KARANLIK İKİLEM

Da leyagediz

18.7K 4.2K 1K

© Tüm Hakları Saklıdır Hayat, beni iki karanlık adam arasında bırakacak kadar acımasız mıydı? **** Öyle bir b... Altro

K.İ.1
K.İ.2
K.İ.3
K.İ.4
K.İ.5
K.İ.6
K.İ.7
K.İ.8
K.İ.9
K.İ.10
K.İ.11
K.İ.12
K.İ.13
K.İ.14
K.İ.15
K.İ.16
K.İ.17
K.İ.18
K.İ.19
K.İ.20
K.İ.21
K.İ.23
K.İ.24
K.İ.25
K.İ.26
K.İ.27
K.İ.28
K.İ.29
K.İ.30
K.İ.31
K.İ.32
K.İ.33
K.İ.34
K.İ.35
K.İ.36
K.İ.37
K.İ.38
K.İ.39
K.İ.40
K.İ.41
K.İ.42
K.İ.43
K.İ.44
K.İ.45
K.İ.46
K.İ.47
K.İ.48

K.İ.22

288 78 24
Da leyagediz



İyi okumalar.

**********


Yanağımı yakarak süzülen bir diğer göz yaşını da silmeye mecalim yoktu. Yapabildiğim tek eylemdi ağlamak. Ve bir de sanki daha da yok olmak ister gibi bacaklarımı karnıma çekmek. Aldığım cenin pozisyonunun beni saklayabileceğini düşünüyordum. Yatağımın içinde bir kedi yavrusu kadar kalmıştım. Ürkek bir kedi yavrusu...

Evet, uyumaktan korktuğum için dakikalardır yatağımda kıvranarak ağlıyordum. Uyumaktan korkmak... Rüyalardan korkmak... Bu felaket bir durumdu. Korkunçtu... En az gördüğüm rüyalar kadar. Acımasızcaydı...

Yorgundum. Saatlerdir uyumamıştım. Göz kapaklarım düşüyordu. Ağlamam çok az da olsa bunu engelliyordu. Ama yetmiyordu işte. Avucumun içindeki sızı da beni zorluyordu. O sızı... Öyle bir güzel gelmişti ki gündüz. Ama şimdi öyle değildi. Gündüz acısını bile sevmiştim. Hele o küçücük öpücük... Bitirciydi.  Farklı... Bu yaşıma kadar hiç öyle hissetmemiştim kendimi. Hiç öyle dengesizleşmemiştim. Soğuk adam ne yapmıştı bana? Birbirimizden bu denli uzakken nasıl kendimi bu kadar yakın hissetmiştim ona? Bilmiyordum. O bana çok uzaktı, ben ise hemen yanındaydım sanki onun. O uzaktı bana, ben ise çok yakın... Değişikti işte. Bir türlü anlayamıyordum bunu. Bilemiyordum, bana ne olduğunu. Ama bildiğim bir şey varsa o da: Buzlarla çevrili bir dağın lavları olmuştum.

Sessiz göz yaşlarım hıçkırıklara dönüşmüştü. Her geçen salise korkum azalmak yerine çoğalıyordu. Saçmaydı, korkum. Ama ne yapabilirdim ki, söz dinlemiyordu beynim. Korku tam oradaydı. Beynimde... Öyle bir boy gösterisi yapıyordu ki oralardaki sahnede, sarsılıyordu bedenim, her yürüyüşünde.  Korkum... O yürüyordu beynimin podyumlarında, o koşuşturuyordu beynimin her bir sokağında, o kulaç atıyordu beynimin serin sularında ama yorulan o değil, bendim.

Sürekli açık olan ışıklar gözlerimi acıtıyordu artık. Karanlıkta boğulacakmış gibi olduğumdan evin her yerinde ışıklar sürekli açıktı. Ama  ışıklar da yormuştu beni artık. Dışarıda Aralığın kışı vardı ama ben terler içindeydim. Üzerimde soğuğa karşın sadece ince bir t-shirt ve ince bir tayt vardı. Dedim ya, yanıyordu içim. Akan terler buna en güzel kanıt olmak istercesine akıyordu. Ağlamalarım arasından odamın kapısının açılma sesini duydum. Kapı sesini duymamla daha da çekmiştim bacaklarımı kendime. Küçücük kalmıştım böyle.

Ardından abimin sesi geldi kulaklarıma. "Dolunay!" Sesi sanki şaşkın çıkmıştı. Adım sesleri buluştu bu sefer kulağımla. Kafamı daha da gömdüm yastığıma, abimin ağlayan bir benle karşılaşmasını istemiyordum. Ancak hıçkırıklarım çok iyi ele veriyordu beni. Ağzımdan beni ezerek kaçan bir hıçkırık daha ve ardından çok yakından kulaklarımı dolduran abimin sesi daha. "Güzelim?" Neler olduğuna bir anlam yüklemeye çalıştığı sesinden bariz bir biçimde okunuyordu.

Yatağımın ucunun çöktüğünü hissettim başta ardından abimin elini omzumda hissettim. Arkam ona dönüktü. Yatakta öbür tarafa kaçtım önce. Neden salak gibi kaçtığımı çözememiştim. Halbuki o bana iyi geliyordu. Rahatlatıyordu. Abim tekrar ismimi söyleyip kolunu belime sararak beni kendine çekti. Zaten onun yanında küçücüktüm birde son üç gündür yaşadıklarım daha da zayıflattığından bedenimi kolayca yapmıştı bunu.

Yüzümü kendine çevirmeden diğer kolunu da sardı arkadan belime. "Niye ağlıyorsun?" diye yine sabah sorduğu gibi acı çekerek sordu. Cevap veremedim başta. Ona da birçok zorluk yaşatmıştım. Bir sürü zarar vermiştim. Arkadan sarılmayı bırakıp biraz doğrulttu beni ve bir elini tekrar belime yerleştirip diğeriyle saçlarıma dokundu. Yüzüme soran bir ifade ile baktı.

"Korkuyorum abi." dedim pürüzlü bir ses ile. Tam birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk. Göz yaşlarım sanki artık onunda içine akıyordu. Sadece benim içimdeki o havuzu doldurmak yerine onunkini de dolduruyordu.

"Neden bana haber vermedin ki!" bir soru değildi bu. Bunu söylerken bir ihtiyaç gibi söylemişti. Yanımda olmasına ihtiyacım vardı çünkü. Ona ihtiyacım vardı çünkü. "Korktum." demiştim, her şeyden korkuyorum diye. Yutkundu. Durumum boğazına bir yumru olup çökmüştü. Akmayan göz yaşları bir yumru olup sıkıştı boğazına. Ağlamazdı o. Hiçbir zaman. Annem ve babam öldüğünde bile. Tek damla göz yaşı düşmemişti gözlerinden. Gözlerinden akmak yerine içine akmıştı o yaşlar. Yanaklarını yakmak yerine içini yakmıştı o yaşlar. Bunlar beynimin acı caddelerinde belirince şiddetlendi ağlamam.

"Tamam." dedi abim eli saçlarımı okşarken. "Tamam. Sakin ol. Yanındayım ben." diye de devam ettirdi. İkimiz için acı çekerken sakin olmak çok zor be abi! Benim acılarıma seninkilerde dahil olunca sakin kalmak olmuyor ki. "Korkuyorum ama."

"Korkma. Bak ben buradayım. Yanında." Kolu sıkılaşırken söyledi bunu. Aynı sabah dediği gibi. "Korkma küçüğüm. Gitmeyeceğim bir yere." Kafam sert olmasına rağmen bana pamuk gibi gelen göğsü ile birleşti. Kolları zırh misali sardı bedenimi. Yatakta daha düzgün bir pozisyon aldı. Yanımda olacağını söylerken laf olsun diye demiyordu, burada olacaktı bütün gece. Ve tün ömrü boyunca. "Gitme." dedim yalvaran sesim ile. Zaten buradaydı. Ama ben tam emin olmak istiyordum. "Buradayım. Korkma sen. Abin hep yanında."

En iyi sakinleştiriciydi sarılmak. En güzel huzurdu yanımda olması. En güvenli uykuydu, sevdiğinin yanında olanı. Sevmiyordu o beni... Olsundu. Böyle yanımda olsun, böyle sıkı sıkı sarılsın yeterdi. Ben severdim onu... O sevmese de olurdu. Dedim ya, yanımda olsun, sarılsın yeter. Onunla da yetinir bu küçük kız...

-------------------

İlk defa o günden sonra rüya görmeden uyumuştum dün gece. Yanımdaydı çünkü. Gitmeyeceğini söylemişti. Ve gitmemişti. Sabaha kadar kalmıştı yanımda. Tıpkı bundan sonra bütün ömrü boyunca yanımda olacağı gibi. Sarmıştı kollarını, kötü rüyalardan korumak için beni. Okşamıştı saçlarımı, söylenemeyen ninni misali. Korkmadan, huzurla uyumuştum dün o yanımdayken. Deliksiz bir uykuydu.

Şu an ise patlamak üzereydim. O benim gözlerimin içine bakıyordu, ben onun. Yapılan başka bir iş söz konusu değildi.

Konuşması gerekmiyor muydu? Susarak ne elde edebilirdi ki? Ya da bana nasıl yardımcı olabilirdi?

Gerçi onunla konuşmak istemediğim konusunda kararlıydım. Böyle susarak hem bana yardımcı oluyor hem de beni zorluyordu. Bıkkınca tekrar bir sesli nefes aldım, karşımda oturan kadının yüzüne bakarak. Tahminime göre otuzlu yaşlarının ortasındaydı bu kadın. Buğday tenli dedikleri buydu herhalde. Saçları kahverengiydi ama uçlara doğru açılıyordu boyanın tonu. Gözleri buradan gördüğüm kadarıyla ela gibiydi. Makyaj fazla yoktu yüzünde, gözlerinde yalnız vardı. Yüzü pürüzsüz denilecek kadar temizdi. Ve karşımda oturan bu kadının güzelliği bir psikologa yakışmıyor gibiydi.

Evet şu an bir psikologla bakışıyordum. Abim benim için bir psikolog randevusu ayarlamıştı. Başta gitmemek için direnmiştim ama ardından 'en azından abim benim için çabalayıp, bana yardımcı olmak istemiş' deyip kabul ettim. Açıkçası buraya gelirken bu kadar güzel bir psikolog beklemiyordum. Daha olgun, daha yaşlı birisi bekliyordum. Çocukluğumun iki yılı o tür kişilerle geçmişti çünkü. Hepsi tam bir ruh hastasıydı. Psikologlardı ama bence kendileri bir tedavi edilmeliydi. Aralarından sadece bir tanesi çok iyiydi. Diğerleri psikolojisi bozuk birer psikologlardı. Karşımdaki kadın çok güzeldi ama bir o kadar da sıkıcıydı.

Derince bir nefes daha alıp ben konuştum. "Çok iyi bir psikologsunuz anladığım kadarıyla." dümdüz bir ses kullandım bunu söylerken. Ve dümdüz bakışlarım. Onun bakışları benimkinin aksine gayet normaldi. "Nereden vardın bu tanıya?" diye yumuşak sesiyle sordu. Ferah odaya girdiğimden beri ikinci kez yumuşak sesini duyuyordum. İlkinde selamlaşmıştık sadece.

"Son yirmi üç dakika kırk yedi saniyedir gözlerime bakarak bir şeyleri anlamaya çalışıyorsunuz çünkü." diye yine aynı sesle konuştum. Kadın bakışlarıyla bile bana ne kadar ilgili olduğunu gösteriyordu. Ama ben onun aksine oldukça mesafeli davranıyordum ona. Küçücük bie tebessümü bana armağan edip konuştu.

"Bir şeyleri anlamaya çalışmıyorum. Sadece senin anlatmanı bekliyorum." Onun sorması gerekmez miydi? Fazla sıkmamak için mi yoksa benim konuşmamı beklemişti?

"Ama ben anlatmak istemiyorum." kesin ve net kurulan bir cümleydi. Buraya sadece abim için gelmiştim. Psikologlarla aram pek iyi değildir çünkü.

"Ama ben dinlemek istiyorum." dedi ve ardından devam etti. "Çünkü seni dinlemek zorunda olduğumu düşünüyorum." oturduğu beyaz koltukta daha rahat bir konum alarak söyledi bunu. Böyle bir zorunluluğu yoktu.

"Kimseyi dinlemek gibi bir zorunluluğunuz yok." dedim düşüncemi ona da yansıtarak. "Var." dedi kesin bir dil ile. "Yok. Mesleği bırakırsınız olur biter." dedim ani bir çıkış ile. Bunun üzerine alay eder gibi bir gülüş sunmuştu gözler önüne. Bu tavrı kaşlarımın çatılması için yeterliydi. Böyle yaparak birdenbire hakkında olan bütün güzel düşüncelerim toz olup havaya karışmıştı.

"O anlamda dememiştim." dedi sakin tavrı ile. Hep sakin kalmak gibi lanet bir mizaçları vardı bunların.

"Seni. Dinlemek zorunda olduğumu söylemiştim. Seninle bir paylaşım yapmak istediğimden böyle bir zorunluluk hissetmiştim." diye asıl demek istediğini açıkladı biraz. "Ben sizinle bir paylaşım yapmak, size anlatmak istemiyorum. Sadece kalkıp gitmek istiyorum." deyip yerimde doğruldum biraz, gitmek için. Anlatmak istemiyordum ve anlatmayacaktım da.

"Neden?" diye sorusuyla duraksadım. "Neden anlatmak istemiyorsun?" diye de ekledi. Zaten ayağa kalkmamıştım, dediğinin üzerine de sırtımı aynı odada bulunan birçok eşya gibi beyaz olan koltukla buluşturdum. "Çünkü tekrar tekrar içimde olan biteni anlatarak canımı daha fazla yakıyorum." Gerçek sebebini söylemiştim beni dikkatle dinleyen psikologa. Merih de söylemişti, sürekli onlarla yüzleştiğimden bu kadar çok acıtıyorlardı canımı. O, ben daha ona bahsetmeden anlamıştı bunu. Ama karşımdaki doktor anlatmamı bekliyordu benden.

Merih... O daha iyi anlamıştı beni. Hem de gözlerime bakmadan ya da karşımda oturan kadın gibi anlatmamı beklemeden.

"Ben öyle olduğunu düşünmüyorum." dedi sakin sesi bir an olsun ortamı terk etmezken. "Sizin ne düşündüğünüz... Açıkçası pek umurumda değil. Hatta hiç." Onun kadar sakin değildim ancak ses tonum ifadesiz bile denilemeyecek kadar boştu artık. "Olması gereken de o zaten. Birilerinin düşüncelerini umursayarak yaşayamayız." dedi bana katılarak. Bunu demesini beklemiyordum. "O zaman neden anlatmamı istiyorsunuz?" diye sordum bu defa.

Onun düşüncelerini umursamayacaksam neden anlatayım ki?

"Anlatınca senin hakkında bir fikir sunup, bir düşünce sarf etmeyeceğim. Sana iyi geleceği için anlat diyorum." dedi ve ardından "Senin için. "diye de ekleme yaptı. Bunu onunla aynı anda söylemiştim. Benim iyiliğim için veya değil, bana iyi gelmiyordu anlatmak. "Emin olun... Anlatırsam kendime kötülük etmekten başka bir şey yapmayacağım."

İnsan acılarını görerek, onlarla yüzleşerek, onları birilerine anlatarak nasıl iyi olabilir ki? Tamam bu her durum için geçerli değil. Anlatmak gerek bazılarını, söylemek gerek. Ancak benim durumumda 'anlatılması gerekenlerden' değildi. Anlatmam, söylemem gerekenleri ben zaten söylüyordum.

Dakikalardır elinde çevirdiği kalemi masasına bıraktı güzel kadın. Dikkatlice baktı yine gözlerimin içine. Fakat bu seferki ilk geldiğimde olan gibi değildi. Gözlerimin içini görmeye çalışır gibiydi. Derinliklerinde yatan kızı görmeye çalışır gibi. Beni anlamaya çalışır gibi. "Çok zekisin biliyor musun?" dedi birdenbire, kaşlarımın çatılmasına neden olacak bir şekilde.

Nereden çıkmıştı bu şimdi? Ne demeye çalışmıştı?

Devam etti, ben tek kelime etmeyince. "Ama bu zekanı kullanamayacak kadar küçüksün. Ve yorgun." Zekisin ama değilsin. Zekisin demişti ama bunu kullanmayacak kadar küçüksün demişti. Zekiyim ama kullanamıyorum. Ne saçma. Alayla gülümsedim. "Zekiyim biliyorum. Ve zekamı kullanacak kadar büyüğüm. Evet, doğru yorgunum." dedim koltuğunda rahat bir oturuş bulmaya çalışan kadının gözlerine bakarak. Yorgun bir zeki kız olmuştum. Komik.

"Biraz dinlenmek istemez misin?" diye sorduğunda sesi fazlaca rahattı. Bu ses tonuyla biraz daha konuşursa uyuyabilirdim. İnsanı hipnoz ediyordu resmen. "Size anlatarak mı?" eminim 'dinlenmek'den kastı buydu. "Belki." dedi beni şaşırtmayarak. Sağa sola salladım kafamı, olumsuz bir şekilde. Ve yanımda olan çantamı alıp koluma astım. "Anlatınca daha da yorulacağımı bilmiyorsunuz ki." ayağa kalkarken söyledim bunu. Anlatınca kötüleşecektim. Anlatınca yorulacaktım. Anlatınca bitkinleşecektim. Anlatınca üzülecektim. Anlatınca acı çekecektim. Anlatınca... Kaybedecektim. Ama o bunu anlamak istemiyordu sanki.

"Ah nereye gidiyorsun? Daha yeni başladık." dedi gözlerini açarak soran kadın. Daha yeni başlamışız, biraz daha kalırsam bayılacağım onun dediğine bak. "Başladı ve bitti." dedim ellerimi 'bitti' der gibi birbirine sürterken. Dudaklarını büzdü güzel kadı, ve ekledi. "Gidiyorsun yani?"

"Evet." dedim arkamı dönerken. Fazla kalmıştım zaten. "Bir sonraki seansta görüşürüz o zaman Dolunay." diye seslenişiyle yerimde durup yavaş hareketlerle tekrar ona döndüm. "Bir sonraki seansa falan geleceğimi sanmıyorum." dedim ve geldiğimden beri ilk defa masasının üzerinde duran isimliğinden adına baktım. Geldiğimden beri hiç merak etmemiştim adını. "Bir daha karşılaşmamak umuduyla, hoşça kalın Psikolog Handan hanım." deyip tekrar arkamı dönerek kapıya adımladım. "Bir sonraki seansta görüşmek dileğiyle talı kız." demesini umursamadan kapıdan çıktım. Bir daha buraya gelebileceğimi düşünmüyordum. Bu gelişimde bayağı saçmaydı aslında. Çok saçma konuşmuştuk bence.

Odadan çıkıp biraz ilerleyince abimi odaya girmeden önce bıraktığım yerde telefonuyla ilgilenirken gördüm. Hala bir yere kıpırdamamıştı. Psikologun asistanı bana kafasıyla selam verince ben de ona samimiyetten uzak bir halde gülümsemiştim. Abimin yanına gidip başında durdum. Bakışlarını bana çevirince anlamayarak telefonuyla uğraşmayı bırakıp ayağa kalktı. Kolundaki saate bakıp "Erken çıktın?" diye sorarak konuştu. "Bitti." dedim sadece. Bakışları hala normale dönmemişken "İyi." dedi. "O zaman gidelim." diyerek yürümeye başladı. Ben de yanında tabi.

"Nasıl geçti?" diye merdivenlerden inerken sordu abim. "Olması gerektiği gibi." diye cevapladım onu. Ne anlatabilirdim ki? Daha seans bitmeden çıkmıştım ve orada kaldığım süreçte de pek iyi bir diyalog geçmemişti Handan hanımla aramızda.

Klinikten çıkıp arabaya doğru adımlarken "Sen iyi misin Dolunay?" diye sordu abim. "Bilmiyorum." yine allak bullak olmuştum. "İyi gelmedi mi psikologla konuşmak?" diye kolumdan tutup durdurarak sordu. Gözlerime bakmak içinde yere dönük olan kafamı çenemden tutarak yukarıya kaldırdı. Nazikçe. Gözlerime büyük bir sorguyla bakıyordu. Bıkkınca nefesimi verdim dışarıya. "Senin beni sarıp 'yanındayım' demen orada dakikalarca boş boş konuşmaktan katbekat iyi geliyor abi." Bu doğru olanıydı. O kadınla konuşmaktansa abim ile sarılmayı tercih ederdim.

Soluğunu o da benim gibi sesli bir şeklide dışarıya bıraktı. "Eve mi gidelim yoksa başka bir yere gitmek ister misin?" Daha önce de dediğim gibi, abim dışarıda Kağan Soykan oluyordu. Eğer şimdi evde olsaydık onu dediğimden sonra beni kendine çekip sıkıca sarardı. Yalnız olduğumuz zamanlarda Kağan'dı.

"Deniz kenarında oturmak istiyorum." deniz havası almak güzeldi. İçime dolan o mavi koku belki bir nebze olsun karanlığı yok edebilirdi.

Mavi siyahı yenebilir miydi acaba?

"Tamam oraya gidelim o halde" dedi ve kolumu bırakarak bir adım attı. Sesimle birlikte ikinci adımı atmamıştı. "Yalnız gitmek istiyorum." dediğimde bana dönüp yüzümü inceledi bir anlığına. Bunu neden yaptığını anlayamamıştım. "Emin misin?" diye sordu. "Evet." dedim tek kelimelik cevap vererek. "Peki." dedi hala emin olmayarak. "Görüşürüz." deyip arkamı döndüm. Ve yürümeye başladım...

---------------------

Düşünceli ve dalgın adımlarla deniz kenarına ulaştım. O günkü kayalıklarda oturmayı düşünüyordum. Merih'e saydırdığım kayalıklar... Deniz kenarına gelmemin sebebi, mavi siyahı yenebilecek mi diye görmekti. Ama birkaç adım daha atınca bunun pek mümkün olmayacağını anladım. Etraf maviyi göremeyeceğim kadar siyahlaşmıştı çünkü. Karanlık çökmüştü mavinin kenarındaki kayalıklara. Mavi görünmez olmuştu karanlığı görünce. Yutkundum. O an anladım zaten: Karanlık maviyi yutabiliyordu.

Kayalıklarda oturan ondan başkası değildi. Yüzünü görmesem bile tanıyabilirdim onu. Sigarası ile birlikte oturmuştu mavinin tam karşısına. Yürüdüm yanına doğru. Çekinmeden, korkmadan. Dengesizleşerek. Sönmeye yüz tutmuş korları canlandıracağımı bile bile yürüdüm.

Birkaç adımlık mesafe o kadar uzun gelmişti ki o an... Bir kez daha gördüm onun bana ne kadar uzak olduğunu. Bir kez daha anladım yanı başımda olmasına rağmen çok uzağımda olduğunu. Sonunda hiç bitmeyecek gibi gelen birkaç adımı atıp yanına ulaştım. Sormadan, tek bir saniye bile düşünmeden oturdum yanına. Düşünseydim oturamazdım çünkü. Tereddüt ederdim. Çekinirdim. Belki de giderdim. Hiç ona yaklaşmadan, uzaklaşırdım. Sigarasından derince bir nefes alırken fark etti beni.

Bakışları beni bulduğu an "Sorun olmayacağını düşündüm." deyip başımı omzuna dayadım. Bakamazdım yüzüne. Bilmem nedendir ama bakamayacağımı düşündüm o an. "Sorun olmaz." dedi tekrar dünkü gibi. Sigara kokusu onun kokusuna karışıp burnuma ulaştığı an rahatladım. O koku genzimi yaktığı an rahatladım. Onun kokusu ve abimin sarılışı bana onlarca terapiden daha iyi geliyordu. Kaç tane psikologa gidersem gideyim bu rahatlığı bana veremezdi.

"Sigara içtiğini bilmiyordum." dedim aniden. "Bilmediğin çok şey olduğunu söylemiştim." Doğru, bıçaklandığı gündü. Bilmediğim çok şey...

"Burayı seviyorum dediğinde yalan söylediğini düşünmüştüm." O gün burası sevdiğim yer demişti ama ben sırf benim peşimden geldiğini düşündüğüm için yalan olduğunu sanmıştım. "Ben yalan söylemem." dedi aynı benim psikologla konuşurken kullandığım ses tonunda. Dümdüz. "Doğru. Yalan söylemek yerine hiç konuşmamayı tercih ediyorsun sen." Bunu anlamam için onu çok iyi tanımama gerek yoktu. Hiç tanımayan kişi bile bunu görebilirdi.

Susuyordu yine her zaman olduğu gibi. Bitmişti sigarası, şimdi sadece onun kokusu şenlendiriyordu genzimi. Susmak... Ona ait bir durummuş gibi yakışıyordu. Konuşmuyordu, gereksiz buluyordu çünkü sürekli konuşmayı. Siyaha yenik düşen maviyi izliyordum dakikalardır. Deniz kokusunu almıyordum bile. Onun kokusu varken denizin kokusunu çekerek içime hata ederdim. İkinci bir sakinleştiriciydi onun kokusu...

"İçimdeki yaraları da sarmasam mikrop kapar mı?" yine sorduğum ani bir soru. Dün 'yaranı saralım mikrop kapar' dediği için bunu demiştim. Konuşmayı sevmediğini biliyordum ama merak ediyordum bunu. Psikologa da böyle bir soru sorabilirdim ama beni asıl rahatlatan asıl dinlendiren oydu. Durdu önce. Cevap vermedi. Belki veremedi. Bilmiyorum ama hemen vermedi bunun cevabını. Hemen verseydi zaten o cevaptan ben de emin olmazdım. "İçindeki yaraları sarmasan kapanmaz. Ve büyür." dedi sesinde verdiği cevaptan herhangi bir şüphe duymazken. İnandım dediğine hemen. Yalan söylemezdi ya hani o, ben de inanıverdim hiç sorgulamadan.

"Sarınca mı kapanıp yok olacak?" soruyordum çünkü doğru cevaplar alıyordum. Soruyordum çünkü iyi biliyordu o. Yine hemen cevap vermedi.

"Sarınca kapanır ancak yok olmaz. Hep bir iz kalır. Unutulamayan bir iz..." yine en güzel cevabı vermişti. Yutkundum o böyle deyince. İz kalıyordu gerçekten.

Merih... Nasıl böyle doğru ve net cevaplar verebiliyordu? Ne yaşamıştı da bunları iyi biliyordu? Daha da merak ettim onu. Daha fazla görmek istedim koyu kahve gözlerinin derinliklerinde yatan Merih'i.

"Bazı yaralar... Sarınca da kapanmıyor." O yaralar kapanmayarak izlerini bırakıyorlardı. Acı dolu bir iz bırakıyorlardı. Kapanmayarak hatırlatıyorlardı kendilerini. "Niye?" diye sordu ama sesinden bunun cevabını bildiği de anlaşılıyordu. Sadece benim ağzımdan cevabını duymak istiyor gibiydi. Denizin üzerinde bir o tarafa bir bu tarafa çılgınca uçuşan martıları seyrederken verdim cevabını. "Açanların sarmasını istiyorsun çünkü. Onlar sarmayınca kapanmayacağını düşünüyorsun."

"Açanlar... Yaralarını sarmadı mı?"

"Sarmasını istediklerim sarmadı." Tekrardan yutkunmuştum. Acıydı bu sefer. Kötüydü tadı. Yüzümü buruşturdum. "Açık kaldı onlarda." bilmişti yine. Açık kalan yaralarla doluydu sanki içim. Çok canım yanıyordu. Çok acı tat vardı kursağımda. Kötü bir tat. Dışarıya verdiğim nefese karışıyordu sanki o tat ve dudaklarımı yakarak karışıyordu serin havaya. Sıcak nefesim sanki dışarıdaki havayı ısıtmaya çalışıyordu. Susmuştu yine soğuk oğlan. Sessiz değildi ama ortam. Martıların sesi, dalgaların sesi, rüzgarın sesi ve onun kokusu derken sakinleştirici bir melodiye dönmüştü içinde bulunduğumuz atmosfer.

Maviyi izledim yine. Siyah daha yoğundu ama. Karanlık daha baskındı. Yutmuştu ya hani siyah maviyi ondandı tam anlamıyla maviyi görememem. Siyah bu defa korkutmuyordu beni. Bilmiyordum ama korkmuyordum işte.

Peki neden siyah maviyi yendi diye ondan nefret edemiyordum? Neden ondan korkup kaçmam gerekirken onunla yan yana olmak istiyordum? O an salak gibi hissettim kendimi. Çünkü ben mavi hayalleri istemek yerine siyah gerçekleri istiyordum... Siyahın maviyi yenmesi hoşuma gidiyordu. Aptaldım çünkü.

-----------

Bir sonraki psikolog seansımdan çıkıp yine aynı kayalıklara geldim. Yağmur yağdığından kayalıklar fazlaca ıslaktı ve ben de daha az ıslak olan banklarda oturmayı tercih ettim. Psikolog Handan hanımcığın yanına gittiğimde başta keyif alırcasına gülmüştü ama benimle biraz konuşunca keyfinden eser kalmamıştı. Oraya onunla konuşmaya gittiğimi sanmıştı, ama ben oraya ona gerçek psikologum dan bahsetmeye gitmiştim. Onun yanından çıkıp Merih'in yanına geleceğimi söylediğimde de keyifsizleşmişti. Umurumda değildi. Çünkü ben ona en başında demiştim onunla paylaşım yapmak istemediğimi. Beni anlayamazdı çünkü. Saatlerce oturup anlatsam bile.

Oradan çıkıp buraya gelmiştim. Ve dakikalardır onu bekliyordum. Bir yanım gelmeyecek diye haykırırken diğer yanım gelecek diye fısıldıyordu. Nedense ben de gelmeyeceğini düşünüyordum. Kaç dakikadır soğukta oturuyordum ama hala gelmemişti. Hava bugün çok soğuktu. Üzerimdeki kalın mont olmasaydı çoktan burada donmuştum bile. Denizin mavisini izledim bir süre. Etrafta herhangi bir siyah yoktu ve ben onu çok net görüyordum. Bıkkın nefesimi dışarıya üfleyip sırtımı bankın tahtasıyla daha da birleştirdim. Kafamı bankın tahtasına yaslayıp gözlerimi yumdum. Gelmeyeceğini bile bile geldim buraya.

O fazla samimiyeti sevmezdi ki, buraya neden gelsin? Aptaldım, bile bile, göre göre geldim. Gelmeyeceğini haykıran tarafım, geleceğini fısıldayan tarafımdan çok çok güçlüydü. Gelmeyecek diye beynimin içini inletiyordu. Gelecek diye kulağımın kenarına fısıldıyordu.

Hangisine güvenebilirdim?

Salağın tekiydim resmen. Gelecek diye düşünen salağın tekiydim. Birkaç dakika daha öyle oturdum ardından gözlerim hala kapalıyken başımı sallayıp "Gerçekten salağım." diyerek gözlerimi açtım. İşte tam o an bankta "Bazen salaklığın tutuyor işte." diyerek yanıma oturdu. Ve sanki kafamın yeri orasıymış gibi omzuna dayadı. Şaşkınca önce gözlerimi kırpıştırdım birkaç kez. "Sen. "diyebildim sonunda konuşunca. "Ben?" diye sordu soğuk havaya karışan soğuk sesi ile. "Gelmeyeceğini düşünmüştüm." dedim dürüst olarak. Gerçekten gelmeyeceğini düşünüp kalkıp gidecektim. "Geleceğimi söyledim. " Ve geldi. Söylediğini yapıyordu. Dedi, o gün geleceğim dedi ve geldi. Ben o gün de inanmıştım ona. İyi ki de inanmışım. Bir kez daha gördüm, o söylediğini yapıyordu ve yalan söylemiyordu.

Burnuma ulaşan kokusuyla gözlerimi yumdum bu sefer. Hem nasıl olsa maviyi görmeyecektim artık, siyah gelmişti çünkü. Yine aynı melodi çalmaya başladı kulaklarımda. Susuyordu zaten o. Ben de dinlerdim rahatça bu melodiyi. Gelmeyecek diye haykıran tarafım da susmuştu o an, melodiyi rahatça dinleyeyim diye. Ve ben o an bir şeyin daha farkına vardım: Dağları bile yıkacak kadar güçlü olan haykırışlarımız ufak bir fısıltı karşısında aciz kalabiliyordu. Yenilmişti haykırışlarım fısıltıya. O gün haykırışların fısıltıya yenildiği gündü...

*****

Ve bölüm sonu.

Continua a leggere

Ti piacerà anche

152K 7.4K 19
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?
1.8M 65.6K 58
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
1.1M 15.3K 38
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
6M 197K 99
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...