Kehanet; Melez Prenses (Tamam...

By mavi7654

302K 13.5K 1.4K

Alexandra ailesi tarafından bile önemsenmeyecek kadar önemsiz birisi olduğunu düşünüyordu. Oysa o, insanların... More

*Duyuru (17.03.2018)*
&1&
&2&
&3&
&4&
&5&
&6&
&7&
&8&
&9&
&10&
&11&
&12&
&13&
&14&
&15&
&16&
&17&
&18&
&19&
&20&
&21&
&22&
&23&
&24&
&25&
&26&
&28&
&29&
&30& 1\2
&30& 2\2

&27&

4.9K 269 44
By mavi7654

Savaş giderek yaklaşırken Ashton kendisine olabildiğince çok yandaş toplamaya çalışıyordu. Onlara kendilerinin asla sahip olamayacakları şeyleri müjdeliyor, sinsi bir oyunla kendi tarafına çekiyordu. İki kehanetten de haberi vardı. Gizlice Akademi'ye soktuğu yandaşları ona her şeyi haber veriyordu. Kehanetlerle özel olarak ilgilenmiş, her ikisini de en ünlü kehanet bilimcilere yorumlatmıştı. Hem de en ince ayrıntısına kadar. Sonuç sinirlerini epey bozmuştu. Her iki kehanet de o küçük veletin onu yeneceğini anlatıyordu. Ama Ashton kehanetlerin sonuçlarının değişken olduğunu biliyordu. İşte bu yüzden yandaş toplamayı bir an olsun bırakmamıştı. Karanlık büyücüler, köken vampirler, kara melekler, acımasız kurt adamlar, hain mentoryalar*... ve daha bin bir türlüsü onun saflarında savaşacaktı. Sağlam donanmalı ordusunun bir avuç acemi öğrenciyi yeneceğini biliyordu, en azından umut ediyordu. Umut, ona her zaman acınası ve gereksiz bir duygu gibi gelmişti. Oysa şimdi o acınası duyguya o kadar muhtaçtı ki...

Saklandıkları gözden uzak, eski zaman insanlarının uzun zaman önce yaşadıkları yer altı şehrinin tünellerinde ilerlerken aklında bu düşünceler vardı. İnsanları her zaman kendinden küçük görmüştü. Ama doğrusunu söylemek gerekirse inşa ettikleri yer altı şehirleri için onlara teşekkür ediyordu. Ne de olsa gözden uzak ve akla gelmeyecek bu yeri kuran onlardı.

Ashton karşı taraftakilerin onun ne cins bir yaratık olduğunu bilmediklerini biliyordu. Bilinmez ve merak edilen olamayı severdi. O gerçekten de garip bir yaratıktı. Uzun pelerinlerin ardında sakladığı bedeni, ancak bir katile, bir canavara ait olabilirdi. O olduğu şeyden oldukça memnundu. Birilerini gücüyle etkilemek, önünde dizlerinin titremesi ona büyük bir keyif veriyordu. Beline kadar uzun beyazımsı çok açık sarı renkte olan saçları onu çoğu zaman rahatsız ederdi. Ama kestirmiyordu onları. İnsanlar onun hakkında hiç bir şey bilmedikleri halde korkarken, dış görünüşü yeterince korkunçken, saçlarını kestiremezdi. Ondan ve olduğu şeyden daha çok korkarlardı ve korku onları bu işten vaz geçmeye iterdi. Kendisi kabul etmese bile buna cesareti yoktu. Aslında kendisi fark etmeden içinde bir duygu yeşeriyordu. Daha önce hiç hissetmediği, daha çok hissettirdiği bir duygu, korku.

Toplantı Odası adını verdikleri içinde bir masa, sandalyeler, farklı yerlerin haritası ve gizli bir kütüphaneye açılan şifreli küçük bir kapının bulunduğu odaya girdiğinde tüm bakışlar ona dönmüştü. Hızlıca ayağa kalkıp efendilerini selamladılar. Bu bir saygı göstergesiydi. Ashton onlara hafif bir baş selamı verdi. Normalde kimseye selam vermezdi ama bu adamlar ordularının önemli komutanlarıydı. Masanın baş köşesindeki koltuğuna oturdu. Diğerlerine de oturmaları için izin verdi. Kara meleklerden oluşan ordunun baş komutanına döndü ve konuştu.

"Son gelişmeleri anlat!" fazla konuşan biri değildi, Ashton. Ve konuştuğunda da emir vermek için olurdu genelde.

"Efendim, bir ordu planı yapmaya başladılar. Savaş için yandaş topluyorlar. Ayrıca cansusumuzdan öğrendiğimize göre bir saldırı planı geliştirmişler. Planın ne olduğunu öğrenemedik. Onu sadece kilit altılı biliyormuş. Kilit altılı dediğim kişiler de kızlar ve içlerinden bir kıza cadı bağlarıyla bağlanmış bir çocuk." dedi ve sırıttı. Efendisinin önünde sırıtmaması gerektiğini biliyordu ama bu adamı böylesine kandırma fikri onu çok eğlendiriyordu. Evet, o Ashton'un köpeklerinden biri değildi. O nasıl Akademi'ye bir cansus sokmayı başardıysa, ona karşı mücadele eden gizli bir örgüt olan Ejderha Efendileri de aralarına bir cansus sokmayı başarmışlardı. Onu kara melek sanıyorlardı ama bu Ashton'un asla tahmin edemeyeceği çok eski bir büyüydü. Şu an Ashton'un karşısında kara melek ordularının komutanı olarak oturan adam, eski ve unutulmuş bir ırk olan Ejderha Efendilerinin gizli konsey üyelerinden biriydi. Ayrıca yeğenine karşı bu adamın yanında savaşacak hali de yoktu. O bir melezdi. Ejderhalara hükmeden ırka da aitti, vampir ırkına da. Adrian Markson sahte kimliğiyle burada oturan adamın gerçek adı aslında, Jonathan Hataway'di. Ve bu adam yeğenini korumak için canını bile verebilecek bir adamdı.

"Demek öyle!" Ashton sinirlenmişti. Ruhunun derinliklerinde dolaşan o duygu tekrar gelmişti. Her ne kadar düşünmek istemese de bir avuç velet dediği topluluğun onu yenme ihtimalleri vardı. Sonra karşısındaki adamın sırıttığını gördü. "Peki sen neden sırıtıyorsun!?" dedi sert sesiyle. Bu bir soru değildi. Ve istediği de bir cevap değildi. Ona bu soruyla sırıtmayı hemen kes mesajı vermişti. Asıl adı Jonathan olan adam konuştu. Sesine korkulu bir ton vermişti. Oysa gram korkmuyordu bu adamdan.

"Bağışlayın, efendim. Fakat bir avuç çocuğun sizi yenebileceklerini düşünmesi çok saçma bir şey ve aynı oranda da komik. Karşılarında kim olduğunu bilmiyorlar." dedi. Ashton bu cevaptan oldukça memnundu. Böyle düşününce ona da çok komik gelmişti.

"Efendim, kendi raporlarımı size aktarmamı ister misiniz?" Mentorya denen o lanetli ırkın baş komutanıydı konuşan. O ırktan değildi, bir kurt adamdı o. Ama Ashton bile bir Mentorya'ya güven olmayacağını biliyordu.

"Seni dinliyorum, Frederic!" her zaman konuştuğu soğuk ama sert ses tonunu kullanmıştı.

"Efendim, cadıların yaptığı güç ölçme büyüsünden öğrendiğim kadarıyla canınızı fazlasıyla sıkacak olsalar da bu kızlar ortalamanın üzerinde güçlere sahipler. Elementlerine son derece hakimler ve asasız bile büyü yapabilirler. Bu cadılar için büyük bir güç, efendim." dedi korkuyla. Birkaç yerde sesi titremişti. Ashton kızmıştı. Ama kızgınlığı karşısındaki adama değildi. Onun bir suçu olmadığını biliyordu. Kızgınlığı içten içe inandığı Tanrı'yaydı. Ne vardı da bu kadar güçlü yaratmıştı bu kızları? Neden hep iyilere göstermişti güzel günleri? Ashton eskiden onların güzel günlerine özenir, onlar gibi olmak isterdi. Ama artık tek bir düşünce için yaşıyordu. Ben mutlu olmuyorsam kimse olamaz, onlara hayatı öyle bir zehir et ki, bir daha hiç gülemeyecek duruma gelsinler. Çünkü onların kıyameti senin doğuşun olacak!

"Toplantı bitmiştir!" dedi sert sesiyle. Böyle şeyler düşünmek onun sinirlerinin tepesine fırlamasına sebep oluyordu ve sinirliyken ne yapacağını kontrol edemiyordu. Şu an istediği son şey kendi yandaşlarını öldürmekti. Hayır, savaş kapıdayken böyle bir şey yapamazdı. Komutanlar tek tek selam vererek toplantı odasından ayrıldılar.

**************

Jonathan Hataway, Akademi Binasının önüne geldiğinde derin bir nefes aldı. O Ashton denen şeytanın yanından ayrılınca hemen buraya gelmişti. Savaş planını öğrenmek ve yeğeninin yanında savaşmak istiyordu. Ashton muhtemelen onun bir cansus olduğunu öğrenecekti ama artık bunun bir önemi yoktu. Onun ve onun planları hakkında her şeyi biliyordu. Bir şeytanın sağ kolu olmanın avantajlarıydı bunlar. Okula doğru ilerledi. Etrafın çok kalabalık olduğunu fark etmesi uzun sürmedi. Etrafta çocuklar dövüş ve saldırı dersleri alıyorlardı. Ayrıca öğrenci olmayan kişiler de buradaydı. Muhtemelen savaşa katılmak için gelmişlerdi.

Binadan içeriye girdiğinde içerideki koşuşturmayı daha yakından görmüş oldu. Birkaç adım atmıştı ki bir kız ona çarptı. O kızı tanıyordu. Yeğeninin en yakın arkadaşlarından biriydi. Bir vampirdi. Güçlü bir vampir. Gücünü hissetmişti. Kızın içinde resmen patlamaya hazır bir volkan vardı. Kız çarpmanın etkisiyle sendeledi. Kafasını kaldırıp kime çarptığına baktığında tanıdık bir simayla karşılaştı. Adamı Alex'e çok benzetmişti. Aynı aileden olsalar bu kadar olur diye düşündü. Sonra dilemesi gereken bir özür olduğunu fark etti.

"Ben özür dilerim. Yani burası çok kalabalık ve benim yetişmem gereken bir çok iş var. Hem eğitim alıp hem de kilit grupta olmak gerçekten çok zor. Yani bilirsiniz savaş yaklaşıyor ve... Affedersiniz. Çok fazla konuştuğumu biliyorum. Ama yorgunluk çeneme vurdu. Siz iyisiniz değil mi?" yine çok konuşmuştu işte. Bu gün karşısına kim çıksa o kişide aynı şey oluyordu. Jonathan gülümsedi. Bu genç hanım fazla konuşkandı.

"İyiyim. Sorun yok. Ben birini görmeye gelmiştim. Çok işiniz olduğunun farkındayım ama bana yardımcı olabilir misiniz?" kibarca sormuştu sorusunu. Genç kızın çok işi vardı ama bekleyebilirlerdi. Bir kişiye yolu gösterse savaş kaybedilmezdi.

"Tabi ki! Bu arada ben Buria. Siz kimi aramıştınız?" diye sordu o da.

"Adı Alexandra Cassandra Hataway. Tanıyor musunuz?" tanıdığını biliyordu. Bu kız yeğeninin en iyi arkadaşıydı. Nasıl tanımasın?

"En iyi arkadaşım olur kendisi. Lütfen beni takip edin. Size yolu göstereyim. Şu anda konferans salonunda olmalı" dedi ilerlemeye başlarken. Jonathan da peşine takılmıştı. Birlikte konferans salonunun önüne geldiler. Kız ona döndü ve

"Benim gitmem gerek. Alex büyük ihtimalle içeride. Ama değilse başka birine sorabilirsiniz. Eminim onu bulmanıza yardım edeceklerdir. İyi günler." dedi.

"İyi günler, genç hanım." dedi Jonathan da.

"O kadar da genç değilim!" dedi Buria gülümseyerek. Kaç yaşındaydı ki? Jonathan onların dosyalarını incelerken sadece, yeteneklerine, türlerine, resim ve isimlerine bakmıştı.

"Kaç yaşında olabilirsiniz ki?" diye sordu merakla. Bu kızı merak etmişti sebepsizce.

"445 ya siz?" diye sordu Buria da merakla. Jonathan yeğenini görmeye geldiği bu okulda genç bir vampirle sohbet etmesine şaşırmıştı. Ama cevap vermekten kendini alamadı.

"Sadece 630. Çok fazla değilmiş." dedi gülümseyerek. Buria adamın bu tavrına bir kahkaha patlattı. Ama sonra hatasını anladı. Adını bile bilmediği bir adamın yanında kahkaha atmak ne kadar doğruydu acaba?

"Aslında bu vampirler için gayet normal bir yaş. Sadece bana fazla geliyor sanırım." dedi, sonra devam etti. "Siz kimsiniz acaba?" Jonathan da bu soruyu bekliyordu zaten.

"Jonathan. Sohbet etmek isterdim ama sizin işiniz var benimse konuşmam gereken biri. Umalım da tekrar görüşürüz." dedi gülümseyerek. Kızın enerjisi ona gerçekten iyi gelmişti.

"Tabi ki. Görüşürüz." Buria yanından ayrıldığında, Jonathan vakit kaybetmeden konferans salonunun kapısından girdi. Alexandra'yı bir köşede otururken gördü. Önündeki kağıtlara kafasını eğmiş. Elinde kalemle bir şeyler yapıyordu. Tam önünde durduğunda Alex kafasını kaldırmadan konuştu.

"Ne için gelmiştiniz?" Jonathan da cevap verdi.

"Savaş ordusuna katılmak için" Alexandra bir kağıt aldı ve tekrar konuştu. Kafasını hala kaldırmamıştı.

"Tamam. Adınız nedir?" dedi. Jonathan derin bir nefes aldı ve cevap verdi.

"Jonathan Hataway. Senin amcanım"

Continue Reading

You'll Also Like

MÂHÎ By AB

General Fiction

11.8M 446K 50
Beni sevebilir miydi gerçekten? Böylesi kötü bir adam, sevgi nedir bilir miydi? ▪▪▪
2.3M 175K 63
•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimiz aslında, Ona ait bedenlerimiz. Apollon...
11.6M 177K 16
17 NUMARA'YI KİTAP SATAN HER YERDE BULABİLİR, SATIN ALABİLİRSİNİZ. BURADA YALNIZCA TANITIM AMAÇLI İLK ON BÖLÜM VE ÖZEL BÖLÜMLER YAYIMDADIR. Gecenin k...