Şebefruz

By bytubi

6.9M 241K 44.1K

Ezra Erdem, karanlığın adamı değildi. O tam olarak karanlığın kendisiydi. Bizim hikayemiz toz pembe değil, gr... More

TANITIM
ÖNSÖZ
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm / İyi Bayramlar
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm / Part I
25.Bölüm // Part II
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm Final
Son söz ve teşekkür
Özel Bölüm

33.Bölüm

150K 4K 1K
By bytubi

Lütfen sondaki kısımı okuyun ! ^^

Hayatımı tanımlayacak olursam ; Ezradan öncesi ve Ezradan sonrası olarak ikiye ayırırdım. Ezradan öncesini tanımlayacak olursam, koca bir boşluğa düşüyordum. Sanki o zamanlarımı bitkisel hayatta geçirmişim gibi bomboş ve eksik hissediyordum. Daha sonra Ezradan sonrasını düşünüyorum ; aynı anda bir çok duygunun hükmettiği bedenimi, kalbimin tüm vücuduma pompaladığı kanın damarlarımda akış hızını, dünyanın durup, akrep ve yelkovanın işlevlerini yitirdiği vakitleri hissediyordum. Onu gördüğüm, tanıdığım ilk andan itibaren yaşamaya başlamışım gibi hissediyordum. O andan itibaren sanki gözlerimi hayata açmışım da yaşamaya ve nefes almaya o an başlamışım gibi hissediyordum.

İyi kötü her durumda kalbim sanki onun için atıyordu. Bazen aklım ve kalbim sadece ona kilitleniyordu, hipnoz edilmiş gibi... Evet, evet hipnoz edilmiş gibi. Bile isteye tüm iplerimi ellerine vermiştim. Bu oyunda beni istediği gibi yönetmesine göz yummuştum ve bundan pişman değildim. Çünkü biliyordum ki, Ezranın zayıf noktası bendim. Bu durumda Ezra da dahil, Ezranın elindeki tüm ipler benim de ellerimdeydi.

Hain bir oyunun içine düşüşümün üzerinden bir hafta geçmişti. Diğer kumpaslara nazaran bunun etkisini atlatmam baya uzun sürmüştü. Annem ve babamın yanında oldukça normal gözükmeye çalışsamda, bir süre tek uyuyamaz ve yalnız kalamaz olmuştum. Sonradan sonraya oluşturduğum karanlık fobim de artmıştı. Bu zamanlarda Ezra hep yanımdaydı. Gece birlikte uyuyup, sabah birlikte uyanıyorduk. Ve o, her gece odama gizlice girmekten ne usanıyor, ne de çekiniyordu.

Uyumazdan önceki boş vakitlerimizi tüm sorunlarımızdan -Çığlıktan- uzakta, hoş sohbetler ederek geçiriyorduk. Evet, Ezra Erdem ve hoş sohbet... Düşüncelerimi olabildiğince kötü şeylerden uzak tutmaya çalıştığını biliyordum. Hatta bir ara bana ilk okuldayken yaptığı yaramazlıkları bile anlatmıştı. Tabi annemler duymasın diye tüm kahkahalarımı göğsünde atmıştım.

Aslında şöyle bir aynaya baktığımda karşımda her şeye rağmen ayakta duram, güçlü bir Hira görmeye başlamıştım. Bazen düşünmüyor değilim ; başka biri olsa belki de şimdiye kafayı yemişti, benim yaşadıklarımı yaşasa. Ama sonra durup tekrar düşünüyorum. Beni bu kadar güçlü ve savaşa iten şey Ezraya olan hislerimde. Onun varlığı beni kötülüklere karşı savaşmak için teşvik ediyordu.

Kafasını göğsüme koymuş uyuyan Ezraya tebessümle bakıp saçlarını karıştırmaya devam ettim. Yeni fark ettiğim şey ise, Ezranın saçları ile ne zaman oynasam uyuyordu. Saçlarından yayılan ferah kokuyu ciğerlerime çektim. Kokusuyla mayışırken gözlerimi kapattım. Ezranın kolları belimi daha sıkı kavrarken kafasını kalbimin olduğu noktaya bastırdı.

Uyku mahmuru, boğuk çıkan sesi ile, "Bu sesi seviyorum." dedi kalp atışlarımı kast ederek. Sanırım benimde en sevdiğim ses ; Ezranın uykulu ses tonuydu.

Tüm geceyi Ezranın düzenli nefes alış ve veriş seslerini dinleyerek geçirip, sabaha karşı uyuyabilmiştim.

Ertesi gün uyandığımda Ezra her zaman ki gibi yanımda yoktu. Her ne kadar her sabah uyandığımda Ezrayı yanımda görmek istesemde, beni aileme karşı zor durumda bırakmamak için buna mecburdu. Vücudumu esneterek yataktan kalktım. Banyoya girip kısa bir duş aldıktan sonra, bornozumu giyip odama geçtim.

Vücut kremimi ve losyonumu sürerken aynanın üzerine asılmış not kağıdı dikkatimi çekti. Yapışkanlı kağıdı aynadan çekip okumaya başladım.

'Günaydın uykucu, saat 2'de hazır ol. Ayhan seni bana getirecek.'

Notunu okuduktan sonra gözlerimi devirdim. Bu adamın bana sormadan plan yapması hoşuma gitmiyordu. Emrivakiliğine canım sıkılsa da dolabımdan yazlık bir elbise çıkarıp, sandaletlerimi giydim. Saate baktığımda az bir vaktimin kaldığını görüp hızlandım. Sabaha kadar Ezrayı izlemekten ancak uyuyabilmenin acısını yaşıyordum şu an. Resmen öğlen uyanır olmuştum artık.

Hızla hafif bir makyaj yapıp, saçlarımı kuruttum. Kuruttuğum saçlarımı açık bırakıp, çantama gerekli olacak şeyleri koydum. Odamın kapısının kilidini açıp, aşağı indim. Annem ve babam salonda oturmuş, kahvelerini içiyorlardı.

Annem beni görünce imalı sesiyle, "Ooo, Hira hanım uyanabildiniz demek. Sabah seni uyandırmaya geldim ama odanın kapısı kilitliydi ?" Dedi. Tek kaşı havada bana bakarken zoraki gülümsedim. Şimdi ne cevap vereceksin Hira ? Hadi bakalım.

"Anneciğim ablama geçen gece kötü bir şaka yaptım. O da tedbirini alıyor artık." Arkadan kollarını boynuma sarılan Miranın söyledikleri ile hem rahat bir nefes aldım, hem de başımı hızla onaylar bir biçimde salladım.

Annem Miranı söyledikleri kafasını bıkkınca iki yana salladı. Oh, inanmıştı...

"Anne benim çıkmam lazım. Ezra ile buluşacağım." Sessizliğini koruyan babam elindeki gazeteyi bir kenara bırakıp, "Kızım bize söylemek için biraz erken değil mi ? Buluştuğunuzda söyleseydin keşke." Dedi iğneleyici bir şekilde.

Ah babacığım, ben bile daha yeni öğrenmişken sana nasıl söyleyebilirdim.

"Haklısın babacığım ama Ezra bu aralar çok yoğun. Boş bulduğu an bana vakit ayırmaya çalışıyor işte, bugün de boş bir vakti varmış arayıp haber verdi buluşalım diye. Bende bir şey diyemedim." Babam ters bir şekilde bana bakıp gazetesini tekrar eline aldı.

Ezraya hâla alışamamıştı ve beni onunla paylaşmak istemiyordu. Bu hep böyleydi. Babamla aramda, annemle olduğundan daha kuvvetli bir bağ vardı. Belki aptalca gelecek ama çoğu zaman babamı herkesten ve herşeyden kıskanırdım, annemden bile. O da aynı şekilde beni kimse ile paylaşmayı sevmezdi. Annem ne zaman bana kızmaya kalksa hep beni korurdu. Çok iyi hatırlıyorum dayılarım ve amcalarımla bir araya geldiğimizde beni onlara vermemek için kucağından indirmezdi. Altı yaşında babasının kanatlarında dolanan küçük Hira, şimdi o kanatlardan uçmak için hazırlanıyordu.

"Babacığım surat asma lütfen. Ezranın da elinde olan bir şey değil ki..." Babamın yanağında sulu bir öpücük kondururken en masum sesimi kullanmıştım. Babam huysuzluğunu biraz olsun attığında içeriye Ayhan girmişti.

"Herkese merhaba. Hira hanım hazırsanız gidelim mi ?" Ayhanı başımla onaylayıp babamı son kez öptüm. Ayhanla birlikte salondan çıkarken, Ayhan bir şeyi hatırlamış gibi geri dönüp aileme, "Ah, az kalsın unutuyordum. Hayri bey ve Meltem hanım bu hafta sonu müsaitseniz sizi yemeğe davet ediyorlar. Hayri beyin ayrıca iletmemi istediği küçük bir mesaj var, yeni tavla almış ve ilk rakibinin siz olmasını istiyormuş." Dedi. Babam Ayhanın söyledikleri ile memnun olmuşçasına gülümsedi. Anneme kısa bir bakış attığında, onun da onay vermesi ile "Peki o halde. Hafta sonu yenilgiye hazır olsun Hayri bey..." dedi.

Ailelerimizin bu kadar iyi anlaşabileceğini hiç düşünmemiştim ama bundan da şikayetçi değildim. Hiç olmazsa savaşın bir cephesini kazanmıştık.

Arabaya yerleştiğimde Ayhanda ön koltukta yerini aldı. Araba hareketlenip bahçeden çıkarken geriye yaslandım. Nereye gideceğimizi bilmiyordum ama Ezrayı göreceğim için bunu pek önemsemedim.

***
Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından araba durmuştu. Şoförün açtığı kapıdan inip etrafı incelemeye başladım.

Yeşilin tüm zerafeti gözlerimin önüne, ayaklarımın altına serilmişti. Çimenlerden ve etraftaki çiçeklerden yayılan nahoş kokunun cazibesi beni kendine çekerken, az ileride Ezrayı elleri ceplerinde beni izlerken gördüm.

Ezrayı ilk kez kısa bir kot pantolon ve beyaz bir tişörtle görmenin şaşkınlığını atlatamadan, arkasındaki gölü yeni fark etmiştim. Bulunduğum yerden göle uzanan tahta iskeleye dizilmiş mumlara ve iskelenin üzerine hazırlanmış piknik sepeti ve büyük yastıklarla hazırlanmış kısıma bakakalırken Ezra yanıma gelmişti bile.

"Beğendin mi ?" Kollarını arkadan belime dolayıp, kafasını boyun girintime soktuğundan sesi boğuk çıkıyordu.

"Sen... Hangi ara ayarladın bunları ?" Çimlerin üzerindeki rengarenk rüzgar güllerine, iskelenin üzerine hazırlanmış olan kısıma, doğanın bu düzene ayak uydurması ile oluşan eşsiz güzelliğe donup kalmıştım.

"Son zamanlarda çok fazla yıprandın sevgilim. Bende biraz olsun kafanı dağıtabilesin diye, herşeyden ve herkesten uzakta böyle bir şey yapayım dedim." Boynuma bıraktığı öpücüğün ardından ellerimi tutarak iskeleye doğru ilerledi.

Düşüneceğim ve söyleyeceğim her şey uçup gitmiş, sadece Ezranın yönlendirmesi ile bedenime komut veriyordum. Ezranın yönlendirmesi ile iskelenin üzerine konulan renkli büyük yastıklara oturduktan sonra göldeki ördekleri görüp, esen hafif rüzgarı hissedebilmiştim. Şu an öylesine toz pembe bir rüyadaydım ki, koca bir fırtınanın çıkıp bu rüyanın kaybolmasından ve geriye tozlarının kalmasından korkuyordum.

"Şaşkınlığımdan tek bir kelime bile düşünüp sarf edemiyorum." Ezra şampanya şişesini patlatırken gülümseyerek, "Senin bu şaşkın hallerini seviyorum ben." Dedi. Bardaklara doldurduğu şampanyayı elime tutuştururken, burnuma öpücük kondurup geri kaçmıştı.

"İlk zamanlarımızda benim bu Ezrayı tanımama izin verseydin belki de o kadar üzülmezdik." Bir yudum aldığı içkisini bir kenara bırakıp yüzümü avuçları arasına aldı.

"Seni kaybetme korkum, aşkımın önüne geçiyordu güzelim. Sana yaşattıklarım için özür dilerim ama ben bencil bir adamım. Seni kaybetmeyi göze alamayacak kadar da kötü..."

Gözleri gözlerimi delip geçmek istercesine bakarken, yüzünün her bir santimini hafızama kazıdım. Buradan merak ettiğim bir kaç sorunun cevabını almadan gitmemeye karar vererek, ilk sorumu sordum.

"Bana karşı olan hislerinin ilk ne zaman farkına vardın ?" Komik bir şeyi hatırlamış gibi gülerek geri çekildi. Gülüşü ile mest olurken neredeyse düşüp bayılacaktım. Anlamıyorsunuz be ! Adam çok güzel gülüyor ! O gülerken sanki böyle içimden bir şeyler akıp gidiyor, herşey ve herkes duruyor, susuyor sadece o ve gülüşü kalıyordu bana.

"Hadi gülmede anlat !" Ağzıma bir çilek atarken onu dinliyordum.

"Tamam o zaman, anlatıyorum. Bundan yaklaşık beş yıl önceydi..." Söylediğiyle tükürüğüm boğazıma kaçınca öksürmeye başladım. Ciğerlerime ağzımdan çıkmak istercesine öksürürken, Ezra sırtıma vurmaya başlamıştı. Dudaklarıma dayadığı sudan bir yudum alırken, kendime gelmiştim.

"Ne demek beş yıl ?" Ezra omuz silkip geri çekilirken ben şaşkınlıkla yüzüne bakakalmıştım.

"Beş yıl önce, İstanbulun sıkıcı trafiğinde gökten düşen bir melek gibi düşmüştün önüme. O zamanlar lise son sınıftaydın. Okulunla İstanbula geziye gelmiştin..."

Şaşkındım. Gerçekten şaşkındım. Ne diyeceğimi bilemeden sadece Ezraya bakıyordum. Beş yıl ? Ezranın doğruyu söylediğine emindim ama şaşırmadan da edemiyordum. Bir erkeğin, ne bileyim beş yıl boyunca bir kadını uzaktan sevmesi... Bu gerçekten güzel bir şeydi. Yani beş yıl boyunca, bir erkek tarafından sevilmek ve hâla da sevilmeye devam etmek. Hele bu seven kişi Ezra ise bambaşka bir güzellikteydi. Anlayamazsınız, hem anlamayında zaten !

"Biraz daha anlat, lütfen. Merak ediyorum, beni ilk gördüğünde ne hissettin ? Ben neden seni görmedim ? Hem beş yıldır bana karşı hislerin vardı da, neden şimdi bu şekilde çıktın karşıma. Belki normal bir şekilde çıksaydın, sana daha erken şans verebilirdim."

Saçlarımla oynarken, dikkatle beni dinliyordu. Sormak istediğim onlarca soru arasından sadece bir kaçını sorabilmiştim. Hepsi bir anda sorup Ezrayı sıkmak istememiştim. Hoş onun beni dinlemekten sıkılacağını sanmıyordum.

"Önce bir şeyler atıştır küçük hanım. Alıştın öğlen vakti uyanıp, kahvaltı kaçırmalara." Ağzıma tıktığı elma dilimi ile kalakalırken, gözlerimi devirdim. Biraz şımarma isteği ile omuzlarımı kaldırıp, "Senin yüzünden. Geceleri odama tüneyip, beni uykusuz bırakan sensin. Yemeğimi de sen yedireceksin..." Evet, haklısınız. Eski Hiradan eser yoktu şimdi. Sanırım aşk insanı hazzıyla çocuklaştırıp, acısıyla olgunlaştırıyordu. Ne ironi ama !

Ezra söylediklerime homurdanarak, "Uykusuz kalıpta bir şey yapıyoruz sanki. Birbirimize hikaye anlatmaktan başka ne yapıyoruz ?" Dedi. Söyledikleri ile önce ima ettiği şeyi anlamasamda, beni süzen bakışları ile jetonum düşmüştü.

"Onu evlenmezden önce biraz zor görürsün canım ! Hem sen benim yanıma şey için mi geliyorsun ?" Ezranın gözlerinin içine her ne kadar dik dik baksamda, o şeyi direk söyleyememiştim.

Ezranın bakışları muzipleşip, elleri saçlarımın arasına girdi. "Ben seni değil evlendikten sonraya, ömrümün son gününün, son dakikasının son saniyesine kadar beklerim. Ayrıca ben senin yanına sevişmek için gelmiyorum. Bünyemi kendine o kadar bağlamışsın ki, kokun olmadan uyuyamıyorum." Acaba ben mi fazla abartıyordum yoksa bu adam mı çok güzel seviyordu ? Birbirinden farklı, iki zıt karakter olmamıza rağmen, enteresan bir biçimde bir birimizin aynısıydık. Mesela benim 'şey' diye bahsettiğim eylemi kendisi büyük bir rahatlıkla dile getirebiliyordu, bu onun açık sözlülüğünden kaynaklanan bir şeydi. Ben ise uygun olmayan bazı şeyleri üstü kapalı şekilde anlatır, açığa vurmayı sevmezdim. Ama en büyük benzerliğimiz ise sanırım birbirimize olan muhtaçlığımızdı. Öyle ki bende Ezrasız biraz zor uyuyordum.

Yeni bir soru soracakken ağzıma tıktığı kurabiyeyle "Biraz da yemek ye !" Diyerek beni susturmuştu. Kıkırdayarak ağzımdakileri yerken gölü ve ördekleri izliyordum. Hava sıcak olmasına rağmen esen hafif rüzgar, bu sıcağı biraz olsun çekilir hale getiriyordu.

Yemeklerimizi yerken, ettiğimiz sohbetlere kahkahalarımız eşlik etmişti. Ezranın bu hallerini seviyordum. Benim yanımda asıl haline bürünüp, sevdiğim Ezra oluyordu. Ama gelin görün ki bu adamın birde karanlık tarafı vardı. Ve o anlarda ben Ezradan deli gibi korkuyordum.

Şimdi iskelede yastıkların üzerine uzanmış, Ezranın bir kolu beni sararken, ben kafamı onun göğsüne yaslamıştım. Sessizlik aramızda konuşulan en güzel dildi. Saniyeler dakikaları kovalarken, bir saat bu şekilde, kulağımın altında Ezranın kalp atışları, saçlarımın arasında Ezranın nefesi varken geçip gitmişti.

"Sorularımı cevaplayacak mısın artık ?" Her ne kadar bu anı bozmak istemesemde, içimi kemiren sorularıma cevap bulmam lazımdı. Ezranın dudakları saçlarıma kapandıktan sonra geri çekildi.

"Sadece bir kez anlatacağım. Soru sormak yok, sadece beni dinle." Somurtsamda bir şey demeyip, sadece kafamı salladım.

"Beş yıl önce, ilk bahar zamanlarıydı. Sıkıcı bir toplantıdan çıkmış, eve gidiyordum. Yeşil ışık yandığında arabayı harekete geçirmiştim ki, sen bir anda önüme atlayı verdin. Hava yağmurlu olduğu için, Allahtan hızlı kaldırmamıştım arabayı. Yoksa hasar almadan kurtulman imkansızdı." O anı hatırlamaya çalıştığımda, tek tük bir şeyler hatırlıyordum. Okulla İstanbulu gezmeye gelmiştik. İlk kez göreceğim için heyecanlıydım, herkes çok övmüştü. Fakat hayal meyal hatırladığım bu olay ve gezi sırasında kaybettiğim arkadaşlarım ve hocalarımla burnumdan gelmişti. Aslında yola kendimi atmamıştım, sadece ben yola çıktığım an yayalara kırmızı ışık yanmıştı.

"Yağmurun ıslattığı saçların beyaz tenine yapışmıştı. Gözlerinin yeşili korku ve sinirle parlarken, göğüs kafesin hızla inip kalkıyordu. Bir şeyin olup olmadığını kontrol etmek için arabadan indiğimde, sinirli bir şekilde üzerime yürümüştün. Ve sanırım sana o an kapıldım. Ateşin sol yanıma o an düştü. Ben gözlerine dalıp gitmişken, sen bana bağırıp çağırmakla meşguldün. Halbuki suçlu taraf sendin, ama ben çıt sesimi çıkaramamıştım. Yağmur beni de sırılsıklam ederken, sen sinirle saçlarını yüzünden çekerken üzerindeki okulun formasından okulunun adını, boynuna astığın gezi kartından adını ve soyadını öğrenebilmiştim. Ne yalan söyleyeyim seni bulmam çokta zor olmamıştı. Daha sonra İzmirde yaşadığını, yaşını ve senin hakkında daha birçok bilgiyi öğrenmiştim. İlk zamanlarda basit bir ilgi sanıyordum ama gün geçtikçe sana olan hislerim, küçük bir kar tanesinin çığa dönüşmesi gibi büyüdü, büyüdü ve sonunda içime sığmadı. Babanın iflas edeceğini duyduğumda ona borç vermeyi teklif ettim. Bunu normalde asla yapmazdım ama bilmiyorum bir dürtü bunu yapmamı istedi. Daha sonra o dürtü bana, babandan borcuna karşılık senin almamı düşüncelerimin ortasına atıverdi. İnana çok düşündüm, geceleri uykusuz kaldım. Seni alırsam olacakları düşündüm, almazsam olacakları düşünmek bile istemedim. Daha sonra annenin seni... Farukla tanıştırmak istediğini öğrendim. Zaten herşey o an kopmuştu. Ne olacağını, ne düşünüp, hissedeceğini umursamadan teklifimi babana gönderdim...."

Söylediklerini can kulağı ile dinliyordum. İstanbul ; yaşadığım o talihsizliklerden sonra bende kötü izlenimler bırakmıştı o zamanlar, şimdi ise bu şehir sevdiğim adamın ve benim aşkımızın doğduğu ve büyüdüğü topraktı. Kader gerçekten nereden, nasıl vuracağını çok iyi biliyordu. Ama şunu çok iyi biliyordum ki, Ezra kaderin bana oynadığı en güzel oyundu...

"Babana teklifi ilk sunduğumda tahmin ettiğimden daha fazla tepki gösterdi. Ayhanı ve adamlarımı yaka paça şirketten attırmıştı. Teklifi ikinci kez sunduğumda, kabul etmediği takdirde hapise gireceğini ve tüm mal varlığını elinden alacağımı da söylemek zorunda kalmıştım..." Bakışlarımı yüzüne diktim, "Bana öyle bakma, o sıralar tek düşünebildiğim seni yanıma almaktı. Ve ben bir şeyi istersem almadan durmam."

Derin bir nefes alıp bıraktıktan sonra, "Neden böyle bir şey yapmak yerine, karşıma çıkmadın. Belki sana aşık olmamı sağlayabilirdin. Yakışıklısın, karizmatiksin, iyi bir insansın Ezra... Sana aşık olmamam için bir kusur göremiyorum..." dedim. Yüzünü göremesemde sıkıntıyla nefes alıp verdiğini, kafamın altında inip kalkan göğüsünden anlamıştım.

"Sana bu gördüğün Ezrayı gösterip, kendime aşık edebilirdim, haklısın. Peki diğer Ezra ? Onu gördüğünde hâla bana aşık bir kadın olarak kalacak mıydın ? Sen ilk karanlık Ezrayı tanıdın, ona alıştın. Belkide ilk onu sevdin. Seni yanıma aldığımda, aklımda bana aşık olabilme ihtimaline hiç ihtimal vermemiştim. Ama şimdi kollarımın arasında, kalbin bana ait iken bu ihtimali neden düşünmediğimi sorguluyorum. Seni sevmek çok güzelken, senin beni sevmen daha güzel..."

Ah be adam sen nasıl güzel seversin öyle ! Bir erkeğin bir kadını beş yıl boyunca, karşılık beklemeden sevdiğini söyleseler, Ezrayı tanımadan önce imkansız derdim. Benim güvendiğim, kaybetmekten korktuğum tek erkek babamdı. Babasına aşık bir kız olarak büyümüştüm. Ve hayatıma hangi erkek girerse girsin, onu babamdan daha çok sevemeyeceğimi düşünürdüm. Ama şimdi, Ezraya hissettiklerim o kadar başkaydı ki. Kaybetmekten deli gibi korkuyor, kaybedersem ilerisini düşünemiyordum. Sanki yaşamamı sağlayan köklerim Ezranın toprağına bağlanmıştı. Eğer o toprağa bir şey olursa, bende yok olacaktım. Solacak ve ölecektim. Bunu düşünmek çıldıracak raddeye gelmemi sağlıyordu. Ezrayı öldü sandığım zamanları hatırladıkça tüm tüylerim şaha kalkıyordu adeta. Ve evet bu adamın beni güzel sevdiği gibi, bende onu güzel seviyordum. Herşeyimle...

"Seni sevmeyi seviyorum galiba... Nefesinin saçlarım arasında gezinmesini, ellerinin yanaklarımı okşamasını, dudaklarının tenime değişini seviyorum Ezra..." İtirafım karşısında hafifçe kıkırdadı. Bu öyle güzel bir tınıydı ki kalbimin mideme düştüğünü düşünmeden edemedim.

"Bende sevgilim, bende nefesimin saçlarında dağılmasını, seni keşfetmeyi, her bir zerreni öpmeyi seviyorum..." Sesi saçlarım arasında kaybolurken, huzurun eşsiz tadını hissedebiliyordum.

"Başka soru var mı ?" Sorusu ile kısaca düşündüm... Aklıma gelenle hızla yerimde doğruldum. Ezrada bu hareketimle birlikte, kaşlarını çatarak yerinde doğruldu.

"Senin binmediğin ve patlayan gemiye, senin yerine kim bindi ? Kim öldü senin yerine ?" Uzun zamandır merak ettiğim soruyu sonunda sorabilmiştim. Ben o gemide Ezrayı öldü sanırken, aslında başka biri can vermişti. Fena bir şekilde...

Cevap bekleyen bakışlarımı üzerinde gezdirirken, sıkıntı ile nefes alıp verdi. Kasılan bedenini gözlerimle görürken, "Ezra kim öldü ? Hangi masum orada can verdi !" Dedim istemsizce yükselen ses tonumla. Ezranın bakışları hışımla bana dönüp, tıslayarak "Gerçekten masum birinin canına kıyabileceğimi mi düşünüyorsun ?" Dedi. Tabi ki de öyle bir şey düşünmüyordum ama düşüncelerimde beynimi yiyip duruyordu !

Cevap vermemem üzerine sinirle yüzünü sıvazladı. "Peki sana o adamların kim olduğunu söyleyeyim, fakat duyacakların hoşuna gitmeyecek. O şerefsizlerden biri on beş yaşında gencecik bir kıza tecavüz etti. Diğeri ise tecavüze uğrayan kızın babası. Ve biliyor musun o iki şerefsiz arkadaşlardı. Adam kızının tecavüze uğradığını, üstüne birde hamile kaldığını öğrendikten sonra, kızına bu iğrençliği yapan adamı şikayet etmek yerine kızını şişleyip, bebeğini düşürmesine sebe oldu. Kızı daha sonra iyileşince, arkadaşı olacak orospu çocuğuna verip, genel eve satmasını istiyor. Kız satılacağı gece intihar ederek canına kıyıyor, babası ve arkadaşı tutuklanarak hapise atılıyor. Onların hapise atılmaları ceza değil, ödül ! Ben kendi ellerimle onlara hak ettikleri cezayı verdim. O gemide canlı canlı yanarak öldüler, o kız nasıl tecavüze uğrarken acı çektiyse, o iki şerefsizde o şekilde acı çektiler. Ve emin ol yaptığım şeyden pişman değilim. Hatta imkanım olsa memleketteki tüm şerefsizleri bu şekilde öldürürüm."

Duyduklarım içime öyle bir ağırlığın çökmesini sağlamıştı ki artık içime sığmayıp, gözlerimden yaş olarak taşmıştı. Şu dünyada ne iğrenç insanlar vardı ! İnsan kendi kızını, canını, nasıl satardı ? Ona yapılan kötülüğe nasıl sessiz kalırdı ? O gencecik kızın yaşadıklarının ağırlığı, benim omuzlarımdaydı sanki. Onun ufacık kalbinin taşıdığı acı benim kalbimdeymişcesine acıyordu sol yanım. Göz yaşları bir bir dökülürken, titreyen dudaklarımdan kaçan hıçkırıklara engel olamamıştım.

"B-ben öz-ür dile-rim..." Ezraya yaptığım haksızlık boğazıma yapışmış nefes almamı engellerken, o beni kolları arasına almıştı bile.

"Şştt, ağlama. O şerefsizler yaptıklarının bedelini misliyle ödediler. O kız ise şuan cennette ve burada olmadığı kadar mutlu."

Ezranın yatıştırıcı sesi ve saçlarımı okşayan eli hıçkırıklarımı bir süre sonra dindirsede göz yaşlarım hâla akıyordu. İnsanların acımasızlığı, vicdansızlığı beni korkutuyordu. Ve öyle anlar geliyordu ki, böyle bir dünyaya bir çocuk getirmek istemiyordum. Vicdansız bir insana dönüşmesinden veya bu vicdansızlığın ve kötülüğün pençesine düşmesinden korkuyordum.

"Ben böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyorum." Korkumu dile de getirirken, Ezranın gözlerine baktım. Dudakları yukarı doğru kıvrılıp gülümsediğinde, belli etmesemde şaşırmıştım. Ne yalan söyleyeyim kızacağını veya sert bir tepki vereceğini düşünmüştüm.

İki eli yanaklarımı kavratıp, baş parmakları göz yaşlarımı sildi. "Annesi sen, babası da ben olduğum sürece dünyaya gelecek çocuklarımız ne böyle şerefsiz olabilirler ne de bu şerefsizler tarafından başlarına bir şey gelebilir. Doğacak olan çocuklarımızın ve senin bir tek saç telinize bir şey olsun bu dünyayı yakar, onları o ateşe atarım." Dudakları anlıma değdiğinde gözlerimi kapattım. Bu adam ne zaman bu ses tonunda konuşsa, ne zaman anlımdan öpse söylediği her şeye inanıp ona güveniyordum. Biliyordum, Ezra Erdem dediğini yapardı. Kollarında güvende olduğumu bilmem, beni öptüğünde yaşadığım her şeyi unutmam, ona olan güvenimden, tutkumdan ve muhtaçlığımda kaynaklanıyordu.

"Bir gün çok güzel bir baba olacaksın Ezra. O gün geldiğinde yanında ben olsamda olmasamda, merhametini kaybetme ve çocuklarının üzerinden gölgeni eksik etme..." Sakallarını okşayan elimi tutup, derin bir öpücük bıraktı parmaklarıma.

Kaşları çatılmış gözleri sertti artık. "Eğer bir gün baba olacaksam, çocuklarımın annesi sadece sen olabilirsin. Alternatif seçenek yok benim için."

Son damlada gözlerimde firar edip yanağımdan süzülerek dudağıma indi. Dudaklarım burukça gülümserken, Ezranın boynuna sıkıca sarıldım. Ve o an Ezraya söylemek istediklerimi içimden fısıldamakla kaldım...

'Her hikaye mutlu sonla bitmiyor sevgilim...'

🔹🔹🔹

Eve geldiğimde yorgundum. Kendim, banyoya zor atıp, hızlı bir duş aldım. Bornozumu giyip odama girdiğimde aynı anda kapımda tıklanmıştı. Gir komutumla içeri giren anneme bakıp, vücut losyonumu ellerime ve boynuma sürmeye başladım.

"Bebeğim, yarın Sedef hanımlar evlerine yemeğe davet ettiler. Haberin olsun."

"Bir zamanlar bir birinizi yiyecek gibi iken nasıl bu kadar iyi oldunuz ?" Anneme dönmeden aynadan onu izlerken göz devirmesini izlemiştim. Hey, annem göz devirmeyi sevmezdi bir kere !

"İşin aslı, Sedef hanım tam da kafa dengim olan bir kadın. Hem artık gerçekten dünür olduğumuza göre bir birimize öldürücü bakışlar atmamıza gerek kalmadı. Ayrıca Ezranın... Yokluğunda birbirinize, daha doğrusu sana nasıl destek olduğunu kendi gözlerimle gördüm. Bir gün bana bir şey olursa bir anne olarak yokluğumu aratmayacağına eminim..."

Kaşlarım çatılıp arkamı döndüm. "Saçmalama anne, lütfen ! Senin yokluğunu kimse dolduramaz. Hem... Nereden çıktı bu boşluk doldurma falan ! Sakın bir daha böyle konuşma." Annem gülerek saçlarıma bir öpücük kondurdu, bir sır verir gibi eğilip "Her ne kadar itiraf etmek istemesemde yaşım ilerliyor kızım, ölümsüzlüğüde bulmadığıma göre..." Dedi. Ben gözlerimi kısıp sinirle onu izlerken o gülerek öpücük atmış ve odamdan çıkmıştı.

Sinirle losyon şişemi, makyaj masamın üzerine fırlatıp pufuma oturdum. Bir gün değer verdiğim insanların hayatımdan çıkıp gideceğini bilmek hatta düşünmek, uçsuz bucaksız bir okyanusta boğuluyormuşum gibi hissettiriyordu. Korkuyordum, sevdiklerimi kaybetmekten deli gibi korkuyordum...

Akşam yemeğinden sonra kendimi bahçede, şezlongda uzanırken bulmuştum. Gökyüzünün karanlığına serpilmiş, parlak yıldızları izlerken düşüncelerime sızan yine tek bir isim vardı ; Ezra... Zaten ne zaman kendimle baş başa kalsam ondan başka düşündüğüm bir şey yoktu. Varım yoğum o olmuş, her bir zerreme, hücreme işlemişti. Ah be gönlüm, bu kadar sevme onu, yine sana dokunacak acısı... Her seferinde kendime sarf ettiğim bu sözler, Ezrayı görünce tüm etkisini kaybediyordu. O an gülmeden edemedim. İstanbula ilk geldiğim zamanlarda Ezradan ölesiye nefret ederken, şimdi bu denli aşık olmak, sevmek, ona muhtaç gibi yaşamak inanılmazdı.

Telefonumun titremesi ile gülümseyerek yerimde doğruldum. Ezra odama her gün aynı saatte geldiği için bende ne olur ne olmaz diye alarm kurmuştum. Çalan alarmı kapatıp odama doğru yol aldım. Merdivenleri çıkmıştım ki, annem önümde beliriverdi. İrkilsemde belli etmeden gülümsedim.

"İyi geceler anneciğim..." Yanaklarıma öpücüklerini bırakıp gülümsedi "Sanada iyi geceler bebeğim." Annemin merdivenleri çıkıp, odasına girmesini dinledim bir süre. Daha sonra evin sessizliğinden, herkesin odalarına çekilmiş olduğunu anlayıp odama girdim. Her gün ki rutinimi gerçekleştirip odamı kapısını kilitledim. Aynı anda Ezrada balkon kapımı açarak içeri girmişti. Telefonumdan saate bakıp gülümsedim, "Tam vaktinde !" yanıma gelip belimi sardı kollarıyla. Ardından kafasını boyunuma sokup derin nefesler aldı. Bende boş durmayıp elimi saçlarının arasına daldırdım. Ah, bu adamın saçlarına bayılıyordum. O kadar yumuşaklardı ki, okşadığım zaman avuçlarımda pamuk varmışçasına hissediyordum. Ayrıca çokta güzel kokuyorlardı. Yağmurdan sonra kokan toprak kokusu gibi ağır ama ferahlatıcıydı.

"Sabaha kadar böyle mi kalacağız ?" Kıkırdayarak sorduğum soru ile kafasını salladı. Boynuma bastırdığı dudakları kıpırdadığında boğuk çıkan ses ile, "Benim bir itirazım yok. Bırak sabahı bir ömür böyle kalabilirim. Zira ben cennetimi buldum..."dedi. Ah şu adam ve sözleri yok mu ! Beni nereden vuracağını çok iyi biliyordu.

Derin derin nefesler aldığında, kokumu içine çektiğini anlamıştım. İstemeden de olsa gülümsedim. "Daha gündüz beraberdik. Bu kadar çabuk özlemiş olamazsın." Kafasını geri çekip gözlerime baktı. İrisleri o kadar ağır duygularla yüklüydü ki, mühürlenip kalmıştım onlara. Nefes dudaklarıma çarparken, bir eli yanağımı kavradı.

"Ben seni, sen yanımdayken bile özlüyorum be güzelim..." Daha sonra çocuksu bir sesle sordu, "Seni içime hapsetsem olmaz mı ?" Dudaklarım istemsizce kıvrıldığında, bakışları bu sefer dudaklarıma kaydı, "Beni ölünce gülüşlerine gömsünler. Cehenneme atsalarda cennette yanayım..." Gülümseyen dudaklarım şimdi düz bir çizgi halindeydi. Kaşlarım yay gibi gerilmiş bir şekilde homurdandım, "Bir daha sakın ölümden bahsetme. Yokluğunun düşüncesi bile geliyor şurama," elimi sol yanıma koydum, "oturuyor. Ağırlığı nefes almamı bile engelliyor. Sen olmazsan ben nasıl yaşarım Ezra ? Sana olan hislerime tam sahip çıkamıyorken bile öldüğünü düşündüğüm için kendime neler yapmaya kalkıştım. Şimdi hislerimden, kendimden ve senden iliklerime kadar eminken, sana bir şey olma düşüncesi kalbimi paramparça etmeye yetiyor. Söz ver Ezra. Bırakmak yok birbirimizi, ne olursa olsun ellerimi bırakmayacaksın ?"

Sözlerim üzerine alnıma uzun bir öpücük bırakıp geri çekildi, anlını anlıma yasladığımda birinin duymasına istemiyormuş gibi sessizce fısıldadı, "Söz güzeli, söz. Ölüm kapımı çalana kadar bu kalp sadece senin için atacak. Bu dil sadece senin adını böyle fısıldacak, bu gözler sadece sana böyle bakacak ve bu dudaklar..." Gittikçe yakınlaşan dudaklarımıza bakıp gözlerimi kapattım, "Sadece seni böyle öpecek." Dudaklarıma değen dudakları ile bambaşka bir dünyaya çekilmiştim bile. Verdiğim karşılık ile ellerimi belimi sıkıca kavrayı kendine yasladı. Bir elim yanağına çıkarken, bir elimde ensesindeki saçlarla oynuyordu.

Öpüşmemiz daha derin bir hal alırken Ezra geri geri gitmeye başladı. Bende onunla birlikte ilerlerken yatağımın üzerine düşmüştük. O anda kapı çalınmış ve Miranın "Abla müsait misin ?" Diyen sesini işitmiştim. Hızla Ezradan ayrılırken üstüme başıma çeki düzen verdim. Ezra gözlerini devirip yatağıma sırt üstü uzandıktan sonra sırtını başlığa dayadı. Bu rahatlığı beni bir gün öldürecekti.

Kapı tekrar tıklandığında nefesimi düzene sokmaya çalışıp kiliti açtım. Kapıyı yarım bir şekilde açıp gözlerimi kısarak uykudan uyanmış havası vermeye çalıştım. Miranın bakışları bir süre yüzümde gezinip dudaklarımda durdu, "Çekirdek mi çitledin sen ? Dudakların şişmiş gibi ?" Söyledikleri ile gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Genzime kaçan tükürüğümle öksürmeye başladığımda Miranın tuhaf bakışlarına maruz kalmıştım. Kendime geldiğimde genzimi temizleyip, "N-ne alaka canım ! Uyuyordum, uykudan uyandırdın." Bakışları yüzümden ayrılıp üzerimi süzdü. "Bu halde mi ?" Aynı şekilde bende üzerimi süzdüğümde, kendimi tokatlamamak için zor tuttum. Üzerimde yazlık bir elbise ve sandalet vardı.

"Uyuya kalmışım. Hem uzatmasana ne diyeceksin sen ?" Dikkatini kendimden çekmeye çalışırken, niye geldiğini hatırlamış olacak ki elindeki iki askıyı havaya kaldırdı.

"Yarın akşam ki yemeğe hangisini giymeliyim ?" Sağ elini kaldırdı, "Bu mu ?" Siyah ekose bir gömlek ve ikinci bir askı ile asılı olan deri şorta baktım. Ardından sol elini kaldırdı, "Yoksa bu mu ?" Bu sefer krem rengindeki, yaka, bel ve eteğinin ucunda siyah dantel desenleri olan elbiseye baktım. İki askının arasında kafasını uzatıp bana baktı. "Sence hangisi ? Ben kötüyüm, benden uzak dur havası mı ? Yoksa, aman aman ne tatlış ve hanım hanımcık bir kızım havası mı ?"

Gözlerimi devirip, "Beni bunun için mi uyandırdın uykumdan ?" Yani, Ezra ile öpüşürken de kısmi bir uyku içine giriyordum sonuçta. O da bir nevi uykuydu.

"Hem sen bunu bence Rüyaya sor. O daha iyi bilir." Askıları indirip bilmişçe bana baktı, "Ona zaten sordum, sana sormamdaki amaç formaliteden. Yoksa tabi ki Rüyanın dediğini giyeceğim." Ağzım açık karşımdaki kardeşime (!) bakakalmıştım. En yakın arkadaşım ve kız kardeşim resmen yüz yılın en iyi ittifakını kurmuş, beni resmen evde istenmeyen çöp gibi kapının önüne koymuşlardı. Her ne kadar 'sizi ben tanıştırdım, benden iyi anlaşamazsınız' demek istesemde saçmalayacağımı bildiğim için sustum.

"O zaman neden beni yoruyorsun Mira ? Lütfen git ve uyu." Mira gözlerini devirip gerisin geri odasına girip kapıyı kapattığında bende aynı şekilde odama girip kapıyı kapattım. Bir süre bekleyip sessizce kapıyı kilitledikten sonra arkamı döndüm. Ve gördüğüm manzara karşısında gülümsedim.

Ezra üzerindeki tişörtü çıkarmış, altındaki gri eşofmanla yastığıma sarılmış bir şekilde uyuyordu. Sessiz adımlarla yanına gidip, yatağın kenarına oturdum. Kendisi gibi hırçın saçlarından bir tutamı anlına düşmüştü. Uyurken bile çatık olan kaşları ile gülümsedim. Bu adam aynı ayna hem nasıl karizmatik, yakışıklı ve çekici olabiliyordu ? Hayır yani tüm özellikleri üzerinde toplayarak, başka erkeklere şans vermiyordu. Yada ben bu adama o kadar aşıktım ki, gözüm ondan başkasını görmüyordu...

Yatağı sallamamaya özen göstererek elbise dolabımdan eşofman takımımı çıkarıp banyoya girdim. Hızlıca üzerimi değiştirip, dişlerimi fırçaladım. Odaya tekrar dönüp, sessizce yatağın içine girdim. Ezranın, çalıp kaçacaklarmış gibi sıkı sıkıya sarılıp kafasını gömdüğü yastığımı alıp kafasının altına, koydum. Homurdanarak yastığa kafasını koyduğunda bende kafamı sert gövdesine yaslayarak, her zaman ki uyku pozisyonumuzu aldım. Ezranın kolları bedenimi sararken gözlerimi huzurla beklediğim uykuya kapattım...

🔹🔹🔹
"Hanımlar hazırsanız çıkalım artık ?" Babam sabırla annemlere seslenirken, ben de onu izliyordum. Hayır yani sabahtan berri ne için hazırlanıyorlar onuda anlamıyorum ki ! Bende kadındım ama hiç annem, Mira veya Rüya gibi hazırlanmam saatlerimi almıyordu. Bende mi vardı bir tuhaflık, onlarda mı anlamıyordum.

Ayrıca, benim nişanlımın ailesine gidiyorduk. Ne bu heyecan ?

"Bekleyemediniz iki dakika." Annem küpesini takmaya çalışırken sinirle söylenerek salona girdi. Babam önce saatine bakıp daha sonra anneme döndü, "Hayatım, tamı tamına kırk iki dakika, elli bir saniye öncede aynı cümleyi kurmuştun." Annem babama gözlerini devirirken, sanki sabahtan berri beklenen kendisi değilmiş gibi, "Mira kızım hadi seni bekliyoruz. Nerede kaldın ?"

Babamla şaşkınlıkla anneme bakakaldığımızda içeri Mira girdi. Telefonunu çantasına koyarken, "Ben hazırım, sizi bekliyorum." Dedi. Babam karşısındaki iki kadına bakıp "Yemin ediyorum bu dünyada ki en tehlikeli varlıklarsınız." Dedi. Ben kıkırdarken annem ve Mira gözlerini devirdiler.

Annem bordo rengindeki, dizlerinin altına kadar uzanan düz kalem elbisesi ve siyah topuklu ayakkabıları ile gayet şıkken babam da ona ayak uydurup bordo, kareli takım elbisesini ve siyah gömleğini giymişti. Ah, her seferinde böyle uyumlu olmalarına bayılıyordum. Düşünmeden edemedim acaba evlendikten sonra bizde Ezra ile böyle olabilir miydik ? Düşüncesi bile komikti. Çünkü Ezranın siyahtan ve beyazdan başka giydiği renk sayısı bir elin parmak sayısını geçmezdi. Bende farklı renkler giymeyi seven bir insan olduğuma göre bu sanırım imkansızdı.

"Hadi çıkalım artık." Evden çıkarken Miranın dünki gösterdiği krem rengi elbiseyi giydiğini gördüm. Kendi üzerimi süzdüğümde siyah, dar kot pantolonum ve göbeğimi az açıkta bırakan beyaz bir büstiyer ve onun üzerine siyah tülden, transparan bir ceket giymiştim. Kombinimi siyah stilettolarımla tamamlamış takı olarak sadece küpe ve tek taşımla nişan yüzüğümü takmıştım.

Arabaya bindiğimizde babamın 'geç kaldık' diye söylenmelerini annem kadife gibi sesi ile cilve yaparak yatıştırıyordu. Onların bu hallerine gülerek yolu izlemeye başladım.

Çok geçmeden araba en az Ezranın evindeki demir kapı kadar büyük olan bir kapının önünde durdu. Çok geçmeden kapı açıldığında araba kilit taşı döşenmiş yolda ilerleyip durdu. Arabanın kapısını açan takım elbiseli adam ve bahçenin arka kısmından bize doğru gelen Ayhanı görmemle Ezranın çoktan gelmiş ve adamlarını her bir tarafa salmış olduğunu gördüm. Arabadan inip etrafı inceleme fırsatı bulduğumda küçük dilimi yutacaktım neredeyse. Burası kesinlikle basit bir ev değildi, saray yavrusu demek daha doğru olurdu. İzmirdeki evimiz, buradaki evimiz hatta Ezranın evi bile bu ev karşısında sönük kalıyordu. Bahçenin ortasında yuvarlak bir süs havuzu vardı. Bahçede küçük çam ağaçları ve neredeyse her tür gül renginden bulunuyordu. Çimenler ve bahçenin özenle bakıldığı güzellikleri karşısında belliydi.

"Hoş geldiniz dünürüm..." Hayri bey -ki ona hala kırgındım- ve babam gülüşerek birbirlerine sarılırken bu iki ihtiyarın nasıl bu kadar iyi anlaştığına aklım yetmiyordu. Aynı şekilde annem ve Meltem teyze gülüşerek aralarında bir şeyler konuşurken Mira ile sap gibi ortada kalmıştık. Ezra ve Oktay da bulunduğumuz yere doğru gelirken, sevgili kayınbabam ve kaynanam tarafından fark edilebilmiştim.

"Hira hoş geldin güzelim..." Meltem teyzeye gülümseyerek sarıldım. "Hoş buldum Meltem teyze..." Gülümseyerek geri çekilirken Meltem teyze yapay bir sinirle, "Anne demeye alışmaya başla bence gelin hanım." Demişti. Ben utanırken Ezra ile göz göz geldik. Göz kırparak, çarpıkça gülümserken, bende gülerek gözlerimi kaçırdım.

"Hoş geldin kızım." Hayri amca mahçup ve birazda çekingen bir tavırla yanıma yaklaştı. Kendisine hâla kızgın olduğumu biliyordu. Ama koskoca adamı da karşımda böyle mahçupça ezilip büzülürken görmek istemiyordum ki bu adam eskilerine sarsılmaz mafya babalarından biriydi. O yüzden hafif bir tebessümle, "Hoş bulduk baba." Diyerek sarıldım. İlk başta şaşırsada çok geçmeden o da sarılmıştı. Geri çekildiğimde yüzünde büyük ve içten bir tebessüm vardı.

"Hadi arka bahçeye geçelim. Ezra oğlum, sende mangalı Oktayın elinden al ve yak. Yoksa sabaha anca yeriz o etleri." Herkes gülerken Oktay küçük bir çocuğun şımarık hallerine bürünüp, "Mangalı yakarım da mangal kendisi yanmak istemiyor validem." Dedi. Meltem anne -kendi kendime de olsa anne demeye başlasam iyi olacaktı- Oktayın ensesine hafifçe vurarak arka bahçeye ilerledik.

Arka bahçeye geldiğimizde nutkum bir kez daha tutulmuştu. Koca bir havuz vardı. Havuzun az ilerisinde sarmaşıklarla kaplı çardak şark köşesi ile dizayn edilmişti. Ön bahçe gibi burasıda yeşilin en güzel tonu ile bezenmişti. Cenneti andıran bahçesi ile buraya resmen aşık olmuştum.

Herkes masadaki yerini alırken Ezra Oktay ile birlikte mangalım başına geçmişti. Babam ve Hayri baba sözleştikleri gibi tavlanın başına oturmuşlardı, annem ve Meltem anne konusunu bilmediğim bir konuşma içerisindelerdi. Mira kafasını telefonuna gömmüşken onu dürtükledim. Kafasını kaldırıp bana baktığında kafamla Ezraların olduğu tarafı göstererek ayağa kalktım. Oflayarak telefonunu masaya bırakıp peşimden geldi. Ezra elindeki mangal yelpazesi ile Oktaya vururken, Oktay kaçarak arkama saklandı.

"Yengelerin gücü aşkına, şu nişanlının elinden beni kurtar !" Ben gülerken, Ezranın bakışları beni bulmuştu. Annemlerin olduğu tarafa kısaca baktıktan sonra dudaklarıma hızlı bir öpücük kondurmuştu. Kaşlarımı çatıp sinirle ona baktığımda o gülerek geri çekildi. O sırada Oktay bir ıslık çalıp ellerini Miranın omuzlarına koyup onu şark köşesine doğru ilerletmeye çalışıyordu. "Hadi gel sana orangutanların nasıl eş seçtiklerini anlatayım."

Mira gözlerini devirip Oktaya alayla baktıktan sonra, "Özel hayatını dinlemek istediğimi hiç sanmıyorum." Diyerek Oktayın ellerinden kurtulup gerisin geri annemlerin oturduğu masaya döndü. Oktay Miranın arkasında bakakalırken, "Abi ben yediğim bu kapaktan sonra doydum." Dediğinde gülmeden edememiştim.

"Zevzeklik etmede git içeriye söyle etleri getirsinler, mangal hazır." Oktay kafasını sallayıp içeri geçerken, kollarımı bağlayıp bahçeye göz attım. Ezranın bakışları üzerimdeyken, ona dönüp, bakışlarımızı birleştirdim.

"Buraya bayıldım."

"Bende severim burayı. Özelliklede bahçesini. Kendi evime taşınmazdan önce zamanımın çoğunu, yaz kış demeden burada geçirirdim."

"Senin evinin-" sözümü kaşlarımı havaya kaldırıp, bastırarak söylediği kelimelerle kesti. "Bizim evimiz..."

Kafamı sallayarak onu onayladım. "Bizim evimizin bahçeside çok güzel ama buranın farklı bir havası var. Huzur veren..."

Ezra kafasını onaylar bir biçimde sallarken, evin çalışanı olan bir kız hazırlanmış etleri getirerek mangalın yanındaki masaya bırakmıştı. O tekrar içeri dönerken ben bahçeyi izlemeye devam etmiş, Ezrada etlerle ilgilenmeye koyulmuştu.

Ta ki bahçede bir çığlık kopana kadar. Korku ile etrafıma bakınırken Ezra hızla önüme geçip etrafa bakınmıştı. Herkes korku ve endişe ile ayağa kalktığında, evden arka bahçeye açılan kapıdan biraz önce etleri getiren kız başına silah dayanmış bir şekilde, yüzünde kar maskesi olan bir adam ile çıktı. Kalbim ağzımda atmaya başladığında annemin ve Meltem hanımın çığlığını duydum. Bahçeye elinde silahla, kar maskeli bir adam daha girdiğinde Ezranın sessiz bir küfür mırıldanarak etrafa bakınmasını izledim.

Ortalıkta ne korumalar ne de Ayhan vardı. Anladığım kadarıyla Ezranın silahı yanında da yoktu. Anlayacağınız boktan bir durumun içine düşmüştük.

"Ezra Erdem, görüşmeyeli uzun zaman oldu." Ezra kaşlarını çatarken sinirle kükredi, "Kimsiniz lan siz ! Hangi cesaretle benim, Ezra Erdemin evine bu şekilde girip, birini rehin alıyorsunuz."

Ezranın kükreyişi ile yerimden hoplarken korku ile adamın kolları arasındaki kıza bakıyordum. Korkudan tir tir titriyordu. O esnada ön bahçeden Ayhan yanımıza doğru gelmişti. Ezra hızla ona dönüp, "Korumalar nerede lan ! Silahımı ver çabuk !" Diyerek tıslamıştı.

Fakat Ayhan Ezranın emrine uymak yerine sadece gülümsemişti. Ezrada en az benim kadar şaşkın bir şekilde ona bakarken, kopan kahkahalarla bu sefer şaşkınlıkla kar maskeli adamlara baktım. Ezrada kaşlarını çatmış onlara bakarken, hizmetlinin kafasına silah dayamış olan adam maskesini çıkardı.

Ezra gözlerini kısarak karşısındaki adama bakarken, dudaklarından tek bir isim döküldü...

"Kenan !"
---------------------------
Herkese merhaba ! Saat 03.58 ve ben bölümü daha yeni bitirdim. Bitirdiğim gibi de paylaştım. Öncelikle hepinizi merakta bıraktığımı ve bana kızgın olduğunuzu biliyorum. İlk olarak merak etmeyin kötü bir şey yok ^^ Bölümün geç gelme sebeplerinden biri ; kuzenim evleniyor millet ! 😊😊 diyeceksiniz bölümle kuzeninin ne alakası var. Ramazan boyunca onun düğün, kına, bekarlığa veda partidi vs. İşleri ile alakadar oldum. Bu yüzden çok fazla vakit bulamadım yazmaya. Diğer bir sebep ise ; arkadaşlar ben migren hastasıyım, bilen bilir migren hastaları strese gelemezler. Bende aç kalınca strese giren biriyim ve bu stres migrenimi tetikleyip dehşet baş ağrılarına yol açtı. İftardan sonra her ne kadar bir şeyler yazmak istesemde bu sefer düşüncelerimi, yazmak istediklerimi yazıya dökememe sorunu yaşadım. Bu bölümü defalarca yazıp sildim. En iyisi olsun için uğraşırken daha da batırmaya başladım. Neyse ki en sonunda bitirdim ve size BAYRAM HEDİYESİ & GEÇ KALMIŞ KARNE HEDİYESİ olan bir bölüm paylaştım. Umarım beğenmişsinizdir. Bir kusurum varsa af ola. Bana kırılan ve kızan arkadaşlarımdan da en içten dileklerimle özür diler, sabırla bekleyen arkadaşlara da teşekkür ederim... Bu arada instagram adresimize bir uğrayın ; td.wattpad

İyi bayramlar ! Şeker tadında bir bayram geçirmeniz dileği ile sağlıcakla kalın !

Continue Reading

You'll Also Like

3M 160K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
3.7K 729 6
GATA'da işine başarılı bir doktor olan Kuzey Ataman, aşk, aile, kadınlar ve güven ile ilgili hiçbir şeye inanmıyordur. Onun için aşk yoktur, sevgi...
5.6M 188K 45
O, hayallerinden acımazsızsa koparıp alınmış bir kızdı. Hayatına dair kurduğu güzel hayalleri varken, elbette bir berdele kurban gideceğini bilmiyord...
323K 13.9K 74
Annesi ve babasının mezarlığında içini döken bir kızın başına en ağır ne gelebilir? Mezarlıkta yaşadıklarından sonra bambaşka bir yerde tanımadığı in...