Emir'i en derin yarasıydı. Bu kadar yalnız gözükse de yalnızlıktan o da korkuyordu. Bunu fark etmeden yaptığı bu itirafla çok çok iyi anlamıştım. Emir Haznedar yalnızlığı sevmiyordu... Korkuyordu!

"Ben de bilmiyordum, bu kadar ağır olduğunu. Ölmeden önceki gece öksürüyordu ama geçeceğini sanmıştım. Her zaman ki öksürüklerinden sanmıştım. Zaten o gece o adam yani beni..."

"Tamam anladım! O adamdan bahsetme... Artık yok ve sen yalnız değilsin!" Bakışları anında karardı. Bu konu hakkında gerçekten katı ve sertti.

Emir'in uyarı dolu bakışı ve sözlü ifadesiyle sustum. Bu konular ikimizi de üzüyordu. Asansörün çıkacağımız kata gelmesiyle Emir normalmiş gibi elimden tekrardan tuttu. Onun yanında yürüyerek karşımızda duran odaya girdim. Kimsenin arkamızdan gelmesine izin vermeden kapıyı sertçe örtü.

"Evet, Elif Hanım burası odamız!" diyerek 'mız' kısmına ayrı bir baskı yaptı. "Senin için ayrı oda düşünmüyorum. Sonuçta bu işlerden anlamıyorsun. Sadece yanımda geleceksin ve imzalanması gereken belgeleri imzalayacaksın."

"Anladım!" dedim şimdiden sıkıldığımı belli ederken. Siyah deri koltuğa kendimi bırakarak Emir'e bakmaya devam ettim. "Her gün gelmek zorunda mıyım?"

"Bana göre değilsin. Hatta senin burada işin yok ama..." dediğinde kapı hızlı bir şekilde açıldı. İçeri giren adamla göz göze geldiğimde negatif enerji beni sarmaladı. Kumral olan adam bebek yüzlü diye anılan tiplerdendi. Sert bakışlarını gizleyerek çekik gözlerini daha da kısıp bana baktı.

"Ooo bakıyorum da kimler teşrif etmiş! Canım kuzenim!" diyen adama yüzümü buruşturarak baktım. Emir'in kuzeni mi vardı?

"Saçmalamayı kes! Kuzenim falan değilsin!"

"Aa ama ayıp oluyor kuzen... Biricik yengemin yanında," diyen adam yanıma geldi ve izinsiz sağ elimi tutarak dudaklarına götürdü. Ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde Emir'e kısa bir bakış attım.

Emir hızlı bir şekilde yanımıza gelerek elimi tuttu ve ortaya yeni çıkan kuzenden beni ayırdı. "Karımdan uzak dur, Can!"

"Ama kuzen bu kadın çok güzel! Gerçekten ağzının tadını biliyorsun!"

"Saçmalamayı kes diyorum sana! Karıma bakan o gözlerini oymamı istemiyorsan defol git!"

"Yengecim sen bir şeyler desene kocana. Daha bizi tanıştırmadı bile." Adamın samimiyetsizliği gözlerinden taşıyordu.

Yüzümü buruşturdum ve ayağa kalkarak Emir'in tam yanında durdum. "Tanıştığımıza memnun olduğum pek söylenemez. Benimle daha dikkatli konuşursanız sevinirim." Sözlerimle karşımdaki adamın gülen yüzü berbat bir yüz ifadesine döndü. Emir'e bakmadım ama o neler hissettiğini belimden tutup kendine yapıştırarak çok iyi ifade etmişti. Bu hareketiyle de benim yüz ifadem değişti.

"Duydun karımı! Şimdi bizi yalnız bırak." Emir'in sesindeki keyfi duymamak imkânsızdı!

"Duydum da beni yanlış anladı. Ama zamanımız çok... Kendimi tanıtacağım," derken beni rahat bırakmayacağının sinyallerini verdi. Anladığım kadarıyla Emir bu adama güvenmiyordu ve benim de uzak durmamı istiyordu.

Can denen adam bize bakarak odadan geldiği hızla çıktı. Onun çıkmasının ardından kendimi Emir'den uzağa attım. "Beni şaşırtmayı seviyorsun, sıçan!" dedi gülerek. Bu aralar gerçekten de çok gülüyordu. Ve bu gülümsemeleri beni çileden çıkarıyordu.

"Bana böyle seslenmeyi ne zaman keseceksin!"

"Gerçekten kadınım olduğun zaman!" Ona bakakaldım. Donmuştum aynı zamanda da. Ne demekti bu? Ayaklarımın harekete geçip ondan uzaklaşmama yardımcı olması gerekiyordu. Fakat onlar yerinden kımıldayamıyordu.

"Ne- ne demek bu?" diye korkuyla sordum. Kalbimin atışı ve hissettiğim huzursuzluk bedenimi çürütmeye yetecek kadar şiddetliydi.

Gözlerindeki bakış derinleşti. Sesini kıstı. "Gayet açık değil mi?" Tek kaşı bilmişlikle havalandı.

"Sorun da açık olması! Neden böyle dedin!" Nasıl böyle bir şey diyebilirdi!

Yanıma yaklaşarak kollarımdan tuttu. Kendine çekerek aramızdaki mesafeyi kapattı. Bunu yapmasından da nefret ediyordum! "Canım istedi!" dedi yeniden beni çileden çıkararak.

"Lanet olsun sana da o canına! İstediğimizi söylemekte serbestsek bende sana istediğimi söylerim." Gözlerimi korkusuzca diktim mavi; lanet olası, bela saçan gözlere!

"Söyle güzelim söyle de cezanı çek!" demesiyle elleri belime indi ve sıkıca belimi sıkıştırdı. Bu adamın her hareketini ya yanlış anlıyordum ya da... O ya da'yı düşünmek beni öldürürdü.

"Uzak dur demiştim," diye ikazda bulundum. İkazımla dalga geçerek kahkaha attı.

"Senden uzak durmayacağım, sıçan!"

"Sende kasıntısın o zaman!" dedim cezayı umursamayarak. "Kasıntı, öküz ve..." dememe kalmadan kalçamdaki ellerle sustum. Anında çarpılmışa döndüm ve elleri arasında çırpınmaya başladım "Seni sapık! Lanet olsun sana! Bırak beni!"

"Cezan karıcım!"

"Emir bırak lütfen," dememle kapı çaldı. Emir beni bırakmak yerine kendine çekti ve kapıya döndü. Eli kalçamda olmasa da belimdeydi ve hiç durmuyordu!

"Gel!" diye bağırdı. İçeri giren kişiye ise, "Ne var!" diyerekten ayrıca çıkıştı.

"Efendim şey toplantı..." diyememek üzere korkmuş gözlerle bize bakan kıza üzüldüm. Bu aptalın güzel bir dille konuştuğu kişi var mıydı? İnsanlara bu kadar kaba davranarak ne elde ediyordu merak ediyordum!

"Tamam! Çık geliyoruz!" dedi ama kız çıkmadan ben çırpınmak için kollarımı sıvadım.

"Şey bana lavabonun yerini gösterebilir misin?" Kız sanki yanlış bir şey söylemişim gibi bana baktı.

Kız "Efendim lavabo arkanızda," dediğinde gözlerimi kapatarak içimden küfür ettim. Ben kızın gözlerine kızarmış bir yüz ile bakarken belimdeki aptal elin sahibi kulağıma doğru nefesini üflemeye başladı. Hakikaten bu adama bir şeyler olmuştu. Hiç normal değildi. Her ortadan kaybolduğunda böyle olacaksa benim işim çok zordu. Bunun bu dengesiz halleriyle bir yıl zor dayanırdım.

"Karıcım ben sana eşlik ederim!" Emir'in sözlerindeki manayı görmezden gelmeden bir anda kollarından çıktım ve kimseye bakmadan arkamda olan lavaboya girdim. Kapıyı sertçe de örttüm. Aynanın karşısına geçtiğimde saçlarımı çekerek çıldırmak için başka bir ortamda olmayı diledim.

Emir'i öldürmek şart olmuştu. Bu adam... Ah! Bu adamın sözleri şaka gibi değildi. Yaptığı hareketler çok fenaydı. Başka birisi olsa benden etkilendiğini düşünürdüm ama Emir benden nefret ediyordu. Bunu biliyordum.

Elimi, yüzümü yıkayarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Sakindim... Çok sakin!

Kapımın tıklatılmasıyla sessizliğim bozuldu. "Efendim!" diye kibar olmaya çalışarak kapıya doğru bağırdım.

"Bebeğim yardıma ihtiyacın var mı?" Emir'in aptal şakasıyla biraz önceki kızın gitmiş olduğunu düşünerek kapıyı bir hırsla açtım ve " Lanet olsun sana be adam! Ne var?" dedim. Ama dediğim gibi karşımda sırıtan bir Emir ve arkasında şaşkın bakışlar atan Kemal abi, Can denen aptal adam, tanımadığım bir kadın ve başka bir adam vardı. Yaptığım hatayla kendimi toparlamaya çalıştım ama bunu nasıl toparlayacağımı bilemedim. "Ben... Şey..."

"Aşkım! Sana stres yapma demiştim. Bak sonra sinirleniyorsun," diyerek beni kendine çeken Emir'in yardımıyla yırttığımı düşündüm ama bu bağırışımı hiçbir neden açıklayamazdı. "Bebeğimiz hep seni bu hale getiren!" diyerek beni gözlerim kocaman açılmış ve karşımdaki insanlara bakarak bıraktı.

"Bebek mi geliyor?" diyen Can'ın sesi soğuk ve tehlikeliydi. Bu soru üzerine Emir sadece benim duyacağım bir şekilde kulağıma fısıldadı.

"Yakında!"

Continue Reading

You'll Also Like

43.4K 1.8K 30
Klâsik gerçek aile kurgusuna benzer ama daha olası bir kurgudur; Kızımız eski ailesinden gördüğü baskılar sonucu 18 yaşında ayrı bir eve taşınır ora...
953K 52.7K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
234K 15.3K 41
... En iyiler: #1 - b×b #1- gay #1- boyslove #2 - lgbt #2 - mpreg #2 - interseks #7 - bl #5- eşcinsel
83.9K 5K 15
Unutulmuş bir kadın, Yüzbaşı Hazal Unutulmuş. [Kurgudaki kişi ve olaylar tamamen hayal ürünü olup hiçbir kurum ve kuruluşlarla alakası yoktur]