Seni Duyuyorum!

By ucamayancivciv

42.6K 2.9K 986

Şimdi bir düşün bakalım; yanından geçen birisi var ve dikkatlice sana bakıyor. Baştan aşağı inceliyor hiç bir... More

Sedu 1. Bölüm
Sedu 2. Bölüm
Sedu 3. Bölüm
Sedu 4. Bölüm
Sedu 5. Bölüm
Sedu 6. Bölüm
Sedu 7. Bölüm
Sedu 8. Bölüm
Sedu 9. Bölüm
Sedu 10. Bölüm
Sedu 11. Bölüm
Sedu 12. Bölüm

Sedu 13. Bölüm

2.3K 149 77
By ucamayancivciv

Herkesee yeniden merhaba, uçan kuşlara, açan çiçeklere, gülümseyen güneşe de merhaba (: İlkokulda yaptığımız bir tiyatroda böyle bir repliğim vardı, bende sizi bununla karşılamak istedim (: Yeni bölüme hoş geldiniz, okumaya başlamadan önce yeni kapağımız hakkındaki fikirlerinizi merak ediyorum (: Ve yeni kapak için de Aleresila yani Berin'e teşekkür ederim (: Ayrıca aysenur_aslan97 da tatlış bir kapak yapmış bizim için onu da multimedyaya ekledim ve şimdi sizi bölüme alabiliriz, iyi okumalaaaar: ))) ^.^

"Nee!?"

Selim sinirli bir şekilde kendi kendine mırıldanırken ben hala olayı idrak edememiş, elimdeki telefona bakıyordum. Cemre nasıl olur da bana haber vermezdi aklım almıyordu. Bana sürpriz yapmak istemişti bunun için onu suçlayamazdım ama sonuçta bir iş üzerinde olduğumu biliyordu. Ki böyle bir durumda yanıma gelmeye kalkması pek Cemre'ye göre değildi doğrusu. Hepsini geçtim de şimdi ne yapacaktım ben? Bir başına oralarda ne yapacaktı Cemre? Ya ona yeni bir yalan uydurup tekrar Türkiye'ye dönmesini sağlayacaktım yada her şeyi bir bir anlatacaktım.

Ben kafamın içindeki sesleri susturmaya çalışırken Selim hala kendi kendine konuşuyordu. Johnson kafasında bir şeyler planlamaya çalışıyordu bu yüzden hala suskunluğunu koruyordu. Yiğit ise elindeki kahve fincanıyla beraber mutfağa gitmişti. Bense kafamda onlarca sesle birlikte sol yanımdaki ahşap tabureye oturdum.

"Bir fikri olan var mı?" Soruyu soran Johnson olmuştu.

"Anlayamıyorum... Neden böyle bir şey yapılır ki? Tamam yakın arkadaşsınız, kardeşsiniz oraya lafım yok ama nasıl böyle düşüncesiz hareket edebilir? Tabi yaa şimdi hatırladım, arkadaşın sarışındı."

"Ne alâkası var Selim? Sarışın diye küçümsediğin kız çoğu kimsenin gecesini gündüzüne katarak çalıştığı bir bölüme dereceyle girdi. Tamam biraz düşüncesizce davranmış olabilir ama arkadaşım hakkında bu şekilde konuşamazsın."

Selim'in söyledikleri karşısında sinirlenmiş ve çenemi tutamamıştım. Selim'in düşüncelerinde söyledikleri için üzgün olduğunu duyunca ben de söylediğim sözler için pişman olmuştum. Tam ben özür dileyecekken Johnson, "Çocuklar şu an bunu tartışmak anlamsız, acilen bir şeyler yapmamız lazım." dedi. Evet bir şeyler yapılması gerekti ama ne? Üstelik zamanımız da yoktu, Cemre şu an havaalanında bizim gelmemizi bekliyordu.

Ben başımı önüme eğmiş ne yapsak diye düşünürken bay okyanus mavisinin parfümünü duyup başımı kaldırdım. Elindeki bardağı bırakıp yeniden bahçeye çıkmıştı. Gözünün içine baktığım an konuşmaya başladı: "Ona her şeyi anlatacağız."

Söylediği şey Cemre'yi tehlikeye atmak demekti. En başındayken beni bu yüzden uyarmamış mıydı? Peki ya şimdi ne değişmişti? Tüm bu kafamdakileri sormak için cümleleri zihnimde bir sıraya dizerken Selim konuştu: "Emin misin Yiğit? Kız öğrenirse hayatı tehlikeye girer, bunu istemeyiz. " Selim bunları söylerken aklından, Cemre'nin öğrenirse dilini tutamayacağı ve başını belaya sokacağını geçiriyordu.

"Selim haklı Yiğit, kız oradayken güvende olamaz." Johnson'da Selim'i desteklemişti. Bense bu konuşmayı dışardan izlemeyi tercih etmiştim. Başka bir yol düşünmem lazımdı, Cemre'ye ne yalan uydurabilirdim derken Yiğit'in son söylediği şey beni şaşırtmıştı: "Kız da burada kalacak."

"Cidden mi?" Kendimi tutamayıp konuşmuştum. Bu hiç aklıma gelmemişti. Sahiden bizimle kalabilir miydi Cemre?

"Evet cidden. Hem sen yalnız kalmamış olursun hem de belki arkadaşının bize yardımı dokunabilir."

"Yardım mı? Cemre ne yapabilir ki?" Gözlerim iyice açılmış, Yiğit'in cevabını duymayı bekliyordum. Cemre'nin öğrenmesi taraftarı değildim ama bir yanım ise onu yanımda istiyordu. Yoksa kafayı yiyecektim. Kendi düşüncelerim bile bazen yeteri kadar delirtebilirken beni, başkalarının düşünceleri iyiden iyiye aklımı oynatmama sebep oluyordu. Cemre ise benim destekçimdi, her zaman yanımda olmuştu ve şimdi de olması daha iyi olabilirdi belki de.

"Şu an için onun yapabileceği bir şey yok ama hani olursa diye düşündüm."

Yiğit'in cevabını duyan Selim, "Hadi o zaman Dilay, arkadaşını ara ve anlat." demişti bana.

Söylemesi kolaydı tabi de nasıl anlatacaktım ki Cemre'ye? Üstelik bir telefon konuşmasında bunu yapmak daha zordu.

Bahçedeki 3 erkek sessizlik yemini etmişçesine susmuş, benim Cemre'yi aramamı bekliyordu. Selim'e dönüp, "Ne anlatacağım?" diye sordum.

Selim ellerini boynuna dolayarak, "Bizim aslında Amerika'da olmadığımızı ve buraya gelince ona her şeyi anlatacağımızı söyle." demişti.

Johnson'da, "İlk uçağa bilet alsın, biz onu havaalanında karşılarız." diyerek Selim'i desteklemişti.

Evet bence de en mantıklısı buydu. Beynim artık çalışmayı durdurmuştu ve sanki başkaları beni yönlendiriyormuş gibi hissediyordum bugün. Dün gece ki önemli yemeğin de buna katkısı çoktu. 23 sene normal bir insan gibi yaşayıp, yaklaşık bir ay bile olmamışken insan üstü bir gücümün olması, beni farklı bir ruh haline sokmuştu. Yada kim bilir belki ben hep böyleydim de bunu yeni farkediyordum...

*****

Cemre'yi aramamın üzerinden yaklaşık 10 saat geçmişti. Cemre telefonda çıldırmış, buraya gelince bana günümü göstereceğini söylüyordu. Ona dünyayı kurtarma meselesinden bahsetmemiştim. Sadece Yiğit ve Selim ile beraber aslında hiç Amerika'ya gitmediğimizi ve bunun telefonda anlatamayacak kadar önemli bir mesele olduğunu söylemiştim. Cemre bir türlü yatışmak bilmiyordu. En sonunda biraz sakinleşmişti ve uçak bileti bakacağını söylemişti. Tabi hiç bir zaman bize uğramayan şans yine rotayı bizden en uzak noktaya çevirmişti. En erken bulabildiği uçak 10 saat sonrasınaydı ki bu Cemre'yi daha da sinirlendirmişti. Hatta söylediğine göre boynundaki doğal taşlı kolyesi bile çatlamıştı. Cemre'nin hiddetinden korkuyordum evet ama eminim buraya gelince yumuşardı. Zaten benden daha maceraperest olan Cemre anlattıklarımı duyunca da haliyle benden daha fazla heyecanlanırdı.

Johnson ise sabahtan beri bilgisayarında araştırma yapıyordu. Söylediğine göre Perfman'ın sistemini çözüp, nasıl tersine çevirebilirdik onu hesaplıyordu. Benim kafam pek bu konulara basmadığı için arada sırada Johnson'ın yanına gidip bunu nasıl yapıyordu onu inceliyordum.

Selim ise mutfakta bir şeyler yaparak kendini oyalıyordu. Çocukken aşçı olmak istediğini anlatmıştı bana. Çocuk esirgeme yurdunda kaldığı sıralarda yediği yemeklerin onu ve arkadaşlarını pek memnun etmediğini söylemişti. Bu yüzden de o zamanlardan kalma bir hevesle yemek yapmaya ilgisi varmış. Tabi İtalya'ya yapılan gezi sırasında patlamaya rast gelince tüm hayalleri birer balon olup uçmuş söylediğine göre. Bir anda kendisini hiç anlamadığı bir sebepten eğitimlerde bulmuş. Tabi başlarda kendisindeki bu yetenek onun için bir oyun gibi geliyormuş. 17 yaşında zamana hükmeden bir genç. Canı sıkıldıkça bir şeyleri kırıp sonra zamanı geri sararak düzeltmek onun tek eğlencesiymiş. Gerçi ara sıra başına bela da alıyormuş ama ergenliğine vurduğunu söylemişti onu da.

Selim, hayatını anlatırken içten içe üzülüyordum onun için. Anne babasını hiç görememiş, hayatı çocuk esirgeme yurdunda geçmişti. Pek fazla olmayan arkadaşlarını da kaza sırasında kaydetmişti. Bana Cemre'yi hatırlatmıştı Selim. O da hayatını ailesiz sürdürmeye çalışmıştı. Yine de ikisi de çok güçlüydü. Selim'i o kadar iyi tanımasam bile onun da ne kadar dayanıklı olduğunu anlamıştım.

Bay okyanus mavisi ise bugün pek odasından çıkmamıştı. Tek çıktığı vakit öğle yemeği saatiydi ki, onda da kendine bir tabak hazırlayıp yeniden odasına dönmüştü. Yiğit'in de hayat öyküsünü çok merak ediyordum. Onunla ilgili tek bildiğim şey, 20 yaşında İtalya'ya aile tatili yapmaya gittiği vakit anne ve babasını kaybetmiş olmasıydı. Acısını yaşayamadan ise kötü bilim adamları tarafından beyni yıkanmaya çalışmıştı. Üstelik 6 yıl boyunca tek kelime etmeden yaşamıştı.

Selim ve Yiğit'in acıklı hikayesini aklıma getirdikçe moralim bozulduğu için biraz iyi şeyleri aklıma getirmeye çalıştım. Mesela Cemre sabaha doğru İstanbul'a gelecekti ve ardından biz de Johnson ile onu havaalanına karşılamaya gidecektik. Sarışını çok özlemiştim doğrusu. Onun pozitif enerjisine fazlasıyla ihtiyaç duyuyordum bu günlerde. Neyse ki sabaha ona kavuşacaktım.

Sabah erken kalkmam demek, şimdi de erken yatmam demek olduğu için uyumaya karar vermiştim. Ama önce mutfağa gidip bir şeyler atıştırmam lazımdı. Mutfağa girer girmez tezgâhın üstündeki abur cuburları görmüştüm. Markasına dikkat etmeden aldığım bisküvi paketini açar açmaz bir kaç tanesini atmıştım bile ağzıma. Paketin tamamını bitirdikten sonra artık benim için uyku vaktiydi.

*****

Bu da neyin nesiydi? Mideme saplanan krampla birlikte güne uyanmıştım. Güneş yenice yükselirken koşarak kendimi lavaboya attım. İstemsizce kusuyordum. Mide ağrım hala devam ederken yüzümü yıkayıp lavabodan çıktım. O sırada merdivenlerin hemen yanında, yeni uyandığı esnemesinden belli olan Selim ile karşılaştım. Beni iki büklüm karnımı tutarken gördüğü için hemen gelip koluma girmişti.

"Dilay iyi misin!? Neyin var?"

"Selim, midem çok kötü. Ne olduğunu bilmiyorum. Cemre'yi aramam lâzım."

Cemre ne yapacağımı bilirdi. Üzerimi yokladığım zaman telefonumu odada unuttuğumu farkettim. Bunu farkeden Selim kendi telefonunu çıkardı.

"Benimkinden ara, numarasını biliyor musun?"

"Evet, biliyorum." diyerek Cemre'nin ezbere bildiğim numarasını çevirdim.

Sarışın bir kaç saniye sonra cevap vermişti: "Alo?"

"Cemre benim, Dilay. Bir şey sormam gerek. Uyanır uyanmaz midem bulanıyordu biraz da kustum. Şu an hala halsiz hissediyorum, sen bilirsin ne yapmalıyım?"

"Neden öyle oldu ki acaba, besin zehirlenmesi mi yaşıyorsun yoksa? En son ne yedin?"

Zihnimi yoklayınca yatmadan önce yediğim bir paket bisküvi aklıma geldi.

"Şey, bisküvi yemiştim Cemre ama tadı kötü değildi."

"Tarihine baktın mı?"

"Ee, hayır." Diye dudağımı ısırarak Cemre'ye cevap verdiğim sırada Selim, "Mutfak tezgahındaki paketlerden mi yedin?" diye sordu.

Selim'e masum bir bakışla "Evet" dediğim zaman kuvvetli bir iç çekerek, "Ben onların tarihi geçmiş diye ayırmıştım. Kahretsin." diye cevap verdi. Şimdi anlaşılıyordu ağrımın nedeni.

Biz Selim'le konuşurken Cemre hattın ucundan, "Alo, Budi beni duyuyor musun?" diye soruyordu. Ona hemen durumu açıkladıktan sonra biraz da onun azarlamalarını dinlemiştim. Daha sonra da bana ne yapmam gerektiğini söyleyip telefonu kapatmıştı. Söylediği gibi midemde ne var ne yok iyice çıkardıktan sonra, bir kaç bardak limonlu su içmiştim.

Johnson ve Selim ise Cemre'yi karşılamak için havaalanına gitmişlerdi. Benim gitmem gerekiyordu ama Selim, araba yolculuğunun midemi daha kötü yapacağını söylediği için onlarla gelmeme izin vermemişti. Biz de Yiğit ile beraber evde kalmıştık. Gerçi o hala uyanmamıştı. Evde ha var ha yoktu zaten. Ben de bu sessizliği fırsat bilerek 4. bardak limonlu suyumu hazırlayıp bahçeye çıktım. En son bir hafta önce gece bu bahçeyi turlamıştım. Gerçi onda da ıssız bir ormanda kaybolduğumu sanıp ordan oraya koşuşturmuştum.

Şimdi bu aydınlık bahçe daha güzel görünüyordu gözüme. Henüz meyve vermemiş elma ve kiraz ağaçlarının yanından geçtikten sonra uzunca bir çam ağacındaki salıncağı gördüm. Salıncak biraz eski duruyordu ama yine de beni kendine çekmişti. Salıncağa biner binmez yavaşça sallanmaya başladım. Daha sonra kendimi kaptırıp hızlanmıştım. Öyle ki her havaya yükselişimde az önce yanından geçtiğim elma ağaçlarının üstünü görebiliyordum. Hızımı daha da arttırıp sallanmak isterken bir anda ipin kopmak üzere olduğunu farkettim. Sıkı sıkı tuttuğum ip ellerimden kayıp giderken tam yerle bir oluyordum ki bir anda kendimi havada buldum.

"Seni tebrik ediyorum."

"Ben, şey... " Kalbim sanki ağzımda atıyordu. Az önce düşeceğim sanıyorken bir anda kendimi Yiğit'in kollarında bulmuştum. Eğer beni tutmamış olsaydı şu an belki de bir yerlerimi kırmış olacaktım. Olayın şoku ile hala Yiğit'e bir cevap vermemiştim. Yiğit beni yere indirince dönen başımı tutarak, "Teşekkür ederim, tutmasaydın bir yerlerim kırılmış olacaktı şu an." dedim.

"Senin miden rahatsız değil miydi, bunun üzerine salıncağa binmekte neyin nesi?"

"Midemin rahatsız olduğunu nereden biliyorsun? Sen uyumuyor muydun?"

"Sabahtan beri evin içinde "Ayy ölüyorum, ayy midem, ayy bana bir hâller oluyor." diyen biri varken nasıl uyuyabilirdim ki?"

Yiğit benim taklidimi yaparken gözlerini kısıp bir elini alnına, diğerini de karnına koymuştu. Bu hâli öyle komikti ki ona cevap vermek yerine gülmeye başlamıştım. Gülerken de halsizlikten olduğum yere çöküvermiştim. Yiğit'te gülmelerimin ardı gelmeyince benim yanıma oturmuş gülmeye başlamıştı. O neye gülüyor bilmiyordum ama gülmek güzeldi sonuçta, bir nedeni olması da gerekmezdi.

Gülmelerimiz nihayet son bulunca Yiğit ayağa kalkıp, "Senin karnın açtır şimdi, kendime bir şeyler hazırlayacağım, sen de gel istersen." demişti.

"Teklifine hayır diyemeyeceğim." deyip Yiğit'e gülümsemiştim. Daha sonra beraber mutfağa gelmiştik. Midem yeniden bulanmaya başladığı için biraz rahatlamak maksadıyla mutfak masasının taburelerinden birini çekip oturmuştum. Yiğit'te o sıra buzdolabından çıkardığı sebzeleri tezgaha koyuyordu. Daha sonra bir çekmecenin içinden bulduğu baharatları çıkarırken bana dönerek, ''İstersen yemeği de ben yedireyim sana?'' demişti.

Hem sana bir şeyler hazırlayayım diyor hem de yardım etmediğim için azarlıyor, beyefendideki lükse bak sen. Oflayarak yerimden kalkıp, "Ne yapmam gerekiyor?" diye sordum Yiğit'e.

Elindeki sebzeleri yıkarken bana dönüp, "Karışık kızartma yapacağız. Sende şu yıkadığım sebzeleri doğrayıver. Nasıl doğranır biliyorsun değil mi?" derken eğleniyor gibiydi.

Midem bulanmasa haddini bildirirdim ona ama şu an homurdanıp söylediklerini yapmaktan başka çarem yoktu. Zaten pek iştahım da yoktu ama yine de yemek yemeliydim.

Bir kaç biber ve patlıcanı doğramaya başladığımda Yiğit, karışık kızartma yapacağımızı söylemişti. Domatesleri rendelerken göz ucuyla bana bakıyor olması, sebzeleri iyi doğrayamayacağımdan korktuğu için olsa gerekti. Beni bu kadar beceriksiz görmesi gururumu incitmişti ama yapacak bir şey de yoktu.

Nihayet kızartmamızı pişirip yemek için masaya oturmuştuk. Yiğit, iştahla yemeğine başladığı zaman bense çatalın ucuyla önümdeki kızarmış biberi didikleyip duruyordum. Yiğit farketmiş olacak ki, "Yemek yemen gerektiğini biliyorsun değil mi?" diye sormuştu.

"Pek iştahım yok." diye cevap verirken merak ettiğim bir soruyu sordum, "Bir şey sormak istiyorum, patlama meydana gelmeden önce nasıl bir hayatın vardı?"

Aslında Yiğit'ten bir cevap almayı beklemiyordum. Pek konuşmayı sevmediği için 'Boşver.' diyerek geçiştirebilirdi. Ama bu kez öyle yapmadı, "Önündeki tabağı bitirirsen, anlatırım." diye cevap verdi.

Tabi bunu duyar duymaz iştahımın açılmış olması da ayrı bir konuydu zaten. Bir yandan gülümseyip bir yandan da hızlıca yemeğimi yiyordum. Biraz fazla kaçırmış olmalıyım ki az daha yemeğim boğazımda kalıyordu. Yiğit bana gülerken, "Yavaş olsana, az daha merak uğruna boğulacaktın." dedi.

Bir kaç kez öksürdükten sonra, "Merak değil de maksat muhabbet olsun diye, yoksa yani geçmişin niye umurumda olsun ki?" diye kaşlarımı kaldırıp cevap verdim.

"Haklısın." diyen Yiğit bitirmiş olduğu tabağın bulaşığını da alarak masadan kalktı. Tabağını lavabonun içine bırakıp ellerini yıkadıktan sonra geniş salona geçti. Onun ardından bende tabağımı bitirip, bulaşıkları da yıkadığım zaman nihayet içeriye, onun yanına gidebilmiştim. Karşısındaki tekli koltuğa oturduğum zaman anlatmaya başladı, "Patlama olduğu zaman 20 yaşındaydım, henüz üniversiteye gidiyordum."

"Aa hangi bölüm?"

Kaşlarını çatıp bana bakmıştı, "Böyle lafımı kesip duracaksan hiç anlatmayayım, yorma beni boşuna."

"Tamam tamam sustum." derken elimle ağzımı bir fermuar çekiyormuş gibi yaptım. Biraz fazla kuralcı biriydi Yiğit. Tamam biraz da soğuktu ama şu gizemli yanı büyük bir merak uyandırıyordu insanda. Ben onun nasıl biri olduğunu düşünedurayım, o yeniden anlatmaya başladı:

"Matematik öğretmenliği okuyordum."

Tam 'Sahi mi?' diye soracakken dilimi tutmam gerektiğini aklıma getirebilmiştim. Yiğit konuşmaya devam ediyordu:

"Annem ve babamdan başka yakınım yoktu. Ama biz birbirimize çok bağlıydık. İkisi de emekli öğretmendi, bana evliliklerinden 20 sene sonra kavuşunca fazla değerliydim onlar için. En azından öyle hissediyordum. İkisinin de dünya turu hayalî olduğu için senede iki kez farklı ülkelere gezmeye gidiyorduk. Onlar hayalini gerçekleştiremedi ama ben bir gün onlar için gerçekleştireceğim."

Anlatacakları bitmiş olacak ki yere dönük yüzünü kaldırıp bana bakmaya başlamıştı.

"Benden bu kadar, merak ettiğin bir şey varsa şimdi sor yoksa bir daha bu konuyu açmam bile."

Yiğit bana emrivaki yapınca bir anda aklıma soracak soru gelmemişti. Laf olsun diye, "Neden matematik öğretmeni olmak istedin?" diye sordum.

"Matematiğe hep bir ilgim vardı ki zaten annem de matematik öğretmeni olduğu için o alanda başarılıydım. Bende düşünmeden öğretmen olmak istedim."

Fazla sessiz biri nasıl öğretmen olabilirdi ki? Belki de patlamadan önce daha konuşkan ve sıcakkanlı birisiymiştir. Pekâla olabilirdi ama merak edip bunu da sordum, "Beni yanlış anlama ama şimdi sen biraz sessiz birisisin ya, öğretmenliği nasıl yapacaktın?"

Sorumu duyunca yüzüne yarım bir gülümseme yerleştirip bana cevap verdi, "Ben sessiz değilim ki sadece boş konuşmayı sevmem."

Tam ona bir cevap verecekken evin ahşap kapısı açıldı ve Cemre göründü. Beni görür görmez, "Budi!" diyerek boynuma sarıldı. Sarışını ne kadar özlemiş olduğumu yanıma gelince fark edebilmiştim. Biz Cemre ile hasret giderirken Selim, "Ah şu kızlar." diye geçiriyordu aklından. Johnson ise biraz daha duygusalca, "Ne güzel arkadaşlık. " diyordu.

Hala Cemre'ye sarılıyorken yine son zamanları düşünüyordum. Önceleri pek işin ciddiyetinde değildim ama şimdi artık dünyanın bize ihtiyacı olduğunu fark ediyordum. Cemre bile beni düşünüp Amerika'ya gidebiliyorsa ben herkesi düşünüp onları güvene almayı kafama koymuştum. Tabi bir de Yiğit'in hayalini gerçekleştirebilmeyi...

Continue Reading

You'll Also Like

3.6K 281 34
ilk brawl stars kitabım yargılama yada sorgulama yapmayalım pls
ZAMAN TRENİ By Ceyda

Science Fiction

206K 18.5K 59
2082 yılında suçluları taşıyan, onları tarihin en kötü zamanlarına terk eden bir trende kaderleri görünmez bir iple bağlanmış iki mahkumun hikayesi. ...
60.6K 2.3K 19
Avukatın mafya müvekkeli ile zorlu yaşamı
144K 8.6K 59
Tamamlandı;) Her şey Eski sevgilisi diye yazdığı adam Yüzbaşı çıkınca başladı 🤭